“Rejimin çökmesi muhtemel görünüyor”

İran Komünist Partisi MK ve Enternasyonal Büro üyeleri Marzieh Nazeri ve Abbas Mansouran ile röportaj

İsyanın yüzüncü günü gelirken iletişime geçtiğimiz yoldaşlarımızla bugünün tarihsel altyapısına da değinilen kısa bir sohbet ettik. 

Batı takvimiyle geçtiğimiz yılın dörtte üçü biterken başlayan direniş, yeni yıla soluksuz bir isyan halinde devretti.

Komünist Parti Merkez Komite ve Enternasyonal Büro üyesi yoldaşlarla yaptığımız ilk röportajın üzerinden geçen aylar içerisinde yaşanan gelişmelerin “Z raporunu çıkarmak” çabasıyla dersler çıkarabileceğimiz sorular sormaya çalıştık.

İsyanın ve devrimci hareketin durumunu ve yarına dair öngörüleri sorduğumuz sorulara aldığımız yanıtlar, ilk ayını doldurmakta olduğumuz mücadele yılına derslerle birlikte, bölgemizin devrimci dönüşümüne daha ileri bir umut taşımamıza da vesile oldu.

Yoldaşların kendi dilinden ifade edersek “Yükselen kitlelerin ruhu gereği, mevcut hareket büyüyen bir süreçten geçti ve İslami kapitalist rejim tarafından işlenen en son cinayetlere ve suçlara rağmen, harekette bir düşüş belirtisi yok. İran’da eşi benzeri görülmemiş bir şekilde binlerce insan, öldürülen protestocular için düzenlenen anma törenlerine – yas, müzik, şiir, ilahiler ve kavga sloganları eşliğinde-  devrimi devam ettirme kararlılığının ve mücadeleyi sürdürmenin bir yolu olarak görüp katıldı.”

Dahası sol, sosyalist, devrimci güçlerin gelişimine dair fazla coşmadan kullanılan “Sol ve sosyalist güçleri yakınlaştırma çabaları sürüyor. 2018’den bu yana, İran Komünist Partisi de dâhil olmak üzere altı solcu ve komünist akım, Sol ve Komünist Güçler İşbirliği Konseyi adlı bir konseyde bir araya geldi. Yine iki hafta önce İran Komünist Partisi ve Hikmetçi İşçi Komünist Partisi, dağınık solcu ve komünist kesimleri bir araya getirmek için Kürdistan’da sol ve sosyalist bir blok oluşturma çağrısı yaptı” ifadeleri ve devamında eklenenleri coğrafyamızın mizacıyla bir “İyi gidiyoruz-Vamos Bien” olarak duyduk.

Son olarak röportajın bütününe geçmeden verilen şu cevap da bugünkü gerçeğimiz olarak hafızalarda tutulmalı, kulaklara küpe edilmeli: “Batı yanlısı muhalefet, devrimci bir yıkımın değil, iktidarı bir kapitalist siyasi güçten diğerine devretmek anlamına gelen bir rejim değişikliğinin peşinde koşuyor. Mevcut durumda, hareketin ilerlemesi ve sermayenin siyasi egemenliğinin devrilmesi sonucunda rejimin çökmesi muhtemel görünüyor. İran’da yaşanan durumu bir sınıf mücadelesi olarak değerlendirebiliriz. İşçi sınıfının ülke çapında bir genel greve girmesi ve işçi hareketi ile sosyalist hareketin bir araya gelerek harekete öncülük etmesi bir hayal değil ve gerçekleşebilir”.

Mahsa Jina Amini’nin öldürülmesinin ardından başlayan isyan dalgası üçüncü ayını tamamladı. İran Kürdistan’ından, Huzistan’ına, Belucistan’ından ve Azerbeycan’ına kadar tüm ülkeyi etkisi altına alan bu isyan ve direniş dalgasında başta kadınlar olmak üzere lise öğrencileri, üniversite öğrencileri, işçiler, esnaf, toplumun tüm kesimleri isyan ve direnişin parçası oldu. Jin Jiyan Azadi sloganı tüm İran halkının her dilde ortak sloganı haline geldi. Ayrıca “mollalara ölüm”, “diktatöre ölüm” gibi sloganlar da gündeme gelmeye başladı. İran devletinin tüm baskılarına, tecavüzlerine, işkencelerine, katliamlarına ve son infazlarına rağmen tepkiler ve direniş artarak devam etti. Direnişin öne çıkan, ilerleyen ve gerileyen yönlerini de vurgulayarak 3. ayını dolduran direnişin mevcut durumunu yorumlayabilir misiniz?

  

Devrimci hareketin 100. gününde öne çıkan yönlerini, direnişin ilerleyişini veya düşüşünü ve içinde bulunduğu durumu ele almadan önce, sizin de bahsettiğiniz iki temel slogana dikkat çekmek gerekiyor: “kadın, yaşam, özgürlük” ve  “kahrolsun diktatör!” “Kadın, yaşam ve özgürlüğün”, kadının tarihsel esaretine, köleliğine ve ezilmesine kadar uzanan tarihsel bir talebe yanıt olduğuna inanıyoruz. İnsan toplumlarının sınıflara bölünmesiyle birlikte kadınlar, sınıfsal ve ataerkil ilişkinin çifte baskısına maruz bırakılan, köleleştirilen ve sömürülen ilk insan grubu olmuştur. Kadınlara insan gibi değil, mal ve üretim aracı gibi muamele yapıldı ve bu kölelik, eski kölelik döneminden modern kapitalist ilişkilere, günümüze kadar devam etti. Hayat aynı zamanda kadının ve toplumun özgürlüğüne de bağlıdır ve gerçek anlamda özgürlük her türlü sınıfsal baskıdan kurtulmaktır. Kapitalist meta ilişkileri ve üretim araçlarının özel mülkiyeti ortadan kaldırılmadan, toplumun ve kadınların çifte baskıdan özgürleşmesi ve kurtulması imkânsızdır. Bu tavırla “kadın, yaşam, özgürlük” bir slogan değil, insan toplumunun bir manifestosudur ve felsefi bir temele sahiptir ve tarihsel bir arzuyu ifade eder. “Diktatöre ölüm!” sloganı yönetenin diktatörlüğüne atıfta bulunmakla birlikte, yalnızca yönetenin baskıcı ilişkilerinin üstyapısına gönderme yapmaktadır. Mevcut durumu yaratan diktatörlük değil, kapitalist ilişkiyi korumak için diktatörlüğe başvuran çevre kapitalist ülkelerdeki özel ilişkilerdir. Bu slogan radikal bir slogan değildir, çünkü kapitalizmin mevcut koşullarının ve İslami yönetimin kökleri ile ilgilenmez, diktatörlüğün biçimini ve üst yapısını eleştirir. Bu slogan, sanki diktatörün ölümüyle toplumun sorunları çözülecekmiş gibi zihinlerde bir yanılsama yaratabilir. Esasen kapitalist ilişkilerin doğasından kaynaklanan ideolojik tiranlık, İran ve Türkiye gibi çifte mutlakiyetçilik olan periferi ülkelere özgüdür. Çifte mutlakiyetçilik olmadan çevre ülkelerdeki kapitalist ilişkileri yönetmek imkânsızdır. Bu slogan dolaylı olarak parlamentarizmi ve burjuva sivil toplumunu doğrular, yani kapitalizmin içkin zorbalığını unutur.

1978 siyasi devriminde, bu tür sloganlar yaygındı ve son derece kanlı geçen 43 yılı aşkın süre boyunca zararlı sonuçlar doğurdu. Tabii ki, sosyalist hareket ve önde gelen işçiler ve ilerici öğrenciler, “ekmek, iş, özgürlük, konsey özyönetim!”, “Yoksulluk, yolsuzluk, yüksek fiyatlar; Bu rejimi devirene kadar durmayacağız!”, “Özgürlük, özgürlük, özgürlük, özgürlük!”, “Bütün sisteme ölüm!” ve benzeri sloganları öne çıkarıyorlar. Yükselen kitlelerin ruhu gereği, mevcut hareket büyüyen bir süreçten geçti ve İslami kapitalist rejim tarafından işlenen en son cinayetlere ve suçlara rağmen, harekette bir düşüş belirtisi yok. İran’da eşi benzeri görülmemiş bir şekilde binlerce insan, öldürülen protestocular için düzenlenen anma törenlerine – yas, müzik, şiir, ilahiler ve kavga sloganları eşliğinde-  devrimi devam ettirme kararlılığının ve mücadeleyi sürdürmenin bir yolu olarak görüp katıldı. Mezarlıklardaki bu törenlerde dinin ve dinî geleneklerin çok az bir varlığı ve rolü var ve bu, İran’ın tarihi mücadelelerinde neredeyse hiç görülmemiştir. Bu törenlerde mevcut harekette güçlü ve geri dönülmez bir irade görülmektedir. Ülkenin her bölgesinde gece gündüz demeden, protestocu ve yiğit halkın iradesi ve varlığı kapitalist İslami rejimin baskıcı güçlerine dayatılıyor. Mücadele gece gündüz demeden devam ediyor. Yeni taktikler yaratılıyor, hükümetin başı belada ve hükümet felçli bir durumda.

 

Eylemlerde neredeyse geri dönülmez bir dönüşüm gözlemliyoruz. Ancak görüyoruz ki toplumsal yansımalarını -başörtüsü yasağı artık uygulamada kabul edilmiyor, mollaların toplumsal meşruiyeti sorgulanıyor ve korku perdesi yırtılıyor vs.- bulan hareketin henüz politik öncüsü ile buluşamadığını görüyoruz. Direnişin başlangıcından bugüne kadar devrimcilerin bu yöndeki çabaları, başta işçiler, gençler ve kadınlar olmak üzere tüm toplumsal kesimlerde daha fazla karşılık buluyor mu? Devrimciler ve komünistler arasındaki örgütlenme gelişimini nasıl görüyorsunuz?

Mevcut hareketin ilk günlerine kıyasla sloganlar daha radikal hale geldi ve sınıfsal bir renk aldı; kentsel alanlarda, üniversitelerde, lise öğrencileri arasında, ülke çapında mahalle komitelerinin örgütlenmesi ve özellikle son bir ay içinde petrol, gaz ve petrokimya işçileri, demir çelik eritme ve otomobil endüstrilerinde vb. çıkan grevler; Kürdistan, Belucistan ve Azerbaycan ve İran’ın tüm bölgeleri arasındaki dayanışma, mevcut ilerici mücadelenin, bunun artan radikalleşmesinin, sınıfın rolünün ve solcu ve sosyalist güçlerin rolünün tezahürüdür. 

Monarşistler, reformistler ve genel olarak burjuva muhalefet dâhil olmak üzere burjuva güçleri, devrimci harekete el koymaya çalışıyor. Ancak İran içinde bu güçlerin fazla bir etkisi yok. İran’da hareketin liderliğinin kolektif, mahalle odaklı ve bölgesel olduğu, bireysel liderliğin ise ortak kabul görmediği söylenebilir. Burjuvazi, kendi liderliğini dayatmak ve bu hareketin gücünü kullanmak, harekete kendi tekil liderliğini dayatmak için bu hareketin bir liderliğinin olmadığını haykırıyor. Bunu en çok yapan da Halkın Mücahitleri, bu mezhepçi gerici grup inançları ve gericiliği kadın ve özgürlükle bağdaşamayacağı için, özellikle “kadın, yaşam, özgürlük” sloganını yok saydı ve hareket içerisindeki varlığı adeta durma noktasına geldi ve gerçek doğasını ortaya koymuş oldu. Bu mezhebin lideri ve kadınları, İranlı kadınların zorunlu başörtüsünü çıkartmalarına, atmalarına ve yakmalarına destek olarak kendi dini başörtülerini bir milim bile geri çekmediler.

Sol ve sosyalist güçleri yakınlaştırma çabaları sürüyor. 2018’den bu yana, İran Komünist Partisi de dâhil olmak üzere altı solcu ve komünist akım, Sol ve Komünist Güçler İşbirliği Konseyi (Farsça: Shoraye Hamkary) adlı bir konseyde bir araya geldi. Yine iki hafta önce İran Komünist Partisi ve Hikmetçi İşçi Komünist Partisi, dağınık solcu ve komünist kesimleri bir araya getirmek için Kürdistan’da sol ve sosyalist bir blok oluşturma çağrısı yaptı. Çağrı iyi karşılandı, blok artık organize olmuş durumda ve şimdiye kadar birkaç toplantı yaptı. İslam hükümetinin devrimle alaşağı edilmesi, buna alternatif olarak işçiler, kadınlar ve toplumun yoksul kesimlerinden müteşekkil halk konseyleri ve sosyalizmi kurma çalışması bu ittifakın ortak hedefleri arasındadır.

Eylemlerin hızla büyümesine neden olan ve bu süreçten de etkilenen toplumsal kesimlerin taleplerinin, genel olarak kapitalist bir yönetimin karşılayamayacağı talepler olduğuna dair analizlere rastladık. Son dönemde hareketin taleplerinde bir dönüşüm oldu mu?

Bu devrimci hareketin talepleri, aradan geçen 120 yıldaki taleplerle aynı taleplerdir; İran’da 1900’lü yıllarda adalet ve anayasa sloganıyla başlayan; aristokrasi, çarşı, din adamları, bağımlı kapitalizm ve emperyalistlerin uzlaşması sonucu iki kraliyet darbesiyle karşı karşıya kalan ve sona eren anayasacılık hareketinden, 1978 kış devrimiyle Şah’ın devrilmesine kadar. Bu birikmiş talepler, İslami rejimin 44 yıllık vahşi baskılarıyla karşı karşıya kaldı.

2019’dan beri hareket daha sınıfsal bir aşamaya girdi. Kadınların mevcut hareketteki öncü ve cesur varlığı emsalsiz oldu. Bu hareketin taleplerine cevap vermek sadece İslami hükümetin güç ve iradesinin ötesinde değil, aynı zamanda laik ve sivil bir toplum öne süren muhalefetin sorumluluk ve kabiliyetinden de uzaktır. Çünkü İran gibi ülkelerde kapitalist ilişkilerin korunması ve sömürünün devam etmesi ancak çifte otoriter bir hükümet aracıyla sağlanabilir. “Yoksulluk, yolsuzluk, yüksek fiyatlar; Rejim devrilene kadar durmayacağız” sloganı, İran genelindeki işsizliğe karşı protestolar ve konsey yönetimi ile İran’ın her yerinden komitelerin talepleri, konsey temelli bir yaklaşıma ve merkezi iktidara güce ve geleneksel konvansiyonel hükümetlere karşı olunduğuna işaret etmektedir. 

İran’ın her yerindeki halklar arasındaki dayanışma, İslamcıların ve ayrıca kraliyet ve emperyalist güçlerinin tüm planlarını ve çabalarını alt üst etmektedir. Mevcut harekette, özellikle kadınlar ve gençler arasında, bireysel hâkimiyeti ve geri kalmış ilişkileri yansıtmayan, yaratıcı ve öncü bir güç var. İran işçi sınıfı bu harekette sınıf liderliğini elinde tutmasa da hareket içinde en büyük varlığa sahip, bu hareketin tutuklananları ve kurbanları işçi sınıfından, toplumun yoksul kesimlerinden veya emekçilerin müttefiklerinden. 

Erşad güçlerinin rejim tarafından lağvedildiği haberleri medyada yer aldı ancak bunlar da yalanlandı. Erşad devriyelerine yönelik rejimin attığı adımlar var mı?

Başörtüsü zorunluluğu ve Erşad’ın kaldırılmasına ilişkin haberler de hareketin gidişatını olumsuz etkileyen uygunsuz ve asılsız haberler arasında yer aldı. Hareket, yapılan bu hileleri alt etmeyi bildi. Rejimin girişimi; devrimci talepleri başörtüsü, tesettür ve Erşad devriyesinin ortadan kaldırılması gibi, en alt seviye taleplere indirmeye yönelikti. Hareket buna şu sloganlarla temel taleplerini ifade ederek tepki gösterdi: “Erşad devriyesinin ve başörtüsünün kaldırılması mesele değil, amacımız tüm sistemi devirmek!” Aslında pratikte, Erşad devriyesini ve zorunlu başörtüsü uygulamasını felç eden halkın direnişi ve mücadelesiydi. Gerçekte, kimse zorunlu başörtüsüne ve rejim güçlerine aldırış etmiyor. Rejim, iradesini ve kanunlarını geçmişe kıyasla topluma empoze edemiyor. Kitleler rejimin düzenlemelerine uymuyor ve geçmişe dönmeyecek. Bu henüz devrimci bir durum olduğu anlamına gelmez, ancak toplum devrimci bir dönem yaşıyor.

Rejim son dönemde idam cezasını uygulamaya başladı. Bunun karşısında direnişçilerin infaz yolundaki tavırları ve infazların ardından ortaya çıkan eylemler, İran rejiminin infazlarla tırmandırmak istediği bastırma ve sindirme politikasının işe yaramadığını gösteriyor. Bazı ölüm cezalarının bozulduğu haberlerini okuyoruz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

En son istatistiklere göre, beş yüzden fazla insan öldürüldü, yaklaşık 20.000 kişi tutuklandı ve yüzlerce kişi pompalı tüfeklerle ateş açılması sonucu yaralandı ve kör oldu. Sadece iki kişinin resmen asıldığına dair yapılan duyuru da bir hükümet iddiasıdır. Tutuklanan onlarca kişi gözaltı merkezlerinde öldürüldü ve infaz edildikleri açıklanmadı. Birçok kişi işkence altında öldü. Birçok kişi kaçırıldı ve cesetleri birkaç gün sonra bulundu. Şimdiye kadar birçok genç, rejimin gözaltı merkezlerinden serbest bırakıldıktan sonra intihar etti, çünkü bu gençler gözaltındayken psikotrop ilaçlar almaya zorlandılar ve tecavüze uğradılar. Genç erkeklere ve kızlara tecavüz etmek ve kadınların cinsel organlarına pompalı tüfekle ateş etmek, rejim tarafından kadınlar ve gençler arasında dehşet ve korku yaratmak için bir taktik haline geldi. Elbette İslami sermaye rejimi resmi infazların devam etmesinden korkuyor, aksi takdirde 1980’lerdeki gibi on binlerce insanı katlederdi. Ali Hamaney, son devrimci hareketin ilk haftasında “2022’nin Tanrısı, 1980’lerin Tanrısı ile aynıdır” açıklamasını yaptı, ancak 80’lerde devrimci ve muhalif güçlerin katledildiğini ve muhalif hareketin bugünkü gibi kapsamlı ve ülke çapına yaygın olmadığını unuttu. İlk başta İslami hükümet sessizce zapt etme ve baskı politikasına yöneldi, ancak ülke çapındaki birlik ile rejim artık baskı güçlerinde bir çöküşle, tüm rejimin çökme tehlikesiyle ve hareketin rejimi devirme sürecine girmesiyle karşı karşıya. Hareketi kontrol etmek ve eski duruma geri dönmek iktidar ve ayağa kalkan kitleler için imkânsız hale geldi.

Direnişin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bundan sonraki gelişmelerle ilgili öngörüleriniz nelerdir? Ne yapmayı planlıyorsunuz?

İran’daki mevcut hareket; hareketin ilerleyişi, direnişin içerisindeki yapılar, hükümetin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi kriz, baskı aygıtlarının çöküşü, hareketin eski koşullara dönülmeyeceğine olan inancı, rejimin çaresizliği, son olarak emperyalistlerin ve bölge hükümetlerinin İran’daki İslami sermaye yönetimine dair umutlarını kaybediyor olmaları göz önünde bulundurulduğunda devrimci bir yaklaşım benimsemektedir. Bu, İslami hükümetin devrimci bir şekilde alaşağı etmenin bir gerçeklik haline geleceği anlamına geliyor. Batı yanlısı muhalefet, devrimci bir yıkımın değil, iktidarı bir kapitalist siyasi güçten diğerine devretmek anlamına gelen bir rejim değişikliğinin peşinde koşuyor. Mevcut durumda, hareketin ilerlemesi ve sermayenin siyasi egemenliğinin devrilmesi sonucunda rejimin çökmesi muhtemel görünüyor. İran’da yaşanan durumu bir sınıf mücadelesi olarak değerlendirebiliriz. İşçi sınıfının ülke çapında bir genel greve girmesi ve işçi hareketi ile sosyalist hareketin bir araya gelerek harekete öncülük etmesi bir hayal değil ve gerçekleşebilir. Emperyalist müdahale ve küresel kapitalizm, siyasi iktidarın yenisiyle değiştirmek üzerine düşünmeye başladı, ayrıca İran’daki devrimci hareketin ilerlemesi ve yoğunlaşmasına paralel olarak emperyalist merkezlerin politikalarının da değiştiğini görebiliyoruz. İran’daki İslam devleti ile gizli diplomasi ve ilişki siyaseti devam etse de, Avrupa’da rejime, Biden liderliğindeki Demokratlardan daha fazla baskı uygulanıyor.

Sokak barikatlarının kurulduğu, genel işçi grevinin başladığı ve son aşamada silahlı kuvvetlere karşı kitlesel askeri mücadele seviyesine gelindiği noktaya kadar sokakları tutmaya çalışıyoruz. Ancak sokaklardaki insan kitlelerinin askerî aşamaya erken girmesini erken ve tehlikeli buluyoruz. Analizimize göre Kürdistan, İran’ın geri kalanına göre, daha erken özgürleşmeye hazırlıklı ve muktedirdir. Ancak İran genelinde inanılmaz bir birlik ve dayanışma var ki bu ülke çapındaki devrimci potansiyeli daha verimli kılıyor. Hedefimiz, ülke çapında bir birlik, işçi sınıfının devrimde liderliği, İslami rejimin devrilmesi ve sosyalizme doğru işçi devrimini güçlendirip devam ettirebilecek bir konsey alternatifinin İran’da kurulmasıdır.

Diasporadaki İran burjuva muhalefetinin emperyalist saiklerle toparlanmaya çalıştığını ve monarşistlerin de katılımıyla bir karşı-devrimci cephe örgütlendiğini görüyoruz. Sünni bölgelerde IŞİD benzeri yapıların oluşturulmaya çalışıldığına dair işaretler var. İran, Batı medyasının ana konularından biri halinde. Emperyalizmin ülkenize yönelik müdahalelerinde ve pozisyonunda sadece askeri değil, sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel olarak da bir değişiklik var mı?

Daha önceki bölümlerde de bahsedildiği gibi, İran İslami rejimini destekleyen Çin ve Rusya dışındaki küresel kapitalist devletler, İran’daki İslami yönetimin devrilmesinin hemen ardından kendi siyasi alternatiflerini iktidara getirmeye çalışıyorlar. Propaganda medyası bu alanda oldukça örgütlü ve devrim için kendi karakterlerini oluşturmaya çalışıyor. İran meselesi Ortadoğu’ya, Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail ve Suriye gibi devletlere bağlı ve hatta Rusya’yı ve Ukrayna savaşını, Orta Asya ülkelerini, Pakistan’ı, Afganistan’ı ve Yemen’i, IŞİD’i ve diğer alçak İslamcı kuvvetleri etkiliyor. Küresel sermaye, tüm vekâlet savaşlarının ve diğer tüm krizlerin kökü olan kapitalist krizleri kontrol etmeye ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla İran’da siyasi iktidarın devri, küresel sermaye ve neoliberalizm için kolay değil. Ancak işçi sınıfı ve bir bütün olarak bu hareket içindeki sol eğilimler, küresel sermayenin pek çok siyasi denklemini alt üst edebilecek üçüncü faktördür. Irak’ta yaşadıkları deneyimden sonra dünya sermayesi için doğrudan askeri müdahale masadaki seçenek değil. Şimdi, çevre ülkelerde rejimin çöküşü sırasında sözde-parlamenter burjuva alternatifini iktidara getirmek için laik alternatifleri, sivil toplumu, insan haklarını ve diğer demagojileri sinsice teşvik eden politikalar izliyorlar. Monarşistler, meşrutiyetçiler, Kürt milliyetçileri ve tüm işçi karşıtı ve anti-sosyalist güçlerden oluşan bir birlik, Suudi Arabistan, Arap Emirlikleri, İsrail gibi güçlerin siyasi, ekonomik ve medya müdahaleleri yoluyla, kapitalist ilişkileri geliştirmek ve korumak için İslami rejimin yerini almaya hazırlanıyorlar. 

İran’da, özellikle Belucistan ve Kürdistan eyaletlerinde İslami rejim tarafından kasıtlı olarak güçlendirilen IŞİD gibi bir cani güç, sorun yaratabilirse de devrim için bir tehdit olarak değerlendirilemez.

En iyi dileklerimizle

1 Ocak 2023

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz