Redhack, sosyalist hacker grubu, 1997’de kuruldu. İlk olarak 2012 yılında Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün sitesini hackleyerek adını duyurdu. Kendini “Türkiye devrimine destek vermek için devrimci dayanışmanın ürünü olarak kurulduk” şeklinde tanımlayan grup, Gezi’yle birlikte, direnişe yaptığı katkılarla iyice tanınır hâle geldi. Kızıl maskelerinin ardından yaptıkları, söyledikleri, Gezi direnişçilerinin gönlünde taht kurdu.
Direnişle kimyası bozulan devlet mekanizmaları, direnişi bastırmak veya altını boşaltmak için ellerinden geleni yaptılar; Kabataş yalanı, Gezi Parkı’ndaki ağaçlarla yapılan “yaratıcı” röportajlar, belediyelerin önündeki ‘fışkiye’…
En saçmalarından biri de ses benzerliğinden dolayı Redhack sözcüsü ‘Manyak’ olduğu iddiasıyla Barış Atay’a dava açılmasıydı. Muhalif oyuncu Atay havuz medyada hedef gösterildi, baskıyla sindirilmeye çalışıldı.
Bitmedi, sonra Taylan Kulaçoğlu, aynı iddialarla gözaltına alındı. Ekşi Sözlük’teki bir entry’den yola çıkarak eleme yöntemiyle 600 kişilik bir liste oluşturan “cyber polis” -ya şundadır ya bunda yöntemiyle mi seçtiler bilemiyoruz- içlerinden Taylan’ı seçti. ‘Peki niye sen?’ diye sorduğumuzda “Taylan solcu adı, ondan olabilir” diyor.
Hayatımda norm diye bir şey kalmadı
“Fransa’daydım, bütün hayatım oradaydı. Sonra Türkiye’ye geldim. Beni birkaç ay izlemişler sonra bir gün Cihangir’de etrafımı özel harekâtçılar sardı ve beni aldılar. O günden sonra ülkede norm diye bir şey kalmışsa da -ki yok- benim hayatımda norm diye bir şey kalmadı. Normal insanların yaşadığı sıradan şeyler yaşamadım. Bazen düşünüp kendime soruyorum ‘Ne oldu benim hayatımda, adeta bir drama dönüştü’ diye. Bunlarda o burjuva hukukun kırıntısı bile yok. Faşizmden bile ileri gidiyor. 2013’ten beri yaşadıklarımı başkasından duysam yok artık derdim. Çin restoranı işletiyorum diye Maoist olduğum iddia edildi. Zaten ben dışarı çıkınca orası da hedef gösterildi.”
25 Kasım 2013’te gözaltına alınıp serbest bırakılan, 3 gün sonra tekrar gözaltına alınıp bu sefer tutuklanan, tutukluluğa itirazı olumlu sonuçlanıp serbest bırakılan, bu sene 25 Eylül’de bir daha gözaltına alınıp, gözaltında 12 gün geçirdikten sonra oluşan kamuoyu ve yapılan dayanışma eylemleri sayesinde serbest bırakılan Taylan’ın, bu üç senede ayrıca Taksim’de işlettiği mekânlar çeşitli bahanelerle kapatıldı.
Cezaevlerinde İşkence Var!
Son gözaltı sürecinde, tehditlere ve işkencelere maruz kaldı. Onunla birlikte gözaltına alınan Uğur Cihan Okutulmuş’a ve cemaat operasyonlarıyla alınanlara yapılan işkenceleri özellikle vurguluyor. “İçerideki pozisyon bizim için çok ironikti. 2013’te bizi alanlarla aynı yerdeyiz. Adamlara işkence yapıyorlar savunmak zorundasın yani, ki bu adamların kim olduğu, ne olduğu hiç önemli değil bizler için; ama işte, Selçuk Kozağaçlı’nın dediği gibi, beraber mescide gidip namaz kıldıkları adamlara işkence yapıyorlar, yani kendi cemaatindeki adamlara, saf durup namaz kıldıkları adamlara işkence yapıyorlar. Biz orada ne yapmak zorundaydık, buna karşı durmak zorundaydık, bir şekilde bir şeyler söylemek zorundaydık.
“Biz adaletli insanlarız. Biz zaten adaletten dolayı sosyalizmi seçtik. O yüzden büyük adaleti, düşmana dahi olsa göstermek zorundayız. İşkence bir insanlık suçudur.
“Şimdi şöyle bir şey var, bunu yazmanı da çok isterim; Uğur Cihan’a işkence yapıldı. Şimdi ben, bir yoldaşımıza işkence yapıldıktan, hem de ağır işkenceler yapıldıktan sonra Uğur Cihan Okutulmuş’a, ‘Amaan, tamam çıktı, neyse’ diyerek bunun bir tarafa bırakılması taraftarı değilim.”
Gözaltında işkence yapılırsa, bu yapılan doktor kontrolünde açığa çıkmaz mı diyeceksiniz. Bakın Taylan ne diyor:
“Doktorlar genelde karakola geliyor. Sen karakolun içinde, doktorun yanına gidiyorsun. Doktor sadece senin kimliğini kontrol ediyor. Yani aslında kimliğin hasta mı değil mi diye kontrol ediyor. Benim kimliğim biraz daha yırtık falan, her gittiğimde daha çok kimliğimden konuştuk, yani benden çok.”
Gözaltında kaldığı süre boyunca şahit olduğu işkenceler Taylan’ı derinden sarsmış. Yanındakilere işkence yapmanın da kişiye karşı bir işkence yöntemi olduğunu söylüyor. Kaldığı 12 günün ona 12 yıl gibi geldiğini; işkence gören insanların yüzünü unutamadığını söylüyor.
“Bir tanesi vardı mesela; çocuk o kadar güleç, o kadar esprili, tam troll yani, her şeyin trolü, çok da zeki. Bunu bir götürdüler, getirdiler… O çocuk gitmişti yani. Hayatı boyunca da o çocuk, o çocuk olamaz. Bitti o. Geldi işte, bağırsaklarında da yırtık vardı. Umarım bir şey olmaz dediler. Yani böyle şeyler oluyor. O yüzden de içerisi gerçekten zor; ama dayanışma olmamış olsaydı, ben her zaman da bunu söylüyorum, zaten çıktıktan sonra teşekkür ettiğim yazıda da bunu söyledim. Bu dayanışma olmamış olsaydı, ben gerçekten ne tek parça olurdum, ne özgür olurdum. Bu dayanışma beni çıkardı.
“Egemenler de şunu biliyor yani, orada beni öldürseler bu hikâyenin çok daha büyüyeceğini gördüler. Dolayısıyla bu benim en büyük güvencem oldu. Aynı zamanda da hayata, dostlarıma, yoldaşlarıma, siperdaşlarıma bakış açımdaki güveni de daha çok tazeledi yani. ‘Meğerse biz çok güçlüymüşüz’ü oturttu. O yüzden de dayanışma gerçekten de yaşatıyormuş; bunu yazıda da söyledim.”
Gözaltından çıkarken cemaat operasyonlarıyla gözaltına alınanların sorusu Taylan için önemli bir yerde duruyor ve sosyalistlerin her koşulda adaletli bir duruş sergilemesi gerektiğini düşünüyor. “Bize dediler ki, ‘Siz solcusunuz, devrimcisiniz, siz yalan söylemezsiniz, burada olup biteni anlatın; çünkü siz gidiyorsunuz; daha çok işkence yapacaklar bize siz gittikten sonra.’ Yani öyle bir koşula gelmiş ki yani ÇHD’ye operasyon düzenleyen adamlar, ÇHD bize bakmaz mı diyorlar yani, gerçekten bu noktada.”
Taylan ikide bir neden gözaltına alınıyor?
“Peki niye sen?” diye sorunca; “Bana olan saldırılar Gezi’den bağımsız ele alınamaz. Ben Gezi ailelerinden bağımsız değilim. Zaten Gezi aileleri de bütün açıklamalarında bana destek oldular. Bir sembol haline getirip saldırıyorlar. Ben ‘Gezi’yim. Gezi’den sonra alındım. Gezi’yle ilgili alındım. Hepsinin sorunu Gezi; Ergenekoncuların da, Fethullahçıların da, diğerlerinin de sorunu Gezi… Sembolleştirdiler. Bir örgütle de bağlayamadıkları için; Kürtler de sahip çıkıyor, Kaldıraç da sahip çıkıyor; herkesten de destek gördüğümüz için saldırıyorlar. Bu benim için onur duyulacak bir şey. Mahir’lerin, Deniz’ler için yaptıkları; İbo’ların hikâyeleriyle büyüdüğümüz için bu fotoğraf bana umut verdi” diyor.
Halklara, devrimcilere dönük artan saldırı sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Böylesi saldırıların olduğu, basınımızın susturulduğu, aydınların tutuklandığı, Kürtlere saldırıların arttığı bir süreçteyiz. Ben bu süreçte bizim daha güçlü olduğumuzu düşünüyorum, içeri girdiğimde daha umutsuzdum.
“Ne olacak acaba diye düşünüyordum. İçeri girdikten sonra aslında durumun böyle olmadığını gördüm. Bizim gözümüzde bunlar yıkılmaz gibi görünüyor; ama bu böyle değil. Şimdi bunu nasıl anlarsın? Sistemin işleyişine, mekanizmalarına bakarsın.
“Kendi içlerinde korkunç çelişki halindeler.
“Polislerin tutumuna bakıyorsun, hiçbiri birbirini sevmiyor, birbirine şüpheyle bakıyorlar ve içlerinde klikler oluşmuş durumda.
“Geçmişte nasıl Fethullahçıları getirdilerse, şimdi Menzilcileri yerleştiriyorlar. Bundan da içeride rahatsızlıklar oluşuyor.”
Kaldığı yerden şöyle devam ediyor: “Ben de zaten ilk girer girmez şunu söyledim; ilk aldığınızda da Ergenekoncu dediniz ve bizi fetocular almıştı, şimdi feto ile ilişkilendirmeye çalışıyorsunuz, 2019’da büyük ihtimalle seni ‘AKP terör örgütü’nden alıyoruz diyeceksiniz. Adamlar da ‘İnşallah’ dedi.
“Sistem için o örgüt bu örgüt hiç önemli değil. Filler değişiyor; ama sürekli çimenler eziliyor.
“İçinde bulunduğumuz koşul sistemin en güçsüz olduğu koşul. Bizler ise en çok mücadeleye asılmamız gereken dönemde sistemin kendi moral bozukluğunu yaşıyoruz.
“Saldırılar var; ama geçmişte de saldırılar vardı. Bu dönem biraz daha fazla biraz daha üst boyutta; ama bu ezenler ile ezilenler arasındaki çelişkinin arttığını gösteriyor. Sistem aslında kendini korumak için saldırıyor. Köşeye sıkışmış durumda. Bunların bir vizyonu yok. Bunların bir projesi de yok.
“Böyle bir durumda, morali bozulan, ülkeyi terk etsek mi diyen muhalifler türedi. Aslında rüzgâr bizden esiyor, objektif şartlar ciddi derecede olgunlaşmış durumda. Bu ülkenin tarihinde hiç olmadığı kadar devrime yaklaşılmış durumda.
“Onlar da bizi, kendimizi gördüğümüzden daha büyük görüyorlar. Sadece farkında değiliz. Kendi gücümüzü küçümseyip, karşı tarafın gücünü abartıyoruz.
“Gezi’yi bile belleklerimizden silmeye çalışıyorlar ve başarılı olmaya da başladılar. Onlar da kendilerine kahramanlık hikâyeleri uyduruyorlar.”
Abluka topyekûn direnişle dağıtılacak
“7 Haziran’dan Kasım’a kadarki 3 aylık süreçte çok büyük taktik hataların yapıldığını düşünüyorum; yani egemenler çok apışıp kalmışken, aptallaşmışken, bizimkilerin de oturup seyrettiğini, biz seyrederken onların kendini toparladığını, yeni projeleri ortaya koyduğunu, stratejiler çizdiklerini düşünüyorum; ama biz sessiz kaldık. ‘Amaan, kazandık, bitti’ gibi düşündük.”
…
“IŞİD’e bombaları kim taşıyorsa, bombayı da patlatan o yani bizce. Toplum, korkularını aşmış bir toplum değil. Zaten korkular en büyük esaret. Korkularından kurtulunca zaten özgürleşiyorsun. Şimdi korkularımızdan kurtulmuş değiliz” diyerek cevaplamaya başlıyor oluşturulan ablukanın nasıl dağıtılacağı sorusunu. Sonra aklındaki anahtarı söylüyor. Taylan’a göre o anahtar Gezi ruhu.
“Bu da şu demek değildir; laylaylom gidiyoruz falan değildir. Gezi’de o dönemde ‘Aman şunu yapmayalım, aman bunu yapmayalım’ diyen insanlar ‘Aman niye yapmamışız, biz çok aptallık etmişiz’ diye düşünüyor; yani aslında ideolojik olarak da insanlar belli bir konuma geldi. Burada büyük bir dayanışma ağının örülmesi lazım; samimi, statükocu olmayan.”
…
“Gerçekten birleşik bir cephenin oluştuğu, o birleşik cephede kimin sesi fazla çıkıyor, kimin az çıkıyor tartışmalarının yapılmadığı… Aslında ideolojik tartışmalar tabii ki yapılsın; ama bu ideolojik tartışmalar ayrılık temelinde yol almasın yani.
“Bu saldırılar varken bir bütün, topyekûn saldırıya topyekûn direniş gerekiyor. Bu direnişi yaparken de gerçekten kendi özgünlüğünde, kopyalamadan, kitlelere kendimizi doğru bir şekilde direkt anlatarak…
“Şu anda kitlelerden bir kopuş sürecindeyiz; yani kitleler örgütsüz. Sol, sosyalist düşünceye meyilli kitlelerin büyük bir çoğunluğu, hatta %90’ı örgütsüz; yani örgütlenme noktasında sıkıntımız var. Bu örgütsüzlük neden? Kendimizi bir şekilde zaten buna örgütleyememişiz. İnanmıyoruz bazı şeylere… Evvela birincisi bu sürece inanmamız lazım. Süreci iyi okumamız lazım. Süreç sadece onların gazetelerde televizyonlarda yazdığı gibi değil yani.”
İlkede domuz, taktikte tilki olmalıyız
“Şuna karar vermemiz lazım, biz devrim mi istiyoruz, yoksa devrim ütopyasıyla yaşamak hoşumuza mı gidiyor? Buna bir karar vermemiz lazım.
“Biz devrim istiyorsak o zaman devrimi yapacağız.
“Devrimi nasıl yapacağız? Karşımızdaki güç sarsılmış, o zaman biz toparlanacağız; karşımızdaki güç umutsuzluk pompalıyor, o zaman umutlu olacağız. Karşımızdaki güç ‘Siz hiçbir şeysiniz, sizi ezeriz’ diyor, biz de o zaman ne olduğumuzu onlara göstereceğiz; bizim hangi kuşağın ardılları olduğumuzu, kime nasıl direndiğimizi, nasıl biat etmediğimizi… Bu zamana kadar nasıl kol kola dayanışarak geldiysek, bu zamandan sonra da böyle gideceğimizi onlara göstereceğiz.”
…
“Bizim önderlik sorunumuz var. Kişisel bir önderliği kastetmiyorum. Gezi’nin birçok katkısı varsa da kitlenin gerisinde kaldık.”
…
“Şimdi bu sorunu çözme adına doğru bir önderlik yaratılması lazım. Bu önderlik de bireylerin, kişilerin üzerinde, sembollerin üzerinde şekillenen değil, kurumsal bir önderlik olması lazım; yani kurumun kendisinin önderlik olması lazım.
“İlkede domuz, taktikte tilki olmamız gerekir, Lenin yoldaşın dediği gibi. Sadece biraz şunu düşünmemiz lazım: ‘Ben devrimi istiyor muyum, sosyalizmi istiyor muyum? İstiyorsam ne yapmam lazım?’ İçeride biraz kaldığımız için ‘FETÖ’den alınanlarla, ‘Allah için ne yaptın’ diyorlar ya birbirlerine, bizim de bugün ‘devrim için ne yaptın’ı kendimize sormamız lazım. Biraz daha gerçekten işin özüne eğilmemiz lazım, biraz sarılmamız lazım yani.”
…
“Birleşik bir cepheyle, gerçekten samimi bir cepheyle; hiç kimsenin kendi örgütünün iradesini birbirine vermediği, eylem birlikteliği kriterinde, topyekûn saldırıya topyekûn direniş örülebilir. Çelişkileri kullanacağız yani. Büyük bir çelişki var. Devrimcilerin yeşerebileceği çok büyük bir yaşam alanı var. Bunu değerlendirmemiz lazım.
“Son olarak da Kaldıraç’a teşekkür ederim, verdiği destekten ötürü. Uzun zamandır takip ediyorum derginizi zaten. Gezi’yle beraber zaten iyi bir şey oturdu. Bu da çok umut verici… Gerek Gezi ailelerini sahiplenişiniz; örgüt ayrımı yapmadan sahiplenişiniz, gerek kimseyi ideolojik-fraksiyonal ayrılıklardan görmeyip sahiplenişiniz, devrimci her eylemi sahiplenişiniz, bu anahtarlardan bir tanesi yani. Hepimiz bunu da örnek almalıyız… Teşekkür ediyorum.”
Geçmiş olsun Taylan, mücadeleye devam…
Taylan, içerik itibariyle konuştuklarımızın bir kısmı biraz can sıkıcı olsa da, sohbeti çok keyifli biri… Röportaj boyunca anlattıklarından ve ettiğimiz sohbetten insanî yönünün çok güçlü olduğunu anladım.
Geçmiş olsun yoldaş, mücadeleye devam!..