İşçi sınıfının yolu: Birleşik Emek Cephesi

Karl Marx şöyle diyordu, işçi sınıfı devrimci ise her şeydir ama değil ise hiçbir şey. Bu sözler, durumu çıplak bir biçimde, gerçekliği net bir biçimde yansıtıyor.

İşçiler, emekçiler, geçimlerini sağlamak için, işgüçlerini satmak zorundadırlar. Ülkeden ülkeye, çağdan çağa, durumdan duruma, işgüçlerini kaç saat satacakları belirleniyor. Diyelim ki, günde 8 saat, haftada 45 saat üzerinden, ülkemizde, işçiler, emekçiler emek güçlerini satarlar. Bunun karşılığında, ertesi gün işe gelebilmesini sağlayacak kadar, yani açlıktan ölmeyecek kadar bir ücret alırlar. Ama bu haftalık 45 saat içinde ne üretirlerse, emeklerinin tüm ürünleri, kapitalistlerindir, işverenindir. Elbette, bu 45 saat içinde, aldığı ücretin belki 10 katını, belki 20 katını üretmiş olur. Ülkemizde bu oran, en düşük 10 kat olarak bilinmektedir. En yükseğini biz de bilmiyoruz. Yani işçi günde 400 TL alıyorsa, en az 4.000 TL’lik artı-değer üretmektedir.

İşçi, geçinebilmek için bunu yapmak zorundadır.

Patron, onun maaşını zamanında, yasalara uygun şekilde ödese dahi, ağır bir sömürü altındadır. Üreten kendisi olduğu hâlde, sanki üretimi patron yapıyormuş gibi görünür. Fabrika patronundur; makinaları çalıştıran, şalterleri kaldıran işçinin değildir.

İşçi de bunu kabul eder.

İşte bunu kabul ettikten sonra, her gün, yaşam ve çalışma koşulları kötüleşmeye başlar. TV kanalları ona, senin suçun der, sen beceriksizsin der, sen şansızsın, bir kere bile büyük ikramiye sana çıkmadı, sen bu hayata bu iş için gelmişsin der. İşçi bunları kabul eder.

Eğer bunları kabul ederse işçi sınıfı, yani tek bir işçi değil de, tüm işçiler, işte o zaman artık, “hiçbir şey”dirler.

Bunları kabul etmezse işçi, olup biteni kavrarsa, bilirse ki kendisinin hizmet ettiği makina, başka bir fabrikadaki işçi kardeşinin maddeleşmiş emeğidir, o patronun malı değildir, bir emek ürünüdür; bilirse ki doğa kimsenin malı değildir, kimsenin mülkü değildir; bilirse ki kapitalistin, egemenin cenneti, kendisinin cehenneminin üstünde yükselmektedir; işte o zaman, kendi gücünü görmeye başlar. İşçi sınıfını, kendisinin de bir üyesi olduğu sınıfı tanımaya başlar. O zaman anlar ki bu bir yazgı değildir. O zaman anlar ki, bu adaletsizlik, bir kader değildir. O zaman bilir ki, kim işliyorsa, o dişlemelidir. O zaman mücadele yol ve yöntemlerini öğrenmeye başlar. O zaman sendikal örgütlenmenin gereğini hisseder. Bilir ki, sendikal örgütlenme, bir işçi örgütlenmesi olmalıdır. Öyle hainlerin, sarı sendikacıların, balta saplarının, sendika mafyasının denetiminde bir işçi sendikası olamaz. O zaman bilir ki, işçilere siyasal bir örgüt gerekir. O zaman bilir ki, üretimden gelen güç, grev silahına dönüştürülmelidir ve bunu akılla yapar. O zaman bilir ki, işçi sınıfına, bir de bilim gereklidir.

İşte işçi sınıfı bu yolla devrimcileşmiş ise, bu kez de “her şey”dir.

Kapitalistleri ve onların iktidarını alaşağı edebilecek güçtür. Sadece kendisini değil, tüm toplumu kurtaracak güç işçi sınıfıdır. Sadece toplumu değil, sosyalist devrimler yolu ile, tüm yeryüzünden sınıfları silerek, sömürünün ve insanın insana kulluğunun tüm biçimlerine son vererek, insanlığın kurtuluşunun yolunu açabilir.

Bugün ülkemizde, işçi sınıfı, siyasal sahneye, daha da ilerisi tarih sahnesine çıkmak, kendini bağımsız bir siyasal güç olarak ortaya koymak zorundadır. Bu, uzatmaya gerek yok, işçi sınıfının devrimci bir öncü parti etrafında birleşmesidir. İşçi sınıfının en ileri unsurlarını, işçi sınıfının öncüleri olarak örgütleyebilmiş bir devrimci sosyalist parti, iktidara ve kurtuluşa giden yolu açabilir. Bu sadece bir gereklilik de değil, bu aynı zamanda bir zorunluluktur.

Seçim ve sandık üzerinden oynanan ve artık pespaye bir müsamere hâline getirilmiş olan egemenin “demokrasi” oyunu, artık işe yaramamaktadır. Hileler açıktır. Muhalifmiş gibi görünenler, gerçekte iktidar kadar devletin unsurlarıdır. Ve solcu imiş gibi sunulan CHP ile varılacak yerin, Saray Rejimi’nin destekçiliği olacağı açık hâle gelmiştir.

Bugün, Saray Rejimi, hiçbir endişeye kapılmadan, istediği gibi zam yapmakta, istediği gibi vergi koymakta, istediği gibi haraç kesmekte, kimseye aldırış etmeden yalanlar söylemektedir. Bu artık açıktır.

Sanki, “sahipsiz köy”de keyfince davranmaktır bu. İktidar, Saray Rejimi, muhalefeti ile birlikte, açıkça halkla alay etmektedir. Kılıçdaroğlu “travma”dan söz ediyor. İyi ama o travmayı yaratan sizsiniz.

Bize seçim öncesinde, evden çıkmayın, sokak gösterileri yapmayın, provokasyona gelmeyin, bekleyin, sandığa gidin, bize güvenin oylarınıza sahip çıkacağız diyen kimdi? Şimdi utanmadan, adil olmayan seçimden söz ediyorlar. Erdoğan’ın adaylığını kabul eden kimdir? Şimdi, yüzü kızarmadan, Erdoğan’ın devlet olanaklarını kullandığından söz ediyor. Buyurun, seçim sonuçlarını kabul etmeyin, seçimi gayrimeşru ilan edin. Ama bunu yapamazsınız, çünkü efendileriniz size izin vermez.

Şimdi, vergi artışları, zamlar, haraçlar peş peşe gelmektedir.

Bu ülkede, ortalama asgarî ücret rakamı bellidir, 330-370 USD’dir. Asgarî ücreti yükselttiklerinde, arkası, zamlar, vergiler, dolar kurunun artışı, faturaların yükselmesi, haraçlar ile gelir. Bunu bilmeyen sendikacı da yoktur. Ama sendikalar bile, bir açıklama ile yetiniyorlar.

Seçimin “şoku” ile kendinden geçmiş, yaz tatili ile gözlerini dünyaya kapatmış, sözüm ona solcular, bu sendikalar gibi sessizliği çok seviyorlar.

Bu ülkede 30 milyonu aşkın işçi-emekçi var.

Bu ülkede 15 milyon emekli var.

Bu ülkede 10 milyonu aşkın işsiz var.

Ve görüldüğü gibi, örgütsüz işçiler, tam olarak “hiçbir şey”dirler.

Oysa, bugün, bu koşullarda da mücadele yöntemleri vardır.

Gezi Direnişi’nden bu yana, işçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler, sürekli direniştedirler. Ne TOMA’lar, ne cop, ne biber gazları, ne hapis, ne tehditler, işçi ve emekçilerin haklı direnişini durdurmaya yetmemiştir.

Bu direnişin, önemli bir özelliği, sadece tepkiye dayanması, dayanılmaz hâle geldiğinde işler ortaya çıkması, kendiliğinden bir eylem karakterinde olmasıdır. Çoğu böyledir. Bu elbette, direnişlerin daha da büyümesini, yaygınlaşmasını, derinlik kazanmasını önlemektedir.

İşte sorun da buradadır.

İşçi sınıfının devrimci yolunda, direnişleri geliştirecek, işçi sınıfını iktidara taşıyacak olan bu direnişlerin örgütlü hâle getirilmesi gereklidir. Ve bu mümkündür.

Evet bir günde, sendikalarımızı sendika mafyasından alıp, işçi sendikası hâline çeviremeyeceğiz. Ama bu konuda bir bilinç oluştuğundan da şüpheye gerek yok.

Bize gerekli olan, sağlam temeller üzerinde, doğru bir yol ortaya koyabilmektir.

Bu, Birleşik Emek Cephesi’dir.

İşçiler, kadınlar, emekçiler, gençler Birleşik Emek Cephesi içinde yer almalıdırlar. Tüm direnişler, ancak bu yolla, daha sağlam örgütlenebilir, daha hızla yaygınlaşabilir.

Birleşik Emek Cephesi, devrimcilerin ortak alanıdır. Elbette her güç, kendisini de örgütleyecektir. Buna zaten kimsenin bir şey söylemeye hakkı yoktur. Elbette, devrimciler birbirlerini eleştirirler de. Ama bizim burada tartıştığımız şey, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların, gençlerin, kısacası direnen herkesin ortak cephesidir. Birleşik Emek Cephesi, sadece işçi sınıfının değil, direnen herkesin cephesidir. Elbette işçi sınıfının devrimci yoluna uygundur, öyle olmalıdır. Biz, bu ülkede, devrimi hedefleyen bir mücadeleden söz ediyoruz. Öyle ise, bu elbette işçi sınıfının sosyalist devrim yoluna uygun olmalıdır.

Birleşik Emek Cephesi, bugün acil bir ihtiyaçtır.

İşçi sınıfının siyasal sahneye çıkmasının da yollarından biridir. Bu yolu, daha da yakınlaştırabilecek bir adımdır.

Zamlardan, vergilerden, hayat pahalılığından, enflasyondan, artan sömürüden, haraçlardan, sağlık sisteminden, çökmüş olan eğitim sisteminden gerçekten rahatsız isek, eylemlerimizle bunu göstermeliyiz. Bu her zaman geçerlidir. Bu eylemleri, daha geniş, daha yaygın hâle getirmenin yolu, Birleşik Emek Cephesi’dir. Birleşik Emek Cephesi, hem işçi sınıfının mücadelesi için, uzun vadede hem de güncel anlamda bir gerekliliktir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz