GİG dosyası

…..
Günümüzde iyiden iyiye öne çıkmış olan GİG ekonomisinin gelişmesindeki en önemli itici güç kuşkusuz dijital devrim diye adlandırılan gelişmiş bilgisayar ve internet sistemi. İnternetin ortaya çıkıp gelişmesi, insanların özellikle fizik emeğe dayanmayan hizmet üretimine dayalı işlerini, belirli bir işyerine gelmeden ve belirli saatlere bağlı kalmadan yapabilmelerini ve geçimlerini bu şekilde sağlamalarını imkân dahiline soktu.
…..
Bu sistem özellikle hizmet kesiminde çalışanların günlük çalışmasını birkaç saat içinde bitirip kalan süreyi kendilerine ayırmalarına imkân sağlıyor. Bir işyerinde çalışan insanların o işyerine gidiş gelişte harcadıkları zamanı tasarruf etmeleri bile başlı başına bir kazanç olarak karşımıza çıkıyor.
…..

Nereden bakarsak bakalım GİG ekonomisi önümüzdeki dönemde gelişecek ve geleceğe damga vuracak gibi görülüyor.

Tahmin edebileceğiniz gibi, bana ait değil yukarıdaki satırlar. Ekonomist Mahfi Eğilmez’in bloğundan aldım (https://www.mahfiegilmez.com).

Mahfi Eğilmez, ünlü ekonomist. Dünya Bankası’nda görev yapmışlığı da var, Hazine Müsteşarlığı koltuğuna oturmuşluğu da. Hâlen bir özel üniversitede ekonomi dersleri vermekte. Muhalif görüşleri ile ünlüdür. Ne var ki kapitalizmin çıkarları söz konusu olduğunda yandaşı da muhalifi de aynı dilden konuşuyorlar işte. Yukarıdaki satırlar da bunun kanıtı. Baştan aşağıya çarpıtmalarla dolu olan bu satırları GİG ekonomisi adı verilen istihdam modelini yüceltme amaçlı olarak yazılmış besbelli. Peki işin gerçeği bu mu? Biraz irdeleyelim:

GİG, müzik alanında ortaya çıkmış bir terim. Müzisyene verilen iş anlamında kullanılıyor. Herhangi bir müzik grubu veya tek başına performans sergileyen bir müzisyen, herhangi bir mekânda sahneye çıktığı zaman GİG almış oluyor. Bu ifade farklı istihdam alanlarında da kullanılmaya başlayınca kısa süreli tüm işleri tanımlamak için kullanılır oldu.  Ancak kısa süreli tüm işleri tanımlamakta yetersiz kaldı bu ifade. Çalışanlara sosyal güvence sağlayan emeklilik planlarına katkı yapan kısa süreli işler de vardı ve bunlar GİG istihdam modelinin dışında idiler. Bu durumun göz önüne alınması ile GİG istihdam modelinin gerçek tanımı ortaya çıktı:

Çalışana hiçbir sosyal güvence sunmayan kısa süreli işler.

Bu tanım çerçevesinde gerçekleştirilen istihdam ise iş dünyasının gözdesi oldu. İşin aslına  bakılacak olursa mevcut sistemin yeni bir model olarak lanse etmeye çalıştığı GİG istihdamı, öyle sanıldığı kadar yeni değil. Daha feodaliteden kapitalizme geçiş aşamasında pre-kapitalist ilişkiler şekillenmekte iken hayata geçirilmeye başlanan “eve iş verme” modelinin bir versiyonu sadece. Yerel marketlere soğuk meze yapıp götüren, evlere temizliğe giden, Kapalıçarşı’daki kimi dükkânlara evinde yapmış olduğu dantel, oya vb. işleri satan ve daha pek çok iş yaparak geçimini sağlamaya çalışan insanların tümü bu GİG denilen istihdam modelinin bir bileşeni. Hepsinin ortak bir yanı var. “Güvencesizlik” dolayısı ile evden çalışmak, uzaktan çalışmak değil bu istihdam modelinin belirleyici özelliği. Aslolan güvencesiz çalışma.

Yukarıda da belirtildiği gibi kapitalizmin ortaya çıkışından beri mevcut bir uygulama bu. Teknolojinin gelişmesi yaratmadı bu modeli. Olsa olsa yeni iş alanlarının bu istihdam modeline girmesini sağladı. Ancak bu noktada bir hususun gözden kaçırılmaması gerekiyor. Özellikle bilişim alanında meydan gelen gelişmeler olmasa idi de GİG modeli gelişecek ve günümüz ekonomi dünyasında önemli bir yere sahip olacaktı. Şöyle ki:

Kapitalist sistemin ilk büyük bunalımı olan 1929 buhranı sonrası devletlerin ekonomik yaşama müdahale etmesi ve ikinci büyük paylaşım savaşı sonrası dünyanın yaklaşık üçte birinin sosyalist sisteme geçişini takiben geri kalan ülkelerde “sosyal devlet” anlayışının bir biçimi ile uygulama alanı bulması kapitalist ekonomi modeli açısından kabul edilebilir olmaktan çok uzaktı. İşgücü maliyetlerini yükseltmekte idi bu uygulamalar. Oysa kapitalist ekonominin güçlenmesi için her şeyden önce artı-değer sömürüsünün alabildiğine artması gerekli idi. Sosyal devlet uygulamaları ise bu sömürüyü sürdürmekle birlikte azaltıcı bir etki yapmakta dolayısı ile sistemin mantığı ile çelişmekte idi. Kapitalizm, ikinci büyük paylaşım savaşı sonrası meydana gelen gelişmelerin yarattığı kayıpları telafi etmek için daha 1970’li yıllarda arayışlara girdi ve Asya-Pasifik bölgesini bu arayışların uygulandığı bir laboratuvar olarak belirledi. Sonuçta ise:

  • İş güvencesinden yoksun
  • İş yasaları ve asgarî ücret korumasından yararlanamayan
  • Genel kabul görmüş çalışma saatlerinden daha uzun sürelerle çalışmak zorunda kalan
  • Dinlenme süreleri genel kabul görmüş standartların çok altında olan
  • İşçi sağlığı ve iş güvenliği standartlarının dışındaki koşullarda çalışmak zorunda kalan
  • Hukuken ve fiilen sosyal güvenlik sisteminin dışında kalmış
  • Sendikal hakları olmayan insanların üretim yaptığı bir model ortaya çıktı.

Enformel sektör idi bu ortaya çıkan ekonomi modelinin adı. Kıt sermaye ile gerçekleşebilen, kayıt dışı işgücüne dayalı, düşük kazanç yaratan işlerdi bu sektörün bileşenleri. Zaman içinde hayli gelişti ve sadece Asya-Pasifik bölgesinde değil dünyanın her yanında kendini göstermeye başladı. Sektörün gelişmesi için büyük katkılar yaptı kapitalist sistem. İşsizliğin yaygınlaşması sözünü ettiğim dönemin ürünüdür. Teknolojik işsizlik dediler adına. Kırsal yörelerin boşaltılıp büyük şehirlerin çevresinde varoşların oluşturulması ve buraların işsiz insan deposu hâline getirilmesi tamamladı bu gelişmeyi. Böylelikle her türlü çalışma modeline olumlu yanıt verecek kronik işsizler ordusu oluştu. Bu ordunun mensupları sektörün gereksinme duyduğu insan gücünü meydana getirmekte idiler. Bu model dünyanın pek çok ülkesinde kolaylıkla uygulanabilirdi. Ancak gelişmiş ekonomilerde biraz daha zor oldu. Yeni çalışma modelleri yaratıldı seksenli yılların ikinci yarısından itibaren. “Dönemsel çalışma”, “kısmî çalışma”, “çağrı üzerine çalışma” modelleri bu dönemin ürünü olarak kapitalizmin gelişmiş olduğu ülkelerde ortaya çıkıp dünyaya yayıldı. “Esnek çalışma” adı verildi bu istihdam modeline daha kapsayıcı bir ifade olarak. Bahse konu modellere uygun olarak çalışacak insanlara iş temin etmek amacı ile bürolar kuruldu. Adecco, Manpower ve Monster Worldwide bu alanda faaliyet gösteren dev şirketler oldular kısa süre içinde.

