Buna rağmen insanlığın ve uygarlığın geleceği riske atılmış bulunuyor. Kapitalist üretim tarzı “yaratıcı yıkıcılık” sayılsa da, şimdilerde çoktan yıkıcılığın yaratıcılığın önüne geçtiğini söylemekte bir sakınca yok. Artık her geçen gün yaptığından daha çoğunu yıkıyor, daha çoğunu yok ediyor, daha çok kirletiyor…
O halde neden böyle oldu, neden genel bir sürdürülemezlik tablosu ortaya çıktı, neden tüm işaret lambaları kırmızıya dönmekte? Neden her geçen gün sosyal kötülükler (işsizlik, açlık, yoksulluk sefalet, anlam kaybı…) çığ gibi büyüyor, ekolojik dengeler alt-üst oluyor? Bütün bunlar oluyor zira kapitalizm insanlığın ve uygarlığın normal hali değil, bir sapmaydı… Kapitalizm bir meta uygarlığı, meta fetişizmine dayanıyor ve kapitalizm dahilinde üretim etkinliğinin birincil amacı, insan ihtiyaçlarını karşılamak değil kâr etmektir. Kullanım değeri değil değişim değeri üretmektir…
Başka türlü söylersek, bir ilişki tersliği söz konusu. Öküz, arabanın arkasına koşulmuş durumda… Her üretim çevrimi sonunda yaratılan değer, artık ürün, artı-değerin (kârın) her seferinde yeniden yatırılma zorunluluğu var, bir sonraki üretim çevrimine sokulması gerekiyor. Ve sonuç “üretim için üretim” biçimini alıyor. İkincisi, kapita- lizm kutuplaştırıcı bir temel eğilime ve dinamiğe dayanıyor. Bir kutupta zenginlik biriktirmek, karşı kutupta yoksulluk ve sefalet biriktirmekle mümkün oluyor. Aksi halde dünya nüfusunun %1’inin dünya zenginliğinin (servetinin) yarıdan fazlasına, %8.1’inin de dünya zenginliğinin %86,4’üne el koyması mümkün olmazdı… Üçüncüsü de kapitalist üretim tarzının geçerli olduğu yerde üretimin insanî -sosyal ve ekolojik sonuçları (zararları) dikkate alınmıyor. Netice itibariyle fatura topluma ve doğaya çıkıyor, Burjuva iktisatçıları buna “dışsal ekonomiler” diyerek işin içinden çıktıklarını sanıyorlar… Oysa dışarda kalan hiç bir şey yok…
Neoliberal küreselleşmenin dayatılmasıyla, yıkıcılık hızlandı, kapsayıcılığı daha da arttı. Kapitalizm dahilinde insan toplumlarının üretim, tüketim ve yaşam etkinliği şimdilerde jeolojik sorunlar da yaratır duruma gelmiş bulunuyor ki, buna antroposen çağ (anthrophocène) deniyor. Artık kapitalizm dahilinde sorunların üstesinden gelmek mümkün değil. Dolayısıyla hem yeni bir uygarlığa giden yolun aralanması gerekiyor ve hem de bunun vakitlice yapılması gerekiyor. Zira sistemin yıkıcılığı bu ölçüde hızlanmış, kapsamı da bu ölçüde büyümüşken, geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayabilir…
Gerçek durum böyleyken ve genel bir sürdürülemezlik, sürdürülebilemezlik tablosu ortaya çıkmışken, küresel plütokrasinin, küresel oligarşinin sözcüleri, akıl hocaları, “eğer büyüme gerçekleşir, modern teknoloji (teknik bilim) de gelişmesini sürdürürse, sorunların çözüleceğini, işlerin yoluna gireceğini” söylüyorlar. Oysa, kapitalizm dahilinde, üstelik onun vahşi neoliberal versiyonunun geçerli olduğu durumda, bu ikisi sorunların çözümünün anahtarı olmak bir yana, bizzat kendileri birer sorun haline gelmiş bulunuyor. Yegane amacı kâr ve her seferinde daha çok kâr, daha çok sermaye biriktirmek olan, insana ve doğaya saygısız, her türlü etik değerden yoksun bir sistem dahilinde büyümenin hiç bir sorunu çözme şansı yoktur. Aynı şekilde, kâr etmenin ve yıkımın hizmetine sunulmuş teknolojik harikaların da sorunları çözmesi mümkün değil ama daha da azdırması kaçınılmaz…
Geride kalan son otuz beş-kırk yılda, neoliberal küreselleşme çağında yeryüzünün egemenleri, küresel oligarşi ve küresel plütokrasi, ‘köpeksiz köyde değneksiz gezme’ imkânına kavuştular. Ezilen ve sömürülen sınıfları, bulundukları mevzilerin gerisine püskürtmeyi başardılar. Güç dengeleri yeniden ve kesin olarak sermaye sınıfının lehine döndü. Bunun asıl nedeni ütopya zaafıydı. Ezilen halklar ve sömürülen sınıflar ütopyasız kalmıştı. Bu ütopya zaafının ortaya çıkmasında elbette “reel sosyalizm” deneylerinin başarısızlığının da başat bir rolü oldu.
İçinde bulunduğumuz dönemde yaratıcı ütopyanın vakitlice yaratılması gerekiyor. Zira yaratıcı ütopya yokluğunda doğayla uyumlu, öküzün arabanın arkasına koşulmadığı, insan haysiyetini ciddiye olan yeni bir uygarlığa giden yolu aralamak mümkün değildir. Eğer insanlığın bir geleceği olacaksa, bu, kelimenin jenerik anlamında, komünist bir toplumsal düzen (bölüşmeyi, paylaşmayı, karşılıklılığı, dayanışmayı, bizim dilimizdeki karşılığı olan müşterekleri esas alan, doğayla uyumlu “başka bir uygarlık”) olabilir… Artık yöneticileri, değil yönetimleri, yönetimleri değil sistemi, sistemi de değil uygarlığı değiştirme zamanı. Velhasıl neden söz ettiğini bilmek önemlidir… o
* Bu yazı Red dergisinin 100”üncü sayısında yayınlanmıştır.