Ana Sayfa Blog Sayfa 239

Suriye savaşı, dünya savaşına doğru

Ve bu durumda, Suriye savaşını başlatan ülkeler, Başta ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan olmak üzere, durumdan rahatsızlar. Ve bu nedenle artık şu soru ile karşı karşıyadırlar: IŞİD yetmiyor, doğrudan kara güçlerini devreye sokmalı mıyız? Suudi Arabistan, bu konuda kapıyı açtı ve ardından Türkiye, bu konuda ne kadar heveskâr olduğunu göstermek üzere, Genelkurmay Başkanı’nı Davutoğlu’nun yanına katarak, Suudi Arabistan’ın yolunu tuttu. Aynı zamanlarda Katar, Moskova’nın yolunu tutup, kendini geri çekmek üzere hamleler yapmakla, belki de biraz zaman kazanmakla meşgul idi. Türkiye, bir yandan Suudi Arabistan’a sentetik Başbakan’ını ve onun yanına Genelkurmay Başkanı’nı gönderirken, Erdoğan Moskova’ya giden Katar şeyhinden, Putin ile ilişkilerin düzeltilmesi için arabulucu olmasını istiyordu.
Demek ki, birincisi, Türkiye ne yaptığını bilmiyor. TC devleti ve onun yöneticileri, akılları karışmış bir biçimde davranmaktadır, stratejik derinlik, bugün ortaya çıktığı kadarı ile, stratejisi olmamak anlamına geliyormuş. Bu durum, TC devleti içinde her kurumun, başka saiklerle aklına eseni yapması şansını ortaya çıkarıyor. Kendi aralarında büyük çatışmalar, henüz su üstüne çıkmamış hâlde duruyor. İkincisi, Türkiye, işin başında ABD’nin kuyruğuna takılmıştı. Bugün ise, durumdan zararlı çıktığını görüyor. Ama o kuyruktan ayrılma cesaretini gösteremiyor. Seçimler karşılığında ABD’ye verdikleri tavizler, muhtemelen karşılarına çıkartılmaktadır ve Erdoğan-AK Parti devleti, kendi ellerini bağlamış durumdadırlar. ABD, açık olarak, PYD terör örgütü değildir, demektedir ve Türkiye, ABD’ye sesini çıkartamadığından, bölgedeki Sünni ittifak sürecini geliştirmeye çalışmaktadır. Şimdilerde Suudi kuyruğuna eklenmelerinin nedeni budur. Türkiye, Suudi uçaklarına İncirlik’i açmıştır. Bu yolla, bir yandan kara harekâtı yapmaktan söz ediyorlar, diğer yandan ise, savaşı dünya savaşına doğru büyütmek istiyorlar. Suudi uçakları İncirlik’ten Suriye hava sahasına dalacak ve El Nusra ve IŞİD güçlerini koruyacak planları yapmaktadırlar. Bu yolla, Suriye sınırlarına uçak kaldıramaz hâle gelen Türkiye, Rusya’ya karşı hamle yapmaktadır. Büyük ekonomik çöküntü yaşayan Suudi Arabistan, savaş ile tüm bölgeyi birbirine katma peşindedir. Muhtemeldir ki, ABD, bu süreci önlememek yolu ile desteklemektedir. ABD, Suriye’de savaşı kaybettiğini görebilmektedir ve bu nedenle, daha tehlikeli bir oyunun oynanmasının Rusya’yı zora sokacak adımlar atılmasının önünü sessizce açmaktadır. Bu muhtemeldir. Ama Türkiye, bu savaşın, bu tehlikeli oyunun içine tüm güçleri ile dalmaktadır.
Bu sonuçları şimdilik kaydetmek gerekir.
Aslında, Türkiye, kendisi tarafından beslenen, kendisi tarafından sahaya sürülen, desteklenen unsurların Suriye’de orduya karşı yaşadığı kayıp nedeni ile çok telâşlıdır. Bu telâş ile, her türlü tetikçiliği yapar hâle gelmiştir. Rus uçağının düşürülmesi, böylesi bir eylemdir. ABD emri ile gerçekleştiğinden şüphe yoktur. Türkiye ise, bu eyleme ev sahipliği yapmakla kalmamış, sorumluluğunu da üstlenmiştir. Başika kampı girişimi aynı telâşın ürünüdür. Azerbaycan’a gidip, orada bulunan Türk askerî eğitmenler aracılığı ile Ermenilere saldırmak aynı telâşın ürünüdür.
Şimdi, aynı telâşla, Suudilerle işbirliğini askerî yönde tehlikeli bir oyun için devreye sokuyorlar.
Ve Kürt mevzilerine karşı saldırıları da aynı durumu gösterir. Yakın zamana kadar IŞİD ve El Nusra güçlerinin elinde bulunan üs, TC güçleri tarafından hiçbir biçimde hedef olmamıştı. Ama bugün, Kürtlerin eline geçtikten sonra, TC güçlerince uzaktan bombalanmıştır. Kuşku yok ki, bu bombalamaya ABD de göz yummaktadır.
Nihayetinde ABD, bölgeye sınır değildir. Gün gelir ve geri çekilir, ülkesine döner. Ama bölgedeki güçlerin, Türkiye de içinde, böyle bir şansı yoktur. Bölgede dökülen kanlar, halklar arasına sokulan düşmanlıklar, yüzlerce yıl etkisini gösterecek, derin bir güvensizliğin temellerini atacaktır. Ama TC yönetenlerinin böylesi bir uzun görüşlülüğü yoktur. Erdoğan başkanlığı, Ergenekon takımı devlet içindeki konumlarını, başkaları tatlı petrol paralarını vb. korumak için her şeyi yakmaktadırlar. Stratejik derinlik dedikleri bu olsa gerek.
TC devletinin, El Nusra ve IŞİD güçlerinin üssü kaybetmelerinden sonra giriştiği bombalama eylemi, aslında kendi cephesini de göstermektedir. El Nusra tarafından kontrol edilirken sesleri çıkmıyordu ve bu durum bir tehdit değil idi. Üstelik El Nusra’nın Hatay’daki bombalamayı gerçekleştirdiği açık iken, Erdoğan’ın, 52 Sünni vatandaşımızı öldürdünüz, diye attığı çığlıklar hafızalarda iken. Demek ki, Türkiye’yi esas olarak rahatsız eden şey, IŞİD vb. değil, esas olarak rahatsız eden şey, Suriye ordusunun ve Kürtlerin sahadan IŞİD ve El Nusra gibi güçleri temizliyor olmasıdır.
Şimdi, Türkiye, Suudi Arabistan ile birlikte, Suriye operasyonları mı yürütecektir?
ABD, diyelim ki, bu iki gücü arkadan desteklesin, bu durumda sonuç mu alacaklar? Strateji gerçekten de bu mudur? Yoksa bunlar, yine telâşlı, saçma hareketler midir? Demek ki, yönünü kaybettiğinde, neye sarılacağın bile belli olmuyormuş.
ABD, bölgede, bizzat işlediği tüm suçları, acaba sonunda Erdoğan ve Türkiye’nin boynuna yıkıp, kendini aklamak istese, daha iyi bir yol bulabilir mi?
Türkiye, PYD konusunda düşmanca bir tutum almaktadır. Yakın dönemde PYD ile görüşmeler yaparken, bugün, durum çok değişmiştir. Bugün, bölgede, artık maskeler kalkmaktadır. Herkes gerçekten kiminle birlikte ise, onunla hareket etmeye başlamaktadır. Türkiye, desteklediği güçlerle ilişkilerini artık gizlemiyor. Tüm savaş boyunca bir Sünni ittifakının, Suudi Arabistan, Türkiye, IŞID vb. arasında alttan alta yürüdüğünü artık kimse gizlemiyor ya da gizleyemiyor. PYD düşmanlığı tam da bu nedenle Türkiye için geçici değildir.
ABD, bu tutumu da anlayışla karşılamakta, gizliden gizliye desteklemektedir.
Öyle anlaşılıyor, TC devletinin, Ergenekon güçleri, IŞİD artıkları, TC ordusu, karanlık basını, cesetlerden mutluluk duyan Perinçek’i vb. eli ile bir ittifak hâlinde Kürt halkı nezdinde ülkemizin tüm devrimci demokrat güçlerine, işçi ve emekçilerine, tüm halklarına karşı giriştikleri saldırı da bu sürecin bir parçasıdır. ABD ve AB bu saldırıyı desteklemektedir. ABD, bu saldırıyı teşvik etmektedir. Bu saldırıyı TC devleti ne kadar şiddetli yürütürse, PKK’nin ABD’den ve AB’den yardım isteyeceği ve bu durumda ve bu yolla PKK’nin kontrol edilebileceği düşünülüyor olmalıdır. İçeride yürüyen bu savaş, PYD’ye karşı yürütülen düşmanlık, Irak Kürdistanı’ndaki gelişmelerle yakından bağlantılıdır. Kürt hareketinin, bölgenin paylaşımı savaşının bir parçası hâline getirilmesi, kendi özgürlük ve direniş çizgisini terk etmesi istenmektedir. Cizre’ye, Sur’a, Silopi’ye bir de bu gözle bakmak gerekir. Katil rolü TC devletine yakışırken, kurtarıcı rolü için ABD eşikte beklemektedir.
Sürece, Filistin meselesini, sürece Yemen savaşını da eklerseniz, bugün çok ciddi bir biçimde, dünya savaşının sınırında olduğumuz anlaşılacaktır.
Bu paylaşım savaşı, öyle bir noktaya evrilmiştir ki, bölgede oluşan kontrolsüz güçlere, kontrolünü kaybetmiş devletler de eklenmektedir. Son derece tehlikeli bir oyun oynanmaktadır. Adeta benzin istasyonunda meşalelerle dolaşılmaktadır. Bölge zaten yangın yerine dönmüştür. Ve yangın üzerinden daha tehlikeli oyunlar devreye sokulmaktadır.
Kuşku yok ki, bu savaşa karşı halkların ortak, anti-emperyalist mücadelesi gerçek ve tek çözümdür. Ama bu çözüm, bugün daha çok teorik bir gerçek alternatif olarak görünmektedir. İnsanlar, bunu isteseler de, bunun gerçekçi olmadığını düşünmeye yatkındır.
Oysa, tarih boyunca da hep böyledir. Gerçek çözüm, gerçek barış, gerçek kurtuluş, her zaman uzak görünür. Her zaman zalimler güçlü görünür ve her zaman zalimlerin zaferi yakın görünür.
Ama Kobanê’yi ele alırsak, tarihte derinliklere bakarsak, uzak ve imkânsız gibi görünen kurtuluş, uzak ve imkânsız gibi görünen gerçek çözüm, sanıldığından daha yakındır, daha gerçekleşebilirdir. Kobanê, bunun en son kanıtıdır.
Halkların ortak anti-emperyalist mücadelesi, elbette örgütsüzlüğümüzün yarattığı ortamda, zor ilerleyecektir. Ama bu mucize gerçekleşmeye her zamankinden de yakındır. Dahası, biz devrimcilerin, başka da çıkış yolu yoktur. Biz biliyoruz ki, bu olanaklıdır. Biz biliyoruz ki, halkların ortak iradesi mucizeler yaratmaya her zaman olanak sağlar. Halkların ortak anti-emperyalist mücadelesi dünyayı yerinden oynatmaya yarayacak bir kaldıraçtır.
Öyle ise, durup eyvahlanmak, durup ağıtlar yakmak, doğru yol değildir. Bu ateş çemberinin içinden, bu ablukanın içinden halkların kurtuluşu yolunu açmak, ancak ve ancak, tüm enerjimizle örgütlenmekle, direnişi adım adım örmekle mümkündür. Kürt halkının direnişi bunun en açık örneğidir. Halkları diz çöktürmek, tiranlıklarını ebedî kılmak mümkün olmayacaktır. Elbette bu zorlu, çok çetin bir mücadeledir. Öyle anlaşılıyor, bu coğrafyada, binlerce yıllık baskı ve sömürü tarihi ile hesaplaşmak öngörülenden de zorlu olacaktır. Halkların mücadelesine, işçi ve emekçilerin direnişine daha büyük bir inançla sarılmak tek çıkış yoludur.
Bu karanlık, bu eşine az rastlanır vahşet, bu savaş çığırtkanlığı, er ya da geç son bulacaktır. Mesele bugünden, büyük bir sabır ve büyük bir inatla, bu mücadeleyi örme iradesini göstermektedir. o

1 Kasım seçimlerinin bazı sonuçları

Ne büyük bir “olgunluk”tur.

Kahvehanede tavla oynayan oyunculardan biri, muktedirdir ve diğerine, bu zar sayılmaz, yeniden atacaksın der. Zar yeniden atılıp da tutmazsa ne olacak? Hiç böyle soru olur mu? Zar dediğin şansa geliyorsa, muktedir allahın en sevdiği kulu ve seçilmiş kişi ise, zar bir gün mutlaka onun istediği, ihtiyacı olduğu gibi gelecektir. Zaten, oyunun kuralını kim böyle koymuş ki?

Şimdi bunu demokrasiye uygulayalım. Göreceksiniz ki, Muktedir, istediği sonucu elde edene kadar seçim yapma hakkına sahiptir. Zaten demokrasi dediğin de “iyi” şeyler istemez mi, eeee şimdi Muktedir’in istediğinden daha iyi bir sonuç olabilir mi? Olamaz. İşte budur.

Seçimler tekrar edildi.

Savaş yoğunlaştırıldı, bombalar patlatıldı, yüzlerce insan öldürüldü. Muktedir kükredi, yüksek perdeden, kibir içinde, saraydan “yakarım” dedi.

Ve sonuçta seçimler yapıldı ve AK Parti, yüksek bir oy oranı ile “zafer “ kazandı.

Aradan iki ay geçti.

Bazı sonuçlar ortaya çıktı ve bu sonuçlar, seçim “zafer”inin arkasındaki güçleri de ortaya koymaktadır.

Seçimlerin hemen ardından, hükümet, Çin’e verilmiş olan füze ihalesini iptal etti. Bu aslında NATO’nun epey zamandır üzerinde durduğu, Erdoğan’ın NATO’ya meydan okuması olarak okunan, bazı AK Parti taraftarlarının “sonuçta NATO’dan kopacağız” diye propaganda ettiği füze anlaşması, bir anda iptal edildi. Bu elbette, seçim “zaferi”nin karşılığından biri idi.

Seçim sonuçlarından biri budur.

Bu elbette Türkiye’nin NATO’ya yeniden kavuşması sürecinin başlangıcı idi.

Rus uçağının düşürülmesi, ikinci sonuçtur. Başlıbaşına önemlidir. Rus uçağı, seçim zaferini AK Parti ve Erdoğan’a sunanlara verilmiş bir diyettir. Rus uçağının düşürülmesi, Türkiye’nin NATO’ya ve en başta da ABD’ye, tüm arayışlarımızı bir yana bırakıyoruz ve teslim oluyoruz, daha da büyük bir istekle emrinizdeyiz demenin adımıdır. Bu nedenle, bu, daha çok ABD ve TC tarafından ortaklaşa planlanan bir operasyondur.

Ruslar, Suriye’de sahaya inince, ABD büyük Ortadoğu projesinde kayıplara uğramaya başladı ve onların ihtiyacı olan, eline ateş tutuşturulmuş bir kontrolsuz güç devreye sokuldu. Türkiye, tetikçilikten bir adım daha ileri fırladı ve lastiği patlamış bir kamyon gibi nereye vuracağını şaşırdı.

Rus uçağının düşürülmesi, Türkiye’nin Şangay örgütüne girmek, AB olmazsa Asya var, arayışları vb.nin sonu demektir. Türkiye, tam anlamı ile, NATO’nun kanatları altına sığınmıştır. Türkiye ile Rusya arasında gelişen ilişkiler, bir anda tuzla buz edilmiştir.

Seçimin sonuçlarından biri budur.

Bir diğer sonuç ise, ilk ikisi ile tamamen paralel, İsrail ile, aslında bozulmayan, ama durdurulmuş gibi görünen ilişkilerin yeniden bahar havasına sokulmasıdır. Filistin vb. konusunda Türkiye, AK Parti hükümetlerinin söylediği her şeyi silmeye karar vermiştir.

Bu üç sonuç, seçim “zaferi”nin arkasındaki güçleri ortaya koyuyor.

1 Kasım seçimleri, dünya gericiliğinin bölgemizdeki ittifakının “zaferi”dir. Bunun iyi anlaşılması önemlidir.

Seçimin hem öncesinde başlayan, hem de sonrasında artarak devam eden savaş ortamının nedeni de bu ittifaktır. Dünya gericiliği, Kürt devrimini, bölgemizdeki halkların özgürlük isteklerini boğmak istemektedir.

Bugün, seçimin hemen sonrasında bu savaş, bir Kürt katliamına dönüştürülmektedir. 90’lar tartışması, bu katliam pratiğinin karşısında çok geri kalmaktadır.

Elbette ki dünya gericiliği ile birleşmiş olan bu Türkiye gericiliği ve saldırganlığının karşısında, halklarımız, işçi ve emekçilerin direnişi, gençlerin direnişi duracaktır. Başka türlü bu abluka dağıtılamaz.

Bu gericilik, bu saldırganlık, bu savaş kundakçılığı ve bunları organize ettiği bu abluka, gerçekte, göründüğü kadar güçlü değildir.

Halkların ortak mücadelesi, gelişen direniş, bu ablukayı yaracaktır.

Seçim sürecinde başlayan ve giderek gelişen direniş, kendi yatağında, kuşku yok ki düz bir çizgi izlemeyecektir. Ama gelişecek ve büyüyecektir.

Sermaye düzeni kanımızla yaşamaya devam ediyor! Kasım ayında en az 131 işçi yaşamını yitirdi…

 

Sermaye işçi kanıylasemirmeye devam ederken onun devleti, bu devletin egemenleri de eşitlik ve adalet isteyen, barış, kardeşlik, özgürlük isteyen emekçileri, Kürt halkını katletmeye devam ediyor.

Emekçiler ve halklar bu katliamları asla unutmayacak, hesabını soracaktır!

İSİG’in işçi cinayetlerine dair Kasım ayı raporu özetle şöyledir:

Yazılı, görsel, dijital basından takip edebildiğimiz, emek-meslek örgütlerinden gelen bilgiler ile işçiler, işçi yakınlarının bildirimleri ışığında tespit edebildiğimiz ve her gün güncellenen bilgiler ışığında 2015 yılının ilk onbir ayında yaşanan iş cinayetleri şöyle:

Ocak ayında en az 128 işçi… Şubat ayında en az 85 işçi… Mart ayında en az 140 işçi… Nisan ayında en az 135 işçi… Mayıs ayında en az 167 işçi… Haziran ayında en az 155 işçi… Temmuz ayında en az 172 işçi… Ağustos ayında en az 160 işçi… Eylül ayında en az 176 işçi… Ekim ayında ise en az 144 işçi… Kasım ayında ise en az 131 işçi yaşamını yitirdi.

Böylece 2015 yılının ilk onbir ayında iş cinayetlerinde en az 1593 işçi can vermiş oldu…

İş cinayetleri inşaat, taşımacılık, tarım ve belediye işkollarında yoğunlaştı…

İş cinayetlerinin işkollarına göre dağılımına bakarsak;

İnşaat, Yol işkolunda 37 işçi… Taşımacılık işkolunda 21 işçi… Tarım, Orman işkolunda 20 emekçi… Belediye, Genel İşler işkolunda 10 işçi… Madencilik işkolunda 6 işçi… Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema işkolunda 6 emekçi… Gıda, Şeker işkolunda 5 işçi… Metal işkolunda 5 işçi… Konaklama, Eğlence işkolunda 5 işçi… Enerji işkolunda 4 işçi… Savunma, Güvenlik işkolunda 3 işçi… Tekstil, Deri işkolunda 2 işçi… Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 2 işçi… Sağlık, Sosyal Hizmetler işkolunda 2 işçi… Ağaç, Kâğıt işkolunda 1 işçi… İletişim işkolunda 1 işçi… Çalıştığı işkolunu öğrenemediğimiz 1 işçi can verdi.

İşçiler en çok trafik/servis kazaları, ezilme/göçük ve yüksekten düşmeden dolayı can verdi…

İş cinayetleri en çok Bursa, İstanbul, Samsun, Denizli ve İzmir’de can aldı…

2015 / Kasım ayında iş cinayetlerinde yaşamını yitiren; Muzaffer Aslan, Hasan Gökçay, Vahide Gökçay, Osman Piri, Mazlum Candede, Halil İbrahim Alış, Mustafa Duman, Vakkas Akdeniz, Ömer Faruk Bulut, Hüseyin Şenol, Esat Hatipoğlu, Ahmet Cozur, Şenol Beler, M.Emin Karaipekli, Hasan Özel, Talha Fahirci, İlyas Kızılkaya, Sadettin Atlı, Münir Acar, Mustafa Özcanbaz, Tolgahan Faraşat, Sefa İşbeceren, Sezgin Albayrak, Serdar Meral, Erhan Öner, Yusuf Köroğlu, Naci Çiftçi, Abdullah Kudak, Gazi Dertli, Mustafa Bilmez, Ahmet Hamdi Özmercan, Yusuf Coşkun, Ahmet Oruç, Hasan Kurt, Mehmet Kambur, Tuncer Kaya, Rıfat Özen, Tahir Elçi, Erman Tezcan Kahraman, Kemal Akgül, Arif Aslan, Şeyh Davut Sabuncu, Erdoğan Aydın, Adem Gönül, Alim Ortatepe, Mahmut Durusoy, Mehmet Katılmış, Hüseyin Evlice, Hamza Acar, Engin Kaya, Salih Minyüz, Mehmet Al, Yaşar Can, Aslan Dülger, Sinan Şimşek, Alim Maskan, İsa Köse, Cengiz Özkan, Selim Dağlı, Mustafa Aktaş, Ali Abasyun, Hüseyin Uzun, Savaş Küçükfarsak, Uğur Elçin, Murat Söyleyici, Hasan Başkurt, Recep Yılmaz, Bahri Çomak, Mehmet Emin Ağatay, İsmail Emiroğlu, Ali Seyhan, Osman Korkmaz, Murat Deryahan, Mesut Akarca, Hüseyin Doğangün, Murat Çelik, Bünyamin Buyun, Burhan Kılıçaslan, İbrahim Karameşe, Mahmut Encü, Yılmaz Yener, Ali İhsan Sezici, İzzettin Akgün, Cevat Sezik, Deniz İçli, Salih Pehlivaner, Fatih Yaman, Fatih Uçar, Namık Bayrakçı, Eyüp Akbulut, Seyit Salman, Mehmet Eren, Ali Kurt, Kerim Karadağ, Hüseyin Kavukçu, Duran İnan, Cem Şehit, Bekir Kayıcı, Ali İhsan Şirince, İsmail Akiz, Mehmet Karadağ, Ünsal Altınay, Mehmet Gündüz, Şakir Barborosoğlu, Velit Oğuz, Hasan Kurt, Uğur Evirgen, Ali Sırtkaya, Adem Aslan, Emin Uzungidiş, Aynur Dağdemir, Güler Temiz Yapıncak, Ali Tuman, Mustafa Sezer, İbrahim Karakoçluoğlu, Rahime Çiçek, Arslan Kulov, Muharrem Çoban, Ayhan Dugan, Fadime Yılmaz, Ali Atış, Mesut Korkmaz, İsmail Balcıoğlu, Abdulhamit Taben, Ahmet Taben, Mehmet Felek, Ahmet Solmaz, Hüseyin Parın, Ramazan Tari, Yücel Koca ve Veysel Kalkan’ı saygıyla anıyoruz…

İşçi Gazetesi / 2 Aralık 2015

 

İÜ’de rektör, polis, ÖGB saldırıyor, üniversiteliler direniyor!

Devletin sokağa çıkma yasağı ilan ettiği ve katliama giriştiği Silvan için Edebiyat ve Hukuk Fakultelerine Silvan’la dayanışmak, direnişi örmek için afişler ve pankartlar asıldı. “Bu bez Silvan’da hayat kurtarıyor” yazan pankartın altına polisler için kemikler bağlandı. Okula giren polis ve ögb kemiklerin bağlı olduğu pankartı söktü. Saldırı sırasında afişleri söküp öğrencileri de gözaltına aldılar.

12 Kasım

Üniversite öğrencilerini direniş komitelerinde örgütlenmeye çağıran afişler ve ozalitler asıldı. G20 toplantısı ve Silvan ablukasına karşı afişler yapıldı.

Üniversite girişinde bulunan özel güvenlikler cezalandırıldı. Eylem sırasında özel güvenlik kulübesinin camları kırıldı, bir güvenliğin telsizine el konuldu.

13 Kasım

Mezopotamya Kültür Kulübü’nün örgütlediği “Demokratik Özyönetim” paneli için gelen HDK Eşsözcüsü Sebahat Tuncel ve DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, rektörlüğün kararı ile okula alınmadılar.

Haberi alan öğrenciler panelin olacağı hukuk fakültesinden ana kapıya yürüdüler, öğrencilerin dışarıya çıkmasına izin verilmedi. Panelistlerin ve dışarıdan gelen öğrencilerin önü, çevik kuvvetle kesildi. Sebahat Tuncel ve Kamuran Yüksek öğrencilerle birlikte oturma eylemine başladı. Polis kalkanlarla meydandan sürmeye çalıştı. İçeride bulunan öğrenciler kapıya yüklendiler, özel güvenlik birimleri öğrencilere saldırdı. 2 ögb burada hafif şekilde yaralandı.

Aralarında Kaldıraç okurununda bulunduğu 20’ye yakın öğrenci gozaltına alındı.

16 Kasım (Özyönetim paneli)

Hemen her gün çok sayıda çevik kuvvet polisi, siviller ve ögb’nin girdiği üniversitemizde yine afişler söküldü standlara müdahale edildi.

Devrimci Gençlik Birliği DGB’nin pankartının indirilmesine karşı polise direnen aralarında iki Kaldıraç okurunun da bulunduğu altı öğrenci darp edilerek gozaltına alındı. Polisler üniversiteden çıkınca sökülen afişlerin yerine yenileri asıldı. Gözaltılar akşam saatlerinde Vatan Emniyet Müdürlüğü’nden serbest bırakıldılar.

25 Kasım

Edebiyat kantininde dergi gazete kitap standı açıldı, afişler asıldı. Polis okula girdi afişleri indirdi, öğrenciler polisleri afişleri sökerken alkışlayarak ve sloganlarla protesto ettiler.

26 Kasım

Gozaltılar bizi yıldıramaz!

Yaşasın devrimci dayanışma!

Rektör, polis, ögb saldırıyor, üniversiteliler direniyor!

Sadece iki ayda İstanbul Üniversitesi’ne 11 polis saldırısı oldu ve 66 öğrenci gözaltına alındı.

Ankara katliamı öğrenci boykotlarına katılan ve afiş asan, duvarlara yazı yazan, etkinliklere katılan 50 öğrenciye de soruşturma açıldı. Neredeyse her gun okula polisler giriyor giriş kapılarında özel güvenlik çanta ve dedektörlü arama yapıyor standlara müdahale ediliyor.

Bu, üniversiteye kalıcı şekilde polisin yerleştirilmesinin, devrimci sosyalist öğrencilere baskı uygulanmasının, siyaset yasağının bir yoludur.

Bu uygulamalara karşı direneceğiz, afişlerimizi asmaya, standlarımızı kurmaya devam edeceğiz.

İçeride ve dışaarıda savaşı tırmandıran devletin yerelde üniversiteye yansıması, darp, gozaltı, işkence, tutuklama oluyor.

Ama unutmasınlar ki, bizim üniversitemiz Deniz Gezmiş, Taylan Özgür, Büşra Mete, Polen Ünlü’nün ve onlarca kizil karanfilin okuduğu okuldur.

Katillere geçit vermeyeceğiz!

Ferman devletin üniversiteler bizimdir!

“Hastalar, kardeşlerim, biraz daha sabır, biraz daha inat; kapının arkasında bekleyen ölüm değil, hayat”

Gezi Direnişi’nden bu yana devlet, saldırılarını artırıyor.

Kürt devrimini bastırmak için, yeni bir karşı-devrimci saldırıyı, dünya gericiliğinin bir müttefiki olarak sahneye koyuyor.

Dünya gericiliği, yeni bir paylaşım savaşımını sahneye koyarken, halklara karşı, gerici çeteleri, kontra çeteleri devreye sokuyor.

İçinde bulunduğumuz coğrafya, baştan başa kana bulanıyor, kaos yaratılıyor ve bunun için de halkların tüm mücadeleci güçlerine boyun eğdirilmek isteniyor.
Gerici çeteler eli ile emperyalist güçler, tüm bölgemize boyun eğdirmek, adeta dümdüz etmek için her yola başvuruyor.

