Saray Rejimi, savaş ve restorasyon

İki gelişme var. Biri Ukrayna savaşıdır. Diğeri ise, “seçim yasası” adı altında meclis denilen yere sunulan yasadır.

Bu iki gelişme, Saray Rejimi’nin güçlendirilmesi ya da Erdoğan sonrasının şekillenmesi çalışmalarını yakından etkiliyor.

İster “güçlendirilmiş Saray Rejimi” diyelim, ister “güçlendirilmiş parlamenter sistem” diyelim, her ikisi de egemenlerin, restorasyon çalışmalarıdır. İlkini biz söylüyoruz, egemenler “güçlendirilmiş Saray Rejimi” demiyorlar. Onlar, Saray Rejimi’nin devamından yanayız, diye dile getiriyorlar. İkincisini onlar söylüyorlar, isim babası onlardır: Güçlendirilmiş parlamenter sistem.

İlki ya da ikincisi, aynı amaca dönüktür. Olağanüstü bir örgütlenme olan Saray Rejimi’nin tıkanmışlığını aşmak istiyorlar. Bu yolla, sistemi restore etmek istiyorlar. Çözülmekte olan burjuva egemenliği restore etme çabasıdır bu.

Öncelik Saray Rejimi’ni sürdürmektedir. İyi ama bu o kadar kolay değil. İşte olur da burada bir aksilik olursa diye, “güçlendirilmiş parlamenter” sistemden söz ediyorlar.

Elbette ilkini savunmak, iktidara düşer. İkincisini savunmak ise “muhalefet” diye adlandırılan burjuva muhalefete düşer. Ki bu burjuva muhalefet, Saray Rejimi’nin her açıdan bir uzantısı, bir parçasıdır. Akşener’den daha fazla, Kılıçdaroğlu Saray’a bağlıdır.

Kılıçdaroğlu liderliği etrafında toplanmış burjuva muhalefet, aslında, normal bir seçim olsa, yüzde on bile alamayacak olan AK Parti ve Erdoğan’ı indirmek için, egemenlerin vereceği onayı bekliyor. Onun için, hiçbir zaman “muhalefet” yapmıyorlar ve en sıradan bir konuda dahi, seslerini çıkarmaktan korkuyorlar.

Nerede bir küçük, eften püften bir konu var, işte o zaman konuşuyorlar. Ne zaman ciddi bir mesele var, o zaman Saray destekçisi oluyor ve halkı susturmaya çalışıyorlar, tepkilerin sokağa taşmasını önlemeye çalışıyorlar.

İşte onların muhalefet dediği de budur.

Erdoğan, hem suçları çok olduğu için hem de bunca suç dosyası olan birisini yönetmenin ABD için kolay olması nedeniyle, koltuğunu ömür boyu sürdürme hevesindedir.

Daha da ileri gidiyor, işi büyütme yönünde adımlar atmaya çalışıyor ve 2023 sonrasında, sanki, halifeliğe fiilî geçiş için hazırlık yapıyor. Yoksa Bilal, çocuklar, eşler, servet nasıl kurtulacak? Fiilî halifelik önce gelsin istiyor, nasılsa Bahçeli ve Atasagun ekibi, “fiilî olarak yapıyor, öyle ise yasaları buna göre düzeltelim” demekte tereddüt etmeyecektir. TC devleti, bu hâldedir.

“Muhalefet” ise, “nasılsa Erdoğan gidici” havasındadır ve daha şimdiden, hangi arpalığın kime verileceğinin hesabı içindedir. Nasılsa halk, Erdoğan ve çevresine bunca yağma, soygun için izin verdi, biraz da “muhalefete” izin verecektir, değil mi?

Burjuva muhalefet, Erdoğan’ı devirmek istemiyor. Burjuva muhalefet, Erdoğan’ın devrileceği haberini efendilerinden, ABD’den almak için bekliyor. Olur da haber gelmezse diye, yerinden kıpırdamıyor. Her zaman devlete bağlı olduğunu göstermek için, işçi ve emekçileri, kadınları ve gençleri, sokağa çıkan herkesi evlerine hapsetmek istiyorlar. Görevleri budur. Olur da efendileri, “şimdi sıra sizde” derlerse, zaten bir şey yapmaya gerek yoktur. İşte bu haberi bekliyorlar. Bugünlerde kuşlar, Kılıçdaroğlu’na, hazır olun, sizin de sıranız geliyor mesajlarını veriyor olmalıdır. O nedenle, ille de kendisi cumhurbaşkanı adayı olacakmış gibi hazırlık yapıyor. Bu nedenle, dinci bir söylemi öne çıkartıyor. Bu nedenle, sanki şimdiden iktidarmış gibi konuşuyor.

Sanki, Erdoğan, seçimlere, yasalara, anayasaya vb. bağlı imiş gibi, tüm CHP; seçimlerden, yasalardan söz ediyor. İyi ama, 2018’de yapılan seçim meşru mu idi? Elbette değildi ve bu seçimi meşru hâle getiren CHP ile İYİ Parti’dir. Onlar, muhalif değildirler.

Şimdi, seçim kanunu meclise sunuldu.

İlk soru şudur: Neden meclise sunuluyor? Pekâlâ, Cumhurbaşkanı bir kararname ile bunu hâllederdi.

Meclise sunuluyor, çünkü pazarlık yapılmak isteniyor.

Yeni seçim sistemi, aslında Saray’ın neler yapabileceğini göstermesi açısından önemlidir. Saray, Millet İttifakı denilen ittifaka CHP ve İYİ Parti dışındaki katılımların önünü kesmek istemektedir.

Hem, ülke genelinde yüzde 7 baraj var hem de o ilde. Her ikisini geçmemiş bir parti, oradan milletvekili çıkartamıyor. Ve aynı anda, “seçim barajını daha da aşağıya indirebiliriz” diyorlar. Pazarlıktır. Ne istiyorlar? Erdoğan’a garantiler mi? Tekrar aday olabilmesi garantisi mi, yargılanmama garantisi mi, devlet olanaklarını kullanma garantisi mi, şeyhülislam gibi davranması karşılığında bunun onaylanması garantisi mi? Muhalefet, bu pazarlıkları dahi ortaya koyacak cesarete sahip değildir.

Yasanın meclise sunulmasının nedeni budur, pazarlıktır.

İkincisi, yasanın meclise sunulması, bir seçimin olacağının da garantisi değildir. Ama yasa meclise sunulunca, tüm muhalefet, sadece burjuva muhalefet değil, Saray Rejimi’ne karşı olan çeşitli güçler de, seçimin gelmekte olduğu algısına inanacaktır.

Oysa 1 yıl, bizim topraklarımızda, bu zaman diliminde, oldukça uzun bir zamandır. Bir yıl sonraki seçime hazırlanmak, bir yıl boyunca, eylemsiz ve seyreder durumda durmak, gerçekte, toplumsal muhalefeti tüketecektir, direnişçileri yoracaktır. O nedenle, meclise sunulmasının anlamı budur ve buraya dikkat etmek gerekir.

Biz diyoruz ki, Saray Rejimi, parlamentoyu etkisiz kılmıştır. Parlamento diye bir şey yoktur. Böylesi seçim yasası teklifleri ile insanları oyalamak vb. gibi bir anlamı olmasının nedeni, aslında hiçbir işe yaramayan mecliste, “muhalif” partilerin hâlâ var olması, bu yolla, halka, meclisin önemli olduğu inancını yerleştirmeye çalışmalarıdır.

Meclis, gerçekte yoktur.

En küçük bir kürsü konuşmasının bile soruşturmaya tabi olduğu, dokunulmazlıkların, AK Parti ve CHP eli ile kaldırıldığı bir parlamento, egemenlerin apış arasını örtecek bir incir yaprağı bile değildir.

Parlamento yoktur.

Seçim sistemi, sandık, bizzat egemenler tarafından gömülmüştür. 2015 Haziran seçimlerinden bu yana, hiçbir seçim meşru değildir. Yeni seçim yasası, tüm bu hile ve anti-demokratik uygulamaların yasal hâle getirilmesi çabasını içermektedir. Yüzde 20 oyla AK Parti, Cumhur İttifakı, tüm seçimi kazanır ve yüzde 50 oy aldık derler. Bunun benzerini yaptılar. Burjuva muhalefet, Kılıçdaroğlu, Akşener vb. bir şey mi yaptılar? Yapmadılar. Şimdi bir kere daha yapacaklar. Bunu önleyecek bir güç vardır elbette, sokaklardır, ama burjuva muhalefet, halkın sokağa çıkmasının önündeki barikattır.

Demek ki, seçim de yoktur.

Seçim sonuçları önceden bellidir, her detayına kadar.

“Milli irade” dedikleri şey, her seçim kanunu ile değişmektedir. Bu nasıl bir “iradedir”? Bu, egemenlerin iradesidir. Seçim halk için bir anlam ifade etmemektedir. Seçim, eğer olacaksa, yeni yönetimi halk seçti demek için, meşruluk sağlamak için bir araçtır.

Parlamento yoksa, zaten seçimin de anlamı yoktur.

İkisi de yok hükmündedir.

Siyasal partilere bakalım.

AK Parti diye bir siyasal parti var mıdır? Değil gerçek anlamda, burjuva anlamda bile bir AK Parti var mıdır? Mesela 2002 yılındaki gibi kurulları ve kuralları var mıdır? Bu soruya zaten AK Parti yandaşları, uzmanları, kalemşörleri de açıktan yanıt veriyor: Yoktur. AK Parti, çeteler birliğidir. Ve bu çeteler, devletin içindedir de.

MHP diye bir parti var mıdır? Atasagun itmeli Bahçeli çetesidir MHP. MHP, siyasal bir parti olarak ne yapar? Gider adam mı döver, sokaklarda polis koruması ile terör mü estirir? MHP adına bir tartışma olur mu?

Bunlar iktidarda olanlar, devlette olanlardır.

İyi ama muhalif olanlar da böyledir. CHP, bir siyasal parti midir? Mesela CHP’nin misyonu nedir? İktidarı almak mı ister? İktidarı almak için, eylemler mi organize eder? Sahi ne yapar bu CHP?

Sürekli olarak, kendi içindeki muhalif tabanı tutmak için vaatler sunar, sürekli olarak rüşvet için kapılar açar, sürekli olarak solu durdurmak için manevralar yapar. İşlevi budur. Görevi, tüm toplumsal muhalefeti durdurmak, onlar için bir sibop olmaktır. Bu görevi ölçüsünde bazı işlevleri vardır. Bunun ötesinde bir parti değildir CHP.

Yeni sistem, pazarlığa açılmış hâli ile, siyasal partileri daha da azaltıyor. Parlamentoda üç parti olabilir bu yeni sistemle. AK Parti, CHP ve HDP. Bunun dışındaki partilere sistem kapatılmaktadır.

Bu da, güçlendirilmiş Saray Rejimi demek değil midir?

Ukrayna savaşı, Erdoğan için, yeni bir olanak ortaya koymuştur.

Erdoğan, bugün ABD nezdinde, daha önemli hâle gelmiştir.

Ukrayna savaşının ilk kaybedeni AB olmuştur. Almanya, ilk teslim olan olmuştur. Almanya, AB, ABD’ye teslim olmuştur.

Bu teslimiyet, Türkiye’deki süreçleri de etkileyecektir.

Bize göre, ABD ile AB arasında var olan paylaşım savaşımı (aslında bu beş büyük emperyalist güç arasındadır, ABD, Almanya, Japonya, İngiltere ve Fransa. Burada söz konusu Türkiye olduğu için AB’den söz ediyoruz) Türkiye’nin kimin elinde kalacağı konusunda da bir savaşa dönüşmüştür.

TC, ya siyasal olarak, NATO aracılığı ile kontrolü altında olduğu ABD’nin sömürgesi olacak ya da ekonomik olarak bağlı olduğu AB’nin sömürgesi olacak. Bugüne kadar ve bugün hâlâ, TC bir ortaklaşa sömürgedir. Tüm soğuk savaş dönemi boyunca böyle olmuştur. Bu paylaşım savaşımı açısından böyledir (Elbette işçi sınıfının kurtuluş yolu, devrim ve sosyalizm yolu dışında bu durum böyledir). Bu durumda, Erdoğan sonrasının nasıl şekilleneceği, Ukrayna savaşından önce, ABD ile AB arasındaki pazarlıklara bağlı idi.

Hâlâ öyledir.

Ama artık, AB, ABD’nin kucağına tekrar oturmuş, tekrar güçlü bir biçimde ABD’ye teslim olmuştur. Bu durumda, AB’nin Türkiye’de ne ölçüde etkili olacağı ayrı bir tartışma konusudur. ABD, Ukrayna savaşı ile, ilk sonucu elde etmiştir. Kaybettiklerini bilemiyoruz, ama kazancı AB’yi kontrolü altına almak olmuştur ya da kontrol mekanizmalarını yeniden güçlendirmiştir. Sadece Almanya’da 82 NATO ve ABD üssü vardır. ABD, şimdi tüm Avrupa’ya yerleşmektedir. Almanya ve Fransa, çözülen ABD hegemonyasının karşısında kendi şanslarını, rakip emperyalist güç olarak, bir düzey kaybetmişlerdir.

Elbette, Almanya’nın, Fransa’nın hiç mücadele etmeyeceği sonucuna varılamaz. Ama, bu açıdan güç kaybettikleri kesindir. Almanya ve Fransa, bu yeni duruma uygun, yeni metotlar geliştireceklerdir. Ama Ukrayna meselesinde ABD’nin ve NATO’nun karşısına dikilememişlerdir.

Şimdi, Erdoğan, ABD tarafından desteklendiği sürece, açıktan bir mücadele ile Saray Rejimi’ne karşı çıkmayan bir burjuva muhalefetin, yapacağı çok şey olmaz. Erdoğan, daha rahat hile yapabilir. Baskı ve şiddet daha da genişleyecektir. İşçi ve emekçilere karşı zaten hep vardır, ama şimdi etki alanını daha da genişletecektir. Saray sistemi daha rahat kontrol edilebilir. Yüzde onu, yüzde elli göstermek mümkündür vb. Evet Erdoğan ve Saray Rejimi yıpranmıştır. Bu durum, pazarlıklarla ilerlemeyi olanaklı kılar. AB’nin açıktan bir güç ortaya koyma ihtimali zayıflamaktadır. Elbette bir yıl, uzun bir süredir. Ama bu yapısı ile burjuva muhalefet, Saray için avantajdır.

Erdoğan, bu nedenle, çeşitli hamleler yapmaktadır.

Mesela Elon Mask ile tartışmasına bakın: Elon Mask, ne karşılığı bilinmez ama, Erdoğan’dan, bor ve lityum madenlerini istemektedir. Bu konu, tek başına, yağma, savaş ve rant ekonomisinin ne kadar “önemli” olduğunu göstermektedir. Egemenler için, bu yağma, rant ve savaş ekonomisini nasıl sürdürebilecekleri çok önemlidir. Elon Mask, lityum ve bor madenlerini isterken, Erdoğan’ın bazı ricalarını kırmaz diye düşünmek gerekir.

AB, bu süreçte, Ukrayna savaşı ile düştüğü zayıflığı toparlayamazsa, Erdoğan’ın saldırganlığının artması da muhtemeldir.

Çiller isminin bu kadar ortada dolaşması, ABD ile farklı kaynaklar yolu ile ilişkileri sağlamlaştırma isteğinin ifadesi olsa gerek. Yoksa Çiller’in bir oy potansiyeli yoktur.

Halifelik fiilî olarak davranışlara yansıyacaktır. Çanakkale köprüsünün açılış konuşması, bir yandan Saray Rejimi’nin pespayeliğini göstermektedir, diğer yandan da Erdoğan’ın halifelik özlemlerini dışa vurmaktadır.

Kaldı ki, artık Saray için, hamlelerin ne kadar oy potansiyeli olduğuna göre ayarlanmadığından emin olmak gerekir. Saray, artık oy peşinde değildir. Doğrusu, oy, sandıkları sayanların vereceği karara bakmaktadır.

Uygun bir zamanda HDP’nin kapatılması da işin içindedir. Ne olursa olsun, yeni bir Barzani partisi kurma planı işlemektedir. Bu elbette, Suriye’deki gelişmelere de bağlıdır.

Öyle anlaşılıyor ki, birkaç suikast ile yeni bir şekillendirmeye gitmeleri de olanaklıdır.

Demek ki, mesele, burjuva muhalefetin gördüğü gibi ya da bize anlattıkları gibi değildir.

Tüm bunların dışında elbette, bir çıkış yolu vardır. O yol, işçi sınıfının kurtuluş yoludur, devrim ve sosyalizm yoludur.

Ülkenin her yanında gelişmekte olan bir direniş vardır. Bu direnişe bakıp, “henüz iktidarı alacak bir güç” göremeyenler, bundan dolayı bu direnişi küçümsemektedir. Bu, en çok da, okur yazar takımı (OYT) tarafından yapılmaktadır. Onlara göre, iktidarı alacak güç hazır olduğunda, onlara haber vermek gerekir. Yoksa bu direnişlere bakmalarına gerek yok. Çünkü onlar, bugün, devletten daha fazla korkmaktadırlar ve okumuş yazmış oldukları için, kimden daha çok korkmaları gerektiğini iyi bilmektedirler.

Ama ülkede var olan direniş, bir gerçektir.

Bu direniş genişlemekte, yayılmaktadır. Bu direnişin kendi zayıflıkları, kendi aşması gereken engeller ayrı bir konudur. Ama bu direnişin kendisi göstermektedir ki, işçi sınıfının kurtuluş yolu, sömürünün sona ermesinin yolu, savaşlara son vermenin yolu demek olan devrim ve sosyalizm mücadelesi bir çıkış alternatifidir.

İşçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler, burjuva muhalefet ile Saray Rejimi arasında seçim yapmak zorunda değildir.

Zaten böylesi bir seçimin de anlamı yoktur.

Devrim ve sosyalizm için mücadele, bugün, hem ülkemiz hem de tüm bölge açısından çok daha önemlidir. Önemli olduğu kadar da, olanaklıdır. Hem tek seçeneğimizdir hem de gerçekleşmesi olanaklı, mümkün bir seçenektir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz