Ana Sayfa Blog Sayfa 149

TÜİK hesap yapmayı mı bilmiyor, hesabı patronlar lehine mi yapıyor?

TÜİK geçen yıl bu miktarı net 1.600 TL olarak bildirmişti. Böylece TÜİK Kasım 2015’ten Kasım 2016’ya bir işçinin asgari yaşam maliyetinin yüzde 4,3 oranında arttığını söylemiş oldu. TÜİK Tüketici Fiyat Endeksine göre aynı dönemde enflasyon yüzde 7 oranında arttı. Bu durum kafa karıştırıcı. Fiyatlar genel düzeyi yüzde 7 artarken işçilerin asgari yaşam maliyetlerinin yüzde 4 civarında artması izaha muhtaç. Oysa TÜİK 2015 yılında, bir önceki yıla göre asgari yaşam maliyetinin yüzde 12 arttığını saptamıştı. 2014 yılında 1425 TL olarak bildirdiği asgari yaşam maliyetini geçen yıl 1600 TL olarak açıklamıştı. Ne oldu da 2016’da işçilerin asgari yaşam maliyeti enflasyondan daha az arttı?   İzahı ne?

Komisyon TÜİK tarafından sunulan asgari geçim maliyetini asgari ücret tespitinde esas almasa da, TÜİK verileri asgari ücret tartışmalarında önemli bir değişken ve tartışma unsuru. Dolayısıyla TÜİK’in asgari geçim maliyetine ilişkin hesaplamaları milyonlarca ücretli çalışanı ilgilendiriyor.

Anlaşılan o ki, işçileri sefalet ücretlerine razı etmek için her yol kullanılıyor, sermaye lehine bir kalem oynatarak gerçekler örtülüyor. TÜİK, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na sunduğu asgari geçim maliyetine ilişkin bilgileri hesap metoduyla birlikte ve geçmiş yılları da içerecek şekilde kamuoyuna açıklamalıdır.

Kaynak: Aziz Çelik, Birgün.net, 26 Aralık 2016

Katledilen ve istismar edilen tüm çocuklar için; susma, diren, hesap sor!

Yurtta kalan bir öğrencinin velisi diyor ki, “devlet yurdunu yıktılar, çocuklarımızı Süleymancıların yurduna yerleştirdiler.”

Televizyona çıkan aşağılık bir iktidar uşağı “uzman” ‘Kader sonuçta’ diyor.
Koruyup kolladıkları bir tarikatın yurdu söz konusu olunca suçlarını örtbas etmek için hemen yayın yasağı getiriyorlar.

MHP’li Adana Büyükşehir Belediye Başkanı konuyla ilgili soru soran gazetecilere tepki gösteriyor.
Çocukların yanarak can verdiği saatlerde Meclis’te, AKP’nin emekli akademisyen milletvekillerinin iki kat maaş almasına yönelik yasa tasarısı onaylanıyor.

Yurt yetersizliği nedeniyle öğrenciler tarikat yurtlarına mahkum edilirken, yangın günü Adana İl Müftülüğünün yeni binası için 6 milyon 639 bin lira harcandığı ortaya çıkıyor.

Saray’daki muktedirinden, MHP’li belediye başkanına, bakanından milletvekiline kadar hepsi çocuk düşmanıdır. Hepsi çocuk istismarcılarıyla aynı saftadır.

Katledilen ve istismar edilen tüm çocukların hesabı sorulana kadar susmayalım, ayağa kalkalım ve hesap soralım!
AKA-DER
30 Kasım 2016

Egemenlerin bilimi: Ses dalgasıyla eylem dağıtma

Projesini tanıtan Ali Kaan Ergün şunları söyledi:

“Bu sistem toplumsal olaylara müdahalede kullanılabilir. Mevcut yöntemlerde göstericilere gaz bombası ve tazyikli suyla müdahale ediliyor. Bu, hem göstericilere hem kolluk kuvvetlerine hem de oradan geçen ve ikâmet eden halka zarar veriyor. Bu proje sayesinde uzun menzilde yaklaşık 200 metre ile 1 kilometre arasında tiz ses, gösterici kitlesine gönderilerek onların dağılması sağlanıyor. Ses, sadece gösterici kitlesine yönlendirildiği için çevredeki binalarda ikamet eden insanlar ya da kolluk kuvvetleri bu sesi duymayacaklar, sadece göstericiler duyacak. Göstericiler sesin rahatsız edici etkisinden kurtulmak için dağılmak zorunda kalacaklar. Böylece fiziksel müdahalede bulunulmadan gösteri engellenmiş olacak.”

Bilimi her zaman kendi çıkarına uygun geliştiren sermaye; emekçilere ve halklara saldırılarına devam ediyor. Bahçeşehir Üniversitesi sermayedarları, Ali Kaan Ergün’e burs veriyor. Teknolojiyi, “daha steril” yollardan insanlığı yok etmek için geliştirmeyi teşvik ediyor.

Geçtiğimiz Mayıs ayında da Amasya Üniversitesi ile Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı’nın düzenlediği ‘Süper Fikrim Var’ proje yarışmasında, kimyasal biber gazına alternatif olarak doğal soğan gazı üretimi projesine birincilik ödülü verilmişti. Proje hakkında bilgi veren öğrencilerden Sümeyye Terzi; “Biber gazının üretiminde kimyasal maddeler var. Bu yüzden sağlık açısından zararlı, bizim ürettiğimiz soğan gazında ise kimyasal madde olmadığı için sağlıklıdır” diyerek eylemlere saldırıyı meşrulaştırırken “sağlık” hassasiyetini ön plana taşıması dikkat çekmişti.

Konu toplumu baskılamak olunca, ara teknik eleman değil, bilim insanı(!) yetiştirmek teşvik edilebiliyor.

Türkiye İsrail’le anlaşınca Mavi Marmara davası düştü

İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve aralarında dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Rau Aluf Gabiel Ashknazi’nin de yer aldığı 4 sanığın yargılandığı davanın 9 Aralık’taki duruşmasında; davanın düşürülmesine, sanıklar hakkındaki yakalama kararının kaldırılmasına hükmedildi.

Mavi Marmara davasında duruşma savcısı Hüseyin Aslan, Türkiye ile İsrail arasında imzalanan anlaşma ile davanın yasal dayanağı kalmadığını ve anlaşmanın yargı engeli oluşturduğunu belirtti. Savcı Aslan, “Türkiye, sadece bu davaya özel olarak yaptığı anlaşma ile egemenlik hakkından vazgeçmiştir” dedi.

Türkiye ile İsrail arasında 27 Haziran 2016’da da yapılan anlaşma, Ağustos ayında TBMM’de kabul edilmişti. Anlaşmanın yürürlüğe girmesinin ardından İsrail’in, Mavi Marmara gemisinde öldürülen 9 kişinin ailelerine 20 milyon dolarlık tazminat ödemesi kararlaştırılmış, buna karşın Türkiye İsrail’e açılan Mavi Marmara davalarının geri çekilmesini, ayrıca olaya karışan İsrailli askerlerin, hukuki ve cezai sorumluluktan muaf tutulmasını taahhüt etmişti. İsrail’in 20 milyon dolarlık kan parasını Adalet Bakanlığının hesabına yatırdığını 30 Eylül 2016’da Berat Albayrak açıklamıştı.

Erdoğan ‘One Minut!’ten çark etmişti

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, İsrail’le varılan anlaşma sonrasında yaptığı açıklamada, “Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz? Biz zaten yardımı yaptık, yapıyoruz. Bunları da yaparken, gövde gösterisi olsun diye mi yapıyoruz?” demişti.

Hüda Kaya: Mavi Marmara davasını, Filistinlileri siz sattınız!

