Egemen medya ve Hıfzı Topuz örneği

“Kuş ölür, sen uçuşu hatırla!”[1]

Atilla Özsever’in, “Ömrünü aydınlanmaya, gazetecilerin ve iletişim dünyasının sorunlarına adayan, çözümler üretmeye çalışan… Gençliğinden itibaren savaşsız, sömürüsüz, sınıfsız dünya özlemine sadık, sosyalizm sevdalısı bir devrimciydi,”[2] diye betimlediği Hıfzı Topuz, Nâzım Hikmet’in çok yakın dostuydu. Nâzım Kültür Sanat Vakfı’nın kurucularındandı.

İstanbul’da 1923’te dünyaya geldi. Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi.

1947-1958 kesitinde Akşam Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi, yazı işleri müdürü ve genel yayın müdürü olarak çalıştı, İstanbul Gazeteciler Sendikası başkanlığı yaptı.

Strasbourg Üniversitesi’nde devletler hukuku ve gazetecilik alanlarında yüksek lisans (1957-59) ve yine Strasbourg Hukuk Fakültesi’nde gazetecilik doktorası yaptı (1960).

Paris’te UNESCO Genel Merkezi’nde, İletişim Sektöründe Özgür Haber Dolaşımı Şefi olarak çalıştı (1959-1983). Uluslararası gazeteci örgütleri arasında işbirliği, basın ahlâkı ve gazetecilerin korunması projelerini yönetti, Afrika ülkelerinde, Hindistan’da, Filipinler’de gazetecilik eğitimi seminerleri düzenledi.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Onur Kurulu başkanı oldu, muhtelif gazetelerde çalışıp, çok sayıda kitaba imza attı.[3]

Kaleme aldığı romanlar ‘Meyyale’, ‘Taif’te Ölüm’, ‘Paris’te Son Osmanlılar’, ‘Gazi ve Fikriye’, ‘Milli Mücadelede Çamlıca’nın Üç Gülü’, ‘Devrim Yılları’, ‘Tavcan’, ‘Özgürlüğe Kurşun’, ‘Kara Çığlık’, ‘Abdülmecit; İmparatorluk Çökerken Sarayda 22 Yıl’, ‘Hava Kurşun Gibi Ağır’ Nâzım Romanı, ‘Elbet Sabah Olacaktır’ Tevfik Fikret Romanı, ‘Vatanı Sattık Bir Pula’ Namık Kemal Romanı, ‘Çılgın ve Özgür’ Neyzen Tevfik Romanı, Şanlı Kanlı Yıllar’, ‘Nevbahar’, ‘Paris Sürgünü.’
İnceleme ve araştırma eserleri ‘Fransa’da Gazetecilerin Statüsü ve Asgari Ücret’, ‘Information Internationale dans la Presse Turque’, ‘Basın Sözlüğü’, ‘Kara Afrika’, ‘100 Soruda Basın Tarihi’, ‘Seçim Savaşları’, ‘Uluslararası İletişim’, ‘İletişimde Karikatür ve Toplum’, ‘Lumumba’, ‘Kara Afrika’da İletişim’, ‘Basında Tekelleşmeler’, ‘Yarının Radyo TV Düzeni’, ‘Türkiye’de Seçim Kampanyaları’, ‘Siyasal Reklamcılık’, ‘Kara Afrika Sanatı’, ‘Hoşgörü’, ‘Başlangıcından Bugüne Kadar Dünya Karikatürü’, ‘Dünyada ve Türkiye’de Kültür Politikaları’, ‘Türk Basın Tarihi’, ‘Büyülü Afrika.’
Anı türünde kaleme aldığı eserler ‘Konuklar Geçiyor’, ‘Parisli Yıllar’, ‘Eski Dostlar’, ‘Elveda Afrika, Hoşça Kal Paris’, ‘Fikret Mualla’, ‘Başın Öne Eğilmesin’, ‘Paris 68, Bir Devrim Denemesi’, ‘Nişantaşı Anıları’, ‘Bana Atatürk’ü Anlattılar’, ‘Gülümseyen Anılar’, ‘Ardından Yıllar Geçti’, ‘Paris’te Bir Türk Ressamı, Fikret Mualla’, ‘Atatürk Sesleniyor’, ‘Bir Zamanlar Nişantaşı’nda’, ‘Anı ve Mektuplarla Melih Cevdet Anday.’

