Bir şey nasıl beklenir? Bunu belirleyen sanırız ne beklediğinizdir. Otobüs bekliyorsanız; yola bakarsınız, duraktaki insanların sayısına bakarsınız, gelecek otobüse binebilir miyim diye hesaplama yaparsınız, aylıkta ne kadar kaldı diye düşünürsünüz. Diyelim tam o anda yolda kaza oldu, dikkatiniz bir anda o kazaya kayar. Ne oldu, ölen, yaralanan var mı, hangisi hatalı, zaten artık o kaza kaldırılmadan sizin otobüsün de gelme imkânı kalmamıştır.
Mesela biriyle buluşacaksınız, gergin de bir konu konuşulacak onu bekliyorsunuz, ayağınızı sallarsınız, saate bakarsınız, etraftaki şeyleri okursunuz ki bu sayede gereksiz birçok bilgi aklınıza dolar. Ama diyelim tam o anda da büyük bir olay oldu. Birden tüm televizyonlarda, etrafta o konu konuşulmaya başladı. İşte o zaman arkadaşınız gelse dâhi, artık konunuz farklıdır, bunu konuşmadan olmaz.
Beklemek böyledir. Beklerken yaşananlar, bekleyeni de beklenen şeyi de, onun olup olamayacağını da etkiler.
Bugün de böyledir. Ana salık “bekleyin”dir. “Aman sokağa çıkmayın”, “provokasyona gelmeyin”, “bekleyin” demek, öncelikle aslında sokağa çıkacak konular olduğunun kabulüdür. Ekonomik kriz var, aşağılanma var, gençlerde geleceksizlik var, kadın cinayetleri var, baskı var, şiddet var. Ama biz provokasyona gelmemeli ve akil olmalıyız!
Öncelikle gerçekleri söylemek, haksızlıklara karşı ses çıkarmak, sokağa çıkmak provokasyona gelmek değil, en insanî eylemdir. Ayrıca devlet bunları halkı provokasyona getirmek için de yapmamaktadır. Devlet, Saray Rejimi, yaptıklarını halkı sokağa dökmek için değil, kendi varlığını koruyabilmek adına, en ufak bir itiraza tahammül edemediği için, hatta kimse sokağa çıkamasın diye yapmaktadır.
Fakat doğada her türlü fikre kanıt vardır.
Konu kimileri için devleti korumaya, kimileri için kendini korumaya geldiğinde, tüm bu yaşananlara ses çıkarılmaması için çare bulunmuştur; seçimleri beklemek. Bu “tavşan kaç, tazı tut”un tavşana bir de üzerine “bekle” deme versiyonudur. Sorun, olacağı bile belirsiz seçimler değil, sadece seçimi beklemektedir.
Zamanı durdurmak mümkün değildir. Zaman akar gider ve bunun içinde birçok şey yaşanır. Bir anda durup bekleyebilmeyi düşünen ise bu akış içinde maalesef çürümeye başlar. Beklemeye başlamaya karar verdiğiniz andaki insan ile, beklerken yaşananlara beklediği için “yeterince” ses çıkaramamış insan aynı olamaz.
Bir yandan sansür yasasına tepkiler devam ediyor ama bir yandan zaten uzun zamandır otosansür devrededir. Neye, ne kadar, nerede ve nasıl tepki verilebilir; sol liberallerde, bazı sol çevrelerde, okumuş-yazmış takımında belirlenmiştir. Bu çevrelere göre bazı konulara da tepki vermemek olmaz ama belirlenenden daha fazlası provokasyona gelmek, Saray’a alet olmaktır.
Asıl kendileri devlet aklıyla düşünmemeli, kendilerine hâkim olmalı, Saray’a alet olmamalıdır. Bartın’daki işçi cinayetlerine de kimyasal silah kullanımına da verilecek tepkinin boyutunu örgütlülük belirleyecektir. Örgütlülük sayısal bir konu değildir, değiştirme gücü ve iradesi ile birlikte ele alınmalıdır.
Şebnem Hoca tutuklandı, altı ay öncesinde Mücella Yapıcı tutuklandı, gazeteciler tutuklandı, tutuklanıyorlar. Şebnem Hoca için bugün “ama o da fazla dedi” demek, bir kadın öldürüldüğünde “onun da eteği kısaydı” demekle aynıdır. Amasız, fakatsız aynıdır. Bu devlet ilk kez mi kimyasal silah kullanıyor, üzerinden yıllar geçince Dersim’de, Zap’ta kimyasal silah kullanıldı diyebilenler, neden bugün “şüphe” içindeler? Mersin eylemini hiç vakit kaybetmeden kınayanlar, süren savaşı bilmediklerinden mi kınamışlardır? Verilen “bekleyin” salığına uyup kınamadan bekleyebilirlerdi oysa. Yoksa bu bekleme sadece muhalif seslerin, eylemlerin beklemesi midir? Bu tarih bilmezlik değil, aksine tarih bilgisidir. Bu, devletin katliamlarını da katliamlara karşı ses çıkaranlara da yaptıklarını bilmenin göstergesidir.
Bir taraftan kınamalar, bir taraftan “Şebnem Hoca yalnız değil” deyişleri. Fikri ve söyledikleri ile gerçeğin yanında bir insanın yalnız kalabilmesinin somutlaştığı yer burasıdır. Kimyasal silah kullanımı kendi yasalarına göre suçtur ve Şebnem Hoca yalnız değildir; işte fikrin ve eylemin tutarlığı buradadır.
CHP gibi, 6’lı masa gibi Saray Rejimi’nin bir parçası değilseniz ve onları kurtarmak gibi bir amacınız da yoksa, siz ortada korku olmasa neler diyebileceği bilinenler, yapabileceğiniz en iyi şey belki de gerçekten beklemektir. Bizim tavsiyemiz beklemek olamaz. Biz ancak insan kalabilmek için mücadele saflarında yer almanız gerektiğini söyleyebiliriz. Ama illa da bir şey yapmayacaksınız, en azından gerçekten bekleyin; konuşmadan, korkuyu yaymaya çalışmadan bekleyin. İşçilerin, emekçilerin, kadınların, öğrencilerin, halkların kendi yaşamları için mücadelelerini yan yana getirdiği, tüm bu sömürü ve aşağılanmayı ortadan kaldıracağı günleri bekleyin.
Biz özgür bir yaşam isteyenler, devletin aklını devlete teslim edelim. Onların kendi egemenliklerine yetecek kadar akılları da, örgütlülükleri de vardır. Biz kendi aklımızı, kendi örgütlülüğümüzü büyütelim. İşçileri, emekçileri, kadınları, öğrencileri, halkları bu çürümüşlüğün içinden çıkaracak olan devrimdir; başka bir aşama, yol, ihtimal, seçenek değil devrimdir.