İstiyorlar ki, halklar mücadele etmesin.

İstiyorlar ki, işçi ve emekçiler örgütlenmesin.

İstiyorlar ki, onların önünde hiçbir engel kalmasın.

İstiyorlar ki, gerçekleri, geniş kitleler bilmesin.

İstiyorlar ki, onlar ne diyorsa o yapılsın, boyun eğilsin.

İstiyorlar ki, kitleler sokaklara çıkmasın, en küçük bir hak arama eylemine girişmesin.

İstiyorlar ki, Soma’da insanlar öldüğünde, tepki vermesin bu ölümü bir “fıtrat” olarak ele alsın. Asansör düştüğünde içinde ölen 10 işçiye kimse sahip çıkmasın.

İstiyorlar ki, kimse bir tek soru sormasın.

İstiyorlar ki, onların bu yağma, talan, sömürü düzenleri sonsuza dek sürsün.

Pervasızca saldırıyorlar. Her türlü kurnazlığı kullanarak saldırıyorlar. Evleri ararken insan öldürüyorlar.

Hukuk, burjuva anlamda dahi hukuk, ayaklar altına alınıyor. Kendi yasalarını tanımıyorlar. Çok yönlü bir savaş yürütüyorlar. Bir yandan kendi aralarında paylaşım ve egemenlik savaşı yürütürken, diğer yandan halka karşı her türlü pervasızlıkla saldırı sahneye koyuyorlar.

Mahkemelerde suçlular el üstünde tutuluyor, katiller mahkeme salonlarında büyük bir destekle korunuyor.

Ama bir gerçek var. Bu denli pervasızca saldırmalarının, bu denli hukuku ayaklar altına almalarının nedeni, kendi korkularıdır, geleceklerinden duydukları korkudur. Kurdukları bu yağma ve çalma düzeni, uzun sürmeyecek diye korkuyorlar. Cennetlerini kaybetmekten korkuyorlar.

Bu pervasız saldırılarının, bu fütursuz, hukuk dışı davranışlarının, bu medya eli ile yarattıkları zifiri karanlığın nedeni budur.
Kendi sonlarını görüyorlar.
Korkuları bundandır.
Şimdi, halkları da, işçi ve emekçileri de, kitleleri de korkutmak istiyorlar. Korkularını bize bulaştırmak için bu denli saldırgandırlar.

Bu kan gölü, onları boğmak üzere büyümektedir.
Bu nedenle, tüm gücümüzle örgütlenmeliyiz.
Bu nedenle, tüm gücümüzle mücadele etmeliyiz.
Örgüt özgürlüktür, mücadele yaşamdır, mücadele nefes almaktır.

“Kapının arkasında bekleyen ölüm değil, hayat!” o

Yeni anayasa tartışmaları “Bize artık anayasa lazım değil”

Bunun üzerine CHP, bize içinde başkanlık sistemi olan bir anayasa ile gelmesinler, dedi. MHP’den ses çıkmadı. Ve HDP’den iki ayrı açıklama geldi, Demirtaş, “diktatörlük ve tek adamlık” sistemine izin vermeyiz derken, diğer açıklamada, başkanlık sisteminin tartışılabileceği dilegetirildi.

Böylece, önümüzde, Muktedir tarafından, ana nedeni başkanlık sistemi olan bir yeni anayasa tartışması yeniden geliyor.

Gerçekte, 12 Eylül Anayasası ile, milli irade sözünü çok sevenlere hatırlatmak adına, %92 evet oyu almış (üstelik o dönemler SEÇSİS sistemi yoktu. SEÇSİS sistemi için, Radikal gazetesinden Ezgi Başaran’ın, 03.06.2014 ve 12.02.2015 tarihli iki yazısına bakılmasını tavsiye ederiz. Seçim ve hile tartışmalarını anlamak için, seçim güvenliği ile ilgilenen herkesin SEÇSİS konusunda çalışmasında fayda var. Öyle anlaşılıyor ki, baroların ve TMMOB’nin bu konuda yapabileceği şeyler var).

1- 12 Eylül Anayasası’nın değişmesi talebi, yeni bir talep değildir. Bu bir.

2- İki, yeni anayasa ya da 12 Eylül Anayasası’nın değiştirilmesi talebi, ülkemizin güzide ve yıllanmış “egemenleri” tarafından da dilegetirilen bir talep olmaya çoktan başlamıştır. Mesela 2002 desek yanlış olmaz. Ve TÜSİAD, bu güzide ve yıllanmış egemenlerin temsilcisi olarak Erdoğan ekibi ile flört ederken, bu yeni anayasa tatışmalarını da dilegetirmiştir.

3- Kürt devriminin gelişimi, gerçek anlamı ile bir yeni anayasayı da dayatmaktadır. Egemen sınıf, Kürt devrimini bastırma politikaları yanı sıra, yeni anayasa tartışmaları ile de oylamayı devreye sokarken, bunlar bir gerçekliğe dayanmaktadır. Kürt devriminde kalıcı bir sistem içi çözüm, mutlaka yeni bir anayasa demektir.

4- Yeni “elitler”, egemen sınıfa dahil olmaya başlayan yeni zenginler, bizi de görmek zorundasınız, diyen yeni çeteler, Muktedir etrafında birleşerek bir yeni anayasa istemektedirler. Onlara göre, bu yeni anayasa, kendi istediklerini yapabilmek için seçilmiş bir başlıktır ve hazır toplumda bu yönde bir talep varken, kendi istediklerini bu talebin arkasına saklamak istiyorlar. Bu konuda Burhan Kuzu’nun açıklamalarını okumak yeterli olur. Açıklayıcıdır, öğreticidir ve kof ve traji-komik olmalarına rağmen.

5- Beşincisi, bu ülkenin işçileri, emekçileri, tüm halkları, baskı ve şiddetin, tüm anti-demokratik uygulamaların sona erdirilmesini, insanın insana kulluğunun, savaşın ve sömürünün son bulmasını istemektedirler. Bunun için, mevcut sistem içinde bir kalıcı çözüm mümkün değildir. Bunun yolu devrimden geçmektedir. Ama elbette, bir “demokratik” anayasa işe yarayacaktır ve çeteci devletin uygulamalarına son verme yolunda bir adım olacaktır.

Demek ki, herkes bir yeni anayasa istiyor. Peki öyle ise, neden bunca zamandır istenen bu “yeni anayasa”, bir türlü yapılamıyor?

Öyle ya, madem herkes yeni anayasa istiyor, neden yapılamıyor? Hani, işçilerin, emekçilerin, halkların, özellikle de Kürt halkının isteklerini umursamıyorlar, anladık, ama acaba buna rağmen neden yeni anayasa yapmadılar, bu kadar uzattılar, hâlâ uzatıyorlar? Mesela acaba neden 7 Haziran seçim sonuçları açıklandığında, birdenbire gündeme yeni anayasa girmedi de, ancak AK Parti iktidarı 317 milletvekili ile sağlanınca yeni anayasa tartışması gündeme geliyor?
Yani belli bir sorudur bu. Ama yine de sorulmalıdır.

Acaba, AK Parti iktidarı, dünya gericiliğinin ortak ittifakı ile, mesela 370 milletvekili alabilse idi, ne olurdu? Acaba sadece ve sadece, hemen ve bir günde, bir yeni anayasa yapılıp, meclise Kuzu eli ile getirilip, bir hafta bilemediniz bir ayda, yeni anayasa bitmiş olmaz mıydı? Ve elbette bu anayasanın ana direği, başkanlık sistemi olmaz mıydı? Diğer tüm maddeler, birer teferruat olmaz mıydı, sadece başkanlık sistemi eklenmiş bir 12 Eylül Anayasası ortaya çıkmış olmaz mıydı?

7 Haziran seçimleri öncesinde, 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de verilen resmi karartan ve masaları deviren Muktedir, aynı anda, “iç güvenlik yasası”nı devreye soktu. AK Parti iktidarı, birkaç ay sonra yapılacak seçimden önce, yangından mal kaçırır gibi, bir kapsamlı yeni yasa hazırladı. Yeni iç güvenlik yasası, polisin tüm keyfî uygulamalarına, daha önceki yasal çerçevelere sığmayan bazı yeni uygulamalarına da olanak tanıyan bir yasal çerçevedir. O kadar ki, bu yeni iç güvenlik yasası, mecliste büyük kavgalara rağmen çıkmıştır, sokaklarda yapılan protesto gösterilerine rağmen çıkmıştır ve mevcut anti-demokratik anayasaya da aykırı olduğu bilinerek çıkmıştır.

Bugün bu yasa uygulamadadır.

Bugün, mesela Suruç katliamı davasında, mağdur avukatları, dosyalara erişememektedirler. Bu, sadece Suruç’a ait de değildir. Bir savaş hukuku, üstelik mevcut en gerici anayasalardan birine dahi aykırı olacak şekilde, uluslararası burjuva hukuk ile hiçbir alâkası olmadan uygulamadadır. Bu, bir savaş hukukudur. Avukatlar, artık, hukuk sisteminin bir parçası olmaktan çıkarılmıştır. Hukuk, savunma hakkı olmaksızın uygulanmaktadır. Dava açan, davayı devlete karşı açmış ise ve dava bir siyasal dava ise, bu sefer de dosyalara, delillere ulaşılması yasaklanmaktadır.
Bu hukuk sistemi, mevcut uygulamaları ile, acaba nasıl tanımlanabilir?

Acaba bu devlet nasıl tanımlanabilir?

Faşizmin tüm dişlilerini içermiş olan bu burjuva egemenlik, dünya gericiliği, çeteler ve mafya ile bu denli iç içe geçmiş, medyanın bir devlet organizasyonu olarak iş gördüğü, tüm halkın gözlendiği, izlendiği bir açık hapishaneye çevrilmiş bir ülke tasarlayan bu devlet, tekelci polis devletidir. Ve sadece “olağanüstü” durumlarda değil, normal koşullar altında da bu devlet, faşizmin tüm dişlilerini bağrında toplamış, onları yeniden ve faşizmi aşan bir tarzda içselleştirmiş, gelecekteki iç savaşa göre örgütlenmiş bir burjuva egemenliktir. Ve bu, bazı farklılıklarla, tüm dünyada, tüm kapitalist ülkelerde geçerlidir. ABD’deki devletin uygulamalarına bakın, İngiltere’dekine bakın, Almanya’dakine bakın. Bugün, burjuva devlet, çetelere (mafya, devlet içinde etkin tekellerin bağlantıları olan çeteler), sınırsız bir gözetleme (polis-ordu) ve yönlendirme (basın ve eğlence sektörü) ağına, büyük ölçüde manipülasyon (medya) yeteneğine sahip, hiçbir anayasa ile kendini bağlı hissetmeyen uygulamaları hızla devreye sokabilen (özel kuvvetler, kontr-gerilla) bir devlettir. Biz buna “tekelci polis devleti” diyoruz ve bunu detaylıca Deniz Adalı’nın “Tekelci Polis Devleti” (Kaldıraç Yayınevi, İstanbul) kitabından okuyabilirsiniz.

Tüm bu koşullar altında, demokratik mücadele anlamsızlaşır mı? Yani, doğrudan devrimi hedeflemese de, demokratik haklarını korumak isteyenlerin mücadelesi işe yarar mı? Elbette yarar. Bu devlete karşı, her yol ve araçla savaşmak meşrudur. Demokratik mücadelenin her bir alanı, çok da kıymetlidir. Bu mücadeleyi yürütenler, kendilerini devrim ve sistemi yıkma mücadelesinin bir parçası saymayabilirler. Ama buna rağmen, öyledirler.

Yani, demokratik mücadele, devrim mücadelesinin bir bileşeni olmaya başlamıştır.

Nasıl ki bugün, insan olarak kalmak ve insan olmak mücadelesi, sosyalizm mücadelesinin bir parçası ise, gerçekte insan olarak kalmak, insanlaşmak istiyorsak, egemen kapitalist dünyaya karşı mücadele etmek zorunlu ise, sadece sosyalist ya da komünist olduğumuz için değil, sıradan insanlar olduğumuz için de sisteme karşı mücadele etmemiz gerektiği açık ise, işte aynı şekilde, demokratik mücadele devrim mücadelesinin bileşeni olmuştur. Bir burjuva aydın, eğer, demokratik haklar ya da “evrensel demokratik değerler” için mücadele edecekse, devrime bakmak, devrimci cepheye eklenmek zorundadır.

Bugün, burjuva egemenlik, dünyanın hiçbir yerinde, kendini anayasa ya da burjuva hukuk ya da “evrensel hukuk” ile bağlı hissetmemektedir. Günümüz çeteci burjuva devleti, tekelci polis devleti, kendini kendi “yasal zemini” ile bağlı hissetmemektedir. Sadece ve sadece, burjuva egemenliğin, bugünkü anlamı ile tekelci burjuva egemenliğin devamı ile ilgilidir.
Ülkemizde ise, bunun sayısız uygulamaları vardır.

Fiili olarak ortada bir savaş hukuku vardır.

Bu, iç savaş hukukudur.

İşçilere, öğrencilere, hakkını arayan herkese, Kürt halkına ve tüm halklara karşı, savaş hukuku uygulanmaktadır. TC devleti, IŞİD’i, El Nusra’yı ya da daha başka çeteleri desteklemektedir. Bir çete reisi, Rize’de polis korumasında siyasal bir miting düzenleyebilmekte, ama örneğin HDP, yasal bir parti olduğu hâlde, mitinglerine izin alamamaktadır, sendikaların mitinglerinde bombalar patlatılmaktadır, öğrencilerin basın açıklamalarına polis TOMA’ları sürülmektedir.

Şehirler ablukaya alınmakta, keskin nişancılar çocukları avlamakta, top mermileri evleri dövmektedir. Kürt illerinde ortaya çıkan görüntüler Filistin sokaklarını hatırlatmaktadır. Devlet kuvvetleri, çeteleri, ablukaya alınan kasabalarda duvarlara, IŞİD çetelerinin kullandığı dille yazılar yazmaktadır.

Bu koşullar altında yeni anayasa gündeme gelmektedir. Yani, yeni anayasanın gündeme geliş koşulları da değiştirilmiştir. Yeni anayasa, Muktedir’in, tartışmasız sultanlığının ilanı için hazırlanmak istenmektedir. Bu anayasa, bu tarzda gündeme geldiğinde, bundan bir dirhem olsun bir sonuç elde edilemez.

Gerçekte yeni anayasa yapmak istiyorlarsa, ilk iş olarak, eskimeye başlayan “yeni iç güvenlik yasası”nı kaldırsınlar, ilk iş olarak sendikalaşmanın önündeki tüm engelleri kaldırsınlar ve bunun ilk adımı olarak taşeronlaştırmaya son versinler, ilk iş olarak tüm siyasal tutukluları serbest bıraksınlar, ilk iş olarak savaşa son versinler.
Eğer bunları yapmayacaklarsa, yeni anayasa bize ne getirebilir?

Şöyle bir düşünme tarzı var: Mevcut anayasa, darbe hukukudur, değişmesi gerekir. Öyle ise, ne olursa olsun daha iyi bir anayasa ortaya çıkacaktır, bu da iyi olur. Bu sürece girelim ve bazı hakları alalım.

Hoş görünüyor ama ülke gerçeğinden kopuktur.

Mevcut anayasa darbe hukukudur. Bu doğrudur. Ama o günden bu yana, bu anayasada “kötü” ne varsa, korunmuştur ve değiştirilen pek çok şey, daha da kötüsü ile değiştirilmiştir. Dolayısıyla, sürece bir bütün olarak bakarsak, sürekli olarak daha da gericileşen bir yasal zemin var demektir. Terörle mücadele yasaları, iç güvenlik yasaları vb. bunları açıklar. Mesela seçim ve siyasal partiler yasasını asla değiştirmiyorlar. Şimdi, %10 barajı anlamsızlaştı ve belki değiştirirler, ama bu, nasıl bir kazanım, bir ilerleme olabilir? Eğer iş otomatiğe bağlanırsa, yani ne olursa olsun daha iyi bir anayasa ortaya çıkacaktır diye düşünülüyorsa, mesela %10’u kaldırırken bile öyle bir yasal düzenleme yaparlar ki, daha kötüsü ortaya çıkar.
Önce şu konuda anlaşmak gerekir; mevcut hâli ile bu anayasa değişikliği ya da yeni anayasa talebi, yukarıda sayılan 5 maddedeki kesimlerin sadece birinin talebi ile, Muktedir’in talebi ile gündeme gelmektedir. Bu yeni anayasanın, başkanlık sistemi dışında bir “olumlu” derdi yoktur. Sokaklarında iç savaş hukuku uygulanan bir ülkede, Ankara’da 104 kişinin devlet denetiminde saldırılarla katledildiği bir ülkede, yeni bir savaş sayfasının açıldığını görmek gerekir.

Muktedir, yeni anayasayı, hak ve hukuk için, işçi ve emekçiler için, Kürt halkı için istemiyor. Bunlar olur da tartışma masasında gündeme gelirse, bunun tek nedeni olacaktır, o da başkanlık sistemine destek almak. Yoksa, başka bir amaçla değil.

Bizim, işçi ve emekçilerin, bu ülkenin yoksul çoğunluğunun, Kürt halkının, tüm halkların ihtiyaç duyduğu anayasa, ancak sokakta mücadele ile yapılacaktır. Onlar nasıl, kendi hukuklarını ayaklar altına alarak “fiili” bir baskı alanı yaratıyorlarsa, biz de aynı biçimde, “fiili bir özgürlük” alanı yaratmalıyız ve Gezi budur. Halkların örgütlü mücadelesine bağlı olmayan bir yasal düzenleme, bir adım ilerletici olmayacaktır.

Bu harami çetelerinden, bir tek olumlu adım beklenemez, tek bir iyi niyetli adım beklenemez.

Gelecek tek olumlu gelişmenin tek kaynağı olabilir, işçi ve emekçilerin, halkların örgütlü mücadelesi. Sokakları özgürleştirecek olan budur, havayı özgürleştirecek şey budur. o

ODTÜ’de katillere geçit yok!

16-17 Kasım tarihlerinde ODTÜ KKM’de 4. Askeri Elektronik adı altında bir dizi seminer gerçekleştirilecek. Bu seminere katılan ve sponsor olan şirketlerin geliştirdiği bombaları, insansız hava uçaklarını, zırhlı araçları Silvan’dan, Cizre’den, Ortadoğu’dan tanıyoruz. Şimdi ise bu katiller savunma(!) dedikleri, katliam sanayisine taze “kan” bulmak için ODTÜ’de. Bizler militarizme kucak açmış bu şirketlerin bilim-bilimsellik adı altında katliam araçlarını ürettiğini biliyoruz.
Şüphesiz hiçbir kariyer planlaması ya da iyi bir iş hayali insanların katledilmesine hizmet etmeyi meşrulaştıramaz. Bizler devletin namlusundan çıkan kurşunlarla ailelerini, dostlarını yoldaşlarını kaybetmiş insanlar olarak bu katliama ne sessiz kalacağız ne de onun karşısında korkup pes edeceğiz. Bu katliamlara ortak olmadığımızı ve olmayacağımızı bir kez daha KKM önünde gerçekleştireceğimiz protesto ile dile getireceğiz.

Bugüne kadar Ortadoğu ve Kürdistan coğrafyasında insanları ve diğer canlıları gözünü kırpmadan öldüren, yaşam alanlarını terk etmeye zorlayan devletin ve şirketlerin katil olduğunu teşhir ediyoruz.

Saat 13.45’te KKM’nin önünde katliamlara karşı sesimizi birleştirmeye ve Fizik önünde yaşam nöbeti çadırında dayanışmayla direnişi büyütmeye çağırıyoruz.

Savaşta, barışta militarizm öldürür!

Devletlerin savaşına karşı yaşasın halkların direnişi!

KALDIRAÇ ODTÜ

(16 Kasım 2015)

 

ODTÜ’de IŞİD’e geçit vermeyeceğiz!

Bundan cesaret alan islamcı çeteciler, ODTÜ’de de varlık göstermeye çalışıyor. Paravan bir yapı olarak kullandıkları ODTÜ Mescit Topluluğu’nun kütüphane mescidindeki kitaplıklarında çok sayıda Selefi yayın bulunduran bu yapının zamanında El Nusra’yı şimdi ise IŞİD’i barındırdığı artık bilinen bir gerçek. Bu topluluğun etkinliklerinde IŞİD propagandası yaptıklarının ve “cihad”a insan örgütlediklerinin açığa çıkmasından sonra utanmazca durumu kabul edip pişkince ifade özgürlüğüne sığınan bu çeteciler, belki de AKP’nin aldığı oylardan cesaret almış olacak, bu sabah kendilerini açık etmekten çekinmediklerini gösterdiler.

ODTÜ’nün ortasında, hazırlıkta, yere bırakılmış IŞİD bayrakları bulundu.

Hazırlık binasının yakınlarında bulunan alana bırakılan IŞİD bayrakları, adeta okulu da kana bulamakla tehdit ettiklerinin bir göstergesi. Kaybettiğimiz arkadaşlarımıza, patlayan bombalara ve dökülen kana rağmen tek bir şeyi biliyoruz: Örgütlü bir toplamı kanla ve şiddetle terbiye edemezler! Oylarına güvenerek devleti gasp eden AKP’den de, bölgeyi kana bulayarak terörize eden IŞİD’ ten de korkmuyoruz. Korkmuyoruz çünkü biliyoruz ki bir arada durdukça güçlüyüz.

Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan, ODTÜ Mescit Topluluğu’nun IŞİD yuvasına döndüğü konusunda açıklamalardan da sonra ODTÜ Kamuoyuna bilgilendirme ve çağrımızdır: ODTÜ’de gericiliğe izin vermeyeceğimizi haykıralım. Bir gün değil, sürekli. Bulunduğumuz her alanda, sınıflarımızda, kütüphanede, yurtlarımızda… ODTÜ’de IŞİD’in var olmasına izin vermeyeceğiz. Toplarla, tüfeklerle değil; örgütlülüğümüzle sağlayacağız bunu. İnsanca yaşayabileceğimiz bir dünyanın umuduyla karanlığa bir arada karşı durabileceğimizi göstereceğiz.

İmzacılar:
Amatör Astronomi Topluluğu
Beşeri Dayanışması
Bilim ve Gelecek Topluluğu
Biyogen
Commune de Cinema
Çevre Topluluğu
Çağdaş Dans Topluluğu
Dağcılık ve Kış Sporları Kulübü
Eğitim-Sen ODTÜ İş Yeri Temsilciliği
Eğitim Topluluğu
Emek Gençliği
Felsefe Topluluğu
Fikir Kulüpleri Federasyonu
Genç Yazarlar Topluluğu
Kaldıraç
Kolektif Sinema
Komünist Gençlik
Marksist Fikir Topluluğu
Mimarlık Topluluğu
Nar Kadın Dayanışması
ODTÜ Ekmek ve Gül Kadın Çalışmaları Atölyesi
ODTÜ HDP Gençlik Koordinasyonu
ODTÜ Kadın Dayanışması
ODTÜ Muhalefet
Öğrenci Gençlik Sendikası
Öğrenci Kolektifleri
Özgür Genç Kadın
Sinema Topluluğu
Sırtlan Tayfa
Sosyalist Düşünce Topluluğu
Sosyalist Fikir Kulübü
Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu
Şiir ODTÜ’de
Üniversiteli Kadın Kolektifi
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi
Yeryüzü Kadınları

(3 Kasım 2015)

 

6 Kasım YÖK protestoları

İstanbul Üniversitesi

Gençlik örgütlerinin çağrısıyla örgütlenen YÖK eylemi için Edebiyat Fakültesi’nde toplanan öğrenciler Fen kapısından çıkarken müdahale edildi. Burada 18 öğrenci darp edilerek gözaltına alındı.

Öğrencilere darp ve taciz, gözaltı otobüsünde de devam etti.

Merkez kampüste toplanan öğrenciler “YÖK kalkacak polis gidecek üniversiteler bizimle özgürleşecek” sloganıyla Beyazıt ana kapıya yürüdüler. Beyazıt Meydanı’nda eylem öncesi öğrencilerin olusturduğu güvenlik komitesi tarafindan arama yapıldı.

Meydana gelen öğrenciler burada zincir oluşturarak kendi guvenliklerini aldılar. Basın açıklaması okunduğu sırada polis anons yaptı: “Pankartın YÖK’le alâkâsı yok dağılın.” Öğrenciler açıklamayı yaptıktan sonra güvenli bir şekilde ana kapıdan okula “üniversiteler bizimdir bizimle özgürleşecek” sloganlarıyla yürüdüler. Merkez kampüste akademisyenlerin katılımıyla forum düzenlendi.

 

Trakya Üniversitesi

Trakya Üniversitesi öğrencileri olarak YÖK’ün kuruluşu olan 6 Kasımda, Ayşe Kadın Yerleşkesi önünde “Gençlik yılmayacak. YÖK de saray da yıkılacak!” pankartı etrafında toplandık. “Üniversiteler bizimdir; bizimle özgürleşecek”, “Katil polis üniversiteden defol” sloganları atıldı. Eylem “Düzenin örgütlenmesi olan YÖK’e ve sarayın savaşına karşı örgütlü mücadelemizle karşı koyacağız, özgür üniversiteler için direneceğiz” vurgusunun olduğu basın metninin okunmasıyla sona erdi.

 

Ege Üniversitesi

İzmir’de Ege ve Dokuz Eylül Üniversitelerinde yerellerde yapılan forumlar sonrası Alsancak’ta Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde merkezi bir eylem gerçekleştirildi. “Saraya ve YÖK’e Karşı Gençlik Kolkola” şiarıyla örgütlenen eylem, Sevinç Pastanesi önünden ÖSYM önüne yürüyüş şeklinde planlanmış olsa da Sevinç Pastanesi önünde polis öğrencilere saldırdı. Darp edilerek gözaltına alınan yaklaşık 30 kişinin içerisinde okurumuz İlker Savran da bulunuyordu. Gözaltına alınanlar gece saatlerinde serbest bırakıldı fakat okurumuz daha önce Ankara katliamı esnasında faşistlerin saldırısı sonucu başından yaralandığı ve gözaltına alınırken kafasına darbe alması nedeniyle sağlık durumu iyi olmadığı için bir süre hastanede kaldı. Hayati bir tehlikesinin bulunmaması neticesinde hastaneden çıkarıldı.

 

 

 

 

“Hayatı Durduruyoruz” diyen Trakya Üniversitesi öğrencilerine soruşturma

Soruşturmalara karşı Edirne DİSK’te Trakya Üniversitesi öğrencilerinin yaptığı; emek ve meslek örgütlerinin destek olduğu bir basın toplantısı gerçekleştirildi.

Trakya Üniversitesi öğrencileri adına okunan basın metninde “Ankara katliamının da soruşturmaların da hesabını soracağız” denildi. Edirne DİSK Başkanı Arif Kuday da Emek ve Meslek örgütleri adına yaptığı konuşmada “soruşturmalara karşı öğrencilerin yanındayız, destekçisiyiz” diyerek dayanışma gösterdi.

28 Kasım 2015

Ankara katliamı için yapılan eylemlerden kaynaklı 50 öğrenciye açılan soruşturma üzerine Trakya Üniversitesi Öğrencileri olarak İİBF önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdik. Soruşturma açılan öğrenciler “Bizler nasıl Ankara katliamında yitirdiğimiz kardeşlerimize sahip çıkıyorsak Tahir Elçiyi de, Can Dündar’ı da, Erdem Gülü de sahipleniyor ve yapılan katliamın, uygulanan tüm hukuksuzlukların hesabını soracağız” dedi. Her yıl çok sayıda uzaklaştırma alındığına değinen öğrenciler “soruşturmalarla yılmayacağız, Okullardaki polis-ögb şiddetine, yasaklara, soruşturmalara, harçlara, ticarethaneleştirmeye, niteliksiz eğitime karşı üniversitemizi savunacağız. Sözümüzü söyleyebildiğimiz, kararlarını alabildiğimiz özgür bir üniversite için direneceğiz.” diyerek sloganlarla alkışlarla eyleme son verdi.

30 Kasım 2015

 

Perspektif

1 Mayıs 2025: Açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, savaşa ve katliamlara, devlet terörüne,...

2024 yılı 1 Mayıs’ından sonra, hemen herkes, “1 Mayıs alanı Taksim’dir,” dedi. Her 1 Mayıs’tan sonra bu söylenir. Kimisi, “nasılsa 1 Mayıs geçti ve...