Demokrasi tartışması, aslında AB normlarını tekrar tekrar, en gelişmiş insanlık normları olarak cilalamak içindir. Daha iyisi yoktur demeye getiriyorlar. Ve ama, sen çalışacaksın, eğer sen Yunan halkı gibi hep tavernalarda eğlenirsen, bir gün kriz çıkıp gelir diyorlar.
İki uçta da yapmak istedikleri, büyük çaplı bir yalan ile, krizin faturasını Yunan halkına ödetmektir.
AB, ırkçılığı yükseldiği, devlet eli ile beslendiği bir yerdir. AB içinde ırkçılığı, yabancı düşmanlığını herhâlde desteklemeyen ülke yok gibidir. AB’nin gözde ülkeleri Fransa ve Almanya, Libya’da elleri kanlı saldırganlar blokundadır. Almanya, Ukrayna’da ABD tarafından tezgahlanan ve Nazi artıklarına dayanan çete devletinin mimarlarındandır. Sadece dünyanın çeşitli yerlerinde çıkarlarına uygun emperyalist politikalarına uygun politikalar sergilemiyorlar. Aynı zamanda, kendi ülkelerinde de halklara karşı şiddet ve terörü sürekli kullanıyorlar.
Evet buna rağmen, AB ülkelerinde, bizim ülkemizdeki burjuva demokrasisi ile kıyaslandığında, daha gelişmiş bir burjuva demokrasisi var.
Yunanistan ile kıyaslandığında ise, bir dirhem olsun ileride olmadıklarını söylemek mümkündür.
Ama bu kriz fırsat bilinerek, tüm halklara, demokrasi kulübü olarak AB sunulmak istenmektedir. Onların demokrasisinin üzerindeki şalı kaldırdığınızda, faşizmin dişlilerini görmek zor olmayacaktır. Bu nedenle, biz bu devlete “tekelci polis devleti” diyoruz. Ülkemizde, polis uygulamalarını, devlet terörünü gündeme getirdiğimizde, eline fırsat geçince Erdoğan, hemen bakın diyerek, ABD’den, Almanya’dan, Fransa’dan örnekler veriyor. Yanlış değildir. Oralarda da bu var. Yanlış olan, bu yolla kendi polisinin, askerinin, devletinin terör uygulamalarını haklı göstermektir. Erdoğan, ABD’de polisin siyahlara karşı şiddetini gördüğünde, açıkça çıkıp, efendilerine seslenip, sizi kınıyorum, bu yüzyılda hâlâ siz ırkçısınız, kafatasçısınız, demeliydi. Yoksa, bizim ülkemizde, Gezi’de halka ateş açan polisleri savunmak için Amerika’dan bir tas su getirmesi, onu kurtarmaz.
Böylece, işin bir ucunda demokrasi tartışması olduğunu görüyoruz.
Nitekim Çipras, durumu görerek, kendilerine dayatılan kemer sıkma politikasını, krizi halka ödetme politikasını referanduma götürdü. Oldukça güzel bir hamle idi ve nihayetinde de halk tarafından reddedildi. Ama yine de Çipras, AB’nin “kurtarma” paketini kabul etti.
Bizim ülkemizde halk arasında şöyle bir espiri vardır: Evde arkadaşlar yemek yiyecekler, menemen yapılmıştır, tam o sırada birisi daha
gelir, diğerleri daha masaya oturmadan, menemeni yer bitirir. Ne yaptın derler ona, o da, “Amerikan yardımı” diye yanıtlar. Yani, elinizdekini alırlar ve buna yardım derler. Sizi batırırlar ve buna kurtarma paketi derler.
Yunan halkının tembelliği, her yolla her kanalda işleniyor. Burjuva medya, AB’nin tümü, başka yalan bulamamış. O kadar kısa süreli bir yalan söylüyorlar ki, yakında kriz, mesela Belçika’yı vurunca, mesela Hollanda’yı vurunca ne diyecekler? Şimdilerde kriz, Akdeniz sahilindeki ülkelerde dolaşıyor, İspanya, Portekiz, İtalya, Yunanistan gibi. Ama AB bu krizi, bu ülkeler ile atlatamaz ise ne olacak?
Krizin kaynağı, Yunan halkının tembelliği değildir. Tersine, onlarca yıldır uygulanan politikalardır. AB, onun etkili güçleri Almanya başta
olmak üzere, Fransa, Yunanistan’ı sürekli turizm ile ayakta duran, üretimi, sanayi yatırımlarını öldüren ülke hâline getirdiler. Yunan hükümetleri, buna yol verdi. Fabrikalar özelleştirildi, oldukça iyi oldukları denizcilik bitirildi, tarım yok edildi vb. Daha buraya kadarına bakınca, aklınıza son 20 yıllık Türkiye uygulamaları gelmiyor mu? Şeker fabrikaları vardı, kâğıt fabrikaları vardı, şimdi neredeler, yerlerinde otel mi var, yoksa Bilal’e bağlı taşeronların inşaatları mı yükseliyor? Ülkenin yeni üretime dönük yatırımlarının olmaması bir yana, mevcut var olanlar da yok ediliyor, arsaları aile çevresine peşkeş çekiliyor ve yerlerine, her birinin artık %10 ile çalıştığı, büyük patrona bağlı inşaat şirketleri yükseliyor, Ağaoğlu, Fi Yapı, Taş Yapı, Varyap, Cengiz İnşaat vb. Bunlar o kadar uçurumun kenarındadırlar ki, muktedirin, büyük patronun onları bir adım itmesi yeterlidir. Bu nedenle, tüm ülke inşaat sahasına çevrilmiştir. Bu nedenle, Samsun’da havalimanı var iken, Samsun’dan Ordu’ya 1 saatte gitmek mümkün iken, Ordu’da denizin ortasında havalimanı yapılmıştır. Bu limanı kimin yaptığını, ihalesinin ne kadar tuttuğunu bilin, gerisini anlarsınız. Ama Ordu’ya bir fabrika yapılması söz konusu bile olamaz.
İşte bu bizim yakından bildiğimiz politikanın aynısı, Yunanistan’da geliştirildi. Yunan turizmi, “bacasız sanayi” diye göklere çıkarıldı. Yunan turizmi ile Türk turizmi karşılaştırıldı ve hangi ülkede “hizmet daha iyi” diye yarıştırıldı. Öyle ya, kim daha fazla eğiliyor, kim anında masanın isteğini yerine getiriyor, onlar için önemlidir.
Şimdilerde bizim ülkemizde, Karadeniz dağlarını 2600 km yol ile birbirine bağlamak istiyorlar. Bu da aynı uluslararası güçlerin talebidir. Onların yılda 15 gün yaşayacakları maceralar için, kendilerine hizmet sunulacak, akıl almaz yatırımlar yapılmaktadır. Yatırım sırasında Erdoğan ve inşaat mafyası, zaten cebini dolduracaktır. Doğa mahvolacak, devlet kasasından akıl almaz ve anlamsız paralar harcanacak, ne fark eder ki?
Yunanistan’ı bu duruma getiren süreç, aslında tam da ülkenin yağmalanmasından kaynaklanmaktadır. Bir süre sonra, AB, Türkler de tembel, demeye başlayacaktır. Tarım arazilerini otellere, tesisilere verirsen, tarımda çalışmayı enayilik olarak göstermeye başlarsan, genç nesillere, sürekli olarak nasıl köşeyi dönerisin mantığını işlersen, seni aklasınlar diye rüşvetin her türünü başarı olarak sunarsan, yağma ve talanı bu denli körükler ve “bal tutan parmağını yalar” diye bunu açıklarsan, uzun sürmez, bir süre sonra, herkes tembel olmaya
başlar.
Kriz, egemen sınıfın krizidir her zaman.
Kriz sistemin krizidir her zaman.
Egemenler, bu krizi, uygun araçlarla, halka yansıtır, maliyetini halka ödetirler. Bizde de bunu yapıyorlar, bugün Yunanistan’da da yapmak istedikleri budur.
Mesele Yunan halkının tembelliğinde değildir. Olsa olsa, Alman zenginleri, Atina’daki tavernaları çok kalabalık buluyordur, bu kalabalığın azalması ve kendilerinin daha rahat eğlenmeleri için bunları söylüyorlardır.
Tüm bu sürece karşı, halk eyleme geçti. 2009 yılından beri, Yunan halkı direniyor. Ve sonunda Syriza ile, borçlarını ödememek, krizin maliyetini halka yüklememek, kemer sıkma politikalarını reddetmek üzere mesajını verdi.
AB, Çipras’a karşı restini çekti. Ya anlaşma ya da para yok dedi. Ve Çipras, durumu halkoyuna sundu. Halk, krizin faturasını ödetecek kemer sıkma politikalarını reddetti.
Ama Çipras’ın, Syriza başkanın direnişi kırılmaya başlandı. AB toplantısına katılmamayı deklere etti ama katılmak zorunda kaldı. Dahası, bazı açılardan yumuşatılmış olsa da, bir kemer sıkma politikasını kabul etmek zorunda kaldı.
Şimdi, gerçek anlamı ile bir demokrasi sorusu ortaya çıkmıştır: Halkın iradesi, bu krizin faturasını ödememek yolunda idi. Halk, Almanya’nın yalan propagandasına karşı çıkıyordu, hayır, bizim emeklilik maaşlarımızı siz ödemiyorsunuz diyordu. Bugün, Merkel, Yunanistan’a yardımı onayladı, kalkıp, Alman halkına, “Yunanistan’daki emeklilerin maaşlarını ödeyeceksiniz” mi diyecek? Bin kere hayır. Merkel’in gözü adalardadır, Yunanistan’ın diz çöktürülmesindedir.
Emperyalizm denilen şey anlaşılmadan, emperyalist güçlerin mali ve parasal mekanizmalarla nasıl ülkeleri kontrol ettikleri anlaşılmadan, bu süreç doğru görülemez. Sanki, AB ülkeleri, Yunanistan’ı kurtarmak için, ona havadan para veriyorlar.
Ödenecek borçların, %60’ı faizlerden oluşmaktadır. Sadece bu bile, ne kadar kârlı bir iş yaptıklarını, Yunanistan’a borç vermenin ne kadar
kârlı olduğunu göstermektedir.
İşin bir de Yunanistan bölümü vardır.
Ortaya çıkıyor ki, AB, bir demokrasi kulübü vb. değildir. Emperyalist güçlerden biridir. Almanya, Fransa ve İngiltere’nin denetiminde, dünyanın geleceği ile ilgili söz söylemek için organize edilmiştir. Bu nedenle, ABD, bu gücü içerden çökertmeye çalışmaktadır. Yine aynı nedenlerle, İngiltere, AB içindeki Almanya’nın artan etkisi karşısında, kendi bağımsız politikalarını uygulamaktan çekinmemektedir.
Yunanistan halkı, şimdi yeniden, kemer sıkma politikaları altında fakirleşecektir. Yunanistan’da turizm şirketleri, daha fazla yabancı sermayenin denetimi altına girecektir. Almanya, başarabilirse, Yunan gemiciliğini kontrol etmek için uğraşmaktadır. Bu Almanya’nın sıcak denizlere ulaşma hayalinde sıradan bir hedef değildir.
Ve elbette tüm bunları yaparlarken, Yunan halkları daha fazla tembellik etmeyip çalışacaktır. Daha fazla çalışmak, daha fazla yoksulluk birlikte masaya konacaktır.
Syriza, bu sürece karşı bir tepkidir. Ama öyle anlaşılıyor ki, kapitalist sistem, sadece ve sadece devrimlerle durdurulabilecek.
Anlaşılmıştır ki, egemen güçlerin halkın iradesine saygısı yoktur, kendi çıkarları zedeneleniyorsa halkın ne istediğinin önemi yoktur. Ve sistemi değiştirmeyi, sistemi yıkmayı hedeflemeyen her türlü muhalefete, belli sınırlar içinde tahammül edebilmekte, onu sistemin içinde eritebilmektedirler.
Anlaşılıyor ki, sosyalizmden başka çıkış yolu yoktur.
Evet, SSCB’nin çözülmesinden bu yana, sosyalizmi savunmak, sosyalizmi istemek delilik olarak sunulmaktadır. Ama başka yol olmadığı da açıktır.
Bu mücadele bitmemiştir, henüz başlamıştır.
Yunanistan’da bir sosyalist devrim mayalanmaktadır.
Etkisi bize de yansımaktadır.
Selâm olsun Yunan halkının onurlu direnişine!