Ana Sayfa Blog Sayfa 137

“Cumhurbaşkanlığı sistemi” veya bu kadar yetkiyi babanıza verir miydiniz?

 

Hazret 11 Şubat 2017 tarihinde İstanbul’da SETA tarafından düzenlenen “Cumhurbaşkanlığı sistemi” konulu sempozyumda, çıtayı yükseltti:

“Teoride parlamenter sistem monarşiye ve totalitarizme karşı verilen mücadelenin ürünüdür. Avrupa ülkelerinin pek çoğunda kralların ve kraliçelerin bulunduğunu görüyoruz. Japonya, Tayland gibi dünyanın başka yerlerinde benzer durumlarla karşılaşılabiliyor. Efendim bu monarklar semboliktir, aslında oralarda parlamenter demokrasi vardır diyeceklerdir. Devlet sisteminde bir aktör varsa hiçbir zaman sembolik olarak kalmaz. Bir ülkede bir kral varsa o kral, kraliçe varsa o kraliçedir. Bu taht ve taç sahibi ülke yönetiminde hak ve söz sahibidir. Sadece Başkanlık veya Cumhurbaşkanlığı sistemiyle yönetilen sistemlerde monarşi yoktur. Adı cumhuriyet veya demokrasi olduğu hâlde fiilen diktatörlükle yönetilen ülkeler de mevcuttur. Her ülke kendi şartlarına özgün bir yönetim biçimine sahiptir…”[2]

Çapraşık, kavranılması zor bir mantık… Ama galiba “Onlar ‘demokrasiyiz’ diyorlar, ama monarşileri var; parlamenter sistemler monarşiye engel değil; bizim önerdiğimiz (Cumhurbaşkanlığı) sistem(in)de ise monarşi olamaz” demek istiyor. Ve yine galiba, bu yolla anayasa değişiklikleriyle “padişahlık yetkileri” istediği yolundaki eleştirilere ‘ters köşe’ yapmaya çalışıyor. Hoş, aynı solukta, bir başka kapıyı kendi elleriyle açıyor: “adı cumhuriyet de olsa fiilen diktatörlükle yönetilen ülkeler de var…” Yani: “monarşi olmaz ama diktatörlük belki…”

Aslına bakarsanız, Tayyip Erdoğan’ın gönlünde yatan “arslan”ın ne olduğu, AKP ve MHP’lilerin oylarıyla Meclis’te kabul edilip 16 Nisan 2017’de halkoylamasına sunulacak olan Anayasa değişikliği önerisinde açığa çıkıyor. “Yeni” Anayasa, yürütme yetkisini tümüyle tekelinde tutan, yardımcılarını ve bakanları, üst kademe kamu yöneticilerini dilediği kişiler arasından keyfince atayıp azledebilen; canı istediğinde yürütme erkine ilişkin kararname yayınlayabilen; Başkomutanlık sıfatıyla TSK’nın da başı olan bir “Cumhurbaşkanı” portresi çiziyor. Unutmadan: partili, hatta aynı zamanda partisinin genel başkanı da olan bir cumhurbaşkanı.

Başkanlık sistemi savunularında sıkça tekrarlanan bir ilke vardır: denge ve denetim (check-and-balance). Yani sistem, yürütme yetkilerinin tek bir kişide bu denli yoğunlaşmasını denetleyip dengeleyecek bir dizi önlemi de (en azından teorik olarak) içermelidir. Yetki temerküzü, kesin, net bir “güçler ayrılığı” ile çözümlenmeye çalışılmıştır; yani yürütme erkini elinde toplayan Başkan, yasama (parlamento) ve yargı organları karşısında sorumlu ve onlara hesap vermekle yükümlüdür.

16 Nisan’da oylanacak olan “yerli ve milli” (ucuz bir demogojiyle “Cumhurbaşkanlığı sistemi” olarak adlandırılan) Başkanlık sistemi ise tüm erk ve yetkilerin sınırsızca ve tereddütsüzce tek bir kişinin eline verirken her türlü denetimi fiilen ilga ediyor.[3] Şöyle ki:

Milletvekili ile Cumhurbaşkanı seçimlerinin aynı gün gerçekleştirilmesiyle, Cumhurbaşkanı’nın iktidar partisinden olması garanti altına alınmış oluyor. Kaldı ki, işler ters gider de bu olmazsa, Cumhurbaşkanı, seçimlerin yenilenmesine karar verebiliyor. Yani kendi partisi iktidar olacak çoğunluğu sağlayıncaya dek seçim yaptırabiliyor – hele ki kendi konumunu sağlama alacak bir oy çoğunluğu sağlayabilmişse…

Yani Meclis’in cumhurbaşkanını denetleme kapasitesi fiilen ortadan kaldırılıyor. Çünkü Anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanı hakkında, ancak milletvekili tam sayısı salt çoğunluğunun imzasıyla soruşturma açılması talebinde bulunulabileceğini, soruşturmanın açılması için ise milletvekillerinin beşte üçünün onayı gerektiğini belirlemekte. Milletvekillerinin, hem parti başkanı sıfatıyla kendilerini seçmiş, hem de siyasal kaderlerini (dolayısıyla da ekonomik ikballerini) ellerinde tutan başkanlarına karşı böyle bir riski göze alamayacaklarını tartışmaya gerek var mı?

Ama diyelim ki kuş taşa çarptı ve Meclis Cumhurbaşkanı hakkında soruşturma açılmasını kabul etti. Kim yargılayacak Başkan’ı? Bu durumda Yüce Divan işlevini üstlenecek Anayasa Mahkemesi; öyle değil mi? Peki, Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini kim seçiyor?

Doğru tahmin ettiniz; yeni öneride 15 üyesi olması öngörülen Anayasa Mahkemesi’nin 12 üyesi doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından, üçü ise (çoğunluğu Cumhurbaşkanı’nın başkanlığını yaptığı partinin milletvekillerinden oluşan) Meclis tarafından belirleniyor. Yani Cumhurbaşkanı’nı, tüm üyelerini kendisinin ve partisinin görevlendirdiği “bağımsız” (!) yargının en yüksek organı yargılayabiliyor!

Bu kadar mı? Hayır!

Bakanlar kurulu Cumhurbaşkanı tarafından ve Meclis dışından görevlendirilebileceğine göre, bakanlar Meclis’e değil, yalnızca Cumhurbaşkanı’na karşı sorumlu olacaklar. Kaldı ki, Meclis’in ne bakanların ne de Cumhurbaşkanı yardımcılarının kim olacağı, ne yaptıkları ya da yap(a)madıkları konusunda her türlü denetim yetkisi yeni düzenlemeyle lağvedilmekte.

Böylelikle, Cumhurbaşkanı eşini, kızını, oğlunu, damadını, gelinini ya da ne bileyim, koruma görevlisini rahatlıkla bakan ya da kendisine yardımcı atayabilecek ve hatta, yardımcı olarak atadığı kişi, hastalığı ya da yurtdışı gezileri sırasında kendisine vekalet ederek cumhurbaşkanlığı yetkilerini kullanabilecek! Ve kimse de buna “Ne oluyor, bu nasıl iş!” diyemeyecek! Ha tabii, “görevleriyle ilgili bir suç işlemeleri” durumunda Meclis salt çoğunluğunun imzasıyla haklarında soruşturma açılması istenebilir; milletvekillerinin üçte ikisinin kararıyla (yani Cumhurbaşkanı’nınkine benzer koşullarda) soruşturma açılabilir de… Ama sadece suçun “görevleriyle ilgili” olması (dolayısıyla da görev sırasında işlenmiş olması) kaydıyla. Böylelikle örneğin malzemeden çaldığı için yaptığı bina çöken ve onlarca kişinin ölümüne neden olan, hazineyi dolandıran, ihaleye hile karıştıran, tecavüzden yargılanıp da “karşı tarafın rızası vardı” diye “aklanmış” vb. bir kişi bakan ya da Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atanabilir ve işin güzeli, “Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, göreviyle ilgili olmayan suçlarda yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümlerden yararlanır,” (Madde 106) hükmü gereği, hakkındaki tüm suçlamalar hasıraltı edilir!

Söylemeye gerek var mı, Meclisin hükümeti denetleme araçlarından biri olan gensoru da öyle… Kaldırılıyor.

Bu durumda Tayyip Erdoğan ve AKP’nin, bu koşullar altında “Meclis’in aslî görevi olan yasama işini özgürce yapacağı” propagandası da bir başka Orwell’varî “gerçekliğe” dönüşüyor: Tabii, Meclis dilediği gibi yasa yapacak… yapsın da: Çıkardığı yasaları yürütecek olan hükümet üzerinde hiçbir yaptırımı kalmayınca, Meclis dilediği kadar yasa çıkarsın. Olasıdır ki bir süre sonra yasa çıkarmaktan yorulup asıl “esas görevi”ne, iş takipçiliğine, ihale avcılığına, ricacılığa, komisyonculuğa dönecektir!

Peki, “yeni” anayasanın 9. Maddesinde “bağımsız ve tarafsız” olduğu belirtilen yargı ne durumda? Düzenlemeler Kenan Evren anayasasının kuşa çevirdiği “yargı bağımsızlığı”nı iyiden iyiye bir “şaka”ya, ama kötü bir şakaya dönüştürüyor. Anayasa Mahkemesi’nin hâlini gördük, ya hâkim ve savcılarla ilgili tüm tasarruf yetkisini elinde bulunduran HSYK ne hâlde? (Bu arada, Cumhurbaşkanı’nın “şamar oğlanı”na dönüştürülen Hâkim ve Savcılar Kurulu’na “Yüksek” nitelemesini kendileri de abartılı bulmuş olacaklar ki, öneride “HSK” olarak geçiyor!)

Evet, 13 üyeli olması öngörülen HSK’nın 7 üyesi doğrudan Cumhurbaşkanı, 5’i ise, (yine Başkan’ın partisinin çoğunlukta olduğu) meclis tarafından seçilecek. Bir başka deyişle, bu ülkede her hâkim ve savcının atanması, terfii, ücreti, yer değiştirmesi, görevden alınması… Cumhurbaşkanı’nın bir işmarına bakacak. Sevsinler böyle “bağımsız” ve “tarafsız” yargıyı!

Bunlar “olağan hâl”ler… Bir de son aylarda gırtlağımıza dek battığımız için yakından bildiğimiz OHAL durumu var. İlan yetkisi Cumhurbaşkanı’na, dolayısıyla da onun “tehlike/tehdit algısı”na terk edilen OHAL: Hemen belirteyim; OHAL koşullarında Cumhurbaşkanı’nın kararname çıkarması konusundaki tüm kısıtlamalar yok sayılıyor: Yani kişinin siyasal haklarıyla ilgili, kanunla düzenlenmiş ya da düzenlenmesi gereken konularda Cumhurbaşkanının kararname çıkarma yetkisi üzerindeki kısıtlamalar OHAL’de kaldırılıyor. “Yani?” mi? Yani Cumhurbaşkanı kendi ilan ettiği OHAL ile birlikte her türlü demokratik hakkımızı (grev, örgütlenme, toplantı, gösteri yürüyüşü, basın-yayın, sosyal medya paylaşımı…) ilga edebiliyor. Tehdit addettiği yurttaşların gözaltına alınmasını sağlayabiliyor… Dahası mı? Cumhurbaşkanı kararnameleri, yasalar üzerinde bir nitelik kazanıyor! Ucu açık…

15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle ilan edilen OHAL ile birlikte ilan edilen KHK’ların kooperatiflere nasıl üye olunacağından kış lastiklerinin kullanımına dek akla gelebilecek her türlü konuya müdahale ettiğini düşünecek olursak, tüm yaşamımız bir meclis ya da yargının denetiminden azade bir diktatörün iki dudağı arasından çıkacaklara bağlanıyor! Bir başka deyişle, AKP iktidarı tarafından bugüne dek yaşa(tıl)dıklarımız, AKP/MHP’nin “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nde yaşayacaklarımızın teminatı oluyor!

Bu düzenlemeler Meclis’ten geçtiğine göre, görev artık bizlerin… Bu ülkeyi hepimiz için demir bir kafese dönüştürecek, hepimize deli gömleği giydirecek olan dikta rejimine karşı direnme görevi…

Meydanlarda bir ağızdan haykırırdık; şimdi yeniden haykırma zamanı: “Bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır!”

 

15.02.2017, Ankara.

 

N O T L A R

[1]  B. Brecht.

[2] “Erdoğan: Avrupa Ülkelerinde Kralların Bulunduğunu Görüyoruz”, Birgün, 11 Şubat 2017… http://www.birgun.net/haber-detay/erdogan-avrupa-ulkelerinde-krallarin-bulundugunu-goruyoruz-146507.html

[3] Anayasa değişiklikleri ile ilgili bilgiler, Barolar Birliği tarafından hazırlanan karşılaştırmalı metinden alınmıştır. Bkz. http://anayasadegisikligi.barobirlik.org.tr/Anayasa_Degisikligi.aspx

 

Mülteciler kamplarda mahsur kaldı: Dört mülteci donarak öldü

Bulgaristan’da iki Iraklı ve bir Somalili ile Yunanistan’da bir Afgan göçmen donarak hayatını kaybetti.
Batı Avrupa ülkelerine sığınma umuduyla yola çıkıp Balkan ülkelerinde mahsur kalan binlerce kişi mülteci kamplarına yerleştirildi. Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da, kamplara yerleşmeyen bin kadar göçmen atıl fabrikalarda, -20 derece soğukta kışı geçirmeye çalışıyor. Bir kısmı da resmi belgeleri olmalarına rağmen sınır dışı ediliyor.
2015’in sonlarında, mültecilerin yeniden yerleştirilmesi ile ilgili imzalanan AB anlaşmaları kapsamında, Yunanistan’daki 66 bin 400 göçmenin iki yıl içerisinde diğer AB ülkelerine yerleştirilmesi hedefleniyordu. Ancak bugüne kadar bu göçmenlerden sadece yüzde 12’si diğer ülkelerce kabul edildi.
Kaynak: Direnisteyiz.org, 8 Ocak 2017

Mali’de askerî üsse bombalı araçla saldırı: 60 ölü

Gao kentindeki saldırının sorumluluğunu El Kaide’nin Mağrip kolu El-Murabitun üstlendi.
2013’ün Ocak ayında ülkenin kuzeyini ele geçiren El Kaide bağlantılı militanlar başkent Bamako’ya yürüme tehdidinde bulunmuş, Fransa bunun üzerine Mali’ye müdahale etmişti.
2015 yılının Ağustos ayında Mali’nin Sevare kentinde İslamcı olduğundan kuşkulanılan silahlı kişiler bir oteldeki rehine krizi sırasında aralarında beş BM görevlisinin de bulunduğu 13 kişiyi öldürmüşlerdi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW) yeni raporuna göre, Mali hükümeti ülkedeki cihatçılardan sivilleri koruma konusunda görevini yerine getiremiyor.
BBC’nin Afrika Editörü James Copnall, saldırının askerlerin de güvende olmadığına işaret ettiğini söyledi.
Kaynak: Direnisteyiz.org, 19 Ocak 2017

Boko Haram’ın kaçırdığı kız çocukları; 1000 gün geride kaldı, aileler eylemde

Boko Haram, 2002 yılında Nijerya’nın Borno eyaletinde Muhammed Yusuf tarafından kurulan şeriat yanlısı radikal İslamcı silahlı örgütüdür.
Kaçırılan kızlardan bir kısmı kendi imkânlarıyla kurtulmayı başarırken 21 öğrenci de Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin girişimi ile serbest bırakılmıştı. Terör örgütünün elinde halen 195 kız öğrenci bulunuyor.
Kızlarımızı Geri Getirin Hareketi olarak bilinen grup tarafından 8 Ocak’ta organize edilen protesto gösterisinde, sorunun çözümü konusunda ağır davranmakla suçlanan hükümete tepki yağdı.
Kızlarımızı Geri Getirin Hareketi’nden aktivist Ayşe Yusufi, aradan bin gün geçmesine rağmen hükumetin halen harekete geçmediğini söyledi.
Nijerya’da 7 yıldır varlık gösteren Boko Haram terör örgütü 15 binin üzerinde insanı öldürdü, iki milyon insanın da evlerinden olmasına neden oldu.
Kaynak: Direnisteyiz.org, 9 Ocak 2017

Arjantin’de matbaa işçilerinin grevi yankı uyandırdı

Arjantin’de matbaa işçileri işten atmalara karşı grev kararı aldı. Arjantin polisi işten atmaları protesto eden çalışanlara plastik mermi ve gaz bombasıyla saldırırken işçilerin direnişi medyada yankı uyandırdı.
16 Ocak Pazartesi günü Arjantin’in en büyük medya tekellerinden Clarin Grubu’nun ekonomik gidişatın kötü olduğunu açıklayarak, AGR üretim tesisindeki işten çıkarmaları duyurmasının ardından işçiler geri alınma talebiyle tesisi işgal etmeye karar verdiler. İşgal eylemine destek süreç içinde büyüdü. Plaza de Mayo Anneleri’nden insan hakları savunucusu 90 yaşındaki Hebe de Bonafini işçileri ziyaret etti. Yakınlardaki bir şilte fabrikasında çalışan işçiler tesisi işgal eden işçilere şilte temin etti. Sendikalardan ve işçilerden yiyecek yardımı aktı.
Sendika, şirketin finansal bir zorluk içinde bulunmadığını, toplu işten çıkarma için yasada tarif edilen şartların oluşmadığını ve şirketin en basit anlamıyla ucuz, esnek işgücü istediğini açıkladı. Sendikalı 380 işçi taşeronlaşmanın bir parçası olarak işten çıkarıldı.
Clarin Grubu’nun gazetesi Clarin Latin Amerika’da en çok baskı sayısına sahip gazetelerden birisi.
Kaynak: Direnisteyiz.org, 19 Ocak 2017

Peru’da otoyol ücretine zamlar protesto edildi: Gişeler ateşe verildi

Lima’nın kuzeyinde bulunan ücretli otoyol açılışının ardından bölge halkı ve tır şoförleri 5 Ocak Perşembe günü yerel saatle sabah 06.00’da başkenti çevreleyen Kuzey Pan Amerikan yolunu trafiğe kapattı, gişeleri ateşe verdi.
Otoyolun işletmesi Kanadalı yatırım fonu Brookfield ve adı birçok yolsuzluk iddiasına karışan Brezilyalı inşaat şirketi Odebrecht SA’nın elinde.
Lima Belediyesi protesto gösterileri sebebiyle 30 gün boyunca ücret alınmayacağını açıklasa da bu gösterilere engel olamadı ve sosyal medya üzerinden duyurulan gösteriye binlerce kişi katıldı.
Kalabalığa 2 bin polis biber gazıyla müdahale etti. Göstericiler ise taş ve sopalarla karşılık verdi. Eylemde 28 kişi gözaltına alındı, 5 polisin de yaralandığı bildirildi.
Peru halkı ücretin geri çekilmesini değil tamamen kaldırılmasını istiyor. Birinin evine varmak ya da evden ayrılmak için neden para ödemek zorunda olduğunu anlamak mümkün değil. Oysa otoyollar şirketlerin değil, halkındır.
Kaynak: Direnisteyiz.org, 6 Ocak 2017

Meksika’da benzin isyanı: 400’den fazla akaryakıt istasyonu kamulaştırıldı

Meksika’da yılbaşında benzin fiyatlarında yapılan yüzde 20’lik zam sonrası ülke genelinde başlayan işgal eylemlerinde biri polis 5 kişi hayatını kaybetti.
4 Ocak’ta başlayan ve 31 eyaletin 22’sinde devam eden eylemlerde 400’den fazla yakıt istasyonu ve süpermarket kamulaştırıldı. Polis iki gün içinde eylemlerde 987 kişiyi gözaltına aldığını açıkladı. Halk, benzin fiyatlarına 1 Ocak itibarıyla gelen yüzde 20’lik zammın geri alınmasını talep ediyor.
Meksika Devlet Başkanı Enrique Pena Nieto, benzin fiyatlarına yapılan zammın uluslararası fiyat artışının sonucu olduğunu söylemiş, zammın ekonomik istikrarı sağlamaya yönelik “zor ama gerekli” bir adım olduğunu belirtmişti. Meksika’da zammın ardından benzinin litresi 90 sentten satılıyor. Ülkede günlük asgari ücret 4 dolar civarında.
5 kişi hayatını kaybetti
Başkent Meksiko’nun kuzeyindeki Hidalgo eyaletine bağlı Ixmiquilpan şehrinde polisle protestocular arasında çıkan çatışmada iki gösterici hayatını kaybetti.
Meksika Körfezi kıyısındaki Veracruz şehrinde de eylemci iki kişinin kimliği bilinmeyen şahıslar tarafından vurulduğu bildirildi.
Başkent Meksiko’da ise bir bezin istasyonundaki kamulaştırmayı engellemek isterken otomobilin çarptığı bir polis memuru hayatını kaybetmişti.
Kaynak: Direnisteyiz.org, 7 Ocak 2017

Devrimin 58. yılında Küba halkı yüzbinler olup meydanlara aktı

1 Ocak 1959’da gerçekleşen Küba devriminin 58. yıldönümünde başkent Havana’da gerçekleşen törene, devrim müzesinde sergilenen Granma yatı da getirildi. Onbinlerce genç Granma yatı etrafında kortej kurarak yürüyüşe öncülük etti.
Raul Castro Ruz’un ve PCC (Küba Komünist Partisi)’nin bütün üyelerinin yanı sıra CDR (Devrimi Savunma Komiteleri), UJC (Üniversiteli Genç Komünistler), FEU (Üniversite Öğrencileri Federasyonu), işçi birlikleri ve diğer gruplar pankartları ve kortejleri ile törende yer aldı.
Törende devrim selamlandı. İlkokul öğrencileri ve gençler yürüyüşün en gözde ve disiplinli katılımcıları olarak devrimin ve sosyalizmin geleceği olarak selamlandılar. Kadın askeri birliklerinin silahlı geçit yaptığı törende, Küba’nın geleneksel köylü milisleri at sırtında, geleneksel kıyafetleri ve Machete denilen kılıçları ile geçit törenine katıldı.
Yürüyüşün ana konsepti Fidel Castro ve anısına saygı olarak gerçekleşti. Halk “Yo Soy Fidel” (Ben Fidel’im) ve “Fidel Aramızda”, “Hepimiz Fideliz” pankartları ve dövizleri taşıdı. Halk tarafından atılan sloganlarda ve konuşmalarda “Devrimi savunmaya devam edeceğiz” sloganı öne çıktı.
ABD’nin ekonomik ve ticari ambargolarına rağmen Küba halkı devrimin ilk günlerindeki coşkusunu korumaya devam ediyor.
Kaynak: Direnisteyiz.org, 3 Ocak 2017

FHKC seferberlik çağrısı yaptı: “Hapishanelerde devrimci bir savaşa hazırlanıyoruz”

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), işgal devleti İsrail’in ve hapishane idaresinin Filistinli esirlere saldırma ve tecrit etme politikalarına karşı 2017 yılının hapishanelerde yüzleşme ve kavga yılı olacağını belirtirken, 13, 14 ve 15 Ocak’ta uluslararası dayanışma eylemleri için çağrıda bulundu.
Cephe, sitesinden yayınladığı metinde kolektif mücadele ile tecrit ve yaptırımlara karşı koyacaklarını ve tüm işgal hapishanelerinde seferberlik ilan ettiklerini açıkladı.
Hapishanelere karşı giriştikleri savaşta hapishane dışındakilerin de hazır olmasının önemine değinilen açıklamada; aynı zamanda daha geniş bir cephede buluşarak Filistinli esirler sorununa müdahalenin, Siyonist işkence ve hapis uygulamalarına karşı ulusal çapta bir direnişin gerekli olduğu vurgulandı.
Kaynak: Direnişteyiz.org, 7 Ocak 2017

Lübnan’da komünist gerillalar IŞİD’e karşı topraklarını savunuyor

Russia Today’den Paula Slier’in aktardığı habere göre LKP milisleri Suriye sınırının hemen gerisinde, Bekaa Vadisi’nde konumlanmış durumda. Başta sınır köyleri olmak üzere ülkenin her tarafından gönüllü savaşçılar, sınırlarına 10 kilometreden fazla yaklaşan radikal İslamcı gruplara karşı mücadele etmek üzere bölgeye gidiyor. Haberde şu bilgilere de yer veriliyor:
“LKP’li bir savaşçı bölgedeki durumu şu sözlerle ifade ediyor: ‘Bugüne kadar IŞİD ve El-Nusra ile doğrudan bir çatışma söz konusu olmadı. Burada Lübnan Ordusu’na destek olmak için bulunuyoruz. Bazı küçük gruplar sınırın bu tarafına geçebiliyorlar. Biz burada onları tespit ediyoruz.’ 91 yıllık bir tarihi olan LKP’nin görkemli günleri geride kalmış gibi görünse de LKP savaşçıları kendilerine bir alan açabileceklerini düşünüyorlar. Bir savaşçı LKP’nin silahlı kanadını şöyle anlatıyor: ‘Hizbullah ile aramızdaki fark Sünniler, Şiiler, Dürziler gibi Lübnan’ın farklı kesimlerini bir araya getiren seküler bir yapıya sahip olmamız. Lübnan ordusundan da farklıyız, geleneksel anlamda bir ordu değiliz.’
Lübnan sınırındaki her evde bir silah ve silah kullanmayı bilen bir gönüllü savaşçı var. İsrail ile savaşmış olan eski gerillalar genç gönüllülerle deneyimlerini paylaşıyorlar ve genç savaşçılar da öğrenmeye çok istekli. Genç milislerden biri olan 23 yaşındaki Wizzam bir üniversite öğrencisi ve dersten çıkıp savaşmaya gidiyor. Wizzam ‘Tabi ki önceliğimiz eğitim. Yalnızca silahımızla değil eğitimimizle de savaşıyoruz. İleride kendimi bir savaşçı olarak değil bilgisayar teknisyeni olarak görmek istiyorum. Savaşmayı istemiyoruz ancak köylerimizi ve şehirlerimizi korumak için buna mecburuz’ diyor.
2015 Ağustos’unda cihatçılar Lübnan ordusunun kontrol noktalarına saldırarak Beyrut’a 124 kilometre uzaklıkta olan Arsal kasabasının kontrolünü ele geçirdi. IŞİD ve El-Nusra tehdidinin süreklilik kazanması ile LKP milis güçleri oluşturarak silahlı mücadeleye başladı.
Bir başka savaşçı, radikal İslamcılara karşı kararlı bir mücadelenin yürütüldüğünü ifade ediyor: ‘Biz bu toprakların çocuklarıyız. Kanımızın son damlasına kadar savaşacağız ve topraklarımızı terk etmeyeceğiz.’”
Kaynak: Direnişteyiz.org, 11 Ocak 2017

Perspektif

Taksim’in gölgesinde Kadıköy: 2025 1 Mayısı

Son yıllarda her yıl olduğu gibi, 2025 yılı 1 Mayıs kutlamalarında da, devlet-sol ve sendikalar arasında bir “manevra savaşı” devreye girdi. Her yıl 1 Mayıs...