TC devleti, silâhlı birlikleri ile, 9 Ekim 2019 Çarşamba günü, kuzey Suriye sınırından, Suriye’ye girdi. Trump ile Erdoğan arasındaki telefon konuşmasının ardından, ABD, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nin Suriye’ye gireceğini duyurdu. Bunun ardından ABD, kendisinin bölgede bulunan askerlerini çekmeye başladığını ilan etti. Böylece, ABD tarafından, belli anlaşmalar doğrultusunda, TSK’nin Suriye’ye girişine ve PYD güçlerinin elinde tuttuğu alanları işgal etmesine ışık yakılmış oldu.
TC devletinin Suriye’ye karşı bu işgalci tutumu yeni değildir. 2011’de savaş başladığından bu yana, TC devleti, Şam’da öğlen namazı kılmaktan söz etmektedir. Eline geçen her fırsatta, TC devleti, Suriye topraklarına dalmak için büyük bir dürtüye sahiptir.
2011 yılından bu yana, Osmanlıcılık, işgalcilik, savaş naraları, katliamlara eşlik etmektedir. Afrin’e saldırıyı ve Afrin’in işgalini, bugünkü Fırat’ın doğusuna dönük saldırıyı, ÖSO organizasyonlarının gerçekleştirilmesini, IŞİD güçlerinin açıkça desteklenmesi ve başka işlerde kullanılmasını, hep bu politikanın parçaları olarak görmek gerekir.
Yani, TC devletinin, Suriye’ye dönük bu işgalci politikası yeni değildir. Sadece bir yenisi daha devreye sokulmuştur.
1-
2011’den bu yana süren Suriye savaşının, bugün TC devletinin yeni bir bölgeye dönük işgal hareketi ile yeni bir evreye girdiğini tespit edebiliriz. Bu yeni evre, yağma, katliam ve işgal politikalarının daha açık devreye sokulduğu, sokulacağı bir evre olacaktır.
Gerçekte, Suriye savaşı, büyük ölçüde “bitmiş” görünmekteydi. Bir açıdan da öyledir. Ama, ABD ve ABD ile birlikte bu savaşı organize edenler (yani ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan ve diğerleri), yenilgiyi kabul etmek ve sahadan çekilmek istemiyor. Bu nedenle savaş, bir sona doğru yaklaştığında, yeni hamlelerle savaş uzatılıyor.
ABD ve TC, bu savaşta yenilmiş olan cepheyi temsil etmektedir.
Ancak, ABD, bölgede kalabilmek için, savaşı dünya çapında bir savaşa dönüştürme tehditlerini, TC eli ile bir kere daha devreye sokmuştur.
2-
ABD, Suriye savaşında yenilmiştir. Bu nettir. Ama bu savaş, ABD içinde süren açık bir savaş değildir. Elbette ABD’de de bu savaşın etkileri vardır ve az ya da çok, derin ya da yüzeysel bir iç savaşa neden olmaktadır. Ama, ABD, “ben yenildim” diyerek teslim olmayacaktır. Bu nedenle, kendine bölgede kalıcılık yolları aramaktadır.
ABD’nin Kürtlerle ilişkisinin temelinde bu vardır.
Öcalan’ın teslim edilişi sürecinin bir “uluslararası komplo” olduğu açıktır. Bu komploda ABD başrolü oynamıştır. Belli şartlarla Öcalan’ı TC devletine teslim eden ABD’nin, Kürt halkına “dost” olabilmesi mümkün değildir.
Kaldı ki, ABD, dünya tarihi boyunca, hiçbir halka “dost” olmamıştır, olmaz da. Emperyalist bir güç olmanın, halklara dostluk ile bir bağı olabilir mi? Elbette olamaz.
Bugün, ABD, bölgede kalabilmek için, Kürt güçleri içinde kendine “yakın” bir örgütlenme gerçekleştirmek istemiştir. Bu konuda epeyce de yol almıştır.
Suriye’deki Kürtler ile, PKK arasındaki ideolojik, politik ve pratik bağları kesmek için birçok yol denemiştir.
TC devletinin, Irak Kürdistanı’nda sürdürdüğü Pençe harekâtı, aslında bu amaca dönük bir harekâttır. ABD, bu harekâtın bizzat içindedir. ABD, bu yolla, Suriye Kürtleri üzerindeki “etkisini” daha da artırmayı hedeflemiştir. Kürtlerin güvenini kazanmak için, onları TC devletinin katliam politikalarından “koruma” sözü vermesi epeyce işe yarayacak bir argümandır. Öyle olmuştur. “ABD bölgeden çıkarsa, TC devleti saldırır” düşüncesi ve kabulü, aslında kendi gücüne daha fazla güven temelinde bir Kürt örgütlenmesini şart koşar. Ama bunun yerine, ABD’ye sırtını dayama eğilimi, bazı Kürt gruplar içinde oldukça yaygındır. Biz buna, kabaca Barzani çizgisi diyoruz. Barzani çizgisi, PKK çizgisinin tam karşıtıdır ve Kürtlerin kendilerine güven temelinde özgürlük mücadelesini satmaya dönük pratikleri çoktur.
Pençe harekâtını iki açıdan NATO operasyonu olarak görmek gerekir: 1- PKK’nin Suriye Kürtleri üzerindeki günlük etkisini sağlayan bağları kesmek, 2- İran’a karşı saldırı için, bölgede üsler oluşturmak. ABD ve NATO bu işin içindedir.
Bu doğru ise, şimdi, ABD’nin TC devletinin saldırısını teşvik etmesi bin kat daha anlaşılır hâle gelmektedir.
3-
“Güvenlikli bölge” anlaşması, gerçekte bu saldırının ön hazırlığıdır. Öyle anlaşılmaktadır. Güvenlikli bölge, TC devletinin Suriye sınırında 30 km’lik bir alanı temel alıyordu. Bu harita, BM oturumlarında Erdoğan’ın elinde, elbette ABD bilgisi ve teşviki dahilinde dolaşmıştır. Bunu anlamamak çok büyük saflık olur.
ABD, “güvenlikli bölge” tartışmaları temelinde, TC devleti ile PYD güçlerini pazarlığa oturtmuştur. Bu pazarlıkta PYD, bazı yerlerde 15 km’ye uzanan ama aslında 5 km derinlikte bir alanı kabul etmiştir. Bu hatadır.
“Güvenlikli Bölge” denilen yer, gerçekte, cihatçı, IŞİD’ci çetelerin, Suriyeli bazı sığınmacılarla birlikte yerleşeceği bir alan demektir.
TC devleti, bu planı hayata geçirirse, zaten uygulamakta olduğu Kürt katliamları politikasını daha da ileri taşıyacaktır. Bölgeye yerleştirilecek IŞİD çeteleri, gerçekte, iki ülkedeki Türkiye ve Suriye’deki Kürtlere karşı katliam politikalarının hazırlığı, büyük çaplı bir katliamın hazırlığı olarak okunmalıdır.
Bu plan ABD planı olmayabilir. Ama ABD’nin haberdar olduğu bir plandır ve ABD, bu sayede, TC devletini destekleyerek, bölgede uzun bir süre kalabilme olanağının peşindedir. Geniş bir alanda, IŞİD’ci çetelerin istenilen herhangi bir yere karşı kullanılabilmesi için büyük bir olanak örgütlenmektedir.
TC devleti ile IŞİD çetelerinin bağı biliniyor.
ABD devleti ile IŞİD çetelerinin bağı biliniyor.
Bu nedenle, “güvenlikli bölge”, kulaklara hoş görünse de, öyle değildir, Kürt halkı başta olmak üzere bölge halklarına karşı katliam politikaları için yeni bir olanak demektir.
ABD ve TC arasında yapılan anlaşma, PYD onayını almış iken, neden böyle bir saldırı devreye sokulmuştur? Aslında bu soru fazladır. Çünkü zaten bu amaçla bu saldırı için, bu ön anlaşma yapılmıştır. ABD, bir anda, “çekiliyorum” diyerek yolu açtığını ilan etmiştir. Dahası, kesinlikle istihbarat bilgisi verilmektedir. NATO sekreterinin saldırı başlar başlamaz gerçekleşen ziyareti bunun içindir.
4-
“ABD Kürtleri satmıştır” sözü bizce doğru değildir. ABD herkesi satar. Bu bilinmez değildir. Ama Kürtler, satılık değildir, olmamalıdır.
Doğru söz şöyle olabilir: ABD, Kürtlerin bir bölümünün desteğini alarak, Kürt hareketinin devrimci çizgisine karşı savaş örgütlemektedir. Barzani çizgisini daha da yaymak, Kürt halkı içinde ana eğilim hâline getirmek istemektedir.
Bazı Kürt grupların, ABD politikalarını anlayamaması, aslında tam da bu Barzani çizgisi nedeniyledir.
5-
TC devleti, Afrin’de işgalcidir.
TC devleti, İdlib’de IŞİD unsurlarının baş destekçisidir.
TC devleti, bugün, Fırat’ın doğusunda yeni alanlar işgal etme hevesindedir.
Bu, bir yandan, Erdoğan ve Saray Rejimi’nin varlığını sürdürme girişimi olarak iç politika ile ilgilidir. Zaten Saray Rejimi, Suriye savaşı sonrasında şekillenmiştir. Saray Rejimi’nin oluşumu, yağma, rant ve savaş ekonomisine bağlıdır ve bu nedenle savaşçı politikaların yükselmesi rejimin ve Erdoğan iktidarının devamı için elzem görünmektedir.
Şimdiden söyleyelim, bu savaş da Saray Rejimi’ni ve Erdoğan’ı kurtaramayacaktır. Kriz daha da derinleşecek, işçi ve emekçiler üzerindeki yük daha da artacak ve eninde sonunda Saray Rejimi yenilecektir.
Ama bu saldırganlığın bir yönü iç politika ile, Saray Rejimi ve Erdoğan iktidarının devam ettirilmesi isteği ile ilgilidir. Ama hepsi bundan ibaret değildir.
İşin ikinci yönü, katliam politikaları için daha geniş bir zemin oluşturma girişimidir. TC devleti, Kürt halkına karşı daha geniş çaplı bir katliam politikasını devreye sokmak için, “güvenlikli bölge” planlarını geliştirmektedir. Bu saldırının hedeflerinden biri de budur.
Üçüncüsü de var. ABD’nin bölgede sürekli kalabilmesinin yolu açılmaktadır. TC devletinin denetiminde, petrol hatlarının İskenderun limanına inebilmesi için yollar aranmaktadır.
Dördüncüsü, bu üçüncü nokta ile bağlantılı olarak İdlib’in Suriye ordusunca geri alınmasının önü tıkatılmak istenmektedir.
Beşincisi, tüm bunlarla birlikte Suriye savaşının sonu gelmeden, Suriye’den önemli bir parça koparılmak istenmektedir. Bu nedenle TC devletinin Suriye’ye saldırganlığı geçici değildir. ÖSO organizasyonu, başlı başına Suriye devletinin egemenliğine karşı bir savaştır. Şimdi TC devleti, Suriye Milli Ordusu diye bir ordu oluşturmaktadır. Bu ABD ve CIA politikasıdır. Suriye devletinin kendi ordusu “milli” değil ama TC eli ile, IŞİD çetelerinden oluşturulan ordu “milli” olarak ilan edilmektedir.
6-
Tüm bunlar, Suriye savaşının, bölgede genişleyerek daha da uzayacağını, yıllarca süreceği anlamına gelmektedir.
Ve bu savaşın her alanında Kürt halkı vardır. Afrin’de de, Fırat’ın doğusu diye tanımlanan alanda da Kürtler yaşamaktadır. Elbette sadece Kürtler değil, ama en başta Kürtler, katliamla karşı karşıya bırakılmaktadır ve bu NATO-ABD politikalarının devamıdır.
Uzun bir Suriye savaşı daha önümüzde durmaktadır.
ABD ve destekçileri, TC savaş yenilgisini kabul etmedikleri sürece, bölgeden çıkmayacaklardır.
İstedikleri budur.
Elbette, savaş birçok gelişmeye açıktır. Kürtlerin direnişi, bu planları kökünden değiştirebilme olanağına sahiptir.
7-
Rusya’nın sık sık dile getirdiği, bölgeden tüm yabancı güçler çıkmalıdır tezi, elbette doğru ve mantıklıdır. Suriye savaşının sonrasında, yeni bir sistemin kurulmasının koşulu da budur. Ama ABD varlığından rahatsız olunurken, TC devletinin bölgeye yerleşmesine razı olmak, “yabancı güçlerin bölgeden çıkması” görüşüne katkı mı sağlayacaktır? Bu doğru değildir.
Savaşın sonu geldi derken, savaşın daha da kapsamlı hâle gelmesi süreci işlemektedir. Kürtler ve bölge halkları katliam politikalarının içine atılmaktadır.
TC devleti, sık sık, “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız” demektedir. Şam’da öğlen namazı kılma hevesleri, bu “saygı” ile zerre kadar bağlı olmadıklarının göstergesidir. TC devleti, bugün Suriye Milli Ordusu oluşturmaktadır. Bunun ne denli “ordu” ve ne denli kaale alınır bir güç olduğu ayrı bir konudur. Ama bu tutum, “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız” nakaratının samimiyetsizliğini göstermektedir. Kürt hareketinin bölgedeki varlığını bir tehdit unsuru olarak ilan etmek de o kadar abestir. TC devleti, tüm bunları kullanarak, kendi sınırları içindeki Kürt hareketine karşı uyguladığı katliam politikalarını daha da genişletmek istemektedir.
TC devleti, IŞİD unsurlarının hamiliğini tamamen almak konusunda ABD ile anlaşmış gibidir. Peki bu unsurları ne yapacaktır? Kürtlere karşı katliamlar organize etmeyecekse, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı ise, bu unsurları ne yapacaktır?
Bugün, IŞİD unsurlarından rahatsız olduğunu söyleyen ABD, Türkiye, İsrail vb. gibi ülkeler, bizzat bu unsurların örgütleyicileri ve destekçileri değil midir?
8-
TC devleti, tarihinden gelen saldırganlığını bir kere daha ateşlemiş, Osmanlı hayallerini körüklemiş, kabartmış durumdadır.
Saray Rejimi, hem içeride kendi varlığını sürdürebilmek için, yağma, rant ve savaş ekonomisini devam ettirebilmek için bu savaşa ihtiyaç duymaktadır, hem de ABD adına tetikçiliğe devam etmek istemektedir.
Trump’ın, “ekonominizi mahvederim” tehdidi, aslında anlaşmanın itirafıdır. Trump, açıkça, konulan anlaşma kurallarına uyulması için bunu söylemektedir. Ortada Trump ve Erdoğan karşıtlığı yoktur. Mesele, TC ordusunun, sahada bu sınırlara ne kadar uyacağı meselesidir.
TC devletinin sınırı geçmesinin hemen ardından, IŞİD güçlerinin bölgede saldırılara başlaması, TC devletinin nasıl bir yol izleyeceğinin kanıtıdır. Ankara’da Gar katliamında IŞİD güçlerini kullanan bu aynı devlettir ve şimdi Suriye topraklarında Kürt illerinde bu saldırıları yapması şaşırtıcı değildir.
Bu, bir yağma harekâtıdır.
Bu, bir katliam politikasını genişletme girişimidir.
Bu, işgalciliği genişletme girişimidir.
Biz işçiler, biz emekçiler, biz Anadolu’nun kadınları ve erkekleri bu işgal, yağma ve katliam harekâtının destekçisi olmayacağız.
Saray Rejimi sallanmaktadır.
İşçiler ve emekçiler, bu savaşa karşı durmaz ve tereddüt ederlerse, daha büyük baskılara, daha ağır sömürüye, genişletilmiş bir esarete yol açmış olacaktır.
Türkiye halklarının Kürtlerle, Türkiye halklarının Suriye halkı ile hiçbir sorunu, çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur. Bu savaş, emperyalist paylaşım savaşımının bir parçasıdır. Bu savaş, emperyalist güçlerin ve onların tetikçisi devletlerin halklarımıza, bölgemize dayattığı bir savaştır.
Susmak, yağmaya, katliamlara ve işgale evet demektir.
Biz, bu savaşta, özgürlük ve sosyalizm mücadelesi etrafında, tüm halkların anti-emperyalist mücadelesinin destekçileriyiz. Bizim yerimiz devletlerin yanı değildir. İşçi ve emekçiler, kendi iktidarları için mücadele etmelidir. Gerçek anlamda barış ve özgürlük, devrim ve sosyalizm ile gelecektir.
İşçiler, emekçiler, kadınlar, gençler Saray Rejimi’nin ve emperyalist efendilerin savaşçıları olmayı reddedecektir.
TC devleti, hiçbir uluslararası baskıyı vb. beklemeksizin, derhal Suriye topraklarından çıkmalıdır. Kürt halkına dönük katliam politikalarına son vermelidir. Bölgemizde ve ülkemizde süren yağmaya son vermelidir.
Saray Rejimi kendi gelecek korkusunu, halka bulaştırmak istemektedir. Saray Rejimi, halkları milliyetçilik, savaş ve saldırganlık propagandaları ile kör ve ruhsuz hâle getirmek istemektedir.
Buna dur demek, Saray Rejimi’ni alaşağı etmek mümkündür.
Yaşasın halkların kardeşliği!
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın devrimci sosyalizm!