Ana Sayfa Blog Sayfa 289

Adana 1 Mayıs Şenliği

“Direnerek Öğrendik, Örgütlü Güçle Kazana- cağız” şiyarıyla düzenlemiş olduğumuz 1 Mayıs şenliğimiz coşkuyla gerçekleşti. Gecede Grup Abdal, Kaldırım Müzik Topluluğu ve Mukavemet sahne aldılar. HDP Adana 1. sıra adayı Rıdvan Turan ortak mücadele çağrısı yaptı. Kaldıraç, AKA-DER, İşçi Gazetesi ve Özgür Lise temsil- cilerinin konuşmalarının ardından Taksim’e çağrı yaptığı gece coşkuyla sona erdi.

İstanbul’da 1 Mayıs pikniği

Pikniğe katılanlar, birçok semtten otobüslerle alana ulaşmalarının ardından ortak sofra kurularak kahvaltı yapıldı. Program, dört bir yandaki pankart- larda devrim yolunda mücadele ederek şehit düşenle- rin anısına saygı duruşuyla başladı.

Saygı duruşunun ardından Erdal Bayrakoğlu sahne aldı. Karadeniz ezgileri eşliğinde horon çekil- mesinin ardından Lazca Çav Bella söylendi.

HDP 1. Bölge Adayı Altan Açıkdilli: Barajı Aşıp Meclise Girdiğimizde Bütün Yaptıklarınızın He- sabını Soracağız!

HDP İstanbul 1. Bölge milletvekili adayı Altan Açıkdilli, seçimlerde HDP’nin barajı aşarak mec- lise girmesinin aslında halkların meclise gireceğini

belirtti. Asgari ücretin 1800 TL olmasına kaynak yok bahanelerinde aslında kaynak olduğunu ve kayna- ğın dağıtılmasında adaletsizlik yapıldığını belirtti.

Konuşmasında Alevilerden alınan vergilerle diyanet işleri başkanına 1 milyon TL’lik araba alındığına de- ğinen Açıkdilli, Aleviler’den alınan vergilerin cami- lere aktarılmasını ve Cemevi’nin ibadethane olarak görülmeyip, Aleviler’in kimliğinin tanınmamasını

ve Cemevleri’ne kaynak ayrılmamasını eleştirdi. Konuşmasında, Ekonomi eski bakanı Zafer Çağla- yan’ın 700 bin liralık saati kendisinin aldığı yalanını utanmadan söylediğine de değinen Açıkdilli, Gezi Ayaklanması’ndaki “öldürme emrini ben verdim” diyen iktidarın ağa babasını başkan yaptırmayacakla- rını da niteledi.

Dünyanın 2. en büyük 1 Mayıs’ı olan Taksim 1 Mayıs’ını da hatırlatan Açıkdilli, 1 Mayıs’ın Tak- sim’de yasaklanmasının ardında 1 Mayıs’ın yasak- lanmasının yattığını da sözlerine ekledi. “1 Mayıs Alanı’nı (Taksim) bir kere aldık bir daha alacağız” diyen Açıkdilli, hesabın sadece asgari ücretle, gezi şehitleriyle sınırlı olmadığını daha Ermenek’te katledilen işçilerin, “benim oğlum yüzmesini bilmez, madende ne yapıyordur” diyen annenin acısının, Soma’da katledilen işçilerin, madenden sağ çıktık- tan sonra Soma’da dövülen işçilerin, İstanbul’un havasını ve suyunu sağlayan ve şu anda katledilen Kuzey Ormanları’nın, ezilen halkların katledilen tüm işçilerin ve devrimcilerin hesabını sormak için yola çıktıklarını ve bu hesabın hep birlikte barajı aşıp suratlarına haykırılacağını, iktidarın alaşağı edileceğini belirtti.

Divan ve Grand Hyatt Otel İşçileri Direnişi Bü- yütmeye Çağırdı

Direnişteki Divan Otel ve Grand Hyatt işçileri yaşadıkları zorlukları, patronun yaptığı baskıyı ve mücadelelerinin devam edeceğini belirterek herkesi mücadelelerine destek vermeye davet etti. İşçi Cina- yetlerinde arkadaşlarını kaybeden MEFAR işçileri etkinliğe cenazeleri nedeniyle katılamayacaklarını belirtti.

Güneş Çocuk Korosu: Göz Yumma Ezilmesine, Ne Kendinin Ne De Başkalarının!

Güneş Çocuk Korosu, etkinliğe katılanları selamladıktan sonra, savaşların, çocuk işçilerin, olumsuzluklara karşı susmanın olumsuzluğunu ve yaşamaya dair olan sözlerinin bulunduğu ezgile- rini seslendirdiler. Yoğun ilgi gören Güneş Çocuk

Korosu, sahnede ezgilerinin yanı sıra çocuk işçilerin durumunu canlandırdığı mizansen dikkat çekti. Mi- zansen’de kitleyi 1 Mayıs’a davet ettiler.

Özgür Lise: Taksim’i Biz Öğrencilere Yasaklaya- mazlar

 

Özgür Lise temsilcisi, tüm liselilerin sınıfın yanında yer alması gerektiğini, bunun için mücadele ettiklerini belirterek, liselileri 1 Mayıs’ta Özgür Lise saflarında Taksim’e davet etti.

Emektar Daktilo da “Gelecek Gençliğin Ellerin- dedir” pankartıyla piknikteydi.

 

AKA-DER Taksim Şube-Tiyatro Atölyesi Örgüt- lülüğe Çağıran Oyunuyla ve Haluk Tolga İlhan Ezgileriyle Sahnedeydi

 

 

AKA-DER Taksim şubenin karanlığa ve ege- menlere karşı topyekün bir mücadelenin gerekliliğini anlatan tiyatro oyunu sergilendi. Ardından Abdal- Haluk Tolga İlhan sahne alarak ezgileriyle kitlenin coşkusunu tekrardan arttırdı.

Katılanlar piknik alanında fotoblokaj üzerindeki “Seni Başkan Yaptırmayacağız” çerçevesinin içinde fotoğraf çektirdiler.

Gezi Direnişi’nde Ölümsüzleşenler Unutulmaya- cak-Unutturulmayacak!

 Mehmet Ayvalıtaş’ın babası Ali Ayvalıtaş ve Hasan Ferit Gedik’in Babası İbrahim Gedik konuş- ma yaparak, bu devletin adaletsizliğini belirttiler.

Ekim Çiftçi de Piknik Komitesi adına 1 Mayıs’a çağrı yapan bir konuşma yaptı.

Agire Jiyan Ezgileriyle Piknik Sona Erdi

Daha sonra sahne alan Agire Jiyan ile halaylar çekildi ve etkinlik coşkuyla sona erdirilerek 1 Ma- yıs’ta 1 Mayıs alanında buluşulmak üzere otobüslere ilerlendi

İzmir’de 1 Mayıs pikniği

İç Güvenlik Yasası’nın meclisten geçmesiyle devletin saldırılarının artması ve en son İstanbul Valiliği’nin 1 Mayıs için pazar yerleri ve cami oto- parkını eylem alanı olarak göstermesinin ardından 1 Mayıs’ta Taksim’e çağrılar devam ediyor.

Kaldıraç, AKA-DER Alsancak Şube, İşçi Gazetesi ve Özgür Lise’nin “Direniş Öğretir, Örgüt Özgürleştirir” şiarıyla düzenlediği, 19 Nisan’da ‘Güneşin sofrasında, dostların arasında buluşuyoruz’ diyerek tüm İzmir halkına seslendiği 1 Mayıs pikniği Sarnıç piknik alanında gerçekleştirildi. Saat 10.00’da başlayan pikniğin yapılacağı alanın etrafına “Halkla- rın Ortak Mücadelesini Büyütmek için AKA-DER’le 1 Mayıs’ta Taksim’e”, “Liselilerin Yeri İşçi Sınıfının Yanıdır, Özgür Lise Saflarında 1 Mayıs’ta Taksim’e”, “Sömürü, Savaş, Yıkım… Sosyalizm İçin İleri, 1 Mayıs’ta Kaldıraç’la Taksim’e”, “Taşeronlaştırma, Güvencesiz Çalışma, Sendikasızlaştırma, Yok Sayıl- ma, İşçi Cinayeti… Özgürtsüzsen Hiçsin, Örgütlen! İşçi Gazetesi ile 1 Mayıs’ta Taksim’e”, “Özgür Bir Yaşam İçin Pedallıyoruz, Yaşasın 1 Mayıs, Biji 1 Gulan” yazılı pankartlar asıldı.

Coşkuyla başlayan pikniğe Alternatif Yaşam Bisiklet Topluluğu’nun (AYBİT) Konak’tan Sarnıç’a bisikletle gelerek katıldı. Saat 12.00’da sahne alan Alevi Yol Kültür Derneği Ulukent Şubesi bağlama korosu da müziğiyle pikniğe renk kattı.

 

Piknikte halat çekme, yumurta taşıma gibi oyunlar oynanırken yumurta taşıma ve bilgi yarış- ması gibi yarışmalar da düzenlendi. Bilgi yarışma- sında Anadolu tarihine, direnişlere, işçi sınıfına ve 1 Mayıs’ın tarihine ilişkin sorular soruldu.

Pikniğe katılanların hep birlikte hazırladığı yemeğin ardından bir Kaldıraç dergisi okuru, Bekir Kilerci ve Nazım Hikmet’in Ahmed Arif’in şiirleriy- le hazırladığı dramatizasyonu sergiledi. Gösterimin ardından 1 Mayıs ve Taksim’in önemi konulu bir forum düzenlendi.

Forumda söz alan bir liseli yarının işçi sınıfı olduklarına dikkat çekerek “Liselilerin tüm talep- lerini haykırmak ve işçi sınıfının yanında olduğunu göstermek için 1 Mayıs’ta Taksim’de olması gerekir. Sesimizin en gür çıkacağı yer orasıdır.” diye konuştu.

İşçi Gazetesi okuru bir işçi ise 1 Mayıs’ın nasıl daha kitlesel geçebileceğine değindi. “Okey oyna- dığımız kahvede yanımızdaki bir işçiye, Taksim’in ne olduğunu anlatabilmeliyiz. Bunun en iyi yolu ise komiteler kurarak 1 Mayıs’ı örgütlemek ve kitlesel

bir şekilde Taksim’de olmaktır.” diyen konuşmacının ardından AYBİT adına söz alan bir aktivist “Hayatta kalabilmek için doğaya ihtiyacımız var. Kapita- lizmde yaşadığımız müddetçe de doğanın ayakta kalabilmesi için bize ihtiyacı olacak” diyerek talana, yağmaya karşı olan herkesi 1 Mayıs’a çağırdı.

AKA-DER Kadın Faaliyeti üyesi bir kadın söz alarak tacizle, tecavüzle, şiddetle, kadın cinayetle- riyle mücadelenin ancak kadınların örgütlü gücüyle olabileceğini belirterek “Kadınların özgürlüğü ancak işçi sınıfının kurtuluşuyla mümkündür. Buradaki tüm kadınları AKA-DER Kadın Faaliyeti saflarında 1 Mayıs’ta Taksim’e çağırıyoruz” dedi.

Manisa’dan pikniğe gelen bir İşçi Gazetesi okuru halkların direnişinden bahsederek “Emper- yalizmin ve kapitalizmin saldırılarına cevap verme- nin tek yolu örgütlülüktür. Halklar sömürüye karşı hep birlikte 1 Mayıs’ta Taksim’de olmalıdır” diye konuştu.

1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na yapılan çağrılar- la gün boyu coşkusunu ve canlılığını kaybetmeyen piknik, çekilen halayların ardından sona erdi.

 

Divan işçileri; ‘Kazanana kadar direnişe devam!’

İşçiler, çeşitli eylem ve etkinliklerle Koç grubunun sahibi olduğu Divan Turizm şirketini teşhir etmeye devam ediyor. Şirket işletmelerinin olduğu her merkezde eylem yapacaklarını açıklayan işçiler bir süre önce Taksim Divan Oteli önünde yaptıkları eylemden sonra bu kez de şirketin Ümraniye’de bulunan merkezi önünde eylem yaptılar.

Şirket binası önünde “Atılan işçiler geri alınsın”, “Divan işçisi köle değildir”, “Direne direne kazanacağız”, “Davamız divana kalmayacak”, sloganlarını atan işçiler, mücadeleden geri adım atmayacaklarını belirterek, sendikalı olarak işe geri dönene kadar mücadele edeceklerini vurguladılar.

İşçi Gazetesi / 19 Mart 2015

Avustralya’da halkların imhasına karşı protesto

Pazartesi günü yapılan protesto gösterilerinde Brisbane ve Melbourne şehir merkezleri oturma eylemleri ile işgal edilirken, Perth’de eylemler Parlamento binası önünde yapıldı. Devletin bu son hamlesi, tarih boyunca devam eden yerli halkın soykırım girişiminin yeni aşaması olarak yorumlanırken; tahliye nedeniyle en 20 bin kişinin evinden ayrılmak zorunda bırakılacağı belirtiliyor.

Bahsi geçen alanların kapatılması bütçe kesintisi kapsamında yapılması planlanırken, Avustralya Başbakanı Tony Abbott yerli halkın geleneksel yaşam tarzlarını ve topraklarını kastederek, hükümetin “yaşam tarzı seçimlerini” daha fazla finanse edemeyeceğini söyleyecek kadar ileri gittiği ifade ediliyor. Hükümetin planını protesto edenler ise, hükümetin daha fazla rant için yerli halkın yaşam alanı ile birlikte yaşam tarzına da el koymak istediğini ifade ediyor. Bu bölgelerde sondaj ve maden çalışmalarının yapılması planlandığı ifade ediliyor.

Yerli halkın yaşam alanlarını ve yaşam tarzını korumak için dayanışma eylemi gerçekleştiren binlerce kişi, hükümetin planlarında ısrarcı olması durumunda sokaklara daha kalabalık çıkacaklarını belirterek, uluslararası dayanışma çağrısı yapıyor.

Kaynak: Revolution News

Dünyadan 8 Mart Eylemleri

 

FİLİSTİN

Filistinli kadınlar da 8 Mart Dünya Kadınlar günü dolayısıyla yürüyüş yaptı.

Hamas’ın çağrısıyla Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün Gazze’deki merkezi önünde toplanan kadınlar, “Filistin kadınının da tıpkı diğer kadınlar gibi yaşam hakkı var”, “Dünya kadınlar gününde özgürlüğe evet” ile “Ablukanızı kaldırın ve gidin” yazan pankartlar taşıdı.

 

BULGARİSTAN

Bulgaristan’da 8 Mart Dünya Kadınlar günü nedeniyle kadına yönelik şiddeti protesto eden erkekler başkent Sofya’da, topuklu ayakkabı giyerek koştu.

Katılımcılar, müzik ve alkışlar eşliğinde Vitoşa Caddesi’nde sembolik bir koşu yaptı.

 

BANGLADEŞ

Bangladeş’in başkenti Dakka’daki eylemlere de birçok kadın örgütü katıldı.

Kadınlara yönelik şiddetin son bulması, eşit işe eşit ücret, iş güvenliği, sosyal güvenlik, siyasi ve demokratik haklar başlıca taleplerdi.

 

HONG KONG

Hong Kong’da onlarca ev işçisi göçmen daha fazla hak talebiyle hükümet merkezinin önünde eylem yaptı. Ülkede çoğu Endonezya ve Filipinlerden olmak üzere yaklaşık 330 bin göçmen ev işçisi bulunuyor. Birçoğu asgari ücretle çalışıyor ve işvereniyle aynı çatı altında yaşamak zorunda bırakılıyor. İnsan hakları örgütleri sıklıkla bu kişilerin cinsel saldırı da dâhil olmak üzere fiziksel ve duygusal kötü muameleye maruz kaldığını söylüyor.

 

FİLİPİNLER

Filipinlerin başkenti Manila’da binlerce kadın şiddete ve cinsiyet ayrımcılığına karşı sesini yükseltti.

Mor renklere bürünen eylemciler kentteki ana cadde boyunca yürüyerek hükümetin gerekli reformları yapmasını ve kadınların haklarını korumasını istedi. Kadınların çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve kadına yönelik şiddetin durdurulması başlıca taleplerdi.

 

STUTTGART

Almanya’nın Stuttgart şehrinde Sosyalist Kadınlar Birliği, Kürt Kadın Hareketi, Yeni Kadın (ATİK), Die Linke kadın İnisiyatifi, FV, Courage, ADHK Ludwigsburg, İran Kadın İnisiyatifi ve Alınteri’nden kadınlar 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla Schlossplatz’da miting düzenledi.

Erbanelerin çalındığı ve yöresel kıyafetlerin giyildiği etkinlik, kadın özgürlük mücadelesinde ve kadın cinayetlerinde yaşamını yitirenler için saygı duruşuyla başladı. Eylemde, Sibel Bulut, Arin Mirkan, Sakine Cansız, Almanya’da katledilen Tuğçe Aslan ve Mersin’de katledilen Özgecan Aslan’ın fotoğrafları taşındı.

Yapılan konuşmalarda, 8 Mart’ın bugünkü tarihsel önemi, Rojava Kadın Devrimi, kadın savunma güçlerinin YPJ örneğinde somutlaşması, kadına yönelik şiddete karşı kadın isyanının öne çıkmasına değinildi ve kadın mücadelesinin Tuğçe ve Özgecan eylemlerinde olduğu gibi giderek büyüyeceği belirtildi.

CENİ VE SKB tarafından İran hapishanesinde bulunan Zeynep Celaliyan için hazırlanan bildiri de Schlossplatz meydanından geçen yüzlerce kadına dağıtıldı.Yürüyüş Rathaus önūnde son buldu.

 

HANNOVER

Almanya’nın Hannover şehrinde de Ronahî Kadın Meclisi öncülüğünde çeşitli toplumlardan kadın kurumları 8 Mart’ı yürüyüş ve mitingle kutladı. Şengal ve Kobanê direnişlerinde yaşamını yitiren kadınların fotoğraflarının taşındığı eylemde, Paris’te katledilen 3 Kürt kadın devrimcinin direnişi de selamlandı.

Kürdistan Öğrenciler Birliği (YXK) üyesi genç kadınların oluşturduğu YXK-Jin’in mesajının da okunduğu eylemde, İran’da tutsak olan Kürt siyasetçi Zeynep Celaliyan ve Şengal’deki kadınların durumu hakkında bildiri dağıtıldı.

Şehirde Hevi Kadın Derneği öncülüğünde ise Kobanê ve Şengal için stant açıldı.

Celle Belediyesi’nde de SPD ve birçok kurum temsilcisinin katıldığı panel düzenlendi. Panelde özellikle PKK’nin kadın özgürlüğündeki önemi ve Şengal ve Kobanê tartışıldı.

SAARBRÜCKEN

Almanya’nın Saarbrücken kentinde Kürt Topumu Merkezi tarafında organize edilen 8 Mart kutlamasına, çok sayıda Kürdistanlı ve farklı halklardan kadınlar katıldı. Kentin en işlek caddesi Banhof’ta düzenlenen yürüyüşte, “Şengal’den Kobanê’ye dayanışma“ yazılı pankart taşındı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın posterleri ve YPG, YPJ bayraklarının taşındığı yürüyüş boyunca çok sayıda bildiri dağıtıldı.

Yürüyüşün ardından düzenlenen mitingde yapılan açıklamada, Kürt kadınların barbarlığa karşı sembol haline geldiğine dikkat çekilerek, dünya kadınları Kürt kadınlarıyla dayanışmaya davet edildi.

Müzikler eşliğinde halayların çekildiği miting sloganlarla son buldu.

 

DEN HAAG

Hollanda’nın Den Haag kentinde 8 Mart dolayısıyla düzenlenen etkinlikte Kürdistanlı kadınlar buluştu.

Hollanda’nın Den Haag kentinde Avrupa Kürt Kadın Hareketi, Diaspora Kürt Kadın Vakfı, Uluslararası Özgür Kadın Vakfı’nın öncülüğünde Demokratik Kürt Toplum Merkezinde bir araya gelen Kürdistanlı kadınlar 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutladı.

Etkinlikte Kürt Kadın Hareketi adına konuşan Şemse Güllü, kadının özgür olmadığı sürece toplumların da özgür olamayacağını ifade etti. Güllü, “Ulusal hareketin başlangıç noktasından itibaren ve öncesindeki isyanlarda da kadın her anlamda mücadeleye öncülük etmiştir. İnsanlığın onurunu zirveye taşıyan Kobane gerçeği ve gelinen noktada kadının siyasal-askeri gücü açığa çıkmıştır. DAİŞ çetelerinin saldırısı karşısında Kürt kadının direnişi tarihidir. YPJ öncülüğünde Kobane direnişine, insanlık direnişine tüm dünya şahit olmuştur. Kürt kadını ezilen tüm dünya kadınlarının yanında olmuştur” dedi. 9 Ocak Paris Katliamı’na da değinen Güllü, katliamın Kürt kadınına yönelik siyasi bir saldırı olduğunu belirtti.

Diaspora Kürt Kadın Vakfı adına konuşan Çiro Jalal, 7 Mart 1991’de Güney Kürdistan’a yayılan halk ayaklanmasında kadınların öncülüğünü anlattı. Jalal, Halepçe ve DAİŞ çetelerinin katliamlarını, Kürt kadınına yönelik saldırılarını hatırlatarak, mücadelenin önemine dikkat çekti.

İran Komünist Partisi’nden Chia Qadery, yaptığı kısa konuşmada, İran’daki Kürt kadınların sorunlarına vurgu yaptı ve Kürt kadınının birlik anlayışı ile mücadelesinin önemli olduğunu belirtti.

 

INNSBRUCK

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla Avusturya’nın Innsbruck kentinde, Amara Kadın Kurumu öncülüğünde Mary TereseStrasse Meydanı’nda eylem düzenlendi. Aralarında Avusturyalı kadınların da bulunduğu çok sayıda kadın, 8 Mart Dünya kadınlar gününü kutladı ve YPJ direnişini selamladı.

Etkinlikte, YPJ’li kadınların direnişini ve Şengal’de kadınların DAİŞ tarafından köle pazarlarında satılmasını anlatan bir skeç yapıldı.

Sık sık Almanca ve Kürtçe olarak YPJ direnişini selamlayan kadınlar, yaklaşık 2 kilometre yürüdükten sonra yürüyüşün başladığı yer olan Mary TereseStrasse Meydanı’na geri döndü.

Burada Almanca, Kürtçe ve Türkçe olarak yapılan konuşmalarda, 8 Mart’ın tarihsel boyutuna dikkat çekilerek bugün YPJ şahsında dünya kadınlarının özgürlük mücadelesi verdiğine vurgu yapıldı.

BASEL

İsviçre’nin Basel kentinde 8 Mart dolayısıyla Genç Kadın Haftası ‘Kapitalizmi yaşama ve yaşatma’ şiarıyla başlatıldı. Etkinlikler kapsamında YPJ direnişinin anlatıldığı bir seminer düzenlenirken, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için de bir stant açıldı.

8 Mart mitinginin yapılacağı alanda ise Kürt kadınının özgürlük mücadelesini yansıtan bir sergi açılacak. Etkinlikler kapsamında ekolojiyi işleyen sokak tiyatrosu da düzenlenecek.

Genç kadınlar, kapitalizme karşı Öcalan’ın paradigmasını alternatif olarak kabul ettiklerini belirtirken, 14 Mart’ta Köln’de yapılacak ikinci Genç Kadın Konferansına da çağrı yaptı.

Kibir, katliam politikasının kardeşidir

Bu sadece Ermeni katliamında, sadece Rumların sürgünlerinde, sadece din değiştirme süreçlerinde, sadece zorunlu yer değiştirmelerde, sadece Dersim katliamında vb. ortaya çıkan bir durum değildir. Bu, süreklilik arzeden bir durumdur. Katliamlar, her zaman, farklı yoğunlukta da olsa var olmuştur. Kürt devrimine karşı girişilen katliamlar, binlerce faili meçhul cinayet, katliamların bir başka türüdür. Sivas katliamı bir başkası. Maraş ve Çorum katliamlarını hatırlayalım, hâlâ AK Partili devlet, Maraş katliamının anılmasına bile müsaade etmemektedir.

Gezi Direnişi’nde ölenlerin tümü, polis müdahalesi ile öldürüldü ve dönemin Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı bu polislere Çanakkale kahramanları muamelesini yaptı. Kabataş yalanını dizenler, Gezi’de insanların gözlerini gaz fişekleri ile alanlar, bu katliamcı kültürün parçasıdırlar.

Ve bu katliamcı kültür, bu halkı kendine düşman gören anlayış, mutlaka ve mutlaka kibirle birleşir. Korku ve kibir birliktedir.

Berkin Elvan’ın annesini kürsüden koro hâlinde yuhalatmak, Yavuz Bingöl ne derse desin, korku ve kibirin bileşimidir. Kibir, halka tepeden bakmaktır. Katliamcılık da budur.

1 Mayıs 1977’de, ABD’lilerin emirleri ile, hiç tanımadığı kalabalığa, kendisi ile aynı dili konuşan insanlara, yaşlı-genç, çoluk-çocuk demeden ateş emri veren, onlara ateş eden anlayış, sadece burjuva devletin vahşiliği ile açıklanmaz. Dahası var, bu ancak katliamcı gelenekle anlaşılabilir. Ergenekon davalarında asla ve asla Maraş katliamı, 16 Mart katliamı, 1 Mayıs katliamı anılmaz. Bu katliamların sayfaları açılmaz. Faili meçhullere sıra gelmez.

500’üncü haftayı geçmiş olan Cumartesi Annelerinin çığlıkları var iken, utanmadan bu ülkede “demokrasiden” söz etmek, yeni iç güvenlik yasaları hazırlamak ve TV kanalları karşısında hâlâ Kabataş yalanlarına sığınmak, kibir değilse nedir?

Kibir ve katliam hep atbaşı gitmiştir. Katliam emrini verenler, kibirli olurlar. 6-8 Ekim olaylarında öldürülen kişilerin sorumluluğu devlete aittir. Gezi’de öldürülenlerin hepsi polis müdahalesi ile ölmüştür. Ama iç güvenlik yasası, “polisin bu müdahalelerini nasıl cezalandırırız” diye yapılmıyor, tersine yargılanmalarını önlemek için yapılıyor.

Yasin Akay, AK Parti’lidir, devlette görevlidir ve dahası, yanlış bilmiyorsak, eklenmiş öğretim görevlisidir. Ve şimdi, Kürt Müslümanlara sesleniyor ve “devletin yapamayacağı şeyler var, yasalara uymak zorunda değilsiniz” diyor ve silâhlanmalarını istiyor. İşte TC devleti tam da budur.

AK Parti’nin, devletin bazı geçmiş uygulamalarını eleştiriyormuş gibi yapması, aslında, devletin zaten dağılmış olan sistemini, yeniden kurmak içindir. TC devletinde bir çözülme süreci yaşanmaktadır. Bunun bir boyutu, Kürt devriminden kaynaklanan çözülmedir, ikincisi emperyalist güçler arasında SSCB sonrası başlayan dünyanın yeniden paylaşılması savaşının etkilerinden kaynaklanan çözülmedir. TC devleti, bu çözülmeyi durdurmak için, kendini toparlayacak fırsatı yaratma peşindedir. Bu nedenle, zaman zaman geçmiş uygulamalara dokundurarak karşı çıkışlar yapıyorlar. Oysa, pratiğe bakıldığında aynı süreci devam ettiriyorlar.

Dersim katliamından söz eden Erdoğan, Roboski katliamının üzerinden yıllar geçtiği hâlde bir tek adım atmıyor. Hrant’ın cinayeti için sözler veriyor, beni hedef aldılar diyordu, ama korumadığı kimse yok, dahası, her şeyi bir yana bırakalım, Ali İsmail’in katillerini korumasın yeter. Ethem Sarısülük’ü vuran polis, “Kaldıraç kortejine ateş emri” aldığını gizlesin diye, en tepe tarafından savunuluyor. Bir yandan İnönü’yü eleştiriyor ama diğer yandan onun uygulamaları ile yarışır şekilde iç güvenlik yasası hazırlıkları yapıyor. Sivas katliamı orta yerdedir. 1 Mayıs 1977 orta yerdedir. Gezi ve 6-8 Ekim direnişine karşı tutum orta yerdedir.

İşte devlet, bugün, bu çözülme sürecini durdurmak için, her fırsatı, her yolu kullanmaktadır.

Katliamcı, aynı zamanda ileri düzeyde yalancı oluyor, başka çaresi yoktur. Halkları akılsız ve örgütsüz gördükçe, çaldığım düdük yoluna koyuluyor. Bu kibirdir. Halkı sadece koyun olarak ele almak, bu kibrin en açık kanıtıdır.

Katliamcı korkak olur. Çünkü, halkları kendine, sistemine düşman görüyor. Herkesi düşman gördüğü için, akıl almaz önlemler devreye giriyor. Korkaklar kibirlidirler, halka karışmayı sevmezler, halkın bir parçası olmayı istemezler.

TC devleti, tarihi boyunca hiçbir zaman, hiçbir konuda halka gerçeği, doğruları söylememiştir. Halkı kandırmayı, halkları birbirine düşman etmeyi, birbirine kırdırmayı seçmiştir. “İti ite kırdırmak”, öyle bir kibirle, halklara karşı kullanılmıştır.

Her zaman yönetebilmek için, düşmanlar yaratmışlardır. Düşman, öcü gibi halkı sokaklardan uzak tutmak, boyun eğdirmek için kullanılmıştır.

“Devletin yapamayacağı işler var, yasalara uymak zorunda değilsiniz” diyerek, sivil güçler halkın üzerine sürülmüş, sonra varsa yakalanan, bunlara devlet “hakem” olarak sözde ceza verir gibi yapmış, gerçekte ödüller vermiştir.

Gülsuyu’nda, Ağaoğlu İnşaat’a rant sağlamak için mahalleye sürülen çeteler, “hayırlı cinayetler” diye mesaj atmaktadır. Ve bu konuda dava, bir türlü başlayamamaktadır.

Bu baskı ve yıldırma politikası, halkı düşman görme politikasının sonucudur.

Bugün de devlette bu kibir, bu hoyratlık, bu halkı küçümseme, aşağılama, bu tepeden bakma, bu katliam ve baskı politikası devrededir. Her zaman olduğu gibi. Üstelik bu, “biz oy aldık, sandıktan çıktık” söylemi ile gerçekleşmektedir. İnşaat sektörünün tüm uyanıklıkları devlet yönetiminde egemen olmuştur. Her türlü durum için bir uydur kaydır çözüm üretilmekte, ata alan üsküdarı geçsin mantığı teşvik edilmekte, bal tutan balı götürsün halka da parmak yalamak düşsün mantığı devreye sokulmaktadır. Böyle bir pratik çözüm ile devlet çarkı işlemektedir. İnşaatlarda nasıl akıl almaz cinayetler gerçekleşiyor ise, aynı akla hayale gelmez cinayetler devletin halka karşı savaşımında devreye sokulmaktadır. Elleri palalılar, sopalılar, TV kanallarında kan dondurucu sakinlikle “tahrik edici giyinmesinler” gibi sözler, vapurdan inenlerin giyimlerine bakmalar katliamcı ve kibirli bakışın ürünüdürler.

Oysa gerçek, her zaman daha güçlüdür.

Gerçek olan şudur: Bu devletin tarihi katliamlar tarihidir. Bu devlet, bu topraklarda yaşayan tüm halkları, ama tümünü düşman olarak görmüştür. Devleti yönetenler, sömürgecilerin gözlükleri ile bakan elitler olmuştur. Halkları birbirine kırdırmışlardır.

Gerçek olan şudur: Artık mızrak çuvala sığmıyor. Kürt halkı örgütlüdür ve kendi alanında bu katliam politikalarına, bu “Osmanlı’da oyun bitmez” taktiklerine karşı bilinçlidir. Bu nedenle işler eskisi gibi kolay değildir. TC devleti, istediği kadar oyalama taktikleri uygulasın, çözülmesini durdurması bugün mümkün değildir.

Gerçek şudur: Anadolu, Kürdistan dışındaki tüm Batı örgütsüzdür. İşçi ve emekçiler örgütsüzdür. Bu örgütsüzlük, bu topraklardaki egemenleri, burjuva iktidarı rahatlatmaktadır. Gezi Direnişi, 12 Eylül süreci ile, gerçek anlamda, kitlesel bir hesaplaşma sürecinin önemli bir adımıdır. Bu nedenle de egemenlerin kâbusu olmuştur. Gezi süreci ile başlayan, Soma ile devam eden, Özgecan isyanı ile büyüyen direniş ruhu, daha da kökleşmeye, sağlam örgütlülüklere dönüşmeye muhtaçtır. Bunu yapabilirsek, tüm Ortadoğu bölgesinde etkileri olan Kürt devrimine güçlü bir destek vermiş olacağız, Yunanistan’da başlayan arayışa güçlü bir destek vermiş olacağız, bölge devrimine güçlü bir destek vermiş olacağız. Bunu başarmanın olanakları vardır.

Dünya Emekçi Kadınlar Günü 8 Mart’ta kadınlar sokakta, eylemdeydiler…

İSTANBUL

Saat 13:00- Kadıköy’de öğlen saatlerinde soğuğa rağmen kadınlar yürüyüş yaptı. Bir araya gelen kadınlar yaşam vurgusu eşliğinde devlet ve erkek şiddetine, kimliklerinin yok sayılmasına ve çifte emek sömürüsüne karşı yürüyüş yaptı. Özgecan’ın da unutulmadığı yürüyüşte Kürt kadın hareketinin simgeleri Sakine, Fidan ve Leyla selamlandı. Siyasi kurumların, demokratik kitle örgütlerinin dernekler ve yerel örgütlerin de katıldığı mitingde Türkçe ve Kürtçe basın açıklaması yapıldı. Miting boyunca halay çeken kadınlar Grup Sarya ve Ahu İrani şarkıları ile mitinge son verdi.

Kadın cinayetlerini durdurmak için saat 17:00’da Tünel’den Galatasaray’a yürüyüş gerçekleştirildi. Galatasaray Lisesi önünde kadın cinayetlerini vurgulayan yerde yatan öldürülmüş kadınlar mizanseni dikkat çekti. Yürüyüş esnasında sporcu kadınlar önlerine koydukları tahtaları kırdı. Direnişin Ritmi de İstanbul Taksim’deki eylemde yerini aldı.

Ayrıca İstanbul’da Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Validebağlı kadınlar oldukça renkli bir eyleme imza attılar. İnşaatın yasadışı olduğunu söyleyen kadınlar dini tesis alanı etrafındaki polis barikatını zincirlediler.

 

ANKARA

Ankara’da siyasi kurumlar ve demokratik kitle örgütlerinin öncülüğünde binlerce kadın Kurtuluş Parkı’nda bir araya geldi. Ziya Gökalp Caddesi’ne kadar kortejlerle yürüyüş gerçekleştiren kadınlar “8 Mart kızıldır kızıl kalacak”, “daha fazla Rojava daha fazla direniş” sloganları attılar.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü basın açıklaması Türkçe, Kürtçe ve Arapça okundu. Militarizme, milliyetçiliğe, kapitalizme karşı ses çıkarıldı. Vicdani reddini açıklayan bir kadın konuşmasının ardından müzik dinletisine geçildi.

 

İZMİR

İzmir Konak’ta kadına şiddete karşı duvar örüldü. Duvarda, öldürülen 1169 kadının ismi de yer aldı.

 

ANTAKYA

Antakya’da 8 Mart eyleminde Eğitim-Sen önünde toplanan kitle Ulus meydanına doğru yürüdü. Siyasi kurumlardan ve demokratik kitle örgütlerinden katılan kadınlar “Kadınlar alanda özge için sokakta”, “Jin jiyan Azadî” sloganları attı.

 

EDİRNE

Saat 13.30’da ”Edirne Kadın Platformu olarak” Edirne Belediyesi’nin önünde toplanan kadınlar ”yaşasın 8 Mart dayanışması”, ”adalet direnen kadınlarla gelecek”, ”Homofobik devlet yıkacağız elbet” sloganlarıyla Saraçlar Caddesi PTT önüne yürüdü. PTT önünde yapılan basın açıklamasının ardından serbest kürsü kuruldu ve kadınlar çıkıp sözünü söyledi. Serbest kürsüdeki konuşmalardan sonra “YPJ’li Direnen Kadınlara Bin Selam” sloganı atıldı. Basın açıklamasının ardından kadınlar halaylarla horonlarla eylemi sona erdirdi.

Edirne Kadın Platformu’nun hemen ardından, saat 15.00 de PTT önünde Edirne LGBTİ Çalışma Grubu ve HDP’nin bir basın açıklaması gerçekleşti. Açıklamada Edirne Olay Gazetesi’nin, HDP’ye eşcinseller mi yön verecek başlığı ve karalama politikası yapılmaya çalışıldığına dikkat çekilerek “Gazetenin ötekileştirici ve itibarsızlaştırıcı söylemlerden vazgeçip LGBTİ bireylerden özür dilemesini istiyoruz” denildi.”susma haykır eşcinseller vardır” ve “homofobik devlet yıkacağız elbet” sloganları atıldı

 

SOMA

Soma’da Somalı emekçi kadınların çağrısıyla kadınlar yürüyüşe geçti. Kadınlar slogan ve trompetlerle yürüyüş yaparak Soma Kaymakamlığı önüne geldi. Soma kaymakamlığının önünde basın açıklaması okundu.

 

TRABZON

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Trabzonlu kadınlar sokakları işgal etti. Trabzon Demokratik Kadın Platformu’nun çağrısı ile saat 15:00’da merkez postane önünde toplanan kadınlar buradan yürüyüşe geçti. Yaklaşık 300 kadının katıldığı yürüyüşe Trabzon halkı alkışlarla destek verdi. Yürüyüş boyunca “kadınlar yürüyor mücadele büyüyor”, “yaşasın 8 mart”, “AKP’den hesabı kadınlar soracak”, “erkek vuruyor devlet koruyor”, “yasta değil isyandayız”, “yaşasın kadın dayanışması” sloganları atıldı. Meydan parka gelen yürüyüş korteji burada basın açıklaması yaptı. Platform adına yapılan açıklamada “biz kadınlar bugün 8 Mart kadınların uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma gününde yine yeniden, yıllardır biriktirdiğimiz öfkemizle, isyanımızı büyüterek; tacize, tecavüze, şiddete, kadın düşmanlığına, güvencesizliğe, gericiliğe, savaşa karşı sokaklardayız. Bizler sokaklardayız çünkü, yanı başımızda Şengal’de, Rojava’da, Kobane’de kadınlar ölümle iç içe yaşıyor. Köle olarak kaçırılan, satılan kadınlar savaşın ve zulmün en ağır halini yaşıyor. Kadınlar savaş istemiyor.” dedi. Basın açıklamasının ardından sloganlarla devam eden eylem şarkılar ve marşlar söylenerek sona erdi.

 

ADANA

Adana Kadın Platformu tarafından “Emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz, özgürlüğümüz için 8 Mart’a” şiarıyla Uğur Mumcu Meydanı’nda miting düzenlendi. Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu’ndan miting alanına kadar yürüyen kadınlar, taleplerini içeren dövizler taşıdı.

 

ANTEP

Antep Demokratik Kadın Platformu öncülüğünde Kırkayak Parkı’nda bir araya gelen siyasi kurum ve demokratik kitle örgütleri “Kobanê’de direnen kadınla örgütlenelim yaşamı özgürleştirelim” ve “Yasta değil isyandayız, kabullenişte değil direnişteyiz” yazılı pankartların açıldığı yürüyüşte “Jin jiyan azadî”, “Transfobik devleti yıkacağız elbet”, “Kadına uzanan eller kırılsın”, “Bijî berxwedana Kobanê” ve “Şiddete karşı omuz omuza” sloganları attı.

 

ESKİŞEHİR

Eskişehir’de Eskişehir Demokratik Kadın Platformu’nun örgütlediği 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar yürüyüşü Espark önünde toplanarak saat 14.00 da basladı. Ardından Hamamyolu Yediler Parkı’na kortej oluşturulup yüründü. Yürüyüş sonrası basın açıklaması ve halaylar, horonlar ile eylem devam etti.

Sloganlarla zılgıtlarla kadınlar erkek egemen sisteme devlete şiddete karşı mücadelenin devam edeceğini haykırdılar.

 

YOZGAT

Saat 12.00 sıralarında karanfil dağıtan kadın öğrenciler, Cumhuriyet Meydanında basın açıklaması yapmak için toplandıkları sırada sayıları 100-150 arasında değişen ülkücü bir grup öğrencilerin üzerine yürüdü. Polis engellemesinin ardından basın açıklamasının yapıldığı sırada ülkücü grup, kadınlara ve öğrencilere küfürler ve tehditler savurarak, kadın öğrencilere saldırmak istedi. Kadın öğrenciler kışkırtmalara ve polise rağmen basın açıklamalarını bitirdiler.

 

ARDAHAN

DBP Kadın Meclisi ve Ardahan Yurtsever Öğrenci Meclisi üyeleri de, DBP binasında etkinlik düzenledi. Çok sayıda kadının katıldığı etkinlikte, Abdullah Öcalan’ın mesajı okundu. Sinevizyon gösterimi yapılan etkinlik, halaylarla son buldu.

 

BİNGÖL

Bingöl’de kadınlar KJA öncülüğünde, 8 Mart’ı kutlamak için DBP binası önünde bir araya gelerek PTT Kavşağı’na yürüdü. Yüzlerce kadının polis ablukası altında gerçekleştirdiği yürüyüşte sık sık “Jin jiyan azadî”, “Kadına uzanan eller kırılsın” ve “Bijî berxwedana YPJ” sloganları atıldı.

 

DERSİM

Dersim Kadın Platformu’nun çağrısıyla eski hastane önünde bir araya gelen yüzlerce kadın, Seyid Rıza Meydanı’na yürüdü.

 

ERZİNCAN

Çağlayan duraklarında toplanan kadınlar, zılgıtlar ve sloganlarla Cumhuriyet Meydanı’na yürüdü. “Jin jîyan azadî”, “Kadın yaşam özgürlük”, “Ses ver şiddeti durdur”, “Erkek vuruyor devlet koruyor”, “Bijî berxwedana Kobanê” ve “Yaşasın Kadın Dayanışması” sloganları atıldı.

 

DİYARBAKIR

Halkların Demokrat Partisi (HDP), Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve kadın örgütlerinin organizesi ile bir mitingi düzenlendi. İstasyon Meydanı’nda yapılan mitingde Abdullah Öcalan’ın Kürtçe mesajı okundu. Sabah saatlerinde miting alanına gitmek için kentin 4 ayrı noktasında kadınlar toplandı. Yenişehir ilçesinde bulunan İstasyon Meydanı’nda düzenlenen mitinge Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak, Abdullah Öcalan’ın kız kardeşi fatma öcalan, HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, DTK Eşbaşkanı Selma Irmak, belediye eşbaşkanları, İmralı heyetinde bulunan Ceylan Bağrıyanak, kadın örgütleri ve çok sayıda kadın katıldı. Program saygı duruşu ve Abdullah Öcalan’ın Kürtçe mesajının okunmasıyla başladı.

Mitingde konuşan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak, “Bizim devrimimize selam olsun. Tüm dünya kadınları hoş geldi. Dünyadaki tüm kadınların 8 Mart Dünya Emekçi Kadın Günü kutlu olsun. Gururla şunu söylüyoruz. Kadınlar adım adım özgürlük yürüyüşünü büyüttüler. Kadınlar direndiler. İşkenceler, sokaklar ve meydanlarda direnmeye devam ettiler. Diyarbakır’da Rojava devriminin kadınları buluşmuştur. Artık geri dönüşü olmayan kesintisiz bir kadın devrimi süreci başlamıştır” dedi.

 

ERZURUM

HDP ve DBP il örgütleri öncülüğünde Mahallebaşı’nda bir araya gelen kadınlar kadına yönelik şiddeti protesto etti. Çok sayıda kadının katıldığı eylemde sık sık “Jin jiyan azadî” sloganı atıldı

 

HAKKARİ

Hakkari’de KJA tarafından miting düzenlendi. Mitingde konuşan HDP Milletvekili Aysel Tuğluk kadınların direnişinin zafere ulaştığını söyledi.

 

IĞDIR

Iğdır’da KJA üyeleri 8 Mart dolayısıyla Medet Serhat Parkı’nda kadın buluşması gerçekleştirdi. KJA Daimi Meclis üyesi Sozda Gökçe yaptığı açıklamada tüm tutsakların serbest bırakılmasını umduklarını söyledi, “bundan sonraki kadınlar günü özgürce ve beraber kutlarız” dedi.

 

MALATYA

Malatya Demokratik Kadın Platformu bileşenleri 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü mitingi gerçekleştirdi. Emeksiz Alt Kavşağı’ndan bir araya gelen binlerce kadın geleneksel kıyafetler giydi, kadına yönelik şiddeti protesto eden sloganlarla Emeksiz Meydanı’na (1 Mayıs Meydanı) yürüdü.

 

ŞIRNAK

Şırnak’ta 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Aşitî Meydanı’nda kutlandı. Binlerce kadın geleneksel kıyafetleriyle sokaklara çıkarken, Özgecan Aslan, Sakine Cansız ve Arîn Mîrxan’ın fotoğrafları taşındı.

 

URFA

Urfa İl Kadın Platformu tarafından düzenlenmek istenen 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü mitingi dolayısıyla Ali Şellî Parkı’nda bir araya gelen kadınlar, yürüyüşe geçince polis saldırısına maruz kaldı.

 

VAN

Van Sanat Sokak’ta Van Kadın Derneği VAKAD’ın 8 Mart buluşmasında, sloganlar çok anlamlı bir şekilde gündemi yansıtıyordu. Halaylar çekilirken, Kürtçe şiir dinletisi oldu.

 

SİLVAN

Amed’in Silvan ilçesinde, KJA öncülüğünde Mescit Mahallesi Azizoğlu Meydanı’nda yapılan mitinge, Silvan Belediyesi Eş Başkanı Yüksel Bodakçi, DBP ve HDP Amed ve Silvan ilçe örgütleri eş başkan ve yöneticileri yanı sıra yüzlerce kadın katıldı.

Silvan Belediyesi Eş Başkanı Yüksel Bodakçi, DBP Silvan İlçe Örgütü Eş Başkanı Aynur Sümer ve HDP Silvan İlçe Örgütü Esra Tokmak yaptıkları konuşmalarda 7 Haziran’da yapılacak genel seçimlere dikkat çekerek, birlik çağrısı yaptı. Etkinlikte Dicle Fırat Kültür Merkezi sanatçılarından Nûjiyan ve Janya şarkılarını seslendirdi.

“Barış”a ağırlık ve işçi sınıfının örgütlülük sorunu

Bu sadece seçime hile karıştırılması gibi, zaten rutin olan, zaten klasikleşmiş olan durumdan daha ciddidir. Bu nedenle, önümüzde her açıdan uyanık olunması gereken günler var.

Mart 2015, bir yandan barış süreci ve diğer yandan yaklaşmakta olan seçimler nedeni ile, son derece kritik idi, öyle de oldu.

Şubat’ın son günü, 10 maddelik deklarasyon açıklandı. AK Parti ya da devlet, bu başlıkların açıklanmasını özellikle istemiyordu. Süreci kapalı tutma, halka açmama eğilimi uzun süredir biliniyor ve  AK Parti bundan medet umuyordu. Samimiyetsiz yaklaşım, oyalama tutumu bunu gerektirir. Tam tersine, PKK, uzun süredir, süreci açık yürütme isteğini deklare etmektedir.

Bu açıdan 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de yapılan açıklama, deklarasyon önemlidir. Öcalan’ın kaleme aldığı açıklamayı, herkes biliyor olsa da bir kere daha aktaralım:

28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de AK Parti, devlet ve HDP heyeti ile yapılan açıklama şöyle:

“Hem gerçek bir demokrasinin, hem de büyük barışımızın temel omurgasını teşkil edecek olan olgusal başlıklarımız şunlardır” denildikten sonra 10 madde açıklandı. 10 madde şöyle:

1- Demokratik siyaset tanımı ve içeriği

2- Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması

3- Özgür vatandaşlığın, yasal ve demokratik güvenceleri

4- Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar

5- Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları

6- Çözüm sürecinde demokrasi güvenlik ilişkisinin kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması (Demirtaş’ın açıkladığı metinde, “çözüm sürecinin yol açacağı yeni güvenlik yapısı”denilmekte idi).

7- Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri

8- Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi (Demirtaş’ın açıklamasında,  çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi yerine “eşit mekanizmaların geliştirilmesi” deniliyordu).

9- Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması (Demirtaş’ın açıkladığı metninde “çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması” yok).

10- Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa.

Elbette bu açıklama, devletin barış sürecini gizli yürütme isteğinin de sonudur. Bu deklarasyon, gerçekte PKK’nin barış sürecine “ağırlık” koymasıdır. “ağırlık” koymak, gerçekte, tarafların konumunu bir kere daha netleştirmektir.

AK Parti-devletin bu konudaki oyalamacı tutumunun ortadan kalkmayacağı açık. Ama barış sürecini elinde bir oyuncak olarak tutmayı isteyen devletin, AK Parti’nin, Erdoğan’ın bundan böyle ciddi olma zorunluluğu açığa çıkmıştır.

Barış süreci, sanki Erdoğan’ın, AK Parti’nin, devletin, keyfine bağlı, “sadaka” verir gibi yürütülecek bir süreç değildir ve bu artık daha da nettir. Erdoğan-devlet baba, varsa verilecek hak, “onu da biz veririz” havasındadır. Hani, komünist parti lazımsa, onu da biz kurarız mantığı gibi.

Deklarasyon, aslında genel başlıklardır ve esas etkiyi uyandıran, AK Parti-devlet-Erdoğan’ı da ortak açıklamaya ikna eden unsur, Öcalan’ın, bir tarihî niyet beyanı olarak “silâh bırakmayı” kongrede tartışmak şeklindeki açıklamasıdır. Devlet, 10 madde ile ilgilenmedi bile, burjuva medya, 10 maddeyi sadece verdi, gerçekte ise silâhlara veda başlıkları attı.

Doğrusu, bu tarihten sonra, yaklaşık 20 gün hiçbir adım atılmadı. Ve ardından, Newroz mektubu geldi. Newroz mektubu kuşku yok ki, Dolmabahçe açıklamasının üzerine yükselmektedir.

Ve tam bunun öncesinde, Erdoğan, ben diyorsam yoktur, demek ki Kürt sorunu yoktur tarzı açıklamalara girişti.

Ve elbette, AK Parti samimi değildir, devlet samimi değildir. Bu nedenle, yeni bir oylama sürecine girişebilecek hamleler yapacaklardır. Arınç-Erdoğan atışması, Arınç’ın özgül ağırlığına da bağlı olarak, bu oyalama sürecinin bir parçası olarak sahnelenmiş olabilir.

Aslında, devlet, tüm süreçte, resmî olarak, açıktan, taraf olarak ortaya çıkmamayı seçmektedir. Bu uzun süredir uyguladıkları politikadır. Bugün, Dolmabahçe açıklamasının ardından devletin açıklamalarına bakıldığında, “ortak deklarasyon yok” gibi açıklamalar, aslında bu kaçak tutumun, kendini bağlamamayı seçen tutumun kendisidir.

Diyarbakır’daki görkemli Newroz, bu “ağırlık” koyma sürecinin parçasıdır. Devlet cephesinden gelen farklı açıklamalara aldırmadan bir “ağırlık” koymadır bu.

Elbette bu süreç, sadece seçim süreci değildir. Yine de seçim süreci ile uzak da değildir. AK Parti, bir yandan Kürtlerden oy kaybetmeme hevesindedir. Kobanê’ye rağmen, hâlâ oylarını koruyabileceği düşüncesinde olmadıkları kesindir. Ama bu kaybı düşürmek istiyorlar ve bu açıdan, bölgede örgütlenme çalışmaları, çok farklı tarzlar ve biçimler altında sürmektedir. Öte yandan, AK Parti-devlet, milliyetçiliğin, ırkçılığın güç kaybettiği bir dönemde, milliyetçi oyların artmasını istemektedir. Bu elbette AK Parti için bir oy kaynağı olma durumudur. Ama aynı zamanda, devlet, bu yolla milliyetçiliği körükleme peşindedir. AK Parti, hem Kürt oylarından kayba uğramamak için her şeyi deneyecektir, ki bu “her şey”de sınır olmadığı anlaşılmaktadır, hem de milliyetçiliği daha da ileri taşımak için ortamı gereceklerdir. Bu durum, devletin tüm kurumlarının da işine gelmektedir.

İşte bu açıdan, barışa konan bu “ağırlık”, işlerini daha da zorlaştırmıştır.

Dolmabahçe açıklaması ve Newroz, HDP cephesinde, geniş anlamda demokratik cephede moralleri yükseltmiştir.

Nisan ve Mayıs ayları ise, esas olarak işçi sınıfı ve emekçilerin gündemini sahnelere taşıma dönemi olmalıdır.

Özellikle, Kürdistan dışındaki alanlarda, işçi ve emekçilerin yerel ama süreklilik kazanmış eylemleri, direnişleri söz konusudur. Bu eylemleri gündeme taşımak, direnişteki işçilerle, emekçilerle bağlar kurmak, yoksulların taleplerine ses olmak gereklidir. Sendikalar alanında devletin- sendika mafyasının deşifre edilmesi için tüm gücümüzü harekete geçirmeliyiz.

Seçim çalışmasının kendisi, aslında, işçi ve emekçilerin örgütlenmesi, seslerini duyurabilmesi için de büyük bir olanaktır.

Tüm mesele, işyerlerinde, fabrikalarda, okullarda, hayatın her alanında yürütülen çalışmalarla örgütlenmeyi ilmik ilmik örerek yükseltmektir. Bunu başarmalıyız.

Bir yandan Gezi ile başlayan süreç bu konuda büyük bir destek ve olanaktır, diğer taraftan ise, Rojava devrimi ve Kobanê direnişi de dahil  Kürt devriminin yükselişi büyük bir moral ve olanaktır.

Bugün, ülkemizde sorun, esas olarak, işçi sınıfının, emekçilerin zayıf örgütlenmesidir. Anti-komünizm, 12 Eylül yenilgisi, Kürt devrimine karşı tüm topluma pompalanan ırkçılık-milliyetçilik, işçi sınıfının iradesini dumura uğratmıştır. Bu tarihi yenilgi sürecine bağlı oluşmuştur. Ve şimdi, bu milliyetçiliği dağıtma, kırma olanakları ortaya çıkmaktadır. Barış süreci bu noktada çok ama çok önemlidir. Kürt halkının kazanımları, her açıdan, tüm halkların kazanımlarıdır ve bu artık bilince çıkmaktadır. Bu olanaklar, ırkçı-milliyetçi zehiri ortadan kaldırmak için çok verimli bir zemin oluşturmaktadır.

Elbette, gerçek anlamda kazanım, kitlelerin örgütlü gücü ile ölçülebilir. Örgütlenme olmadan, örgütsel bir ifadesi olmadan bir bilinç durumundan söz edemeyiz. Bu nedenle, büyük sözlerden çok, küçük adımlarla örgütlenmek üzerinde yoğunlaşmalıyız.

Bu açıdan Nisan ve Mayıs ayları çok önemlidir.

1 Mayıs çok önemlidir.

Devletin sokakları esir alma, olağanüstü hâl yasaları çıkarma girişimlerine ciddi bir yanıt olmalıdır, olacaktır. Sokaklar, işçi ve emekçilerin nefes alabildikleri, seslerini duyurabildikleri, çoğalabildikleri, kısacası sahne alabildikleri yerdir.

Önümüzde, çetin ama yaratıcı bir mücadele süreci durmaktadır.

En önemli kazanç, en ölçülebilir kazanç, örgütlenme olacaktır. Bu nedenle, işçi sınıfının, emekçilerin, öğrencilerin, halkların örgütlenmesi tüm yaratıcılığımızı, devrimci irademizi göstermemiz gereken yerdir.

Paylaşım savaşı, İslam dünyası ve Türk usulü başkanlık

Nasıl mı? Şöyle: Erdoğan’ın aracına birisi tükürmüş ve bir diğeri top işareti olduğuna karar verilen bir karikatür çizmiş ve bir diş doktoru hanım, geçmekte olan cumhurbaşkanı-halife-sultan-başkan konvoyuna bakmak için muayenehanesinin camını açmış ve bunların hepsi tutuklanmış, haklarında dava açılmış vb. Bunun bizim ülkemize özgü olduğunu söyleyebiliriz. Buna isterseniz Türk usulü başkanlık, ister Türk usulü demokrasi diyebilirsiniz.

Gerçek ise şudur: Gezi Direnişi’nden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Kürt devriminin yıllardır sürdürdüğü özgürlük mücadelesi, Batı’da süren suskunluk ve boyun eğmişlik ortamında, zehirli bir milliyetçilik duvarı ile, karanlık bir duvarla çevreleniyordu. Gezi Direnişi, 12 Eylül karanlığını delmiştir, korku duvarına deliği açmıştır, suskunluk ve boyun eğmişliğe son verme yolunu açmıştır.

Kuşkusuz bir başlangıçtır. Ama, artık bu ülkede sadece Tayyip’in bir hikâyesi yoktur. 12 Eylül zindanlarında, onun öncesinde grev alanlarında sokaklarda, 1 Mayıs 1977’de, 15-16 Haziran’da yaşanan hikâye, Gezi Direnişi ile, günümüze taşınmıştır.

Sistemin kimyasını bozan bir direniştir bu.

Bunun en açık kanıtı, Erdoğan’ın bizzat kendisinin hâlidir. Korumalar ordusu ile dolaşıyor, ülkeyi bir hapishaneye çevirmeye çalışıyor, Kabataş gibi akıl almaz yalanlarla ayakta durmaya çalışıyor. Tüm bunları, halkların tekmesinden kendi iktidarını korumak için yapıyor.

İş cinayetlerinde ölen işçilerin fıtratlarından dem vuruyor. Camilerde hutbeler okutup, aşırı önlem, yaratana karşı gelmektir diyor. Ama sıra kendisine gelince, takdir-i ilahiyi unutuyor, koruma orduları oluşturuyor, başkanlığın fıtratından söz etmiyor.

Bu tarif edilemez korku, halkların direnişinin bir kâbusa dönüşmesinden gelmektedir.

Bu korku acaba “Türk usulü” müdür? Sanmıyoruz, dünyada tüm egemenler, cennetlerini kaybetmemek için her şeyi yaparlar, hepsinin kâbusu budur, hepsinin korkusu bacaklarının arkadan birleştiği yeri halkın tekmesinden koruyamamaktır.

Bilimsel ölçülerle bakıldığında, her devlet, bir diğer devletten bazı açılardan ayrılır ama hepsinin ortak özellikleri vardır. Yoksa bunlara devlet demek mümkün olmazdı. Devlet, dünyanın her yerinde, egemen sınıfların, işçi ve emekçileri, halkları baskı altına almak için kurdukları örgüttür. Bu örgüt, egemen sınıfın çıkarlarını, tüm ülkenin çıkarları olarak sunar. Çok duyduğumuz “ulusal çıkarlar”, “vatan için” sözleri, gerçekte, egemen sınıfın çıkarlarının dolaylı anlatımıdır. Bunun için, vatan için hep işçiler emekçiler ölür, bunun için onlar “ülkeyi soyarlar” ve saraylarında cennetlerini kurarlar. Onların cennetleri, işçi ve emekçilerin alınterleri, kanları üzerine yükselir. Bunun için fıtrat hep biz işçilere, ezilenlere aittir, bunun için bize sadakalar düşer, onlar ise hep sevaplar işlerler.

Bu hâli ile devlet, dünyanın her yerinde aynıdır.

Devlet, sınıfların varlığının itirafıdır ve en gelişmiş devlet, en kötüsüdür.

Ama her coğrafyada, her tarih kesitinde devletin oluşumu, şekillenişi özgünlükler gösterir. Her şey gibi, devlet denilen örgüt de, tarih ve coğrafyanın, sosyolojinin etkisi altında şekil alır. Her devlet, bulunduğu çağda, bulunduğu mekânda, sınıf savaşımına göre şekillenir.

Sınıflar arasındaki savaş, devleti de sürekli değiştirir. Mesela Yunanistan’da 1970’lerde faşist cuntaya karşı ayaklanma girişimleri, o halkın mücadelesinde bir süreklilik yaratabilmektedir. Bunun gibi, bizde 12 Eylül yenilgisi, direniş geleneğini olumsuz etkilemektedir ve bugünkü örgütsüzlüğün temelleri o günlerden gelmektedir. Aynı şekilde Kürt devrimci mücadelesi, bir direniş örneği olarak halklarımızı etkilemektedir.

TC devleti de bu koşullar altında şekillenmektedir.

Adına demokrasi denilebilir mi? Onbinlerce faili meçhul cinayetin üzerinde oturan bir demokrasi olabilir mi? İşkencecileri ile yüzleşemeyen bir toplum, normalleşebilir mi? Ermeni soykırımı gibi katliamlarla yüzleşemeyen bir toplum “normal”leşebilir mi? 16 Mart katliamını, Sivas katliamını, 1 Mayıs katliamını, Gezi Direnişi’nde öldürülen gençleri, Maraş katliamını, Soma’yı, Roboski’yi unutmak mümkün müdür? Bunlarla yüzleşmeden bir toplum normal olabilir mi?

Bu zeminin üzerinde oturan, orada egemenlik sürdürenler, rahat olabilir mi, normal olabilir mi, kâbussuz günlere sahip olabilir mi?

Bu durumda demokrasi “Türk usulü” olur? Ama aslında bu dünyanın her yerinde, tarihin her zamanında var olan devletlere de benzerdir.

TC devletinin tarihi, biraz abartmayı göze alırsak, iç savaşlar ve olağanüstü rejimler tarihidir. Burada bir “Türk” usulü bulunabilir. Bu tarih, Türkiye Cumhuriyeti’nin, SSCB’ye ve Ekim Devrimi’ne karşı bir üs, bir ileri karakol, bir emperyalistlerin ortaklaşa sömürgesi olarak organize edilmesine dayanmaktadır. TC devleti, halkların imhası ve inkârı, işçi sınıfının inkârı üzerine kurulmuş bir devlettir. Bu topraklarda yaşayan halkları, asla ve asla, kendi insanları olarak görmeyen elit yöneticilerinin bugün İslam adına hareket ediyor olmaları durumu değiştirmiyor. Aynı işi yapıyorlar.

Yüzyıl önce Hamidiye Alayları ile katliamlar yapanlar, 60 yıl önce sokak serserileri ile katliamlar yapanlar, onlarca yıldır kontrgerilla yöntemleri ile faili meçhul cinayetler organize edenler, bugün de aynı işi, IŞİD tarzı çeteleri ile yapmaktadırlar, benim esnafın polistir, savcıdır nidaları ile yapmaktadırlar. Ne zaman sıkışsalar, katliam politikalarını raflardan indiriyorlar.

Ama bugünlerde Meksika’daki hükümet de buna benzer şeyler yapıyor. 40 öğrenciyi polis çetelere öldürmek üzere veriyor. Şili’yi, Arjantin’i hatırladığımızda da aynı şeyleri görüyoruz.

Peki başkanlık sistemi, Türk usulü olur mu?

Aslında, önce bunu söyleyenlerin, ne demek istediklerini açıkça söylemeleri gerekiyor. Diyelim ki, Erdoğan başkan olacak ve ömrü boyunca başkan kalacak, sonrasında varisi başkan olacak ve o da ömür boyu orada kalacak diye bir yasa çıkarabilirsiniz, buna “Türk usulü başkanlık” sistemi demek istiyorsanız bir sakıncası yoktur. Ama bu, bildiğimiz bir metottur ve dünya tarihinde çokça örnekleri var.

Ama eğer diyorsanız ki, halifelik tarzı bir başkanlık olsun, ama buna Türk usulü diyelim. Zaten, “allahın tüm sıfatlarını üzerinde taşıyan adam” gibi, “günah işleme özgürlüğü” gibi kavramları keşfeden bir ülkede yaşadığımıza göre, bunu da deneyebilirsiniz. Ama yine de halifelik, Türk usulü değil de sanki İslam usulü, belki biraz Osmanlı usulü olabilir.

Türk usulü başkanlık diyenler belli. Ama ne dedikleri belli değil.

Bu arada yaptıkları var ve buradan anlıyoruz ki, ne istedikleri açık: Mesela cumhurbaşkanlığına bağlı 15 “bakanlık” gibi bir organizasyon, mesela cumhurbaşkanına “örtülü ödenek”, mesela cumhurbaşkanına “özel istihbarat” gibi uygulamalar, durumu göstermektedir.

Nedir bu durum?

Erdoğan, başkan olmak istiyor ve hiçbir denetime tabi olmak istemiyor. Bugün yaptığı şeyi yapmak istiyor ve buna uygun yasalar olsun istiyor. Kendini güvende hissetmek istiyor, ama artık bu mümkün değil. Kahvaltısını bile koruma ordusu ile yapıyor. Ülkeyi hapishaneye çevirenler, kendilerini de hapishaneye koyduklarının farkında değiller.

Bu süreci anlamak için, resmi biraz daha büyütmemiz gerekir.

Erdoğan ve AK Parti çizgisi, hiçbir ilkesi olmayan, tümü ile pragmatik davranabilen ve ABD emrinde hareket etmekte yetenekli bir çizgidir.

Bu çizgi, ABD’nin bölgedeki isteklerine uygun davranmakta, bu arada ise, kendisine alan açmaktadır.

ABD’nin bölgedeki ana politikaları ise artık bellidir.

1- ABD, bölge petrolleri üzerindeki kontrollerini artırmak ve petrol dağıtım hatlarını kendi cephesinden “kontrol” altına almak istiyor.

2- Bölgeye yerleşmek istiyor.

3- Suudi Arabistan ve İsrail ile birlikte, bölgede, İran başta olmak üzere, diğer güçleri sindirmek istiyor.

4- Bölgeyi, tarihi ile, insanî özellikleri ile yerle bir etmek, dümdüz etmek ve sonra yeniden tarihsiz kentler kurarak tam kontrole almak istiyor.

IŞİD organizasyonu budur. IŞİD, bizzat ABD-İngiltere tarafından yaratılmıştır. Elbette işin içinde Türkiye, Erdoğa’nın çok eleştirdiği ama her fırsatta birlikte hareket ettiği İsrail, Katar ve Suudi Arabistan da vardır.

Suriye savaşının ardından, tüm bölgeyi yerle bir etmek, Kerkük ve Musul petrollerini kontrol altına almak, Irak ve Suriye petrollerini kendi denetimine almak istekleri açıktır. Ama bu konuda bir direnişle karşılaştılar. Suriye, sadece Erdoğan’ın ertesi sabah düşecek dediği bir ülke değil idi, aynı düşünce ABD’nin de düşüncesi idi, ama hayat bulmadı. Ve bugün ABD-İngiltere ve diğer 4 ülke, bölgeyi yerle bir etmeye karar verdiler, IŞİD budur. Kentleri yok etmek, tarih silmek ve halkları soykırımdan geçirmek demektir.

Şimdi de aynı süreç Yemen’de işliyor.

ABD cephesi savaşı kundakladıkça, gelişen tepkilerin tümünü, İran kazanıyor diye görüyor. Pek çok analizleri var, Irak’ı biz işgal ettik ama İran güçlendi şeklinde. Türkiye, aslında bundan bir ders çıkartıp, ABD’ye destek vermektense, bölge halklarından yana olmak gibi bir politikanın, kendisi için, burjuva anlamda da daha kazandırıcı olduğunu görecek durumda değildir.

TC devleti, bölgede, ABD’nin tetikçisi işlevini görmektedir. Suriye politikası bunun açık kanıtıdır ve şimdi de Yemen’de aynı süreç sahnelenmektedir. Yemen savaşının daha da uzaması demek olan bu müdahale, aslında dünya çapında süren emperyalist savaşımın ne kadar keskin biçimler aldığının da göstergesidir.

ABD, savaşın sonu ne olursa olsun, Yemen’in yerle bir olmasından mutluluk duyacaktır. İzledikleri politikaya uygundur.

Ama tüm bunlara rağmen, ABD, sahada savaşacak asker aramaktadır. Bu konuda Türkiye’nin rol almasını istendiği de açıktır. Türkiye, IŞİD sürecinde tüm yönleri ile açığa çıktığı gibi, tamamen tetikçi bir politika izlemektedir, bu arada ise para elde etmek ve bunu çete olarak sahiplenmek gibi el altından işler yapmakla meşguldür.

Suudi Arabistan, elbette daha akıllıca, ABD politikalarına adapte olmaktadır. Ama öyle anlaşılıyor ki, Katar ve Suudi Arabistan’ın, Erdoğan’ı kontrol etme olanağı çoktur, zira yeterince paraları vardır. Sünni İslam’ın Ortadoğu egemenliği, bugün ABD’nin istediği bir şey iken, ortalığın savaş yerine çevrilmesi için daha iyi bir üçlü bulmak zordur. İsrail sadece bunlar için bahaneler hazırlamakla görevli olsa yeterlidir, ABD ve İngiltere ise, yöneticiler ve kontrolcülerdir. Zaman zaman Erdoğan’ın kulağını çekmeleri yeterli olmaktadır.

Erdoğan, bu ABD desteğinin sonuna yaklaştığını görüyor. Bunun için “sultanlık” sistemine geçmek istiyor ve onu da öyle değişik yapmak istiyor ki, kendini hiçbir şeye bağlı hissetmek istemiyor. Bu konuda Katar ve Suudilerden para istiyor, ama farkına varmaktadır ki, bu aynı zamanda Suudi kontrolü demektir.

Derler ki, ava giden avlanır.

Derler ki, bir kere düşün, ABD neden bu işleri bizzat kendisi yapmıyor.

Derler ki, bir kere düşün, sıcak kestaneler neden maşa ile toplanır.

Ama yine de derler ki, bir kere bir yola çıktın mı, bir kere açgözlülük her yanını sardı mı, bir kere kibir seni kapladı mı, köşeye sıkıştırılman, dönülmez yollara girmen o kadar kolaylaşır.

İşte Tayyip, bu nedenle başkanlık sistemi istiyor.

Sadece 17-25 Aralık yolsuzlukları, sadece içerdeki çetin durumla ilgili değil, tüm bu nedenleri de içine alacak nedenlerle çözümü başkanlık sisteminde görüyor.

Bu noktada, işlerine geldiğine göre Suudilerin Tayyip’e halifelik önermelerinde bir sakınca mı olur? Sanmam. Hazır IŞİD halifelik iddalarını ortaya atmış iken, hazır Gülen halife imiş gibi davranırken, Erdoğan’ın neyi eksik ki? Suudilerin bu kadarcık zekâları olduğu da açık olsa gerek. Para verenlerin böyle bir rahatlıkları oluyordur.

Erdoğan’ın istediği böyle bir başkanlıktır.

Ama burada biraz durmalıyız.

Gülen hareketini sadece Gülen mi yönetmektedir? Yoksa Gülen içinde farklı gruplar da var mıdır? Bizce İngiltere’nin, ABD’nin, Almanya’nın ve İsrail’in Gülen hareketi içindeki güçleri, Gülen’in gücünden fazladır. Bu doğru ise, acaba AK Parti’nin içinde hangi uluslararası güçler nasıl odaklanmıştır? AK Parti’nin içinde de buna benzer bir durum vardır. Ve iktidarda yükselirken bu güçlerin sorunu olmayabilir, ama başkanlık sistemi ile kartlar yeniden dağılıp, mevziler yeniden organize edilirken, bu güçlerin aynı uyumla davranmaları mümkün olmaz. Almanya da iktidarda olmak isteyecek, ABD de, İsrail de, İngiltere de. İşte burada işler zorlaşmaktadır.

Bu durum, Ergenekon gazetecisi, eklenmiş gazeteci Selvi’nin sözleri ile “büyü bozuldu” şeklinde özetlenebilir. Büyü, arkadaki güçlerin ittifakındadır. İşte Erdoğan’ın sarayda çeşnicibaşı tutmasına neden olan süreç de buradadır.

Arınç’ın çıkışı, Davutoğlu’nun suskunluğu, Cumhurbaşkanı’nın Ala ve ekibi ile seçim listeleri hazırlaması, Erdoğan’ın “çözüm sürecini başlatan sahibi benim” demesi, MİT müsteşarının korkudan kaçıp kendini sağlama alma hamlesi, Mekke’de buluşmaları ve sonrasında Fidan’ın geri dönmesi, bu denklemin içindedir. Gökçek’in durumdan istifade Arınç’a savaş açıp, Davutoğlu’nun yerine göz dikmesi de bu işin içindedir.

Elbette, ülkenin en yakıcı sorunu olan Kürt meselesinin üzerinden bu tartışmanın yaşanması da son derece doğaldır. Yoksa, bu konuda da aralarında, üst düzeydeki ekibin arasında bir görüş farklılığı olmadığı da açıktır.

Derler ki, denizde fırtına başladığında gemiyi terk etmek isteyenler olurmuş.

Şimdi, tüm bu tablonun içine Erdoğan, Yemen meselesine neden hemen İran’ı eleştirerek dalıyor? İran’la yakınlaşmak isteyen Erdoğan, Yemen savaşını fırsat bilip,  ABD’den destek tazeleme hevesi ile, sonuna kadar giden açıklamalarla İran’i açıktan suçlamaktan geri durmuyor. Yemen savaşı, acaba Erdoğan’a yardımcı olabilir mi? Acaba, uluslararası sermayenin desteğini yeniden kazanabilir mi?

Yoksa, bu savaşı büyütüp, tüm bölgeyi kana bulayacak günler için sürdürdükleri hazırlıklar için bir fırsat mı yakalamış olurlar?

Bu süreçler kullanılarak, seçimler iptal edilebilir mi?

İç güvenlik yasaları ve yeni Ergenekon ile planladıkları katliamlar, tam da tüm bu süreçlerle örtüşmektedir. IŞİD bu açıdan Türkiye için hâlâ bir partnerdir.

Kuşku yok ki, bunların dışında bizim bilmediğimiz, okuyamadığımız daha pek çok plan işlemektedir, pek çok süreç yaşanmaktadır. Bölgedeki her güç kendi planlarını da yürütmektedir. Ama tüm bu kargaşadan, tüm bu denklemlerden, tüm bu emperyalist yağma savaşından bir an kendimizi geri çekip, yaşanan gerçeğe döndüğümüzde şunları açıkça görebiliriz:

1- Bölge, yerle bir edilmektedir. Kentler yıkılmakta, tarihleri yok edilmekte, camileri de dahil havaya uçurulmakta, kütüphaneleri yakılmaktadır. Sanki, bölgeyi dümdüz edip, sonra Hong-Kong vari tarihsiz, köksüz, insanî değersiz, camdan gökdelenler yapmak için hazırlık yapılmaktadır.

2- Bölgede halklar katliamlardan geçirilmekte, tam bir modern barbarlık örneği ortaya konmakta, kadınlar satılmakta, köleleştirilmekte, çocuklar canlı canlı mezarlara konulmaktadır. Bir soykırım yürütülmektedir.

Ve bunların tam dışında, bu barbarlığın içinden, halkların direnişi, onurlu mücadelesi yükselmektedir. Kobanê bu açıdan çok ama çok önemlidir.

Ve çözüm de buradadır.

Emperyalist güçler ve onların bölgedeki işbirlikçilerinin yürüttüğü yağma savaşına karşı, tek çıkış yolu, halkların ortak anti-emperyalist mücadelesidir.

Bizim cephemiz budur.

Halkların anti-emperyalist mücadelesi, insanlığın da tek gerçek kurtuluş yoludur.