III. dünya savaşı güzergâhında…

“İnsan bazı şeyleri unutabilir,
hayat bu,
bazı şeyleri de hatırlar.”[1]

Kanımca, “Serius est quam cogitas/ Vakit sandığından da geç” diye betimlenmesi gereken bir eşikteyiz; “Cennete giden yol cehennemden başlar,” vurgusundaki üzere Dante Alighieri’nin…

Karanlıklardan çıkmayı karanlıklarda öğrenmek gerektiren bu koordinatlarda gerçeklik, ona inanmayı bıraktığınızda ortadan kaybolmayan şeydir ve farkında olunmasa da karşımızdadır; “Gerçek, kasabanın fahişesine benzer. Onu herkes tanır ama yine de sokakta karşılaşmaktan utanç duyar,” ifadesindeki üzere Bertolt Brecht’in…

Hayır, bir şeyleri abarttığım yok!

Hatırlayın: 6 Şubat 2024’te BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nde dünyanın “kaos çağına” girdiğine dikkat çekmişti.

Kısa süreli tek kutupluluk, 11 Eylül sonrasında ABD emperyalizminin jeostratejik hamleleriyle, küresel kaosun başlangıcı olmuştu.

Afganistan’dan Libya’ya kadar uzanan coğrafyada ve geniş Ortadoğu’da askeri gücünü kullanan ABD, Avrupa’da NATO’yu doğuya doğru genişletirken istikrarsızlıklar oluşturup yerküreyi kaosa soktu.

Küresel kaosun genişlemesi ile başta Çin ve Rusya olmak üzere yükselen güçler, ABD’nin korumaya çalıştığı düzene ve bu düzenin liderliğine karşı çıkarken; “yeni” bir durum boy verdi.

“Yeni” durumu bir dönem hem Alman Silahlı Kuvvetleri’nin hem de NATO’un en tepesinde yer alan emekli Orgeneral Harald Kujat, “Savaşın ne Rusya ne de batı tarafından siyasi olarak kontrol altına alınamayacağı bir aşamaya evrilmesi riski var,”[2] diye tarif ediyordu ki; bu da dünya savaşı uyarısı!

Kabul ya da reddedin, hiçbir önemi yok; yarı çapı giderek genişleyen bir kaosla yüz yüzeyiz.

Kaos, bir düzenin, uyumun, mantığın çöküşünü simgelerken; ‘The New York Times’, ‘The Financial Times’ gibi Batı’nın ekonomik, siyasi arzularını, kaygılarını yansıtan yayınlar bu durumu, “kurala dayalı düzenin dağılması”[3] olarak algılıyorlar.

Artık soru(n)lar yılı olarak sunulan 2023’de neler olduğundan çok, 2024’de neler olacağına kafa yorulması gereken noktadayız.

Yerkürenin farklı bölgelerinde işler çığırından çıkmışken; 2023’ü iki farklı cephede (Rusya-Ukrayna ile İsrail-Filistin) savaş sürerken bitirmiş olsak da; 2024’de farklı kaos noktaları uç veriyor.

Emperyalist saldırganlık ile krizlerin gölgesinde siyasetin sağa kayması, süreç olarak faşizm(ler), ekolojik yıkım 2024’e damgasını vururken; insanlık Filistin’deki gibi, sivillerin hedef olduğu enkaz altındadır.

Ve söz konusu hâl daha da ağırlaşacaktır. “Nasıl” mı?

2024’de toplam 40 ülkede, genel seçimler, başkanlık seçimleri ve yerel seçimlerde, 4.2 milyar insan, tarihte ilk kez dünya nüfusunun yarısından fazlası, oy kullanacakken; “liberal (denilen!) demokrasi” küresel çapta, açmazlarıyla yüzleşerek geriliyor.

Örneğin Hindistan’da faşist Modi rejimi var, Pakistan’da rejim, iki büyük feodal aile ve ordu arasında debeleniyor.

Endonezya da siyasete hâlâ Suharto’nun otoriter yönetiminin 32 yılı boyunca servetlerini inşa eden bir avuç asker sivil seçkin egemen.

Meksika’da nüfusun yüzde 10’u toplam servetin yüzde 80’ini elinde tutuyor; en alttaki yüzde 50’lik kısmın payı ise yüzde (-0.2) ile negatif. Bu grubun varlıklardan daha fazla borcu var. Chatham House’un yayımladığı araştırmada, “ülke otokrasi ile demokrasi arasında” seçim yapacak deniyordu.

ABD’de Trump’ın artık Hitler ve Mussolini’nin konuşmalarından alınmış “Haşerat” (vermin), “Ulusun kanını kirletiyorlar” (polluting the nations blood) gibi rakiplerini insan kategorisinin dışına itmeyi (dehumanise) amaçlayan propaganda kalıplarını kullanmaya başladığını, hiç çekinmeden “Evet diktatör olmak istiyorum” dediğini, rakiplerini ezmekten, basını susturmaktan söz ettiğini, devleti ele geçirmek için daha şimdiden kadrolaşmaya başladığını görüyoruz.

Haziran’daki AB Parlamentosu seçimlerinde, faşist özellikler sergileyen partilerin, etkilerinin daha da artması bekleniyor.

Arjantin’de yeni seçilen Milei’nin hızla inşa etmeye başladığı rejim de liberal demokrasiyle, haklar ve özgürlükler arasındaki uçurumu sergilemesi açısından iyi bir örnek.

Özetle: Liberal demokrasi hızla tükeniyor, hayalete dönüşüyor. Faşizm ABD ve Avrupa’da, hatta küresel çapta güncel ve yakın bir tehlikeyken;[4] 2024’e birçok küresel sorunun çözülmek bir yana derinleştiği bir atmosferde girdik.

İsrail Filistin’deki katliamlarını sürdürüyor. Ukrayna-Rusya savaşı emperyalizmin yeni küresel hegemonya mücadelesinin sahnesi olmaya devam ediyor. Göç krizleri ve onun üzerinden yükselen neo-faşizmin yükselişine temel oluşturan din ve etnisite temelli bölünmeler yoksulluğa sürüklenmiş milyonlarca emekçiyi birbirine düşman edip parçalıyor.

Neo-liberal kapitalizmin küresel egemenliği her gün tüm dünyada insanlığın yaşam ve çalışma şartlarını geriye götürüyor. Barınma, sağlık, eğitim, emeklilik gibi on yılların mücadelesi ile kazanılmış haklar, kürenin tamamında finansallaşıyor. En zengin yüzde bir, yüzde doksan dokuzun sahip olduğunun neredeyse iki katı daha zengin. Hızlı finansallaşma, pandemi yönetimi ve emperyalizmin yaydığı siyasal istikrarsızlıklar, zenginliğin bölüşümünü giderek daha adaletsiz hâle getirdi.

İsrail-Filistin krizi, Gazze’de soykırıma dönüştü. Netanyahu liderliğinin Nazileri aratmayan uygulamaları, İran’a Lübnan’a da sıçrayarak Ortadoğu’da yeni bir gerilime kapı aralıyor. ABD emperyalizminin Rusya ve Çin’e yönelik saldırganlığı, kendisini hem ticaret yasaklarıyla hem de bu ülkelerin kendi bölgelerindeki jeopolitik krizlerin derinleştirilmesi ile sürüyor. Rusya-Ukrayna Savaşı sonlanma sinyali vermezken, Çin’e karşı Pasifik’te askerî tahkimat sürüyor, Çin-Tayland gerilimi yükseliyor.

Ağırlığı Ortadoğu’da ABD güdümünde çıkan iç savaş ve işgallere dayanan göç dalgası, Batı siyasetinin ana gündemi hâline geldi. İtalya’da, Hollanda’da, Macaristan’da iktidarlar göçmen düşmanlığından besleniyor, Avrupa Birliği (AB) ise başından itibaren parçası olduğu zorunlu göç dalgalarından, insanlık dışı yasa ve uygulamalarla devasa bir köle pazarı yaratmaya doğru gidiyor.

Batıda, güneyde, kuzeyde ve doğuda siyasal olarak geriletilemeyen emperyalist kapitalizm ancak daha fazla yıkım ve barbarlığı besliyor. İnsanlık her yıl daha geriye gidiyor. Tüm dünyada halkların, kültürlerin birlikte yaşam dinamikleri parçalanırken, tüm toplulukların birbirine düşman, tüm insanlığın ucuz işgücü olduğu bir dünyaya ilerliyoruz.

İklim krizi, yeşil kapitalizm ve şirket aktivizminin ufkunda büyümeye, derinleşmeye devam ediyor. Gezegen giderek yaşanmaz hâline gelirken, iklim göçleri, uluslararası boyuta sıçrayan gıda krizi gibi yan sorunları da beraberinde gidiyor.[5]

 

ULUSLARARASI DURUM

 

“Non omnia possumus omnes/ Hiç kimse, her şeyi yapacak güçte değil”ken belirleyici bir tarihsel güzergâhtayız…

Norman Lock’un, “Tarih bir ses çıkaracak olsaydı, bir çığlık, bir inilti, bir haykırış, bir bağırtı, bir böğürtü, bir homurtu, bir haykırış olurdu bu. Neyse ki, tarih konuşamaz; ağzına tıka basa ölüler, küller, çamur, kan, kemikler, ölüler tıkıştırılmıştır”;[6] Albert Camus’nün, “Bana öyle geliyor ki, tarih beni haklı çıkardı; bugün kim daha fazla öldürürse o en büyük,”[7] sapmalarıyla betimlenmesi mümkün hâle ilişkin olarak Avusturya eski Dışişleri Bakanı Karin Kneissl, “Dünyanın ağırlık merkezi değişiyor,”[8] derken; dünya benzeri en son yüz yıl önce görülen bir değişim sancısı içerisinde. Güç dağılımının yeniden belirlenmeye çalışıldığı, pazarların yeniden kapışıldığı denklemde yaşanan kapışma büyük jeopolitik kırılmanın enerjisini biriktiriyor. Her aktör oluşacak yeni dönemde pozisyon alma, güç devşirme, oyun kurmak için hamleler yaparken, sürecin hızlandığı, her alanda büyük bir yığılmanın oluştuğu görülebilir.

Sözünü ettiğim değişim sancısı yankısını Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in Moskova ziyaretinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e söylediği “100 yıldır olmayan bir değişim geliyor,” sözlerinde buluyor.

ABD, dış politika çevrelerinde “kurala dayalı uluslararası düzenin” dağılmaya başladığı, Ukrayna’da “siper savaşlarının” yaşandığı, Çin’in yükseldiği, devlet dışı güçlerin etkinliklerinin arttığı, vekâlet savaşlarının sıklaştığı bir dönemde, yeni savunma stratejileri arayışlarını yoğunlaştırdı. ABD istihbarat yapılanmasından ‘RAND Corporation’ın yayımladığı rapor, ABD ile Çin arasındaki süper güç rekabetinin içerdiği riskleri anlamak için, bir “yeni ortaçağ” döneminde yaşadığımızı da anlamak gerekir diyor.[9]

“Yeni ortaçağ” kavramı yeterince tutarlı olmayabilir ama, bir “zeitenwende” (yeni dönem/vakitler), içinde olduğumuza ilişkin savlar oldukça güçlü. 16 Şubat 2024’deki Münih Güvenlik Konferansı’nın (MGK), teması “Soğuk Savaş sonrasının ‘kazan-kazan’ dünyasından ‘kaybet-kaybet’ dünyasına mı geçtik” sorusu etrafında şekillenmişti.

Konferans için hazırlanmış “Lose-Lose?” başlıklı rapora göre “Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ortaya çıkan ‘zeitenwende’, bir başarı öyküsüydü. Büyük güç savaşı riski uzak görünüyordu, çok taraflı işbirliği gelişiyordu, demokrasi, insan hakları yayılıyordu, küresel yoksulluk azalıyordu… Şimdi, yeni ‘zeitenwende’ farklı bir yöne işaret ediyor (…) Artan jeopolitik gerilimler ve ekonomik yavaşlama, belirsizlik ortamında, her yönetim artık küresel işbirliğinin faydalarına odaklanmaktan vazgeçiyor, diğerlerine göre daha az kazandığını düşünerek daha fazla kaygılanıyor. Göreli kazançları önceliklendirmek, işbirliğini tehlikeye atarak (…) ‘kaybet-kaybet’ dinamiklerini güçlendirebilir”.

Rapora göre, transatlantik ittifakı, şimdi zorlu bir dengeleme göreviyle karşı karşıya: Bir yandan göreli kazanç düşüncesinin kaçınılmaz olduğu çok daha rekabetçi bir jeopolitik ortama hazırlanmak zorunda. Diğer yandan, daha kapsayıcı küresel büyümeye, acil küresel sorunlara çözüm bulmanın “olmazsa olmazı” küresel işbirliğini canlandırmak zorunda. Rapor bu saptamadan sonra, transatlantik ittifakı, “güçlü otokrasiler” ve “Küresel Güney” gibi farklı perspektiflerden bakınca oluşan hoşnutsuzlukları değerlendirmeye başlıyor.[10]

Denilebilir ki ABD emperyalizminin hegemonyası gerilerken;[11] tarihte ilk kez, ABD merkezli Batı medyasında, “Küresel Güney” olarak nitelenen nüfuz alanlarının kaybedilmekte olduğu konuşuluyor. Kazanan hanesindeyse Çin görülüyor. Yani emperyalist sistem, içinde yeni bir hegemonya alanının şekillenmekte olduğuna işaret ediyor.

Tam da bunun için ABD, bir süredir BM’yi “Küresel Güney”in hâkim olduğu bir yapı olarak nitelemeye ve eleştirmeye başladı. İsrail’in BM Genel Sekreteri Antonio Guterres dönemini “dünya barışı için tehdit dönemi” diye suçlamaya kalkması da bundandı.

Konuya ilişkin olarak ‘Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nün (IISS) raporuna göre “Küresel Güney” olarak nitelendirilen 127 ülkenin Ukrayna Savaşı’ndaki pozisyonları, liberal uluslararası düzendeki çatlağın daha da büyüyeceğine işaret ediyordu.[12]

Ayrıca “Küresel Güney” olarak tanımlanan, emperyalist dünya sistemi içinde geleneksel “paylaşım alanları” olan ülkelerin, Çin’in yeni konumunu olumlu karşılamaları, Çin’i Batı karşısında bir “dengeleyici güç merkezi” olarak görmeleri eğilimi, 2023 ‘de Fransız Devlet Başkanı Emmanuel  Macron’a “Küresel Güney’i kaybediyoruz,”[13] dedirtecek kadar belirginleşiyordu!

Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi Soli Özel’in satırlarıyla toparlarsak: “Asimetrik çok kutuplu dünya bu. Yani iki büyük güç Çin ve Amerika’nın eline kimsenin su dökmesi mümkün değil ama bir takım bölgesel güçler de kendi kafalarına göre, kendi çıkarlarına göre olayların akışını engelleme ya da onları etkileme imkânına sahipler… Ama bu biraz kaplumbağayla tavşan hikâyesi gibi. Çin zaten almış başını gitmiş. Siz şimdi yeniden koşmaya başlıyorsunuz.”[14]

‘The Financial Times’dan Martin Wolf Wolf, ‘ABD-Çin İlişkileri Korkutucu Bir Döneme Girdi” başlıklı yazısında ABD liderliğinde Batı bloğuyla Çin’in kapasitelerini karşılaştırıp, Batı’nın üstünlüklerine, ancak aranın da kapanmakta olduğuna dikkat çekip; ‘The New Statesman’dan John Gray ve Robert Kaplan, “dönemi”, “liberal düzenin” dağılmaya başlamasına atıfla “yeni teknolojilerle ve kaynak kıtlığı sıkıntısıyla, yırtılmış küresel Weimar” olarak tanımlıyorlarken;[15] Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Moskova’da ABD liderliğindeki ittifaka meydan okuyarak, “Dünya Batı’dan ibaret değil,”[16] mesajı veriyorlardı.

Görüp, kavramak gerek: ABD hegemonyası altında düzenlenmiş emperyalist sistem istikrarını kaybetmeye başladığından, ABD’nin hegemonya restorasyonu çabaları hızlandığından bu yana ABD hegemonyası gerilemeye devam ediyor.

Değişimin, altüst oluşun, yeni dönemin herkes farkındayken; şimdi ortadaki soru(n) “Yüzyıla kim yön verecek”?

Bu yüzyılın ABD ile Çin arasındaki rekabetle geçeceği ortada. Ekonomik, siyasi, askeri yığınak bu iki küresel aktörün çevresinde şekilleniyor.

Kavga, çekişme derin ve de uzun soluklu. Değişim sancısı hızlanırken “büyük kapışma” için adım adım oyunlar kuruluyor.

Uyuyan dev Çin’in yükselişinin önüne geçmek isteyen ABD, savaşın birinci cephesini Ukrayna’da açtı. İkincisi için de Hint-Pasifik’te yığınak yapıyor. Cephe hattını yeniden tahkim ediyor, ittifak hattını güçlendiriyor, yeni ittifaklar geliştiriyor.

Bu noktada üç coğrafyada yaşanan hareketlilik dikkat çekici: ABD, Çin’in yanı başında Hint-Pasifik’te oyun kurarken, Pekin Washington’a Ortadoğu ve Afrika’da karşılık veriyor.

ABD geriliyor, Çin yükseliyor. ABD ile Çin arasındaki siyasi ve askeri çekişme tırmanırken; yeni bir jeopolitik gerçeklik oluşuyor ve güç-denge ilişkileri de yeniden tanımlanıyor. Tüm bunlar da yeni bir dünya düzeninin doğum sancılarını devreye sokuyor.[17]

Evet, evet artık kesinlikle Umberto Eco’nun, “Artık anlaşılacak hiçbir şey kalmadığında, her şey anlaşılır,” betimlemesindeki ufuktayız!

ÇOK KUTUPLU HÂL!

Dünyanın çivileri çıkarken; koşulları sürekli değişen çok kutuplu yeni bir dünyanın oluşmakta olduğuna tanık olduğumuz süreçteyiz.

Giderek sertleşen güzergâhta Japonya, Güney Kore, ABD Çin’e karşı Asya-Pasifik’te ittifak yaparken; Pekin’den Washington’a, “Suriye’nin kaynaklarını yağmalama” çıkışı geldi.

Çin hükümeti Washington’dan Suriye’nin kaynaklarını yağmalamayı bırakmasını ve ülkenin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı duymasını talep etti. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Wang Wenbin, “ABD’yi tek taraflı yaptırımları kaldırmaya ve Suriye’nin ulusal kaynaklarının çalınmasına son vermeye çağırıyoruz,”[18] dedi.

Çin Shandong Üniversitesi’nden Oktay Değirmenci de şunlara dikkat çekti: “Çin Ortadoğu’daki ekonomik ve diplomatik varlığını, nüfuzunu ve etkinliğini arttırıyor. Özellikle kilit altyapı sektörlerinde stratejik yatırımlar yaparak Ortadoğu bölgesi için ana ekonomik partner hâline geldi. Çin petrol ithalatının yarısını Ortadoğu’dan yapmakta ve özellikle Suudi Arabistan ve İran’ın bir numaralı petrol ithalatçısı konumunda.

Ortadoğu ve hatta biraz daha geniş ifade edecek olursak Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi 2021 yılında Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamındaki yatırımların yaklaşık yüzde 28.5 gibi önemli bir kısmını çekti. Mısır, İran, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Cezayir Çin’in kapsamlı stratejik ortakları.

Türkiye, Irak, Ürdün, Kuveyt, Umman, Fas ve Katar stratejik ortaklar. 2005’den 2022’ye kadar Çin’in bölgedeki toplam yatırımlarının miktarı 273 milyar dolar oldu. Bölgedeki yatırımlarının yüzde 46’sı enerji sektöründe gerçekleşti.

Çin 2023 Ocak’ında Suriye hükümetiyle imzaladığı anlaşma neticesinde Suriye’nin yeniden inşasına yatırım yapmaya başladı. Irak’ta enerji sektöründe, Mısır’da ise altyapı alanında yatırımlarını arttırdı. Kuşak ve Yol girişimi kapsamında toplamda 21 Arap ülkesini projeye dâhil etmeyi başardı. Mallarının yaklaşık olarak 2/3’si Körfez ülkeleri tarafından yapılan altyapı projeleri vasıtasıyla Afrika ve Avrupa’ya taşınmakta.

Ayrıca, Ortadoğu bölgesi için güçlü ve önemli bir ekonomik partner, bölge krizlerinde başvurulabilecek dürüst bir aracı, askeri, güvenlik ve teknolojik alanda yararlanılması gereken bir partner rolünde.”[19]

Kolay mı?

Afrika’nın ardından Ortadoğu’da da etkisini artırma arayışındaki Çin’in lideri Devlet Başkanı Xi Jinping, ABD ile Riyad arasında petrol anlaşmazlığı yaşanırken Suudi Arabistan’a gitti. Xi, ABD’nin sadık müttefiki Riyad ile ilişkileri ilerletme peşindeydi…

İki taraf arasındaki ticaret hacmi, Çin-Arap İşbirliği Forumu’nun kurulduğu 2004’te 36.7 milyar dolar iken, 2021’de 330 milyar dolara yükseldi. Ekonomik verilere göre, Suudi Arabistan ile Çin arasındaki ticaret hacmi 2022’nin ilk 10 ayında 2021’in aynı dönemine göre yüzde 37.4 artarak 97 milyar doları aştı. Ayrıca bu dönemde Suudi Arabistan’ın Çin’e ihracatı yüzde 45 artışla 66 milyar doları, Çin’in Suudi Arabistan’a ihracatı ise yüzde 23.3 artışla 30 milyar doları aştı.[20]

Öte yandan Çin’in toplam küresel sınai katma-değer içindeki payı, 2004-2008 arasında yüzde 8-9’dan 2021’de yüzde 30 düzeyine çıkarak 4.9 trilyon dolarla ABD (2.5 triyon dolar) ve Avrupa’nın (2.5 triyon dolar) toplamına ulaşırken; Çin yeni ekonomik-diplomatik ilişki ağları, kapasiteler (örneğin dünyanın en büyük donanmasını) inşa ederken ABD, İngiltere, Avustralya liderleri, Çin’e karşı, Avustralya’ya nükleer denizaltı vermeyi de içeren AUKUS Anlaşması bağlamında Missouri zırhlısının güvertesinde bir araya geldiler.[21]

Ancak Violeta Stratan İlbasmış’ın, “Çok kutuplu bir dünya inşa etmeye çalışan Çin, Rusya’yı bir “yarı sömürge” hâline getirebilir. Ukrayna’daki savaş gelecekte bitse bile, Rus ekonomisinin toparlanması Çin’in desteğine ve yatırımına bağlı. Çin, yavaş ama emin adımlarla, askeri olduğu kadar siyasi olarak da gerçekten güçlü bir aktör hâline geliyor,”[22] notunu düştüğü tabloda, bu kadar da değil!

Çin ABD’nin Japonya’da NATO İrtibat Ofisi girişiminin bölgeyi istikrarsızlaştıracağına dikkat çekerek karşı çıkıyor. Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mao Ning, “Asya’nın jeopolitik bir savaş alanı olmaması gerektiğini” belirtip, şu uyarıları yaptı: “NATO’nun Asya-Pasifik’te sürekli doğuya doğru genişlemesi, bölgesel işlere müdahalesi, bölgesel barış ve istikrarı yok etme girişimleri ve blok çatışması için zorlaması, bölge ülkelerinin ihtiyatlı olmasını gerektiriyor.”[23]

“Neden” mi? Çünkü…

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve ABD Savunma Bakanı Lloyd  Austin, ABD’nin Çin’e kuşatma stratejisine uygun olarak Avustralya’dan Japonya’ya askeri bir “Hint-Pasifik NATO’su” hattı inşa etmeye çalışıyor.

Bu yolda ABD hem bu iki merkezi birbirine bağlamak ama hem de kendi bölgesinden desteklemek için iki anlaşmaya yöneldi:

1) Japonya’nın Ogasawara Adaları ile ABD’nin Guam bölgesini birbirini bağlayan zincirin güney ucundaki Papua Yeni Gine ile bir anlaşma imzaladı.

ABD’nin Papua Yeni Gine’yle yaptığı anlaşma şöyle: “ABD ordusuna deniz üssü, havaalanı ile limanlar da dahil olmak üzere altı bölgeye 15 yıl süreyle erişim izni verecek. Anlaşma, Amerikan kuvvetlerinin gemilere ve uçaklara yakıt ikmali yapmasına ve erzak stoklamasına izin verecek.

2) ABD diğer yandan eylülde sona erecek Marshall Adaları ile anlaşmayı yenilemeye çalışıyor. Zira ABD füze testlerini buradaki üste yapıyor. Marshall Adaları da Hawaii le Papua Yeni Gine arasında…

Japonya, bir süredir ABD’nin “onayıyla” silahlanıyor ve yeniden “gerçek ordu” kuruyor. Japonya başbakanı iki yıldır NATO zirvelerine davet ediliyor. NATO ayrıca Japonya’da ofis açıyor.

ABD öte yandan Avustralya ve İngiltere ile “AUKUS”u inşa etti. AUKUS özetle ABD-İngiltere’nin Avustralya’yı Çin’e karşı “nükleer üs” hâline getirme anlaşmasıydı.

Blinken Hint-Pasifik turu sırasında Yeni Zelanda’yı da AUKUS’a davet etti.

ABD işte bu tablo içerisinde AUKUS’u genişleterek ve Japonya-Güney Kore bölgesine uzatarak, ardından içinde Hindistan’ın da olduğu QUAD’la birleştirerek, bir nevi “Hint-Pasifik NATO’su” kurmak istiyor.[24]

Çok kutupluluk hâli böyleyken; “Çok kutuplu dünya düzeninin kutuplarını incelerken kanımızca dikkat etmemiz gereken, bu kutuplardan birisini oluşturan Çin Halk Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu’nu doğru değerlendirmektir. Bir kere Çin Halk Cumhuriyeti’ni sınırlı ve kontrol altında tuttuğu kapitalist üretim ilişkilerine rağmen, sosyalizm inşasına devam eden bir anti-emperyalist güç olarak tanımlamamız gerekmektedir. Rusya Federasyonu ise öncü emperyalist güçlerin baskısından kurtulmak için emperyalizm karşıtı stratejiler izleyen kapitalist bir devlettir,”[25] yanılgısına -kesinlikle- “Hayır” demeliyiz…

Blaise Pascal’ın, “Haklı olanı güçlü kılamadığımız için güçlü olanı haklı kılıyoruz!”; Max Horkheimer’ın, “Siyasal bir zafer kazanmadıkları sürece, çoktan hazırlanmış bir ekonomik yenilgi onları beklemekteydi,” uyarılarını “es” geçmeden “çok kutuplu dünya düzeni”nin, ezilenler açısından asla çözüm ol(a)mayacağı unutulmamalıdır!

Bilinir: “ABD hegemonyası ve Batı üstünlüğü altında dünya adil, barışçıl ve eşitlikçi bir yer olmadı. ABD gücünün göreli olarak azalması, kısmen geriye çekilmesi, çevre ülkelere daha az müdahale etmesi tabii ki olumlu gelişmeler olurdu. Batı’nın hâkimiyetinden şikâyetçi olmak sağlıklı bir tepki, ABD’nin küresel siyasetteki alanının daralması iyi bir gelişme olabilir. Ama ABD hegemonyasının gerilediği ve çok kutupluluğa giden bir dünyanın otomatik olarak, kendiliğinden daha eşitlikçi ve adil olacağının garantisi yok. Kestirmeden ifade etmek gerekirse Rusya ve Çin kategorik olarak emperyalizme değil, ABD hegemonyasına karşılar. Bu noktada çok kutupluluk talebi küresel emperyalist düzenden daha fazla pay, küresel artı değerden daha fazla rant istemenin steril hâle getirilmiş adıdır.

ABD sistemi 30 yıldır Rusya ile bazı sınırlı pazarlıklar yapıyor, belli alanları Rusya’nın nüfuz alanı olarak tanıyordu. Örneğin, bazı Orta Asya cumhuriyetleri, Belarus gibi ülkelerin Rusya’ya yakın ve/veya bağımlı olmaları ya da Suriye’de üstü kapalı ABD-Rusya uzlaşısı gibi. Buralardan eşitlik, adil, barışçıl, demokratik düzenler çıkmadı. Bunun küresel düzeyde gerçekleşmesi, XIX. yüzyılın çok kutuplu sistemi içinde, 1884-1885 Berlin Kongresi’nde Afrika’nın masa başında paylaşılması gibi bir emperyalist uzlaşıya varılmasının faydası ne olacak?

ABD, çok kutuplu düzeni kabul etse ve AB, Rusya ve Çin’e Afrika’da nüfuz alanı paylaşımı önerse, bu ülkelerin tavrı ne olacak? Buradan adil, barışçıl ve eşitlikçi bir dünya düzeni çıkarabilecek miyiz?

Çok kutuplu sistem zaman içinde yerleşirse beraberinde kaçınılmaz olarak nüfuz siyaseti gelecektir. ABD şu anda dünyanın çok kutuplu olduğunu kabul etmiyor ama ABD’li yazarlar çok merkezliliğe gidiş olduğundan bahsediyorlar. Bu durumda belli bölgelerde nüfuz alanları, tampon bölgeler, karşılıklı olarak birbirinin alanlarına dokunmama, içişlerine saygıyla birlikte bir kutup başının alanına saygı göstermeleri gerekecek. Küresel bir hâkimiyetin yerini başka bir hâkimiyet alacak.

Çok kutupluluk arayışı kendi içinde bir amaç olamaz. Dünyanın şu anki adaletsiz düzeninin ilacı değildir. Dünya sisteminin altyapı olarak kapitalizm, bunun siyasal üstyapısı olarak güçlü devletlerin denge içinde bulunduğu, birbirinin ayağına basmadığı bir düzen insanlığın varacağı en üst nokta olmamalı. Bunu savunanlar buradan nereye varılacağına ya da varılması gerektiğine dair bir öneride bulunmuyorlar. Önce birçok kutuplu olsun, Çin ve Rusya güçlensin, Atlantik cephesi geriletilsin, gerisi kolay gibi bir anlayış var. Çin ve Rusya, tek kutupluluğa karşı çıkarken küreselleşmeye, neo-liberalizme açıktan itiraz etmiyor.[26]

“YÜKSELEN” BRICS FAKTÖRÜ

Malum: BRIC terimini ilk olarak 2001’de ekonomist Jim O’Neill ortaya attı. Brezilya, Rusya, Çin ve Hindistan’ın baş harflerinden türettiği BRIC kısaltmasını kullanan O’Neill, bu ülkelerin 2050’ye kadar dünyanın en büyük güçleri olabileceğini öne sürdü. 2011’de Güney Afrika birliğe üye olarak kabul edilirken örgütün ismi de ‘BRICS’ olarak değiştirildi.

Hayır; çok kutupluluk açısından “yükselen” BRICS faktörünü “es” geçmiyorum; ancak bunun konjonktürel bir hâl olduğunun altını özenle çiziyorum.

Dolar hâkimiyetini sonlandırma ve çok kutuplu bir sistem oluşturma gündemiyle toplanıp, dengeli bir düzen vurgusu yapılan BRICS ülkeleri Zirvesi dünya nüfusunun yüzde 41’ini, küresel ekonominin yüzde 26’sını oluşturuyor.

BRICS’in Johannesburg’daki Zirvesi’nde gündem genişleme, yeni para birimi ve çok kutuplu bir dünya inşasıydı.

ABD ve AB liderliğindeki Batı hegemonyasına karşı ortaya çıkan BRICS’in zirvesine Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Brezilya lideri Lula da Silva, Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa katıldı.

Güney Afrika’nın ev sahipliğinde düzenlenen 15’inci zirveye Putin video konferansla dahil olurken yerine Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’u gönderdi.

40’tan fazla ülkenin birliğe üye olma niyetini ifade ettiği, 20’den fazla ülkeninse resmi başvuru yaptığı ve İran, Suudi Arabistan, Venezüella ve Cezayir gibi enerji zengini ülkelerin yanı sıra; Mısır, Endonezya ve Arjantin gibi bölgesel güçlerin de katıldığı toplantıda Bolivya, Senegal, Tayland, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kazakistan da BRICS’e üyelik için bazı adımlar attı. (Türkiye de üyelik isteğini defalarca dile getirmişti.)

BRICS üyeleri, küresel ticaretteki dolar hâkimiyetini sonlandırmayı amaçlıyorlarken; bunun için yeni bir BRICS para biriminin oluşturulması planlanıyor.

Brezilya lideri Lula da Silva, BRICS Bank’ın ABD öncülüğündeki IMF gibi kurumlardan daha etkili olması gerektiğini belirtmiş ve ülkelerin kendi para birimleriyle ticaret yapabileceğini açıklamıştı.

BRICS tarafından kurulan Yeni Kalkınma Bankası (NDB) da dolara olan bağımlılığı azaltma planının bir parçası olarak Güney Afrika ve Brezilya para birimlerinde kredi vermeye başlamayı planlıyor. NDB’nin başında bulunan Brezilya’nın eski lideri Dilma Rousseff, Şangay merkezli kredi kuruluşunun yaklaşık 15 ülkeden gelen üyelik başvurularını değerlendirdiğini ve muhtemelen 4 ya da 5 ülkenin kabulünü onaylayacağını söyledi. BRICS ülkeler grubu küresel hasılanın yüzde 31’inden fazlasını oluşturmakta.[27]

Genişleme gündemiyle düzenlenen zirve ardından BRICS, Suudi Arabistan ve İran dahil 6 ülkeyi birliğe dahil etti.

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, “Genişleme, BRICS işbirliği için yeni bir başlangıç noktası olacak, işbirliği mekanizmasına yeni bir zindelik katacak, dünya barışını ve kalkınmayı daha fazla güçlendirecek,” derken; ülkesinin üye olarak davet edilmesinden memnuniyetini dile getiren Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal Bin Ferhan, Riyad’ın BRICS ülkeleriyle yatırım hacminin 2022’de 160 milyar doları aştığını aktardı ve İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ise, “büyük başarı” olarak nitelediği üyeliğe kabul edilmenin “çok taraflılığı güçlendireceğini” kaydetti.[28]

Tüm bunlar, nasıl olursa olsun ABD ve Batı yani emperyalizm için bir soru(n) teşkil ediyordu.

EMPERYALİZMİN NATO’SU

İrtifa kaybeden ABD emperyalizminin NATO’yu ihya etmek için gaza bastığı dünyayı militarize etme girişimleri, sultası altındaki öteki emperyalist ülkelerle birlikte dünyanın birçok bölgesinde (Orta Asya’da, Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de, Somali’de, Sudan’da, Mali’de, Körfez bölgesinde, vb.) savaşlar peydahlaması, kapitalizm için vazgeçilmez enerji kaynaklarına, madenlere ve biyolojik çeşitliliğe ulaşma ve başkalarının ulaşmasını engelleme amacı taşıyor.

Fakat yeni savaşların bir özelliği var: Bu seferki savaşlara “önleyici savaş” deniyor… Bu amaçla artık yönetemez duruma gelen, kitlelerin tepkisini etkisizleştirmekte yetersiz kaldığı düşünülen devletler çökertiliyor, toplumların dokusu yırtılıyor ve sürekli bir kaos ortamına sürükleniyor.

Kolonyalist/ emperyalist devletler dünyanın geri kalanını doğrudan sömürgecilik döneminde “uygarlaştırdılar”, yeni sömürgecilik döneminde ‘kalkındırdılar, şimdilerde, Balkanlaşma ve kaos döneminde de oraları “demokrasi”, “barış”, “özgürlük”, “İnsan haklarıyla” donatıyorlar… Ne demeli, şu insanlık ve uygarlık timsali Batılıların “soylu hizmetlerinin”, ‘hayırlı işlerinin” sonu bir türlü gelmiyor![29]

Şiddetin dozajı ile yarıçapının genişletilmesinin emperyalizmin III. Büyük Bunalımı ile doğrudan ilişkisi varken; yeni savaş-çatışma cepheleri de ardı ardına açılmaya devam ediliyor. Bu şaşırtıcı değil, sistemin doğası böyle!

Emperyalist merkezlerin tüm güçleriyle hegemonyalarını perçinleştirmeye, yeni nüfuz alanları oluşturmaya çalıştığı reel-politik denklemde, yaşanan gelişmeleri tesadüflerle açıklamak, rastlantısal olarak değerlendirmek mümkün değil.

Tam da bundan dolayı son dönemlerde ne Batı Afrika’da, ne Ortadoğu’da, ne de Kafkasya’da yaşananlar birbirinden bağımsız ele alınamaz. Büyük güçler arasında şiddetlenen hegemonya, güç kavgasında patlak veren krizlerin, gerilimlerin, çatışmaların hepsi birbiriyle ilintili.

Ukrayna’da kuşatılan Rusya, Batı’ya Afrika’da karşılık verirken, ABD/Batı ise Moskova’nın arka bahçesine sızarak Kafkasya ve Orta Asya’dan yanıt veriyor. Son dönemlerde iki sıcak bölgede yaşananlar bu durumu teyit eder durumda.[30]

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın, “Ukrayna’nın geleceği NATO’dadır,”[31] vurgusu NATO’nun emperyalist askeri bir örgüt olması yanında siyasi bir örgüt olduğu ve bu işleviyle de ABD’nin üye ülkeleri denetim altında tutma aracı olduğunu ortaya koyuyor.

Kolay mı?

“NATO, küresel kapitalizmin dünya halklarını içinde tuttuğu ‘sürekli savaş’ rejiminin temel aktörü durumda”yken;[32] kuruluşunun 74. yıl dönümünde Finlandiya’ya da asker konuşlandırma peşindeyken; Rusya’ya karşı Ukrayna’ya her türlü desteği sağlayan örgütün genişleme hamlelerinin yeni gerilimlere yol açacağını “es” geçiyor.

11-12 Temmuz 2023 tarihinde Vilnius Zirvesi’nde NATO’nun savunma ve caydırma yeteneklerinin geliştirilmesi kararlaştırıldı. NATO’nun resmi ifadesine göre, ittifak, Soğuk Savaş’tan bu yana en tehlikeli ve önceden kestirilemeyen güvenlik ortamı ile yüz yüzedir.

NATO, yeni dünya düzeni için devam etmekte olan küresel güç mücadelesinde, ABD’nin korumaya çalıştığı dünya düzenine karşı çıkan Rusya’yı çevreleme aracına dönüşmüştür.

Rusya’yı kuşatan, Çin’i tehdit ilan eden NATO, Kremlin’in burnunun dibinde Litvanya’da Vilnius Zirvesi’ni düzenlerken; bir Atlantik örgütü olarak Pasifik ülkesi Japonya’yı da saflarına katması gündemdeydi…

SORU(N)LARIYLA ABD SALDIRGANLIĞI

Federico García Lorca’nın, “New York ürkütücü, hilkat garibesi bir şey. Sokaklarında yitip gitmeyi seviyorum, ama biliyorum ki New York dünyanın en büyük yalanı. O makinelerle dolu bir Senegal.” “Feci, soğuk, acımasız bir yerdir Wall Street. Dünyanın dört bucağından oraya altın nehirleri akar ve ölüm onu izler. Yalnızca orada toptan bir ruh yoksunluğu hissedersin: Üçten ötesini sayamayan bir sürü insan, altıdan fazla sayamayanları güdüyor, saf bilime burun kıvırıyor, ve şimdiki ana şeytansı bir saygı duyuyor. Ve feci olan şu ki, sokağı dolduran kalabalık, dünyanın hep aynı kalacağına inanıyor ve o dev makineyi gece gündüz, sonsuza dek işletmenin kendi görevleri olduğunu düşünüyorlar”…

“Bazı burjuva ülkelerde (ABD, İngiltere, Federal Almanya, vb.) sınıf mücadelesinin siyasal gelişiminin, seçime dayalı temsil eşiğini bir türlü aşamadığını görüyoruz: Dolayısıyla bu ülkelerde parlamento içinde yaşanan uzlaşmazlıklar, sınıflar arasındaki gerçek uzlaşmazlıkların çok uzak, hatta tamamen çarpıtılmış belirtileri olmaktan öteye geçmiyor”…[33]

Noam Chomsky’nin, “ABD’de herkes yasadışı göçmendir-yerli rezervasyonlarında yaşayanlar dışında herkes,” betimlemesindeki ABD’de bazıları demokrasiden söz ediyor; sanki ABD’de demokrasi varmış gibi…

Sanki ABD’deki en varlıklı kesimin tepesindeki yüzde 1’lik grubun toplam serveti, en yoksul kesimin yüzde 50’sinin toplam servetinin 15 katından fazla değilmiş gibi…

Sanki ülkede beyazlara oranla 6 kat daha fazla siyah, polis tarafından öldürmemiş gibi…

Herkesin malumu: ABD emperyalizminin dünya düzeni, kurumları ile birlikte Amerikan çıkarlarını öncelemiş, savaşları, yoksulluğu önleyememiş, küresel barışı, gelir dağılımında adaleti sağlayamamış, yüzyılın felâketi iklim krizine karşı çare üretememiştir. Dünyada, ABD militarizminin korumaya çalıştığı bu düzenin eskidiğine, değişmesi gereken bencil bir düzen olduğuna ilişkin genel bir kanaat oluşmuştur.

ABD, dünyanın en güçlü ordusuna sahip olsa da sorunlu bir ülkedir. ‘US National Dept Clock’a göre ABD’nin ulusal borcu 33.925, toplam borcu 103.788, federal bütçe açığı 1.765 trilyon dolardır. ABD’de yaşayanların 43 milyonu yoksul, 610 bini evsiz, 27 milyonu sigortasızdır; 41.3 milyon kişi gıda yardımı ile hayatını sürdürmektedir. Bu ülkede her yıl 120 bin kişi uyuşturucu nedeni ile ölmektedir. ABD’nin toplam dış ticaret açığı 1.04 trilyon, Çin ile dış ticaret açığı ise 181 milyar dolardır.

Bütün bu veriler ABD’nin iç cephesinin sorunlu ve istismara açık olduğunu göstermektedir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, ABD’de iç güvenliği giderek tehdit eden unsura dönüşmektedir. ‘Statista’nın verilerine göre, 2022 yılının üçüncü çeyreğinde bu ülkede tepedeki yüzde onluk kısım servetin yüzde 68’ine, alttaki yüzde ellilik kısım ise sadece yüzde 3.3’üne sahipti.

ABD’nin demografik yapısı da önemli bir güvenlik hassasiyetidir. Nüfusun yüzde 12.4’ünü siyahiler, 18.7’sini Hispanikler, yüzde 6’sını ise Asyalılar olmak üzere mutsuz azınlıklar oluşturmaktadır.

Amerika kötü yönetilmektedir ve bu ülkede liderlik sorunu vardır. Ülkenin geleceği konusunda karamsar olan Beyaz Anglo-Saksonların oluşturduğu terör örgütlerinin sayısı artmaktadır.

Onu “güçlü kılan” doların toplam küresel para rezervinin yüzde doksanını oluşturması ve küresel ticaretin büyük bir kısmının hâlâ ABD’nin kurduğu altyapı üzerinden ve onun kontrolünde yapılmasıdır.

ABD’nin küresel rolünü ve küresel jeopolitiği olumsuz etkileyen asıl unsur ise ekonomiktir, bu ülkenin üretim kapasitesi ile ilgilidir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında küresel üretimin yarısını gerçekleştiren ABD’nin küresel üretimdeki payı artık sadece dörtte biridir. ABD bu alanda Çin ile rekabette başarısız olmaktadır. IMF tahminlerine göre, daha çok hizmet üretimine dayalı ABD ekonomisi 2023’de yüzde 1.6, 2024’de 1.1 büyürken mal üretimine dayalı Çin ekonomisi ise 2023’de 5.2, 2024’de 4.5 büyüyecektir.

XXI. yüzyılın ilk çeyreği tamamlanırken ABD, sözde kurallara dayalı düzeni askeri gücü, müttefikleri/ortakları ile askeri önlemlerle, Asya-Pasifik, Avrupa ve Ortadoğu coğrafyalarında sürdürmek çabasındadır.[34]

Ve bu çaba Başkan Joe Biden yönetiminin çılgın ve obsesif Neo-Con’larının çizdiği ABD dış politikasının (iç de dahil) kriz içinde debelenen oligarşik bir saldırganlığında somutlanmaktadır.

Şurası görülmeli: Kapitalist sistem yapısal bir krizin girdabında, emperyalist tahakkümde çatlaklar var. Bu duruma ilişkin ‘Monthly Review’ baş editör John Bellamy Foster Amerikan emperyalizminin rolünü sorgularken şöyle yazıyor; “1949’da Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasında Soğuk Savaş vardı. McCarthycilik yaygındı, sendikalar saldırı altındaydı ve güneyin kurumsallaşmış ırkçılığı tüm iktidar sisteminin ayrılmaz bir parçasıydı. ABD’nin termonükleer denemeleri yeni bir ekolojist hareketin ortaya çıkmasına vesile olurken, kadınlar derin bir sömürü sistemi içerisinde ev içine itildi. Tüm bunlar olurken de ABD’nin emperyal rolü, ‘biçim olarak demokratik, içerik olarak plütokratik’ olan daha baskıcı bir devlet aygıtına yol açtı.”

ABD’nin emperyal rolü o tarihten bu yana değişmedi diyen Foster, şöyle devam eder: “Şu anda yeniden canlanan McCarthycilik ile birlikte Yeni Soğuk Savaş’ın ortasındayız. NATO’nun başındaki Washington, Ukrayna’da Rusya’yı istikrarsızlaştırmayı amaçlayan bir vekâlet savaşı yürütürken, Tayvan konusunda Çin’i geniş çaplı bir savaşla tehdit ediyor. Küresel nükleer imha hayaletinin küresel ekolojik imhada bir karşılığı var. İşçiler, kapitalist sınıfın sendikalara yönelik saldırılarıyla yüzleşirken, yaşam koşullarının kötüleşmesi karşısında yeniden canlanan bir sınıf mücadelesine girişmişlerdir. Black Lives Matter, ırkçılığın ABD sisteminin merkezinde yer almaya devam ettiğini gösterdi. Gerici güçlerin harekete geçmesiyle birlikte kadınların kürtaj hakları ellerinden alınırken, trans bireyler sürekli saldırı altında.”

Foster’a göre İkinci Dünya Savaşı sonrası erken dönem ile günümüz arasında kesin paralellikler varsa da, bugün insanlığın karşı karşıya olduğu tehlikeler, sermayenin yapısal krizi ve bunun olası sonuçları nedeniyle çok daha büyük.

Foster şöyle aktarır: “Amerika Birleşik Devletleri’nin ve diğer çekirdek kapitalist devletlerin göreli ekonomik gerilemesi, tekelci kapitalizm altında birikimin durgunlaşmasına bağlanabilir. Bu durgunluk, birbirini izleyen finansal balonlarla birlikte ancak kısmen telafi edilebilmiştir. (Yaşananlar) artık hızla aşınmakta olan ABD hegemonyasına dayalı doların hâkimiyetinin devamını gerektirmektedir.”

Foster yazısında çarpıcı detaylara yer verir: “ABD ekonomisinin dünya GSYİH’sindeki payı 1950’de yüzde 50 iken 2021’de yüzde 23’e geriledi. Buna karşılık Çin’in dünya GSYİH’sindeki payı 1950’de yüzde 5 iken 2021’de yüzde 18’e yükseldi.”

Tüm mesele de esasında burada yatıyor. Bu gerçeklik ışığında emperyal düzeninin tehlikede olduğunu gören Washington, tek kutuplu bir dünya düzenini güvence altına almak için askeri saldırganlığına hız verdi. Dünyanın dört bir yanında üs açmaya devam eden ABD emperyalizmi, NATO’nun genişlemesiyle birlikte askeri müdahalelerinin temposunu arttırarak gerileyen hegemonyasını tahkim etme arayışında.

Ukrayna’da sürdürülen esasında bir “vekâlet savaşı” olan çatışma Amerikan emperyalizminin bir varoluşsal hamlesidir. Bu etkinlik, nüfuz mücadelesi Ukrayna ile de sınırlı kalmayacaktır. Çoktan “En büyük tehdit” ilan edilen Çin sırada bekliyor. Hint-Pasifik hattına yapılan yığınaktan da bunu pekâlâ görebiliyoruz.

Gerileyen hegemon gücün yarattığı boşluğu dolduran yeni hegemonik aktörlerin varlığı çok kutuplu bir sisteme kapı aralarken tüm bu yaşananlar büyük bir sancıya yol açıyor.

Foster’ın da vurguladığı gibi, aradan geçen 74 yılda değişen pek bir şey yok. Koşullar, yaşananlar aynı, mücadele baki.[35]

Bu yolda ABD, İngiltere ve Avustralya ortak nükleer denizaltı projesinin detaylarını paylaştı. İngiltere lideri Sunak AUKUS İttifakı’nda Avustralya’nın nükleer güç sahibi yapılacak olmasına tepki gösteren Çin’i hedef aldı.

ABD, İngiltere ve Avustralya arasında 2021’de nükleer denizaltı teknolojisi alanında işbirliğini öngören “AUKUS” anlaşması imzalandı. Üç ülkenin isimlerinin İngilizcedeki kısaltmasından oluşan “AUKUS” güvenlik anlaşması kapsamında Güney Avustralya eyaletinin başkenti Adelaide’deki tersanelerde en az 8 nükleer enerjiyle çalışan denizaltı inşa edilecek. Anlaşma uyarınca, Avustralya’nın sahip olacağı nükleer enerjili denizaltılar, Hint-Pasifik’te taraf ülkelerin çıkarlarını savunacak.

  • 2023’ten başlayarak Avustralya askeri, ABD ve İngiltere Donanması’nda eğitim alacak.
  • 2030’ların başlarında ABD, Avustralya’ya 3 adet Virginia sınıfı denizaltı verecek.
  • 2030’ların sonunda İngiltere ilk SSN-AUKUS’u Kraliyet Donanmasına teslim edecek.
  • 2040’ların başında Avustralya’da inşa edilen ilk SSN-AUKUS donanmaya verilecek.[36]

Evet Hint-Pasifik’te Çin’e karşı ittifak içinde cephe hattını sağlamlaştırmaya çalışan ABD, Japonya ile Güney Kore arasında 12 yıl sonra başkanlar düzeyinde ilk görüşmeyi örgütleyip, AUKUS’un yanına yeni üçlü ittifak eklendi; JAPHUS.

Tokyo’da buluşan Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk-yeol ve Japonya Başbakanı Kişida Fumio ‘hassas meseleler’e rağmen iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi için mutabık kaldı.

Çin’i küresel tehdit algılamasında “baş tehdit” ilan eden ABD, İngiltere ve Avustralya ile birlikte oluşturduğu AUKUS ittifakının liderleri Tokyo’daki zirveden hemen önce Kaliforniya’da bir araya gelmiş ve AUKUS Zirvesi’nde Avustralya’nın nükleer güç sahibi olması için yol haritası belirlenmişti.

Washington AUKUS’un yanında şimdi de “entegre caydırıcılık” stratejisi kapsamında ABD-Japonya-Filipinler’i kapsayan saha sonra buna Güney Kore’nin de eklemleneceği bir hat kuruyor.

Japonya-Filipinler-ABD (JAPHUS) üçlü ittifakı özellikle Tayvan ve Güney Çin Denizi’ndeki adalar sorununda aktif olacak. Washington’ın pasifik stratejisinde önemli bir işlen üstlenmesi JAPHUS, Çin’i Pasifik’te tamamen kuşatmayı hedefliyor.[37]

Bu amaçla ABD bir süredir askerileştirdiği ve NATO zirvelerine davet ettiği iki müttefikini, Japonya ve Güney Kore’yi, merkezinde kendisinin olduğu üçlü bir ittifakta bir araya getirmeye çalışıyor. Biden bu amaçla 18 Ağustos 2023’de Camp David’de Japonya ve Güney Kore liderlerini ağırladı.

Ortak bildiride Camp David’den “üçlü ittifak” değil, “üçlü ortaklık” çıktı.

Diğer yandan ABD Başkanı Joe Biden, Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk-yeol ve Japonya Başbakanı Kişida Fumio’nun anlaştığı üçlü ortaklık bildirisi, ABD’nin temel hedefini de açıkça ortaya koyuyor. Zira bildiri Çin’i, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni (Kuzey Kore) ve Rusya’yı hedef alıyor.

ABD, Çin’i “baş rakip” ilan ettiğinden beri Asya-Pasifik’te bu ülkeye karşı çevreleme uygulamaya çalışıyor. Bunun için de üçgenler, dörtgenler, beşgenler inşa ederek bunları birbirine zincirlemeye çalışıyor.

1) Beş Göz: Bölgede zaten Soğuk Savaş’tan kalma bir organizasyondu. ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın bu ortaklığı, esas olarak bir istihbarat ortaklığıdır.

2) QUAD (Dörtlü Güvenlik Ortaklığı): ABD’nin Hindistan, Japonya ve Avustralya’yla 2007’de oluşturduğu dörtlü ortaklık, “stratejik güvenlik diyalogu”ndan öteye pek geçemedi.

3) AUKUS: ABD, İngiltere ve Avustralya’nın bu ortaklığı, yapısı nedeniyle ABD açısından en ileri organizasyon. Zira üçlü birliktelik, bir nevi “pakt” özelliğinde. Temel hedefi Avustralya’yı Çin’e karşı nükleer üs hâline getirmek.

4) Ve ABD, Japonya, Güney Kore üçlü ortaklığı…

ABD, Hindistan’dan başlayarak Japonya’ya kadar uzanan geniş bir yay ile Çin’i kuşatmaya yönelirken; askeri cephe inşa etmeye çalışıyor.[38]

Bununla bağıntılı olarak ABD, Çin’i çevrelemeyi esas alan Asya-Pasifik stratejisinde Hindistan’dan sonra Vietnam’ı önemli bir faktör olarak görüyor. ABD bu nedenle Vietnam’la ilişkilerini geliştirmeyi hedefliyor. Biden bu amaçla 2023’ün Eylül ayında Vietnam’ı ziyaret etti ve ABD-Vietnam ilişkilerini “kapsamlı stratejik ortaklığa” yükseltti. Yine ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki Japonya da 2023’ün Kasım ayında Vietnam’la ilişkilerini “kapsamlı stratejik ortaklığa” yükseltmişti.[39]

Özetle ABD emperyalizmi saldırgan yığınak oluştururken; Tayvan’daki askeri varlığını 4 katına çıkaran Washington, Ukrayna Savaşı’nın sonrasında yeni krizler yaratıyor.[40] Çin’i Tayvan üzerinden kışkırtmaya devam eden ABD, adadaki asker sayısını dört katına çıkaracağını duyurdu.

Ve atılan her adımın hedefinde Çin vardı!

“SARI EJDERHA” ÇİN

“Tempus fugit/ Zaman uçar” deyişindeki hızla uluslararası ilişkiler, tarihin sahnesine “Sarı Ejderha” Çin’i çıkartırken; Pekin’in artan etkinliği dikkat çekici belirleyicilikte oldu.

Bunun böyle olmasında belirleyici faktör Çin’in ekonomi-politik realitesiyken; Çin tartışmasız 40 yılın kalkınma şampiyonu, Japonya ve Güney Kore’den sonra Doğu Asya’nın üçüncü kalkınma mucizesiydi. 1978-2011 kesitinde yılda ortalama yüzde 10 büyüyen Çin’in, 2012-2021 döneminde ortalama büyüme hızı ise yüzde 6.7 oldu.[41]

Çin, pek çok alanı domine ederken; ‘Avustralya Stratejik Politika Enstitüsü/ The Australian Strategic Policy Institute’nün araştırması ülkenin teknoloji alanındaki üstünlüğünü ortaya koyuyordu: 44 teknoloji alanının 37’sinde liderliği elinde bulunduran Çin, sadece 7 alanda ABD’nin gerisindeydi.[42]

Bir başka anlatımla: 2020’de Batı yüzde 5.4 oranında küçülürken Çin yüzde 2.3’lük büyüme gerçekleştirdi. 2020-2021’de Çin ekonomisi açık farkla ilk sıradaydı.

Birkaç ayrıntı ekleyelim: 2020’de Batı ekonomilerinde ihracat yüzde 7 oranında gerilerken Çin’in ihracatı yüzde 3.6 arttı; dünya ticaretinin yüzde 14’üne ulaştı. 1981 sonrasında tek bir ülkenin ulaşabildiği en yüksek oran… Dış ticaret fazlası, Trump’ın ticaret savaşına rağmen 535 milyar dolara ulaştı.

Bu gelişmeler, Çin’in ulusal parası RMB’yi dolara karşı yüzde 6 oranında değerlendirdi. Bu sayede Çin’in dış yatırımlarının alım gücü yükseldi.[43]

Dünya Bankası 2001 verilerine göre, Çin’in ekonomik büyüklüğü, ABD’nin tam sekizde biriydi. 2022’de ise piyasa fiyatları temelinde Çin’in GSYH’si, 19.9 trilyon dolara karşı 25.35 trilyon dolar hesabıyla ABD’nin yüzde 78.5’i civarında seyrediyordu.[44]

Kişi başına milli gelir bakımından dünya ortalaması 2020’de yüzde 4.3 oranında azalırken, Çin’de yüzde 2 arttı. 2021’de dünya ortalaması yüzde 4.8, Çin’de yüzde 8 oldu.[45]

Denilebilir ki 1.6 milyar insanla dünya nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan Çin’in gelişmesi sadece bu ülkeyi değil tüm insanlığı ve uluslararası ilişkileri ilgilendirmektedir.

Bunlara istinaden ve hegemonik gerilemesinden ötürü ABD’nin Pekin’i hasım ilan ettiği tabloda Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, “Ulusun güvenliğinin giderek istikrarsız ve belirsiz hâle geldiğinden, Çin’in savaşa hazırlanmaya odaklanacağını”[46] belirtirken; Çin Savunma Bakanı Wei Fenghe de, ABD’li mevkidaşı Lloyd Austin’e Tayvan’ın bağımsızlığını ilan etmesi hâlinde “Savaş başlatmakta tereddüt etmeyeceklerini” açıkladı.[47]

ABD ile Çin arasındaki rekabetin mekânı Pasifik’te sular durulmazken; Washington’un Tayvan’a 500 milyon dolarlık askeri satışı onaylamasına tepki gösteren Çin’in orduyu Ada çevresine yönlendirmesi, tansiyonu tekrar yükseltti. Bölgede etkisini artırmak isteyen ABD ise Filipinler, Japonya ve Avustralya ile tatbikatlar düzenledi.[48]

Çin hava ve deniz kuvvetlerinin katıldığı askeri tatbikat, Tayvan tarafından kınanırken Tayvan Savunma Bakanlığı, Ada çevresinde Çin’e ait 45 askeri hava aracı ve 9 savaş gemisinin tespit edildiğini açıkladı;[49] bu gergin ortamda Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ile görüşmesinde “İnsanlığın geleceği ve kaderi ABD ve Çin’in bir arada yaşamanın doğru yolunu bulup bulamayacağına bağlıdır,”[50] diyecekti.

Tayvan krizi tırmanırken, bu kadar da değil! Ukrayna Savaşı’nın jeopolitik kırılmalar yarattığı bir dönemde sadece ABD’nin değil, dünyanın gözü de Pekin’deydi.

Çünkü Ukrayna krizi, Rusya’yı tükettiği ve Batı’yı (özellikle Almanya ve Fransa üzerindeki olumsuz ekonomik etkilerini göz önünde bulundurursak daha çok AB’yi) toplumsal ve ekonomik anlamda tedirgin etmeye devam ettiği ölçüde, siyasal boşluğu doldurma girişimlerine kârlı bir alan açıyordu.

Denilebilir ki Xi Jinping liderliğinde Çin yeni dönemin startını verirken Washington da, Güney Kore ve Japonya arasındaki ittifak hattını güçlendirip, Seul ile Tokyo’yu önemli partneri ilan etti.

Asya-Pasifik’teki hareketlilik dikkat çekici gelişmelere sahne olurken; 2022’de “Tayvan için savaşı göze alacaklarını” açıklayan Beyaz Saray, kışkırtmalarını sürdürüyordu.

ABD emperyalizminin “küresel tehdit” algılamasında birinci sıraya oturtulan Çin bir yandan Washington’a karşı diplomatik hamleleri devreye sokuyor; bir yandan da Ortadoğu ve Güney Amerika’da Washington’ı kızdıracak manevralar yapıyor.

İran ile Suudi Arabistan arasında yedi yıl sonra Çin’in devreye girmesiyle diplomatik ilişkiler yeniden başlardı. Örneğin Bahreyn de sıraya girdi. Petrol zengini küçük Körfez ülkesi Bahreyn’le ekonomik ve siyasi ilişkilerini artıran Pekin’in hamleleri sonuç verdi. Bahreyn ile İran arasında, ilişkileri normalleştirme konusunda doğrudan ikili görüşmelerin başladığı belirtildi.

VE ORTADOĞU CEPHESİ

ABD emperyalizminin, Asya Pasifik’e hapsetmeye çalıştığı Çin’le mücadelesinde Ortadoğu artık kaçınılmaz bir cepheye dönüştü; bu arada Pekin, önemli bir diplomasi hamlesine daha sahne oldu. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, stratejik ortaklık ilan ederek “Çin Halk Cumhuriyeti ve Filistin Devleti Arasında Stratejik Ortak İlişkilerinin Kurulmasına İlişkin Ortak Açıklama”[51] yayımladılar.

ABD Başkanı Joe Biden’ın: “Bir İsrail olmasaydı, bir tane icat etmek zorunda kalırdık” sözü İsrail-Filistin meselesinin tarihsel bağlamı ve ABD’nin Ortadoğu politikasının anlamını ortaya koyarken; Çin’in Filistin konusundaki tavrı önemlidir. Çünkü ABD, AB, Rusya ve BM’den oluşan Ortadoğu Dörtlüsü, Putin’in de belirttiği gibi ABD tarafından çalıştırılmıyor; ABD ve AB’nin Ortadoğu Dörtlüsü’nden ayrı arabuluculukları ise zor, çünkü İsrail’in yanındalar. Bu durumda Çin (ve Rusya)’nın Filistin’e desteği, ABD ve AB’yi dengeleyebilecektir.

Öte yandan Afrika’nın ardından Ortadoğu’da da etkisini artırma arayışındaki Çin’in Devlet Başkanı Xi Jinping, ABD ile Riyad arasında petrol anlaşmazlığı yaşanırken Suudi Arabistan’a gitti. Xi, ABD’nin sadık müttefiki Riyad ile ilişkileri ilerletmeyi hedeflerken; iki taraf arasındaki ticaret hacmi, Çin-Arap İşbirliği Forumu’nun kurulduğu 2004’te 36.7 milyar dolardan, 2021’de 330 milyar dolara yükseldi.

Ekonomik verilere göre, Suudi Arabistan ile Çin arasındaki ticaret hacmi 2022’nin ilk 10 ayında 2021’in aynı dönemine göre yüzde 37.4 artarak 97 milyar doları aştı. Ayrıca bu dönemde Suudi Arabistan’ın Çin’e ihracatı yüzde 45 artışla 66 milyar doları, Çin’in Suudi Arabistan’a ihracatı ise yüzde 23.3 artışla 30 milyar doları aştı.[52]

Çin’in, ABD’nin Ortadoğu’da güç kaybetmesiyle öne çıkan siyaset boşluğuna talip olması; “Çin’in İran ile Suudi Arabistan’ı bir araya getirme girişimi, Pekin’e İngiliz ve Amerikan askeri varlığının ardından Körfez’de bir askeri üs kapısı aralayabilir.

Başkan Xi Jinping görevdeki üçüncü dönemine başlarken Çin’in bir zamanlar düşük profilli olan dış politikasını terk ettiği ve artık küresel çıkarlarını koruyan emperyal bir devlet olarak kendini göstermeye çalıştığı görülüyor.

Bu imajın nedeni, ülkenin iddialı yeni İpek Yolu girişimi olan Kuşak ve Yol İnisiyatifi (BRI) olarak da bilinen girişimdir. İran İpek Yolu’nun kara tarafında, Suudi Arabistan ve Körfez bölgesi de bu projenin deniz bağlantısında kritik bir role sahip. Xi’nin Riyad’a ziyaretinin nedeni, bu proje için İran ve Suudi Arabistan arasındaki uzun süreli çıkmazlara çözüm üretmekti. İlk önce, hem İran hem de Amerika Çin’in, Suudi Arabistan ile olan temaslarından ötürü endişeliydi. Ancak Xi’nin bu ziyareti, iki Ortadoğu ülkesinin 7 yıllık anlaşmazlıklarını iyileştiren, ‘oyun değiştiren’ hamleydi. Çin’in Ortadoğu’ya stratejik yatırımının altında ise enerji kaynaklarını ve marketi korumak isteği yatıyor. Çin, Suudi Arabistan’ın ürettiği ham petrolün en büyük alıcısı. 2021’de Arabistan’dan 81 milyon metrik ton değerinde ithalat yapıldı. Yaklaşık 43,93 milyar dolar.

Çin, ABD’nin Ortadoğu’daki rolünü baltalamaya çalışmıyor. Aksine Çin, son 3 başkanının değişmesiyle oluşan zayıflıktan dolayı ABD’nin, Ortadoğu’da güç kaybetmesinden yararlanıyor. Obama, Suudi ve Körfez’in çıkarlarını göz önünde bulundurarak İran ile nükleer anlaşma yapmayı önceledi. Obama’nın başkanlığında İran’ın müttefikleri Irak, Suriye ve Lübnan’a hâkim olmaya çalıştı. Dahası Yemen’deki Husi İsyanı, Babülmendeb’e doğru ilerledi.”[53]

BDT İLE AB’YE GELİNCE

Uluslararası ilişkiler tablosunda BDT (Rusya) ile AB’ye gelince; her ikisi de Jean de La Bruyere’nin ifadesindeki üzere “Gerçek, çoğu zaman, çoğunluğun inandığının tam tersidir,” diye betimlenmesi mümkün bir irtifa kaybından malûl ve “Medice cura te ipsum/ Doktor sen önce kendini iyileştir” dedirten pozisyondadırlar!

ABD emperyalizmi Rusya ile “Çin’e karşı benimsediği şahin politikanın Avrupalı müttefikleri tarafından da benimsenmesi için bastırıyor. Ancak AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Avrupa Parlamentosu’ndaki konuşmasında Çin ile işbirliği vurgusu yaptı.”[54]

Ayrıca Çin ziyaretinde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “Çin’in Ukrayna’daki savaşta çözüme yardımcı olabileceğini” savunup, “Çin ile stratejik bir ortaklığı yeniden başlatmak istiyoruz,”[55] dedirtip; yine resmi ziyaret dönüşü ‘Politico’ya demecinde Macron, “ABD’nin takipçisi” olması yolundaki baskıya direnmesi gerektiğini söyleyip; Tayvan sorununa da atıfta bulunarak Çin ve ABD arasındaki gerilime Avrupa’nın taraf olmaktan kaçınması gerektiğini ifade etti.[56]

Başkanlığı döneminde bir NATO ülkesinin liderinin “Faturamızı ödeyemezsek ve Rusya bize saldırırsa ne yaparsınız?” diye sorduğunu, ona yanıt olarak “Sizi korumaya gelmeyiz. Hatta Rusya’nın dilediğini yapması için onları teşvik ederim” diyen Donald Trump’ın ifadesindeki ABD’siz bir AB, uluslararası planda belirleyici bir aktör olabilme kapasitesine sahip değil; Almanya, Fransa ve Polonya dışişleri bakanlarını bir araya getiren görüşmede Ukrayna’ya desteğin yanı sıra NATO ittifakının yararları, Rusya’nın bir AB ülkesini işgal olasılığı, özellikle de savunma konusunda Avrupa’nın alternatif bir mekanizmaya ihtiyaç duyması gibi mesajlar öne çıksa da ‘Weimar Üçgeni’nin ortak açıklamasındaki ifadeler, Avrupa’daki ruh hâlini iyi özetliyor: “Bu toplantı, uluslararası ilişkilerin muğlaklık, öngörülemezlik, belirsizlik ve istikrarsızlıkla nitelendiği bir dönemde gerçekleşiyor…”[57]

Ukrayna Savaşı ile Rusya’nın hâli de AB’den pek farklı değil!

70’lik Vladimir Putin’in çöküşe geçtiği ve bir Pandora kutusunun açıldığı da bir gerçek; kanayan yara Ukrayna, “Putin’in istikrar mitos”unu[58] sonlandırdı.

Yani, Ukrayna Savaşı ile Rusya’nın hâli de AB’den pek farklı değil!

Rusya her zaman uluslararası kamuoyunun ilgi alanı olmuşken ve Ukrayna-Rusya Savaşı söz konusu ilgi daha da arttırmışken; kanayan yara Ukrayna ile “Wagner İsyanı” “Putin’in istikrar mitos”unu[59] sonlandırdı.

Hatta dünyada nükleer çatışma olasılığının arttığı uyarısını dilendiren Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitriy Medvedev’in, “Gerekirse Rusya’nın nükleer silah kullanmakta tereddüt etmeyeceği” ifadesiyle, Soğuk Savaş’tan daha tehlikeli eşiğe ulaşıldığına dikkat çekmesi vaziyetin vahametini ortaya koyuyor![60]

NİHAYET!

Buraya dek ifadeye gayret ettiğim uluslararası ilişkiler ya da daha doğru bir deyişle yeniden paylaşım tablosunda ABD-Batı bloğu hegemonik gücünü kaybederken; verili düzen(sizliğ)ini koruyabilmek için şiddet kullanmaktan başka çaresinin kalmadığı bir güzergâhtadır. Bu da “III. Dünya Savaşı” korkusunu besleyip, reelleştiriyor.

Tam da bu koordinatlarda Bertolt Brecht’in, “Öyle şeyler vardır ki insanın susmaya, sessizce geçiştirmeye ya da eğretilemenin (istiarenin) örtüsü altına saklanmaya hakkı yoktur”; Søren Kierkegaard’ın, “Hayat yalnızca geriye dönük bir şekilde anlaşılabilir ama ileriye dönük bir şekilde yaşanmalıdır,” uyarıları eşliğinde Özgen Acar’ın, “Bu gidişle yolumuz ‘III. Dünya Savaşı’!”[61] uyarısına kulak verip, ABD “Global Firepower”ın silahlanma verilerine göz atmakta yarar var.

DÜNYA SIRALAMASI (TÜRKİYE 8. SIRADA)
1. ABD 831 milyar dolarlık askeri bütçesiyle rakiplerine fark atan Washington, 1 milyon 400 bin askere sahip. 13 binden fazla savaş uçağı ve helikopteri olan ABD ordusunda 4 bin 600 tank, 360 bin de zırhlı aracı bulunuyor.

ABD Hava Kuvvetleri’nden sonra dünyanın en büyük hava gücüne sahip olan ABD donanmasında 11 uçak gemisi, 75 destroyer, 64 denizaltı, 5 devriye gemisi ve 8 adet mayın gemisi bulunuyor. Nükleer bir süper güç olan ABD’nin ayrıca binlerce nükleer silaha sahip olduğu da biliniyor.

2. RUSYA 2022’de Ukrayna’yı işgal eden Rus ordusu, aldığı onlarca yaptırıma rağmen hâlâ ikinci sıradaki yerini koruyor. 109 milyar dolarlık bütçesiyle 550 bin aktif askeri bulunan Rusya’nın 4 bin 200’den fazla savaş uçağı ve helikopteri bulunuyor. 15 bine yakın tankı olan Rusların 162 bin zırhlı aracı ve envanterinde sayısız nükleer bomba bulunuyor. 1 adet uçak gemisine sahip olan Rus ordusu, yüzlerce savaş gemisi, 65 denizaltı, 112 devriye gemisi ve 47 mayın gemisine sahip.
3. ÇİN 227 milyar dolarlık askeri bütçesiyle süper güç konumunda olan Çin, nükleer, kara gücü, hava gücü ve donanma açısından listenin en ön sıralarında yer alıyor. 2.5 milyon aktif askeri bulunan Çin, 3 bin 300’den fazla savaş uçağı ve helikoptere sahip. 5 bin tankı olan Çin’in 200 bine yakın zırhlı aracı da bulunuyor. 2 uçak gemisi, 150 devriye gemisi, 49 savaş gemisi, 42 fırkateyn, 72 korvet, 61 denizaltı, 36 mayın gemisine sahip Çin donanmasında toplamda 790 gemi bulunuyor.
4. HİNDİSTAN 1 milyar 400 milyonluk nüfusuyla Hindistan, ordusuna 2023 yılın 74 milyar dolarlık bir bütçe ayırdı. 2 milyondan fazla aktif askeri olan Hindistan, 2 bin 296 uçak ve helikoptere, 4 bin 600’den fazla tanka, sahip. 2 adet devasa uçak gemisi de bulunan Hindistan’ın donanması 12 savaş gemisi, 12 firkateyn, 137 devriye gemisinden oluşuyor.
5. GÜNEY KORE 44 milyarlık bütçesiyle kendine 5. sırada yer bulan Güney Kore, 365 bin aktif askere, 1500 uçak ve helikoptere sahip. Envanterinde 2 bin 500’den fazla tank bulunan ülke toplamda 200 gemiye sahip. Bu gemiler arasında 17 firkateyn, 13 savaş gemisi, 22 denizaltı ve 35 devriye gemisi bulunuyor.
ORTADOĞU’DA
1. TÜRKİYE 2023’de askeri alandaki yatırımlarını geliştirmek için 40 milyar dolarlık bir bütçe ayıran Türkiye’nin yaklaşık 520 bin aktif askeri, 400 bine yakın da yedek askeri bulunuyor. Türkiye’nin topyekûn bir savaşta silah altına alabileceği insan sayısı ise 43 milyona yakın. 1069 adet uçak ve helikoptere sahip olan Türkiye, İHA ve SİHA alanında da ön plana çıkıyor. 2 bin 200’den fazla tank, 60 bine yakın zırhlı araç ve roket sistemi bulunan Türkiye, S-400 hava savunma sistemine de sahip.16 firkateyn, 9 korvet, 11 mayın gemisi, 34 devriye gemisi, bir hafif uçak gemisi dahil olmak üzere Türkiye’de toplamda 200’e yakın savaş ve saldırı gemisi bulunuyor.[62]
2. İRAN Yıllardır dünya ülkeleri tarafından ağır ambargo altında olan İran’ın 600 bin aktif askeri personeli bulunuyor. Bir savaş durumunda ülkenin silah altına alacağı erkeklerin sayısı ise yaklaşık 50 milyon. İran’ın toplamda 551 uçak ve helikopteri bulunuyor ve bunlar çoğunlukla Rus üretimi. Ülkenin ayrıca 2 bine yakın tankı, 19 denizaltısı ve 7 savaş gemisi bulunuyor.
3. MISIR 9 milyar dolarlık bütçesine rağmen 3. sırada kendine yer bulan Mısır, 685 bin kişilik bir orduya sahip. 238 savaş uçağı, 338 helikoptere sahip olan Kahire’nin envanterinde 5 binden fazla tank ve zırhlı araç bulunuyor. Donanmada 20 savaş gemisi, 8 denizaltı, 23 mayın gemisi var.

Bu tabloda Umberto Eco’nun, “Ne yani böylesi korkunç bir dünyanın bir de cehennemi mi var?” sorusunun altını bir kez daha çizerek; “… ‘Normal’ dediğimiz şey ancak onun karşıtı olan bir eylemle, yani ‘anormal’, ‘aşırı’, ya da devrimci bir eylemle karşı karşıya geldiği zaman tam olarak ortaya çıkar. Normal ‘normalliği’nden böylece sıyrılınca, insanın kuraldışı olduğu duygusu kendisini aşar ve içinde yaşadığı tarihsel ânın tümüne ulaşır,”[63] yanıtını toplumsallaştırmalıyız.

Ve elbette, “Non est ad astra mollis e terris via/ Dünyadan yıldızlara kolay bir yol yoktur” gerçeğini ve V. İ. Lenin’in, “Bizim ‘barış programımız’ emperyalist güçlerin ve emperyalist burjuvazinin demokratik bir barış sağlayamayacağını açıklamalıdır,”[64] uyarısını bir an dahi “es” geçmeden!

19 Şubat 2024, İstanbul.

N O T L A R

[1] José Saramago, Körlük, çev: Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yay., 2022.

[2] Gürsel Köksal, “Alman Generalinden Dünya Savaşı Uyarısı”, Birgün, 23 Aralık 2023, s.10.

[3] Ergin Yıldızoğlu, “Küreselleşme, Kaos ve Soykırım”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2024, s.11.

[4] Ergin Yıldızoğlu, “2024’e Girerken (4) Liberal Demokrasinin Son Baharı”, Cumhuriyet, 25 Aralık 2023, s.11.

[5] Yusuf Tuna Koç, “Yıl Geçtikçe İnsanlık Daha Geriye Gidiyor”, Birgün Pazar, 7 Ocak 2024, s.10.

[6] Norman Lock, Boğuntulu Masallar, çev: Celal Üster, Notos Yay., 2013.

[7] Albert Camus, Veba, çev: Oktay Akbal, Varlık Yay., 1960, s.249.

[8] M. Birol Güger, “Kneissl: Dünyanın Ağırlık Merkezi Değişiyor”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2023, s.7.

[9] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Yeni Ortaçağ’da Türkiye”, Cumhuriyet, 12 Şubat 2024, s.9.

[10] Ergin Yıldızoğlu, “Kaybet-Kaybet Günleri”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2024, s.9.

[11] “Hegemonya” kavramı bir ülkenin, başka bir ülkenin iç ve dış ekonomik, siyasi hatta askeri tercihlerini zora başvurmaya gerek kalmadan yönlendirebilme kapasitesini betimler. Bu kapasite, liderliğine rıza almak ile şiddet uygulama potansiyeli arasındaki, özel bir ilişkiye dayanır. Liderlik, çekici bir örnek sunmaya, hegemonya alanındaki ekonomik, siyasi sorunlara uygun çözümler (kurallar, model, piyasa, kaynak) sunabilmeye, “hegemonya düzenini” meşrulaştırıcı bir söylem üretebilmeye dayanır. Şiddet uygulama potansiyeli de askeri alanda rakipsiz olmakla ilgilidir.

[12] Onur İşçi, “Uluslararası Adalet ve ‘Küresel Güney’…”, Birgün, 6 Ocak 2024, s.10.

[13] Ergin Yıldızoğlu, “2024’e girerken 3 ‘Büyük belirsizlik’…”, Cumhuriyet, 18 Aralık 2023, s.9.

[14] Çevrim Çeviren, “Soli Özel: NATO Yeniden Yapılandırılıyor”, Birgün, 16 Temmuz 2023, s.4.

[15] Ergin Yıldızoğlu, “Her Şey, Her Yerde Aynı Zamanda”, Cumhuriyet, 1 Mayıs 2023, s.11.

[16] “Dünya Batı’dan İbaret Değil”, Birgün, 22 Mart 2023, s.11.

[17] İbrahim Varlı, “100 Yıllık Değişim”, Birgün, 29 Mart 2023, s.11.

[18] “Çin’den ABD’ye: Suriye’yi Artık Yağmalama”, Birgün, 24 Eylül 2022, s.11.

[19] Yaren Çolak, “Oktay Değirmenci: Satrancın Veziri: Pekin”, Birgün, 8 Nisan 2023, s.11.

[20] “Şi’nin Körfez Açılımı”, Birgün, 8 Aralık 2022, s.11.

[21] Ergin Yıldızoğlu, “Hamleler Hızlandı”, Cumhuriyet, 16 Mart 2023, s.9.

[22] Violeta Stratan İlbasmış, “Asimetrik Rusya-Çin İlişkileri”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2023, s.2.

[23] Mehmet Ali Güller, “NATO’nun Genişlemesi, Savaşın Genişlemesidir”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2023, s.7.

[24] Mehmet Ali Güller, “ABD’nin Hedefi: Avustralya-Japonya Hattı”, Cumhuriyet, 31 Temmuz 2023, s.7.

[25] Murat Çakır, “Dünyanın Kutupları Oluşmakta Olan Yeni Jeopolitik Karakteristik Üzerine”, Politika Gazetesi, Yıl:9, No:86, 24 Nisan 2023, s.18-19.

[26] İlhan Uzgel, “Çok Kutuplu Dünya Düzeni Çözüm Değil”, Birgün, 5 Nisan 2023, s.10.

[27] “Çok Kutuplu Düzen”, Birgün, 23 Ağustos 2023, s.11.

[28] Umut Can Fırtına, “Stratejik Genişleme Hamlesi”, Birgün, 25 Ağustos 2023, s.11.

[29] Fikret Başkaya, “… ‘Birleşmemiş’ Milletler Örgütü…”, Yeni Yaşam, 5 Aralık 2023, s.10.

[30] İbrahim Varlı, “Emperyalizmin Bunalımı”, Birgün, 7 Eylül 2023, s.11.

[31] “NATO Avrupa Savaşını Başlatma Kararı Aldı”, Cumhuriyet, 16 Temmuz 2023, s.7.

[32] “Ahmet Murat Aytaç: NATO, Küresel Bir Savaş Makinesidir”, Evrensel, 10 Temmuz 2023, s.7.

[33] Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, çev: Alp Tümertekin, İthaki Yay., 2006, s.19.

[34] Nejat Eslen, “2024 Yılı ve Sonrası: Küresel Kaos”, Cumhuriyet, 30 Aralık 2023, s.2.

[35] İbrahim Varlı, “Tarihin Tekerrürü Değişimin Sancısı”, Birgün, 14 Haziran 2023, s.14.

[36] “Tehlikeli İttifak”, Birgün, 15 Mart 2023, s.11.

[37] “İttifak Sarmalı”, Birgün, 17 Mart 2023, s.11.

[38] Mehmet Ali Güller, “ABD’nin ‘Asya-NATO’su’ Çabası”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 2023, s.7.

[39] Mehmet Ali Güller, “ABD Kışkırtmasına Karşı Sosyalist Dayanışma”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2023, s.7.

[40] “Sıra Asya’ya Geldi”, Birgün, 25 Şubat 2023, s.10.

[41] Selim Somçağ, “Çin Nereye Koşuyor?-2”, 11 Kasım 2022… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/selim-somcag/cin-nereye-kosuyor-2-2001605

[42] “Çin 44 Teknoloji Alanının 37’sinde ABD’nin Önünde Yer Alıyor”, 20 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/cin-44-teknoloji-alaninin-37sinde-abdnin-onunde-yer-aliyor/

[43] Korkut Boratav, “Çin Komünist Partisi ABD’ye Meydan Okuyor”, 23 Ocak 2021… https://odakdergisi.com/cin-komunist-partisi-abdye-meydan-okuyor/

[44] Hayri Kozanoğlu, “Çin’in ‘Ortak Refah’ Arayışı”, Birgün Pazar, Yıl:19, No:805, 14 Ağustos 2022, s.8.

[45] Burak Gürel, “ÇKP 20. Kongresi, Kasım 2022 Eylem Dalgası ve Çin’in Geleceği (2): Xi’nin On Yıllık İcraatı”, 1 Aralık 2022… https://gercekgazetesi1.net/uluslararasi/ckp-20-kongresi-kasim-2022-eylem-dalgasi-ve-cinin-gelecegi-2-xinin-yillik-icraati

[46] “Çin: Savaşa Hazırlanmaya Odaklanacağız”, 8 Kasım 2022… https://www.dokuz8haber.net/cinden-dunyayi-korkutan-aciklama-savasa-hazirlanmaya-odaklanacagiz

[47] “Çin: Savaş Başlatmakta Tereddüt Etmeyeceğiz”, 11 Haziran 2022… https://rojnameyanewroz3.com/cin-savas-baslatmakta/

[48] “Pasifik’te Restleşme”, Birgün, 28 Ağustos 2023, s.11.

[49] “Ada Çevresinde Ziyaret Gerilimi”, Birgün, 21 Ağustos 2023, s.11.

[50] “İnsanlığın Geleceği ve Kaderi, ABD-Çin İlişkilerine Bağlı”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2023, s.7.

[51] Mehmet Ali Güller, “Filistin, Çin’in Stratejik Ortağı”, Cumhuriyet, 24 Haziran 2023, s.7.

[52] “Şi’nin Körfez Açılımı”, Birgün, 8 Aralık 2022, s.11.

[53] Wissam Sade, “Çin, Ortadoğu’ya Nasıl Şekil Veriyor?”, Birgün, 3 Ağustos 2023, s.11.

[54] Stefan Wolff, “Çin-AB İlişkisi Kritik Dönemde”, Birgün, 5 Aralık 2022, s.11.

[55] “Macron: Kendimizi Çin’den Ayıramamalıyız”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2023, s.7.

[56] Zeynep Çam, “Macron’un Çin Ziyaretinin İpuçları”, Cumhuriyet, 26 Nisan 2023, s.7.

[57] Elçin Poyrazlar, “Avrupa’nın NATO’su”, Cumhuriyet, 16 Şubat 2024, s.7.

[58] Nilgün Cerrahoğlu, “Moskova’daki Gölge Oyunu”, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2023, s.2.

[59] Nilgün Cerrahoğlu, “Moskova’daki Gölge Oyunu”, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2023, s.2.

[60] “Böyle Giderse Yeni Savaş Kaçınılmaz”, Birgün, 26 Nisan 2023, s.11.

[61] Özgen Acar, “… ‘3. Dünya Savaşı’na Doğru! (1)”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2024, s.8.

[62] Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI), 2022’de en çok silah ve askeri hizmet satışı yapan ilk 100 savunma sanayi şirketini açıkladı. Listede dört Türk şirketi yer alıyor. 60’ıncı sırada ASELSAN, 76’ncı sırada Baykar, 82’nci sırasında Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TUSAŞ) ve 100’üncü sırasında da Roketsan yer alıyor. SIPRI raporuna göre ilk 100’de yer alan Avrupa’daki 26 şirketin silah satışları 2022’de yüzde 0.9 artarak 121 milyar dolara ulaştı. (“SIPRI 2022: Silahlar Ortadoğu’dan”, Cumhuriyet, 5 Aralık 2023, s.8.)

[63] John Berger-Jean Mohr, Yedinci Adam-Avrupa’da Bir Göçmen İşçinin Hikâyesi, çev: Cevat Çapan, Metis Kitap, 2018.

[64] V. İ. Lenin, “Barış Programı”… https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1916/mar/25.htm

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz