Öncelikle tüm dünya halklarına moral kaynağı olan, Siyonist varlığın imajını yerle bir eden ve emperyalizmin ikiyüzlülüğünü gözler önüne seren son direniş hamlesini devrimci coşkumuzla selamlıyoruz. 7 Ekim’den bu yana Siyonist varlığın katlettiği binlerce insan için de en derin üzüntümüzle baş sağlığı diliyoruz.
“Aksa Tufanı” hamlesiyle birlikte tüm emperyalistler işgal devletinin katliamlarını meşrulaştırmak için Hamas = IŞİD şeklinde bir denklem kurdu ve bu savaşı Hamas-İsrail olarak nitelendirerek “modern dünya”nın İsrail’i desteklemesini salık verdi. Başta FHKC olmak üzere, tüm Filistin direniş örgütleri harekâtı selamlayarak, “Ortak Operayon Odası” bileşeni olarak harekâtın içinde olduğunu söylemesine rağmen bu söylemde ısrar ediliyor. Ortak Operasyon Odası’ndaki örgütlerin birbiriyle ilişkilerini biraz açabilir misiniz?
Gazze’de 2006 yılında itibaren, yani İsrail işgal ordusunun Gazze‘den çekilmesi ve yerleşim bölgelerini tamamen sökmesinin ardından, Filistin direnişi ilk defa kendi toprağı üzerinde kendi askerî gücünü kurabilme alanına haiz oldu. Kuşatmaya ve ağır ablukaya rağmen bu alana haiz olmayı Filistin toprağının 1948 yılındaki işgalinden bu yana ilk defa gerçekleşen bir hadise olarak tanımlayabiliriz. Bunun akabinde Filistin’de yapılan seçimle beraber -Hamas’ın kazanması ve akabinde oluşan Fetih ile Hamas arasındaki bir uzlaşmazlık ve beraberinde Fetih’in Batı Şeria’da iktidarı zorla alması- Hamas Gazze’deki iktidarı aldı. Sonrasında İsrail, kendi işgal gerçeğini, Filistin halkına yaptığı saldırganlığı ve tüm uluslararası hukuk ve kararları ihlallerini, savaş suçlarını gizlemek üzere tüm bunları Hamas ile savaşma şemsiyesi altında işlemeye başladı, tıpkı önceki “terörist FKÖ” söylemi gibi.
Gazze, bu yıllar boyunca, kendi askerî bünyesini yeniden inşa etmeye başladı ve işgal devletinin birçok kanlı saldırısına şahit oldu. Acılara ve yıkıma rağmen, tüm Filistinli örgütler bu savaş dönemlerinden dersler alarak kendilerini geliştirdiler ve belki de en önemli şeylerden biri Ortak Operasyon Odası’nın kurulmasıydı. Bu, hem Filistin direniş teşkilâtlarının ve örgütlerinin bütünsel olarak iradesini güçlü bir şekilde ortaya koyması hem de bu iradenin Filistinli bağımsız bir karar hâline gelmesi ve dönüşmesi için önemli bir adımdı. Her ne kadar askerî olarak en güçlü örgüt Hamas ve akabinde İslami Cihat olsa da, yani bütünsel olarak her ne kadar İslamî kesimler daha büyük bir bölümünü teşkil etse de -ki bunun nedenlerine sonraki sorularda eğilebiliriz- bu, Filistin solunun kendi sözünü söyleyebildiği ve direniş stratejisine ortak olabildiği bir ortak mücadele zemini. Zaman zaman tabii ki anlaşmazlıklar oluyor ama her durumda savaş anlarında ve işgalcinin yoğun saldırıları ve saldırganlığı karşısında hep beraber hareket edilmeye başlandı, bu Filistin’in mücadele sürecinde tarihî ve stratejik bir önem taşımaktadır.
Aksa Tufanı, bölge ülkelerinin Abraham Anlaşması’yla beraber İsrail’le normalleşme sürecini yürüttüğü, İsrail içinde de yekpare bir görüntünün olmadığı bir zamanda gerçekleşti. Sizce harekâtın zamanlamasında hangi faktörler daha etkili oldu?
Aksa Tufanı Filistin siyasi tarihinde ve günümüzün konjonktüründe çok yerinde yapılmış bir hamle olarak tanımlanmaktadır. Temel nedenleri Filistin halkının maruz kaldığı saldırı, Kudüs statüsünün değiştirilmesi ve ilhakı, Batı Şeria’da yoğunlaştırılmış saldırganlık, toprak istilası, yoğun yerleşim bölgelerin kurulması ve yerleşimcilerin artan silah şiddeti, Gazze’ye 17 yıl devam eden ağır bir abluka ve temel ihtiyaçların bulunamaz hâle gelmesi, tüm bunlar ve aynı zamanda gün be gün daha da radikalleşen daha da saldırgan hâle gelen bir Siyonist devlet bu devleti destekleyen uluslararası bir düzen ve yanında bölgede bu işgal devleti ile devam eden bir normalleşme süreci. Filistin halkının tarihsel haklarının göz ardı edildiği ve edilmesi amaçlanan bir süreçten geçiyoruz. Filistin halkını, tamamen susturulmuş, haklarından vazgeçen ve beyaz bayrak kaldıran bir taraf olarak görmek istiyorlar. Filistin halkı, bölgenin düştüğü zayıf duruma rağmen, kendi durumunun zorluğuna rağmen dünyaya çok net bir mesaj vermek istedi: “Biz haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz”, “biz kendi toprağımız üzerinde özgürce yaşam hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz”, “biz işgal edilen toprağımız ve tarihsel haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz ve bunun için mücadeleye devam edeceğiz ne pahası olursa olsun” dedi.
Ortak Operasyon Odası bu hamleden epey önce kurulmuş, ortak tatbikatlar da gerçekleştirmişti, bunun harekâta ve bir bütünde direnişe etkileri nedir?
Her ne kadar Ortak Operasyon Odası uzun yıllar önce kurulmuş olsa da bu yapılan 7 Ekim hamlesi aslında İzzeddin Kassam Tugayları lider komutasının aldığı bir karar idi. Bu eylem için yıllar boyu hazırlanılmış, koordinatlar belirlenmiş ve nasıl yapılacağı çok iyi bir şekilde örgütlenmişti. Ortak Operasyon Odası ile beraber yapılan tatbikatlar eylemin dört gün boyunca sürmesini sağlamak için bir destek çağrısıydı. Bunun için İslami Cihat, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi ve Ortak Operasyon Odası’nda ortak olan askerî kanatları İzzeddin Kasam Tugaylarına hemen desteklerini sağladılar. Akabinde savunma hattı ortak bir şekilde gerçekleşti. Bunun arkasında anlaşılır nedenler vardı; en temelinde bu eylemin gerçekleşmesi için az tarafın bu bilgiye sahip olması gerekiyordu ve bu bilgi sadece ve sadece İzzeddin Kasam Tugaylarının liderlerinde vardı. Yalnız onlar ortak operasyon odasındaki diğer kurumların desteğinden ve yapılmış tatbikatların güveniyle hareket ettiler.
Harekât Filistin halkında nasıl bir etki uyandırdı? Bugünden bakıldığında uzun soluklu bir harekât gibi duruyor. Hedefi ve aşamaları nedir?
Harekât tabii ki Filistin halkı için büyük bir sevinç ve umut ile karşılandı çünkü politik anlamları çok önemli bir yerde duruyordu. Filistin halkının tarihsel haklarından vazgeçmeyeceğini, direniş sesini hep yüksekte tutacağını ve aynı zamanda emperyalist ülkelerinin tüm silahlarına, tüm istihbarat ve güvenlik teçhizatlarına sahip olan İsrail ordusunun yenilebilirliğini dünyaya gösterdi ve kendine olan güveni yeniden kazandı. Bu hamle sadece bir savunma becerisi değil aynı zamanda sanki tarihe gömülmüş gibi görünen tarihsel toprak hakkı ve tarihsel dönüş hakkının bir seslenişiydi. O toprağın içine giren militanlar, o toprağın bir parçasını zapt ettiler ve bu Filistin halkı için bir rüya gibiydi. Kendi toprağını gasbeden ve onu mülteci konumuna düşüren sonra da ona saldıran ve yaşam koşullarından mahrum bırakan, abluka altında tutan bu ırk ayrımcı Siyonist devlete karşı bu tarihsel varlık yokluk savaşının daha da uzun yıllar süreceğinin bir işaretiydi. Onu tasfiye etmek isteyen ve bunun için birleşen dünya emperyalist güçleri ve Arap gerici rejimlerinin emellerini suya düşüren bir eylemdi. Tabii ki Filistin halkı ve Filistin’in direnişi bu eylemin bedelini çok ağır ödeyeceğini biliyordu ama buna rağmen tarihsel hakları için savaşmak isteyen bu halk için gene de değerliydi.
İkinci bir Nakba’ya izin vermemek tam olarak ne demektir?
Nakba büyük felaket demek, Filistin halkının büyük katliamlarla toprağından kısa bir süreliğine çıkacağını düşündüğü ve zorla sürüldüğü bir felaket süreciydi. 1948 yılında Filistin halkı toprağından İngiliz mandanın yardımıyla ve Siyonist çetelerin silahlı saldırıları ve Arap ordularının kandırmasıyla toprağından sürülmek durumunda kaldı. Toprağından sürülmüş mülteci konumuna düşmüş Filistin halkı, geri dönüş hakkı için ve kendi toprağında özgürce yaşama hakkı için büyük bir mücadeleye başladı. Gazze nüfusunun %90’ı bu Filistinli mültecilerdendi. Bugün işgal devleti, arkasına emperyalist ABD ve Batı ülkelerini almış şekilde Filistin halkını toprağından yeniden sürmek istiyor, bunun için planlar yapıyor ve bu planları gerçekleştirmek için meşruiyet kazanma sürecindeydi. Filistin halkı 7 Ekim eylemi ile beraber bu planlanan ikinci Nakba’ya karşı bir müdafaa hamlesi yaptı ve kendisine yönelik bir saldırıyı önlemek için bu hamleyi gerçekleştirdi. Bugün Filistin halkının kendi toprağından sürülmesi için işgal devleti en ağır silahlarla tüm dünyanın gözü önünde savaş suçları işleyerek, hastaneleri ve okulları bombalayarak, hastaneleri kuşatıp elektriğini keserek, yoğun bakım ünitelerini bombardımana tutarak, Birleşmiş Milletler okullarına yasaklı fosfor bombaları atarak ve her türlü savaş suçunu işleyerek dünyanın gözü önünde Filistin halkına bir katliam uyguluyor. Bu katliamın, bu soykırımın amacı Filistin halkının toprağından sürülmesi. Yalnız Filistin halkı Filistin direnişine sarılarak ve tüm bombardımana rağmen toprağına ve evlerine sarılarak, oradan çıkmayarak bu katliamı bedenleriyle ve yaşamlarıyla karşılayan bir halka dönüştü ve bu felaketin yeniden asla ve asla gerçekleşmeyeceğini dünyaya ve işgal ordusuna net bir şekilde söyledi.
FHKC ve Filistin solunun direnişteki gücü ve durumuna ilişkin bilgi verebilir misiniz?
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin direniş örgütlerinin bir parçası ve bu savaşta işgale karşı silahı elinde tutan kendi halkını savunan bir örgüt, tarihi boyunca olduğu gibi. FHKC Filistin halkının varlık yokluk savaşında diğer direniş örgütlerinin yanında omuz omuza savaş veriyor. Kuşatılmış Gazze’de imkânların kısıtlılığına rağmen direniş tam bir yaratıcılıkla silahını yaratıyor. Yalnız, İslamî askerî kurumlar İran’dan ve birçok taraftan hem maddi hem teknolojik hem silah anlamıyla önemli bir destek alabiliyor ve o nedenle güçlü bir askerî teşkilât oluşturabiliyor. Filistin solu ise bu destek imdat hattından yoksun, ne civarda onu destekleyen ülkeler var, ne uluslararası alanda ona destek sunabilecek güçlü bir sol hareket var. Ama buna rağmen FHKC ve sol kurumlar kendi varlıklarını sürdürme ve halkını savunmak için en kısıtlı imkânlarla bu mücadelenin içerisinde yer alıyor. Bu hem Gazze’de hem Batı Şeria’da hem de civar ülkelerdeki mülteci kamplarında gerçekleşiyor.
Batı Şeria’daki direnişi destekleyenlere Abbas güçlerinin saldırısının olduğunu takip edebildik. Bu tutumun direnişe etkileri nedir ve değişebilir mi?
Elbette Gazze‘de gerçekleşen bu hamle ve akabinde yoğunlaşan Siyonist işgal devletinin saldırganlığı ile beraber Batı Şeria’da hem halk isyanı hem askerî direniş odakları işgal güçlerine karşı yoğun bir başkaldırı yapmakla harekete geçti. Bu, hem Filistin halkının sesinin tek olduğunu göstermek için hem de işgal ordusunun birçok alana dağılması ve münferit bir şekilde Gazze halkına yönelmemesini sağlamak içindi. Yalnız işgal devletine karşı teslimiyetçi tavrı ile bilinen Filistin burjuvazisinin temsilcisi olan Abbas Filistin yönetimi tabii ki bu bunu istemiyor ve o nedenle polisiyle bu ayaklanmayı bastırmak için hemen harekete geçti. Filistin halkının savunduğu direnişi ve bu direnişin umudunu, Abbas, kendi Filistin yönetiminde bulmadığını biliyor, o nedenle Filistin direnişinin başarısı onun için bir tehlike arz ediyor. 7 Ekim sonrası Abbas kendi mevkiini kaybedebilme korkusunu hissetti ve bu gerçekçi bir korkuydu. Çünkü Filistin halkının direnişi sürdürmek için sesini daha fazla yükselteceği anlamına geliyordu. Elbette Abbas ve Filistin yönetiminin bu pozisyonu, hem baskı unsuru oluşturması hem Filistin’in sesinin ikiye bölünmesini sağlayarak doğrudan ve dolaylı olarak direnişi destekleyen bu iradeyi zayıflatıyor. Yalnız Filistin direnişi yükselmeye devam ettikçe Abbas yönetiminin sonunun daha da yakın olduğu anlamına geliyor.
Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husiler, Irak’ta Bedir örgütü, İsrail’in sınırları aşarsa savaşa dâhil olacaklarına dair açıklamalar yaptı. Savaşın gelişimine göre, bu güçlerin ne yapacağını düşünüyorsunuz?
Evet, bölgede direniş ekseni olarak tanımlanan bu direniş odakları Filistin halkının uğradığı saldırıda yalnız kalmaması için askerî girişimlere girdi. En önemlisi, işgal devleti ile sınırı olan Lübnan’daki Hizbullah direnişi oldu, bu hem Hizbullah’ın askerî müdahalesi ve eylemleri hem de Filistinli örgütlerin askerî kanatlarına açtığı alanlar ile önemli bir cephe açılmasıyla sonuçlandı. Bu açılan cephe, işgal ordusunun yarısına yakın bir gücünü, Gazze’ye saldırılarını yoğunlaştırması yerine, Lübnan sınırına konuşlanmasını gerektirdi. Savaş ilerledikçe ve işgal ordusunun savaş suçları arttıkça direnişe destek sesi daha da yaygınlaşmaya devam ediyor. Hem Suriye’de hem Irak’ta Amerikan üslerine karşı eylemleri gördük hem de Yemen’den Husulilerin işgal devletine karşı attığı füzeleri gördük ama en önemlisi ve savaşın gidişatını stratejik olarak değiştiren Yemen Husilerinin Deniz Hürmüz Geçişi üzerindeki kontrolüyle ve işgal devletine ait olabilecek, oradan veya oraya giden gemileri durdurma kararı alması ile beraber çok farklı bir pozisyona gelindi. Bu, hem işgal devletinin hem uluslararası emperyalist devletlerin beklemediği ileri bir hamleydi. Hem Hizbullah’ın hem Husilerin hem de bölgedeki diğer direniş odaklarının katılması ile beraber, bu direnişin bölgesel boyutlarda sürebileceği anlamına geliyordu. Hizbullah için şunu da eklememiz gerek, işgal devleti ve arkasına aldığı ABD ve Batı ülkeleri küstahça Lübnan’ı, Gazze’ye benzer şekilde savaş suçları gerçekleştirmekle tehdit ediyorlar, Hizbullah bunun için teyakkuzda, Filistin direnişinin yenilmemesi onun için bir kırmızı çizgi olup taktiklerini ona göre kuruyor. Tüm bunlar, Filistin halkının hem bu dönemsel direnişi hem de tarihsel olarak direniş için büyük bir önem arz ediyor.
İşgalci devletin, 13 Ekim tarihli, Gazze’de yaşayan Filistin halkını Sina Çölü’ne sürecek bir planı açığa çıkarıldı. Gazze’deki katliamın bu plan çerçevesinde gerçekleştiği anlaşılıyor. ABD Dışişleri Bakanı’nın bölgeyi gezerek ikinci bir Nakba’yı organize etmeye çalıştığına dair haberler çıkıyor. Buna karşı FHKC’nin, yaptığı açıklamada, bölge devletlerinin Filistin halkının aleyhine olacak bu görüşmeleri yapmaması yönünde uyarıları oldu. Bu gelişme hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Bu savaş, kanaatimizce, Siyonist işgal devleti tarafından değil birebir ABD tarafından yönetiliyor. ABD, bölgede veya dünyada kendisine veya stratejik müttefiklerine olabilecek herhangi bir başkaldırının karşısında vahşice saldırıyor. ABD, herhangi bir direniş odağının herhangi bir hamlesinin zaferle çıkması görüntüsünü görmek istemiyor, hiç kimseye bir örnek oluşturmasın diye. Çünkü bir yerde direniş kazanırsa bu bir ilham kaynağı olacaktır ve diğer alanlara yayılacaktır. Gazze‘deki direnişin kazanması Lübnan’daki direnişin kazanması, Yemen’deki direnişin kazanması ve bölgedeki tüm halkların direniş odaklarının kazanması anlamına gelecek ve bu, ABD’nin emperyalist emelleri için bir tehdit oluşturuyor. O nedenle ABD, başta devlet başkanı sonra dışişleri bakanı sonra savaş bakanını İsrail ziyaretlerine sevk etti ardarda. Bununla beraber askerî teşkilâtlarını ve büyük askerî gemilerini bölgeye ve askerî komutanlarını İsrail savaş kabinesine gönderdi. Marinz komutanları işgal ordusunun savaşı yürüten komutası içerisinde yer aldı. Bunu izleyen katliam sürecini durdurmak için ABD’ye dur demek gerekiyordu ve o nedenle Siyonist işgal devletini kurtarmak için bölgeye gelen ABD temsilcileri ile görüşmemek gerekiyordu.
ABD ve İngiltere’nin savaş gemilerini gönderdiği, ABD’li askerî uzmanların Siyonist ordunun organizasyonunu yaptığı haberlerinin yayıldığı bir süreçte, savaşın bir bölge savaşına hatta bir dünya savaşına dönüşme ihtimaline yönelik düşünceleriniz nelerdir?
Elbette bu süreç, bir bölge savaşına oradan da dünyaya yayılan bir savaşa doğru da gidebilir. Aslında ABD ve İngiltere, Filistin halkının yapmış olduğu bu eylem kararının arkasında İran olduğunu düşünüyorlardı ve o nedenle acaba bir savaşa mı başladık diye alelacele bölgeye geldiler, sağa sola tehditler savurdular. Yalnız Filistin direnişinin açıkladığı gibi bu tamamıyla Filistin halkının iradesiydi. Yalnız aynı zamanda Filistin halkını korumak için tüm diriliş odakları harekete geçti ve ABD için bu tehlike büyüktü, bu tehlikenin en önemli kısmı İsrail’in tehdit altında oluşu. ABD, İsrail’in Filistin direnişine karşı bile kendini savunamayacak pozisyonda olduğunu ve bu anlamda bir bölgesel savaşta bu yenilmezmiş gibi görünen ordunun tamamen dağıtılabileceğini anladı. Bölgede ekmiş oldukları bu ileri askerî üssü savunmak için hemen tüm askerî sevkiyatlarını bölgeye gönderdiler. İşgal devleti ne kadar vahşileşirse direniş o kadar artacaktır ve bölgeye doğru yayılacaktır. Bölgeye yayılması demek küresel bir hâl alması demektir. ABD pek onu istemiyor ve bundan kaçınarak hareket ediyor ama işgal devleti savaş suçlarına devam ederse bu ihtimal hâlâ ortada duruyor.
Gazze’de, İsrail’in işgaline karşı direniş sokak savaşları şeklinde güçlü bir şekilde de sürüyor. Şehir direnişinin durumunu paylaşabilir misiniz? Filistin’den başlayan direniş hamlesinin tüm Ortadoğu halklarını sarma ihtimalini nasıl görüyorsunuz?
Filistin halkı direnişi Gazze’de uzun hazırlıklar yaptı, tüneller kazdı ve kendi özel tekniklerini oluşturdu. Direniş, emperyalist güçlerin teknolojisi ile donatılmış ordunun nasıl yenebileceği stratejilerini kurdu. İşgalin ağır saldırganlığı ve her yeri yakma politikasına rağmen direniş çok az zarar gördü. Tünellerden çıkan, cesurca tanklara karşı, askerî araçlara karşı çok yakın mesafeden, sıfır noktasından ateş açarak direnen Filistinli direnişçiler, Filistin halkının direnme umudunu oluşturdular. Filistin halkı tüm acılara rağmen Filistin direnişini savunan bir pozisyona sarıldı. Direniş, aldığı bu güç ile işgalin tanklarına ve tüm askerî teçhizatına karşı güçlü bir savaş vermeye devam ediyor. Büyük yıkıma rağmen Filistin direnişi ayakta, sokaklarda, caddelerde, yıkılmış binalarda, tünellerde ve her yerde dik bir şekilde durmaya devam ediyor ve işgal ordusuna büyük zayiat verdirtiyor. Filistin direnişi hâlâ sürprizlerini saklıyor ve yeni tekniklerle beraber direnmeye devam ediyor. Şu an işgal devletinin geçici ateşkesi kabul etmesi, esirleri silah gücüyle alamayacağını anlaması ancak ve ancak işgal ordusunun büyük kayıpları ardından gerçekleşti. İşgal devleti, her yeri yıkarak, yakarak, hastaneleri bombalayarak, siviller üzerinde evleri yıkarak bu savaşı kazanabileceğini sanmıştı ama direniş o planını suya düşürdü. Bu savaş uzun bir savaş olacak ve Filistin direnişi bu savaşta hâlen önemli bir güç sahibi olduğunu gösteriyor.
Anadolu ve dünya devrimcilerinin katkısı ne olabilir? Bizden istekleriniz nelerdir?
Bu savaş sadece Filistin direnişinin savaşı değil, bu mücadele sadece Filistin halkının mücadelesi değil, bu, dünya halklarının, demokratik toplumsal hareketlerinin de mücadelesi ve direnişidir. Bu direniş, dünyayı sömüren ve yerli halklara karşı savaşlar açan, onları toprağından eden ve onların toprağı üzerinde gökdelenlerini kuran emperyalist-kapitalist güçlere karşı bir direniş sesiydi. Bu sese, dünyadaki özgürlük mücadelesinden yana tüm hareketlerin ses vermesi dünya için önemli duruyor. Türkiye de önemli bir yerde duruyor. Filistin halkının tarihsel haklarını sahiplenerek işgal devletinin bu suçlarına karşı sokağa dökülmek çok önemli. Aynı zamanda bir o kadar önemli olan şey Türkiye’den işgal devletine giden imdat hattını durdurmaktır. Türkiye, işgal devletinin bu savaşı sürdürebilmesi için en önemli kaynaklardan birini oluşturuyor; gıdadan petrole, çelikten askerî araçlara, çimentodan enerji kaynaklarına Türkiye aracılığıyla erişebiliyor ve bununla beraber bu savaşı sürdürebiliyor. Türkiye halkından beklediğimiz şey bu hattın durdurulması ve işgal devletinin desteğine giden gemilerin durdurulması, İsrail devleti ile olan ilişkilerin kesilmesi ve İsrail tanklarını uçaklarını çalıştıran petrolün durdurulmasıdır. Aynı zamanda İsrail’de büyük yatırımı olan şirketlerin bu yatırımı durdurması çekmesi için baskı oluşturması. Türkiye’den gelecek böylesi bir ses Filistin’de ve bölgede işgal devletine ve onu savunun güçlere karşı önemli bir ses olacaktır. Ortak mücadele hattımızı bu şekilde öreriz.