Savaşta yeni durum ve sosyalist devrim yüzyılı

Eylül ayının son günlerinde, Donetsk, Lugansk, Herson ve Zaporojye bölgelerinde halk referandumla, Rusya’ya katılma kararı aldı. Referandum sonuçlarının en düşük evet çıktığı yer Herson ve yüzde 87. Zaporojye’de evet yüzde 93’ün üzerinde iken, diğer iki bölgede, evet oyları yüzde yüze yaklaşıyor (98 ve 99).

Donetsk ve Lugansk, önceden bağımsızlıklarını, “halk cumhuriyeti” isimleri ile ilan etmiş yerlerdi.

Putin, geniş bir açıklama ile, bu bölgelerin Rus toprağı hâline geldiğini, böylece bu bölgelere yapılacak saldırıların Rusya’ya yapılmış saldırılar olacağını duyurmuş oldu.

1

Birincisi, bu savaş, gerçekte Rusya-Ukrayna savaşı değildir. Bu savaş, NATO tarafından iradesi teslim alınmış, 2014’ten bu yana halkı katleden bir Neonazi iktidarın egemen olduğu Ukrayna kullanılarak, Rusya’ya karşı bir savaştır.

Eğer öyle ise, ABD-İngiltere başta olmak üzere NATO ile Rusya ve arkasında Çin arasında bir savaş ise, denilebilir ki, bu savaşın bugün odaklandığı, yoğunlaştığı yer Ukrayna’dır. Ukrayna’da sıcak çatışmaya dönüşen bu savaş, eğer bir ABD-İngiltere ekibinin başını çektiği, Rusya ve Çin’e karşı, bu iki ülkenin sömürgeleştirilmesi savaşı ise, bu savaşın, daha en başında olmasak da, başında olduğumuzu söyleyebiliriz.

Ukrayna sürecinin ardından ABD’nin Tayvan’a dönük hamleleri, aslında bunu doğrulamaktadır.

Benzer biçimde, Kafkaslarda yaratılmak istenen çatışmalar da bunun içindedir.

Tacikistan sınırından, Taciklerin başlattığı saldırılar da bunun bir parçasıdır.

Öyle ise, bu savaşın, mantığını anlamak gerekir, öncelik bundadır.

2

Savaş, bir yandan, ABD hegemonyasını zorlayan gelişmelere ABD’nin tepkisi olarak da ele alınabilir. Ama bu noktayı geçmişe benzemektedir.

Şöyle ki; ABD hegemonyasının net olarak başladığı tarih, II. Dünya Savaşı sonrasıdır. 1945 ve sonrası demek doğrudur. ABD, İkinci Dünya Savaşı’nda, tüm emperyalizm adına, SSCB’ye saldıran Almanya’nın yenilgisinden en az zararla çıkmıştı. Fransa, Nazi işgalini, ne kadar anlaşmalı olsa da yaşamıştı. İngiltere az ya da çok tahribatla karşılaşmıştı. Japonya, savaşı bitiren anlaşmanın hemen ardından iki kentinde nükleer bombaların patlaması ile büyük moral çöküntü yaşamıştı. Ama ABD, uydurma bir Japon saldırısı sayılmazsa, hiçbir zarar almamıştı. Ve savaşın sonunda tüm Nazi artıklarını toplayarak, kendi hegemonyası için yol döşemeye girişti.

Hegemonya lafla olmaz. Salt psikolojik bir şey değildir. Hegemonya için fizikî güç gerekir. ABD hegemonyasının kurumları, NATO, IMF, Dünya Bankası ve Bretton Woods anlaşması idi. Bu son anlaşma ile ülkelerin paraları dolara, dolar ise altına endeksleniyordu. Böylece, ABD, adına Batı dünyası denilen kampın hegemon gücü oluyordu. İngiltere eski hegemonyasını, bu tarihten itibaren tamamen kaybetmiş oluyordu.

ABD hegemonyası dediğimiz zaman, ABD’nin kapitalist dünyadaki hegemonyasından söz ediyoruz demektir. Yoksa SSCB, Çin, Küba gibi sosyalist ülkeler, Doğu Avrupa üzerinde bir hegemonyasından söz etmiyoruz.

Sweezy ve Baran, ABD ekonomisi ve tekelcilik üzerine yaptıkları çalışmalarda, aslında bu ABD hegemonyasının ekonomik anlamda yolun sonuna geldiğini ta 1970’lerde yazmışlardı. Nitekim 1971 krizi bunun ifadesidir de. Vietnam yenilgisi, ABD’nin tüm savaşı karşılıksız para basarak finanse etmesi, aslında Batı kampı içinde bir hayli sorun olmaya başlamıştı. ABD’nin petro-dolar hamlesi, tüm petrollerin dolarla satılması ve dolarların da ABD bankalarında tutulması uygulaması bu krize bir “çözüm” oldu. Hatta o güne kadar İngiliz kuyusu gibi işlev gören Katar’ın ayrı bir ülke hâline gelişi de bu tarihlere rastlar.

Hegemonyanın çözülmesi, anlaşılacağı üzere, öyle tek yanlı bir süreç değildir. Yani, bir kere çözülüş başladı mı, kendiliğinden hızlanarak sürer denmez. Evet sürer, ama karşı hamlelerle de bu süreç yavaşlatılabilir.

Elbette ABD hegemonyasını zorlayan, ekonomik anlamda zorlayan, Japonya ve Almanya idi. Her ikisi de, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarına göre silah üretmeleri yasaklanmış ülkelerdi. Silah ve ordu, askerî alan, bu iki ülkede de daha çok ABD kontrolü ile denetleniyordu. Bu ABD kontrolü ortadan kalkmadı. Ama bu iki güç, siyasal alanda yansıması çok olmayan ekonomik gelişme ile ABD hegemonyasını sarsmaktaydı. 1980’lerde, Çin’in bazı bölgelerinin uluslararası sermaye yatırımlarına açılması ile, ABD tekelleri, öncelikle Çin’e akmaya başladılar. Kâr oranlarını korkunç yükselten düşük maliyetli emek süreçleri, bir süre sonra, tüm uluslararası tekellerin ilgisini çekmeye başladı. 1990’lara gelindiğinde, SSCB çözülmeden bile, Çin neredeyse Batı’nın fabrikası hâline gelmişti.

SSCB çözülünce ABD, kapitalist dünya üzerindeki hegemonyasını, tüm dünya üzerindeki hegemonyaya çevirmek için hamle yaptı.

Ama artık, SSCB çözüldükten sonra, emperyalist dünyanın diğer güçlerinde de bu hegemonyayı kırma eğilimi güç kazanmaya başladı. Almanya, Japonya, her ikisi ABD kontrolünü azaltmak için harekete geçtiler. Bazı üslerin kapatılmasını sağladılar vb.

1990 sonrasında, dünyanın yeniden emperyalist güçler arasında paylaşımı savaşımı gündeme geldi. Almanya, Doğu Avrupa’da ciddi bir etki alanı yarattı. ABD, NATO güçleri ile Yugoslavya’yı parçalayarak, Avrupa’nın ortasına askerî güçlerini yerleştirdi. Böylece Almanya’da kapanan üslerin yaratacağı riskleri azaltmış oldu.

ABD, hegemonyasını sürdürebilmek için, bugün Rusya’yı ve Çin’i sömürge hâline getirmek istiyor. Ukrayna savaşı, uzun süredir bunun için devrededir. 2014’ten bu yana bu plan sürdürülmüştür ve ABD, tüm Batı’yı, son Biden yönetimi ile arkasına alma adımlarını atmıştır. Suriye savaşında Rusya’nın devreye girmesine karşılık, Ukrayna hamlesi ile ABD, tüm Batı’yı, özellikle de AB’yi yeniden kontrolüne almayı başarmıştır.

Ukrayna ve Tayvan hamleleri, aslında Rusya ve Çin’i sömürge hâline getirme planlarının bir devamıdır.

Putin, dört bölgenin referandumlarının ardından yaptığı konuşmada, SSCB’nin dağılmasına özellikle vurgu yapmaktadır. “1991’de Belovejskaya Ormanı’nda (Belovejskiye Anlaşmaları ile) büyük ülkemizi yıktılar. Sovyetler Birliği artık yok ve geçmişi geri döndüremeyiz. Kaldı ki Rusya’nın da buna ihtiyacı yok.” (Sputnik, 30 Eylül).

Bu vurgu, aslında sömürgeleştirme planlarının açık olduğunu ortaya koymaktadır. Rusya’nın bu planlardan haberi olduğu ortaya çıkmaktadır. Bir gün önce, BDT ülkelerinin istihbarat servislerinin yöneticileri ile yaptığı görüşmede Putin, “Batı’nın BDT coğrafyasında yeni çatışmaları körüklemeye dönük senaryolar üzerinde çalıştığını biliyoruz. (Bu bölgede) Yeteri kadar çatışma var zaten. Şu anda Rusya ile Ukrayna arasında neler yaşandığına, bazı diğer BDT ülkelerinin sınırlarında neler olup bittiğine bakılması yeterli. Elbette tüm bunlar, SSCB’nin dağılmasının bir sonucu.”

Demek oluyor ki, Batı emperyalizmin; (a) kendi ekonomik krizlerini çözmek, (b) kendi aralarındaki paylaşım savaşımını ertelemek, (c) ABD hegemonyasının çözülüşünü durdurmak üzere bu savaşı büyütecekleri açıktır.

İşte bu nedenle, artık mesele sadece ABD’nin kendi hegemonyasının çözülüşünü önleme noktasını aşmıştır. Almanya’nın, Rusya’ya karşı duralım ki, ABD, Çin ile başa çıkabilsin açıklamaları, tüm resmi net olarak ortaya koymaktadır.

3

Referandumdan sonra, Kiev yönetimi, acilen NATO’ya katılma hamlesi yapmıştır. Kiev yönetiminin bu hamlelerinin ABD’den bağımsız olmadığı açıktır. Ancak buna rağmen ABD, “henüz zamanı değil” açıklamasını yapmaktadır. Bu durum, aslında ABD’nin geri durmayacağının kanıtıdır.

Bir senaryo olarak, referandum sonrasında, Rusya toprağı hâline gelen bölgelere saldırıların olmayacağı, bu yolla Ukrayna savaşının sönümleneceği düşünülebilir. Elbette teorik bir olasılıktır bu. Ama gelişmeler bunun tersine işaret etmektedir. ABD, İngiltere ve tüm AB, tüm güçleri ile savaşı desteklemek isteyeceklerdir. ABD ve İngiltere için, zaten bu açık bir konudur. Ancak AB’nin, özellikle de Almanya ve Fransa’nın bu savaştan zarar gördüğü açıktır.

Savaş, yeniden Avrupa kıtası üzerinde yoğunlaşmaktadır. Yani, sonuç ne olursa olsun Avrupa’nın bir kere daha tahrip edileceği açıktır. Ama buna rağmen, ABD baskısına direnmeleri mümkün olmamıştır. Öyle süreceği, büyük bir sürprize kadar bunun böyle süreceği açıktır. Almanya için, “ortak düşman” Rusya’dan pay koparmak daha olabilir görünmektedir.

Böylece, ABD, yeniden, tıpkı “Soğuk Savaş” dönemindeki gibi, yeni bir “ortak düşman” yaratmayı başarmıştır. “Ortak düşman”, Rusya olarak ortaya çıkmakta, Çin de denklemin içine sokulmaktadır.

Bu nedenle, ABD’nin, hem Çin’e karşı Tayvan hamlesini el yükselterek devam ettirmesi hem de Ukrayna meselesini daha da kaşıması beklenen olacaktır.

4

Rusya’nın Ukrayna müdahalesi, operasyonu, iki şeyi gözetiyor gibi idi. Bunlardan biri, altyapının tahrip edilmemesi ve ikincisi halkın hedef alınmaması. Bu durum, oldukça zorlu bir savaş yolu demektir. Bu nedenle hastahaneler, okullar, su ve elektrik şebekeleri vb. hedef alınmadan operasyon devam etmiştir.

Harekâtın ise üç hedefi açıklanmıştı: İlki bağımsızlığını ilan etmiş olan bölgelere saldırıların önlenmesi, ikincisi Ukrayna’nın silahsızlandırılması ve üçüncüsü Neonazi yönetiminin uzaklaştırılması.

Lavrov, hâlâ bu hedeflerin geçerli olduğunu söylemektedir. Ancak, iki bölge, dörde çıkmıştır. Zaporojye bölgesi nükleer santralin de bulunduğu bölgedir. Öte yandan ise, Neonazi yönetimi hâlâ yerindedir ve tüm kayıplarına rağmen, Batı Ukrayna’yı hızla silahlandırmaktadır. Böylece, ABD-İngiltere-NATO, bir oyuncak hâline, elverişli bir alet hâline gelmiş olan Ukrayna yönetimi ile savaşı sürdürme olanaklarına sahiptir. Öte yandan Rusya’ya karşı yaptırımlar, bir sonuç vermekten uzak olsa da, hatta Batı bizzat Türkiye üzerinden bu yaptırımların bir bölümünü bizzat kendi eli ile işlevsiz hâle getirse de, tüm hızı ile devam etmektedir. Yaptırımlar, Rusya’yı izole etmeye ve dünya ticaret sisteminin dışına çıkarmaya dönüktür.

Öte yandan, Türkiye, dört bölgenin referandum sonrası Rusya’ya katılmasını kabul etmeyeceğini ilan etmekle kalmadı, Rusya’nın MIR ödeme sisteminin devre dışı bırakılmasını da kararlaştırmıştır. Demek oluyor ki, yaptırımlar daha da sertleşecektir.

Öyle ise, savaşın daha da tırmanmasını beklemek mümkündür.

5

Süreç, hem Rusya’da hem de Çin’de, bugün bağımsız ülkeler olmalarının dayanağı olan sosyalist geçmişlerine daha yakın hareketlerin güç kazanmasına neden olacaktır. Putin’in açıklamalarında daha sık geçen SSCB vurguları da bunun kanıtıdır. Bu durum, her iki ülkede de kapitalist yola karşı çıkan komünistlerin güç kazanması için bir olanak yaratacaktır.

Ancak ne olursa olsun, dünyada güçlü bir devrimci dalga oluşmadan, sosyalist devrimler başlamadan, bu iki ülkede büyük dönüşümler uzak görünmektedir.

Tüm bu savaş süreci dünyada, sisteme karşı toplumsal muhalefeti de geliştirecektir.

Kapitalist dünya ekonomisi 2008’de başlayan krizi atlatmış değildir. Krizin daha da ağırlaştığı açıktır. Önümüzdeki yıllarda, bu kriz daha da ağır bir biçimde etkilerini gösterecektir. Bu durumun, emperyalist metropollerde sınıf savaşımının şiddetlenmesine neden olacağı açıktır.

Yani dünya, daha geniş bir biçimde sosyalizmin gündeme geleceği, kapitalizme karşı mücadelenin daha da artacağı bir döneme evrilmektedir. Gerçekte savaşı durduracak şey de budur. Savaş, ancak, güçlü bir sosyalist devrim dalgası ile durdurulabilir. Emperyalist egemenlik, 21. yüzyıldan ötesini görmeyecek gibidir. 21. yüzyılın ilk çeyreği dolmadan, dünyada sosyalizmin yeni bir yükselişi gündeme gelmeye gebedir.

Emperyalist metropollerde sınıf çelişkilerinin öne çıkması, gelişecek olan sosyal mücadeleler, sömürge ülkelerde, daha ciddi bir yansıma da bulacaktır. Almanya’nın Yeşiller Partisi’nden savaş tanrıçası kesilen savunma bakanı, aslında bu sosyal patlamalara dikkatleri çekmektedir. Bu süreç ABD ekonomisinin derinleşen krizi nedeni ile ABD’de de etkisini göstermeye adaydır.

Kanımızca, dünya, yeni bir sosyalist dalganın, dünya proletaryasının yeniden ve bu kez daha güçlü bir biçimde sahneye çıkmasının arifesindedir. Bu tüm dünyada sınıf savaşımının sertleşmesi demek olacaktır.

Bu noktada, dünya devrimci hareketinin enternasyonalist bir temelde gelişmesi büyük öneme sahiptir. Savaş naraları arasında, geçmişte olduğu gibi, kendi burjuvazisini destekleme, “ulusal çıkarlar” adına devrimleri feda etme eğilimleri var olacaktır. Kautskycilik hâlâ diridir ve sol hareketin içinde oldukça etkindir. Savaşa karşı, savaşı iç savaşa çevirme, işçileri silahlarını kendi devletlerine, kendi egemenlerine çevirmeye çağırma devrimci politikası, ancak enternasyonalist bir ruh varsa mümkündür.

Önümüzde, savaş ne denli bir gerçek olarak durmakta ise, yeni bir dünya savaşı ile dünyanın yok olması sorunu ne kadar güncel ise, sosyalist devrimlerle dünyanın kurtarılması olasılığı da o kadar mümkündür, o kadar gerçektir.

Kapitalizmin varlığını sürdürdüğü her gün, dünyanın, bir gezegen olarak yok olma olasılığının artması demektir. kapitalizm, insanı, doğayı tahrip ederek yaşayan bir canavar gibidir. Bu canavarın yok edilmesi, sadece işçi sınıfının değil, insanım diyen herkesin ortak sorunudur. İşçi sınıfı, kapitalizmi mezarına gömebilecek, nesnel anlamda bunu yapabilecek tek devrimci güçtür, kapitalizmin mezar kazıcısıdır. Ancak, kapitalizm, kendi kendine bu mezara girmeyecektir. Onu yıkacak, kapitalist egemenliği tarihin karanlığına itecek şey, devrimci mücadeledir.

Bugün, dünyanın neresinde olursak olalım, birincil gündem devrimin örgütlenmesi, işçi sınıfının devrimcileştirilmesidir. İster devrimci mücadelenin çok geri olduğu bir ülkede yaşayalım, isterse devrimci mücadelenin gelişmiş olduğu bir ülkede, her durumda devrim birincil gündemdir. İşçiler, dünyanın her yerinde, sistemi bir bütün olarak sorgulamaktadır. Kapitalist emperyalizmin tahrip etmediği hiçbir köşe bucak, hiçbir değer kalmamıştır. İşçi ve emekçiler, bir avuç azınlık dışında tüm yeryüzü, kapitalist egemenlikten rahatsızdır. Bunun ne denli gündeme çıkmış olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Ancak, burjuva egemenliği parçalamak, kapitalist dünya sistemini yıkmak, mümkün ve olanaklıdır.

Savaş naralarının yükseldiği, savaş bulutlarının tüm gökyüzünü kapladığı bugün, dünyanın devrime, sosyalizme her zamandakinden daha fazla ihtiyacı vardır.

Kapitalist Batı dünyasının cilalı “demokrasi” söylemleri yerle bir olmaktadır. Elbette görmek isteyenler için bu böyledir. Kapitalist dünyanın demokrasi yalanlarının ardına gizlenmiş tüm gerçek yüzü görünmeye başlamıştır.

Dün Yugoslavya’yı parçalayanlar “demokrasi ve özgürlükten” söz ediyorlardı. SSCB dağılırken “demokrasi”nin ve kapitalizmin zaferinden söz ediyorlardı. “tarihin sonu” diye sevinç çığlıkları atıyorlardı. Bugün, taze insan kanı emmeye alışmış, sömürünün en vahşi biçimlerini devreye koymuş, sömürgecilik politikaları ile dünyayı yağmalamış kapitalist sistem, tüm pislikleri ile ortadadır. Bugün, Endonezya’daki, Afrika’daki, Latin Amerika’daki tüm sömürgecilik politikaları, insanların bilincine çıkmaktadır. Batı değerleri, gerçekte bunlardan oluşmaktadır. Batı değerleri, İngiliz işgali, insanların köleleştirilmesi, hayvanlar ve eşyalar gibi pazarlarda satılmasına dayalıdır. Batı değerleri açgözlülük ve azgınca sömürü üzerine kuruludur. Batı değerleri, soygun ve hırsızlık üzerine kuruludur. İnsanları köleleştiren bu sistem, artık tüm gezegeni, fizikî olarak gezegenin varlığını tehdit etmektedir. Tüm insanlığın aşağılanması demek olan bu Batı değerleri, artık parıltılı bir gelecek değildir. Tüm parıltıları dökülmektedir. Canavar, tüm çirkinliği ile insanlığın önünde durmaktadır.

İnsanoğlu, binlerce yıllık sömürü, binlerce yıllık sömürgecilik, binlerce yıllık aşağılanma ve horlanma politikaları ile yüzleşmek zorundadır. Binlerce yıllık bu sömürüyü tarihe gömmenin olanakları, 21. yüzyılın ilk çeyreği dolmak üzereyken oluşmaktadır.

Hangi ülkede, hangi toprakta, hangi coğrafyada olursak olalım, bulunduğumuz yerde sınıf mücadelesi hangi zorluklara sahip olursa olsun, devrimci hareket ne denli gelişmemiş olursa olsun, devrim ve sosyalizm mücadelesinin bayrağını yükseltme dönemindeyiz.

Bunun olanaklarını bulup çıkartmak, örgütlemek zorundayız.

Bu büyük kavgada, olanaklar, ancak onları kullanacak olanlar var ise, ancak onları kullanmaya cesaret edenler var ise anlamlıdır. Bir yüz yıl daha, kapitalist egemenlik altında yaşamak mümkün değildir. Kapitalizmin egemenliği artık insanlık için bir sorundur. Ve insanlık, işçi sınıfının, dünya proletaryasının büyük eylemine, devrimci kalkışmalara muhtaçtır.

Mücadeleyi, dünya çapında devrimci mücadelenin parçası olarak ele almak, öyle hazırlanmak, öyle mevzilenmek gereklidir. İster ömrünüzün daha baharında olun, ister 70 yaşınızı devirmiş olun, bu mücadelenin size ihtiyacı vardır. Dünya devrimci hareketinin 150 yılı aşkın, Paris Komünü’nden bugünlere gelen birikimi, dünyayı değiştirmek için gerekli olan her şeyi içinde barındırmaktadır. Tüm mücadele tarihini, yenilgileri ile zaferleri ile bir bütün olarak ele almak, karşımızdaki düşmanı doğru tanımak son derece önemlidir. Bunu başarabilecek birikim, dünya devrimci hareketinde vardır.

Hiçbir zaman, bu mücadele kolay olmayacaktır. Hiçbir coğrafyada bu mücadele kolay olmayacaktır. İster gelişmiş bir devrimci güç olalım, isterse gelişmesinin başında olan bir devrimci güç olalım, hiçbirimiz için, önümüzde kolay bir mücadele süreci yoktur, olmayacaktır. Ancak insanlık tarihinin hiçbir döneminde, devrimciler, dünyayı değiştirmek için yola çıkanlar, kolay olduğu için bu mücadeleyi seçmemişlerdir. Zorluklar, mücadelenin zevki de demektir.

Mayalanmakta olan devrim, bugün, kendini zafere taşıyacak güçler aramaktadır. Devrimciler, bunun gereklerini yerine getirmek için yola çıkanlardır. Bunu başarmamızı sağlayacak birikim, dünya devrimci hareketinin içinde vardır. Bu deneyimi, kendi öz deneyimimiz hâline getirmek, öyle ele almak temeldir.

Bugün, biz Anadolu’da, Türkiye’de, tüm Ortadoğu’da, devrimi zafere ulaştırabilecek, zafere gidişin önündeki engelleri kaldıracak yolları bulmak zorundayız. Bunun enternasyonalist bir ruhla olacağını biliyoruz. Bu nedenle, kendimizi dünya devriminin, dünya devrimci güçlerinin bir parçası olarak görüyoruz.

Ülkemizde de sınıf savaşımı sertleşmektedir. Daha da sertleşeceğini söylemek, müneccimlik olmayacaktır. Bu görünmektedir. Bu sınıf savaşımının gereklerini kendi gündemin hâline getirmek, işte iş budur.

Devrim için ileri!
Ya sosyalizm ya ölüm!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz