Son Milli Eğitim Şurası’nda ana okulu çağındaki çocuklara (4-5 yaş) dinî eğitim verme kararı alınmış. Aslında bu gidişle 2-3 yaşa da inebilirler… Böyle bir şey herhâlde Taliban’ın bile aklına gelmezdi… Neyse bizim eğitimcilerimiz erken davranmışlar. Çocukların kimlere emanet edildiğini bir düşünün… Asgarî pedagojik formasyona sahip biri bu kepazeliği kabullenebilir mi? Aslında bu kadarı bile Türkiye’de eğitimin düzeyi, nerelere geldiği hakkında bir fikir vermiyor mu?
Amaç çok açık: Çocukların düşünme yeteneğini dumura uğratmak… “ağacı yaşken eğmek”, bilinci köreltmek… Eğer bunu başarabilirlerse, kolay yönetebileceklerini, ilelebet iktidarda kalabileceklerini, ülkenin varını-yoğunu yağmalamaya devam edebileceklerini düşünüyorlar… Fakat sadece “dindar nesiller” yetiştirmek yeterli sayılmıyor. Aynı zamanda “kindar” olmaları da isteniyor… Bu çağda böyle bir şey, bir zorlama ne demeye geliyor? Laik bir rejimde böyle şeylere tevessül edilebilir miydi?
Cunta Anayasası’nın başlangıcında: “…laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı;” deniyor. İkinci madde de: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayış içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belertilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” deniyor. Onuncu madde de şöyle: “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetmeksizin kanun önünde eşittir.”
Türkiye hiçbir zaman laik olmadı. Siz anayasaya, kanunlara bakmayın. Laiklik, kesin olarak dinin devletin dışına taşınmasını gerektirir. Laik bir rejimde Diyanet İşleri Başkanlığı diye koskoca bir kurum olmaz. Zorunlu din dersi hiç olmaz… Laikliğin bir tanımı yok mu? Hem devletin göbeğinde Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kurum olacak ve hem de laiklikten söz edilecek… Zaman zaman “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganları atılıyor… Laikliğin ne olduğunu bilselerdi, o sloganı atarlar mıydı?
Bir rejimin laik sayılabilmesi için devletin tüm inançlar karşısında eşit mesafede durması gereklidir ama yeterli değildir… Vazgeçilmez koşul, devletin hiçbir dinî işlev üstlenmemesi, dinin de her ne surette olursa olun, siyaset alanına karışmamasıdır. Birçok bakanlıktan daha büyük bütçeye sahip Diyanet İşleri Başkanlığı her şeye burnunu sokuyor… Türkiye’de şimdilerde fetvalarla yönetilen bir rejim var… Mahkemeler bile Diyanet’ten görüş aldığına göre… Fakat fetvalar sadece Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından verilmiyor… AKP’li “ulema” ve tarikat şeyhleri de fetvalar vermekte kendilerini çok rahat hissediyor… Ekonomi politikaları da artık Nas’a, Kur’an ve sünnete dayandırılmaya çalışılıyor…
1945 sonrasında adım adım dinci gericiliğin önü açıldı. Süreç 12 Mart 1971-12 Eylül 1980 askerî darbeleriyle daha da hızlandı. 20 yıllık AKP iktidarında da devlet aygıtını ve toplumlu “kuşattı”… İmam Hatip Okulları münhasıran imam yetiştirmek için kurulmuş değildi… “Din kadını” imam olamadığına göre, kızların İmam Hatip Okullarına alınmaması gerekirdi. Oradaki amaç, dinci ideolojik hegemonyayı büyütmek, toplumu dincileştirmekti…
Toplanan vergilerin yurttaşlık esasına göre kamu hizmetleri için harcanması gerekirken, mezhep esasına göre harcanıyor… Vergilerle dini finanse eden bir rejimin laiklikle ne kadar ilgisi olabilir? Rejim, anayasal vatandaşlık bağıyla değil, din, mezhep ve etnik milliyetçilik üzerinden yurttaşlarla ilişki kuruyor. Sünnî Müslüman olmayanları dışlıyor, düşmanlaştırıyor… Siz hiç bugüne kadar Ermeni bir bakan, Yargıtay başkanı bir Yahudi, genelkurmay başkanı bir Süryani, komünist bir vali, Rum bir üniversite rektörü gördünüz mü? Velhasıl hiçbir zaman gerçek durum Anayasa’nın onuncu maddesindeki gibi değildi… 90 bin kadar Hanefi camisi, 5 bin 138 Sünnî İmam Hatip Okulu, 125 ilahiyat fakültesi… devlet bütçesinden finanse ediliyor… Dolayısıyla, dine harcanan kaynak sadece Diyanet bütçesiyle sınırlı değil. Yaklaşık 20-25 milyar TL’nin dinin finansmanında kullanıldığı tahmin ediliyor… Sağlık Bakanlığının bütçeden aldığı pay %6,6… İnsanlardan toplanan vergilerle bir mezhebin beslendiği-büyütüldüğü rejimin laiklikle ne kadar ilgisi olabilir?
Türkiye’de laikliğin kökleşmesini zorlaştıran önemli bir şey var: Türkiye’de hiçbir zaman bir modernite devrimi ve gerçek bir aydınlanma yaşanmadı. Geleneksel ideolojiyle cepheden bir hesaplaşma gerçekleşmedi. Gerçi demokrasi laikliği varsayar ama laiklik de modernite devrimini varsayar…
Dinci taife laikliği bir Batı icadı, din düşmanlığı sayıyor ve şiddetle karşı çıkıyor. Kadir Cangızbay’ın dediği gibi: “Laiklik asla din düşmanlığı değildir ama laiklik düşmanlığının insanlık düşmanlığı olduğu kesindir…” Laik rejim insanların neye inanıp, inanmadığıyla ilgili değildir. Düşünce özgürlüğünün ve demokrasinin de teminatıdır… Dolayısıyla, sadece Diyanet İşleri Başkanlığının “aşırılıklarından” şikâyet etmek yeterli olmaz… Zira, Diyanet’in iyisi-kötüsü olmaz…
Şimdilerde Alevi çatı kurumları, demokratik kitle örgütleri, siyasî partiler ve sendikalar, siyasetçiler, sanatçılar, akademisyenler, gazeteciler ve yazarların destek verdiği, “Laik Bir Eğitim İstiyoruz! Zorunlu Din Eğitimi, Çocuğun Yararı İlkesine Aykırıdır” temalı bir kampanya yürütülüyor. Bu kampanyayı büyütmek, dayatılan sefil saldırıyı püskürtmek hayatî önem taşıyor… Analar-babalar çocuklarınıza sahip çıkın…