Biraz hayal biraz itiraf işte OVP

AKP yönetimi ve ardından gelen tek adam rejiminin ülkeyi içine düşürdüğü ekonomik krizden nasıl çıkaracağı sorusuna yanıt vermek amacı ile hazırlanan orta vadeli program (yazının bundan sonraki bölümünde OVP olarak tanımlanacak) 6 Eylül 2023 tarihinde kamuoyuna açıklandı. İktidara geldiği günden bu yana sadece küresel finans aktörlerinin ve onun ülkedeki işbirlikçileri olan figüranların çıkarlarını korumayı görev edinmiş olan siyasi iktidar odağının hazırlayacağı programdan halk yığınlarının yararına herhangi bir hamle beklemenin “abesle iştigal” anlamını taşıyacağını bildiğimden pek de önemsememiştim bu işi. Yine de açıklanan metne bir göz atmadan edemedim. Program hakkındaki görüşlerimi Kaldıraç okuyucuları ile paylaşmam gerektiğini düşündüğüm için biraz da derinlemesine incelemeye karar verdim ilk göz atma sonrasında.

Her şeyden önce açıklanan metnin bir programdan daha çok plan olduğunu ifade ederek başlamak gerek söze. Genel kabul görmüş tanıma göre plan, bir işin gerçekleşmesi için tasarlanan genel düzendir. Program ise bu planın nasıl gerçekleştirileceği ile ilgili detaylı yöntemleri ve adımları içeren bir bütündür.

Bu tanıma  göre program, bir planın nasıl, hangi yöntem ve algoritmayla gerçekleştirileceğini içerecek ayrıntıları içermelidir.

Kamuoyuna açıklanmış olan metin bu temel gerçeği dikkate almaksızın hazırlanmış bir hedefler bütününü içermekte. Misal; üç yıllık dönem sonunda enflasyonun tek haneli rakamlara indirileceği hedeflenmiş. Peki neyi nasıl yaparak bu hedefe ulaşılacak, sorusunun yanıtı, bir başka anlatımla hedefe ulaştıracak yol haritası yok açıklanan metinde.

Keza yabancı paralar için belirlenen hedeflere nasıl ulaşılacağına dair bir yol haritası da bulmak olası değil açıklanan metinde. Tabii ne yapacaklarını bilmediklerinden değil bu durum. Yapacaklarını açıklayıp yığınların tepkisini almaktan çekindikleri için böyle bir yol izlenmiş.

Başlangıçtaki örneğimize dönelim yine. Enflasyonla mücadele için ne yapacaklarını biliyor ve uyguluyorlar. Kredi kartlarına ve ihtiyaç kredilerine getirilmiş olan kısıtlama bunun canlı örneği. Emekli maaşlarına yaptıkları sembolik zam ve memurlar ile gerçekleştirmiş oldukları toplu iş sözleşmesi sonucu vermeye razı oldukları ücret artışı nasıl bir politika izleyerek enflasyonla mücadele edeceklerini açıkça göstermekte. Maaş ve ücretler üzerine baskı uygulayıp çalışan kesimin gelirlerini azaltarak ürün ve hizmetlere olan talebin kısılmasını sağlama hedefini kestirmişler gözlerine. Talebin azalması hâlinde fiyat artışlarının duracağını böylece enflasyonun kontrol altına alınacağını düşünüyorlar. Peki haklılar mı? HAYIR.

Ekonomi fakültelerinin birinci sınıfında “İktisada Giriş” dersini almış gençlerin bile görebilecekleri gibi ülkedeki enflasyon talep fazlalığı sonucu arzın talebi karşılayamaması nedeni ile oluşmuyor. Yani talep enflasyonu değil burada söz konusu olan. Üretimde kullanılan ithal girdilerin, ithal enerjinin ve dağıtımın en önemli bileşeni olan akaryakıtın önlenemeyen fiyat artışları enflasyonun nedeni. Üretim maliyeti arttıkça fiyatlar da artıyor. Yani maliyet enflasyonu var Türkiye’de. Üretim maliyetini düşüremediğin takdirde fiyatlar artmaya devam eder bu durumda. O hâlde enflasyonun kontrol altına alınabilmesi için maliyet artışını önlemek gerek. Hâl böyle iken talebi kısarak enflasyonun düşmesini beklemek enfeksiyon hastasına aspirin vererek iyileşmesini ummak kadar anlamlı olur sadece.

Peki ne olur bu durumda? Ücret geliri elde ederek yaşamlarını sürdüren yığınların gelirleri ve harcama olanakları baskı altına alındığı için talep düşer ancak fiyatlar artmaya devam eder. Piyasalar durgunlaşır. Bu durumun kaçınılmaz sonu ise stagflasyondur (enflasyon ve durgunluğun aynı anda yaşanma hâli). Bir ülke ekonomisi için en büyük felaket. Gerçekleştirdiği ürün ve hizmetlere talep bulamayan üretici piyasadan çekilir. İş yerleri kapanır ve işsizlik artar. İlan edilen program bu durumun habercisi adeta.[1]

Program bir açıdan da itirafname niteliğinde. Dönem sonunda hedeflenen enflasyon oranını bir yana bırakacak olursak kısa vadede enflasyonu düşüremeyeceklerini ilan etmişler. 2023 yılı sonu için öngörülen enflasyon oranı %65. Oysa daha dokuz ay önce Ocak 2023’te bu yılın enflasyonu %24,5 olarak tahmin edilmişti. Aradaki büyük fark izlenmiş olan politikaların başarıya ulaşamadığının açıkça itirafıdır kanaatime göre.

Sadece enflasyon değil istihdam politikalarında da bir itiraf var. Bu yıl ve gelecek yıl işsizliğin artacağı itiraf edilmiş (2023 için %10,1, 2024 için %10,3), rakamlar gerçeği yansıtmaktan uzak gerçi ama bu pek önemli değil. Önemli olan önümüzdeki yılın sonuna kadar işsizliğin artacağının itiraf edilmesi. Enflasyonla mücadele için izlenmekte olan yöntemden söz ederken açıkladığım durumun kabulü anlamına da geliyor bu. 2025 yılından itibaren işsizlik düşecekmiş. Peki nasıl? Bu soruya ileride yanıt vereceğim.

Bir başka itiraf ise yabancı paraların TL karşısında değer kazanmasının önüne geçemeyecekleri hususunda. 2026 yılında USD 47,79 olarak tahmin edilmiş. Hedefe ulaşıp ulaşamayacakları tartışma konusu değil şimdilik. Bana kalırsa öngörülenden daha yüksek olacak USD 2026’da

Ancak önemli olan yabancı paraların TL karşısında değer kazanmaya devam edeceğinin kabulü.

Bu arada bütçe açıkları da devam edecek. Önümüzdeki yıl 2,65 trilyon olacağı öngörülüyor 2026’da ise 1,82’ye ineceği düşünülmekte. Yine rakamlara takılmaksızın değerlendirelim olayı (rakamlara takılmaksızın diyorum çünkü hedeflenen rakamları gerçekçi bulmamaktayım). Kamu çalışanlarının ücretlerine ancak (resmî) enflasyon oranında zam yaparken bütçe açığının önüne geçilememesi, kamunun ücret dışı giderlerinde kısıntı olmayacağı anlamına gelir. Bir başka anlatımla ürün ve hizmet alımları devam edecek ve elbette müteahhitlerin cepleri doldurulacak. Bütçe açığı ile ilgili öngörüler bunun itirafı değil de nedir?

Bir de vergi gelirleri konusu var bu arada önümüzdeki üç yıl zarfında %166 artacak vergi gelirleri. Aynı dönemde şirketlerin beyan edecekleri vergi matrahları ile ücret geliri ile yaşayanların gelirleri bu oranda artmayacağına göre gelir vergisi ve kurumlar vergisi değil beklentileri. Peki ne? Elbette dolaylı vergiler. Bu durumu “verginin tabana yayılması” ifadesi  ile formüle etmişler. Ben tercüme edeyim; akaryakıttan doğalgaza, sigaradan alkollü içeceklere, telefon görüşmelerinden internet kullanımına pek çok kalemde yeni zamlar yapılacağının itirafıdır bu vergi beklentisi.

İtirafname kısmı bu kadar. İşin bir de hayal boyutu var. Şimdi oralara gelelim:

Hemen şu USD tahmini ile enflasyon arasındaki ilişkiden söz ederek başlayalım işe. Önümüzdeki üç yıl içerisinde USD kurunun %76 oranında artacağını tahmin ederken aynı dönemde enflasyonun tek rakamlı bir orana (öngörülen oran %8,5) nasıl düşürüleceği gerçek bir merak konusu benim için. Bunun gerçekleşmesi için sihirli bir değneğe gereksinme var. O değnek de mevcut değil maalesef. Devam edelim, sırada ihracat ve turizm gelirleri hedefi var. İhracat ile başlayalım işe. Güncel ihracatı TÜİK rakamlarına göre 253,5 milyar USD, 2026 için 300 milyar öngörülüyor. Ulaşılabilir bir hedef gibi duruyor ilk bakışta. Ama ah şu kur farkı olmasa! Güncel kurdan hesaplanırsa ulaşılabilir gibi görülen bu hedefin 2026 yılında öngörülen USD kuru dikkate alındığında bir hayalden başka anlam ifade etmediği derhal fark ediliyor. İhraç ürünleri güncel kura oranla %76 ucuzlarken ihracat tutarının %18 oranında artması için ihraç edilen ürün ve hizmet miktarının iki kattan fazla artması gerekmekte (%107). Eğer başarabilirlerse dünya ticaret tarihine geçerler kuşkusuz. Benzer durum turizm gelirleri için de geçerli. Hâlen 55,6 milyar USD olan turizm gelirinin 2026 yılında 71,3 milyar USD olması öngörülmüş. Ülkeyi ziyaret eden 50 milyon turist sayesinde yakalanmış bu rakam. Şimdi yine USD’nin 2026 yılında TL karşısında öngörülen değerini dikkate alarak bir projeksiyon yapalım. Belirlenen hedefe ulaşılabilmesi için ülkeye gelecek turist sayısının %126 artması gerekiyor. Yani 113 milyon turist gelmesi gerekecek 2026 yılında. Dünyada en fazla turist ağırlayan Fransa’nın bile (2023 yılında 82 milyon turist) ulaşmasının çok güç olduğu bu sayıya nasıl erişebilecekleri önemli bir merak konusu. Hayır düzensiz göçmenleri turist sayacaklar diye düşüneceğim ama onlar da para getirmiyorlar ki…

Ama hayallerin en büyüğü kişi başına milli gelir tahmininde. 2026 yılında kişi başına 14.855 USD olacak. Dünya Bankası tahminlerine göre güncel milli gelir kişi başına 11.000 USD dolayında.

2026’da hedeflenen düzeye çıkabilmek için önümüzdeki üç yıl zarfında %35’lik bir büyüme gerekiyor. O da nüfus artışının -0- olması koşulu ile. Bir mucize gerçekleşti de -0- nüfus artışı sağlandı diyelim (cumhurbaşkanının üç çocuk yapın talimatına rağmen çok güç ama oldu diyelim) OVP’de öngörülen üç yıllık büyüme %14 bu durumda kişi başına 12.540 USD gelir düzeyine ulaşılmakta bu durumda kişi başına 2315 USD seviyesinde bir açık oluşmakta. Nasıl kapatılır acaba? Kapatılamayacağının farkına varılmış olmalı ki joker kullanılmış. Malum TÜİK var her sıkıştıklarında imdatlarına yetişen. Bir hesaplama yapıp güncel milli geliri kişi başına 12.415 USD yapıvermişler. Bu durumda hesap tutuyor. Tutuyor tutmasına da Dünya Bankası tahmini ile TÜİK tahmini arasında kişi başına 1415 USD fark oluşuyor kişi başına. Güncel kurdan yaklaşık 35.000 lira. Dünya Bankası tahmini ile TÜİK tahmini arasındaki bu büyük farkın bir izahı olması gerek. Ancak ben böyle bir izah bulamadım hiçbir yerde. Çok yeteneksiz olmalıyım. Arama motorlarını doğru kullanamıyorum galiba.

Efendim işin hayal kısmını da burada tamamladıktan sonra tekrar başa dönelim. Malum işsizliğin önce artacağını ancak 2025 yılında düşeceğini belirtmişlerdi OVP’de, peki nasıl olacak bu, diye sorup yazının sonunda yanıtlayacağımı belirtmiştim yukarıda. İşte yeri geldi. İşsizliğin azalıp azalmayacağını bilemem ama işçi sınıfına yönelik büyük bir darbe hazırlığı var OVP denilen belgede. “Güvenceli Esneklik” bu darbenin adı.

Güvenceli Esneklik (FLEXICURITY) yeni dünya düzeni de denilen küresel ekonomi modelinin ortaya çıkarmış olduğu bir kavram. İşin kökeni araştırılacak olursa eğer işveren kesiminin yıllarca dilinden düşürmediği “esnek istihdam” toplum katmanlarınca benimsenmediği ve neleri hedeflediği alenen belli olduğu için çok çabuk gözden düşmüştü. Tabii bu durum pek de işine gelmemişti. Çok çabuk yıpranmış olan esneklik (FLEXIBILITY) terimini ikame edecek bir karşılık buldular. İşverenlerin istediği “esnekliği” sağlarken işçi sınıfına da birtakım güvenceler vermeyi öngören “Güvenceli Esneklik” kavramı böyle doğdu.[2] Otuz yıla yakın bir süreden beri Avrupa’nın gündeminde. Hayli uygulama alanı da buldu, özellikle Hollanda ve Danimarka’da. Türkiye’de ise kayıt dışı istihdam ile yaşama alanı bulmuştu kendine. OVP’de öngörülen hedef 2025 yılından itibaren “güvenceli esneklik” uygulamalarına resmiyet kazandırma doğrultusunda. O tarihe kadar çalışma mevzuatında yapılacak değişikliklerle altyapı hazırlanacak bu iş için. Yapılacak değişiklikler işverene esneklik sağlayacak sağlamasına da işçiye nasıl bir güvence sağlayacak? Meçhul.

Şimdiden Türkiye işçi sınıfının yılların mücadelesi sonucu elde etmiş olduğu toplu iş sözleşmesi, grev gibi haklarının tehlikeye girdiğini, yıllardan beri göz dikilmiş olan kıdem tazminatı hakkının üzerine bu kez daha kararlı bir biçimde gidileceğini söylemek mümkün. Bu arada “yıllık ücretli izin” hakkına da göz dikileceği açık. İşe alımlarda, işten çıkarmalarda ve çalışma saatlerinin düzenlenmesi gibi konularda işveren kesiminin istediği esnekliği sağlıyor sistem. İşçilere ne sağladığını da hazırlanacak yasal düzenlemelerde göreceğiz. Bana öyle geliyor ki daha fazla kısmî çalışma, daha fazla mevsimlik çalışma ve daha fazla GİG çalışması göreceğiz üç yıl içerisinde. İşte işsizliğin azaltılması için geliştirilen formül bu.

İşçi sınıfına yönelik bu saldırı planı karşısında demokrasi güçleri mücadele verecekler elbette. Bu mücadelenin nasıl olacağı bu yazının boyutlarını çok aşar. O nedenle burada kesmek en iyisi.

OVP denilen ucubeyi analiz etmeye çalıştım elimden geldiğince. Umarım başarılı olmuşumdur. o

[1]    2023 yılına ait hayvancılık verileri bu öngörüyü kanıtlamakta. Hayvansal ürünlere olan talebin azalması sonucu 2023 yılının ilk yarısında ülkedeki hayvan sayısı %15 azaldı buna karşın hayvansal ürünlerdeki fiyat artışları hız kesmedi.

[2]    Güvenceli esneklik kavramı ile ilgili bir yazıyı önümüzdeki sayıda paylaşacağım.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz