2000’li yıllarda Türkiye’de kadın emeği ve kadın mücadelesi
1970’lerin sonundan itibaren dünya ölçeğinde kapitalizmin yapısal krizlerinin bir sonucu olarak öne çıkarılan neoliberal politikaların emek piyasasında işçiler açısından doğurduğu olumsuz sonuçlar, kapitalist sistemin ataerkil karakteri yüzünden kadınlar açısından krizi daha da derinleştirmektedir. Dünyadaki eğilimlere benzer olarak Türkiye’de de emek piyasasında kadınların dezavantajlı konumu, çalışma koşullarındaki eşitsizlikler, örgütlenme ve sendikalaşmanın düşük olması, iş yaşamında ayrımcılığı derinleştiren devlet politikaları ve toplumsal baskılar işçi kadınların gerek iş yaşamında gerekse evde emek sömürüsüne maruz kaldığını ortaya koymaktadır.
Bilhassa 2000’li yıllar, Türkiye’de neoliberal politikaların derinleştiği, kadınların iş gücüne katılımının, cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmayı hedeflemekten ziyade, kalkınma ve ekonomik gelişimin bir unsuru olarak ele alındığı, siyasal iktidarla birlikte muhafazakâr ve ataerkil toplum yapısının da bir sonucu olarak kadınların emek piyasasındaki koşullarının aile kurumundan bağımsız bir biçimde ele alınmadığı dönemlerdir. Siyasal ve ekonomik krizlerle birlikte kadınların emek piyasasındaki konumunun daha da kırılganlaştığı söylenebilir. Kadın işsizliği son yıllara göre ciddi şekilde artmıştır. Yanı sıra kadınların güvencesiz ve sigortasız çalıştırılma oranı da giderek yükselmektedir. Tüm bunlar kadın emeğinin piyasadaki görünürlüğünü de azaltmaktadır. Bunun en çarpıcı sonuçlarından biri ev içi emeğin kadınların sorumluluğu olarak görülmesidir. Bu çifte emek sömürüsü hem mevcut politikalarla hem de toplumsal açıdan kadın emeğini değersizleştirmek suretiyle doğrudan ve dolaylı bir şekilde desteklenmektedir.
Buna karşılık emek hareketi içinde kadınların öne çıktığı mücadelelere baktığımızda sayılarının azımsanmayacak kadar çok olduğu görülmektedir. 2000’li yıllarda kadınların öne çıktığı direnişlere göz atılacak olursa, 2008’de Düzce’deki kadın işçilerin DESA Direnişi; 2009’daki işçilerin çoğunun, işçi temsilcilerinin ise tamamının kadın olduğu Meha Direnişi; 2011’de Gebze’de kadın işçilerin güçlenme deneyimi olarak öne çıkan Bericap Direnişi; 2013’te gasp edilen haklarını almak için fabrika işgalinin gerçekleştiği ve 75 gün boyunca üretimin ele geçirildiği Kazova Direnişi; 2016’daki işten çıkarmalara karşı başlatılan Avon Direnişi örnek gösterilebilir. Ama özellikle üzerinde durulması gereken üç örnek vardır, 2006-2007’deki Novamed Direnişi, 2010’daki Tekel direnişi ve 2018-2019 yıllarındaki Flormar direnişi.
Bu üç direniş, kadınların bu direnişler içindeki etkin konumunu ortaya koyan örnekler olarak öne çıkmaktadır. Ayrıca, bu direnişlerde kadınların çalışma yaşamlarında yaşadıkları zorluklara, emek piyasasında yer almanın kendileri için anlamına ve direniş içerisindeki güçlenme, özgürleşme, politik özne haline gelme deneyimlerine de tanık olmak mümkündür. Kadınların eşitsizlik ve ayrımcılıkla mücadele edebilecek mekanizmalar oluşturmalarının, işçi kadınların bir emek hareketi içerisinde aktif olarak yer almasının ve direniş pratikleri geliştirmesinin güçlenme, özneleşme ve özgürleşme olarak deneyimlendiği ve toplumsal cinsiyet ilişkileri bağlamında dönüşümler yarattığı görülmüştür.
Kadın işçilerin sömürü ve baskı koşullarına karşı sergiledikleri direnişlerin hem ekonomik hem de siyasal anlamda kırılmalar yarattığı; kadınların bu hareketler, mücadeleler, grevler ve eylemler içinde yer almalarının hem işçi hareketi açısından hem de kadınların toplumsal cinsiyet mücadelesi açısından önemli bir yerde durduğu görülmektedir. Kadınların “özgürleşme” olarak deneyimledikleri bu süreçler, gerek toplumsal alandaki kadın mücadelesi açısından gerekse kadınların kendi öznel yaşantıları açısından dikkate değer sonuçlar doğurmaktadır.
Novamed, Tekel ve Flormar örneklerine bakıldığında, kadınlarla yapılan görüşmeler, röportajlar incelendiğinde kadınların deneyimleri hakkında konuşurken vurguladıkları en önemli şey kendilerini artık ‘daha güçlü ve daha özgür’ hissetmeleridir. Bunu hem kamusal alanda hem de özel yaşamlarında deneyimlediklerini de özellikle vurgulamaktadırlar. Örneğin ailelerine, eşlerine de haksızlıklar söz konusu olduğunda “hayır” diyebildiklerini defalarca dile getirmişlerdir.
Novamed direnişi, özellikle beden politikaları açısından dikkate değer bir örnektir. Kadınların hamile kalma sırası oluşturduğu, sıranın dışında hamile kalırsa tazminatsız işten çıkarıldığı Novamed fabrikasında kadınlar direnişle beraber aslında emek ve beden konusunun ne kadar iç içe geçtiğini deneyimlemiş oldular. Fabrika önündeki direniş çadırı ve kadınların burada kendi sözlerini söyleyebilmeleri, kendi deneyimlerinin politik yönünü keşfetmeleri açısından çok kritikti.
Tekel direnişinde kritik olan, bir kadın grevi olmamasına rağmen kadınların politik özneler olarak öne çıkmalarıydı. Memleketlerinden kalkıp gelen kadınlar yağmur, kar demeden direniş çadırlarında haklarını savundular. Tekel toplumsal cinsiyet rollerinin dönüşümü açısından kadınlara çok fazla şey öğretti. Kadınlar gözleri arkada kalarak ailelerini, çocuklarını bırakıp geldiklerini ve döndüklerinde artık yaşamlarında hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını özellikle vurguluyorlardı.
Ve yine Flormar’da kadınlar emek mücadelesinin içerisinde sırf kadın oldukları için maruz kaldıkları ayrımcılıkları dile getirirken birlikte olmanın kendilerini güçlü kıldığını biliyorlardı. Hem fabrikada direniş alanında hem de kendi yaşamlarında daha önceden cesaret edemedikleri bir duruş sergiledikleri için özgürleştiklerini defalarca dile getirdiler.
Bu açıdan kadınların emek mücadelesi içerisinde birer politik özne olarak yer almalarının toplumsal açıdan bir anlamı olduğu kadar kendi bireysel yaşamlarında da bir anlamı olduğunu görebilmek mümkün.
Pandemi ve direniş
2020’li yıllara geldiğimizde ise toplumsal olarak bütün direniş ve mücadele dinamiklerini etkileyen yeni bir olgu ile tanıştık: Pandemi. Pandemi ile başlayan ve önlemler adı verilen bu süreçte hem ekonomik hem de siyasal saldırılar gittikçe artarken direnişler de mevcut gelişmeler ekseninde ilerledi. Özellikle birçok işçi direnişi Kod-29 saldırısı ve sendikalıların işten çıkarılması üzerinde şekillenirken önemli bir dinamik olan kadın hareketi yoğun olarak İstanbul Sözleşmesi tartışmaları ile başlayan ve İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması ile ‘şiddet teşvik politikaları’na karşı bir mücadele hattı ördü.
Kadın hareketinin dinamiği ve mücadelesi ise işçi direnişlerinin dinamiği birçok farklılık gösterirken pandemi döneminde birçok işçi direnişinde ise ‘kadın’ figürler öne çıktı. Migros, Bimeks, Adkotürk, Sinbo, Alba Plastik, SML Etiket, Kadıköy Belediyesi vb. birçok direniş, işçi direnişi olmakla beraber işçi kadınların politik özneler olarak kendilerini var ettiği, direniş taleplerinin toplumsal cinsiyet temelli talepleri de içerdiği biçimlerle ortaya çıkmış oldu.
Bu çalışmada da pandemi sürecinde ortaya çıkan ve devam etmekte olan işçi direnişlerinden işçi kadınların deneyimleri ve öne çıkan temalar incelenmiştir. Sinbo, SML Etiket, Pegasus ve Adkotürk işçileriyle görüşmeler yapılmıştır.
Direnişlere ilişkin bilgilendirme
İlk olarak, görüşme yapılan dört direnişin kısaca bilgilendirmesini yapmak gerekir. Bütün direnişçiler işyerlerinden sendikalı oldukları için işten atılan işçilerdir. Bu sebeple direnişlerin ana odağı ‘sendikal haklar’ olmakla beraber Sinbo direnişçisi Dilbent ve Adkotürk işçileri ‘Kod-29’a yönelik mücadele de vermektedir.
Adkotürk Direnişi: Tekirdağ’ın Çerkezköy ilçesindeki Organize Sanayi Bölgesi’nde (OSB) bulunan Adkotürk Makarna fabrikasında, Türkiye Gıda ve Yardımcı İşçileri Sendikası’na (Tek Gıda İş) üye olan işçiler tehdit ve baskıyla sendikadan istifaya zorlanmıştı. İstifayı kabul etmeyen işçiler Kod-29 ile işten çıkarılmıştı.
129 günlük direnişin ardından greve çıkan işçiler, grevi kırmak için uğraşan patronlara rağmen 5 gündür fabrikanın önünde. İşçiler haklarını alana kadar direnmekte kararlı. Adkotürk’te toplam 570 işçi çalışıyor ve işçilerin %70’i sendikalı.
Sinbo Direnişi: Sendikalı oldukları için 11 Eylül 2020’de ücretsiz izine çıkarılan 6 Sinbo işçisi, fabrika önündeki 31 günlük direnişlerinin ardından işe geri alınmıştı. İşçilerden Dilbent Türker Kod-29 gerekçesiyle ikinci kez, 25 Ocak’ta işten çıkarıldı. Direniş toplamda 180 günü aşkın süredir devam ediyor. İstanbul’dan Ankara’ya yürüyüşe geçen Dilbent ve TOMİS sendika yöneticisi Onur Eyidoğan’ın direnişteki kararlılıkları göze çarpıyor. Bu direnişte ayrıca polisin baskıları ve saldırıları göze çarpmakta.
SML Direnişi: İstanbul’un Beylikdüzü ilçesindeki Haramidere Sanayi Sitesi’nde bulunan SML Etiket fabrikasında aralarında DİSK Tekstil ve Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası (Dev Tekstil) üyelerinin de olduğu 22 işçi işten atıldı. Dev Tekstil üyesi 3 kadın işçi, 25 Ocak’ta direnişe başladı.
H&M, Zara gibi uluslararası markalara üretim yapan SML Etiket’in patronları, işten çıkarmalara gerekçe olarak ‘küçülme’yi gösterse de işçiler, işten çıkarılmalarının sebebinin sendikal örgütlenme olduğunu söylüyor. Bu direnişte de sık sık polis saldırıları göze çarpıyor.
Pegasus Direnişi: Pegasus’ta sendikalaştıkları gerekçesiyle 1 Temmuz’da 40 işçi çıkarıldı sonrasında da işten çıkarılan işçilerin sayısı 54’ü buldu, işçilerin 28’i ise sendikalı (Nakliyat-İş). Sabiha Gökçen Havalimanı’nda yaptıkları eylemlerle dikkat çektiler.
Talep: Eşit işe eşit ücret
İşçi kadınlarla yapılan görüşmelerde ortaya çıkan ilk tema, işçi kadınların “eşit işe eşit ücret” istemeleridir. Bu tartışma iki yönlü ilerlemektedir. Bir taraftan işçi kadınlar, örneğin SML Etiket işçisi Seçil, aynı işte çalışan erkeklerden ‘kadın’ oldukları için daha düşük ücret aldıklarını, iki-üç işçinin yapması gereken işin tek kişiye yüklendiğini ifade etmektedir. Diğer taraftan Adkotürk çalışanı ‘temizlik vb. işlerin’ ilgili bölümdeki kadınlara yüklendiğini fakat bunun göz ardı edildiğini söylemiştir. Pegasus direnişçisi Elif ise kadın çalışanlardan ‘full makyaj, manikür ve oje zorunluluğu’ gibi ‘kadın çalışanların uçuş öncesi hazırlığından, kılık kıyafetinden kaynaklı yaptırımlara’ ücret ödenmediğini fakat bu tarz yaptırımların erkekler için geçerli olmadığını belirtmektedir.
Toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılığa karşı farkındalık ve direniş
Direnişte yer alan işçilerin bahsettiği ayrımcılıkların toplumsal cinsiyet temelli bir biçimde gerçekleştiği görülmekte. Örneğin Adkötürk’te temizlik işlerinden kadınların sorumlu olması önemli bir tartışma konusu. Fabrikada kadınlara temizlik görevi doğal bir kadın göreviymişçesine yüklenmiş durumda ve kadın işçiler bu işler için ek bir mesai ücreti almamaktalar. Dolayısıyla burada kadınların hem emek piyasasında yer alıp hem de evde asli sorumlulukları ev işleriymişçesine yeniden üretim faaliyetlerinin sorumluluğunu üstlenmelerinin üzerine bir de iş yerindeki ev işini andırır sorumlulukları üstlenmek zorunda olmaları söz konusu. Bu durum çifte emek sömürüsünün çifte katmanlısı olarak tanımlanabilir. Ve direnişteki kadınlar, bu durumu toplumsal cinsiyet rollerinden ötürü yaşadıklarının bilincinde bu direnişte.
Benzer durum Pegasus için de geçerlidir, özellikle toplumun güzellik normları ve kadınlara yönelik bu gibi beklentiler düşünüldüğünde, Pegasus işçisi kadınlardan açık bir biçimde ‘kadınlık görevi’ beklenmekte. Ve bunun için herhangi bir ek ücretin ödenmemesi de kadınlara yönelik bu beklentilerin içselleştiğinin de bir kanıtıdır. Direnişteki kadınlar için bu kanıksanan durumlar görünür hale gelmiştir. Bu da beraberinde hem emek mücadelesini hem de toplumsal cinsiyet ayrımcılığına karşı olan bir direnme pratiğini açığa çıkarmaktadır.
Farkındalık: Toplumsal cinsiyet temelli mobbing ve taciz
Direnişe geçen işçi kadınlar işyerlerinde karşılaştıkları şiddeti açıkça ifade etmektedir. Pegasus direnişçisi Elif “erkek yöneticiler tarafından uygunsuz sayılacak üsluplarla uyarıldığını” belirtirken, Sinbo işçisi Dilbent “kadın işçiler olarak erkek işçilerden farklı olarak tacizle karşılaştıklarını”, “izin isterken bile aşağılayıcı tavırla karşılaştıklarını” ifade etmiştir. SML Etiket direnişçisi Seçil ise “işyerinde giyimimden ötürü tacize uğradım” diyerek direniş talepleri arasında “mobbinge ve tacize son” talebinin neden yer aldığını da açıkça söylemektedir.
Burada kritik olan nokta kadınların kadın oldukları için bu şiddete ve ayrımcılığa maruz kaldıklarını ifade etmeleridir. Bu farkındalığın kadın mücadelesi açısından çok kritik bir noktada durduğu düşünülmektedir. Yanı sıra iş yerlerinde kadınların karşılaştıkları taciz durumu o kadar yaygındır ki adeta bu yaygınlık sanki bu durumun normalmişçesine kabulüne sebep olmaktadır. Kadın işçilerin pek çoğu bu tacizlere göz yummak zorunda kalmaktadır, çünkü bu gibi durumlarda tacize uğrayan kadınlar suçlamalara maruz kalmaktadır. Fakat özellikle son dönemlerde ortaya çıkan direnişlerde kadınların bunu ifade etmesi, kadın hareketinin “kadına yönelik şiddete karşı bilinçlilik” üzerine çalışmalarının somut karşılığı olarak da okunmalıdır.
Taciz konusu ve buna karşı direniş ile yakın zamandaki önemli bir örnek de Gemlik Yazaki fabrikasında direnişçi Dilek Gültekin’in kazanımıdır. Dilek Gültekin, 2018’de iş yerinde yaşadıkları tacizi ifşa ettiği için işten çıkarılmış ve 43 gün boyunca fabrika önünde direnmişti. Sonrasında direnişine hukukî mücadele vererek devam etti ve davası yakın zamanda kazanımla sonuçlandı. Dilek, direnmenin ve haksızlıklara karşı çıkmanın kadınları ne kadar güçlendirdiğini özellikle vurguluyor.
Direniş: Özgürleşme ve güçlenme
Adkotürk direnişçisi “bu direniş yaşamımda neyi değiştirdi derseniz daha güçlüyüm, geleceğe daha iyi bakabiliyorum, haklarımın farkına vardım diyebilirim” diyerek güçlenme temasını açıkça ortaya koymakta. SML Etiket işçisi Seçil ise “haksızlık karşısında neler yapacağımızı, korkmayacağımın ve güçlendiğimin farkındayım” demekte. Pegasus işçisi Elif “Korkutulduğu için sesini çıkaramamış her kadının sesi olmaktan gurur duyuyoruz tüm kadın direnişçiler olarak” ifadesiyle direnen bir kadın olarak direnişin gücünü de ortaya koyabilmekte.
Burada belki direnişin kadınlar için anlamını da bir kez daha vurgulamak gerekmektedir. Kadınlar sadece emeklerinin karşılığını alabilmek adına bir hak savunusu içinde değildirler, aynı zamanda bir yaşam mücadelesinin içindedirler. Örneğin bir erkeğin direnişte “güçlendim, özgürleştim” dediğine pek rastlanmaz, ama kadınların özellikle vurguladıkları nokta bu olmaktadır. Çünkü sadece emek piyasasında değil, özel alanda da ailenin, eşin, toplumun baskısı kadınları belli bir biçimde yaşamaya zorlamaktadır. Buna karşılık bir direnme pratiğinde yer alan kadının tüm yaşamı değişip dönüşmektedir. Bu özellikle geçmişteki direnişlerde de ön plana çıkan bir durumdur. Bilhassa Novamed direnişi ve Tekel direnişinde de bunun örneklerini görmek mümkündür.
Sonuçların gösterdikleri üzerine
Novamed, Tekel ve Flormar direnişleriyle ile pandemi döneminde ortaya çıkan direnişleri karşılaştırdığımızda en dikkat çekici nokta, direnişlerde ‘işçi kadın’ yoğunluğunun olmadığı, buna rağmen kadınların politik özneler olarak kadın kimlikleriyle beraber direnişin içinde yer almalarıdır. Pandemi öncesi örneklerde, grevlerde kadınlar belli bir sayı, yani nicelik ifade edecek şekilde yan yanayken ve bu bir nitelik değişimi yaratırken, pandemi direnişleri daha az kadının yer aldığı direnişler olarak kadın direnişçilerin nicelik konusunda değil, direnme pratiklerindeki kararlılıklarıyla ve kadın hareketi üzerinden geliştirdiği bilinçle niteliksel açıdan kırılma yaratıldığını göstermekte, kadınların niteliğiyle direnişlerde öne çıkmaktadır.
Covid-19 pandemisinde; işçi direnişlerinde kadınların aldığı pozisyon, bu iki mücadelenin birbirini dışlar şekilde konumlanmadığını ortaya koymuş, toplumsal cinsiyet temelli problemleri de gören ve gündem eden bir sınıf mücadelesi belirginleşmiştir. Sendika hakkı için mücadele eden işçiler, işçi kadınlara yönelik erkek ve patron şiddetine karşı mücadeleyi de gündem etmişlerdir. Aynı zamanda direnişte özgürleşme ve güçlenme bağlamında da günlük hayatlarını dönüştüren pratikleri dile getirmişlerdir.
*Sosyalist Kadın Hareketi’nin Karaburun Bilim Kongresi’nde sunduğu bildiridir.