Bu çalışma modeli “insanların kendilerine daha fazla zaman ayırabildiği”, “bireysel özgürlüklerin alabildiğine yaşanabildiği” iş olanakları olarak sunuldu insanlara. Kullanılan sloganlar cazip gelmiş olmalı ki “beyaz yakalı” işlerde çalışanlar da ilgi göstermeye başladılar bu işlere. Böylelikle hizmet üretiminde de, özel beceri gerektiren kimi işlerde de insanların çalışma tercihleri bu doğrultuda oldu. Sendikal örgütlenmenin ve işçi hareketlerinin gelişmesine yol açan “Fordist üretim”in (yığın üretimi) alternatifi ortaya çıkmaya başlamıştı. “Post Fordist” üretim biçimi dediler bunun adına. “Tüketicinin talebine göre üretim”, “yığınsal çeşitlilik”, “kişiselleştirme” gibi sloganlarla tanıtıldı bu sistem insanlara. Gerçekte ise yapılan işçi sınıfının örgütlülüğünü dağıtma çabası idi.

Doksanlı yılların başında sosyalizm, geçici de olsa mevzi kaybedince kapitalist sistem gemi azıya aldı. Artık dilediği gibi hareket edebilecekti. Bilişim teknolojisi alanındaki gelişmeler ve küreselleşme olgusunun da bu dönemde hız kazanması ile birlikte yeni çalışma modellerinin hayata geçirilmesi daha da kolaylaştı. Ancak bir sorun vardı. Özellikle belli bir birikim ve beceri gerektiren işlerde yeterli sayıda ucuz işgücü bulabilmek çok kolay değildi. Bu sorun da bilimsel araştırma yapmayan, öğrencilerine sadece belli alanlarda beceri kazandırmayı amaçlayan çok sayıda üniversite kurularak çözüldü. Gerçekte birer meslek yüksek okulu vasfını taşıyan, üniversite niteliğine sahip olmaktan uzak bu kurumlar, GİG istihdam modelinin gereksinme duyduğu “bazı becerileri kazanmış ucuz işgücü” yetiştirmek amacı ile çok önemli işlev gördüler. Günümüzde Hindistan’da dokuz bin, Bangladeş’te ve Endonezya’da bin beş yüz (her birinde) üniversitenin mevcudiyeti bu durumun açık kanıtıdır. Üniversiteler ile ilgili çarpıcı bir örnek de Bahreyn’de var. Nüfusu Samsun kadar, yüzölçümü ise Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine yakın (Ayvacık’tan biraz daha küçük) olan bu ada devlette faal üniversite sayısı yirmi üç. Nerede ise her kilometrekare alana bir üniversite (tabii üniversite denilebilirse) düşmekte.

GİG istihdam modelinin meşrulaştırılması için son adım da Bangladeş’te kadınlara yönelik “mikro kredi” sistemini kurup tüm yoksul ülkelerde yaygınlaşmasını sağlayan Muhammed Yunus’a, 2006 Nobel Barış Ödülü verilmesi ile atıldı. Böylelikle tüm dünyada saygınlık kazanan, yoksullukla mücadele (!) alanına önemli (!) katkılar yapan bir istihdam modeli olmuştu GİG.

Bugün gelinen noktada GİG modeli ile kaç kişinin istihdam edildiğini tespit edebilmek mümkün olmasa da dünya nüfusunda küçümsenmesi mümkün olamayacak sayıda insanın bu modelin koşullarında elde ettiği gelirle yaşadığı bilinmekte ve çok da uzak olmayan bir gelecekte yeryüzündeki istihdam dengesinin önemli ölçüde değişeceğine yönelik tahminler yapılmaktadır. Tabii bu arada GİG modelinin devasa şirketler yaratmış olduğunu da belirtmeden geçmeyelim (Örneğin Airbnb ve Fiverr).

Bütün bu açıklamalardan sonra şunları rahatlıkla söyleyebiliriz:

GİG öyle iddia edildiği gibi son yıllarda ortaya çıkmış bir model değil kapitalist ekonominin yıllar süren bilinçli bir çabasının ürünüdür.

Yine liberal ekonomi savunucularının iddia ettikleri gibi, bireyin kendine ait zamanının artmasını ve özgürleşmesini sağlamamakta tersine iş yasalarının kabul etmiş olduğu çalışma sürelerinin çok üzerinde uzun çalışma süreleri dayatarak sosyal yaşamını adeta yok etmektedir.

Bu istihdam modeli çalışanlara düzenli bir gelir olanağı ve güvenceli bir istihdam sunmadığı gibi sağlık ve emeklilik sigortası da sağlamamaktadır. Aynı alanda çalışan emekçiler arasında dayanışmayı yok etmekte, dayanışmanın yerine yaratmış olduğu rekabet duygusu ile emekçilerin (ve elbette işçi sınıfının) birliğini engellemektedir.

Günümüzde ev işçiliği, ilan dağıtıcılığı gibi basit işlerden uzman tıp doktorluğu, mekatronik mühendisliği gibi en sofistike işlere kadar her çalışma alanında karşılık bulmuş ve çalışma yaşamına ilişkin olarak emek güçlerinin yıllar süren mücadeleler sonrasında elde etmiş oldukları tüm hakları tehdit eden bir güç hâlini almıştır.

GİG istihdam modeline yönelik mücadelenin emek güçlerinin gündeminde önemli bir yer tutması gerektiği kanaatindeyim.

GİG İSTİHDAM MODELİNİN BİR UYGULAMASI: ESNAF KURYELER

Dünyanın her yerinde görülmekle birlikte Türkiye’de hayli yaygın bir iş alanı esnaf kuryelik. Sayıları tam olarak bilinmemekte. Tüm Anadolu Motorlu Kuryeler Federasyonu (TAMKF), dokuz yüz bin kişi olarak tahmin ediyor sayılarını. Biraz abartılı bir rakam olabilir bu. Ancak yine de esnaf kurye olarak tanımladığımız insanların sayısının yüz binlerle ifade edilebileceğini söylemek hiç de gerçek dışı sayılmaz. Özellikle korona pandemisi sürecinde yaygınlaşan bu iş kolu kısa sürede ülkenin en yaygın istihdam alanı hâline geldi. Bu alanda çalışmaya başlamak hayli kolay. Bir ehliyet ve bir motosiklet yeterli piyasaya girebilmek için. Herhangi bir öğrenim şartı ve meslekî yeterlik belgesi gerektirmediği için işsiz kalan herkesin belki biraz borçlanarak girebildiği bir çalışma alanı. Bu nedenle değişik mesleklere sahip olup da kendi alanlarında çalışma olanağı bulamayan her birey girmekte bu çalışma alanına. Ataması gerçekleşmemiş öğretmen, iş bulamamış arkeolog, KHK ile işini yitirmiş bir kamu görevlisi veya bir EYT mağduru. Herkese açık bir alan burası. Bu alanda çalışmak isteyenler kendi adlarına bir işletme kurup ticari faaliyet göstermeye başlayabiliyorlar. Böylelikle bir girişimci (!) olarak iş dünyasındaki yerlerini alıyorlar. İş bulmak da pek zor değil başlangıçta. Kuryelere iş veren büyük kuruluşlar, insanların telefonlarına mesaj atıp “bizimle çalışmak ister misiniz?” çağrısı gönderiyorlar. İşe başlamak pek zor değil ama çalışma koşulları hayli çetin. Şöyle ki:

  • Haftalık ortalama çalışma süresi 72 saat. Bu süre İş Yasası’nın belirlemiş olduğu sürenin 1,6 katı. Yasanın koymuş olduğu azamî fazla çalışma süresini (yılda en fazla 270 saat) 10 haftada aşıp kalan 42 haftada “yasa dışı fazla çalışma” yapmak zorundasınız. Üstelik kimi zaman bu çalışmanız gece çalışması (saat 20.00-06.00 arası) olmakta.
  • Haftada bir gün izin yapmaktasınız ancak izin gününüz sizin tercihinizle belirlenmiyor.
  • Yıllık ücretli izin hakkınız yok. Hastalık, tatil veya bir başka nedenle çalışmadığınız günler için ücret ödenmiyor.
  • Sosyal güvenlik priminizin tamamını ödemek zorundasınız. İşveren kuruluşun bu konuda size bir katkı yapması söz konusu değil.
  • İşveren kuruluşla aranızda bir iş sözleşmesi olmadığı için bu kuruluşun size iş vermemesi hâlinde herhangi bir hak talebinde bulunamıyorsunuz.
  • Çalışma esnasında kullanmış olduğunuz binek aracının (çoğu kez bir motosiklet) tüm bakım, onarım ve yakıt giderleri size ait.
  • Aracınızın tamir/bakım vb. bir nedenle hizmet dışı kalması hâlinde çalışamadığınız için ücret elde edemiyorsunuz.

Bu şartlarda çalışmayı kabul ettiğiniz takdirde bir “girişimci” (!) olarak iş yaşamındaki yerinizi (!) alıp ayda ortalama yirmi bin lira tutarında fatura kesecek bir işe sahip oluyorsunuz (Bu rakam İstanbul için geçerli olup Anadolu kentlerinde daha düşüktür).

Kesilmiş olan yirmi bin liralık faturadan iş aracının bakım onarım ve yakıt giderleri ile gelir vergisi ve diğer masraflar çıktıktan sonra elinize on iki bin lira kadar para kalıyor. Açlık sınırının biraz üzerinde bir gelir elde etmiş oluyorsunuz. Aylık üç yüz saate yakın çalışma ve günde motosiklet üzerinde yaklaşık yüz elli kilometre yol yapmanın karşılığı işte bu. Üstelik her an işinizi yitirme tehlikesi ve böyle bir durumda hiçbir hak talep edilememesi söz konusu.

Bu noktada bir soru geliyor akla “Acaba bu insan Türkiye’de işçi haklarının son derece sınırlı bir biçimde gözetilmiş olduğu İş Yasası koruması altında ve saat ücreti olarak asgarî ücret elde ederek çalışmış olsa mevcut çalışma süresinden ayda elli saat daha az çalışarak aynı geliri elde edeceğini bilse ne yapardı?” (Ayda 60 saat fazla çalışma yapıldığı varsayılarak hesaplanan bir rakamdır bu). Hele bir de ulusal bayram ve genel tatil günlerinde (yılda on üç buçuk gün) çalışma karşılığı olmaksızın ücret alacağını ve çalıştığı takdirde günlük ücretinin iki katına çıkacağını, yılda on dört gün de ücretli izin hakkının olduğunu bilse idi?

Bu açıklamalardan da rahatlıkla anlaşılabileceği gibi işverenler bu yöntemle gerçekleştirmiş oldukları istihdam sayesinde İş Yasası’nın kendilerine yüklemiş oldukları sorumlulukları çalışanlara devretmekte böylelikle büyük kazanç elde etmektedirler. İşin yapılması için gerekli aracın (çoğu kez motosiklet) bakım onarım ve yakıt giderleri bu kazancın önemli bir kalemi elbette ancak bunun hesaplanması çok detaylı bir çalışma gerektirir işin sadece ücret boyutuna bakalım:

Yukarıda da belirtildiği gibi bu yöntemle çalıştırılan insanlar 10 kişi ile 16 kişilik iş yapmaktalar. Dolayısı ile bordrolu çalışana göre daha fazla kazandığını sanan kurye gerçekte daha az kazanmakta ve iş güvencesinden de mahrum. Üstelik işin yapımı esnasında vuku bulması olası kazalar nedeni ile maruz kalabileceği maddi, manevi zararları da üstlenmekte. Bu kalemin de hesaplanması çok ayrıntılı bir çalışma gerektirir ancak hayli büyük bir tutara ulaşacağı çok açık.

Burada sadece kuryelere iş veren şirketlerin daha az insanı daha çok çalıştırmak sureti ile elde ettikleri haksız kazancı rakamlarla ifade edelim:

Çalışma sürelerinden yola çıkarak on kişiye on altı kişilik iş yaptırdıkları belirtilmişti. Karmaşık bordro hesapları ile kimseyi meşgul etmek niyetinde değilim bu nedenle sadece sonucu vereyim. Esnaf kuryelere iş veren şirketler bu istihdam yöntemi ile çalıştırdıkları her on kuryeden ayda toplam yirmi altı bin lira haksız kazanç elde etmekteler. Yüz bin kuryede yılda otuz bir milyar altı yüz milyon lira ediyor. Mevcut İş Yasası koşullarında görev yapmış olsalar çalışanların alacak oldukları ücretten çalınıp işveren kuruluşların kasasına giren paradır bu.

Esnaf kurye diye adlandırılan kesimin sorunu bu kadarla da bitmiyor. Güvencesiz çalışma ortamından istifade ile geliştirilmiş olan performans ve puanlama sisteminin yaratmış olduğu sorun da hayli önemli. Sonuçta işini kaybetme riski var çalışanın. Bahse konu sisteme göre kurye, siparişi en geç otuz dakika içinde teslim etmek zorunda. Özellikle trafiğin yoğun olduğu saatlerde nerede ise ulaşılması mümkün olmayan bir hedef bu. Ancak hedefi tutturamamak işini kaybetmek demek. Bu nedenle o pek de güvenli olmayan araçları ile sürat yapıyor, kırmızı ışıkta geçiyor, ters yollarda hatta kimi zaman yaya kaldırımlarında seyrediyorlar hedefe erişebilmek ve bu sayede işlerini yitirmemek için. Kazalar bu çalışma biçiminin kaçınılmaz sonucu. Hem kuryelerin hem de yoldan geçmekte olan yayaların güvenliği tehdit altında. Üstelik kuru sıkı bir tehdit değil bu. Sadece 2021 yılında 190 kurye canını yitirdi ölümlü trafik kazalarında. Yaralanma ile sonuçlananlar ise binlerle ifade edilebilmekte. Bu rakamlar sadece kuryelere ait. Onların karışmış oldukları trafik kazalarında yaralananlar bu sayıların dışında.

Geçen yıldan bu yana değişik kuruluşlarda görev yapan esnaf kuryeler birkaç defa direniş gerçekleştirdiler. Yazık ki pek fazla katılım bulamadı bu direnişler toplumsal destek de yeterli olmayınca pek çoğu başarısızlıkla sonuçlandı. Şimdi yine bir direniş başladı. Trendyol çalışanları tarafından. Talepleri son derece mütevazı. Bordrolu çalışmayı, bu mümkün olamaz ise kullanmakta oldukları araçların bakım ve yakıt giderlerinin işveren kuruluş tarafından karşılanmasını istiyorlar. Bir de çalışma sürelerinin azaltılmasını (Günde on iki saat çalışmak günümüz koşullarında insanlık dışı bir uygulama).

Taleplerin tümü kabul edilip direniş %100 başarıya ulaşsa bile esnaf kurye sisteminin yaratmış olduğu sorunlar bitmeyecek. Bitmeyecek ama bu alanda çalışanlar önemli bir başarı elde etmiş ve moral kazanmış olacaklar.

Sorunun kökten çözülebilmesi için ise:

  • Esnaf kurye sisteminin kaldırılarak bu alanda faaliyet gösteren herkesin işçi statüsüne alınması
  • İşçi statüsüne alınan kuryelerin iş kollarının belirlenerek sendikal örgütlenmelerinin önünün açılması
  • Her isteyenin bu alanda çalışmasını engellemek için bir eğitim ve sınav sonucu verilecek “meslekî yeterlik” belgesi esasının kabulü
  • Kuryeleri çalıştıran şirketlerin uygulamakta oldukları performans ve puanlama sistemini güncelleyerek özellikle büyük şehirler için daha ulaşılabilir hedefler belirlemeleri
  • Kurye olarak çalışanların mutaden yapmakta oldukları işlerin yürütümü sırasında yaşanması olası kazalarda meydana gelebilecek her türlü hasarı (bedeni hasarlar dahil) tazmin edebilecek bir “mali sorumluluk” sigortasının gerçekleştirilmesi
  • İşin yürütümü esnasında kullanılan tüm binek araçlarının dönemsel bakımlarının düzenli olarak yaptırılması
  • Kuryelere sahada görev yaptıkları sürece kullanacakları iş elbisesi ve koruyucu ekipmanlarının eksiksiz olarak temin edilmesi gereklidir.

Elbette bu konuda bizlere de düşen bir görev var. Direnişleri süresince tüm kuryelerin yanında olmak ve direnişe taraf olan kuruluşların haksız dayatmalarının kırılabilmesi için bu kuruluşlar aracılığı ile sipariş vermemek, verdirmemek için çevremizi yönlendirmek böylelikle sipariş azalmasını ve ilgili kuruluşun zayıflamasını sağlamak.

Eğer bizler direnişçilerin yanında olur ve üzerimize düşen görevleri eksiksiz yaparsak ZAFER DİRENEN EMEKÇİLERİN OLACAKTIR KUŞKUSUZ.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz