Fransız Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nden Sosyolog Gülçin Erdi Lelandais ile Röportaj

 

İ.G:  Takip edebildiğimiz kadarıyla Fransa’da “yeni iş yasası tasarısı” pek yeni değil ve her gündeme geldiğinde protestolarla karşılanıyor. İçeriğinden ve protestoların temel talebinden bahsedebilir misiniz?

G.E.L: Fransa’da özellikle 1995 yılından bu yana, dönemsel olarak iş yasaları ve çalışanların hakları ile ilgili olarak sol olsun sağ olsun hükümetler reformlar ortaya atıyorlar. Bu süreç, ilk olarak 1995’de Alain Juppé Hükümeti’nin (sağcı) emeklilik yaşını yükseltmek istemesiyle başlamıştı. Bu emeklilik reformu Fransa’da çok büyük tepki aldı ve haftalar süren bir genel grev ve eylemlilik sürecini başlattı. Pierre Bourdieu gibi tanınmış entelektüeller de toplumsal hareket içerisinde bizzat yer alarak kitleleri ayakta tuttular ve yasa sonuç olarak geri çekilmek zorunda kaldı. Ama bu çok uzun sürmedi. 2003 yılında iktidarda yine sağ bir hükümet vardı ve emeklilik yaşı yine masaya geldi. Yine kitlesel eylemler oldu haftalarca; ama sonuçta yasa geçti. Daha sonra Nicolas Sarkozy “daha çok kazanmak için daha çok çalış” sloganıyla haftalık 35 saat çalışma süresini esnekleştiren bir yasayı çıkardı. 2006 yılında, içinde Sarkozy’nin de olduğu Dominique de Villepin Hükümeti bu sefer,  CPE “İlk iş sözleşmesi” yasa tasarısını öne sürdüler. Hükümete göre işsizlik, gençler arasında oldukça yaygın olduğu için gençlerin işe girmesini kolaylaştırmak gerekiyordu. Bunun yolu da iş şartlarını esnekleştirmekten, işverenlere ise alımlarda ve işten çıkarmalarda bir takım rahatlıklar tanımaktan geçiyordu. CPE Yasası bir şirkete, işe aldığı bir gencin deneme süresini 1 yıl olarak belirleyip, bu 1 yıl sonunda işten hiçbir tazminat vermeden çıkarabilme hakkını veriyordu ve tabiki lise ve üniversite öğrencilerinin büyük tepkisiyle karşılaştı. Haftalarca süren yoğun eylemlilik süreçlerinden, işgal edilen üniversitelerden ve eylemlerin gittikçe kitleselleşip işçileri de kapsaması ve sertleşmesinden sonra hükümet, bu yasayı geri çekmek zorunda kaldı. Son olarak şu anki sosyalist hükümet, işsizliğin çözümünün yine bu bilindik önerilerle çözüleceğini düşünüyor. Yani; mümkün olabildiğince esneklik, işten çıkarmanın kolaylaşması, haftalık resmi çalışma süresinin de facto ortadan kalkması, işten çıkarma tazminatlarının asgariye indirgenmesi vb. Tüm bu önlemleri sadece işsizliği azaltmak değil, aynı zamanda Fransız şirketlerinin de rekabet gücünü artırmak amacıyla yaptıklarını belirtiyorlar. Yani onlara göre bunun şartı çalışanların haklarını tırpanlamak ve şirketlerin giderlerini düşürmekten geçiyor. Tüm bu sürece baktığımızda böylesine işçi karşıtı, neoliberal bir yasanın ilk defa ısrarla bir sosyalist hükümet tarafından savunulduğunu görüyoruz. Fransız Sosyalist Partisi, zaten çok uzun zamandır adı sosyalist olmasına rağmen tamamen neoliberal bir parti haline geldi. Bu durum, üzücü olmakla birlikte yeni sol siyasi alternatifleri yaratmanın  her zamankinden çok daha fazla gerekli olduğunu bize göstermesi açısından önemli. Bunu eylemlerde de görmek ve hissetmek mümkün. Eylemlere katılanlar ve üniversiteleri işgal eden gençler, bu yasanın tamamen geri çekilmesi için mücadele ediyorlar şu anda. Hükümetin, yasayı reform edelim önerisine de ne gençler ne sendikalar (bir iki sağ sendika haricinde) kimse sıcak bakmıyor.

İ.G: Son protestoların oldukça kitlesel olduğunu biliyoruz. Basına genel olarak gençlerin, özellikle öğrencilerin protestosu yansıyor. Peki işçi ve emekçilerin katılımı ve tepkisi nasıl?

G.E.L: Fransız halkının büyük bir çoğunluğu yasaya karşı çıkıyor. France Info Radyosu’nun yaptırdığı anketlere göre; bu oran %71 düzeyinde ve Fransızlara göre, bu yasa en başta patronların işine gelecek. Bununla birlikte sendikaların çağrı yaptığı eylemlerde yine de 1995 ve 2003’de gözlenen kitleselliği henüz görmek mümkün değil. Eylemlerde, en önde olanlar gençler ve öğrenciler. Ayrıca pek çok üniversitede işgaller gerçekleştirildi. Ancak henüz öğrenci gençlikle, işçi sınıfının birlikteliğini tam olarak göremiyoruz eylemlerde. Üniversite hocalarının da katılımı zayıf seyrediyor. Yasa, sosyalist hükümetin olduğu için sosyalistler de sokağa inmiyorlar maalesef. Sendikalar, kendi kitlelerini örgütleyip eylemlerde önemli bir yer almaktalar; ama kitlesel işçi katılımı henüz çok yüksek düzeyde değil. 2006’da işçi-gençlik birlikteliği daha yoğun sağlanabilmişti. Zaman içerisinde bunun tekrar kurulması mümkün.

Büyük Kitlesel İşçi Hareketleriyle Karşılaşmak Mümkün

İ.G: İş kanununda yapılmak istenen bu değişikliği  ve karşılaştığı direnişi de göz önünde bulundurursak, Fransa’daki işçi ve emekçi kesim ile ilgili analizleriniz ve öngörüleriniz nelerdir?

G.E.L: Şu an için Fransa’da işçi ve emekçi kesiminde, diğer ülkelere oranla bir bezginlik ve eylemsizlik gözlemlemek mümkün. Toplumsal örgütlülük oldukça zayıf. Özel ve kamu sektöründe çalışanlar arasında dayanışma ve birliktelik yaratma konusunda sorunlar var. Özel sektör çalışanları, memur statüsüne sahip olanların ayrıcalıklara sahip olduklarına inanıyor. Oysa memurların maaşları 2010 yılından beri artmadı ve Avrupa’nın en düşük maaşlarını almaktalar. Özel sektörde ise esneklik ve süreli sözleşmelerin yaygınlaşması örgütlülüğe ve sendikalaşmaya ket vurmakta. Ancak direniş hareketleri belli olmaz. Bazen hiç beklenmedik bir anda, beklenmedik bir noktadan çok büyük kitlesel işçi hareketleriyle karşılaşmak mümkün olabilir. Fransa’da bu, genel olarak hükümetin yasa tasarılarına karşı oluşuyor. Yaklaşık 1 yıl sonra cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin yapılacak olması da bu eylemsizliği arttıran faktörler. İnsanlar, seçimlerde oyumu verip, öyle cezalandırayım diye düşünüyor.

Türkiye’de Mücadelenin Yaygınlaştırılması Gerekiyor

İ.G: Türkiye’de de iş kanununda değişiklik- kiralık işçilik, kıdem tazminatının gaspı- gündemde. İşçi ve emekçilere ne söylemek istersiniz?

G.E.L: Türkiye’de ve diğer ülkelerde yaşanan tüm bu süreçler aslında küresel düzlemde gittikçe hakim olan ve 2008’de kendi içinde yaşadığı büyük krize rağmen bir türlü geriletilemeyen neoliberal ideolojilerin yansımaları bana göre. O nedenle; tek tek değil, bir bütün olarak ele alınmalılar. Dünyanın her yerinde neoliberalizm, kendini dönüştürerek yenilemeyi, yerel şartlara ayak uydurmayı ve sonuç olarak daha da güçlenerek yoluna devam etmeyi çok iyi becerebilen bir ideoloji. Onu geriletmenin yolu ise bana göre, tüm emekçilerin birlikte örgütlü mücadele vermesinden geçiyor. Bu mücadelenin içerisinde gençlerin, feministlerin ve çevrecilerin de yer alması gerekiyor. Çünkü neoliberal ideoloji aslında bir yaşam biçimi ve ancak bu yaşam biçimine karşı ortak bir alternatif yaratıldığı noktada geriletilebilir. Bunun için de mücadelenin sadece sınıf mücadelesi ve işçi haklarıyla sınırlanmaması, onları merkezine koymaya devam eden ama diğer mücadeleleri de direnişin paydası yapabilecek bir mücadelenin yaygınlaştırılması gerekiyor. Ne işçi sınıfının, ne öğrencilerin, ne çevrecilerin tek başlarına yürüttükleri bir mücadeleyi neoliberalizm gibi tüm kolları toplumu her şekilde sarmış bir ideolojiye karşı kazanabilmeleri mümkün gözükmüyor.

İ.G: Teşekkürler. Dayanışmayla.

İşçi Gazetesi- 30 Nisan 2016