Bir yeni evren; onlara metaverse, bize matrix – Özgür Demirci

Tüketici insan, kendi seçimleri ile oluşturduğu bir dünyada, satın aldıkları ile birlikte benzersiz ve özel bir birey olduğunu varsayabilir. Ancak tüketicinin edindiği nesnelerin tamamı, onun önüne konulan her bir meta, üretimin toplumsal karakterini ortaya koymaktadır. İnsanın dış dünya ile kurduğu pratik ilişkiler, yani ihtiyaç görme ya da iş yapma biçimleri değişkendir, ancak yetmez, ihtiyaç görme ve iş yapma biçimleri gerçekte tarihsel ve toplumsaldır. Üretim aletleri, kendilerine uygun insan ilişkileri yaratır. Karasaban ile traktör farklı insan ilişkileri ister. Günümüzde ise kitlesel üretim ve kitlesel tüketim, insan ilişkileri üzerinde çok daha belirleyici hâle gelmiştir.

Tüketiciliği ile barışık, yasalara, özel mülkiyete saygılı, günceli, modayı takip eden insan kendi “özel hayatı” içerisinde dilediği gibi yaşadığını varsayabilir, ancak tüketici insan esas olarak üretimde, bölüşümde ve tüketimde belirlenen pozisyondadır.

Tuhaftır ki bir süre önceye kadar “özel hayat” olarak andığımız kavram, artık “konfor alanı” olarak anılmaya başlanmıştır. Yani tüketici insanı kendi yalıtık alanına sıkıştırıp, konforlu bir koltuğa oturtup, eline bir telefon ya da uzaktan kumanda bir şeyler tutuşturup burası senin özel alanın diyorlar.

Yerinden oynama, elindekini bırakma ve “Atıştır, eğlen, tekrar et.”

Tüketici insan, ne ölçüde kendini korunaklı ve huzurlu hissettiği ve diğer insanları, kendinden uzaklaştırarak yalnızlaştığı bu alanın sınırlarını korumaya çalışırsa, o ölçüde kendinden de uzaklaşıyor.

Yani konfor alanı denilen alan, tüketicinin aslında tam da en savunmasız ve kör noktada olduğu bir tecavüz alanıdır. Tüketicinin en fazla esir, bağımlı ve güdülebilir hâle geldiği alan burasıdır. Sizin konfor alanımdayım dediğiniz saatlere onlar “prime time” diyor. Akşam dizi seyrederken 45 dakikalık reklama maruz kalabilir, abur cubur içinde nefes alamaz hâle gelmiş ya da sosyal medyada birilerini linç eden bir trole dönüşmüş olarak bulabilirsiniz kendinizi.

Tüketici insan kendi üretkenliğini arttırmak için, örneğin yeni bir şey öğrenmek için hiç çaba sarf etmezken ya da doğrudan diğer insanlar için, herkes için karşılıksız ve yararlı bir şey yapmak için parmağını oynatmazken, bunları yapabilmek için kendini çok zayıf, güçsüz ve sürekli yorgun hissederken, aslında kendi hayatının ne kadar pasif ve değersiz olduğunu itiraf etmiş oluyor.

Tüketici insanın kendisinin dahi değiştirmek için zerre çaba sarf etmediği değersiz hayatı, sistem için neden her anı gözlenecek ve gözetlenecek ve kayıt edilecek kadar değerlidir?

Soru şu; kapitalizmin insan ile kurduğu ilişki, neden koyun ile kurduğu ilişkiden farklı olsun? Her iki ilişki de koşulsuz denetim üzerine kurulu değil midir?

Günümüzde çiftlik hayvanları, endüstriyel çiftliklerde, kablosuz etiketlerle uzaktan izlenerek gelişimleri, hastalıkları, kesime hazır hâle gelip gelmedikleri denetlenerek yetiştirilirler. Hatta domuz çiftliklerinde yalaklara yerleştirilen kameralarla, hayvanların akrabalık ilişkileri, sağlık durumları ve ruh hâllerinin izlenip, değerlendirmeye alınması üzerine çekilen belgeseller mevcut. Kontrol ve denetim üzerinden elde edilen verilerle birlikte, çiftlik sürekli yeniden organize edilmekte ve çiftliğin daha kârlı hâle gelmesinin koşulları oluşturulmaktadır. Mutlu ve tombul bir çiftlik hayvanının konfor alanı, işte böyle belirlenmektedir. Tüketici insanın, konfor standartları ve konfor alanı nasıl şekillenmektedir?

Mutlaka akılda tutmak gerekir: “İşçi sınıfı ya devrimcidir ve her şeydir. Ya değildir ve hiçbir şeydir.”

Her şeyi gören, duyan ve bunları amel defterine yazan bir tanrı fikri, hepimizin alışık olduğu bir fikirdir. Pekâlâ bu amel defterleri satışa çıkartılırsa ne olur?

Trump’ın başkan seçilmesinde Cambridge Analytica ve Facebook işbirliği, Asya ülkelerine konuşlanmış ve hedefledikleri WhatsApp yazışmalarının şifrelerini kıran Facebook ekipleri ya da FBI’ın kendine düzenli veri sağlayan platformların başına WhatsApp’ı koyması vb. kullanıcı verilerine tecavüz örneklerinin sıklıkla ifşa olmasının da etkisiyle, Facebook, Instagram ve WhatsApp grubunun adını META olarak değiştirdiği düşünülebilir. Ancak firmanın META ismini almasının sebebi bu değildir. Tersine izleme, denetim ve manipülasyon ile ilgili tartışmalarla vakit kaybetmekten kendileri de rahatsız görünüyorlar.

META grubu 2021 başında kullanıcılarına, kişisel WhatsApp verilerinin, Facebook tarafından işlenmesini onaylamaması durumunda, WhatsApp’ı kullanımının mümkün olmayacağını açıkladı. Anlaşılan topladıkları tüketici verilerini derlerken artık dolambaçlı yollarla vakit kaybetmek ve bunun için ayrıca kaynak ayırmak istemiyorlardı. Bunu artık yasal bir çerçeveye çekip, tüketicinin de onayını alarak, hızlı bir şekilde işlemek istiyorlar gibi görünüyordu.

Kendi amel defterlerinin satışa çıkması fikri, insanlara tiksindirici gelmiş olmalı ki, insanlar belki de ilk kez bu dayatma karşısında bir direnç sergilediler. Bu tepkinin sonunda WhatsApp uygulaması ufak geri adımlar atarken, Telegram bu işten kazançlı taraf olarak çıktı.

Bu tepkinin temel konusu kişisel bilgilerin güvenliği olarak ortaya çıkmıştır.

Bugüne kadar kullandığımız uygulamalar hakkımızda veri topluyordu, bunun gerekçesi ise bize daha iyi hizmet vermek olarak sunuluyordu. Hakkımızda toplanan verilerin ise üçüncü bir taraf ile paylaşılmayacağı söyleniyordu.

Aslında bir kapitalistin bizim verilerimizi mülk edindikten sonra bunu üçüncü bir tarafa bedava vermemesi, bu mülkün çalınmaması için önlem alması kadar doğal ne olabilir.

Bu mudur bilgi güvenliği? Bu veriler yani kendi yaşantımızın verileri, bizden sızdırılıp, kapitalistin mülkü hâline geldikten sonra, güvenlik denilen şey, ancak kapitalistin mülkünün güvenliğidir. Bu kavram tümüyle çöpe atılmalıdır.

Eğer toplumun “demokratik seçimleri” ölçülmek isteniyorsa, kullanıcının kişisel bilgisine değil, fikrine ihtiyaç var. Kişisel bilgileri toplama zahmetine girmesinler, bu kadar masraf etmesinler.

Elbette uygulamaların bu şekli, bir sosyal medya fenomeni çıkarmaz hatta fenomen olmanın önünde engeldir. Ancak zaten fikirlerin vb. sosyal medyada pazara, beğeniye sunulması gerçekten fikirlerin gelişimine katkı sunmakta mıdır? Bu da bir soru.

Diğer bir senaryoda, gerçekleştirilecek işlemin kişisel, yani işlemin yapısı gereği kişinin kendisi olduğunu ispatlaması gerekiyorsa, bu sefer de işlem sonucu dışında hiçbir veri kaydedilmez. Kişinin verileri derlenmez. Örneğin bir öğrencinin sınavda aldığı not ile, kütüphaneden kiraladığı kitap arasında ilişki kuracak bir yazılım geliştirilmez, bu zahmete girilmez, böyle bir masraf edilmez. Bu kadar basit.

İşte verinin mülk hâline getirilmesini engellerseniz, bir güvenlik sorunu da kalmaz ortada. Aslında çok daha basit ve maliyetsiz bir çözümdür bu.

Bilgi güvenliğinin sağlanmasını değil, bilginin mülk edinilmesine engel olmayı savunmakla yükümlüyüz. Sanırım WhatsApp’ı kaldırıp, Telegram’ı kurmaktan daha işe yarar bir çözüm olacaktır bu.

Aslında denetim ve kontrol sistemlerini işlevsiz hâle getirmenin ilk akla gelen yolunun, onları tüketmemek olduğu düşünülebilir. Ancak tüpten çıkan diş macunu gibi geri dönüşü olmayan bir süreçtir bu. Mevcut toplumsal ilişkiler, yeni bir toplumsal altüst oluşa kadar, geri dönülemeyecek şekilde yeniden örgütlenmektedir.

WhatsApp, Facebook vb. uygulamalar yaygınlaştıkça, insanların ilişki kurma biçimi değişiyor, yüz yüze ilişki kurma biçimi tasfiye olurken, sosyal medyada imal edilmiş kimlikler üzerinden sosyalleşme yaygınlaşıyordu. Diğer yandan insanların güvene dayalı olarak birbirinden borç istemesinin yerini bankadan kredi çekmeye dönüştüğü bir süreç işliyordu. Tesadüfen sokakta karşılaşılan bir insanla tanışmak korku ve tehdit unsuru iken, sosyal medyada tanışmak daha steril bir sosyalleşme sağlıyordu. Elbette işin başında trol ve linç kavramları çok uzak gözüküyordu.

Tinder gibi arkadaşlık ve sevgili uygulamaları, kendilerini en net ortaya koyan taraf olarak öne çıkıyordu. Eğer kullanıcı hayatı ile ilgili her detayı içerecek şekilde bütün bilgileri paylaşırsa, ona hemen yeni bir sevgili vaat ediliyordu.

Uygulamalar yaygınlaştıkça, vazgeçilmez oluyor ve bizim hakkımızda her şeyi bilmeleri ve kayıt altına alıyor olmaları ise uygulamanın başlıca şartı oluyordu. Böylelikle insanların, aslında hiç de gerekli olmayan bu uygulamaları, yaşamlarına ya da birbirleriyle kurdukları ilişkilerin içine dahil etmeleri ile üçüncü taraflarca denetlenebilir, kontrol altına alınabilir ve yönlendirilebilir olmalarını sağlıyordu.

Yasalara ve özel mülkiyete saygılı vatandaşın kişisel verilerini paylaşmakla ilgili nasıl bir sorunu olabilirdi ki? Kimseden saklayacak, yasa dışı bir işi, bir faaliyet yok sonuçta. Böylece insanlar sosyal medya üzerinden ilişki kurabilmek için, hastaneden randevu alabilmek için, maaşını çekebilmek için, bütün hayatını açık bırakmaya söz vermek durumundaydı. Dışarıdan görünen şey ise kafa konfor alanına gömülü, ama vücudun tamamı açık kalan devekuşuna benziyordu.

Google, YouTube grubunun ya da Facebook, WhatsApp ve Instagram grubunun yönetim kurulu üyelerinin ya da devlet bakanlarının, devlet memurlarının 24 saatini izlemek istesem, yanlış bir şey istemiş olur muyum? Onlar da bizim gibi saygın vatandaşlar değil mi? Yoksa saklayacak bir şeyleri mi var? Bunları ifşa eden, hacker gruplarına karşı, bu derece saldırganlaşmaya, örneğin, Julian Assange’ın hayatını kâbusa çevirmeye neden gerek duyuyorlar ki?

Devlet sırrı, ticari sır, teknolojik sır, egemenlerin saklayacak şeyi ne kadar çok, ancak bizler olduğu gibi açıkta kalmalıyız öyle mi?

Yapay zekâ, ancak çok büyük miktarda veri ile beslendiğinde, gerçeğe yakın sonuçlar üretebilmektedir. Selfie çubuğu ne işe yarar? Bir insanın aynaya bakmak yerine kendi yüz fotoğrafını çekmesi ilk başta çok saçma gelse de biliyoruz ki, herkes bu modaya hızlıca uyum sağladı. Ve bir şey sosyal medyada yeterince tekrarlandığında, trend hâline geliyor ve yapmayan dışında kalıyor. Selfie modası artık eskisi kadar güncel değil, sebebi ise çok açık. Yüz tanıma sistemleri ulaştığı milyarlarca selfie örneği sayesinde nerede ise mükemmel hâle gelmiş ve böylelikle selfie modasına ihtiyaç kalmamıştır. Selfiesini oradan oraya atan heyecanlı sosyal medya kullanıcılarının bundan haberi olmayabilir, o sebeple biz söylemiş olalım.

Kontrol ve denetim sistemleri, herkesin hayatından aldığı örneklerle mükemmelleşerek, toplumun tamamı üzerinde hâkimiyet sağlamanın olanaklarını sunuyor. Aslında kendi kişisel verisini sunmaktan çekinmeyen kişi, aynı grev kırıcı gibi, aynı muhbir gibi kendi içinde yaşadığı toplumun kemirgeni durumuna düşüyor.

Sonuçta siz her ne kadar kendinizi konfor alanınızda korunaklı ve rahat hissetseniz de kişisel bilgi hiç de kişisel değildir. Tüketici insan, aynaya bakıp, kendine bir değer biçemese de, o profildeki bir tüketicinin elindeki telefonu nasıl yenileyebileceği ya da nasıl daha fazla tüketebileceği ya da kişinin nasıl daha bağımlı kılınacağı kapitalist emperyalizm için değerli bir bilgidir. Evet bu değer vermek ise, sağladığı veri kadar değeri vardır tüketici insanın, yani bir deneydeki denek kadar değerlidir.

Daha fazla ürün satmak, daha fazla denetim sağlamak daha fazla manipüle etmek için, sizin önemsiz gördüğünüz o kişisel hayatınızın detayları peşindedirler.

Tekrar etmeden geçmeyelim. Eğer kullandığınız yazılım ticari bir yazılım ise ve size ücretsiz veriliyorsa, ortada mutlaka alınan, satılan bir şey olmalıdır. Yoksa tekeller neden bu işe yatırım yapsın? İşte o tekellere göre alınan, satılan mal, siz oluyorsunuz.

İşçi sınıfı ya devrimcidir ve her şeydir ya değildir ve hiçbir şeydir.

Yukarıda “Tüketici insanın, konfor standartları ve konfor alanı nasıl şekillenmektedir?” diye sormuştuk. Burada işçi sınıfının tarihsel rolünü tartışmaya açmayacaksak, hiçbir şey olmanın üzerine konuşmamız gerekecek.

Gerçekte tüketici insanın hayatı, tekelci kârın sürekliliğine eklemlenmiş ve her alanı kuşatılmış durumda, kendini tekrar ederek tükenen bir süreçtir.

Bu eklemlenme ve kuşatma üzerine, ideolojik, politik, teknolojik, ekonomik, düpedüz meta zoru pek çok mekanizmadan söz edebiliriz. Ancak bu kez bunların üzerine eklemek istediğimiz şey bağımlılık mekaniği olacaktır.

Bağımlılık ile zorunluluk arasında bir fark vardır. Örneğin insan, oksijene zorunlu olarak ihtiyaç duyar ve oksijen olmadan varlığını sürdüremez. İşte burada aslında bir bağımlılık ilişkisinden değil bir zorunluluk ilişkisinden söz ediyoruz.

Ancak bağımlılık nesnel olarak zorunlu olmayan bir ilişkidir. Diğer yandan bağımlılığı esas tanımlayan şey bağımlı olunan şeye karşı geliştirilen toleranstır.

Toleransı bağımlı olunan şeye karşı giderek gelişen duyarsızlaşma olarak tanımlayabiliriz. Bağımlılığın yarattığı her yoksunluk hissinin bastırılması, gelişen tolerans sebebi ile eskisine göre daha yüksek miktarda doz alımı ile bastırılabilir hâle gelmektedir.

Marksist bilgi teorisine göre yüksek düzeyde örgütlenmiş madde olarak tanımlanan beyin, dış dünyayı tarif ederken mevcut duyu organlarını kullanır. Böylece dış dünya, bu duyular sayesinde beyinde yeniden resmedilir. Ve bilinç bu dış dünyanın, beyin tarafından yansıtılması olarak ortaya çıkar. Ancak vücudun biraz daha içine bakacak olursak, beyin, sinir sistemi ve diğer organik sistemler kendi aralarında nasıl haberleşmektedir diye sorabiliriz. Bugün bilebildiğimiz kadarıyla bu haberleşme büyük ölçüde hormonlar üzerinden sağlanıyor.

Doydum, açım, neşeliyim, mutsuzum, aşığım vb. duygu hâllerinin hormon kombinasyonları olarak maddi bir karşılığı vardır. Ancak vücutta hormon salgılanması yetmiyor aynı zamanda bu hormonun algılanması meselesi var. İşte bu algılamadaki bir körelme, duyarsızlaşma tam olarak tolerans adı verdiğimiz şeyin kendisi oluyor. Bu körelme sadece duygusal bir körelme değildir bu körelme hâlinin vücutta, beyinde maddi bir karşılığı vardır. Örneğin eroin bağımlılarının beyinlerinde mantıksal muhakeme yapan ön beyin (pre frontal cortex) kısmının tahribata uğradığı görülüyor. Bu hasar beyin röntgenlerinde kendini açıkça ortaya koyabiliyor. Her bağımlılık, görsel olarak kendini bu derecede ölçülebilir olarak ortaya koymasa da, her bağımlılığın, hormonları algılayan reseptörlerin (alıcı, algılayıcı) körelmesi gibi bir maddi karşılığı vardır. Kendine alkolik teşhisi konmuş ve alkol alımını durdurmuş olan bağımlılar, kendilerini “alkolü bıraktım” şeklinde tanımlamazlar, şu kadar yıldır, bu kadar aydır içmiyorum derler. Bunun sebebi alkolizmin vücutta bir karşılığı olmasıdır. Burada söz ettiğimiz şey alkolün vücuda verdiği tahribat ile sınırlı değildir, özel olarak alkolün vücut tarafından algılanma mekanizmasının değişmesinden söz ediyoruz. Bir alkol bağımlısının, arkadaşı ile karşılıklı içtiği bir biranın, her ikisi üzerinde artık tamamen farklı sonuçlar üretecek olmasıdır anlatmak istediğimiz. Alkol bağımlısı olmayan kişi için bir bira hafif bir keyif iken, alkolik kişi için kendi bağımlılığı ölçüsünde, litrelerle ölçülecek bir alkol alımının başlangıcı anlamına gelmektedir. Vücut geliştirdiği toleransları unutmuyor çünkü bu toleransın maddi bir karşılığı vardır. Bu sebep ile tek bir sigara, tek bir kadeh ara verilen bağımlılığın yeniden su üstüne çıkmasına sebep olmaktadır.

