Yeni Osmanlıcılarımız da, tam da bu heveslerine uygun olarak, Osmanlı gibi, hile ve dolabın “dibine vurdu”lar, çevirmedikleri dolap, yapmadıkları hile bırakmadılar. Hile ve dolapta, coşkun bir yaratıcılık ortaya koydular. O kadar ki, ecdatları kalkıp gelse, “bu hile ve dolapçılığın motivasyonu nedir” diye sormaktan kendilerini alamazlar. Onlar kalkıp gelmeyeceklerse de, biz yanıt verelim, hile ve dolapta bu maharetin nedeni, yağma ve rant ekonomisine eklenen gelecek korkusudur.
Acaba hangisi ağır basar; yağma ve rant mı, yoksa gelecek korkusu mu? Her ikisinin de motive edici olduğunu biliyoruz. Mesela Süleyman Soylu’yu, seçmen kaydırma ve sahte seçmen oluşturma, seçmen kaydı silme vb. gibi konularda maharetli kılan nedir; acaba rant iştahı mı, yoksa gelecek korkusu mu?
Bu yeni Osmanlıcı Saraylılar, hile ve dolapta da, her şeyde olduğu gibi, ancak ve ancak, Osmanlı’yı taklit ediyorlar. Osmanlı, bir şeyler yaparken, emperyalist efendilerinin emrine bakmazdı. Oysa Saray Rejimi, tam da buna bakıyor. Acaba Vatikan ne der, acaba ABD ne der, acaba AB ne der? Ve dahası, ABD’nin, NATO’nun dediklerinin bir milim dışına çıkmıyorlar. Bu nedenle, Osmanlıcılıkları, aslında “tetikçilik”tir, başkaları adına bir yayılmacılıktır ve hile ve dolapları da, ancak efendilerinin izin verdiği ölçüde geçerlidir.
Yani, Erdoğan şunu biliyor: Ona gücü verenler, almasını daha büyük bir kolaylıkla yerine getirecektir.
Saray’a, efendilerin verdiği yol şu olmalıdır: Tamamdır, yürüyün. Onlar da istedikleri hileyi yapabileceklerinin izinini aldıklarını anlıyorlar. Öyle ise, istedikleri hileyi yapmak üzere, harekete geçiyorlar. Destek var, efendi yürüyün demiş, rant iştah kabartıcı, zaten gelecek korkusu da bacayı sarmış durumda. İşte size ortaya çıkan motivasyonun dayanakları.
Yerel seçim süreci baştan aşağıya anti-demokratiktir. Hatta o kadar ki, bunu söylemek bile fazladır.
Yerel seçimler, gerçekte, “sandığın gömüldüğü” iki “ikna” edici seçim deneyiminin ardından geliyor. 16 Nisan’da hile ve desise ile sandıklardan “zafer” çıkartanlar, 24 Haziran’da da, açık ve net hileye başvurdular.
24 Haziran’da, öyle bir “zafer” ortaya çıktı ki, zaferin ilk anlarında bir tek Erdoğan’ın yüzü asık idi. Bahçeli zafer kazanmıştı, Perinçek zafer kazanmıştı, İnce zafer kazanmıştı, Akşener zafer kazanmıştı ve hepsinin yanında özel olarak da Kılıçdaroğlu zafer kazanmıştı. Hepsi zafer kazanmış, bir tek ülke kaybetmişti.
Bu hepsinin ortak “zafer”i , gerçekte 16 Nisan’da gömülen sandığın, bir daha çıkamadığının da kanıtı idi.
Şimdi, yerel seçimler var. Yerel seçimler, sandığın gömüldüğü, parlamentonun öneminin kalmadığı, o kadar ki, “burjuvazinin apış arasını örten bir yaprak” bile olmaktan çıktığı, siyasal partilerin hükmünün kalmadığı, yargının polis ve orduya ilave bir baskı gücü olarak doğrudan devrede olduğu koşullarda yapılacak. Tüm burjuva medya, bir Saray medyası olmuştur. Sanatçı kimliği ile öne çıkan, Erdoğan ve Saray Rejimi’ne henüz biat etmemiş olan aydınlara dahi açıktan baskılar yapıldığı, bu yolla bir “korku” ortamının yaratılmak istendiği bir ortamda yerel seçimlere giriyoruz.
Yerel seçimler, bir yandan, Kürt illerinde onlarca belediyenin kayyum yolu ile gasp edildiği, bu gaspın hâlâ sürdüğü ve buna paralel olarak Kürt halkına dönük katliamların aralıksız sürdürüldüğü bir ortamda yapılacak.
Yerel seçimler, işçi ve emekçilerin krize, haksızlıklara karşı, ekmek ve özgürlük için giriştikleri her direnişin azgınca bastırıldığı bir ortamda yapılıyor.
Yerel seçimler, burjuvaziyi, egemen sınıfları baştan aşağıya korkunun sardığı, bu korkunun Saray’ın başından tüttüğü, Saray görevlilerinin eteklerinden aktığı, Saray odalarında bir gölge gibi dolaştığı bir ortamda yapılacak.
Yerel seçimler, Suriye savaşının yeni bir aşamaya girdiği, Erdoğan ve Saray’ın açık desteklediği cihatçı grupların birbirini boğazlamaya başladığı, TC devletinin Suriye’de yeni topraklar işgal hayalleri kurduğu, ABD’nin geri çekilme-yeniden saldırma arasında kıvrandığı bir ortamda yapılacak.
İşte bu nedenle, gerçek anlamda, demokratik olmasa bile, burjuva anlamda, usullere uygun bir seçim olacak olsa, farklı sonuçların çıkacağına kesin emin olduğumuz bir seçimdir bu. Ama, durum hiç de böyle değildir.
Saray, TC devleti, bunun farkındadır.
24 Haziran “zaferi”ni üstlenen Genelkurmay ve NATO güçleri, yani gerçek anlamda ülkeyi yöneten NATO’cu güçler, bu seçimin sonuçlarını, oldukça detaylı “planlamaktadırlar”. Bu planlama, 24 Haziran seçimlerinden birkaç gün önce TV kanallarına seçim sonuçlarının yansıması kadar detaylıdır, iyi düşünülmektedir.
Dört tip hile-dolap görebiliyoruz. Ya da daha şimdiden 4 tarz hile-dolap gördük.
Bunlardan birincisi, açık anayasa ihlalleridir. Nedendir bilinmez, Binali Yıldırım, AK Parti’nin İstanbul Belediye Başkan adayı oldu. Kendisi meclis başkanıdır. Ve meclis başkanlığından istifa etmek istemediğini iletmiş olmalıdır. Anlaşılan bu, bizzat Binali Yıldırım’ın isteğidir ve Erdoğan, peki, demiştir. Gerçekte, meclis başkanının “tarafsız” olması ilkesi gereği, seçildikten sonra siyasi faaliyetlere dahi katılmadığı biliniyor. Bu nedenle parlamentoda oy kullanamaz ve eski partisinin grup toplantısına katılamaz. Bu nedenle belediye başkanlığı kampanyasını yürütmek üzere istifa etmesi gerekir. Ama Binali Bey, hayır, diyor. İlk önceleri, “bu benim muhatabı olacağım soru değil” deyip, topu Erdoğan’a atıyordu. Ama ardından, sorular sürdükçe, “seçim siyasi bir faaliyet değildir” dedi.
İlgiye değerdir.
Seçim siyasal bir faaliyet değildir, ne anlama gelir? Bu durumda, seçim acaba bir “ekonomik” faaliyet midir, bir tür spor mudur, bir sanatsal faaliyet midir? Seçim siyasal faaliyet değil ise, siyasal partiler ve seçim sistemi ne işe yarıyor?
Ama Yıldırım haklı olabilir mi?
– Seçim, özellikle de yerel seçim, bir rant kavgasının, rantın paylaşımının aracıdır. Bu nedenle de, belediye başkanlığı seçimi, bir tür ekonomik faaliyet, hatta yağma faaliyeti için bir mevzilenme çalışması olabilir. Ama yine de buna siyaset derler. Hadi diyelim Yıldırım, bir nebze haklı olsun, ama yeterli değil.
– Yıldırım, bu görevi almak istemedi. TBMM başkanlığından da istifa etmemesi şartını bu nedenle getirdi. Şimdi TBMM başkanlığından belediye başkanlığına ineceksin, buna değer mi, diye düşündüğünden değil. Bu, “böyle düşünür herhâlde” diye ortaya atılan, daha çok da mevki ve prestij meraklısı burjuva bürokratların düşünüş tarzıdır. Oysa Yıldırım, son derece pratik bir “işadamı-siyasetçi”dir. İcracıdır. Mesela lokantada yemek mi yenecek, erkek erkeğe mi, hanımını birkaç masa öteye yalnız bırakmaktan sıkılmaz. Pratik çözümler üretir. Hollanda’da gemi işi de öyledir. Ama Yıldırım’ın istifa etmemesinin nedeni var. Çünkü TBMM başkanlığı pek işe yaramasa da, hatta hiçbir rolü kalmamış bir eski kurum olsa da, hâlâ “yargılanmama olanağı” demektir. Ve pratik işadamı-siyasetçi Yıldırım, emireri olarak çantasını taşıdığı Erdoğan’ın yolun sonuna geldiğini hissetmektedir. Bu da bizim iddiamız.
– Ayrıca bir bilgi ortada dolaşmaktadır. Anlaşılan bilgi Yıldırım tarafından CHP’ye sızdırılmıştır. Devleti yöneten çetelerin ortak kararına rağmen, bu kararın dışında Erdoğan, bir hile-dolap çevirmektedir. Yıldırım, İstanbul Belediye Başkanı olacak, Bilal Oğlan da, Fatih Belediyesi’nden encümen vb. olacak. Sonuçta, belediye başkan yardımcısı olacak ve Yıldırım, seçildikten bir süre sonra istifa edip, meclis başkanlığına geri dönecek, bu durumda da belediye başkanı olarak İstanbul, Bilal Oğlan’a bırakılacak. Senaryo budur, söylenen budur. Yine de bir soru açıktadır: Yıldırım, önce istifa etse, sonra seçilse, sonra tekrar istifa etse, sonra tekrar meclis başkanı seçilse olmaz mı? Kanımızca, hukuk ve yasa tanımama alanında liderliği kapmış olan Erdoğan ve Saray Rejimi için hiçbir sakıncası olmamalıdır. Yani pekâla olur. Öyle ise neden istifa etmek istememektedir? Yoksa, Yıldırım, bırakacağı meclis başkanlığı zırhına, 31 Mart’tan önce mi ihtiyaç duyacaktır? Öyle ise, 31 Mart’tan önce ne beklemektedir?
Bunlar bilgilerdir.
Ama açık olarak görülmektedir ki, Saray Rejimi, çok da açıklanır olmayan nedenlerle, anayasayı, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde çiğnemektedir. Bunun önemli bir nedeni olmalıdır. Olmalıdır, çünkü, sonuçta binbir hile ile kazanma olanakları olanlar, bir yerden kazık yemekten korkuyor olmalıdırlar. Öyle ise Erdoğan, Bahçeli’den kazık yiyeceği düşüncesindedir.
Binali Yıldırım, İzmir’de konuşma yapmaya zorlanmıştır. Bundan anlaşılıyor ki, Erdoğan, 19 Ocak öncesinde, yani adaylıklar kesinleşmeden, ondan biat açıklaması istemiştir ve o da çıkıp yapmıştır. Böylece muhtemelen FETÖ’cü olmaktan bir süreliğine kurtulmuştur.
Bu durum, Saray Rejimi’nde bir korkuyu, telâşı ifade etmektedir. Bu korku ve telâşın bir bölümü, halktan gelecek kuvvetli bir red ihtimalidir, bir bölümü de iktidarı paylaştığı güçlerle, çetelerle yaptığı anlaşmalara güvenememesidir.
Elbette daha seçimlere kadar, yeni anayasa ihlalleri göreceğiz.
YSK, bizzat karar alıp, anayasal bir hak olan seçme ve seçilme hakkını hiçe sayarak, tutukluların oy kullanmasını engelleyen kararlar almıştır. Bunlar da anayasal suçtur.
İkinci tip hile-dolap, seçim rüşvetleridir. Bu her seçimde var, ne farkeder demeyin lütfen. Koskoca merkez bankasının her yıl nisan ayında yapılan genel kurulu, 18 Ocak’a alındı ve bu yolla seçimler için kullanılacak bir kaynak, sanki bir süre sonra ülkeyi bunlar yönetmeyecekmiş ve bu kaynaklara ihtiyaçları olmayacakmış gibi, telâşla hazineye aktarılmıştır. Seçimi finanse etmek için, gelecekteki bir gelir, öne çekilmiştir. 24 Haziran seçimlerini öne çekerken yaptıkları el çabukluğunun bir benzerini, şimdi Merkez Bankası için yaptılar.
Ama olay bu kadarla sınırlı değildir.
Kredi kartlarının bir merkezde toplanması ve Ziraat Bankası’nın, zararına bunları finanse etmesi planlanmıştır. Elbette bu Ziraat Bankası yöneticilerinin yarın yargılanacakları bir yasa ihlali ya da yasallaştırılmış bir rüşvettir.
Ama buna fazla takılmayın. Dahası var.
Futbol kulüplerinin borçlarının silinmesi, yapılandırılması var. Bu da açıkça yasal değildir ve suçtur. Sonuçta bu kulüpler birer şirkettir. Ve şirketlerin borçlarına bu biçimde yaklaşım, normalde mümkün değildir.
Uzatmaya gerek yok. Bu yolla planlanan 7-8 maddelik bir paket devreye sokulmuştur. Bu paket, baştan aşağıya açık rüşvettir.
Üçüncü hile-dolap, nüfus hareketleridir. Seçmen kayıtları üzerinden yürütülen bu hareketin baş mimarı Soylu’dur. İçişleri Bakanı, Erdoğan dışında bir başka çete olarak ünlenmektedir. İşbirliği içindedirler ama farklı çetelere ait oldukları söylenmektedir. İşte bu Soylu, nüfus hareketleri konusunda yeteneklidir. Bu nedenle, seçmen kaydırma işleri kendisine verilmiştir. Adalar örneğinde olduğu gibi, AK Parti’nin kazanması için gereken eksik oy kadar seçmen kaydı yapılmıştır. Bu kayıtlar, örneğin evin iki girişi varsa iki adres hâline getirilerek yapılacak kadar ince ayarlanmıştır.
Bir başka çeşiti de vardır. Kürdistan’da fark fazladır. Bu illerde, ilk iş HDP’li seçmenler silinmektedir. HDP bu durumu meclise taşımıştır. HDP’li seçmen silinmekle yetinilmiyor. Bir de yeni seçmenler kaydedilmektedir. O kadar ki, oy farkı büyük olduğundan, bir daireye 700 kişi kaydedilmektedir. Ve hiç utanmadan, “aile kalabalıkmış” diye açıklama yapmaktadırlar. Utanmazlığın bu kadarı az görülür.
Özrü kabahatinden büyük, bu demek olsa gerektir.
Ama korku ve rant beklentisi birleşince, işte bu denli zor durumlara düşüyor insan.
Ya da Kürt illerine, bir anda binlerce asker ve polis taşınmaktadır. Bu da hile ve dolabın bir başka biçimidir.
Bu kadar ucuzlamış, bu kadar ipi pazara çıkmış yollarla seçim hazırlığı yapmak, olsa olsa Saray Rejimi’ne yakışır.
Korku büyüktür, rant da.
Evet kefenin cebi yok ama, dünya malından da kolay vazgeçilmiyor be abi!
Dördüncü hile-dolap, artan baskı, şiddet ve yalandır. Bu açıdan AK Parti iktidarının, oldukça heveslice yöntemler ürettiği görülmektedir. Sanatçılara karşı saldırganlık, bunun sadece bir tanesidir.
Bu baskı ve şiddet, özellikle, seçim öncesinde her türlü siyasal karşı duruşu, her türlü direnişi önlemeye dönüktür. Tüm işçi eylemlerine, tüm öğrenci direnişlerine saldırmalarının nedeni budur. Bu saldırganlık, aslında onların korkularının derinliğini, büyüklüğünü göstermektedir.
O kadar korkuyorlar ki, bu korkuyu bastırmak için, yakıp yıkmak dışında yol bulamıyorlar. saldırganlıklarının arkasında, dağları aşan korkuları var.
Korktukça karanlık üretiyorlar. Ancak karanlıktan medet umuyorlar. Bu nedenle, bir yığın yalakayı, gazeteci olarak, aydın olarak öne çıkartıyorlar. Oysa hiçbirinin bir trol kadar rolü bile olmuyor. Büyük medyaları, büyük karanlık üretmek için çalışmaktadır.
İşte iktidarın seçim hile ve dolaplarını bu biçimde sınıflamak mümkün. Elbette seçime kadar daha yenileri de buna eklenecektir. Hile ve dolap konusunda çok yaratıcıdırlar.
Şimdi, bu koşullar altında, seçimlerin demokratik olacağını söylemek ve beklemek doğru değildir.
Öte yandan, Erdoğan, açık olarak, kaybedeceği her belediyeye isterse kayyum atayacağı tehdidini de savurmuştur, savurmaktadır.
Bu koşullarda, seçimin anlamı nedir?
İlkin, bu yerel seçimler, Kürt halkı için bir öneme sahiptir. HDP, kayyumla yönetilen yerleri geri almayı ve halkın iradesini göstermeyi istemektedir.
Doğrusu şu ki, Kürt halkının istek ve iradesinin nerede olduğunu bir kere daha tescil etmek elbette faydalıdır. Üstelik birçok hile yapılsa bile bu geçerlidir. Diyelim ki, bir ilde AK Parti kazandı diye ilan edilirse, buna kimse inanmayacaktır. kaldı ki, seçim sonrasında AK Parti kaybettiği her belediyeye kayyum atamaya yönelecektir. Bunu bilmek gerekir. Zira bu devletin tüm çetelerinin, sadece Erdoğan çetesinin değil, tüm çetelerin ortak davranışı olacaktır.
Batı’da ise, durum daha da olumsuzdur.
Burjuva cephe, ister AK Parti-MHP cephesi olsun, ister CHP ve İYİ Parti cephesi olsun, tam olarak, Saray Rejimi’ne, tereddütsüz hizmet etmek üzere hareket etmektedirler. CHP kendi adaylarını bile, AK Parti’nin kazanmasına hizmet edecek şekilde organize etmektedir. Dahası, yeni başkanlık sisteminin önemli ayağı olması gereken yerel yönetimleri, her türlü ihtimali düşünerek, tamamen kendi adamlarından oluşturmak istiyorlar. Bunun dışına çıkıldığı alanlarda “kayyum” uygulaması devreye girecektir.
Bu sürece CHP de dahildir.
CHP, tam anlamı ile, tıpkı MHP gibi, Saray Rejimi’nin isteklerine uygun davranmaktadır. Tüm hareket motivasyonları Saray Rejimi’nin “zafer”lerini sağlayan NATO’cu güçlerin teşviklerinden oluşmaktadır.
Biz, elbette mevcut seçimde, HDP’nin adaylarını destekleyeceğiz. Bu adayların desteklenmesi, Kürt illerinde bizim verebileceğimiz bir katkı anlamına gelmiyor. Zaten Kürt hareketi orada yeterince güçlüdür. Kürt illerinde, özellikle kayyum atanmış belediyelerin tekrar HDP tarafından alınması, tekrar kayyum atanacak olsa da önemli bir adım olacaktır.
Batı’da ise, HDP adaylarının yanı sıra, varsa eğer dürüst, halktan yana, bulunduğu partiye muhalif adayları destekleyeceğiz.
Elbette seçimler, var olan sistemin ne denli hukuk dışı işletildiğini, ne denli anti-demokratik olduğunu, Saray’ın her alanını nasıl bir korkunun kaplamış olduğunu anlatmak için bir araçtır. Bu açıdan devletin, Saray Rejimi’nin, sadece AK Parti ve Erdoğan’ın değil, onunla işbirliği yapan iktidar koalisyonunun gerçek yüzünü ortaya sermek için bir fırsattır.
Doğrusunu söylemek gerekirse, hepsi de budur.
Sandığın zaten gömülmüş olduğu bir “demokrasi”de, tüm oyun kurallarının her saat değiştirildiği, her tür hilenin yapıldığı bir seçim, Saray Rejimi’ni meşrulaştıramaz. Bahçeli’nin dediği gibi, çok önemli de olamaz. Sadece korkularını ortaya koyar, koymaktadır da.
Bu nedenle, seçime giderken, açık olarak halka, örgütlü olmanın önemini anlatmak gerekir. İşçi sınıfı, bu örgütlülüğü geliştirdikçe, söz hakkı elde edebilecektir.
Seçimin hemen arkasından gelecek olan süreç, ekonomik bunalımın daha da artacağı bir süreçtir. Bu nedenle, işçi sınıfını daha zorlu günler beklemektedir. İşçi sınıfının örgütlülüğü, her yolla, her araçla geliştirilmelidir. Görevimiz budur. Yoksa, bundan bağımsız bir seçim gündemimiz yoktur.