Hayatı hep “ilk”ler üzerinden ilerledi. Hıfzı Topuz, 1952’de İstanbul Gazeteciler Sendikası’nın kurucuları arasında yer aldı ve başkanlık görevinde de bulundu.

1960 sonrası Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ismini alacak olan İstanbul Gazeteciler Sendikası’nın tüzüğünü üç kişi hazırlamıştı: Hıfzı Topuz, İhsan Ada ve Burhan Arpad… Bu üç kişi de Marksist kökenliydi.

Hıfzı Topuz Paris’te yüksek lisans ve doktora yaptığı yıllarda Unesco’ya girmişti. Özgür Haber Dolaşım Şefi olarak Uluslararası gazetecilik örgütleri arasında mesleki işbirliği, basın ahlâkı, gazetecilik eğitimi ve gazetecilerin korunması projelerini yönetmişti. Afrika ülkelerinde, Hindistan’da, Filipinler’de eğitim seminerleri düzenlemişti. Kara Afrika’da kırsal basın projesini oluşturmuştu. Afrikalılar onun bu hizmetlerini unutmadılar. 23 Kasım 2013’te Kongo Demokratik Cumhuriyeti Lubumbashi Üniversitesi “Fahri Doktora” unvanı verdiler.

Hıfzı Topuz’un meslek kariyeri bir gazeteci için olabilecek en heyecanlı çalışmalarla doludur. Hıfzı Topuz uzun ve velüt yaşamın sırrını Atilla Özsever’e açıklamıştı:

“Daima gençlerle birlikte olup onlarla arkadaşlık yapmak, onların görüşlerine önem vermek, sevgi ve aşkın kıymetini bilmek, sürekli üretmek, etkin bir çaba içinde bulunmak ve entelektüel kapasiteyi geliştirmek, okumak!”[4]

* * * * *

“Asırlık Bilge”[5] diye anılan Hıfzı Topuz için “Anıt Adam”, “Derya gibi bir adam”[6] tanımları da kullanılırdı; “Hıfzı Topuz aslına entelektüel manada bir sürgündü,”[7] tespiti eşliğinde.

“Hıfzı Topuz’un anlattığı insan Neyzen Tevfik ya da Nâzım Hikmet olsun; anlattığı olay Kurtuluş Savaşı ya da Lumumba’nın direnişi olsun; anlattığı dönem Osmanlı’nın son günleri, Paris ya da Afrika mevsimleri olsun, hep tutkulu, heyecanlı”ydı,[8] taraflıydı.

“Yorulup, korkarak kaçanlara, iktidar yandaşlığını seçmiş, çoğunluk gazetecinin utanmazlıklarına inat, onurlu duruş simgesiydi, her an.”[9]

Onun duruşu kapitalist egemen medya karşısında, önemli addedilebileceklerdendi.

Hem de “Basın özgürlüğünün, ahlâksal olarak çökmüş ya da baskıcı bir yönetime karşı bir güvence olarak savunulmasını gerektirecek günler geride kaldı.”[10]

“Medyayı tekeline alan oligarşi tüm başarısızlıklarını tekrar tekrar başkalarının üzerine atıp dikkati hayali ya da gerçekdışı mihraklar üzerine çeker.”[11]

“Korkutabildiğin kadar korkut, bütün burjuva basının sloganı bu. Her çareye başvurarak korku saç! Yalan söyle, kara çal, ama yeter ki korkut!”[12] diye betimlenmesi mümkün verili tabloda.

Bilmeyen var mı?[13]

Louis Althusser’in deyişiyle söylersek; medya da devletin birçok kurumu gibi “ideolojik aygıtlar”dandır. “Dördüncü Kuvvet” diye de tanımlanan medya, geçen zaman zarfında diğer aygıtların da önüne geçerek artık yöneten konumuna geldi.

Gelinen noktada medya artık yalanla, çarpıtılmış haberlerle, ayrıştırıcı ve ötekileştirici yapısıyla bir canavara dönüşmüş durumda. TV’lerin haber sunuş biçimlerine, gazetelerin manşetlerine bakıldığında medyanın azgınlaşmış hâlini görmek mümkün.

Anthony Pratkanis ile Elliot Aronson’un, “Her gün birbiri ardına ikna edici mesaj bombardımanına tutuluyoruz. Medya dünyasından gelen bu çağrılar, argümanın haklı ve tutarlı olmasından değil, sembollerin ve en temel insani hislerimizin manipülasyonu vasıtasıyla ikna edici oluyor. İyisiyle, kötüsüyle, içinde yaşadığımız çağ bir propaganda çağı”[14] diye betimledikleri hâl medyatik propagandayı despotik bir yöntem olarak öne çıkarır.

Siz bakmayın, “Medya,… hiçbir siyasi gücün, hiçbir çıkar grubunun ve hiçbir finansal güç odağının emrinde olmamalıdır,”[15] söylencelerine!

Dünyadaki güç odakları bunu çok iyi bildikleri için, medyayı her zaman kontrol etmeye, kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışırlar.

Televizyonlarda hangi konuklara ve yorumculara yer verileceği; gazetelerde, haber portallarında hangi köşe yazarlarının köşe yazısı yazacağı; televizyonlarda, gazetelerde, haber portallarında hangi haberlere, hangi oranda ve genişlikte yer verileceği; hangi siyasetçilere ne kadar sıklıkta ve genişlikte ekranların ve sayfaların açılacağı gibi konular, genellikle nesnel ve bağımsız hareket eden medya yöneticileri tarafından değil, bu güç odaklarının kontrolündeki piyonlar tarafından karara bağlanır.

Dünyada bu bozuk düzene direnebilen az sayıda medya organı bulunmaktadır…

Noam Chomsky’nin ve Edward Herman’ın ‘Manufacturing Consent/ Rızanın Üretimi’ başlıklı yapıtı bunu çarpıcı bir biçimde ortaya koyan ve kanıtlayan eserlerin arasında yer alır.

Orson Welles’ın ‘Citizen Kane/ Yurttaş Kane’, Sidney Lumet’ın ‘Network/ Şebeke’, Oliver Stone’un ‘Salvador/ Salvador’ filmleri de, bu konuyu işleyen çarpıcı eserlerin arasında sayılırlar.

Dünyadaki emperyalizm ve kapitalizm sorunu kökten çözülmeden, bu sorunun tamamıyla çözülmesi olanaksızdır.[16] Tıpkı Türk(iye) örneğinin kanıtladığı üzere…

‘Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF), ‘2021 Dünya Basın Özgürlüğü’ endeksinde 180 ülke arasında 153. sıradaki Türkiye’nin,[17] gazetecilerin hapsedilme riski, adli kontrole tabi tutulma veya pasaportun elinden alınma korkusunun bulunduğu vurgulandı.[18]

Bir örnek bile yeter: Gazetecilik meslek örgütlerinin “sansür yasası” olarak adlandırdığı, “dezenformasyonla mücadele yasası”, seçimlere giden süreçte, rejiminin “evriminin” yönünün, toplumu susturma arzusunun dışavurumudur.

Maddeleri medyada yaygın biçimde tartışılan, yasanın kapsamına ilişkin şu ifadeleri aktarmakla yetineyim: “Halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kişiler.” Sormalı: “Ya bu yasayı eleştirmek de yasanın kapsamına giriyorsa?”

Dezenformasyonla mücadele yasası” bu olanağı ortadan kaldırıyor.

Bu “sınırlardan” söz edince akla Aristoteles geliyor. Aristoteles, insanların, adalete ilişkin sorunlarını ortaklaştıran bir konuşma gücüne, lisana sahip olduklarını buna karşılık, hayvanların sadece zevk veya acıyı ifade edecek sesler çıkarabildiklerini söylüyordu: İnsan biyolojik varlığına ek politik bir varlıktı, hayvanlar ise sadece biyolojik varlıklardı.

Öyleyse adalete ilişkin sorunları konuşmaya izin veren ortak bir dilin sınırları, siyaset olarak kabul edilebilecek etkinliklerin (hakların ve özgürlüklerin) verili toplumdaki sınırlarını sergiler. “Siyaset” de bu sınırları genişleten ya da daraltan mücadelelere ilişkindir. Çünkü sınırların dışında kalanların adalete ilişkin kaygılarını dile getiren sözleri, toplumda anlamlı kabul edilen sözlerin dışında kalırlar hatta sık sık suç ve ceza kategorisine girerler.

Bu sınırları rejimin diline kadar daraltan “Dezenformasyonla mücadele yasası”, rejimin ve onun destekçilerinin, siyasi ekonomik pratiklerine, topluma dayattıkları “hakikat rejimine” (doğruyla yanlışı saptamakta kullanılan kavramlar, değerler, duyarlılıklar) yönelik her türlü eleştiriyi suçlaştırıyor, bunların kaderini de iktidarın, cezalandırma ya da görmezden gelme yetkisine bağlıyor. Rejim “konuşulabilen” üzerinde totaliter bir kontrol amaçlıyor.[19]

* * * * *

Özetle baskıcı kapitalist medya algı yönetimiyle, kitleyi çıkarları doğrultusunda manipüle eder ve onları hedefledikleri amaçlar uğruna kullanılan bir nesneye dönüştürür.[20] Bir tür psikolojik, politik savaş verir ezilenlere karşı.

Hızla sıralayalım: Olması gereken habercilik, ezenlerin yayınlanmasını istemediği haberleri yazmaktır; kapitalistler için ise, çıkarları doğrultusunda tam tersi ve halkla manipülatif ilişkidir.

Sözünü ettiğim mesele, Wilhelm Reich’ın, “Ama ister anla, ister anlama, gazeteler ne yazarsa inanıyorsun!” ifadesindeki üzere, gazetelerin gerçeği yaymaya değil, örtmeye yaradığı ve ezilenleri körleştirdiğidir.

“Gazetecilik aslında, gücün ve güç merkezlerinin üzerinden gözü ayırmamakla ilgili bir iştir.”

Ancak “Savaşların, aklı başında insanları amigolara, rasyonel gazetecileri ise küçük, haylaz, göğsü kabarık fantezi albaylarına dönüştürmek gibi bir alışkanlığı var”ken;[21] aslında “basın” dedikleri de, bastırıp örtbas edenlerdir!

Evet, haberlere boğuluyoruz, ancak ezilenlerin hayatına dair “çıt” çıkmıyorken; Medyayı kontrol eden halkın aklını da kontrol edip biçimlendiriyor. Bu hâliyle de insan(lık)ı toplumsal gerçeklerden, ilişkilerinden uzak tutarak sürüleştiriyor.

Bu kadar da değil! Kapitalist medyanın propaganda meselesi sadece yanlış haber vermek ya da bir gündem dayatmak değil aynı zamanda, eleştirel düşünmenizi tüketmek, hakikâti yok etmektir.

Kolay mı? Kapitalizm lehine haber(ler) imal edilen bir yalanın ortasındayız.

Jean Baudrillard’ın ifadesiyle, “Artık toplumsallaşmayı belirleyen şey kuramsal sınırlar değil, haber miktarıyla iletişim araçlarının karşısında geçirilen saatler”ken; egemenler düşünmenizi istemiyorlar. Bu yüzden dünyada eğlenceyle, medyayla, televizyon programlarıyla, lunaparklarla, uyuşturucuyla, alkolle ve aktivitelerin her çeşidiyle dolu hâle geldi, insanların zihnini meşgul tutmak için. Yani düşünmeniz, egemenlerin işine gelmiyor.

* * * * *

Burada Andy Warhol’un, “İlk televizyonumu aldığım zaman, insanlarla yakın ilişkilere sahip olmayı önemsemeyi bitirdim”; Thomas Stearns Eliot’un, “Televizyon, milyonlarca insanın aynı şakaya aynı anda gülmesini sağlayan, ama yine de yalnız olmasını sağlayan tek eğlence aracıdır,” vurguları eşliğinde bir parantez açarak ekleyeyim:

“Hegemonya, sizin koltuğunuzda gevşeyip ekran başında aptallaşmanızdan yanadır.”[22]

“Reklamlar insanları gerek duymadıkları arabaların ve kıyafetlerin peşinden koşturuyor. Kaç kuşaktır insanlar nefret ettikleri işlerde çalışıyorlar; neden? Gerçekte ihtiyaç duymadıkları şeyleri satın alabilmek için.”[23]

“Televizyon bir cazibe merkezi olarak hayatımızın başköşesine kuruldu. Yirmi dört saat yayın yapan kanallarla tam bir görüntü sarhoşluğu yaşıyoruz. Alışkanlıklarımız, konuşma biçimimiz, ilişkilerimiz televizyona endekslendi sanki. ‘Eğlenceli”, ‘renkli’ bir hayat yaşamaya başladık. Resmi ideolojinin yasaklıları, toplum kıyısında yaşayanlar bütün ‘giz’leriyle evlerimizde artık. Kameralar pervasızca mahremiyetimizin en ücra köşelerine giriyorlar. Şiddetin bütün türleriyle tanıştık. ‘Reality show’larla kan ve acının da bir satış değeri olduğunu, reklam alabileceklerini öğrendik. Kapitalizmin en temel özelliği olan rekabetin insanları nasıl vahşileştirdiğini, iğrençleştirdiğini gördük. Duygularımız, tepkilerimiz, duyarlılıklarımız törpülendi. Tek sesli devlet televizyonunun ardından gelen bu denli çok seçenek karşısında nihayet ‘demokratikleştiğimize’ inandık, uzaktan kumanda aletini ‘özgürce’ kullanma hazzıyla kendi ‘gücümüzün’ farkına vardık.”[24]

TV’den basına yalanla bezeli kapitalist propaganda insanlara güçsüzlük, yalıtılmışlık, yabancılaşmışlık hissini verirken; sormadan geçmemeli: Nasıl oluyor da bu kadar çok “malumat”, “haber” sahibi olup da, bu kadar az biliyor ve gerçeklerden bu denli habersiz?!

Yanıt V. İ. Lenin’in, “Bütün dünyada, nerede kapitalist varsa orada basın özgürlüğü gazete satın alma özgürlüğü, yazar satın alma özgürlüğü, rüşvet, halkın görüşünü satın alma ve burjuvazinin yararına saptırma özgürlüğü anlamına gelir,” satırlarında!

Hıfzı Topuz tam da bunlar için önemliydi, örnekti.

13 Mart 2024, İstanbul.

N O T L A R

[1] Füruğ Ferruhzad.

[2] “Basın Tarihinin Asırlık Çınarı Unutulamaz”, Birgün, 27 Eylül 2023, s.9.

[3] Nagihan Yılkın, “Basın Dünyasının Duayeniydi”, Cumhuriyet, 29 Eylül 2023, s.6.

[4] Nazım Alpman, “En Büyük Gazeteci!”, Birgün, 27 Eylül 2023, s.9.

[5] “Asırlık Bilgeye Veda”, Cumhuriyet, 27 Eylül 2023, s.11.

[6] Emre Kongar, “Hıfzı Topuz: Bir Anıt Adamı Daha Kaybettik!”, Cumhuriyet, 28 Eylül 2023, s.2.

[7] Nilgün Cerrahoğlu, “Son Eylül: Metin Münir ve Hıfzı Topuz”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2023, s.7.

[8] Zeynep Oral, “Hıfzı Topuz: Coşkusunu Hiç Yitirmedi”, Cumhuriyet, 28 Eylül 2023, s.11.

[9] Şükran Soner, “Sendikacı Büyüğüm Hıfzı Topuz”, Cumhuriyet, 30 Eylül 2023, s.9.

[10] John Stuart Mill, Özgürlük Üzerine, çev: Berkay Tartıcı, Kutu Yay., 2019.

[11] Yuval Noah Harari, 21. Yüzyıl İçin 21 Ders, çev: Selin Siral, Kolektif Kitap, 2018.

[12] V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev. Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1969.

[13] Bkz: Temel Demirer, “Egemen Medyaya İtiraz ve Alternatif”, 17 Şubat 2019… https://temeldemirer.blogspot.com/2019/03/egemen-medyaya-itiraz-ve-alternatif.html

[14] Anthony Pratkanis-Elliot Aronson, Propaganda Çağı, çev: Nagihan Haliloğlu, Paradigma Yay., 2008.

[15] Zafer Arapkirli, “Dördüncü Kuvvetin Kuvveti”, Cumhuriyet, 1 Aralık 2021, s.6.

[16] Örsan K. Öymen, “Dünya Düzeni ve Medya”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2023, s.7.

[17] “Basın Özgürlüğü Raporu”, Cumhuriyet, 10 Ocak 2022, s.4.

[18] “Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2021, s.7.

[19] Ergin Yıldızoğlu, “Susturma Arzusu”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2022, s.11.

[20] Hicri İzgören, “Yalanla Besliyorlar Bizi”, Yeni Yaşam, 25 Mart 2021, s.11.

[21] Robert Fisk, Büyük Medeniyet Savaşı – Ortadoğu’nun Fethi, çev: Murat Uyurkulak, İthaki Yay., 2011.

[22] Timothy Snyder, Tiranlık Üzerine Yirminci Yüzyıldan Yirmi Ders, çev: Zeynep Erez, Olvido Yay., 2017.

[23] Chuck Palahniuk, Dövüş Kulübü, çev: Elif Özsavar, Ayrıntı Yay., 2001.

[24] Neil Postman, Televizyon; Öldüren Eğlence, çev: Osman Akınhay, Ayrıntı Yay., 2004.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz