Önceki Bölüm: VI. Devrimin Niteliği ve Devrimin Yolu
Birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu, görkemli uygarlıkların yükselişine ve çöküşüne tanık oldu.
Türklerin Anadolu’ya gelişi, yerleşik uygarlıklarla amansız savaşlar içinde gerçekleşti. Türk tarihi, bu topraklarda hep bir barbarlığın ve talanın adı oldu. Malazgirt’le başlayan bu tahribat, bir gelenek olarak Selçuklulara, Osmanlılara oradan da TC’ye geçti. Tüm bu süre içinde ise, esas olarak da Türkmenler yok edildi. Osmanlı tarihi, tümüyle devlet dinî olan Sünni İslam’a karşı gelenlerin, en başta da Türkmenlerin aşağılandığı bir tarihtir.
Bu tarih boyunca pek çok halk isyanı gerçekleştirilmiştir. Ancak birkaçı hariç, tümünde isyanın başına devlet yönetimi veya yerel feodaller içinde etkin olanlar geçti. Ve bu takım, kendine yeni bir beylik verilince ayaklanmaları sattı. Onun için halkların tarihi, aynı zamanda öndersizlik tarihidir.
1900’lerin başlarında ülkede egemen olan burjuva kesim, ticaret burjuvazisi olarak gelişen Ermeni ve Rum burjuvaları idi. Tarih boyunca kendinden daha gelişmiş uygarlıklara ganimet için savaş açmış ve öyle yaşamış bir gelenek, bu kez de “sermaye birikimi” için bu burjuvaların imhasına başlamıştır. Karşımıza görülmemiş katliam örnekleri çıkmıştır. Anadolu halkları bu utanç altında, çok yakın tarihlerini bile unutma gereği duymaktadır. İşte 1920’lerde adı Türkiye konacak olan bu topraklara gerekli olan burjuvazi, Türk burjuvazisi olarak böyle doğdu.
Türk burjuvazisinin iktidara yükselme savaşımı, bir yanıyla, Türk ulusçuluğu adına başka halkların ve ulusların imhası ve inkârıdır. Yüzyılın hemen başında gerçekleştirilen Ermeni kırımı, hemen arkasından Rum, Pontos, Laz ve Kürt kıyımları, zorla asimile uygulamaları birçok ulus ve halkın birlikte yaşadığı bu toprakları tam bir halklar cehennemine çevirmiştir.
Bu topraklarda burjuva egemenlik, yalnızca tüm halkların, işçi ve emekçilerin baskı ve zorla yönetimi, aşağılanması ve sömürülmesi demek değil, bu topraklarda burjuva egemenlik, aynı zamanda sömürgeleşmedir. Bu topraklarda burjuva egemenlik, Anadolu’nun binlerce yıllık tarihinin gömülmesidir. Bu topraklarda burjuva egemenlik, tarihin örtülmesi, inkâra dayalı bir tarihin yazılması demektir. Bu topraklarda burjuva egemenlik, insanının düşünmemesi, kendine ait tüm özelliklerden sıyrılarak sunî bir insan haline getirilmesi, insan olmaktan çıkarılması demektir. Bu topraklarda burjuva egemenlik, sınıfsal kimlik ile birlikte tüm kimlik öğelerinin inkârı demektir. Soysuzlaşma, köksüzleşme, sürüleşme demektir.
Devrimin görevi; Türk burjuvazisinin halklara karşı uyguladığı ve bugün bile varlığının temellerinden biri saydığı, bu imha ve inkârı bütün boyutlarıyla ortaya çıkarmak, Anadolu’da yok edilen bu zenginlikleri yeniden açığa çıkarmak, bu topraklarda yaşayan halkların kendi siyasi ve kültürel kimliklerini özgürce geliştirebileceği koşulları ve kurumları yaratmak, Anadolu’yu bir uluslar ve halklar cehennemi olmaktan çıkartarak, halklar arası saygı ve kardeşliği egemen kılmaktır. Anadolu sosyalist devrimi, Anadolu’nun binlerce yıllık tarihi ile barışmak, insanlık kültürü açısından önemli sayfaların tozunu kaldırmak demektir.
Devrimci Sosyalistler, bu kardeşliği bugünden kendi saflarında ve savaşımında kurmayı zaferin koşulu olarak görür.
Devrimci Sosyalistler, halklar meselesini basit ve küçük gören bakışlarla arasına derin bir mesafe koyar. Devrimci mücadele, tarih boyunca tüm sınıflı toplum kalıntılarına, alışkanlıklarına karşı da mücadeledir. Bu açıdan kimlik sorunu sınıf savaşının içindedir.
Halkların özgürlüğü, aynı zamanda sosyalizmin zaferini zorunlu koşmaktadır. Öte yandan halklar hapishanesi olan bu toprakları halkların mozaiğine çevirmek, bu temelde bölge sosyalist devrimi için de güçlü bir dayanak demektir.