21 Şubat Salı, bitmeyen bir gecenin devamı.
Pazartesi akşamı yaşadık depremi. Birimiz kamyonla kap kacak taşırken binaların teker teker çöküşünü izledi, birimiz bir köy masasında depremzedelerle sohbet ederken çayını devirdi; birimiz ateş başında bir elini yanındakine verip diğeriyle devrilmesin diye sobayı tuttu, ötekimiz İstanbul’dan Defne’ye gelirken neyle karşılaşacağını bilmeden haberlerde kayboldu.
İki yol vardı önümüzde; ya anın şokuyla kargaşanın karşısında paniğin yayılmasına müsaade edip gidişata seyirci kalacaktık ya da tümünü bizim örgütlediğimiz bir alanda daha önce yaşamadığımız bu afetin önünde en iyi bildiğimizi yapacak, hızlıca kontrolü ele alacaktık. İkincisine koyulduk canla başla; ağlayan çocukları sakinleştirdik, kriz yaşayanlara doktorlarla müdahale ettik, megafonla herkesi meydana çağırdık, güvenlik ekipleri oluşturarak tüm çadır ve alanların boşaltılmasını sağladık, giriş çıkışların kontrolünü aldık, hasarını inceleyerek tuvaleti düzenli kullanıma devam ettirdik, jeneratörden elektriği sağlayarak karanlığı deldik, patlayan su tankerini kaldırıp suyu temizledik, merkez dışında depreme yakalanan ortaklarımızın sağlığından emin olduk, brandaları orta alana çekerek başımızın üstüne bir çatı ördük, sobaları kurduk, çorba yapıp su ve battaniyeyle dağıttık, çadırları yeniden kurgulayarak herkes için orta alanda ve Defne Evi’nde yatacak yer sağlayıp nöbet sistemini yoğunlaştırarak devreye soktuk. Belki beynimizden önce başladı ellerimiz işe koyulmaya. Geceyi genelde dışarıda felaket tellalı kelimeleri yenmeye çalışarak geçirip başka bir sabaha uyandık sonra.
Başka bir sabahtı bu, nasıl yaptıklarımızın karşılığını an be an aldıysak bugüne değin, şimdiye dek kurduğumuz düzenin bir anda bozulmasını da yaşamış olduk, oturdu içimize. Zaten azalmış malzemelerimizin bir kısmı artık kullanılamayan depoda zarar görmüştü. İlçeye gelen yardımların bulunduğu lise kaymakamlık binasına verildiği için dağıtılamayan yardımlardan payımızı alamıyorduk. Çayına kadar erzakı biten, yatakhane ve mutfağı kullanılamayan merkezimizde; depremi bir daha yaşamış depremzedelerle depremi burada ilk kez yaşayan bizler başladık çalışmaya. Yatakhaneyi boşalttık, erzak kısmını kapattık. Mutfağı meydana taşıdık, yatacak yerleri yeniden ayarladık, depo için yine çadır kurup bir işleyiş sağladık. İstanbul’dan bugün gelen gönüllüler, ilk günlerde yaşadığımız yoktan var etmeyi bize benzer şekilde deneyimlediler aslında böylece. Ve asıl önemlisi, depremzedeler daha fazla el verdiler bugün bize. Aslında 15 günde kurduklarımıza nasıl bağlandığımızı hem biz hem onlar yaşayarak anladık; ve anladık hepimiz ki tüm bu bağlandıklarımız biz yapmazsak olmayacak, bir tek ellerimiz var güvenebileceğimiz ve yanımızdakiler var elimizi verebileceğimiz. Çadırlar birlikte kuruldu böylece, elektrik kabloları birlikte bağlandı, birlikte aş pişirildi bugün, tuvaletler temizlendi, çöpler toplandı. Hızlıca oturtmaya çalıştık gündeliği ve başardık da. Şebnem Hoca geldi TTB toplantısı alındı bir yandan, bir yandan devrimci kurumların koordinasyon toplantısı yapıldı, milletvekilleri ve sanatçılarla gezdik eskinin eteğinde inşa edilen yeniyi ve tek günde kurulabilen bu düzen onlara da gösterdi: Burası işliyor, burası yaşamı yeniden var ediyor.
Görevimiz bir kez daha belirdi önümüzde; mahalleliyle birlikte burayı daha işler kılmak, büyütmek ve yaygınlaştırmak; şehri bu örnek üzerinden yeniden inşa etmek için alanın özneleriyle birlikte kahvaltıda zeytin yerken de, tuvalet sırası beklerken de yaşamı örgütlemek ve örgütlenmek.
Kabul ediyoruz deprem sarstı hepimizi, 15 günün yorgunluk ve çekinceleri bir anda bütün olarak sırtımıza bindi; salt eksiden var etmeyi değil, vardan yokluğa dönmeyi de yaşayınca. Ama şimdiye dek okuduğumuz dizeleri yaşamın içinde oyulu bulunca anladık bir daha; her şey ne kadar basitmiş, bütün mesele yaşamı ilmek ilmek örmekmiş. Çıkış ne onda ne bende, sadece bizde, ellerimizdeymiş. Buna tutunacağız ve devam edeceğiz her saniye.