Alkolizm, narkotik bağımlılıklar hatta sigara, kendi bağımlılarının itibarsızlaştırılması ve ötekileştirilmesi ile, yani hep başkasının başına gelen ve zaten o başkasının da bu işe meyilli olduğu önermesi ile birlikte muazzam bir pazarın gözden gizlenmesi mümkün kılınıyor olabilir.

Ama şeker hastalığı olarak bilinen Diabetes Mellitus (şekerli sidik) gerçekte bir hastalık değil bir bağımlılıktır. Tip-2 diyabet vücudun insülin salgılamasında bir eksiklik değil, vücudun insülini algılamasında bir körelmedir.

Vücut gıda alımının hemen sonrasında, insülin salgılar. İnsülin temel olarak sindirim sonrasında ortaya çıkan şekeri hücrelere ve kaslara ileterek, onları besleme işlevini üstlenir. Normal bir vücutta bu şeker (glikoz) enerjiye çevrilerek günlük yaşamın devamını sağlar ve vücut ihtiyaç duymadığı kadarını yağ olarak depolar.

Avcı toplayıcı toplumda insanların, bugünkü gibi üç öğün yemediği çok açıktır. Gerçekte günlerce aç kalma durumu ise bugünden baktığımızda çok mümkün gözüküyor. İnsan vücudunun 4 gün boyunca hiçbir gıda almaması durumunda dahi bir gram yararlı doku kaybına uğramadığı biliniyor. Hatta vücut belirli bir süre açlığın ardından, kendi bünyesindeki hastalıklı, ölü hücreleri yiyerek, kendini yeniliyor, tazeliyor ve onarıyor.

Vücudun beslenme düzeni, hem avcı toplayıcıdan anlayabileceğiniz gibi hem de bugün herhangi bir sokak hayvanında da gözlemleyebileceğiniz üzere, oldukça seyrek yenilen öğünlerden oluşuyor.

Bunun tersi durumda yani sürekli atıştırma hâlinde, vücut her seferinde yeniden insülin salgılıyor ve bir süre sonra insüline karşı duyarsızlaşma kaçınılmaz oluyor. Bunun sakıncası nedir? Vücut insüline karşı duyarsızlaştığında, kandaki şekerin kas ve hücreler tarafından emilimi gerçekleşmiyor. Yani vücut beslenemiyor ve sürekli yaşanan açlık hissine rağmen, tüketilemeyen şeker vücutta yağ olarak depolanıyor. Yani sıradan bir Tip-2 diyabet hastası sürekli yükselen ve hızlıca düşen kan şekeri sebebi ile sürekli aç dolaşırken aynı zamanda sürekli daha fazla yağlanan bir vücuda sahip oluyor. Yağ olarak depolanamayan kısım da idrar ile birlikte vücuttan atılıyor. Bu sebeple bu bağımlılığın bilimsel adı şekerli sidik olarak geçiyor. Bunu kontrol altına almanın yolu ise vücuda her gün ve giderek artan dozajda insülin vermekten geçiyor.

Bu kadar “az ye, sık ye”, “öğün atlama”, “ara öğün sağlıklıdır”, “sağlıklı atıştırmalık”, “hayatın hızına ayak uydur” vb. safsataya göre ne kadar ters gözükse de, insan olarak çok az öğün tüketecek şekilde evrimleşmiş durumdayız. Ve mısır gevreğinden ciklete, cipsten coca-cola’ya, bünyemiz sürekli çöplük atıştırma bombardımanı altında kalıyor. Bu sebeple ne şeker hastalığı ne de obezite bir hastalık değil, kapitalist emperyalizmin insanı çürüterek bağımlı hâle getirmesinin bir örneğidir.

Bağımlılık istikrarlı artan tüketimin yoludur. Çünkü bağımlı kişi artık alacağı fazladan bir şey için değil, hayatını bağımlı olmayan normal bir kişi gibi devam ettirebilmek için, yoksunluk hislerini bastırmak için bağımlı olduğu şeye ihtiyaç duymaktadır.

Sosyal medya bağımlılığını ele alacak olursak, aynı şeker hastalığında abur cuburda olduğu gibi kişi, olağan hayat akışı içinde asla karşılaşamayacağı oranda övgüye ve yergiye maruz kalır. Bu durumda yukarıdaki örnekte verdiğimiz insülin hormonunun yerini bu sefer dopamin, mutluluk hormonu alır. Artık “bir iş yapmış olmanın saadeti”, parıldayan güneş, deniz kokusu, güzel bir kuş sesi, birine yardım etmiş olmak, özlediğin birini görmek vb. artık bir şey ifade etmez, insanı kesmez olur. Daha fazlası için sokakta beslenen köpek, yenilen yemek, gidilen mekân vb. kameraya çekilerek, sosyal medyaya atılır ve like beklenir. Sürekli ve daha çok arzulanan beğenilme beklentisi ise kendine güven kaybı ve değersizlik duygusu, dikkat bozukluğu, anlamlı bir iş üzerinde gerekli süre çalışamama, nesne ve süreçler arasında ilişki kuramama, utanma, öfke, sevgi, acıyı paylaşma vb. gerçek duygulara karşı hissizleşme gibi sonuçlar doğuruyor.

Tekelcilik hâkimiyet ve şiddettir, yüksek düzeyde bağımlılık geliştirir.

Selfie modası nasıl yüz tanıma sistemleri için veri kaynağı olarak yaygınlaştırıldı ve insanlar buna eklemlendi ise, bize teknolojik yenilik olarak sunulan her gelişmeyi bu çerçeveden değerlendirmek doğru olacaktır.

Facebook, Instagram, WhatsApp grubunun artık META ismini aldığını ama bunun yıpranan imajını tazelemek ile bir bağı olmadığını yukarıda belirtmiştik. Burada META kapitalizmin temeli olan meta değil, metafizikte olduğu gibi, “ötesi” anlamında kullanılan metadır. Metaverse meta universe’ün birleşimi olarak, evren ötesi olarak kullanılmaktadır. İşte trilyon dolarlık şirketin isim değişikliği, metaverse’ün META’sına sahip çıkmak ve pazar hâkimiyetinde bir adım öne geçmek için değiştirilmiştir.

Tam olarak şekillenmesi için 10-15 yıla ihtiyacı olan metaverse’ü kısıca özetlemek gerekirse, bugünden başlayarak inşa edilen sanal bir evren ve insanların bu evren içerisinde, sanal karakteri ile yer alıyor olmasıdır. Biyolojik sensörler ve sanal gerçeklik ürünleri ile doğrudan bağlı olunan bu sanal karakter (avatar) sizin hareketlerinizi tekrar ediyorken, siz de metaverse içinde onunla aynı şeyleri görecek ve hissediyor olacaksınız. Böylece kullanıcı bu sanal evren içinde yaşadığı deneyimleri, sanal gerçeklik desteği ile bir ölçüde duyular yoluyla hissediyor olacaktır. Bu da eğer Mars gezegeninde bir arazi aracı ile ralli yapıp, üzerine de bir Mars kurabiyesi yemek isterseniz, parayı bastırıp buna yakın bir şeyleri, üç aşağı, beş yukarı yapabileceğiniz anlamına geliyor. Ya da o kadar para yoksa, şimdi yaptığınız gibi, iş yerinden arkadaşlarla daha gerçekçi bir ortamda PUBG atabilirsiniz.

Diğer yandan bu evrende kullanıcı hem inşatçı hem de tüketici olarak yer alıyor olacaktır. Örneğin bu evrende cep telefonu satan bir kişi olabilirsiniz. “İnsan sanal bir evrende neden cep telefonu kullansın” diye sorabilirsiniz, ancak ben de size neden gerçek hayatta kullandığınızı sorarım. Evet gerçek hayatta son model bir cep telefonu kullanıyor olmanız yetmez, sanal karakterinizin de itibarı için iyi bir cep telefonuna ihtiyacı olacaktır. Üstelik sanal evrende üretilen metalar, gerçek hayattaki gibi yıpranmayacağı için, metaların moral yıpranması, gözden düşmesi, çok hızlı olacaktır diye düşünüyorum.

Peki bu evrene girerken para nasıl ödenecek ve orada kazanılan para nasıl dışarı alınacak? Diğer yandan ben orada bir ceket aldığımda bunun 20 yarda keten bezi değerinde olduğunu nasıl bileceğim? Yani sanal bir ceketin bir değeri nasıl olacak, nasıl ölçülecek?

Kripto paraların geliştirildiği blok zincir teknolojisi, hem sanal metaların üretilmesinde hem de ödemesinde gerekli alt yapıyı sağlayacak gibi gözüküyor. Üretilen metanın tek ve benzersiz olması NFT denilen teknoloji ile sağlanıyor. Kripto madenciliği sırasında nasıl gerçekten de elektrik enerjisi ve bir miktar da insan emeği harcanıyorsa, aynı şey NFT için de geçerlidir. NFT’yi taklit edilmesi ya da kırılması neredeyse imkânsız dijital bir imza gibi düşünebiliriz. Örneğin geçtiğimiz günlerde Twitter’ın kurucusu Jack Dorsey tarafından atılan tarihin ilk tweeti yaklaşık 2.5 milyon dolara satılmıştır. Bu tweet NFT olarak damgalanmış ve benzersiz hâle gelmiştir. Diğer yandan bugünlerde insanlar, Metaverse içinde yer alan Sandbox adı verilen sanal bir adada, “buralar çok değerlenecek” diyerek NFT araziler kapamaya çalışıyorlar. Diğer yandan META grubu dahil pek çok yatırımcı metaverse’te kullanmak üzere kendi kripto parasını çıkarmış durumdadır.

Aklı başında her insan gibi, bunların bizimle ne alakası var diye sorulmalıdır.

2008 krizi sıradan bir finansal kriz olmanın çok ötesindedir. 1980’ler ile başlayan neoliberalizm döneminin son kullanma tarihi 2008’de dolmuş gibidir. Aslında 2008 öncesinde de kapitalist emperyalizmin ne yaptığını bildiğini söylemek abartı olur, ama 2008 sonrasında ne yaptıklarını asla bilmediklerini kesindir. Finansallaşma ve uluslararasılaşma öyle bir noktaya gelmiş, sistem öyle karmaşıklaşmıştır ki çare diye ortaya konulan şeyin sonuçlarını ve nereleri etkileyeceğini tahmin etmek dahi imkânsız hâle gelmiştir. Tek yaptıkları “batırılamayacak kadar büyüklerin” batmaması için onlara her seferinde daha fazla kaynak akıtmak olmuştur.

Sermaye birikiminin geldiği aşamada aşırı üretim ve kâr oranlarının düşme eğilimi ile aynı anda yürüyor. Gerçekte aşırı üretim krizi ile kâr oranlarının düşme eğilimi aynı anda gerçekleştiğinde sistem üzerinde yıkıcı etkileri olur. Ancak her krizi daha büyüğünü çağırırcasına yeniden ötelemeyi tercih ediyorlar.

Sermaye her zaman daha kârlı alanlara akacaktır. Dolayısı ile sermaye yeniden ve yeniden finansal alana kayacak, ama finansallaşma her zaman daha büyük çaplı yeni krizleri olgunlaştıracaktır.

Sermaye finansal alana kayarken peşinden işçi sınıfını da sürüklemektedir. Sürekli ve daha büyük kriz tehdidi ile geleceğe dair belirsizlikler ile, işçi sınıfını hem elindekini koruma kaygısı hem de daha yüksek gelir beklentileri ile, ancak bunlara göre çok daha etkili olan işsizlik ve geleceksizlik tehdidi ile finansal alana çekilmektedir.

İşçi sınıfının finans ile imtihanında durumu özetlemeye çalışınca, çıkan manzara şunları anlatıyor.

Burjuvazi diyor ki bize: “Bu gördüğün yolları, arabaları, uçakları, elinde tuttuğun ne varsa, hepsini sana yaptıracağım, ama hepsinin sahibi ben olacağım. Seni sömürüp, tüketeceğim ama yarın yeniden her şeyi baştan yapabilmen için hızlıca ölmene izin vermeyeceğim. Kendini tekrar edecek kadar gelirin olacak.”

Sonra devam ediyor konuşmaya burjuvazi: “Sen arkadaşlarınla sohbet edip, kendi demlediğin çayı mı içiyorsun? Üzerindeki kazaktan belli ne kadar zavallı olduğun, o kazağı kim ördü? Belli ki sen bir şeyleri tüketmeyi bile beceremeyecek kadar zavallısın. Sen bu tüketim olayından hiç anlamıyorsun. Tüketim yani neyin iyi, neyin kötü olduğu sana bırakılamayacak kadar önemli. Bunu çok iyi biliyorum, çünkü seni 24 saat izliyorum.

“Seni tedavi edeceğiz ve tüketmediğin sürece mutsuz, başarısız ve değersiz hissetmeni sağlayacağız. Sana bağımlılıklar kazandırarak, bambaşka bir insan olmanı sağlayacağız.”

Ve burjuvazi devam edecek: “Artık kendini yeterince yalnız, tükenmiş ve başarısız hissettiğine göre seninle daha açık konuşabiliriz. Senin yaptığın iş ile de, kazandığın parayla da, aldığın o dandik telefon ile de senden hiçbir şey olmaz. Zaten artık iş dünyasının geleneksel kalıpları zorlanıyor, her şeyin merkezine internet ve mobil bir dünya oturuyor. Birinin yanında köle gibi çalışacağına, kendini yenile. YouTube’da fenomen olamıyorsan, TikTok var. Hiçbiri yoksa Bitcoin var. Belki şans güler 1 koyup, 1000 alırsın. Doğru alt coini bulabilirsen neden olmasın? Ya da sana vereceğimiz tüyolar ile yapacağın türev işlemler sayesinde bu sefil hayatını değiştirebilirsin.”

“Elinde son kalanı, kaldıraçlı bir işlemde kaybedecek olursan, yani bir ‘Balina’ tarafından öğütülecek olursan, zaten sonu belli bir tükenme hikâyesini, hızlıca ileri sarmış oluruz” diyeceklerdir. Bizim söyleyecek olduğumuz biraz daha farklı; “Evet Kaldıraç dünyayı değiştirebilir ama bu konuyu sen tamamen yanlış anlamışsın.”

Kripto para borsaları düşünüldüğünde dünyanın, lüks bir casino, kumarhane değil de, büyük bir ganyan ya da iddia bayisine benzediğini söyleyebiliriz. Gerçekten de işçi sınıfının elinde kalan ne varsa, hepsini almanın yoludur bu borsalar. Yanılmıyorsam, kripto piyasalarından toplam oyuncuların yalnızca %8’i kazanç elde edebilmektedir.

Kapitalist-emperyalizm kendi krizlerini savaş çıkartarak ve yeni sömürgeler işgal ederek aşar. İşte bu yeni sömürge, biriken sermayenin akacağı yeni alan, metaverse olacaktır. Bilgi teknolojilerinin kitlesel pazara dahil oluşu ve bu teknolojiye sahip ürünlerin moral yıpranmasının çok hızlı oluşu, nasıl kapitalizme nefes aldırdıysa, bu kez aynı şeyi metaverse’ten bekliyorlar. Hem de altına hücum naraları altında, bir vahşi batı kasabası kurar gibi bekliyorlar.

Metaverse’ün bizden istediği ise içine girip eğlenmemiz, para kazanmamız, para harcamamız olacak. Sonra metaverse’e girdiğin anda artık dünya vatandaşı olacaksın, öyle vizeydi, pasaporttu ihtiyaç yok. Gerçek dünyanın hiçbir can sıkıcı, iç karartıcı tarafı burada yok. İstediğin kadar güzel, istediğin kadar atletik olabilirsin. Tatsız yaş sınırlama prosedürlerinden kurtulabilir ya da ihtiyarlığını sırtından atabilirsin. Tüketiminin önünde duracak hiçbir güç olmayacak. Bu kadar mükemmel bir yer ancak matrix olabilir.

Gerçekten tam bir teslim oluştan söz etmek mümkün. Sanal gerçeklik ve biyolojik bağlanma olmadan, bugünden bu ölçüde bağımlı hâle getirilmiş tüketici, matrix’te eğleniyorsa, gerçek hayatta çalışma arkadaşı iş kazası geçirse ne olur? Gerçek hayatta işsiz ama metaverse’te para kazanıyorsa sorun eder mi? Gözü önünde cinayet işlense, taciz yaşansa neyi umursar? Bütün acılarını dindirmesinin tek yolu matrix’e daha hızlı girmek ve belki hiç çıkmamak olacak. Sürekli sarhoş ve kafası içinde hayaller, sanrılar gören bir insan, size ne ifade ediyorsa, metaverse içindeki tüketicinin gerçek hayattaki karşılığı o olacaktır. Dolayısı ile tüketici insana, gerçek ile yüzleşilen, sahici yaşamlar yerine, fantastik sanal yaşamlar seçeneği verilmektedir.

Kapitalist emperyalistler için metaverse’ün anlamı yeni bir sömürge ancak işçi sınıfı için, tüm bağımlılıkların bu kez biyolojik verileri de içerecek şekilde yeniden örgütlenmiş olduğu bir evren olacaktır. Onların çağrıyı bir masal ülkesine yapıyor olması bir şey değiştirmez, çağrıldığımız yer bir koyu karanlık matrix evrenidir. Peki bu durumda matrix’e girerken kırmızı hapı mı, mavi hapı mı seçeceksiniz?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz