Devrimci örgütlenme ve direniş hattı

Biliniyor, Saray Rejimi, halk düşmanıdır. Hani lafın gelişi halk düşmanı değil, gerçek anlamı ile halk düşmanıdır.

İşçi düşmanıdır. Patronlara kızıp, “bizim sayemizde grev yok, grevleri erteliyoruz” diye çıkışmasını, bu işçi düşmanlığının itirafı olarak ele alın lütfen.

Emekçinin düşmanıdır, hem öyle dünden beri değil, en başından beri. Efendileri ABD’li uzmanlarca seçilmiş olduğundan beri. “Ananı al git” diyen bir dil, zaten bu emekçi düşmanlığının en somut kanıtıdır.

Genç düşmanıdır. Gençlere dönük, “sigara, kitap, tiyatro kötülüklerin anasıdır” gibi nutuklar atan, “dindar ve kindar” bir nesil yetiştirmekten söz eden, Suruç katliamının sahipleri olan bu Saray erkânı, bu Saray Rejimi, gençliğin düşmanıdır.

Kadın düşmanıdırlar. Bunun için “bir kereden bir şey olmaz” diyorlar. Bunun için, kadınların mücadelesine karşı fetvalar veriyorlar, bunun için “kadın gülmez” diye konuşabiliyorlar.

Çocuk düşmanıdırlar. Her çocuğa cinsel obje olarak bakacak kadar aşağılık, insanlıktan nasibini almamış, hasta ruhluları korumak için bunca çaba harcamalarının nedeni budur.

İktidar, Saray Rejimi, tekellerin, onların arkasındaki güç olan emperyalist efendilerin, NATO’nun, Batı emperyalizminin uzantısıdır. Ve bu, zaten halk düşmanı olmak demektir.

Her türlü ilerici düşüncenin, bilimin, insanın düşünmesinin, insan düşüncesinin ifade edilmesinin, insanın özgürlük eylem ve arayışının, her türlü hak arayışının bizzat karşısındadırlar. Halk düşmanı olmak budur.

“Affedersin Ermeni” diyen bir dil, gerçekte, bu topraklarda yaşayan tüm halklara, tüm zenginliklere düşmandır. ABD emperyalizminin kendini kâhya olarak atadığı çiftliğin tüm “yerli”lerine düşmandırlar. Kâhyalık yaptıkları için, ne insan, ne toprak onların umurunda değildir, onların tek derdi, çoban köpeği gibi efendisinden aferin almak, yemek zamanı daha fazla kemik alabilmektir. Halkla hiçbir ilişkileri yoktur.

Paradan, güçten başka hiçbir şeyi sevmezler. Sevmeyi, para sevmek olarak bilir, öyle tanırlar. Halk düşmanıdırlar.

Her hak arama eyleminin karşısında birer katil olarak yer alırlar.

Çorlu’da tren kazasında oğlunu kaybeden kadın, kazanın mahkemesinden ilk ceza alan kişi olmuştur. İşte hukukları budur. Bu, iç savaş hukukudur. Bu, hukuku bir silah olarak kullanmaktır. Bu, söylendiği gibi, hukuku ayaklar altına almak değildir; bu işçi ve emekçileri ezme girişimidir, onları bastırma hamlesidir.

İşte bu nedenle, Saray’ın, TC devletinin yasaları, artık işçi ve emekçiler için bir anlam ifade etmiyor. Kendileri o yasalara uymayanlar, halkı yasalara uymaya davet edemezler.

Madem, artık yasa yok, madem artık herkes kendi yasasını koyacak, öyle ise, bizim yasalarımız da, sokakta, direnişlerde, barikatlarda, savaş meydanlarında ortaya konacaktır.

Saray Rejimi, her grevi yasaklıyor.

Cumhurbaşkanı, bir KHK yayınlıyor ve grevler yasaklanıyor.

Cumhurbaşkanı, kendisi meşru değildir.

1- Seçilmemiştir, daha az oy aldığı hâlde, hile ile sonuç açıklanmış ve “atı alan Üsküdar’ı geçti” açıklaması ile, bu durumu bizzat itiraf etmiştir. Meşru bir cumhurbaşkanı değildir.

2- Cumhurbaşkanlığı sistemi, hile ile geçirilmiştir ve Cumhurbaşkanı’nın bu yetkileri meşru değildir.

3- Cumhurbaşkanı olmak için konmuş olan 4 yıllık üniversite mezunu olma şartı Erdoğan’da yoktur. Bu açıdan da meşru değildir. Bu vesile ile, hazır İmamoğlu’nun eli değmiş ve eski belgeleri, İBB belgelerini açıklıyor, zahmet olacak, Cumhurbaşkanı’nın İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemki diplomasını dosyadan çıkartıp açıklasın.

4- Erdoğan saralıdır, sara hastasıdır. Bu bir suç değil. Bir hastalıktır ve yasalara göre, talip olacağı iş alanları bellidir ya da talip olamayacakları bellidir. Bu açıdan da meşru değildir.

Şimdi, bu Cumhurbaşkanı, Saray Rejimi’nin başı, “grev erteleme” kararı verecek ve işçiler buna uyacak, öyle mi?

Altına Cumhurbaşkanı’nın imzası oturtulmuş bir kâğıt parçası, grevleri ertelemek, işçi haklarını gasbetmek, her türlü hak gasbına araç olmak, işçi direnişlerine, öğrenci direnişlerine, kadın direnişlerine saldırmak için kullanılmak üzere ortaya atılacaksa, bize düşen, devrimci işçilere düşen, direnişçilere düşen görev, ilkin o kâğıt parçasını yırtıp atmaktır.

İşte, metal işçisi, ocak ayında, 2023’e girerken, Cumhurbaşkanı’nın her zaman yaptığı gibi, grevi “ülke güvenliği” gerekçesi ile ertelemek üzere yayınladığı KHK’yi, yırtıp atmıştır.

Endişe edecek bir şey yok.

O kâğıt parçası yırtılıp atılmalıdır.

İşçiler haklarını alamıyorlarsa, Sabancı’nın ya da başkasının fabrikasında daha ağır sömürü ve çalışma şartlarına mahkûm ediliyorlarsa, eninde sonunda o kararnameleri, o kâğıt parçalarını yırtıp atacaklardır.

Doğru tutum da budur.

Haydi, İmamoğlu, haydi herkesi evinde tutmak için “devlet” adamlığı yapan Kılıçdaroğlu, hadi, açıklayın, Erdoğan’ın İBB’deki dosyasındakileri açıklayın. Açıklayın ki, herkes bilsin; Cumhurbaşkanı meşru değildir. Bu ülkenin son 20 yılında yönetici olan, egemenlerin, emperyalist efendiler ve onların yerli ortakları olan tekellerin, parababalarının hizmetçi olarak seçtikleri, kendine asrın lideri diyen Erdoğan’ın aslında tüm döneminin “yasal” olmadığı ortaya çıksın.

İşçiler, emekçiler, kadınlar, gençler; mesele son derece açıktır. Saray Rejimi, halk düşmanıdır ve burjuva muhalefet, CHP’si ile, İYİ Parti’si ile, bu devletin bekçiliği adına Saray Rejimi’nin birer uzantısıdır.

Mesele halk, mesele haklar, mesele işçi ve emekçilerin yaşamları, mesele kadın ve gençlerin talepleri olduğu zaman, tümü devletçi, tümü sermayenin sesi olmaya başlıyor.

Biri Saray’dan saldırıyor. Ağızlarından salyalar akıyor. Ellerinde copları, tankları, TOMA’ları, işkence aletleri, medyaları, yasaları, çeteleri, mafyaları, yargıçları, hepsi birlikte saldırıyorlar. İşçi ve emekçileri, kadınları ve gençleri, direnen herkesi korkutmak istiyorlar. Onların yetersiz kaldığı yerde, devreye CHP’si vb. giriyor. Hepsi birlikte, “sakın eylem yapmayın olağanüstü hâl gelir”, “sakın sokağa çıkmayın çünkü iç savaşa hazırlanıyorlar” diyor. Böylece, Saray’ın şiddetinin etkisini yitirdiği yerde, bunlar Saray adına, TC devleti adına korku salmaya başlıyorlar. Bunlar yetmezse, Diyanet İşleri fetvalar veriyor; “işçi ölümleri fıtrattandır” ya da “%10 her halifenin hakkıdır” vb. Hepsi birlikte, halkın, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin karşısındadır.

Hepsi birlikte, karanlığın bekçileridir.

Hepsi birlikte, ölümün, yobazlığın, çürümüşlüğün, insanın insana kulluğunun temsilcileridir.

Hepsi birlikte, halk düşmanıdırlar.

Ve işçilerin, emekçilerin yolu açık ve nettir.

Aklımızı açık, berrak tutmalıyız. Gerçekler son derece açıktır. Öyle solcu sıfatı ile karşımıza çıkıp da, bizi yasalara uymaya çağıranlar, bizi evimizde durmaya çağıranlar, bize seçim gününü bekletmeye çalışanlar, aklımızı karıştırmamalıdır.

Mesele nettir.

Ya Saray’ın, kendisi meşru olmayan bir sistemin, bir Cumhurbaşkanı’nın kararnamelerine boyun eğip, kös kös haklarımızın gasbedilmesine, açlığa, sefalete, işsizliğe razı olacağız ya da ayağa kalkacağız ve o grev yasaklayan KHK’leri yırtıp atacağız.

Bugün, ülkede, tüm işçilerin, memurların, kadınların, erkeklerin, gençlerin katılacağı bir genel grev, Saray Rejimi’ni birkaç haftada alaşağı eder. Bunun hayalini kurmadan, bunu hayata geçirmek mümkün olmaz. Hepsi budur. Bunun için, hiçbir şeyi beklemeye gerek yoktur.

Bu genel grevi, gerçekten bir genel grev olarak örgütlemek için, işçi sınıfının devrimci birliği sağlanmış olmalıdır. Bunun yolu, örgütlenmedir.

İşçi sınıfının yolu, örgütlenme ve direniş yoludur.

İşçi sınıfının yolu, egemenleri yıkacak devrimci sosyalizm yoludur.

Bunun olanakları vardır.

Birleşik Emek Cephesi’nin örgütlenmesi, bugün, zarurî ve acil bir görevdir. Elbette acil olması, acele ile yapılabilecek olması demek değildir.

İşçiler, ezilenler, kadınlar, halklar, gençler, en çok kendi mücadelelerinden öğrenirler. Mücadele etmeyen, direnişe geçmeyen öğrenmeye de açık olmaz. Sistemle hesaplaşma, en küçük eylemlerle başlar. Bu nedenle, en küçük eylem, bizim için bir öğretmendir. Her eylemden öğrenmesini bilecek bir örgütlülüğe ihtiyaç vardır.

Devrimler tarihi gösteriyor ki, devrimciler, öncüler, yola ilk koyulanlar, her zaman az sayıda olurlar. Geniş kitleler, sonrasında mücadeleye katılırlar.

Bunun için, her direniş bir öğretmen olacaktır.

Direniş ve örgütlenme yolu, günlük pratiğe de bağlıdır. Bu nedenle, Saray Rejimi’ne karşı her türlü mücadeleyi desteklemek, her türlü direnişin yanında olmak, büyük bir değerdir.

Saray’dan, seçimden vb. umutlara kapılıp beklemek, en büyük hata, devrime ihanet olur. Tersine, bugünden başlayarak, adım adım, yaşamı savunacak direnişleri geliştirmek, örmek gereklidir. Zaten, Gezi’den bu yana, bu süreç sürmektedir. Tüm baskılara rağmen, tüm örgütsüzlüğe rağmen, işçi sınıfının, emek cephesinin tüm zaaflarına rağmen, mücadele sürmektedir, direnişler yayılmakta, gelişmektedir.

Mesele, bu direniş hattına, bu mücadeleye yön vermek, devrimci bir karakter kazandırmaktır.

Mesele, direniş hattını, daha örgütlü hâle getirmektedir.

Mesele işçi sınıfının çıkarlarını, her şart altında savunabilecek bir bilinç ve örgütlenme yaratmaktadır.

Mesele, gelişmekte olan devrimi görmekte ve onu geliştirecek iradeyi ortaya koymaktadır.

Devrim köstebeği, yerin altını kazmaktadır. Bunda şüphe yoktur. Bu tarihin akışıdır, bu sınıf savaşımının gerçeğidir.

Mesele, büyük depreme hazırlanmaktadır.

Mesele, genel grevi, genel direnişi örgütlemeyi kafaya takmaktadır.

Mesele, Birleşik Emek Cephesi’ni, ilmek ilmek, adım adım örmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz