Osmanlı devletinde sosyalist bir işçi örgütü: Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu

Üzerinde yaşadığımız coğrafyada solun geçmişine yönelik gerçekleşen çalışmaların 1920 yılını adeta milat olarak alıp bu tarihten öncesini yok sayması adeta genel kabul görmüş bir anlayıştı yakın geçmişe kadar. Yakın geçmişe kadar diyorum çünkü Ermeniler tarafından “Medz Yeghern” (Büyük Acı) olarak adlandırılan 1915 yılı tehcirinin 100. yılı sonrası Ermeni devrimcilerin Türkiye coğrafyasındaki faaliyetlerine yönelik bir kısım çalışmalar yayınlandı. Bununla birlikte bu çalışmaların hayli yetersiz olduğunu ve devrimci Ermeni örgütlerinin çalışmalarını yeterince yansıtmaktan uzak olduğunu belirtmeliyim. Konumuzla doğrudan ilişkisi olmadığı için bu hususta daha fazla bir şey söylemeksizin kanaatime göre daha büyük bir eksiklikten söz edeceğim. Bu eksiklik, Türkiye solunun tarihini incelerken sadece misak-ı milli sınırları içerisindeki etkinliklerin incelenmeye çalışılması, günümüzde Türkiye sınırları dışında kalan topraklarda gerçekleşen faaliyetlerin ise nerede ise hiç dikkate alınmamış olmasıdır. Oysa Komünist Manifesto’nun yayınlandığı 1848 yılında Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun büyük kısmı gibi Balkan yarımadasının nerede ise tamamı Osmanlı toprağı idi. Üstelik 1968 yılında Osmanlı’da başlayan Islahat hareketinin etkisi ile Batı Avrupa’dan pek çok düşünce akımı Osmanlı devletinde karşılık bulmuş, 1871 Paris Komünü ise ülkede büyük etki yaratmıştı. Balkan yarımadasının çok uluslu popülasyonunun da etkisi ile sol akımlar bölgede önemli ölçüde taraftar bulmuş, bu ortam devrimci örgütlerin kurulmasına vesile olmuştu. Bunlar arasında 1893 yılında kurulmuş olan “İç Makedonya Devrimci Örgütü” özel bir öneme sahiptir kanaatime göre. Avrupa’nın ilk devrimci gerilla örgütüdür bu yapı. Üstelik ulusal bir damar yoktur kuruluşunda. Bulgar, Makedon, Helen, Arnavut ve Türk devrimciler tarafından kurulmuştur. Jön Türk devrimi olarak da adlandırılan 1908 devrimine kadar varlığını sürdüren bu örgüt, Osmanlı toprakları içerisinde iki kez kısa süreli cumhuriyetler kurmuş (Kruşevo ve Istranca Cumhuriyetleri) Osmanlı topraklarında iki kez Paris Komünü benzeri deneyler yaşanmasına vesile olmuştur. Yazık ki bu zengin deneyimleri günümüze aktarabilecek derli toplu bir çalışma mevcut değildir.

Osmanlı devletinin son dönemlerinde kurulmuş ve dünya sol tarihinde önemli izler bırakmış bir diğer örgüt ise “Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu” adını taşır. Osmanlı devleti topraklarında kurulmuş olan bu örgüt enternasyonal yapısı ile dünya sosyalist hareketinin de ilgisini çekmiş ve pek çok araştırmaya konu olmuştur. Dünyada ilgi çeken bir yapı olmasına karşın Türkiye’de bazı akademik çevrelerin dışında pek ilgi gördüğünü söylemek mümkün değildir. Federasyon kimi yüksek lisans ve doktora tezleri için konu olmasına karşın genel olarak Türkiye solunun ilgi alanı dışında kalmış ve Mete Tunçay Hoca ile Erden Akbulut’un çalışmalarında kısıtlı olarak yer almasının dışında Türkiye solu üzerinde çalışma yapan araştırmacılar federasyona pek ilgi göstermemişlerdir. Oysa o tarihte Osmanlı devleti sınırları dâhilinde olup TC’nin kurulması sonrası belirlenen sınırların dışında kalmış olan coğrafyada yaşanmış olanlar gününüzdeki mücadeleye ışık tutabilecek pek çok zengin deneyimi kendi mücadelesinin içinde barındırmıştır. Bahse konu mücadeleleri inceleyip buralardan ders çıkarmak dururken yukarıda sözünü ettiğim örgütlerin etkinliklerinin dikkate alınmama nedenini hayli ilerlemiş yaşıma rağmen anlayamamış olduğumu itiraf etmeliyim.

Bu yazıda ele almaya ve tanıtmaya çalıştığım “Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu” da mücadele deneyimleri ve eylem pratikleri ile günümüzde sürdürülmekte olan mücadeleye ders niteliğinde önemli katkılar sunabilecek bir yapılanmadır kanaatime göre.

Söze örgütün kuruluş yıllarında Selanik ve çevresinin durumunu izaha çalışmakla başlayalım:

Her şeyden önce Selanik denilince akla bugünün sınırları kesin olarak belirlenmiş küçük sayılabilecek (2023 yılı nüfusu yaklaşık 400 bin) şehrini akla getirmenin hatalı bir yaklaşım olacağını belirtelim. Osmanlı devleti egemenliğindeki Selanik, yaklaşık elli bin kilometre karelik bir coğrafyanın, merkezi ve sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği bugün hâlâ tartışma konusu olan Makedonya bölgesinin kalbi idi. Hayli geniş bir alana yayılmış olan ve son derece verimli topraklara sahip Vardar Ovası’nın tüm ürünleri Selanik limanı aracılığı ile Avrupa’ya ve Ortadoğu’ya sevk ediliyor, Avrupa’nın ihraç ürünleri de bu liman aracılığı ile Osmanlı toprağına giriyordu. Bu dönem ile ilgili olarak İngiltere tekstil endüstrisinin temel hammaddesi olan pamuğun yarıdan fazlasının Selanik limanından sevk edildiğini söylemek hiç de abartılı bir değerlendirme olmayacaktır. Osmanlı devletinin 19. yüzyıl boyunca gerçekleştirdiği modernleşme çalışmaları sayesinde kentin önemi daha da artmıştı. Bahse konu dönemde Selanik için şunu ifade edebiliriz:

– Deniz yolu ile İzmir ve Beyrut’a bağlantılı, tren yolu ile de bir yandan İstanbul’a bir yandan da Avrupa içlerine ulaşımın sağlanabildiği önemli bir ticaret kenti,

– Geniş hinterlandı sayesinde sınai üretimin gerçekleşebilmesi için gerekli hammaddenin yeterince üretildiği ve ihtiyaç alanlarına ulaştırılabildiği kavşak,

– Batı’da gerçekleştirilen sınai üretimin İzmir limanı aracılığı ile Anadolu içlerine, Beyrut aracılığı ile Ortadoğu’ya ulaştırılabildiği önemli bir aktarma merkezi.

Bu özellikleri ile emperyalist ülkelerin gerek Ortadoğu gerekse Anadolu coğrafyası üzerindeki ticari hedeflerine ulaşabilmesi için ideal bir lokasyon idi Selanik. Bütün bunlar onu, Osmanlı devletinin ikinci büyük şehri hâline getirmiş ve adeta İstanbul’un alternatifi yapmıştı.

Şehirde özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen gelişmeler gerek demografik yapıyı gerekse kentteki toplumsal katmanları da önemli ölçüde etkilemişti.

Öteden beri kozmopolit bir yerleşim bölgesi idi Selanik. Yahudiler, Sabetayistler[1] Müslümanlar (Türk, Boşnak, Arnavut Müslümanlar) ve Rumlar uzun zamandan beri şehrin sakinleri arasında idiler. On dokuzuncu yüzyıl ortalarından itibaren meydana gelen değişiklikler iş bulma olanaklarının artmasına yol açınca Bulgar, Rumen ve Makedon halklarından da göç edenler oldu. Böylelikle şehirde zaten zengin olan halklar mozaiği daha da zenginleşmiş oldu. Son olarak şehirde gerçekleşen ticari faaliyetleri kontrol etmek ve gerekli hâllerde yönlendirmek amacı ile gelen Levantenlerin (ağırlıklı olarak Fransız ve İtalyan) de katılımı ile çok dinli, çok dilli, çok kültürlü gerçek anlamda kozmopolit kent yapısı oluştu.

Şehirdeki toplumsal tabakalar ise şu şekilde oluşmuştu:

Liman ve çevresine yerleşmiş olan Levantenler kentin büyük tüccarlarını oluşturmakta idiler. Bunları Batı ile iş birliği hâlindeki komprador burjuvazi olarak da düşünebiliriz. Kentin Rum ahalisi arasında bunlara acente hizmeti veren tüccarlar vardı. Müslümanların ağırlıklı olarak tarımla uğraştıklarını ve bunların arasında büyük toprak sahiplerinin bulunduğunu görüyoruz. Sabetayistler daha çok memuriyet görevleri ile iştigal etmekte, gerek devlet gerekse özel sektör işletmelerinde büro hizmetlerini yerine getirmekte idiler. Şehirde kurulu olan tarıma dayalı sınai işletmeler ise Rumlar ve Türklerin mülkiyetinde idi.

Bu açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi demografik karmaşıklık toplumsal katmanlara da yansımıştı. Levantenler dışında hiçbir etnik grubun diğerlerine karşı ekonomik üstünlüğünden söz edemeyiz şehrin bu döneminde.

Hâl böyle olunca insanlar ikamet ettikleri bölgeyi de etnik aidiyetlerine göre değil toplumsal aidiyetlerine göre belirlemişlerdi. Milliyetlerinden bağımsız olarak insanlar toplumsal konumlarına göre belirlenmiş yerleşim alanlarında yaşamakta idiler. Bu nedenle Müslüman mahallesi olarak bilinen bir bölgede bir Ortodoks kilisesinin veya Rum mahallesi olarak bilinen bir yerde sinagog ya da cami bulunmasının şaşırtıcı bir yanı olmuyordu.

İnsanlar etnik aidiyetlerinden daha çok toplum içindeki statülerine göre pozisyon almışlardı.

Bu durum büyük ölçüde çalışma koşullarının zorluğu ve sömürünün vahşeti ile açıklanabilir.

Şöyle ki; günlük çalışma süresinin yer yer 15 saati bulduğu üstelik çocuk işçilerin bile bu koşullarda çalıştırıldığı bir dönem yaşanmakta idi Selanik ve hinterlandında. Bu zorlu çalışmanın karşılığında elde edilen ücret ise sağlıklı bir biçimde beslenmeye bile yetmeyecek kadar düşüktü.

Bu koşullar altında yaşamak zorunda olan insanlar toplumsal katmanlar içinde aynı statüde bulundukları kişiler ile birlikte yaşamayı ve dayanışma içinde olmayı tercih etmişlerdi.

Oysa ki yeni kurulmuş olan Yunanistan ve Bulgaristan krallıkları ile özerk bir statüye kavuşmuş olan Sırbistan prensliğinin Selanik ve çevresi ile ilgili iddiaları mevcuttu. Dönemin moda akımı olan milliyetçiliğin burada taraftar bulması için çaba göstermekte idiler. Kentin kozmopolit yapısı buna uygun bir ortam sunmakta idi belki ama insanların ekonomik sorunları nedeni ile pek başarılı olamıyorlardı.

Selanik ve hinterlandının durumu Batı ülkelerindeki sosyalistler arasında “Doğu sorunu” başlığı altında uzun süre tartışıldı. Bölgenin parçalanarak orada mevcut etnik gruplar arasında paylaşılması görüşü egemen oldu tartışmalara. Bu tartışmaların bölgede yeterli inceleme yapılmadan gerçekleştirildiği ve bölge halkının görüşlerini yansıtmaktan uzak kaldığı kanaatini taşımaktayım.

Yukarıda betimlemeye çalıştığım ortamda kuruldu Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu. Dernek henüz kurulmadan önce işçi ve emekçilerin yoğun etkinlikleri göze çarpmakta idi. Değişik meslek gruplarına mensup işçiler çalışma koşullarının iyileşmesine yönelik grev ve iş bırakma eylemleri ile seslerini duyurmakta idiler.

İşçi sınıfının mücadelesi ve emekçilerin bu mücadeleye destek vermesi sonucu ortaya çıkan bu manzara birleşik bir işçi sınıfı örgütünün kurulabilmesi için uygun bir ortam hazırlamıştı.

SSİF kurucu önderi Avram Benaroya bu durumu fark etmiş, bahse konu örgütsel yapının kurulabilmesi için uygun bir zaman diliminde bulunduklarını düşünmeye başlamıştı.

Onu bu şekilde düşünmeye iten ise 1908 Jön Türk devrimi idi.

Bir anlamda ulusalcı bir burjuva devrimi olarak değerlendirebileceğimiz 1908 devrimi kısa süreliğine de olsa Osmanlı toplumunda özgürlük rüzgârlarının esmesine neden olmuş ve legal örgütlenmelere de, sosyalistlerin kendilerini ifade edebilecek zemini bulmalarına da olanak sağlamıştı.[2]

Burada Avram Benaroya’ya özel bir paragraf açmak gerektiği kanısındayım. Selanik doğumlu bir Sefarad Yahudisi. Daha çocuk yaşlarda iken ailecek Bulgaristan’a göçmüşler. Burada tanışmış sosyalizm ile Bulgar sosyalistlerinin arasında yetiştirmiş kendisini. İçinde yaşadığı çok dilli, çok kültürlü ortamdan alabildiğine yararlanmış. Anadili olan Ladino’nun yanı sıra Türkçe, Bulgarca, Sırpça ve Rumcaya vâkıf. Bununla da yetinmeyip Fransızca ve İngilizce öğrenmiş. Böylelikle Avrupa sosyalistlerinin arasındaki tartışmaları izleyebilme olanağına kavuşmuş. Bir Yahudi o. Dolayısı ile siyonizmi incelemiş, dünyanın dört bucağına yayılmış olan Yahudilerin sorununun nasıl çözülebileceğini düşünmüş öncelikle ve görüşlerini “The Jewish Question and Social Democracy” adlı kitabında dile getirmiş. Kitap daha sonra Ladino dilinde de yayınlanmış. Yazık ki bu kitaba ulaşabilmek son derece güç.[3] Bu nedenle sadece ikincil kaynaklardan edindiğimiz bilgilerle onun Yahudi sorununa nasıl bir yaklaşım geliştirdiğini anlayabiliyoruz. Benaroya’ya göre siyonizm bir küçük burjuva şovenizmidir. Yahudi sorununun Filistin’de yeni bir devlet kurarak ya da Makedonya’da bir Yahudi partisi kurularak çözülmesi mümkün değildir. Sorunun çözümü ancak milletler üstü bir sosyalist partinin varlığı ile gerçekleşebilir. Böyle bir siyasal oluşumun iktidarında her toplum yaşadığı her yörede gerek kültürel gerek ekonomik gerekse idarî özerkliğe kavuşabilir.

Bu düşünceler tahtında bir federasyon kurma fikri gelişti Benaroya’da ve bu düşüncesini hayata geçirebilmek için en uygun yer olarak düşündüğü Selanik’e geri döndü.

Her türlü ulusal kaygıdan ve kurumsallaşmadan arınmış bir yapıyı oluşturmaktı hayali.

Onun bu hayalini gerçekleştirmesine yardımcı olacak ortam Selanik’te zaten mevcuttu. Buna bir de Bulgar geniş sosyalistlerinin[4] de kente gelmeleri eklenince işleri daha da kolaylaştı.

Yine de önceliği kendi milliyetinden olan insanların örgütlenmesine verdi ve “Sefarad Sosyalist Çalışmalar Grubu” adlı örgütlenmeyi gerçekleştirdi. Bu yapı kısa sürede değişim göstererek önce sosyalist kulüp ardından da Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu adını aldı.

Federasyon kısa zamanda toparlayıcılık görevini üstlenerek 15 farklı işçi örgütünü bir araya getirdi. Kısa zamanda gerçekleşen bu büyümede örgütün tasarım aşamasında düşünülenlerin bire bir uygulanmasının büyük öneminin olduğunu düşünmekteyim.

Örgüt içinde yer alan tüm etnik gruplar federasyon içerisinde kendi özerkliklerini koruyarak, kendi konferanslarını yapabiliyor, kendi komitelerini seçebiliyor ve genel kurulda oransal olarak kendini temsil etme olanağı bulabiliyordu.

Stefo Benlisoy bu yaklaşımı tam manasıyla bir “kültürel-ulusal otonomi” olarak tanımlamakta. Kanımca son derece haklı bir değerlendirme Benlisoy’un yaptığı. Federasyonun öncü kadroları çok sayıda etnik yapının bir arada yasadığı, neredeyse her birinin farklı diller konuştuğu ve hatta bu etnik yapıların, kendi içlerinde bile bölünmelerin yaşandığı Osmanlı İmparatorluğu gibi bir ülkede, bu bileşenlerin özlerinin yani kültürlerinin korunmaksızın sosyalist bir örgütlenmenin de mümkün olamayacağını düşünmekte idiler

Avram Benaroya’nın aşağıda yer alan sözleri örgütün felsefesinin tam olarak tanımlanmasıdır kanımca:

“Osmanlı milleti aynı ülkede yaşayan ve her birinin ayrı dili, edebiyatı, kültürü, gelenekleri ve nitelikleri olan çeşitli milliyetlerden oluşmaktadır. Etnik ve filolojik sebeplerden ötürü öyle bir teşkilât kurmak istedik ki insanlar kendi dil ve kültürlerini terk etmeden ona girebilsinler, hatta daha iyisi aynı ülkü uğrunda, sosyalizm ülküsü uğrunda çalışırlarken her biri kendi kültürünü ve kendi bireyliğini geliştirme olanağını bulabilsin.”

Bu düşünce örgütün daha kuruluş aşamasında işçi ve emekçiler arasında rağbet görüp prestij kazanmasına neden olmuştu. Nitekim daha kuruluşunun altıncı ayı dolmadan üye sayısı 5000’i aşmıştı.

Örgüt ilk kez 1909 yılı 1 Mayıs kutlamaları ile yığınlara gösterdi kendini. Kızıl bayraklar ve işçilerden kurulu bir bando eşliğinde yürüyen örgüt mensupları Selanik işçi sınıfı içinde büyük bir prestij kazandı, bu durum da üye sayısının artmasına neden oldu. Hemen ardından 19 Haziran 1909 tarihinde bir büyük eylem daha gerçekleştirildi Selanik’te “Tatil-i Eşgal ve Cemiyetler Kanunu” adlı yasa taslağının mecliste görüşülmesini protesto etmek amacı ile kentin merkezinde bulunan “Selimiye” meydanında toplandı işçiler. Burada sıra ile Türkçe, Yunanca, Bulgarca ve Ladino dilinde konuşmalar yapıldı. Kentin çok dilli, çok kültürlü yapısını yansıtan ilk açıkhava toplantısıdır bu.

Gerçi miting bahse konu yasanın görüşülmesini ve kabul edilmesini engelleyememişti ama Benaroya ve çevresinin prestijinin iyice artmasını sağlamış, Benaroya da miting ile ilgili bilgileri 2. Enternasyonal Bürosu’na rapor ederek örgütlerinin Enternasyonal bünyesinde Osmanlı seksiyonu olarak kabul edilmesini talep etmişti. Sosyalist Enternasyonal Başkanlık Konseyi bu başvuruya olumlu yanıt vererek 7 Kasım 1909 tarihinde örgütü üyeliğe kabul etmiştir. Başkanlık konseyinin almış olduğu kararda Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nun ileride kurulacak Osmanlı Seksiyonu’nun bir alt birimi olarak faaliyet göstermesi de öngörülmüştü.

Federasyonun ikinci büyük eylemi Selanik’te düzenlemiş olduğu “Beynelmilel Amele Eğlencesi”dir. Selanik şehri içindeki “Beş Çınar” (Bir başka adı da Prens) bahçesinde düzenlenen, şehirde yaşamını sürdürmekte olan tüm işçilerin etnik kökenlerinden bağımsız olarak katılım gösterdiği etkinlik çok geniş katılımla muhteşem bir gövde gösterisine sahne olmuştur. Etkinlikten elde edilen gelir, örgütün yayın organı için gerekli olan finansal kaynağı da sağlamış olduğu için ayrıca önem arz etmektedir. Etkinliğin bir diğer önem taşıyan yanı ise Hınçak Partisi Kozan milletvekili Dr. Hamparsum Boyacıyan’ın (Lakabı Murad) toplantıya katılmış ve bir de konuşma yapmış olmasıdır. Bu durum Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nun sadece bölgesel düzeyde bir örgüt olmadığının, Osmanlı devletinin tüm toprakları içindeki bütün sosyalist örgütlerle ilişki ve dayanışma içinde bulunma arzusunun bir göstergesidir. Osmanlı devleti sınırları içerinde yaşamakta olan tüm halkların bir arada kendi kültürlerini, dillerini ve kimliklerini koruyarak yaşamasını savunan federasyon, bu konuda farklı düşüncelere sahip Hınçak Partisi’nin bir milletvekilini etkinliğine davet etme ve burada konuşma yapma olanağını sağlamış: hem güzel bir dayanışma örneği hem de farklı fikirlerin tartışılmasını sağlayan bir ortamın hazırlanışı. Daha ne olsun?

Etkinliğe yaklaşık altı bin kişinin katılmış olduğunu belirtmekte değişik kaynaklar. Şehirde yaşayan her milliyetten ve değişik mesleklerden altı bin kişi. Gerçekten büyük başarı.

Etkinlik alanının sendikaların bayrak ve pankartları ile süslenmiş olması ve bunun yanında her milliyetin kendi dilinde hazırlamış olduğu pankartların da alanın dört bir yanına asılmış olması örgütteki demokrasi anlayışının güzel bir göstergesi olduğu için burada beyan edilmeye değer kanımca. Nihayetinde gecenin herkesin kendi dilinde ancak hep bir ağızdan “Enternasyonal”in söylenmesi ile kapanmış olması da bir başka güzellik.

Etkinliğin geliri ile dört farklı dilde gazete çıkarılmış olması da bu başarının tacı elbette. Dört dilde gazete çıkarabilmek bugün bile kolay değil. Türkçe, Bulgarca, Yunanca ve Ladino (Yahudi İspanyolcası). Gazetenin Türkçe versiyonunun adı “Amele Gazetesi” diğer versiyonlarının adı da Amele Gazetesi’nin Bulgarca, Yunanca ve Ladino karşılıkları.[5] “Amele” yerine “İşçi” sözcüğü kullanılıyor günümüz Türkçesinde. Kimi zaman fantezi yaparak günümüzde yayın hayatını başarı ile sürdüren “İşçi Gazetesi”nin kökeninin federasyonun çıkarmış olduğu “Amele Gazetesi” olduğunu ifade ederim.

“Amele Gazetesi”nin dört dilde yayınlandığından söz etmiştim yukarıda. Dokuz sayı çıkabilmiş gazete. Nedeni açık. Siyasi iktidarın baskıları. Son sayısı ise sadece Ladino ve Bulgarca yayınlanabilmiş.[6] Her versiyonu bir komisyon tarafından hazırlanırdı. Bu komisyon örgütün ilgili dil seksiyonunun üyelerinden oluşmakta idi. Buradan örgütlenme ile ilgili bir detaya ulaşabiliyoruz. Her dilin kendi seksiyonu var örgüt içerisinde ve bu seksiyonlar örgütteki ağırlıkları oranında merkezde temsil edilebiliyorlar. Bu örgütlenme tarzı herhangi bir etnik grubun diğerleri üzerinde baskı kurmasını engelliyor. Kanımca güzel bir model.[7]

Kuşkusuz “Amele Gazetesi”nin tüm versiyonları son derece değerli. Bu versiyonlara emek veren tüm sosyalistler de. Her birinden ayrı ayrı söz etmeyi isterdim. Ne var ki eldeki kaynaklar bu konuda pek yeterli değil. Bu nedenle sadece gazetenin Türkçe versiyonunun sorumlusu ve örgütün Türkçe seksiyonunun yöneticisi Rasim Haşmet Bey’den söz edebileceğim. Adını pek duymamış olduğumuz sosyalistlerden kendisi. Sosyalist düşünce ile tanışmadan önce İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi. Osmanlı sosyalistlerinin bir kısmı bu cemiyet üyeliği ile girmişler siyasal yaşama. Neden böyle? Başka bir araştırma konusu. Her neyse biz Rasim Haşmet Bey’e dönelim. Sosyalist düşünce ile tanıştıktan sonra İttihat ve Terakki ile bağlarını gevşetmiş ve sonuçta koparmış bu ilişkiyi. Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nun kuruluş çalışmalarına aktif olarak katılmış. Etkinlikleri daha çok düşün alanında. Pek çok süreli yayında yazıları var. Yazıları ağırlıklı olarak sosyalizmi ve sosyalist düşünceyi tanıtma amaçlı. Şiir de yazmış. Asım Bezirci bir incelemesinde su cümleyi kullanmış onun için: “Rasim Haşmet’in şiirleri estetik yönden zayıf da olsalar İçerik yönünden güçlüdürler.”[8] Buna ben de bir cümle ekleyeyim. Osmanlı coğrafyasında gerçekleşen sosyalist edebiyatın ilk örneklerini (en azından ilk örneklerinden bir kısmını) oluşturduğu için incelenmeye ve anılmaya değer çalışmalardır, gerek şiirleri gerekse yazıları. Yazık ki erken yaşta henüz otuz ikisinde iken yitirmişiz bu güzel insanı. Toprak övünsün.

Rasim Haşmet örgütün düzenlemiş olduğu etkinlikte yapılan Türkçe konuşmanın da sahibi. Burada Osmanlı devleti üzerinde yaşamakta olan çeşitli etnik ve dinsel gruplara mensup işçiler arasında sınıf temelinde bir dayanışmaya ağırlık verileceğinden söz ederek Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nun politik çizgisini de açıkça belirtmiş oluyor.

Örgüt, enternasyonal yapısı ve enternasyonalist örgütlenmesinin bir gereği olarak Osmanlı devleti içerindeki diğer sosyalist hareketlerle de iş birliği ve dayanışma içine girecekti kuşkusuz. Nitekim bu iş birliğini kurmakta gecikmedi. Burada öncelikle Ermeni sosyalist hareketi ile kurulan ilişkiden söz ederek başlayalım işe. Yukarıda Hınçak Partisi ile kurulmuş ilişkiden söz etmiştik. İki örgüt arasında karşılıklı görüş alışverişinin bulunmasına karşın bu ilişki sınırlı düzeyde kalmıştır. Bunun başlıca nedeni Hınçak’ın etkinlik ağırlığının Transkafkasya bölgesinde olması ve bahse konu coğrafyanın önemli bir kısmının o tarihlerde Osmanlı devleti sınırları dışında kalmasıdır. Bununla birlikte Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu Doğu Anadolu Ermenileri üzerinde gerek Kürt aşiretleri gerekse Osmanlı devleti tarafından uygulanmakta olan baskı karşısında tepkisini dile getirmekten çekinmemiş ve bu baskılara karşı direnen Doğu Anadolu Ermenilerinin yanında olmuştur. Ancak Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu esas olarak bir başka Ermeni örgütü ile “Ermeni Devrimci Federasyonu” (Taşnaksütyun) ile hayli gelişmiş bir ilişki kurmuştu. Bunun nedeni ise Taşnaksütyun’un parti programının incelenmesi sonucu derhal kavranabilmekte. Söz konusu parti ilan ettiği programda Arap, Ezidi, Kürt, Süryani, Türk emekçilerinin sömürülmesine karşı çıkmakta ve halkların birlikte mücadelesi ile bu düzenin sona erdirileceği savunulmaktadır. Öte yandan Taşnaksütyun Hınçak’tan farklı olarak bağımsız bir Ermeni devleti talebinde bulunmamakta, Osmanlı topraklarındaki her milliyetin eşit haklara sahip olduğu bir devlet yapısı talep etmektedir. Bu amaçla ilk olarak 1878 Berlin Anlaşması’nda kayda geçmiş olan reformların gerçekleşmesi için mücadele etmek gerektiğini öne sürmekte idi.

Osmanlı devletine bakış ve mücadele perspektifindeki yakınlık nedeni ile Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu ile Taşnaksütyun arasında oldukça güçlü bir dayanışmanın gerçekleşmesi kaçınılmazdı. Bunun dışında Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu İstanbul’daki Ermeni hareketi ile de sıcak ilişkiler içerisinde idi. İstanbul’da yayınlanan Azadamard gazetesinde (Özgürlük Mücadelesi olarak Türkçeleştirilebilir, Taşnaksütyun ile organik bağı vardır) 1910 yılında yayınlanan bir makalede Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu için “Türkiye’de İlk Proleter Örgüt” başlıklı bir makale yayınlanmış olması ve makalede federasyondan övgü ile söz edilmesi bu durumun bir göstergesidir.

İki örgüt arasındaki ilişkiler bazı diğer sosyalist örgütlerin de katılımı ile Osmanlı devleti bünyesinde bir “Birleşik Sosyalist Örgütlenme” çabasının geliştirilmesine ve bu amaçla bir dizi toplantı yapılmasına da vesile oldu. Ancak bu çabalar sonuç vermedi. Yazının fazla uzamaması ve okuyanların dikkatlerinin dağılmaması için bu konu ile ilgili şimdilik başka bir şey yazmamakla birlikte derginin gelecek sayılarında konu ile ilgili detaylı bir çalışma paylaşmayı düşünmekteyim.

Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu ile Taşnaksütyun arasındaki ilişkiler 1910 yılı sonlarına doğru bozuldu. Bu süreçte İttihat ve Terakki’nin işçi sınıfı üzerinde baskıları artmış ve yönetim giderek despot bir hâl almaya başlamıştı. Bu durum Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nun eleştirilerinin yoğunlaşmasına neden olurken, Taşnaksütyun giderek siyasi iktidara desteğini de arttırmakta idi. İki örgüt arasındaki ilişki giderek soğudu ve sonuçta koptu.

Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nun Bulgar sosyalistleri ile ilişkisi de dikkate alınmaya değecek boyuttadır. Bilindiği gibi Bulgaristan sosyalistleri “Dar” ve “Geniş” olmak üzere iki gruba ayrılmışlardı on dokuzuncu yüzyıl sonlarında. Dar grupta yer alan sosyalistler Osmanlı’dan tamamen kopama yanlısı iken Geniş grubun içindekiler birlikte, bir arada yaşamanın mümkün olduğunu savunuyorlar ve Osmanlı devletindeki tüm milliyetlerin kendi dil ve kültürlerini koruyarak birlikte yaşayabilmesi için politika üretmeye çalışıyorlardı. Geniş gruptaki sosyalistlerin bu çabaları Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu ile yakınlık oluşmasına vesile oldu. Dar sosyalistler ile federasyon arasında herhangi bir iletişim gerçekleşmedi. Geniş grup daha sonra küçük burjuva partiler ile iş birliği ve ittifak arayışına girerek sosyalist çizgiden koptu. Bu kopuş sürecinde grubun yeni çizgisini benimsemeyen bazı unsurlar Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’na katılarak faaliyetlerini bu çatı altında devam ettirdiler.

Federasyon, Makedonya sosyalistleri ile de olumlu ilişkiler kurmuştu. İç Makedonya Devrimci Örgütü’nün siyasal kanadının önemli isimlerinden olan Dimitar Vlahof (Vlahof Efendi) aynı zamanda federasyonun da bir üyesi idi. Vlahof’un Osmanlı Meclisi’ne Selanik milletvekili olarak girmesinde federasyonun büyük katkıları oldu. İç Makedonya Devrimci Örgütü ile Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu arasındaki iş birliği federasyon yaşadığı sürece devam etti.

Bunun dışında İstanbul’da faaliyet gösteren “Ergatis” çevresi ile de ilişki kurmayı ihmal etmediler. Bu arada Ergatis sözcüğünün de “ırgat” yani “işçi” anlamına geldiğini ifade edelim. Biraz fantezi yaparak “İşçi Gazetesi”nin bir kökünün de ikinci meşrutiyet yıllarında İstanbul’da bulunduğunu söyleyebiliriz. İleride Ergatis çevresi ile ilgili bir çalışmayı da Kaldıraç okurları ile paylaşmayı planlamaktayım.

Bu kadar geniş bir çevre ile ilişki kurup geliştirmiş olan Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nun İstanbul’da kurulu olan Osmanlı Sosyalist Fırkası (Hüseyin Hilmi çevresi) ile ilişki kurmamış olması dikkat çekici. Kişisel olarak bu durumun Hüseyin Hilmi’nin karanlık kişiliği ve hakkında çıkmış olan dedikodular ile ilişkili olabileceği düşüncesindeyim.

Enternasyonalist yapısı ve sınıf mücadelesi perspektifi ile dikkat çekici bir kimliğe sahip olan Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nun Osmanlı devlet politikası ile ilgili düşüncelerine de konu başlıkları hâlinde yer verilmesinin örgütü daha iyi tanıyabilmek için önemli olduğu kanaatindeyim. Bu nedenle örgüt programından bazı bölümleri aşağıda aktarmaktayım:

MİLLİ başlığı altında şu ifadelere yer verilmiştir; Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu, bütün vatandaşların kanun önünde eşit olduğunu hâkimiyetin ise kayıtsız şartsız Osmanlı milletinin olduğunu vurgular. Osmanlı milleti çok sayıda milliyetleri barındırdığı için belediyelerde, mecliste, mahkemelerde ve resmî dairelerde halkın kendi dilini kullanması esas olmalıdır.

EĞİTİM başlığı altında yer alan talepler şöyle; eğitim özgürlüğü tam anlamı ile sağlanmalıdır, altı yıllık ilk öğretim zorunlu olmalıdır, eğitim herkese kendi ana dilinde verilmelidir, eğitim vergisi adı altında toplanan vergilerden elde edilen gelir tüm okullara eşit oranda dağıtılmalı bu konuda hiçbir okula ayrıcalık tanınmamalıdır.

ASKERLİK başlığı altında yer alan bölümde “Bütün Osmanlı vatandaşlarının askerlik yapması, askerlik süresinin bir yıl ile sınırlandırılması ve bedelli askerlik uygulamasına son verilmesi” talep edilmiştir.

VERGİ başlığı altında şu talepler dile getirilmiştir; ürün üzerinden alınan peşin vergiler ile aşar ve temettü vergisi kesinlikle kaldırılmalıdır, emlak, gelir ve miras vergileri artan oranlı olarak düzenlenmeli (azdan az, çoktan çok – HT) elde edilen vergi gelirleri yol, köprü, okul, posta telgraf ve telefon ve sağlık giderleri için harcanmalıdır.

HARİCİ başlığı altında yer alan dış politika ile ilgili talepler ise şu şekildedir: “Kapitülasyonların kaldırılması, Balkanlar ve bölge hükümetleri ile barış politikalarının izlenmesi, Balkan konfederasyonu kurulmasına öncülük edilmesi, Balkan hükümetleri ile gümrük birliği anlaşmaları yapılması.”

Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu yukarıda tanıtmaya çalıştığım politikaları ve örgüt yapısı ile uzunca bir süre başarılı çalışmalar yürüttü. 1910 ve 1911 yılı 1 Mayıs kutlamaları gerçek bir şölen oldu Selanik’te, binlerce kişinin katılımı ile gerçekleşen gerçek bir şölen. Bu arada örgütün üye sayısı artmakta ve örgütü destekleyen sendikalar da çoğalmakta idiler. Örgüt içerisindeki sendikalar gerçekleştirdikleri grevler ile mensuplarına yeni kazanımlar elde ettiler. Bu arada 15 yaşından küçük işçi çalıştırılmaması ve 18 yaşından küçük işçilerin çalışma sürelerinin kısıtlanması ile ilgili olarak verdikleri mücadele dikkat çekici başarılar kazandı. Bütün bu gelişmeler İttihat ve Terakki’nin baskılarına rağmen gerçekleşmekte idi. 1911 yılı 1 Mayıs gösterileri bardağı taşıran damla oldu İttihat ve Terakki açısından. Avram Benaroya ve örgütün tüm merkez yöneticileri tutuklandılar. Benaroya dışında kalan tüm yöneticiler serbest bırakılsalar da Benaroya sürgüne gönderildi. Sürgün dönüşü 1912 seçimlerinin arifesine gelmişti. Federasyonun seçim çalışmaları valilik tarafından yasaklandı. Benaroya’nın Selanik’te kalması da valilik tarafından uygun görülmediği için İstanbul’a gönderildi ve burada gözaltında tutuldu.

Örgüt üzerinde yoğunlaşan baskı doğal olarak örgüt mensuplarını tedirgin etmişti. Bu süreçte Selanik Osmanlı devletinin elinden çıkmış ve Yunanistan’a bağlanmıştı. Federasyon Yunanistan bünyesinde de ilkeleri doğrultusunda çalışmalarını sürdürmeye devam etti. Bu kez Yunanistan hükümeti ile sorunlar yaşadılar. Benaroya bu kez de Yunan hükümeti tarafından sürgüne gönderildi. 1914 yılına gelindiğinde milliyetçilik akımları her yanda güçlenmiş ve sosyalistleri de etkisi altına almıştı. Birinci büyük paylaşım savaşı arifesinde artık “Balkan Konfederasyonu” fikrinin savunucusu nerede ise kalmamış, Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu atık sadece bir tabela örgütü hâline gelmişti. Örgüt bileşenlerinden Bulgarlar “Bulgar Sosyal-Demokrat İşçi Partisi” (daha sonra Bulgaristan Komünist Partisi adını aldı) bünyesine katıldılar. Makedonlar kendi ülkelerinde kurulmuş olan sosyalist örgütlenmelerde sürdürdüler mücadelelerini. Türkler ise Osmanlı devletinin elinde kalan topraklara göç ettiler. Kalanlar ise Yunanistan hükümetinin ayrımcı ve baskıcı politikaları karşısında ses çıkaramaz duruma gelmişlerdi. Dağılan örgütün toparlanabilmesi imkânsız hâle geldiğinden ve örgütün varlık nedeni olan “federasyon” düşüncesi de iflas etmiş olduğundan feshedildi Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu. Benaroya sosyalizm hedefini terk etmedi. Federasyondan geriye kalan Yahudi ve Yunan unsurlarla birlikte yürüttüğü çalışma sonrasında 4 Kasım 1918’de “Yunanistan Sosyalist Emek Partisi”ni kurdu. Bu parti daha sonra “Yunanistan Komünist Partisi” adını aldı ve bu adla hâlâ yaşamakta. Halen Yunanistan Parlamentosu’nda 15 milletvekili ile temsil edilmekte. Parti, birinci büyük paylaşım savaşı sonrasında Yunanistan’ın Anadolu’yu işgal etmesine karşı politikalar üretmiştir.

Osmanlı Devleti topraklarında doğmuş, ömrünü tamamladıktan sonra da pek çok örgüte hayat vermiş önemli bir sosyalist örgütü tanıtmaya ve mücadele deneyimini özetlemeye çalıştım elimden geldiğince, dilimin döndüğünce.

Başarılı olabildi isem ne mutlu bana.

 

KAYNAKÇA

Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar Cilt 1, İletişim Yayınları, İstanbul 2009.

Mete Tunçay, Türkiye Sol Tarihine Notlar, İletişim Yayınları, İstanbul 2017.

Eric Jan Zürcher, İmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye’de Etnik Çatışma, İletişim Yayınları, İstanbul 2006.

Kerim Sadi, Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, İletişim Yayınları, İstanbul 1994.

Georges Haupt, Paul Dumont, Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalist Hareketler, Çeviren Tuğrul Artunkal, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2013.

Eric Jan Zürcher, Mete Tunçay, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik (1876-1923), İletişim Yayınları, İstanbul 2010.

Nicolas Pitsos, «Peuples des Balkans, fédérez vous!»: projets pour une résolution pacifique de la question d’Orient au tournant du XXe siècle, Paris: Cahiers balkaniques Paris 2016.

Sinan Dinçer, “The Revolution Of 1908 and The Working Class In Turkey”, Yüksek Lisans Tezi Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul 2016.

Stefo Benlisoy, İstanbul’un Irgatları 2. Meşrutiyet’te Sosyalist Bir İşçi Örgütü, İstos Yayınları, İstanbul 2018.

Mete Tunçay, Erden Akbulut, Beynelmilel İşçiler İttihadı, İletişim Yayınları, İstanbul 2016.

Avram Benaroya, A note on “The Socialist Federation of Saloniki”, Jewish Social Studies, Vol. 11, No. 1 sf. 69-72, Tel Aviv 1949.

Serkan Erdal, Osmanlı Devleti’nde Sosyalist Faaliyetler Üzerine Bazı Örnek İncelemeler, Doktora tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum 2014.

  1. Yiğitalp Avus, Osmanlı’da Enter-Nasyonalizm ve Sosyalist Bir İşçi Örgütü: Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu (1908-1914), Yüksek Lisans Tezi, Altınbaş Üniversitesi, İstanbul 2019.

[1] Sabetayistler, kimi kaynaklarda dönmeler olarak da adlandırılırlar. Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet soru ile Yahudi inançlarını terk edip İslam dinine dönmüş gibi görünen ancak gerçekte Yahudi inançlarını terk etmeyip inançlarının gereğini gizlice yerine getiren kripto Yahudiler. Müslüman adları almış ve dışarıya Müslüman gibi görünmüşlerdir. Haham Sabetay Sevi’nin müritleridirler. Esas olarak Selanik kökenli bir grupturlar. Sabetayistlerin torunları günümüz Türkiye’sinde yaşamaya devam etmektedirler.

[2] İkinci Meşrutiyet’in ilanı sonrasında Osmanlı devletinde sekiz siyasi parti kuruldu. Ayrıca Osmanlı sınırları dışında kurulup ülke içerisinde illegal faaliyet gösteren Hınçak ve Taşnaksütyun partileri açığa çıkıp yasal faaliyet göstermeye başladılar. Bunun dışında ülkenin dört bir yanında siyasi amaçlı dernekler kurulup faaliyete geçmişlerdi. Bu dönemde Selanik’te kurulan sendikaların üye sayıları aşağıda yer almakta:

Tütün İşçileri Sendikası: 2.500-3000 üye

Tekel İşçileri Sendikası (Reji): 500 üye

İplik İşçileri Sendikası: 500 üye

Memurlar Sendikası: 300 üye

Liman İşçileri Sendikası: 250 üye

Demiryolları İşçileri Sendikası: 200 üye

Marangozlar Sendikası (Yahudi, Rum, Türk): 120 üye

Sigara Kâğıdı Sendikası: 100 üye

Kanaviçe ve Jüt İşçileri Sendikası: 100 üye

Yahudi Matbaacılar Sendikası: 40 üye

Bulgar Matbaacılar Sendikası: 35 üye

[3]           Bahse konu kitap Bulgarcadan başka bir dile çevrilmediği ve tekrar basımı yapılmadığı için ancak Bulgaristan’da bulunan birkaç kütüphanede bulunabilmekte. Tabii Bulgarca olarak.

[4]           Bulgaristan sosyalist hareketi içinde yer alan ve zamanla proletarya sosyalizminden uzaklaşarak küçük burjuva milliyetçisi partilerle iş birliği ve ittifak peşinde koşan grup. Grubun içinde yer alan ve izlenen çizgiyi de beğenmeyen bazı unsurlar Balkan Federasyonu fikrini savundukları için Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu bünyesine katıldılar. Katılmayanlar ise bir süre sonra tarihten silindiler.

[5]           Gazetenin Ladino dilindeki adı: Jurnal del Labrador, Bulgarca adı: Rabotniçeski Vestnik, Yunanca adı ise Efimeris tu Ergatu.

Gazete yayın hayatını sonlandırdıktan sonra Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu sadece Ladino dilinde yayınlanan La Solidaridad Ovradera (İşçi Dayanışması olarak Türkçeleştirilebilir) adlı gazete ile yayın faaliyetine devam etmiştir.

[6]           Gazetede yayınlanan bazı makaleler günümüz Türkçesine çevrilmiş olarak aşağıdaki kitapta yer almakta:

Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalist Hareketler, Georges Haupt, Paul Dumont, Çeviren Tuğrul Altunkal, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2013.

[7]           Amele Gazetesi’nin Türkçe nüshaları Yunanistan’da kurulu Marksist Araştırmalar Merkezi’nin Selanik şubesinde bulunmakta. Merkez Selanik’teki sosyalist hareketin 1909-1918 arası dönemini iki cilt hâlinde yayınladığı bir kitapta incelemiş. Burada Amele Gazetesi’ne de yer verilmiş. Günün birinde kitabın Türkçe çevirisinin yayınlanması dileği ile.

[8]           Bu konuda geniş bilgi için bkz. Devrimci Savaşımda Sanat Emeği, Aylık Sanat Dergisi, Sayı 7, Eylül 1978, (TÜSTAV arşivinde PDF nüshası var).

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz