Yel ekiyorlar fırtına biçecekler

Saray Rejimi, Gergerlioğlu’nun milletvekilliğini düşürdü, ardından da, 21 Mart Pazar sabahında, Gergerlioğlu’nu, direnişini sürdürdüğü meclis odasından pijamaları ile gözaltına aldılar. Saray Rejimi, HDP saldırılarını, Bahçeli ayarı ile yapıyor. Bahçeli, Cumartesi tweet attı ve Meclis Başkanı, kendisinin de artık bir anlamı olmayan görevini yürütme işini Bahçeli’ye bıraktığını ispat edercesine, polisi içeriye davet etti. Polis, Gergerlioğlu’nu, vahşet sahneleri arasında meclisten götürdü.

Açıkça, şunu söylüyorlar: Eğer İslamcı bir geleneğin varsa, direnişe katılmayacaksın. Yağma, rant, savaş ekonomisinin bir parçası olacaksın. Müteahhitlere hizmet edeceksin, iktidarı eleştirmeyeceksin, mazlumun yanında olmayacaksın, haksızlıklara karşı çıkmayacaksın. Kısacası, insan olmayacaksın.

Gergerlioğlu, insan olmayı reddetmedi, bu nedenle direndi.

HDP’nin kapatılması davası da böyledir.

Açık olarak, Saray Rejimi, ABD ve AB onayı ile, Barzani eksenli bir Kürt hareketini kurabilmek için, katliam politikaları yürütüyor. Doğu’da ve Batı’da, direnen herkese “düşman” hukuku içinde azgınca saldırıyorlar.

Bizim liberallerimiz, bize masal okuyan liberal solcularımız, ABD ve AB’den “insan hakları” adına yardım beklemektedir. Oysa tüm bu saldırılar, onların izni ile gerçekleşmektedir. İsteyen, 12 Eylül ile ilgili belgelere baksın, Biden, 12 Eylül darbesinin ABD adına görevlilerinden biridir. Biden, Obama döneminin IŞİD’i yaratmaktan sorumlu adamıdır, yanında Bayan Clinton vardır. Bugün Suriye ve Irak’ta akan her kanda, her gözyaşında, Biden ve AB liderlerinin elleri vardır.

HDP’nin kapatılması davası, dünyanın gözü önünde gerçekleşmektedir. Ve öyle AB ya da NATO ya da Batı değerleri gelip kimseyi kurtarmayacaktır. O Batı değerleri, işte Bahçeli ve Erdoğan’dır. O Batı değerleri, işte dünyanın her yerindeki katliamlardır. O Batı değerleri, insanlığın yüzyıllardır çektiği acılardır. O Batı değerleri, sömürgeciliğin maskelenmiş hâlidir. Dünyanın her yerindeki katliamda, her yerindeki “terör” eyleminde parmakları vardır. Ellerini kirletmezler, IŞİD gibi çeteleri kullanırlar ve sonra karşılarında bir direnişçi gerilla grubu gördüklerinde, onu “demokratik” olmamakla suçlarlar. Yeryüzündeki tüm modern sorunların yaratıcısı, kaynağı, bu Batı ittifakıdır, emperyalist efendilerdir.

Bir yandan solcu-liberal “aydın”larımıza gelip, Erdoğan’ı eleştiren AB-ABD yetkilileri, gerçekte Erdoğan da dahil, Saray Rejimi’nin gerçek mimarlarıdır.

Binlerce insan içeride tutukludur. Birkaç tane daha olsa, bizim cephe ne kaybeder? Hiçbir şey. Ama bize her yeni saldırıdan sonra, “acınası” ve kurnaz gözlerle bakıp “allah sizi Erdoğan’ın elinden kurtarsın” zikirleri yapan Batı değerlerinin savunucularına her inandığımızda, elimizde, aklımızda ne varsa onu da kaybediyoruz.

TBMM, zaten anlamsız, gerçekte yok olan bir yerdir. Artık, burjuva egemenliğin apış arasını örten bir yaprak rolü bile görmemektedir. TBMM’den Gergerlioğlu’nu atmak, aslında, bu gerçeği, TBMM’nin bir iradesinin olmadığını, değil ki millet iradesinin merkezi olmak, kendine ait bir iradesinin olmadığını göstermektedir.

Burjuva muhalefet, CHP ve İYİ Parti ya da düzenden yana olup da Saray Rejimi’ne muhalif olan kim varsa, parlamentonun hiçbir hükmü olmadığını açıklamalıdır. Birazcık namusu olan bunu yapar.

Anayasa diye bir belge, kâğıt üzerinde vardır ve çoktan rafa kaldırılmıştır. O kadar ki, Saray Rejimi, kalkıp bize “yasalara uyacağız” anlamına gelen bir reform vaadi sunmaktadır ve AB-ABD bunu alkışlamaktadır. AB-ABD ile Saray Rejimi arasında bir yeni anlaşma vardır. “Ölmesine göz yumulamayacak kadar değerli” müttefik Türkiye, S-400’lerin ortadan kaldırılması, Libya ve Suriye’de yeni görevler üstlenmesi, İran’a karşı savaşa girmesi koşulu ile, “içeride her türlü şeyi yapmaya” yetkilidir. İşte anlaşma budur. Yeter ki göçmenler AB’ye gelmesin, yeter ki uluslararası sermayenin istekleri yerine gelsin, yeter ki borçlar ödenesin, yeter ki NATO görevlerini sorunsuz yerine getir, bunları yaptıktan sonra, ister Kürt katliamı yap, ister kadına şiddet uygula, ister Ayasofya’yı cami yap, ister kayyum politikası uygula.

Aynı anda, Saray Rejimi, İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırdı. Bu sözleşmenin iptalinin “yasalara uygun” olup olmadığını tartışmak artık oyalanmaktır. Bu sözleşmenin ilk imzacısı Türkiye’dir ve bizzat Erdoğan’dır. Bugün bu sözleşmeyi ortadan kaldırınca, yasaları takmıyorsa, bu ilk kez olmuyordur herhâlde. Koca koca isimler TV kanallarına çıkıp, “aslında bu yok hükmündedir” diye buyuruyorlar. İyi de, bu ilk mi? İlk kez mi yasalar çiğneniyor? İlk kez mi hukuk dışına çıkılıyor?

KADEM, Cumhurbaşkanının kızının da yöneticisi olduğu dernek, şu açıklamayı yapmıştır: “İstanbul Sözleşmesi kadına şiddetle mücadele için önemli bir girişimdi. Geldiğimiz noktada zemininden koparılmış ve toplumsal bir gerilim öznesi haline dönüştürülmüş durumda. Verilen fesih kararını da bu gerilimin bir neticesi olarak görüyoruz.”

Yani KADEM diyor ki, aslında kadın eylemleri olmamış olsa idi, bu gerilim olmayacaktı. Yani, eğer Cumhurbaşkanı’na itaat ederseniz, eğer Saray Rejimi’nin önünde eğilirseniz, o zaman o sizi korur. İşte size tehdidin bir başka biçimi.

Demek, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasının nedeni, bu sözleşmenin uygulanmasını isteyenler imiş.

Aynı açıklamayı, Fatma Betül Sayan Kaya’nın açıklamalarında bulmak mümkün. Hanımefendi, İstanbul Sözleşmesi gerilime yol açtı, “Ankara sözleşmesi” yapalım, diyor. İstanbul Sözleşmesi bir AB belgesidir ve uluslararası hukuk açısından önemlidir. Zaten, kadına karşı şiddeti, normal olarak her ülkede bir suç olarak gören yasalar olmalıdır. İyi ama, konu da budur, cinayetler, ev içi şiddet, ev dışında şiddet ve bunların, devlet tarafından bizzat teşvik edilmesi söz konusudur. Kısacası, bu cinayetler politiktir.

İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını isteyenler gerilim yaratmıyor. Tersine, gerilimin kaynağı bizzat Saray’dır. Saray, devlet, açıkça kadına karşı her türlü saldırıyı teşvik etmektedir. Bu sadece tarikatların işi de değildir. Bu erkek egemen bir ideolojinin ürünüdür ve kökleri oldukça gerilere uzanır. Ama Saray Rejimi, açık olarak, kadına karşı her türlü şiddeti teşvik etmektedir.

Gerilimin kaynağı, bizzat bu şiddet ve bunun karşısında Soylu’sundan Bahçeli’sine, Ayasofya imamından İsmail Ağa tarikatına, Erdoğan’ından adalet bakanına, polisinden savcısına, hakimine kadar devletin aldığı tutumdur.

KADEM, utanmadan, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını isteyenleri suçluyor. Tamam, korkuyorsunuz ve iktidarı, Saray’ı, devleti suçlayamıyorsunuz, bari susun.

Tüm bunlar göstermektedir ki, Saray Rejimi, tüm yönlerden, toplumsal muhalefetin tümüne azgınca saldırmaktadır. Bu saldırılarda, hukuk vb. gibi kaygıları yoktur. Yıllardır Kürt halkına karşı, kirli bir savaş yürütenler, yıllardır Suriye’de işgalci ve yağmacı olarak var olanlar, şimdi, Batı’da da bu savaşı devreye sokmuşlardır.

Yel ekmektedirler.

Fırtına biçeceklerdir.

Şimdi bu saldırganlığın ana nedenini doğru görmek gerekir. Saray Rejimi ayakta durmakta zorlanmaktadır. Saray Rejimi çürümenin itirafıdır. Saray Rejimi, bu ülkede sosyalist devrimin zamanının geldiğinin açık kanıtıdır.

Tüm halklar, mücadeleyi yükseltmelidir ve bunu yaparken, Balkanlardan Kafkaslara, Ortadoğu’ya kadar tüm bölgede mayalanmakta olan devrime gözünü dikmelidirler.

İşçi sınıfı, emekçiler, artık kendi örgütlenmelerini geliştirmeli, çetin mücadelelere hazırlıklı olmalıdır. Özgürlük, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya hayali ne kadar güçlü bir hayal ise, bunun için mücadele de o kadar çetin olacaktır.

Kadınlar, bugüne kadar yarattıkları mücadelenin etkilerini görmelidirler. Bu etkiler, İstanbul Sözleşmesi’ni bir süs bitkisi olarak rafa kaldırmanın mümkün olmadığını göstermiştir. Siyasal iktidar, bu nedenle, sözleşmeyi uygulamak istemediği ve bu konudaki taleplerin önünü almak istediği için, sözleşmeyi feshetmiştir. Bu, AB’ye şikâyet edilerek çözülecek bir süreç değildir, değildir çünkü zaten onların gözü önünde olmaktadır ve AB, tüm emperyalist güçler, alacakları ile ilgilidir, kadınların, işçilerin, gençlerin hakları ile ilgili değildir. Birleşik, daha örgütlü, daha cesurca bir mücadele gereklidir. Kadınların kendilerini savunma hakkı, yasalarla bağlı değildir, olmayacaktır. Adaletleri, hukukları budur. Kadın cinayetleri karşısında “daha çok erkek ölmekte” diye bir açıklama yapan iktidara karşı, her yol ve araçla mücadele etmek meşrudur, zorunludur.

Gençler, artık kayyum rektörlerden bıkmıştır. Öyle ise, hiçbir yasaya bakmadan, hiçbir hukuk tartışmasına girmeden, kendi üniversite yönetimlerimizi kurmalıyız. Bunun devamı vardır: Sağlık emekçileri hastahanelere fiilî olarak el koymalı, işçiler fabrikalara el koymalıdır.

Artık, onların kanunları rafa kaldırdığını biliyoruz. Öyle ise, biz kendi kanunlarımızı yaratmalıyız.

Yel ekiyorlar.

Korkudan saldırıyorlar ve saldırıları artık azgıncadır.

Ama fırtına biçecekler.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz