Erken seçim sonrası Fransa

Fransa’da 7 Temmuz Pazar günü gerçekleşen parlamento seçimlerinin ikinci turundan ülkedeki sol partilerden bir kısmının oluşturduğu “Yeni Halk Cephesi”nin en çok oy alan ittifak olarak çıkması bizdeki sol çevrelerde adeta bir “bayram havası” yaratmış ve “Fransa’da faşizm yenildi” şeklinde yorumlanmıştı. Seçimlerin hemen arsından “Direnişteyiz”[1] sitesinde yazdığım yazıda gerçeğin böyle olmadığını Fransa halkının “anti-faşist” refleksinin faşist hareketi durdurmayı başardığını ancak bunun kesin bir yengi olarak algılanmaması gerektiğini, seçim sonuçlarının ihtiyatlı bir iyimserlikle karşılanmasının daha doğru olacağını ifade etmiştim.

Aradan geçen süre zarfında Fransa seçim sonuçlarını bir “zafer” olarak ilan eden çevreler de serinkanlı düşünmeye başlayınca daha doğru bir çizgiye evrildiler ve bir haftalık gecikme ile de olsa “Direnişteyiz” sitesinde savunmuş olduğum görüşleri farklı ifadelerle de olsa telaffuz etmeye başladılar.

Bu yazının amacı yukarıda sözü edilen çevrelere yönelik bir analiz yapmak değil kuşkusuz. Benim amacım Fransa’daki siyasi durumun bir analizini yaparak yakın gelecekte yaşanabilecek olanlara dair bir öngörüde bulunmak.

Bu amaca ulaşabilmek için öncelikle Fransa’nın yakın tarihini mercek altına almak gerekir. Dünyanın yedinci, AB’nin ikinci büyük ekonomisi olan Fransa, 2022 yılı verilerine göre kişi başına 45 bin USD gelir ile bu anlamda da zengin ülkeler arasında yer almakta ve refah toplumu olarak nitelendirilmekte.

Meşhur sözdür, “Dünyadaki en tehlikeli yalan istatistiktir.” Önemli bir gerçeği ifade eder bu söz. Çünkü gerçekleri rakamlarla kamufle eder. Hele rakamları doğru okumasını bilmezseniz ve verilen rakamlarla ilişkilendirilmesi gereken diğer verileri dikkate almazsanız gerçeğin bazı istatistik veriler tarafından koyu bir perde ile örtüldüğünün farkına varamazsınız.

Fransa’daki durum tam da bu tasvirin içerisinde bulunmakta. Küresel ekonominin egemenliğinin artması sonucu ülkede giderek bozulan gelir dağılımı ortalama Fransa vatandaşını canından bezdirecek seviyeye ulaşmıştı. Küresel güçlerin sadık bendesi Nicolas Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığının sonuna doğru ülkede yoksulluk sınırı altında bir gelir ile yaşamak zorunda kalanlarının toplam nüfusa oranı %10’u geçmişti.

Halkın mutsuzluğunun doruğa ulaşmak üzere olduğu dönemde Sosyalist Parti adayı François Hollande’ın cumhurbaşkanı seçilmesi halk yığınlarının öfkesinin bir ürünü idi. Ne var ki Hollande kısa sürede teslim oldu neoliberal sisteme. Uyguladığı vergi politikası ile ücret geliri elde edenlerin satın alma gücünün düşmesine yol açtı. Uygulamaya soktuğu politikalar ile Sosyalist Parti’nin desteğini yitirmesine neden oldu ve İkinci Büyük Paylaşım Savaşı sonrası göreve gelen cumhurbaşkanları arasında en başarısızlardan biri olarak tarihe geçti. Oy desteği %10 seviyesinin altına düştüğü için ikinci kez aday olmadı.

Hollande görevde iken sosyalist parti içinde genç bir politikacı yıldız gibi parlamakta idi. Hükümette önemli görevler üstlenen ve Hollande’a pek çok alanda danışmanlık yapan bu politikacının adı Emanuel Macron idi.

Sosyalist Parti bünyesindeki çalışmaları ile Fransa egemenlerinin gözüne girmeyi başaran bu genç politikacı bahse konu partinin ilk seçimde iktidardan düşeceği belli olunca Nisan 2016’da La Republique En Marche (Cumhuriyet Hareketi ifadesi ile Türkçeleştirilebilir) adlı liberal partiyi kurdu ve 2017 yılında henüz 39 yaşında iken Fransa tarihinin en genç cumhurbaşkanı oldu.

Sezar’ın hakkı Sezar’a. Macron kendisini cumhurbaşkanlığı koltuğuna taşıyan güçlere hizmette kusur (!) etmedi. Gerçekleştirdiği hizmetler arasında

– Çalışma yasalarına ücret geliri elde edenlere yönelik olumsuz düzenlemeler,

– Vergi reformu adı altında büyük şirketleri kayıran uygulamalar,

– Emeklilik yaşının yükseltilmesi uygulamaları ön plana çıktı.

Bu uygulamalar sonucu “Zenginlerin Cumhurbaşkanı” olarak anılmaya başladı.

Bu lakabı gerçekten hak etmişti. 2017’den bu yana devam eden görev süresinde ülkede yoksulluk sınırı altında yaşayanların toplam nüfusa oranı %15 seviyesine ulaştı. Bir başka araştırma ise daha acı bir gerçeği ortaya koymakta idi. Bu araştırmaya göre Fransa’da yaşam sürdüren ailelerin yarısı kira, elektrik, su, ısınma ve telefon giderleri düşüldükten sonra günlük 9 € altında bir gelirle yaşamlarını sürdürmek zorunda idiler.

Yine Macron yönetimindeki Fransa’da işsizlik %10 olarak gerçekleşirken, kamu borçları ulusal gelirin %114,1 seviyesine ulaşıp son 25 yılın en yüksek mertebesine erişti.

Uygulamalar geniş halk kesimlerinin protestolarına neden oldu. “Sarı Yelekliler”in eylemleri hâlâ belleklerde. Emeklilik yaşının yükseltilmesine yönelik protesto eylemleri de.

Macron döneminde adeta bir protestolar, grevler ve sokak çatışmaları ülkesi oldu Fransa.

Ülkede bunlar yaşanmakta iken dış politikada da küresel sistemin emirlerini yerine getirdi Macron. Rusya Federasyonu’na açılan savaşta NATO’nun önde gelen destekçisi oldu, Filistin’de alenen soykırım gerçekleştiren İsrail’e adeta açık çek verdi. IŞİD ile savaş bahanesi ile Suriye’de Esad karşıtı koalisyon güçlerine destek verdi.

Fransa anayasası uyarınca üçüncü bir kez seçilemeyeceği için neoliberal sistem politikalarını tavizsiz uyguladı ve halkın önemli bir kısmının adeta nefretini kazandı.

Bu süreçte Fransa’da iç politikada başka gelişmeler de yaşanmakta idi.

Yine Sosyalist Parti içinde politika yapmakta olan bir başkası, Jean Luc Mélenchon partiden ayrılarak Boyun Eğmeyen Fransa (La France Insoumise) adlı siyasal oluşumun kurucusu ve önderi olmuştu. Anne tarafından Sicilya, baba tarafından İspanyol asıllı olan ve çocukluk yıllarının bir kısmını da Fas’ta geçirmiş olan Mélenchon’un çıkışı uzun yıllardan beri ötekileştirme politikalarına maruz kalan Afrika kökenli Fransa vatandaşları için bir umut oldu. Parti bu taban üzerinde büyüdü. Ancak ülkedeki etnik ayrımcılığa karşı durmakla yetinmedi, sol söylemler ve politikalar da geliştirerek Fransa emekçilerinin umudu oldu. Bu gelişmeler Mélenchon’u Fransa solunun önderi, partisini ise ülke solunun birinci partisi hâline getirdi.

Fransa egemenlerinin kokulu rüyası oldu Mélenchon.

Öte yandan Boyun Eğmeyen Fransa hareketinin tam karşıtı bir hareket de Macron’un cumhurbaşkanlığı döneminde güç kazanmakta idi. Irkçı Fransız politikacı Jean Marie Le Pen tarafından kurulmuş olan Ulusal Cephe (Front National) partisi adını Ulusal Birlik (Rassemblement National) olarak değiştirmiş, partinin kurucu kadrolarını tasfiye ederek yeni bir kimlikle halkın karşısına çıkmıştı. Partinin yeni lideri kurucu Jean Marie Le Pen’in kızı Marine Le Pen babasını bile partiden tasfiye ettikten sonra partinin kürtaj karşıtlığı, eşcinsel ilişkilerin reddi gibi konulardaki geleneksel politikalarını da terk etti. Böylelikle Fransa halkının gözüne daha sempatik gelen bir görünüm kazanmayı başardı. Aslında partide gerçekleşen değişiklik sadece bir makyajdan ibaretti. Parti Afrikalı göçmenler ve ülkedeki Müslüman azınlık ile ilgili nefret politikalarını sürdürmeye devam etmekte idi. Mülteci konusundaki yaklaşımları da bu perspektif doğrultusunda idi. Bu satırları okuyan herkesin bildiği nedenlerle ülkelerini terk etmiş olan Suriyeli ve Afgan mültecilere karşı nefret politikaları geliştirmekte iken, benzer nedenlerle ülkelerini terk etmiş olan Ukraynalı mülteciler için “Onlar da bizim gibi beyaz tenli ve sarışın, onlar da bizim gibi Avrupalı ve Hıristiyan. Onlara kucak açmalıyız,” tadında söylemler geliştirmekte idiler. Kanımca ırkçılığı ve ayrımcılığı en güzel biçimi ile tanımlayan söylemlerdir bunlar.

Emine Seçeroviç adlı bir Boşnak gazeteci de Srebrenitsa soykırımını anma amaçlı bir toplantıda soykırımı önlemekte isteksiz davranan ve işi ağırdan alan Birleşmiş Milletler güçlerini eleştirirken “Biz de beyaz tenli, mavi gözlüyüz. Bundan sonra Boşnaklar olarak kendimizi öyle savunacağız,” sözleri ile yaklaşımın gülünçlüğünü adeta suratlarına çarpıyordu.

Partinin ırkçı söylemleri bununla da kalmamıştı. Avrupa Birliği, Euro Bölgesi ve Schengen konularında Fransa’ya ayrıcalıklı bir yer verilmesini savunmakta idiler. Bunun gerçekleşmemesi hâlinde FREXIT’in (Fransa’nın AB’den ayrılması) gündeme gelebileceğini bile ifade etmekten çekinmediler.

Partide bu gelişmeler yaşanmakta iken Fransız egemenleri de Macron’un kaybolan desteğini bu ırkçı partiye yönlendirmek için çaba sarf etmekte idiler. Bozulan gelir dağılımının, azalan satın alma gücünün nedeninin Afrikalı göçmen ve mülteciler olduğu şeklinde propaganda yapılıyor, konu ile ilgili olarak sözde bilim insanlarına makaleler yazdırılıyordu. Bu çabalar sonucu Fransa halkının bir kısmı kötüleşen yaşam koşullarının gerçek nedeni olan sermaye kesimine değil de Fransa’da yaşamakta olan Afrika kökenli insanlara yöneltti nefretini. Ulusal Birlik hareketinin savunduğu görüşler taraftar kazandı ve ırkçı lider Marine Le Pen 2022 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci oldu.

Aslında daha bu aşamada durdurulabilirdi ırkçı hareketin yükselişi. Seçimin ilk turunda üçüncü sırada kaldığı için elenen Mélenchon, Fransa solunun desteğini almış olsa idi ilk turu birinci olarak bitirip ikinci tura kalacak ve ırkçı lider devre dışına itilecekti. Ne var ki cumhurbaşkanlığı seçiminde hiçbir iddiası olmayan Sosyalist Parti, Komünist Parti, Yeşiller Partisi ve diğer sol partiler kendi adayları ile katıldılar seçimin ilk turuna. İddiasız sol partilerin toplam oyu %10 idi bu oylar ilk turda %21,95 oranında oy almış olan Mélenchon’un oylarına eklendiğinde Mélenchon açık ara birincisi oluyordu ilk turun. İkinci turda kazanıp kazanamayacağı hakkında bir yorum yapmak anlamsız. Ancak ilk turun sonuçları bu şekilde gerçekleşmiş olsa idi ırkçı lider elenecek ve bu durum da Fransa demokrasisi adına bir kazanç olacaktı kuşkusuz.

Fransa solu seçimin ilk turu sonrası kendine geldi ve birlik arayışlarına girdi. Bu arada cumhurbaşkanlığı seçimi için kendiliğinden bir ittifak oluştu ve Fransa solu Marine Le Pen’in cumhurbaşkanı olmaması için Küresel güçlerin adayı Macron’u destekledi. Böylelikle Macron solun desteği ile ikinci kez cumhurbaşkanı oldu. Fransa solunun Macron’un yeniden cumhurbaşkanı olmasındaki rolünü rakamla açıklayayım:

Macron ile Le Pen arasında %17’lik bir oy farkı oluştu ikinci tur seçimde. Mélenchon’un ilk turdaki oy oranının %21,95 olduğunu hatırlayalım. Gerçi bire bir kıyaslama yapmak pek gerçekçi değil, ilk turda Mélenchon’a oy verip ikinci turda oy kullanmayanlar da olmuştur kuşkusuz. Bunların sayısını bilemiyoruz. Ancak çok kaba bir değerlendirme de olsa Macron ikinci kez cumhurbaşkanı olmasını Fransa soluna borçlu diyebiliriz. Fransa solu belki ırkçı bir politikacının cumhurbaşkanı olmasını engelledi ancak neoliberal politikaların sözcüsünü de kendi çabası ile cumhurbaşkanı yaptı 2022’de.

Bu süreçte Fransa solu gücünün farkına vardı ve aralarındaki tüm farklılıkları muhafaza etmek kaydı ile bir cephe oluşturdu.

NUPES (Yeni Ekolojik ve Sosyal Halk Birliği) adı verilen ittifak parlamento seçimlerinde önemli bir başarı sağladı ve mecliste temsil edilen ikinci büyük grup oldu. İttifakın başarısı bununla da kalmamış, Macron önderliğindeki siyasi partinin mecliste çoğunluk olmasını da engellemişti. Bir koalisyon kurulsa NUPES ortak olacaktı hükümete.

Koalisyon kurulmadı. Macron azınlık hükümeti ile yönetmeyi tercih etti ülkeyi. Parlamentodaki sağcı grupların ve elbette ırkçı Ulusal Birlik partisinin desteği ile yönetti Fransa’yı. Kendisini iktidar yapan solu hiçe sayarak, ırkçı Ulusal Birlik ile iş birliği yaparak Fransa emekçi halkının ve Afrika kökenli göçmenlerin yaşamlarını zorlaştıracak düzenlemeleri birbiri ardına geçirdi parlamentodan. Gelişmeler kendi partisine oy kaybettiriyordu ama Macron için önemli değildi bu. Nasıl olsa bir kez daha seçilmesi mümkün değildi Fransa Anayasası uyarınca. O neoliberal düzene hizmetlerini eksiksiz biçimde ifa etmeye çalışırken ırkçı Ulusal Birlik partisi güç kazanmakta idi. Bu süreçte Marine Le Pen partide bir imaj değişikliği daha gerçekleştirdi ve 1995 doğumlu Jordan Bardella’ya devretti başkanlık makamını. Bu değişikliğin sadece bir biçimsel anlamı olduğu kesindi. Gerçek Lider Le Pen idi kuşkusuz. Yine de bu imaj değişikliğinin Ulusal Birlik partisinin oylarını arttırdığını söylemek yanıltıcı olmaz.

Irkçı cenahta bu gelişmeler yaşanırken sol, geleneksel hastalığının etkisi ile, bir bölünme yaşadı. Filistin’de İsrail tarafından gerçekleştirilen soykırım “Boyun Eğmeyen Fransa” hareketi tarafından kınanırken Sosyalist Parti (sözde sosyalist demek daha uygun sanırım) İsrail’in yanında yer aldı ve ittifak dağıldı.

Bu gelişmeler sonrasında gerçekleşti Avrupa Parlamentosu seçimleri ve ırkçı Ulusal Birlik tüm diğer partilere fark atarak birinci oldu. Bu gelişme Macron’u da etkilemiş olmalı ki riskli bir karar alarak meclisi feshedip erken seçimin önünü açtı.

Yükselen ırkçı tehlike Fransa solunun bir kez daha bir araya gelmesine neden oldu. Kurulan NFP (Yeni Halk Cephesi) seçimlere ittifak hâlinde girme kararı aldı. Bu kez küçük sol partilerin de katılımı ile gerçekleşen ittifak, sendikaların da desteğini aldı. Her şey ırkçı Ulusal Birlik partisinin parlamento çoğunluğunu engellemek içindi.

İlk tur seçimleri ırkçı hareketin zaferi ile kapandı. Ancak Fransa seçim yasası kesin sonuçların ikinci tur oylama sonrasında alınacağına hükmetmiştir. İkinci tur oylamadan önce ise Ulusal Birlik partisi parlamentoda çoğunluk olmasın diye bir ittifak kuruldu Macron ile NFP arasında. Ulusal Birlik partisi adayı karşısında en güçlü olan adayı destekleme yönünde gelişen bir ittifaktı bu. İki tur oylama arasındaki bir haftalık sürede Macron’un partisinden 80, NFP’den ise 130 aday seçim yarışından çekildi. Böylece seçim ırkçı hareket ile diğerleri arasında bir yarışa döndü adeta. İkinci tur öncesi izlenen bu politika kısmî bir başarı getirdi ve Ulusal Birlik partisi gerek oy oranı gerekse milletvekili sayısı açısından üçüncü sırada kaldı. NFP ise parlamentodaki en büyük grup olmayı başardı.

Kısmî başarı demiştim nedenini açıklayayım:

182 sandalye kazandı NFP, bu sayı daha da artabilirdi. Ancak Macron tarafından engellendi. Macron, Boyun Eğmeyen Fransa adayının Ulusal Birlik adayına karşı seçim kazanma olasılığının bulunduğu seçim çevrelerinde kendi adayını geri çekmedi. Bu politika ile NFP tarafından kazanılması olası pek çok sandalye Ulusal Birlik partisi ırkçılarının oldu. Macron bununla da kalmayıp seçmenlere “Boyun Eğmeyen Fransa” adaylarına oy vermeme çağrısı yaptı. Adeta NFP içindeki ayrılıkları körüklemek ve Sosyalist Parti’nin ittifak içindeki en büyük siyasi oluşum hâline gelmesini sağlamak için özel bir çaba sarf etti. Bu çabalar sonuç verdi ve Sosyalist Parti milletvekili sayısını önemli ölçüde arttırdı.

Macron’un izlediği politika NFP ittifakının daha fazla milletvekili çıkarmasını engelledi. Bu politika gerçekleşmemiş olsa idi NFP mutlak çoğunluğu sağlayabilir mi idi? Bilinmez. Ancak daha güçlü olarak mecliste temsil edilecek bir sol ittifak kurulacak yeni kabinede söz sahibi olacaktı kesin olarak.

Şu anda seçim sonuçları Fransa parlamentosunu kilitlemiş durumda; partilerin ve ittifakların milletvekili sayıları dikkate alınınca bu durum net biçimde görülüyor.

NFP 182, ittifak dışındaki sol 13, Macron’un partisi 168, Ulusal Birlik Partisi 143, aralarında ırkçı eğilimli olanların da bulunduğu diğer sağ partiler 60, merkez partiler (bunları da Macron destekçisi olarak görmek hata sayılmaz) 5, diğerleri 6 sandalye kazandılar mecliste.

Bu tablodan istikrarlı bir hükümet çıkması hayli güç. Teamül en fazla oy almış partinin hükümeti kurmakla görevlendirilmesi. Ancak bu parçalı bir görünüme sahip sol cephe bir başka ittifak/parti ile koalisyon yapacak gibi görülmüyor. Kuracakları azınlık hükümeti ise ittifak dışında kalan sol dışında hiçbir yerden destek alamaz. Bir mucizenin gerçekleşip destek alabilmesi ise her şeyden önce sol ittifakın temel direği olan “Boyun Eğmeyen Fransa” hareketinin seçim öncesi vermiş olduğu sözlerden ve programındaki bazı hedeflerden geri adım atması gerekecek. Bu bile yetmeyebilir. Fransa egemenlerinin en büyük korkusu Mélenchon’un başbakan olması. Bu tehlikeyi (!) önleyebilmek için yapmayacakları şey yok. Üstelik sol ittifak içindeki Sosyalist Parti de egemenlerin bu taleplerine kayıtsız kalmayacak bir görünümde. Gerçi Mélenchon “hiçbir şeye aday değilim” diyerek başbakanlık talebi olmadığını hattâ kabinede bile görev almayabileceğini ima etti ancak Fransa egemenleri için bunun yeterli olmayacağını düşünmekteyim.

Daha şimdiden Mélenchon için “aşırı radikal, uç görüşlere sahip, fazla agresif” gibi sıfatlar yakıştırılarak başbakan olmasını ve hatta kabinede görev almasını engellemeye yönelik kamuoyu oluşturulmaya başlandı bile. Bu gelişme sol ittifak içindeki ikinci büyük güç olan “Sosyalist Parti” tarafından da açıkça desteklenmekte. Fransa egemenlerinin ilk beklentisi elbette sol ittifakın kabine kurmaması. Eğer sol bir kabine kurulacaksa başbakanın “Sosyalist Parti” mensubu ılımlı (!) bir isim olması. Fransa ana akım medyası bu konuda bir kamuoyu oluşturmak için çaba sarf etmekte. Eski Cumhurbaşkanı François Hollande gibi piyasa dostu bir sosyalist (!) ülke egemenlerini pek rahatsız etmez. Üstelik ittifak içinde hayli güçlü bir konumda olan ve iki yıl önceki seçimde 31 olan milletvekili sayısını 59’a çıkarmış bir Sosyalist Parti, 28 sandalyeye sahip Yeşillerin de desteğini aldığı takdirde “Boyun Eğmeyen Fransa” hareketinin güçsüz biçimde temsil edildiği bir kabinenin kurulması olası. Böyle bir kabine Macron’un öncülüğündeki neoliberal akımın da desteğini alabilir. Geriye bir sorun daha kalıyor. NFP ittifakının seçim vaatleri. İttifak seçim vaadi olarak aşağıdaki konuları dile getirmişti:

– Filistin devletinin tanınması,

– Asgarî ücretin 1600 €’ya çıkartılması,

– Emeklilik yaşının 60’a indirilmesi,

– Yüksek gelirlerden servet vergisinin alınması,

– Gıda, enerji ve akaryakıt fiyatlarının dondurulması,

– Kira yardımlarının arttırılması.

Yukarıdaki seçim vaatlerinden asgarî ücretin arttırılması sorun teşkil etmez. Sonuçta Fransa’da asgarî ücret karşılığı çalışanlar tüm emekçilerin %5’i bile değil. Asgarî ücret artışının domino etkisi ile diğer ücret seviyelerini etkilemesini önleyecek bir formül bulunduğu takdirde sorun teşkil etmez bu konu. Gıda, enerji ve akaryakıt fiyatlarının dondurulması pek gerçekçi bir vaat değil. Devletin sübvansiyon uygulaması gerekir. Kamu borçlarının zirvede olduğu bir dönemde sol ittifak bu vaadinden geri adım atabilir. Kira yardımları ile ilgili olarak bir orta yol bulunabilir. Bunlar bir biçimde uzlaşılabilir konular. Ancak Fransa sermaye kesimi emeklilik yaşı ve servet vergisi konularında uzlaşamaz sol ittifak ile. Burada olası sol kabinenin işi çok zor olur. Bir biçimde bu zorluk aşıldığı takdirde Filistin sorunu çıkar önlerine. Filistin konusunda ödün vermeyeceği belli olan, Avrupa Parlamentosu’na ilk Filistin asıllı parlamenterin girmesini sağlayan “Boyun Eğmeyen Fransa” hareketi bahse konu vaadin hükümet programında yer almaması durumunda ittifakın bozulmasını bile göze alabilir.

Bütün bunlar gösteriyor ki önümüzdeki günler Fransa’da hükümet kurma konusunda çetin pazarlıklar yaşanması olası. Bu sürecin sonunda NFP ittifakının hükümeti kuramaması hiç de küçümsenmeyecek bir olasılık olarak karşımıza çıkıyor. Bu arada kişisel görüşümü de beyan edeyim. Bana kalırsa seçim vaatlerini geçekleştiremeyip bu nedenle yıpranacak olan bir hükümette yer almaktansa dışarıda kalıp etkili bir muhalefet sürdürmesi sol için daha yararlı olabilir. Gerçekleştirmek istediği uygulamalar engellendikçe halk yığınlarını sokağa dökecek bir güce ulaşmadığı sürece solun iktidar olması ancak yıpranma nedeni olabilir, diye düşünmekteyim.

Hükümet konusunda bir diğer olasılık ise Macron’un “Cumhuriyet İçin Birlikte” (Ensemble Pour La République)[2] adlı partisi tarafından kurulacak azınlık hükümetinin Ulusal Birlik dışındaki sağ partilerin desteği ile yola çıkması. Böyle bir yapılanmanın sol ittifakın desteğine de ihtiyacı var. Ancak Sosyalist Parti içinden bu yapılanmaya destek verecek isimlerin bulunduğu da bir sır değil.

Denilebilir ki, bu durumda sol ittifak dağılır. Doğru, dağılır sol ittifak. Ancak ilk kez dağılmıyor ki…

Kısacası, Fransa halkının anti-faşist refleksini harekete geçirip ırkçı Ulusal Birlik hareketini durdurmayı başaran Fransa solunu çok zorlu günler bekliyor. Bu süreci nasıl aşacaklarını izlemek gerek.

Yazının sonunda bir de Ulusal Birlik hareketinin durumuna bakalım:

2022 seçimlerinde 89 milletvekili vardı partinin. Erken seçim sonrası 143’e yükseltti meclisteki üye sayısını. Küçümsenmemesi gereken bir çıkış bu. Eğer ilk tur ile ikinci tur arasında geçen bir haftalık sürede Macron’un partisi ile sol cephe arasında kısıtlı da olsa bir işbirliği kurulmuş olmasa idi Daha fazla milletvekili çıkarabilecek ve belki de hükümeti kuracaklardı. An itibarı ile Fransa Parlamentosu’nda üçüncü durumda olmaları onları iktidardan uzaklaştırdı. Ancak Avrupa Parlamentosu’nda Fransa’nın en büyük grubunu oluşturmaktalar hâlâ. Üstelik ideolojik olarak netleşmiş homojen bir grup oluşturmaktalar, gerek Fransa gerekse Avrupa Parlamentosu’nda.

Bütün bunlar dikkate alındığında Fransa’da gerçekleşen seçimin ırkçı hareketi durdurduğunu ancak tamamen yenemediğini ifade etmek pek de hatalı olmaz. Faşist ve ırkçı hareket tehlikeli bir biçimde vardığını sürdürmekte hâlâ. Eğer Fransa’da kurulacak yeni hükümet halkın taleplerine yanıt verecek uygulamaları gerçekleştiremezse, bu durumdan yararlanıp büyümelerini sürdürebilirler.

Bu olasılığın gerçekleşmemesini ve Fransa’da ırkçı/faşist hareketin kesin yenilgisini görebilmek dileği ile.

[1]           https://direnisteyiz31.org/fransada-sol-zafer-mi-kazandi-hakki-tasdemir/

[2]           Macron tarafından kurulan parti sık sık ad değiştirdi. Son olarak Cumhuriyet İçin Birlikte adını kullanmaya başladı. Kurulduğundan bu yana üç kez isim değiştirdiği için herhangi bir karışıklığa meydan vermemek amacı ile Macron’un partisi ifadesini kullanmayı tercih ettim.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz