Eyleme TTK’ye ait Armutçuk, Amasra, Karadon, Kozlu, Üzülmez müesseselerinde çalışan işçiler katıldı. İşçiler, “iş ekmek yoksa barış da yok” sloganlarıyla Madenci Anıtı önüne yürüdüler.
Madenci Anıtı önünde basın açıklaması yapan GMİS Genel Başkanı Ahmet Demirci, Zonguldak üzerinde 1990 ve 1994 yıllarında, 5 Nisan kararlarında olduğu gibi yine kara bulutlar dolaştığını, maden ocaklarının, demir- çelik sektörünün tehdit edildiğini söyledi.
‘Bizi işsizliğe, açlığa, yoksulluğa mahkûm etmek istiyorlar’
Özelleştirme saldırısıyla ülke sanayisinin felç edilmek istendiğini belirten Demirci, “Uluslararası tekeller ve yerli işbirlikçileri, kendi kazançlarını artırmak için bizi, Zonguldak ve bölge halkını, sonra da ülkemiz insanlarını işsizliğe, açlığa, yoksulluğa mahkum etmek istiyorlar. Bugün bunun ilk adımını TTK Karadon Müessesesi’nde atmak istiyorlar. Çünkü Karadon Müessesesi, TTK’nin bel kemiğidir. En kısa sürede TTK’den kurtulmanın hesabını yapıyorlar” diyerek bu saldırıya izin vermeyeceklerini vurguladı.
Uluslararası destek
Merkezi İsviçre’de bulunan ve 143 ülkeden 700 sendikaya üye 50 milyondan fazla maden, enerji ve sanayi işçisini temsil eden Küresel Sanayi İşçileri Sendikası IndustriALL Global Union, Zonguldaklı maden işçilerine destek ve dayanışma mesajı yayınladı.
İşçi Gazetesi / 14 Temmuz 2016
Zonguldak’ta maden işçileri sokağa indi
THY, kan kokuları ve yıkıntılar içinde çalışmaya zorladı
THY yönetimi, Atatürk Havalimanında gerçekleşen IŞİD saldırısının sabahında şirket emekçilerini kan kokuları ve yıkıntılar arasında çalışmaya zorladı.
THY yönetimi, 45 kişi yaşamını yitirdiği, 230’u aşkın kişinin de yaralandığı katliamın henüz şokunu atlatamayan uçak kabin emekçilerini patlamanın gerçekleştiği gece sabaha karşı saat 06.12’de mesajla uçuşa çağırdı.
Çalışanlardan şirket politikası gerekçesiyle gülümseyerek hizmet etmelerini de isteyen THY yönetimi, “Yola devam ediyoruz. Brüksel patlamasından sonra uçuşlara ara verilmişti. Ama biz profesyoneliz. THY dünyanın en iyi markaları arasında” diyerek personeli övgülerle görev yerlerine gönderdi.
‘Kan kokusu arasında uçuşa gittik’
Evrensel gazetesine konuşan bir THY kabin memuru, sabah saatlerinde uçuş için gittiği havalimanındaki atmosferi şu sözlerle anlattı: “Gittiğimde her yer yıkılmış, camlar kırılmıştı. Savaş alanı gibiydi. Kan kokusu vardı havada. O kokunun ve bu atmosferin içinden geçerek uçuşa gittik.”
‘Kalıcı hasarlar oluşabilir’
Evrensel’in görüştüğü İşyeri Hekimi Uzman Doktor Gökmen Özceylan, böyle büyük bir olayın hemen ardından çalışanları uçuşa çağırmanın tartışmasız yanlış olduğunu ifade ederek, 15 günlük bir dinlenme ve rehabilitasyon sürecinin ardından, kişinin kendini hazırlayarak, kendi isteğiyle işe gitmesi gerektiğine dikkat çekti.
Özceylan, “Bu süreçte bunlar yapılmadan çalışan işe zorlanırsa, 3 aydan sonra kalıcı hasarlar olabilir. Posttravmatik stres bozukluğu, uyku bozukluğuna ek olarak organik bozukluklar da oluşabilir” dedi.
İşçi Gazetesi / 5 Temmuz 2016
Artvinliler Kafkasör Festivali’nde tek ses: Madene hayır
Artvin’de her yıl düzenlenen Kafkasör Festivali’nde bu yıl Cerattepe’de maden istemeyenler damgasını vurdu. Artvin Belediyesi festival programını daralttı, valilik festivali Artvinlilerden “korumak” için güvenlik takviyesi istedi ama Artvinlileri engelleyemedi. Binlerce Artvinli Kafkasör Yaylası’nı giydikleri “Madene hayır tişörtleri” ve “Artvin bizimdir bizim kalacak” sloganlarıyla doldurdu
Cerattepe’de madene karşı çıkmak için 7 neden
TMMOB’a bağlı Orman Mühendisleri Odası, Cerattepe ve Genya Dağı ormanlarında planlanan madencilik faaliyetlerinin doğal kaynaklar üzerine etkilerini raporlaştırdı:
1 İçme suyu kirlenecek
2 Heyelan tetiklenecek
3 Orman eko-sistemi olumsuz etkilenecek
4 Sağlıklı yaşam yok edilecek
5 Zehirli toz kente yağacak
6 Kamu yararı yok
7 Organik tarım etkilenecek
Cengiz’in Türkiye’deki gizli şirketi Panama ’dan çıktı
Mehmet Cengiz’in, Türkiye’de Digital İnternet Hizmetleri adlı bir şirketinin daha olduğu, Panama belgelerindeki para akışından ortaya çıktı. AKP döneminde büyük bir yükseliş sergileyen işadamı Mehmet Cengiz’in, hükümetten şimdiye dek onlarca ihale aldığı şirketlerinin yanı sıra vergi cennetlerine para aktarmak için kullandığı bir şirketinin daha olduğu ortaya çıktı. Panama belgelerine göre Mehmet Cengiz, kardeşi Ekrem Cengiz ile birlikte, Ankara merkezli Digital İnternet Hizmetleri adlı şirketin gizli sahibi iken bu şirket üzerinden Britanya Virjin Adaları’ndaki şirketi Digital European Company Ltd’ye para aktarıyor. Mehmet ve Ekrem Cengiz ortaklığındaki Digital European Company Ltd, 14 Haziran 2004 tarihinde kurulmuş. Aracılık işlemlerini ise Erbek Services and Trust (EST SA) şirketi yani Şeref Doğan Erbek yürütüyor. Panama merkezli hukuk firması Mossack Fonseca, 2015 yılında EST SA’ya gönderdiği e-mail’de Digital European Company’nin fon kaynağını soruyor. Para akışının Ankara’da kayıtlı Digital İnternet Hizmetleri Ticaret Ltd’den sağlandığı yanıtını alıyor.
Mahalleli parkı korumak için birlik oldu
İstanbul Beşiktaş Belediyesi Abbasağa Mahallesi Ihlamur Yıldız Caddesi ve Nardenk Sokak kesişiminde Toprak Holding karşısında Ihlamur Park içerisinde koruma altında ağaçların yer aldığı 2. Mahmud ve 3. Selim’in nişanlarının da bulunduğu tam 11 bin metrekarelik yeşil alan, parkın mülk sahibi olduğunu iddia eden kişiler tarafından etrafı alüminyum panellerle çevrelendi. İstanbul Beşiktaş Belediyesi ve Beyaz masaya telefonlarla şikayette bulunan mahalleli ise parkta toplanarak endişelerini ve yapılabilecekleri tartıştılar. Kamusal alanın özel mülkiyete dönüştürülmemesi, tarihin yok olmaması ve yeşil alanların azalmaması için muhtarlıkta tam 337 imza toplayan mahalleliyi Beşiktaş Kent Dayanışması da yalnız bırakmadı.
“Kabataş’ta kriz yaratmayın, 20 bin imzaya kulak verin”
İBB tarafından “Kabataş Martı Projesi” olarak bilinen transfer merkezi projesi için 28 Temmuz’da kapatılması planlanan, fakat demokrasi mitingleri gerekçe gösterilerek bir hafta daha açık kalacağı duyurulun Kabataş İskelelerinde 27 Temmuz günü basın açıklaması yapıldı.
27 Temmuz Çarşamba günü Kabataş İskelesinde yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Bu masada yüz yüze topladığımız imzalar 20 bin oldu, bunları geçen Cuma İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) ilettik. İnternet üzerinden de çok sayıda imza toplandı. Adalar halkı, Setüstü halkı, Kabataş halkı, İstanbul halkı Kabataş’ı beton çölüne çevirecek bir proje istemiyor. İBB’yi, 20 bin imzayla sunduğumuz taleplerimize saygı duymaya davet ediyoruz.”
Kenti trafik kaosuna boğmayın
“İBB, iskeleyi kapatma tarihini 1 hafta ertelediğini açıkladı. Kendilerini tebrik ediyoruz, doğru yola geldiklerini görüyoruz. Gelin bu yaz sıcağında, ülkenin bu kaotik ortamında, kenti trafik kaosuna boğmayın.”
“Yaklaşık iki haftadır İstanbullulara ücretsiz ulaşımın nasıl olduğunu gösterdiniz, Kabataş’ta bir ulaşım krizi yaratmayın, beton çölüne çevirmeyin. Bugün yaptığınız açıklamada elimizdeki görsellerin gerçeği yansıtmadığını söylemişsiniz. Biz bu görselleri İBB’nin sitesinden, anlaştığınız mimar Hakan Kıran’ın projesinden aldık. Varsa başka bir projeniz şeffaflıkla, koruma kurullarıyla, halkla paylaşın ve o zamana kadar da Kabataş’ı kapatmayı ağzınıza almayın.”
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kabataş Martı Projesi için 28 Temmuz’dan itibaren iskelenin kapatılacağını ilan etti. ‘Kabataş Transfer Merkezi’ olarak sunulan Martı Projesi denize dolgu, kıyı çizgisine martı şeklinde yapı öngörüyor. Dolmabahçe-Fındıklı kara ulaşım trafiği beton dalış tünelleriyle yeraltına alınıyor. Kabataş’a 83 bin metrekarelik beton bir meydan yapılıyor.
kuzeyormanlari.org
Operasyon bitti denilen şehirlerde yıkımlar sürüyor
Yetkililer tarafından operasyonların bittiği açıklamasına rağmen yasak devam ederken; kentteki yıkım görüntülendi.
Paylaşılan fotoğraf karesinde yan yana bulunan iş makineleri yıkıma devam ederken, kenti toz bulutunun sardığı görülüyor.
Öte yandan iktidarın ve havuz medyasının kahraman ilan ettikleri ve saldırılarda başrol oynayan askerlerin bir kısmı 15 Temmuz’dan sonra hain ve terörist ilan edildiler.
Hakkari’de sıkıyönetim kuşatmasında operasyonları yöneten ve “Taş üzerinde taş kalmayacak” sözleriyle 8 bini aşkın yapının yerle bir edilmesi emrini veren 3. Piyade Tümen Komutanı Tümgeneral Halil İbrahim Ergin, yahut hükümete yakın medyada “Sur’u ve Cizre’yi temizleyen komutan” olarak övülen 2. Ordu komutanı Âdem Huduti gibi bir çok “kahraman” darbe girişiminde bulunmaktan tutuklandı.
Hurşit Külter’den hala haber alınamıyor
Adli, kolluk ve idari birimler, tanık ifadelerine rağmen Hurşit Külter’in gözaltına alınmadığını savunuyor. İnsan hakları örgütleri ise Külter’in bulunması için girişimlerini sürdürüyor. Ancak Külter’in akıbetine dair Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan başvurulardan da henüz sonuç alınmadı.
Bakanlık ‘İnceliyoruz’ dedi, ses yok
Milli Savunma Bakanı Fikri Işık ise, 23 Haziran’da İçişleri Bakanlığı’nın bir mülkiye müfettişini bu konunun araştırılması ve incelenmesiyle ilgili görevlendirdiğini söylemişti. Ancak Bakan Işık’ın bahsini ettiği bu incelemeye dair henüz bir açıklama yapılmış değil.
İmza kampanyası
Öte yandan “Hurşit Külter Nerede?” sloganıyla bir imza kampanyası başlatıldı. Kampanyaya açılan metinde Hurşit Külter’in akıbeti soruluyor. Metinde, “’İçişleri Bakanlığı’nın kamuoyunda endişeye ve şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklama yaparak konuyu aydınlatmasını bekliyor ve soruyoruz: Hurşit Külter Nerede?” deniliyor.
Anne Külter: Ölü ya da sağ ama versinler oğlumu
Hurşit Külter’in annesi Kerime Külter ise yaptığı açıklamada, “Bize bu acıyı yaşatanların birazcık vicdanı varsa, yüreklerinde birazcık sevgi varsa oğlumu bana getirirler. Ölü ya da sağ ama versinler oğlumu. Gece gündüz aynı şeyi düşünüyorum; ‘Acaba Hurşit nerede, ne yapıyor? Neler yaptılar oğluma, hangi acıları yaşattılar ona?’ diye düşünüyorum” dedi.
CHP’li vekillerden çağrı
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekilleri Şenal Sarıhan, Zeynep Altıok, Selina Doğan ve Mahmut Tanal, DİHA aracılığıyla 11 Temmuz’da, Hurşit Külter’in akıbetinin açıklanması için çağrı yaparak, herkesi “Hurşit Külter nerede?” sorusunu sormaya davet etti.
CHP İstanbul milletvekili İlhan Cihaner’in açıklamasına destek verecek şekilde, Selina Doğan açıklamasında: “…Bir an önce akıbetinin açıklaması gerekiyor. Siyaset hesap verme sorumluluğudur. Eğer Külter’den hala haber alınmıyorsa siyasiler ağır şekilde sorumluluklarını ihmal ediyorlar demektir. Bir kişinin yaşam hakkı söz konusu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu konuda birçok kararı var. Külter’den birinci derecede devlet sorumludur.” dedi.
Külter’e dair özel yazışmalara ulaşıldı
20 Temmuz’da ise önemli bir bilgiye ulaşıldı. Resmi olarak kabul edilmese de, özel harekat polislerinin Külter’in gözaltına alındığını açıklarken kullandıkları “BÖF@TwetGuneydoğu” isimli Twitter hesabının ulaşılan özel mesajlaşmalarında; Külter için “Biz aldık sorguladık. Gümüştepe’ye sevk ettik” şeklindeki itiraf niteliğindeki yazışmalar yer alıyor.
Görgü tanıklarının ifadesine göre, “şortland” diye tabir edilen, polisin kullandığı zırhlı araçla gözaltına alınan Külter, önce Gümüştepe Özel Harekat Karakolu’nda ardından ise 23. Sınır Jandarma Tümen Komutanlığı’na götürülmüş.
Külter gözaltına alındığı gün, bu hesaptan “Kamera karşısında öz yönetim ilan eden Külter, şortlandda biraz gezince muhbir oldu birden” şeklinde paylaşımda bulunulmuştu.
İtiraf niteliğinde cümleler
Twitter’ın özel mesajlaşma kısmında bir başka kullanıcı ile yazışan BÖF hesabı kullanıcısı polis, sohbet sırasında kendisine Külter’i sorduğu anlaşılan diğer kullanıcıya “Biz aldık sorguladık. Gümüştepe’ye sevk ettik. Gümüştepe barut izine rastlamadığı için serbest bıraktı” yanıtı veriyor. Sarf edilen bu ifadelerle, gözaltına alındığı yönünde yapılan paylaşımın ardından Külter’in bizzat aralarında hesap kullanıcılarının da olduğu ekip tarafından gözaltına alındığı itiraf edilmiş oldu.
Ancak yapılan bu itirafa rağmen, hesap kullanıcısı tarafından devamında Külter’in serbest bırakıldığı ve KDP denetimindeki Irak bölgesinde olduğu iddiasında bulunuldu.
Kentte sürdürülen operasyonlarla birlikte halen devam etmekte olan ‘sokağa çıkma yasağı’ nedeniyle, gözaltına alınan bir kişinin kentten çıkabilmesi mümkün değil. Bu nedenle Külter’in götürüldüğü Gümüştepe’den serbest bırakılması halinde bile mutlaka başka bir polis ya da askeri ekip tarafından yeniden alıkonulduğu ve kaybedildiği akla uygun en yakın seçenek.
Hesabı 3 polis kullanıyor
Külter’i birebir gözaltına alıp Gümüştepe’ye götürdüklerini itiraf eden “BÖF” hesabının ise ortaya çıkan son yazışmalarda yer alan bilgilerle 3 özel harekat polisi tarafından yönetildiği sanılıyor. Bu kullanıcılardan biri olduğu anlaşılan Serkan isimli özel harekat polisinin girdiği çatışmada yaralandığı ve GATA’da tedavi gördüğü bilgileri yazışmalarda yer aldı.
Hesabı kullanan bir diğer kişinin ise yine yaralı olarak aynı hastanede tedavi gören H.B. isimli polis olduğu belirtiliyor.
Hürşit Külter bulunana dek susmayacağız!
Şırnak’ın Cizre ilçesinde 1990’lı yılarda gözaltında kaybedilen ve “faili meçhul” cinayetlere kurban giden yakınları için yıllardır mücadele eden Dayikên Şemiyê, 27 Mayıs’ta gözaltına alındıktan sonra kaybedilen DBP Şırnak İl Yöneticisi Hurşit Külter’in akıbetinin açıklanmasını istedi.
1990 yılında JİTEM tarafından katledildikten sonra kaybedilen eşi Hadi Dalmış’ın fotoğraflarıyla yıllardır eylemlerde yerini alan Asya Dalmış, devletin katlederek, kaçırarak ve kaybederek Kürtleri yok edemeyeceğini belirtti. Dalmış, “Hurşit’in suçu neydi? Habersiz bir şekilde alıp götürdüler. Bir suçu varsa gidip mahkemede yargılasınlar. Neden kaybediliyor?” diye sordu. “Hurşit sadece Kerime ananın evladı değil, hepimizin evladıdır” diyen Dalmış, “Ne zaman Hurşit’ten bahsedilse benim yüreğimden bir parça kopuyor. Bize nerede olduğunu söylesinler. Devlet her ne kadar üstünü kapatmaya çalışsa da biz Hurşit bulunana kadar susmayacağız. Hurşit’i nasıl aldılarsa öyle istiyoruz” şeklinde konuştu.
Hurşit’in annesinin 53 gündür oğlunu aradığını vurgulayan kayıp yakını Şerife Uygur ise “Hurşit’in fotoğrafını ‘faili meçhul’lerin arasında görmek istemiyoruz. Hurşit’in akıbeti belli olana kadar sormaya devam edeceğiz. Bize derhal Hurşit’in nerede olduğunu söylesinler” dedi.
Kürdistanlı 15 baro:Hürşit Külter nerede?
Bingöl’de toplanan bölgedeki 15 baro, mesleki ve toplumsal sorunları tartıştı. Yargı bağımsızlığı ile ilgili derin kaygılar taşındığını belirtilen Avukatlar, 45 gündür kendisinden haber alınamayan DBP Yöneticisi Hurşit Külter’e ilişkin, ‘Bu konuda devlete ve siyasi iktidara objektif sorumluluğunu hatırlatıyor ve Hurşit Külter’in akıbeti hakkında kamuoyunu tatmin edici bir şekilde bilgilendirmeye çağırıyoruz’ dedi
Ne olmuştu?
27 Mayıs Cuma günü “BÖF” adlı, polis ve askerlerin kullandığı Twitter hesaplarından; Külter’in gözaltında olduğuna dair fotoğraflar paylaşıldı. Daha sonra paylaşımlar çekildi ve paylaşımı yapan hesap askıya alındı.
Külter’in ise ailesine gönderdiği son mesajında etrafının sarıldığını ifade ettiği ve “Hakkınızı helal edin” dediği belirtilmişti.
Avukatların başvurusu üzerine Şırnak Emniyet Müdürlüğü, Külter’in gözaltında olmadığı yanıtını verirken; Şırnak Valiliği de Külter’in gözaltında olmadığı yönünde bir açıklama yaptı. Yine İHD’li avukatlara da 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı “Bu isimde birisi gözaltında değil” demişti.
HDP Şırnak milletvekilleri Leyla Birlik ve Aycan İrmez, Külter’in akıbetiyle ilgili İçişleri Bakanı Efkan Ala ile Başbakan Binali Yıldırım’ın yanıtlaması istemiyle ilgili TBMM’ye soru önergesi vermişti.
Külter ailesinin İl Emniyet Müdürlüğü, Cumhuriyet Savcılığı, 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı ve Valiliğe yaptıkları başvurularda, “Bu isimde bir gözaltı kaydı yok bizde” yanıtı verilmesi üzerine avukatlar önce BM’ye başvuru yaptı. İHD’de ise 3 Haziran’da Külter için AİHM’e başvuruda bulundu.
Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, 23 Haziran’da İçişleri Bakanlığı’nın bir mülkiye müfettişini bu konunun araştırılması ve incelenmesiyle ilgili görevlendirdiğini söyledi.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, düzenlediği günlük basın açıklamasında Hurşit Külter için araştırma yapacaklarını söyledi.
İmc.tv, DİHA, direnişteyiz.org
Koruculaştırılan Kırgızlar: Savaştan kaçtık, savaşa soktular
Zîlan bölgesinde 1930 yılında 15 bini aşkın Kürt’ü katleden, 220 köyü ise tamamen yok eden devlet, katliamdan sağ kalanların topraklarına dönmesini engellemek için bölgeyi yasaklayarak, 1983 yılında dönemin Başbakan’ı Turgut Özal’ın talimatıyla Kırgız göçmenlerini bölgeye yerleştirdi. Kırgızların yerleştirildiği köyün Kürtçe olan ismi Milkê’yi Ulupamir olarak değiştirerek işe başlayan devlet, ardından bölgeye yerleştirdiği Kırgızları, “Kendinizi terörden koruyun” diyerek koruculaştırdı. Bu yöntemle koruculaştırılan Kırgızlar ile Kürtleri karşı karşıya getirmeyi amaçlayan devlet, savaştan kaçan Kırgızları yeni bir savaşın içine sürükledi.
Savaşın parçası haline getirildiler
Sovyet savaşından kaçarak yeni arayışlarla geldikleri ülkede yeni bir savaşın içine çekilen Kırgızlar, bir süre sonra devlet tarafından silahlandırılarak, koruculaştırıldı. Bölgede yaşanan çatışmalarda da cephelerde kullanılan Kırgızlar, halen de savaştırılmaya devam ediliyor. Anadolu Ajansı (AA) imzalı provokatif haberlerle sık sık kullanılan ve at sırtında, elleri silahlı görüntüleri servis edilen Kırgızlar, bu tip haberlerle bölge halkıyla karşı karşıya getirilmek istendiklerini söylüyor. Ulupamir köyünde yaşayan ve adının açıklanmasını istemeyen bir Kırgız, Türk devletinin halkları birbirine kırdıran politikalarını, “Biz çok sonradan anladık; Kürtlerin Türkiye’de bir kimlik mücadelesi verdiğini. İnanın biz bu savaşın parçası olmak istemiyoruz. Kardeşçe yaşamak ve bölge halkı ile kaynaşmak istiyoruz. Bizi buraya devlet yerleştirdiği için buraların daha önce kime ait olduğunu ve burada bir katliam yaşandığını da bilmiyorduk. Fakat devlete minnettar olduğumuz için devletin her dediğini de yapmak zorundayız. Bugün devlet bize derse buradan çıkın gidin mecbur gideceğiz” sözleriyle anlattı.
‘Kendi köyünüzü koruyacaksınız’ dediler ama…
Kimliğinin açıklanmasını istemeyen bir diğer Kırgız ise Kürdistan’da devam eden savaşın bir parçası haline getirilmelerinin uluslararası suç olduğunu belirterek, “Bizim sorunlarımız çok, anlatsak sorunlarımız bitmez. Fakat biz gazetelere ve televizyonlara konuştuğumuzda hemen müdahaleye maruz kalıyoruz. Bizim koruculaştırılmamız, bilmediğimiz bu savaşın içine sürüklenmemiz aslında uluslararası bir suç. Bizler göçmeniz, ülkenin iç meselesine karışmamız doğru da değil. Fakat ne yazık ki, bizi de bu savaşa dâhil ettiler. Bize dedikleri, kendi köyümüzü korumamız, fakat çoğu zaman kendi köyümüzün dışına çıkıyoruz” diye konuştu
HRW’den Cizre raporu
Hak ihlalleri arasında sivillere yönelik kanunsuz öldürmeler, sivillerin kitlesel olarak zorla yerinden edilmesi ve özel mülke yönelik yaygın ve hukuksuz tahribat gibi ihlaller yer alıyor. Ağustos ayından bu yana 22 kent ve mahallede, “sokağa çıkma yasakları” ilan edildiğinin belirtildiği raporda, bu yasakların yapılan hak ihlallerinin sivil toplum örgütleri, gazeteciler ve avukatlar tarafından araştırılmasına da engel teşkil ettiği ifade edildi. İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye araştırmacısı Emma Sinclair-Webb’in “Türkiye hükümetinin Güneydoğu’da birçok bölgeyi fiilen abluka altına almış olması, bir şeylerin örtbas edilmeye çalışıldığına ilişkin şüpheleri besliyor” şeklinde konuşmasına yer verilen raporda, “Türkiye hükümeti Birleşmiş Milletler’in ve sivil toplum gruplarının orada olup bitenleri belgelendirmek amacıyla bölgeye girmesine hemen izin vermelidir” denildi.
‘En az 338 sivil öldürüldü’
355 binden fazla insanın göç etmek zorunda bırakıldığına değinilen raporda, “Çatışma yaşanan yerlerde en az 338 sivil öldürüldü” ifadesine yer verildi. Rapor’da Cizre’de görev yapan avukatların derlediği raporlara göre; 14 Aralık 2015 ile 11 Şubat 2016 tarihleri arasında 11 çocuğun da bulunduğu en az 66 Cizrelinin ateşli silahla vurulma veya havan topu patlaması sonucu öldüğü belirtildi. Ayrıca HRW’nin görüştüğü tanık ve mağdurların, güvenlik güçlerinin beyaz bayrak taşıyan sivillere ateş açtığı ifadelerine yer verilen raporda, “Eldeki bilgiler, güvenlik güçlerinin kuşattıkları üç binanın bodrumlarında mahsur kalmış, aralarında silahsız sivillerin ve yaralı savaşçıların da bulunduğu 130 civarında insanı öldürdüklerini de gösterir nitelikte” denildi. Çatışma yaşanmayan mahallelerde bazı sivillerin öldürüldüğünün belirtildiği raporda, HRW’nin Nisan ayından bu yana tanıklarla görüşmesinin polislerce engellendiği hatırlatıldı.
‘Beyaz bayraklı siviller öldürüldü’
Raporda, Sinclair-Webb’in şu tespitine de yer verildi: “Aralarında çocukların da bulunduğu, beyaz bayrak sallayan, ya da bodrumlarda mahsur kalmış sivillerin, Türkiyeli güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğü yönünde inandırıcı anlatımlar var ve bu anlatımların varlığı alarm zillerinin yüksek sesle çalmasına neden olmalıydı. Cizre savcılığının, mağdurların adalet arayışına yanıt verebilecek tam, etkin ve bağımsız bir soruşturma yürütmesi gerekiyor.”
‘Deliller infazı gösteriyor’
“Bodrumlarda mahsur kalmış 130 civarındaki kişinin ölümünün de tam olarak soruşturulması gerekiyor” ifadelerinin yer aldığı raporda, ortaya çıkan delillerin bu insanların infaz edilmiş olabileceğini işaret ettiği belirtildi. Bodrumlarda mahsur kalmış insanlar için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurulduğunun hatırlatıldığı raporda, AİHM’nin tedbir kararı verdiği 5 kişiden sadece birine tedavi hakkı sağlandığı ifade edildi.