TBMM’de 2017 bütçe görüşmelerinde söz alan HDP İstanbul milletvekili Hüda Kaya AKP’ye Mavi Marmara davasıyla ilgili tepki göstererek, ‘İkiyüzlü bir politikayla Mavi Marmara davasını, Filistinlileri siz sattınız’ dedi.

İstanbul’da “Kudüs İçin Parlamenterler Birliği” adlı uluslararası toplantıya katıldığını belirten Hüda Kaya şöyle konuştu: “Cumhurbaşkanı orada yaptığı konuşmada, İsrail zindanlarında aylardır, yıllardır hapis kalan milletvekillerine değindi. Orada, ‘İsrail’ ve ‘Filistin halkı’ kelimelerini çıkarıp ‘Türkiye’yi yerleştirdiğimizde Cumhurbaşkanı bizi anlatıyor dedim.

Cumhurbaşkanı o gün, ‘Filistin’den koparılmanın acısını on yıllardır gönüllerinde bir kor gibi taşıyan tüm Filistinli mültecileri selamlıyorum’ ifadesini kullandı. Katılmamak mümkün değil. Bugün Şırnak diye bildiğimiz bir şehir yok oldu ve içinde yaşayan halkın tamamı mülteci durumunda. Sayın Cumhurbaşkanı, Filistin’de her gün kendini tekrar eden bir zulüm ve baskı düzeni olduğunu, bu adaletsizliğin bütün dünyanın gözünün önünde sayısız Birleşmiş Milletler kararlarına rağmen yarım asırdır katmerlenerek devam ettiğini vurguladı. Aynı Birleşmiş Milletler, ülkemizde yaşanan insan hakları, iradeye yapılan linç ve saygısızlıklarla ilgili bir karar açıkladığında, ‘Siz kim oluyorsunuz ey Birleşmiş Milletler’ diyebiliyorsunuz. İkiyüzlü bir politikayla Mavi Marmara davasını, Filistinlileri siz sattınız.”

Eren Erdem: Dava 20 milyon dolar ve İsrail’in dostluğunu kazanmak için düşürüldü

CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem, Mavi Marmara davasının düşürülmesine ilişkin Twitter hesabından açıklamalarda bulundu.

Eren Erdem attığı tweetlerde, “Mavi Marmara katliamı davası, mağdurların itirazına rağmen düşürüldü. Neden? 20 Milyon dolar ve İsrail’in dostluğunu kazanmak için… Burada büyük tehlikeler var. İlki, mağdurların haklarının tamamen yok edilmiş olması.

Ama esas sorun ise, parayla hukukun dizaynı. Yani, yarın bir katil kalkıp, bu davayı emsal gösterip, “parası neyse ödeyeyim” dese, hakimler ne diyecek? Neye göre düşürdünüz davayı? Mağdurlar haklarından vazgeçmediler. Tam tersine, davada ısrarcılar. Buna rağmen düşürüldü dava. Bu, mağdur ve mazlumlara ihanettir!” dedi.

Kaynak: Cumhuriyet, Evrensel.net,
Direnişteyiz.org, 15 Aralık 2016

Direniş ve kararlılık

Yüksel direnişi 40 günü aştı

KHK’yla işine son verilen ve Ankara Yüksel Caddesi’nde tek başına oturma eylemine başlayan Nuriye Gülmen ve sonrasında ona katılan Semih Özakça’nın direnişi 40 günü aştı. Yüksel Caddesi’ndeki oturma eylemine hemen her gün polisin saldırmasına rağmen konulan irade ve gelişen dayanışma ziyaretleri devlete geri adım attırdı. Soğuk hava koşullarına karşı sobaların kurulduğu, sık sık ziyaretler yapılan direniş, kararlılıkla sürüyor.

Özgürlük nöbeti 18. haftada

Kapatılan Özgür Gündem Gazetesi’nin tutuklu Genel Yayın Yönetmeni Zana Kaya, Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya ve Yayın Danışma Kurulu üyeleri yazar Aslı Erdoğan ve dilbilimci Necmiye Alpay için başlatılan “Özgürlük Nöbeti”ne Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde devam ediliyor. 18 haftayı geride bırakan nöbette, 5 Aralık günü piyanist Ayşe Tütüncü ve müzisyen Tuncer Duman’ın katılımıyla türküler eşliğinde “Son sözü hep direnenler söyler” denildi. 20 Aralık’ta gerçekleştirilen nöbette ise 19 Aralık katliamına dikkat çekildi. 18. haftada nöbete Ayşe Ünal ve Avrupalı akademisyenlerden oluşan bir heyet katıldı. Brüksel ve Edinburgh üniversitelerinden akademisyenler konuşmalar yaptılar. “Bu insanlar Kürtlere yönelik baskıları gündeme getirdikleri için hedeflendiklerini biliyoruz. Şaşkınız” dediler.

Kaynak: Direnişteyiz.org, Sendika.org,
Evrensel.net, 25 Aralık 2016

Anayasa “tartışmalarının” mana ve mahiyeti üzerine kısa not

Zira, mülk sahibi sınıflardan ayrı bir devlet mümkün değildir. Bunlardan birinin varlığı diğerinin varlığına bağlıdır. Dolayısıyla anayasa yapma sürecine halk karıştırılmaz. Öyle ya, anayasa halka bırakılmayacak kadar önemlidir… Bu da demektir ki, özel mülkiyet, devlet ve para var olmaya devam ettikçe, halk için, halk adına, halk tarafından bir anayasa yapmak mümkün olmayacaktır… Dolayısıyla, neden söz ettiğini bilmek önemlidir…
Kaldı ki, iktidar anayasaya göre değil, kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere dayanır. Ekseri anayasa ve kanunların birinci paragrafında tanınan/tanımlanan bir hak, “ama”, “fakat”, “lâkin” gibi kelimelerle başlayan ikinci paragrafta geri alınır. Fakat bu kadarla da yetinilmez. Anayasa ve kanunlara “gerektiğinde” uymama yetkisi de tanınır. Buna “olağanüstü hâl” deniyor… Böylece mülk sahibi sınıflar kendilerini kesin olarak güvence altına almış olurlar…
Sadede, Türkiye’de son dönemde alevlenen anayasa “tartışmalarına gelirsek, bu Kenan Evren anayasasını kim neden değiştirmek istiyor? Bunu isteyen sadece Tayyip Erdoğan’mış gibi yaygın bir izlenim oluşmuş görünüyor. Oysa, bunun nüanse edilmesi gerekiyor. Anayasa değişikliğini isteyen sadece Tayyip Erdoğan ve ekibi değil. Bu, Türkiye burjuvazisinin de (bir bütün olarak mülk sahibi sınıfların) talebi. O taraftan pek ses çıkmadığı için, sanki değişikliği isteyenin sadece Erdoğan ve onun AKP’siymiş gibi bir algı söz konusu… Mülk sahibi sınıflar ekseri pek konuşmazlar, onların yerine başkaları konuşur. Oysa, bu dünyada bir tek şahsiyet için anayasa yapıldığı görülmemiştir.
Dolayısıyla hem Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin ve hem de Türkiye burjuvazisinin anayasayı yenileme konusunda ortak çıkarları var. Recep Tayyip Erdoğan ve kliği iki nedenle anayasayı değiştirmek istiyorlar:
1. AKP ve yandaşları, sömürü, yağma ve talanın tadına öylesine vardılar ki, o ayrıcalıktan mahrum olmak istemiyorlar. Bu toplum, Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde böylesi bir sömürü, yağma, talana ve vurguna şahit olmadı. Geride kalan yaklaşık yüz yıllık dönemde bu ülkenin emekçi insanlarının emeğiyle kurulmuş ne kadar sanayi tesisi, ne kadar kamu hizmeti veren kurum varsa, özelleştirme adı altında büyük sermayeye ve yeni yetme yandaş kapitalistlere peşkeş çekildi, yağmalatıldı… Satılmayan hiçbir şey bırakmadılar. Şimdilerde işi “vatandaşlık satışına” kadar getirmiş bulunuyorlar… Bu ülkenin tarihinde bütçe ve hazinenin yağmalanması hiçbir zaman bu boyutlara çıkmamıştı. Öyle ki, her alanda sömürü, yağma ve talan insan havsalasını zorlayacak boyutlara çıkmış bulunuyor…
2. AKP tayfası yolsuzluğa, suça, hukuksuzluğa, ölçüsüzlüğe, kuralsızlığa, ahlâksızlığa öylesine batmış durumdalar ki, iktidardan düştükleri anda yargılanacaklarını, hesap vereceklerini çok iyi biliyorlar. Dolayısıyla, ne yayıp-edip, iktidarda kalmanın bir yolunu bulmak istiyorlar. Anayasayı değiştirip, devlet terör rejimini takviye ederek, kendilerine “korunaklı bir sığınak” yaratmak istiyorlar… Lakin onlara bu fırsatı vermemek, heveslerini kursaklarında bırakmak, bu kepazeliğin önünü kesmek mümkün…
Mülk sahibi sınıflar da artık asgari hak-hukuk, sınırlı özgürlük ve demokrasi koşullarında bile yönetemeyeceklerini biliyorlar. Bunların kırıntısına bile tahammülleri yok. Zira, Türkiye’yi çoktan yönetilemez duruma getirdiler… Gelinen aşamada, geçerli güdük hukuk koşullarında bile Türkiye’nin yönetile bilemez olduğunun farkındalar. Artık Kenan Evren anayasası da onlara bol geliyor… Türkiye yönetilemez durumda zira, rejim çözdüğünden daha çok sorun yaratır halde. Bütün gösterge ışıkları ya kırmızı da ya da kırmızıya dönmekte. Velhasıl, rejim geniş toplum kesimlerinin gözünde meşruiyetini çoktan kaybetmiş bulunuyor…
Aslında sorunun kaynağı derinlerde ve doğrudan kapitalizmin sürdürülemezliği ile ilgili… Zira, artık kapitalizmin      “Büyük İnsanlığa” teklif edeceği bir şey yok. Dünyanın her yerinde çözdüğünden daha çok sorun yaratmadan yol alamıyor. Fakat gözden kaçırılmaması gereken önemli bir şey var: Kapitalizm krizde ama bu bildik krizlerden biri daha değil. Bu, kapitalizmin nihai krizi veya aynı anlama gelmek üzere, bir ‘uygarlık krizi’… Artık kriz insan ve toplum yaşamının tüm veçhelerini ve bir bütün olarak canlı doğayı da angaje eder halde. Başka türlü ifade edersek, insanlık ve uygarlık yeni bir kritik kavşağa gelip dayanmış bulunuyor…
Bir bütün olarak küresel plütokrasi, küresel oligarşi ve her bir ülkedeki oligarşiler, sömürüyü, yağma ve talanı, ancak baskıyı, şiddeti, terörü, faşizmin değişik versiyonlarını, savaşı, iç savaşı. kaosu, Balkanlaşmayı dayatarak sürdürebilirler… Türkiye’de de anayasa değişikliği adı altında devlet terör rejimini yeniden kurumsallaştırarak, şiddeti ve kaosu dayatmak istiyorlar.
Artık eğri oturup-doğru konuşmak, ne ile cebelleştiğini bilmek ve tartışmanın zeminini vakitlice değiştirmek gerekiyor. Her şeyden önce de kapitalizm dahilinde bir geleceğimizin olmadığını bilmek gerekiyor. İnsanların kendi kaderlerini kendi ellerine almaları neden mümkün olmasın? İnsanların “sayın seyirci” olma hali, verili, değişmez bir şey olmadığına göre…

Gazi Mahallesi’nde “Devlet” imzalı yazılamalar

Kaldıraç okurları tarafından yapılan ‘Katil polis mahallemizden defol’ yazılaması polislerce silinerek yerine devlet imzalı “Ensenizdeyiz” yazıldığı öğrenildi. Geçtiğimiz haftalarda Gazi mahallesinde bulunan AKA-DER şubesinin kapısı kimliği belirsiz kişilerce zorlanmış, içeri girilemeyince dernek önünde asılı bulunan Kaldıraç ve AKA-DER flamaları indirilmişti.

Gazi AKA-DER üyeleri sokakları özgürlük sloganları ile donatmaya, afişlemeler yapmaya devam ediyor.Gazi AKA-DER yetkilisi, “Bu saldırıların bizi korkutacağını sindireceğini sananlar yanılıyorlar, aksine doğru yolda olduğumuzun bilinciyle mücadeleye daha sıkı sarılacağız” dedi.

Ethem’in katili serbest!

‘Devir katliam devri…’

Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi’nde 19 Aralık’ta görülen davada, sanık avukatı “Eğer biz kolluk kuvvetlerimize meşru müdafaa hakkı tanımaz, Ahmet Şahbaz’ı cezalandırırsak kolluk kuvvetlerimiz kendi güvenliğini sağlayamaz” diyerek katliamları meşrulaştırmaya çalıştı.

Şahbaz daha önce Ankara 6. Ağır Ceza’da yargılanıp, ‘olası kasıtla adam öldürme’ suçundan 7 yıl 9 ay ceza almıştı. Yargıtay 1. Ceza Dairesi, kararı bozarak yerel mahkemeye yollamış, ardından güvenlik gerekçe edilerek dava Aksaray’a götürülmüş, tutuklu yargılanan Şahbaz da serbest bırakılmıştı. Bu süreçte mahkeme Şahbaz’ın ‘Taksirle ölüme neden olma’ suçunu işlediğine karar verip belirtilen cezayı verdi.

‘Bu ülkede adalet, demokrasi var diyenler görsünler’

Ethem Sarısülük’ün ağabeyi İkrar Sarısülük, karara, “Kardeşim Ethem’in canı 10 bin tl… Türkiye adaleti öldüren polisine para cezası verdi… Adaletiniz batsın… Bu ülkede adalet, demokrasi var diyenler görsünler, 26 yaşında kardeşimi öldüren katil polise 10 bin tl para cezası verdiler” sözleriyle tepki gösterdi.

‘Size de sıra gelecek’

Verilen cezaya tepki gösteren Ethem’in annesi Sayfı Sarısülük ve Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan’ı bir kadın polis “Size de sıra gelecek” diyerek tehdit etti.

Kaynak: Direnişteyiz.org, 25 Aralık 2016

Esir değil işçiyiz, yarının sahibiyiz!

İşçi- emekçilerin büyük kitlesi sessizliklerini koruyarak öfke keselerini doldurmaya devam ediyorken mücadeleci bir azınlığın ısrarlı direnişi, “Esir değil işçiyiz, yarının sahibiyiz” şiarına can katarak yürüyüşünü sürdürüyor.
İşçi-emekçiler; sendikasızlaştırmaya, işten atmalara, ödenmeyen maaşlara, düşük toplu sözleşme dayatmalarına, hukuksuz çalıştırmalara grevle, direnişle yanıt vermeye devam ediyor…

  Metal’de TİS ve direniş sürüyor

Birleşik Metal-İş Sendikası (BMİS) ile Elektromekanik Metal İşverenleri Sendikası (EMİS) arasında yürütülen Grup Toplu Sözleşme görüşmeleri patronların dayatmalarıyla ağır-aksak giderken grev ve direnişler de sürüyor. BMİS 9 Aralık’ta yapılan görüşmeler sonunda toplam 14 madde üzerinde anlaşma sağlandığını açıkladı. İşveren sendikasının teklifi olan 3 yıllık sözleşme dayatmasını kırarak 2 yıllık sözleşmede anlaşma sağladıklarını belirten BMİS, bunun yanında sendika yöneticilerinin işyeri ziyaretleri, disiplin kurulu, işçi sağlığı, vardiya çalışmaları, fazla çalışmanın düzenlenmesi gibi maddelerde de kendi talepleri doğrultusunda anlaşma sağlandığını duyurdu.

  Bekaert’te grev

İzmit Alikahya bölgesinde bulunan Belçikalı şirket, Bekaert İzmit fabrikasında 500 dolayında işçi çalışıyor. Fabrikada; çelik kord, hortum teli, topuk teli, yay telleri ve yüksek karbonlu çelik tel, düşük karbonlu çelik tel, paslanmaz çelik tel gibi endüstriyel tellerin üretimi yapılıyor.

DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu fabrikada toplu sözleşme görüşmeleri anlaşmazlıkla sonuçlanmıştı. Şirket yönetimi; iki yılı kapsayan sözleşme dönemi için toplam yüzde 11 dolayında ücret artışı, sosyal haklarda günün ihtiyaçlarından uzak teklifte ısrar ederken, sendika; yüzde 21 oranında ücret artışı ve sosyal haklarda günün ihtiyaçlarına uygun iyileştirme talebinde ısrarcı oldu.

Sendika üyesi işçiler 8 Aralık’ta greve çıktı. İşçiler, “Direne direne kazanacağız” sloganları ve halaylarla direnişlerini sürdürürken grev nedeniyle çok sayıda polisin fabrikanın çevresinde konumlandığı görüldü.
Sendika yönetimi grevin 15. gününde, “Greve tamam mı, devam mı?” diye sormak için işçileri sendikanın Kocaeli Şube binasında bir araya getirdi. İşçilerin verdiği bilgiye göre toplantıda, patronun saat ücretine 1,5 liralık zam önerdiği, bu teklifle birlikte greve devam edip etmeme yönünde işçilerin görüşlerine başvurulacağı belirtildi. Yapılan oylamanın ardından işçilere grevin bitirilmesi görüşünün ağırlık kazandığı söylendi. Greve devam etme yönünde görüş bildiren işçiler bu duruma tepki gösterirken, bazı işçiler ise toplantıyı terk etti.

Grev, Birleşik Metal-İş Sendikası yönetimi ile patron ile arasında anlaşma sağlanması üzerine 15. gününde (23 Aralık) sona erdi. Edinilen bilgiye göre anlaşmayla işçilerin saat ücretine ilk yıl için 1,5 lira artış yapılacak.

   Schneider işçileri EMİS’i protesto etti

Schneider Electric’in Manisa fabrikası işçileri patron sendikası Elektromekanik Metal İşverenleri Sendikası (EMİS)nın dayatmalarına karşı fabrika içinde eylem yaptı. Tüm işçilerin katıldığı eylemde; “EMİS uyuma grev kapıda!”, “Schneider işçisi direnişin simgesi!”, “Sefalet ücreti istemiyoruz!” sloganlarıyla metal patronlarının dayatmacı tutumları protesto edildi.

Mefar patronu sendikalı işçi istemiyor: 25 işçi işten atıldı

İstanbul Pendik’te bulunan Birgi-Mefar ilaç fabrikasında yaklaşık üç yıldır sendikalı olmak için mücadele eden işçiler, yetki başvurularına dair mahkeme kararının fabrikaya ulaşmasını beklerken işten atma saldırısıyla karşılaştılar.

İşçilerin, İşçi Gazetesi’ne ulaştırdığı bilgiye göre Mefar işçileri uzun ve çetin bir mücadelenin ardından bir kez daha üye çoğunluğu sağlayarak Bakanlığa yetki tespiti başvurusunda bulundu. Petrol-İş Sendikası’na üye olan işçiler yetki başvurularına dair mahkeme kararının fabrikaya ulaşmasını beklerken işten atma saldırısıyla karşılaştılar. Süreç boyunca işçileri sendika üyeliğinden vazgeçirmeye çalışan fabrika yönetimi bu aşamadan sonra işyerinde çeşitli bahanelerle işçiler üzerinde baskı (mobbing) uygulamaya başladı ve Aralık ayı başından ikinci haftasına kadar sendika üyesi 25 işçiyi işten çıkardı.

İşçiler ve üye oldukları Petrol-İş Kartal Şube yetkilileri fabrika önünde gerçekleştirdikleri eylem ile Mefar patronunun işçi ve sendika düşmanı tutumunu protesto ettiler.

Renault’da 15 işçi işe iade davasını kazandı

Metal işkolunda 5 Mayıs 2015’te açığa çıkan, işçi hareketi tarihine “Metal Fırtına” olarak adını yazdıran isyanın ilk kıvılcımının çakıldığı, Bursa’da bulunan Renault otomobil fabrikasında, geçtiğimiz Mart ayında 75’i tazminatsız olmak üzere 500 dolayında işçi işten çıkarılmıştı. İşten çıkartılan işçilerin mahkemeleri sürerken ilk grup 15 işçinin davası sonuçlandı.

Bursa 3’ncü İş Mahkemesi’nde görülen davada mahkeme, tazminatsız atılan 10 işçi ile tazminatlı çıkarılan 5 işçinin işe iade edilmelerine ve sözleşmelerinin “sendikal nedenle” feshedildiğine hükmederek, işçilere sendikal tazminat ödenmesine karar verdi.

Buna göre işçiler 4 ay boşta geçen süre ve 12 aylık ücret tutarında tazminat alacak. İşveren, ayrıca tazminatsız olarak çıkardığı işçileri işe almazsa, bu kişilerin kıdem ve ihbar tazminatlarını da ödeyecek.

  MSC/Medlog işçilerinden Soma davasına destek

DİSK’e bağlı Nakliyat-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılan MSC/Medlog işçilerinin direnişi kararlılıkla devam ediyor. İstanbul, Bursa, Mersin ve İzmir’de bulunan işyerlerinin önünde işe geri dönmek için bekleyen işçiler bir yandan da sınıf dayanışmasını gösteren eylemlere imza atıyor. Bulundukları illerde tüm grev ve direnişlere destek eylemlerine katılırken Soma işçilerinin davasına da destek sundular. Aralık ayının başlarında direnişlerinin 100. gününü geride bırakan işçiler bulundukları illerde eylemler yaparak seslerini duyurdu. İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde yapılan eylemde direnişin süreciyle ilgili bilgi verildi ve kararlılık vurgusu yapıldı.

  DİSK’li kadınlar: ‘Asgari ücret 2000 lira olsun’

DİSK Ege Bölge Temsilciliği’nin düzenlediği “İşsizlik ve güvencesizlik kıskacında kadın emeği” paneli öncesi DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, DİSK üyesi kadın işçilerle basın açıklaması yaptı.

Kadınların üretilenlerden en az payı aldığını belirten Çerkezoğlu; “Bizler kadının yaşamın her alanında, öncelikle de emeğinin değersizleştirilmesine karşı mücadele yürütüyoruz” diye konuştu. Aralık ayının Türkiye’de asgari ücretin belirlendiği ay olduğunu belirten Arzu Çerkezoğlu, siyasi iktidarın son dönemlerde her konuyu halka sormaktan söz ettiğini hatırlatarak asgari ücret için de referandum yapılmasını istedi. “Gerekirse bir referandum sandığı kurulsun. Asgari ücret toplu pazarlıkla belirlensin. Bu orta oyununa son verilsin… Türkiye’de asgari ücretin en az 2 bin TL olması gerektiğini bilim insanları ile yaptığımız toplantılarla tespit ettik. Biz önümüzdeki yıl için asgari ücretin net 2 bin lira olmasını öneriyoruz” dedi.

Kaynak: İşçi Gazetesi, Evrensel, 23 Aralık 2016

Perspektif

Direniş hattı, Birleşik Emek Cephesi

Saray Rejimi, onlarca yıldır, her hak arama eylemine, toplumun her nefes alma girişimine, kadınların, gençlerin, işçilerin her türlü eylemine azgınca saldırmaktadır. Tüm güçlerini seferber...