Ana Sayfa Blog Sayfa 195

Hasan Ferit Gedik davası ya da devletin mahallelere karşı çete örgütlenmesi

Dava sırasında Hasan’ı katleden çeteler mahkeme salonuna taşlarla girdi, kavga çıkarıp salonda duruşmayı takip eden izleyicileri ve avukatları taşladı.
Daha önce de Hasan’ın mahkemelerinde süregeldiği üzere dava boyunca çeteler salona istediği gibi girip çıkabiliyor ve tehdit unsuru olarak sürece müdahale edebiliyor.
Dava sırasında, aileye destek olmak için orada bulunan Gezi Şehitlerinden Berkin Elvan’ın ailesinden Sami Elvan ve Gülsüm Elvan ve yine destek olmaya gelen Volkan Kesanbilici salondan atıldı.
Davanın Geçmişi
Daha önce de birçok kez adalet arayanlara polis saldırısı olmuş, gözaltına alınanlar hakkında da dava açılmıştı.
Hasan Ferit Gedik davasında polislerin yanı sıra adliye içinde ve dışında uyuşturucu çetelerinin bıçaklı ve silahlı saldırıları ile yaralananlar olmuştu.
35 sanığın bulunduğu davada tutuklu sanıkların birer birer tahliye edildiği, avukatlara sınırlama, basına yasak getirilen, her duruşmada destek için gelenlere polis saldırısı ve gözaltı yapılan davada 21 Mart’ta yapılan duruşmanın ardından 2 tutuklu sanığın daha tahliyesi ile tutuklu sayısı 8’e düşmüştü.

Mersin’de dokunulmazlıkların kaldırılması protesto edildi

HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili kararın mecliste 376 oyla kabul edilmesi üzerine HDP Mersin İl Örgütü, Özgür Çocuk Parkı’nda basın açıklaması gerçekleştirdi.
HDP adına basın açıklamasını okuyan Ekin Baran Taştan “Mecliste AKP-CHP-MHP’li vekillerin 376 oyu ile halkın iradesine ve temsilcilerine bir darbe yapıldı. Sarayın planına bilerek ‘evet’ oyu vermiş olanlar, demokratik siyasetin tasfiyesine katkı sağlamış ve ağır bir tarihsel vebal üstlenmiş oldular.” diyerek bundan sonra Türkiye’de yaşanacak her olumsuz gelişmede CHP’nin imzasının olduğunu vurguladı.
“Türk Tipi Başkanlık Sistemi’ne, ‘Tek Adam’ Yönetimine, Sultanlığa Boyun Eğmeyeceğiz”
Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla Türkiye siyasi tarihine kapkara bir leke düştüğünü söyleyen Taştan, “Bizler Saray darbesine karşı meclisi ve demokratik siyaseti, oradaki temsiliyetimizi savunmaktan vazgeçmeyeceğiz. ‘Türk tipi Başkanlık Sistemi’ne, ‘tek adam’ yönetimine, sultanlığa, evrensel hukukun ve demokratik ilkelerin çiğnenmesine boyun eğmeyeceğiz” dedi. Taştan, “Türkiye’nin daha karanlık günlere sürüklenmemesi için el ele verelim, tüm demokrasi, barış, emek güçleriyle, vicdan sahibi tüm yurttaşlarımızla birlikte mücadeleyi büyütelim” dedi.
“MHP ve CHP Katkıları İle Demokrasi Güçleri Mecliste Devre Dışı Bırakıldı”
Basın açıklaması ardından konuşan HDP İl Eşbaşkanı Sadun Doğan ise, “7 Haziran’da ortaya çıkan halkların iradesine tahammül edemeyen Saray ve AKP hükümeti, son olarak mecliste halkların iradesi, vekillerin dokunulmazlıklarını kaldırarak sonuç almak istemiştir” dedi. Doğan son olarak, MHP ve CHP’nin katkıları ile demokrasi güçlerinin mecliste devre dışı bırakıldığını aktararak tüm demokrasi güçlerini birlikte mücadele etmeye çağırdı.

Dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin İzmir’de basın açıklaması yapıldı

Dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin HDP’nin çağrısıyla Alsancak Sevinç Pastanesi önünde basın açıklaması  gerçekleştirildi.
Hdp il eş başkanının okuduğu basın metninde  “Yapılan saray darbesine karşı tüm demokratik güçlerle mücadele edeceğiz. Baskılara boyun eğmeyeceğiz” denildi.

Fransa’da işçi direnişi “Daha başlamadık”

Fransız hükümeti, sosyalizmin varolduğu dönemden kalan tüm sosyal hakları tırpanlayan diğer emperyalist metropoller gibi, işçi haklarına karşı sonu gelmez saldırılarından bir yenisini başlattı.

Yeni çalışma yasası gündeme geldi. Bu yeni yasa ile, günlük maksimum çalışma zamanı, 12 saate kadar çıkarılıyor, eğer bir işçi sözleşmesinde değişiklik yapmak isterse işten atılabilecek, fazla mesailere daha az ödeme yapılacak, ayrıca işveren hem mesai saatlerini artırma hem de ücretleri düşürme olanağına sahip oluyor.

Tasarı bu hâli ile, mecliste kabul edildi. Ama Fransız sisteminde, bir de senatoda kabul edilmesi gerekiyor. Elbette hükümet, bunun için fırsat kolluyor.

Fransız hükümeti, tekellerin kâr hırsları için işçi ve emekçilere bir savaş açmış durumdadır. Bu savaş için, bugün ortamın çok da uygun olduğu görüşündedirler. Çünkü, Paris, yakın zamanda IŞİD saldırıları ile vahşi eylemlere sahne olmuş, buna dayalı olarak Paris’te olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Devletin olağanüstü dönemlerdeki uygulamaları, her zaman işçi ve emekçilerin, muhaliflerin haklarının kısıtlanması ile sonuçlanıyor.

Paris’te de aynı süreç işliyor ve birçok demokratik hak, yarı yarıya askıya alınmış durumdadır. Henüz Fransa bu konuda İngiltere ve ABD’den daha iyi olsa da, bu olağanüstü hâl uygulamaları süreci değiştirmeye başlamıştır.

İşte bu nedenle, bu yasa, tam da böylesi bir hassas dönemde gündeme getirilmiştir. Bu yasanın çıkması için, hükümet son derece kararlılık göstermektedir. Ve doğrusu, ilk anda, bu ortam nedeni ile, yasanın geçeceği konusunda büyük umut içinde idiler. Bizim tarafta da aynı endişe vardı.

Nitekim grev dalgası başladığında, beş büyük sendikadan biri olan CGT’ye karşı devlet cephesinden oldukça sert açıklamalar geldi.

Ama Fransız işçi sınıfı, bir kere daha örgütlülüğünü doğru değerlendirecek hamleler yaptı. Aslında yıllardır güç kaybetmiş hâli ile, hatta abartısız söylersek sendikal hareket son 50 yılın en güçsüz döneminde olmasına rağmen, örgütlü bir direniş sergiledi.

Ülkedeki tüm rafinerilerde grev örgütlendi. Katılım oldukça yüksekti. Sadece grev yapılmıyor aynı zamanda sokakta polislerle sert çatışmalara neden olan gösteriler de gerçekleştiriliyordu. Bu aslında bir derstir, grev ve gösteri birlikte organize edilmedikçe, geniş kitlelere, halka ulaşmak onların ilgisini çekmek de zordur.

Marsilya büyük bir barikatın kurulduğu yer oldu. İşçiler barikatı savunamadı, polis barikatı dağıtmayı başardı. Sendika, Amerikan şirketi Exxon Mobil’in Fos rafinerisinde işçilere karşı 40 otobüsle polisin getirildiğini ve görülmemiş bir şiddet kullandıklarını belirtiyordu. Eylem yayıldı ve 8 rafineride de iş durdu. Yakıt sıkıntısı baş gösterdi. Fransalılar, komşu ülkelere geçip arabalarına mazot almaya başladı. Benzin istasyonlarında uzun kuyruklar oluştu.

Ardından grevler nükleer tesisleri kapsamaya başladı.

Sendika akıllıca, adım adım grevin alanını genişletmektedir. Demiryolu işçileri, metro işçileri sıradadır. Haziran ayı başında grev dalgası daha da büyüyecektir. 2 Haziran tarihinde süresiz genel grev çağrısı için hazırlıklar yapılmaktadır.

Grev ulaştırma, havacılık gibi alanları da sarmaktadır.

Kısacası, büyük çaplı bir direniş görünmektedir.

Bu açıdan kayda değer, son derece önemli bir gelişme, sendikanın, basını grevlerine destek vermeye çağırmasının ardından yaşandı. Gazetelerin bir bölümü, durumu olduğu gibi anlatacak haberler yaptı. İşçilerden yana tutum alanlar kadar, bu gazetelerin de hükümetin sansür politikasına boyun eğmediği görüldü. Ama buna rağmen, birçok gazete de, işçilerin destek çağrılarına olumlu yanıt vermedi ve devletten yana bir yayın politikası izlemeye başladı. İşçiler, bu tip, devletten yana yayın yapan gazetelerin basıldığı matbaalarda iş durdurdu ve bu gazeteler basılamadı. Öyle ki, 26 Mayıs 2016 tarihinde, gazete bayilerine ulaşan tek gazete, Fransız Komünist Partisi’nin yayını olan L’Humanite oldu.

Aslında bu örnek, oldukça önemli bir ders niteliğindedir. Sansür uygulayan, gerçeği karartan gazetelerin basıldığı matbaalardaki grev, işin rengini değiştirmektedir. Özellikle ülkemizde basının, tam anlamı ile devletin destekçisi olduğu, hatta daha ileri adlandırmaların ortaya çıktığı (havuz medyası, Başbakan Davutoğlu kendi medyasını kuruyor vb.) bir dönemde, doğru habercilik yapmayan gazetelerin matbaalarında grev, çok yerinde ve etkili olur. Kürt halkına karşı açık katliamları görmeyen, bunları karartan medyanın grevle durdurulması bir örnek olur.

Elbette Fransa’daki direnişin önemli dersleri var. İlki, sendika güç kaybetmiş olsa da, hâlâ işçi sendikası ise, ille de devrimci bir sendika olmadan da, işçilerin en temel haklarını savunacak bir kararlılık ortaya koyabiliyorsa, sonuçta etkili olabiliyor ve işçiler de sokaklara çıkabiliyor.

Bizde, gücü az ya da çok olmasından bağımsız olarak sendikalar, eylemlerinde ciddi ve samimi değildirler. Mesela 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması konusunda tam bir kararlılık sergileseler, gerçekten kendi üyelerini oraya getirecek bir samimi çalışma yapsalar, durum çok farklı olur.

Önemli bir diğer nokta, Fransa’da sendika, taktik değerde doğru hamleler yapabilmektedir. Gücünü gün be gün ortaya koymakta, en etkili vuruşları gözetmektedir. Grev, işçilerin elinde, patronlara karşı haklarını savunacakları, yasal bir olanak, bir silâhtır. Sendika, grevi, “her ne kadar yasal olsa da istenmeyen bir şey, bir suç” olarak görmekten kurtulmalıdır. Bir sendikacı, Zonguldak’ta maden ocağında açlık grevi ile direnişe geçen işçilerin eylemini yasadışı vb. göremez. Zaten öyle de değildir.

Bugün, Zonguldak’ta direnen işçilerin eylemine destek vermek üzere, mesela 100 bin madenci, 100 bin işçi tüm çevre illerden harekete geçip Zonguldak’a akmaya başlasa, o işçiler tüm haklarını alırlar. İşte sendikal mücadelenin sınıf ruhu ile yapılması buradan geçiyor.

Fransa direnişi gösteriyor ki, biten aslında sendikacılık değildir. Biten, tükenen, köhneyen, tıpkı bu sistem kadar köhnemiş olan şey, devlet sendikacılığıdır, eski deyim ile sarı sendikacılıktır, patron sendikacılığıdır.

Ülkemizde sendikalar, sendika mafyası adını verdiğimiz bir çete tarafından yönetilmekte, kontrol edilmektedir. Türk-İş, Hak-İş esas olarak budur. Kuşku yok ki, her konfederasyonda olumlu, gerçek anlamı ile sendikacı olan insanlar vardır. Ama sarı sendikacılık, devlet ve patron dalkavukluğuna dayanan sendikacılık ülkemizin bir gerçeğidir. Ve gerçekte işçilerin sendikalaşmadan uzaklaşmasının ana nedeni de budur. Bu o kadar önemlidir ki, her işçi, bir işyerinde sendikal çalışma yaparken, ilkin bunu sendikadan gizli yapmak gerektiğini bilir.

Elbette böylesi bir sendikacılık ile grev de örgütlenmez.

Sendika, işçinin rızkını kimin vereceği gibi sorularla sendikacılık yaparsa, o, işçinin hakkını değil, patronun hakkını savunmuş olur.

Bir sendika, grevi yarı suç, yasadışı vb. görüyorsa, o sendika hiçbir zaman işçi sendikası olamaz. Yasalarca onaylanmış bir hakkı kullanmayan sendika, bir işçi örgütü olmaktan da çıkmaktadır.

İşte Fransa’nın farkı da buradadır.

Yoksa, işte başladı, diyeceğimiz günlerde değiliz.

Şüpheniz olmasın, henüz değiliz, o günlerden daha uzaktayız.

Hikâye Paris metrosunda geçmektedir, oradan mahkemeye uzanır.

Zengin bir adam, hayatında ilk kez metroya binmeye kalkışır. Metronun uzun merdivenlerine varmadan daha girişte, işten dönmekte olan bir işçiye çarpar ve işçi birdenbire adamı dövmeye başlar. Derken kavgaya merdivenleri temizlemekte olan işçiler de karışır. Hepsi mahkemededir ve hakim zengin adama olayı anlat der.

Adam:

– Efendim, ben hayatımda ilk kez bir metroya binecektim. Daha girişte şaşkın şaşkın yolu arıyordum ki, bu beyefendiye çarptım ve sonra beni dövmeye başladı. Sonra merdivenleri temizleyen işçiler de bana vurmaya başladı, bu kötü giyimli adama yardım etmeye başladılar.

Hakim kötü giyimli dedikleri işçiye sorar:

– Adam sana çapınca neden adama vurmaya başladın?

– Efendim, ben bir maden işçisiyim, işten dönüyordum, ayağımda nasır var. Bu züppe, o cilalı ama sert ayakkabıları ile benim nasırıma basınca, ben de dayanamadım onu vurdum. Sonra bu arkadaşlar da, bunları hiç tanımam, adama vurmaya başladılar.

– Peki, der hakim, merdivenleri temizleyen işçilere dönerek, siz niye bu beyefendiye vurdunuz?

İşçilerden biri, durumu mahkemede iyice anlamıştır ve şöyle yanıt verir

– Vay be hakim bey, biz de başladı sanmıştık.

Bu fıkradaki gibi, henüz başladı sanmaya gerek yoktur. Daha bu başlangıç bile değildir. Ama bu kadar bile, daha şimdiden BBC’den APF’ye, CNN’e kadar hepsinin aklına komünizmi getirmiştir. Her satırlarında bu korkuyu gözlemek mümkündür.

İçleri rahat olsun diye yazıyoruz, daha başlamadık.

15-16 Haziran, Gezi ve işçi sınıfının örgütlülüğü

 

Ama bu savaş bir yana, ülkemizde, halklara karşı, tüm muhalif güçlere karşı bir karşı-devrim saldırısı, bir gerici saldırı devreye sokulmuştur. Kürt halkına karşı soykırım uygulamaları devreye sokulmuş, adeta 1915 Ermeni soykırımı öncesinde başlayan katliamları çağrıştıran uygulamalar görülmektedir. İnsanlar yakılmakta, şehirler bombalanmaktadır. Halkın direnişi karşısında, çoluk çocuk demeden, genç yaşlı demeden, kadın erkek demeden tüm halka karşı bir katliam politikası devreye sokulmaktadır.

Bu aynı zamanda, eşine az rastlanır bir direniştir de.

İşte böylesi bir ortamdan geçiyoruz.

Bu ortam, yaşamın her alanında direnişi geliştirme, örgütleme, adeta örme ortamıdır ve bu açıdan yaşamsal önemde olan bir zaman dilimindeyiz.

Erdoğan Saray yönetiminde ifadesi bulun gerici iktidar, devlet çarkının her alanına sinmiş bir saldırganlıkla, insana ait ne varsa yok etmek istiyor. İşçi ve emekçilerin tüm haklarını tırpanlamak istiyor. Saraylar, köprüler, yollar, sonu gelmez AVM’ler inşaatı ile ülkeyi büyük bir rant ve soygun alanına çevirmiş durumdadırlar ve elbette bunu sürdürmeleri, insanların suskunluğuna, boyun eğmesine, teslim olmasına bağlıdır. Bu nedenle, bu rant ve soygun üzerine kurulu cennetlerini kaybetmemek için, direnen herkese karşı büyük çaplı bir savaşa girişmişlerdir. Hukuku, kendi burjuva hukuklarını dahi ayaklar altına alıyorlar.

Bu saldırganlık, karşısında bir direniş geliştirildiğinde, devletin tüm zayıflığını ortaya çıkaracaktır. Gerçekten de direniş, tüm bu karanlık egemenliği, burjuva egemenliği yok edebilecek olanakları ortaya çıkaracaktır.

Zaten  bu nedenle, bu korkuları nedeni ile, egemenliklerinin sonunun geldiğini sezdikleri için bu denli bir vahşet savaşını yürütüyorlar, binaları bombalıyor, şehirlerde IŞİD bombacılarını solun üzerine sürüyor, gerilla cesetlerini sokaklarda sürüklüyor, çocukları öldürüyorlar. Sadece Kürt illerinde duvarlara yazdıkları yazılara bakın, ne kadar çürümüş, ne kadar köhnemiş olduklarını anlayacak, göreceksiniz. Durum tam da budur.

Büyük bir çürüme, büyük bir çözülmenin eşiğindeler. Rant ve soygundan elde edilen paralardan dağılan rüşvet ile, kendi egemenliklerini biraz daha sürdürmek istiyorlar. Tüm devlet aygıtı, tüm gerçek niteliği ile, tartışmasız ortaya çıkmıştır.

İşte şimdi, direnişi örmek, direnişi örgütlemek, direnişi yükseltmek demek, tüm bu kanlı iktidara son verebilmek demektir.

İşçi ve emekçilerin bu nedenle, tüm güçleri ile örgütlenmesi gereklidir.

İşçi ve emekçiler, bu savaşın dışında değildir. İşçi hakları yok edilmekte, teslim alınmış sendikalar ile işçi sınıfının mücadelesi denetlenmekte, baskı ve şiddet ile en sıradan hakların gaspedilmesi yaşanmaktadır. Bu baskı ve şiddete karşı, örgütlenmek ve direnmek dışında hiçbir yol yoktur.

Açlık ve işsizlik memlekette kol gezmektedir. Hayatın her alanında şiddet tırmandırılmaktadır. Kadın cinayetlerinden tutun Ensar Vakfı olaylarına, çocukların tecavüzcüleri ile evlendirilmesine, kısacası hayatın her alanında tam bir gerici saldırı devreye konulmuştur. Şiddet ve baskı sürekli tırmandırılmaktadır.

Ve tüm bunlara karşı direniş tek gerçek yoldur.

Tarihimiz de bunu göstermektedir.

İki örnek yeterlidir. İlki, 15-16 Haziran Direnişi’dir. İşçi ve emekçiler, 1970 yılının başında, hiç de çok gelişmiş örgütlere sahip değildiler. Sadece sendikalarının devlet sendikası olmadığı, eksiği ile fazlası ile birer işçi sendikası olduğu bir dönem idi. Ve işçi sınıfı, burjuva devletin tüm haklarını yok etmek üzere açtığı savaşa karşı, yaşamı ve haklarını savunmak için, İstanbul başta olmak üzere ülkenin her yanında iş bıraktı ve sokaklara çıktı. Bir sel gibi, sadece devlet güçlerini önünden süpürmedi, aynı zamanda, işçi sınıfının bir güç olmadığını ileri süren yerleşik anlayışı da süpürüp attılar.

Burjuva devlet, tekeller, tüm devlet çarkı geri adım atarak, işçi sınıfının haklarına dönük saldırıları durdurdular. Elbette bir süre için. Ama bu zafer, 1970’ler boyunca işçi sınıfının direnişinin, örgütlenmesinin, sendikal hareketin yükselişinin temelini oluşturmuştur. İşçi ve emekçiler, kendilerine güvenmesini öğrendiler. Haklar, uğruna mücadele edildiğinde alınabiliyormuş gerçeğini öğrendiler.

İkincisi Gezi Direnişi’dir.

Yakındır ve daha herkesin hafızalarındadır. Şimdiden, bugünlerde, herkes için bir özlem duyulan dönemdir. Herkes, bir yolunu bulup da Gezi Direnişi’nin yeniden gelişmesinden mutluluk duyacağını söylemektedir.

Gezi Direnişi, bir toplumsal patlamadır. Planlı, örgütlenmiş, adım adım geliştirilmiş değildir. 12 Eylül karşı-devrimi ile başlayan, işçi ve emekçilerin, halkların bastırılması, ezilmesi sürecine, gericiliğe karşı bir tepkidir.

Gezi Direnişi, toplumun nefes borularının açılması, oksijen alabilmesi demektir. Gezi Direnişi, korku duvarının delinmesi demektir. Gezi Direnişi, burjuva medyanın yalanlarının ve karanlığının parçalanmasına doğru bir adım demektir. Gezi Direnişi, halkın var olduğunu, işçi ve emekçilerin sadece tüketici olmadığını, sürekli itilip kakılamayacağını göstermiştir. Gezi Direnişi, gençliğin yaşama kendi iradesini gösterme girişimidir.

Bugün, bu iki direnişten alınacak ders açıktır.

Eğer örgütlülük yoksa, eğer yeterince örgütlenme gelişmemişse, kendi irademizi ortaya koyup, kendi direnişimizi büyütmemiz ve burjuva egemenliği bu köhne egemenliği alaşağı etmemiz mümkün değildir. 15-16 Haziran göstermiştir ki, eğer yeterince örgütlü olunursa, burjuva egemenliğe, sömürü düzenine son vermek mümkündür.

Gezi Direnişi gösterdi ki, eğer yeterince örgütlü olunursa, bu iktidarı yerle bir etmek ve yaşanılası bir dünya kurmak mümkündür.

Ama her ikisinde de gördük ki, örgütlülük yeterince gelişmemiş ise, yeterince mücadele için hazırlıklar yapılmamış ise, eylemlerde örgütlü davranış eksik ise, zafere ulaşmak, sonuç elde etmek ya da istenilen sonucu elde etmek mümkün değildir.

İşte bugünlerde Kürt halkının geliştirdiği direniş, bize tüm bu dersleri bir kere daha hatırlatıyor. Tüm bu dersleri tekrar ve tekrar bilince çıkarmalıyız.

Örgütlenme ve direniş, içinden geçtiğimiz dönemin ana halkasıdır. Bu iki noktayı sağlam tutarsak, devrim mücadelesinin her halkasını örebilir, büyütebiliriz. Burjuva egemenliği, bu rant ve talana, şiddet ve yalana dayalı egemenliği yenmek, bu karanlığı parçalamak mümkündür. Halkların iradesini örgütlemek, onu egemen hâle getirmek olanaklıdır.

Bu açıdan işçi örgütlenmesi çok önemlidir, belirleyici önemdedir.

Oysa bugün, işçi sınıfı, büyük ölçüde kendi öz örgütlerine sahip değildir. Sendikaların çoğu, devletin doğrudan ve açık denetimindedir. Sendika mafyası, tümü ile sendikalara çöreklenmiş, sendikalar aracılığı ile işçi sınıfının kanını emer duruma gelmiştir.

Kuşku yok ki, işçilerin şu ya da bu ölçüde içinde kendi iradelerini yansıtabildiği sendikalar vardır. Ama hem genel olarak sendikalı işçi sayısı çok düşüktür ve giderek düşmektedir, hem de işçi sınıfı adına gerçekten sendikacılık yapmaya yönelen sendikaların gücü sınırlıdır.

Öte yandan işçi sınıfının sendikal örgütlenmesinin fabrikalar bazında sağlamlığı da zayıftır. Bu durum, direnişlerin gelişmesini, birbirine besleyerek yayılmasını, dayanışma eylemlerinin hızla ortaya çıkmasını engellemektedir.

Demek oluyor ki, bir yandan, sendikal alanda, işçi sendikacılığını geliştirecek bir gündem gereklidir, diğer yandan ise, her türlü saldırıya karşı direnişi geliştirmek için fabrikalar, işyerleri bazında örgütlenmek gündem olmalıdır.

İşçi sınıfının en ileri kesimlerinin devrim saflarına katılması kadar, bu işçi önderlerinin doğru bir gündemle işçi ve emekçileri bilinçlendirmesi, mücadeleye hazırlaması, örgütlemesi önem kazanmaktadır.

Bu açıdan, hızlı yol alabileceğimiz bir dönemden geçtiğimiz de açıktır. Her türlü yaratıcı çalışmaya açık, sonuç alma olanaklarının fazla olduğu bir dönemdeyiz. İşçi hareketi, gidebileceği en geri noktaya kadar zaten gitmişti ve artık toparlanma, yeniden dirilme dönemi için olanaklar artmaktadır. Elbette bu kendiliğinden ve otomatik olarak gerçekleşmeyecektir. Ancak sürpriz sayılabilecek gelişmelere açık olacağımız da kesindir.

İşçi ve emekçiler, 15-16 Haziran ve Gezi ruhu ile, ellerini toprağa bastırıp, gövdelerini dikleştirmek için, olanaklara sahiptir. Devrimci hareketimizin bu açıdan yol aldığı da açıktır. Şimdi, işçi sınıfının en ileri unsurlarını, sınıfın öncüleri olarak örgütlemek üzere saflarımıza, devrimci saflara kazanma dönemidir.

İşte o zaman içinden geçtiğimiz direniş günlerinin, direnenler lehine, halklar ve işçi sınıfı lehine bir zafere taşınması mümkün olacaktır.

“Vekilime dokunma!” Dokunulmazlıkların kaldırılması tasarısı meclisten geçti

HDP heyeti “Bu sahne bir tiyatroya dönüştü, parçası olmayacağız” sözleriyle komisyonu terk ederken, dokunulmazlık teklifinin birinci ve ikinci maddelerinin görüşüldüğü Anayasa Komisyonu’nda AKP, CHP ve MHP’nin oylarıyla kabul edildi.
HDP milletvekillerinin, çıkan kavgalardan ve olaylardan sonra salonu marşlarla terk etmesi gündeme oturdu.
Dokunulmazlık görüşmelerinin yapıldığı Meclis’te, AKP’li birçok vekilin HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken ve Garo Paylan’ı hedef alarak saldırdı.
Bununla ilgili olarak ay içerisinde birçok kez eylem çağrısı yapıldı.
3 Mayıs
Saat 18.30’da HDP’nin çağrısıyla “Vekilime İrademe Dokunma” demek için Taksim Tünel Meydanı’nda toplanan kitlenin önünü ilk andan itibaren 2 TOMA ve çevik kuvvet yığınağıyla kesen polis, kitlenin Galatasaray Lisesi’ne yürümesine izin vermedi.
Tüm engellemelere rağmen, Kürtçe ve Türkçe konuşmalar yapıldı. Kısa bir konuşma yapan Şamil Altan: ”Saldıran vekiller için destan yazdılar dediler, hatırlarsanız ‪Gezi‬‘de de Erdoğan polisler için destan yazdılar demişti, sonra ‪‎Sur‬‘da ‪‎Cizre‬‘de aynısını dediler” dedi.‬‬‬‬‬‬
Polisin engellemesi üzerine Tünel Meydanı’nda konuşmalar yapan kitle basın açıklamasını burada okuma kararı aldı. Sık sık ”Biji Berxwedana Meclise” ve “Direne direne kazanacağız” sloganlarının atıldığı eylemde “Baş eğmiyoruz, Baş kaldırıyoruz” yazılı dövizler dikkat çekti.
Henüz basın açıklaması okunmadan kitleye saldırarak çok sayıda kişiyi gözaltına alan çevik kuvvet polisleri çevrede eylemi izleyen insanlara ve çekim yapan basına da saldırdı.
15 Mayıs
Halkların Demokratik Partisi (HDP), HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı eş zamanlı olarak İstanbul’un 10 ayrı noktasında “İrademe dokunma” diyerek basın açıklaması gerçekleştirdi.
HDP Zeytinburnu, Bayrampaşa, Esenler ve Fatih ilçe örgütleri de bu kapsamda Aksaray Meydanı’nda biraraya gelerek ‘vekilime, irademe dokunma’ dedi.
Burada konuşan HDP İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi Remzi Çelik, HDP’nin 7 Haziran seçimlerinde 80 milletvekili çıkararak AKP’nin tek başına iktidar olma ve Anayasa’yı değiştirme hayalini ortadan kaldırdığını ve AKP’nin bu nedenle darbe yaptığını söyledi.  Bölge illerinde savaşın şiddetlendirildiğini, ülkenin batısında da hak hukuk tanınmadığını dile getiren Çelik, “MHP tümüyle bu politikaların kurumsal eklentisi haline gelmiştir. CHP ise AKP’nin iki partili parlamento hedefine kapılmanın ucuz hayalleriyle yine bu demokrasi karşıtı blokta yer almış görünmektedir” dedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Türk tipi başkanlık sistemi’ diye baskıcı ve despotik bir sultanlığı hayata geçirmeye çalıştığını belirten Çelik “Bu konuda ödevini hızlı yapamadığı için Davutoğlu devre dışına itilmiştir” ifadelerini kullandı.
HDP İstanbul İl Eş Başkanı Doğan Erbaş yaptığı konuşmada “Vekillerimiz şahsında hedeflenen 6 milyon oy almış partimizdir. 6 milyon insan hedef alınmıştır” diye konuştu. Erbaş ayrıca dokunulmazlıkların HDP’yi hedef almasının yanı sıra sonrasında CHP’yi de zor durumda bırakacağını belirterek “Buradan duyarlı CHP’li milletvekillerine de çağrıda bulunuyorum. Bu suça ortak olmayın. Bu size de dokunacak. Gelin hayır diyelim” diye çağrıda bulundu.
HDP Parti Merkezi üyesi Asiye Koçak da yaptığı konuşmada “Ne yazık ki Türkiye’de her geçen gün demokrasiye darbeler oluyor. 7 Haziran darbesinden sonra AKP 1 Kasım seçimlerinde yeniden demokratik siyasete müdahale ederek HDP’yi baraj altında bırakmak istedi ama başaramadı. Şimdi AKP seçimle elde edemediğini, savaşla elde etmek istiyor. Biz 7 Haziran’da, 1 Kasım’da nasıl direndiysek, 40 yıldır nasıl direniyorsak şimdi de bu saray darbesine öyle direneceğiz” dedi.

İzmir Mayıs şehitleri anması

18 Mayıs Çarşamba günü 18:00’de HDP, HDK, DHF, Partizan ve Kaldıraç olarak Alsancak Sevinç Pastanesi önünden Gündoğdu meydanına yürüyüşle yapılacak olan Mayıs Şehitleri anma etkinliğimizin İzmir Valiliği tarafından yasaklanmasına ilişkin keyfi eylem yasağına karşı Eski HDP İl binası önünde yapılacak olan basın açıklaması devlet tarafından terörize edildi. Eski HDP il binası önüne TOMAlarıyla, biber gazlarıyla, akrepleriyle konuşlanan polis bizleri tehdit ederek “3 kişi yanyana gelirseniz alırız, teröristlerin isimlerini anamazsınız” demiştir.
Açıklamamızı basın toplantısı şeklinde örgütleyerek şehitlerimizin bayrağını taşıdığımızı ve taşıyacağımızı belirttik.
Yolumuz Devrim Yolunda Düşenlerin Yoludur!
Yaşasın Devrimci Dayanışma!

Dokunulmazlık, parlamento gerçeği ya da yarından bugüne bakmak

Parlamento, diyordu Lenin, burjuvazinin ahırıdır. Bizim ülkemizdeki, ortalığa büyük kokular salmaktadır. Sadece son dokunulmazlık oylamaları nedeni ile değil, son yıllarda, ülke gerçekliğinden tamamen kopmuş olmasının işaretleri nedeni ile de böyledir.

Bir süredir, parlamento yoktur ya da yok hükmündedir. Parlamentonun bağımsız iradesi, burjuva anlamda dahi, özellikle son 7 Haziran seçimlerinden bu yana ayaklar altına alınmıştır. AK Parti, meclisin en büyük gücü, aslında bir parti değildir. Özal’ın ANAP’ı gibi dağılıp yok olması ya da içinden yeni partiler çıkması ile ilgili değildir bu. İradesi yoktur. Davutoğlu’nun iradesi, “bu benim kararım ve iradem değildir” demenin ötesinde değildir. Ülkenin başbakanı, mesela bir cami açılışı için (gerçekte Balkanlarda ırkçı ve İslamcı örgütlenmeye destek için) ziyaretini yapacakken elinden uçağı alınmıştır. Kendini taksi duraklarına vurmuştur. Pelikan Bildirisi tarafından İngilizlerle yoğun ilişkileri nedeni ile suçlanmıştır, kendisine komplocu denmiştir. Öyle ise başbakan da yoktur. Sanki başbakanlık olsa, sanki parlamento olsa, işçi ve emekçilerin durumu, yaşamı mı değişecek, sanki sömürü ve zulüm son mu bulacak? Elbette değil. Biz sadece durumu resmetmeye çalışıyoruz.

Sadece AK Parti mi yoktur? MHP de yoktur. CHP de yok olmakta olduğunu dokunulmazlık oylamalarında bizzat kamayı kendi karnına batırarak yapmıştır.

Parlamento, siyasi partiler birer birer harakiri yapmaktadır. Kendi suçları nedeni ile değil, onurlu bir harakiri değildir bu. Mesela Gebze ve Yalova’yı birbirine bağlayan köprü yapımında hata yapan bir Japon mühendisin harakirisinden çok farklıdır bu. Orada onur vardır. Başarısızlık karşısında, hata karşısında alınan bir tutumdur o. Ama bizde parlamentonun, siyasi partilerin bir bir harakiri yapmasının böylesi bir onurlu yönü yoktur.

Yargı sistemi de içindedir. Bekir Bozdağ, muhtemelen Muktedir’den, Saray’dan bir büyük aferin almıştır. Gemerek mahkemesini buldu ve MHP kongresini erteledi. Dahası, Yargıtay Başkanı Rize’de ne için çay topluyor? 18. Yargıtay Hukuk Dairesi, kapısındaki panoya şöyle bir ifade asmıştır: “Ön incelemeyi tamamladık, Mayıs ayı içinde karar vereceğiz.” Konu MHP kongresi ile ilgili davadır. Bir partinin tüzüğüne uygun olarak delegeler imza toplayıp olağanüstü kongre toplamak istemiş ve bu durum, tarihte az görünür bir komediye dönüşmüştür.

Ya basın? Son örneği ele alalım: Meclis Başkanı Kahraman, artık ismi önemli değil, kendisi bir kahramandır, bir sempozyuma katılmıştır. 100. Yılında Milli Türk Talebe Birliği ve Gençlik Sempozyumu. Bu sempozyumda milli kahramanımız Kahraman, “Laiklik cumhuriyetin temel esaslarından değildir” demiştir. Ne yapalım, bu yeni değil, adam kişisel görüşlerini dile getiriyor. Ama sempozyum arasında güvenlik, basının aldığı ses kayıtlarını toplamış ve silmiştir. İşte bu, yeni olmalıdır. Kayıtları sildirmesi, kahramanımızın pek de kahraman olmadığını göstermektedir. Ama bu aynı zamanda basın özgürlüğü konusunda farklı bir durumu göstermektedir.

Şimdi, tekrar dokunulmazlık meselesine dönebiliriz.

CHP, bu durum referanduma gider ve AK Parti bu referanduma bir madde daha ekler ise korkusu ile evet oyu vermiş ve dokunulmazlık meselesi meclisten 367’yi aşarak geçmiştir. 376 oy alan AK Parti’nin ya da Saray’ın, mecliste nitelikli çoğunluğa ulaştığı ilk oylamadır bu. Bahane açık, PKK’ye destek verdikleri iddiası ile, düzmece ve komik soruşturma dosyaları ile HDP milletvekilleri ve daha başkaları yargılanarak hapsedilmek istenmektedir.

İşte size ileri demokrasi.

Peki CHP, acaba, yarın partili cumhurbaşkanlığı meselesinin halka gitmesini önleyebilecek bir kuvveti kendinde nereden bulacak? CHP, HDP milletvekilleri ile birlikte görünmekten kurtuldu. Bravo, peki kiminle birlikte göründü? Saray’a yakın olmak, halktan oy almak için bir yol ise, neden varsınız?

Tüm burjuva egemenler, tekeller, holdingler, parlamentodakiler, Ergenekon tayfası, hepsi, Kürt halkına karşı yürütülen savaş konusunda bir aradadır. Bu nedenle, Saray’ın açık entrikalarına, her adımda boyun eğmektedirler. Ölen her Kürt gencinden sonra, tefecilerin para bulması gibi, sevinçten ellerini ovuşturmaktadırlar.

Tüm bölgede karşı devrim örgütlenmesinin tam bir parçası, tetikçisi olmaktan geri durmamaktadırlar. Bu uğurda yasaların, parlamentonun, insan haklarının ayaklar altına alınmasında bir sakınca görmeyen AB ve ABD’yi arkalarına almanın rahatlığı içindedirler. Oysa, ne AB’nin ne de ABD’nin planları, bölgede ve dünyada karşılık bulmamaktadır. Sırtlarını büyük güçlere dayamış olmanın rahatlığı ile, bölgemizdeki, ülkemizdeki halklara karşı açık bir savaş yürütmektedirler. Bu yolla, bu paylaşım savaşından pay alacaklarını düşünüyorlar.

Hikâyedekine benziyor tutumları. Ormanda açlık başgöstermiştir. Tilki, kurt ve çakal, günlerce açtır ve akıllarına bir çare gelir. Aslana başvururlar. Biz size yardım edelim, siz daha az yorulursunuz, derler. Umutları, avdan bir pay alıp karınlarını doyurmaktır. Avlar avlanır ve sıra bölüşüme gelir. Bölüşüm konusunda aslan hazretlerinin fikrini sorarlar. Aslan fikrini soran kurda, sen bölüştür der, adil olsun. Kurt, ganimeti 4’e böler. Tam açıklamaya girer ki aslanın pençesi ile cansız yere serilir. Sıra çakala gelir. Çakal, efendim bu dörde bölünmüş ganimetin bir parçası sizin, kurdun parçası da sizin, şu parça tilkinin, bu da bendenizin, der. Ve cansız yere serilmesi bir dakika sürer. Bu sefer tilki işe koyulur, efendim, bu zaten sizin payınız, kurdun payı da sizin payınız, çakalın payı da sizin payınız. Bu benim diye ayrılan pay da sizin aslan olmanızdan dolayı aslan payıdır der. Aslan sorar, aferin bu aklı sen nereden aldın? Tilki karnı aç, yerde yatan arkadaşlarına bakar, şu yerde yatan iki arkadaşımdan aldım, der.

Bu topraklarda, emperyalist ağalarına güvenerek savaşa girip buradan pay alacaklarını umanlar için anlatılmış çok eski bir hikâyedir bu.

Bugün, emperyalist güçlerin bölgemizde yürüttüğü paylaşım savaşımına, pay almak için dalan tüm gerici iktidarlar, bölgemizde halklara karşı bir savaş yürütmektedirler. IŞİD’in petrolleri, tarih ve insan kaçakçılığı gibi yollarla para kazanma, günü kurtarma, zenginliklerine zenginlik katma peşindedirler.

Ülkemizde, Kürt halkına ve onunla birlikte tüm halklara, özgürlük ve eşitlik arayışlarına karşı büyük çaplı bir devlet terörü sahaya sürülmüştür. Ölüm, sıradanlaşmaktadır. Bu uğurda, devlete ait tüm güçler, Saray’ın çeteleri, hatta IŞİD çeteleri kullanılmaktadır. Şehirler kuşatılmakta, öğretim üyeleri tutuklanmakta, şehirlerde bombalar patlatılmakta, sesini çıkaran herkes boğulmak istenmektedir. Katliamlar, 1990’lara dönmenin ötesindedir. Sürgünler, toplu göçler, soykırım uygulamalarını devreye soktuklarını göstermektedir. Bu savaşı yürütenlerin her birinin kendine ait hesapları da devrededir. Saray, artık ne işine yarayacaksa, sultanlık peşindedir, Ergenekon her ölen Kürt gencine karşılık devlet içinde konum elde etme peşindedir vb.

Ve elbette tüm bunlara karşı, bu savaşa karşı, bu karşı-devrime karşı, halkların direnişi yükselmektedir, yükselecektir.

Bir an duralım ve sürece, bugünlere gelecekten bakalım.

Parlamentoyu bu hâle getirdiklerinde ne elde ettiler?

Acaba, Erdoğan başkan olsa, bugünden farklı olarak ne elde edecektir?

Bu yolla, bu direnişi, Kürt halkının direnişini ezebilecekler midir?

Bu yolla, Anadolu’nun tümünde gelişmekte olan, Gezi ruhunu temel alan direnişi durdurabilecekler midir?

Bundan emin olsalar, bu kadar korkmazlardı.

Bunu başaramayacaklarını biliyorlar.

Daha bugünden, hem Kürt halkının direnişi, yeni direniş deneyimleri ile gelişmektedir, hem de Batı’da, bir an için durağanlığa dönüşmüş gibi görünse de direniş gelişmektedir.

İktidar, devlet makinası, halklara karşı yüzü ile, tüm çıplaklığı ile açık hâle gelmiştir. İşçi ve emekçilerin önünde direnmekten başka, ayağa kalmaktan başka, kendi hakları için mücadele etmekten başka yol kalmamıştır.

İşçiler ve emekçiler, bugün güçlerinin yetmediğinin farkındadırlar.

İşçiler ve emekçiler, şimdi, direnirsek kazanırız düşüncesini, örgütlenirsek kazanır düşüncesini geliştirmektedirler.

Şimdi işçiler ve emekçiler için Gezi Direnişi’nin dersleri farklı anlamlar içermektedir. Artık devlet onlar açısından tanıdıktır, mahkemeleri, polisi, TOMA’sı ile daha tanıdıktır.

Evet, işçiler ve emekçiler, halklar, Batı’da, Kürdistan’da olduğu gibi örgütlü değildir. Bu örgütsüzlük, bugüne aittir ve adım adım yenilecektir.

Bir yanda direniş gelişecek ve aynı anda örgütlenme gelişecektir. Bir yanda örgütlenme gelişecek ve aynı anda direniş büyüyecektir. Bu iki şey birbirine paralel hâldedir.

Artık, bundan böyle direniş ve örgütlenme üzerine yeni bir yaşam gelişecektir. Başka yol yoktur.

Evet bu kolay olmayacaktır. Ama içinden geçtiğimiz bu savaş döneminde hiçbir kazanımın kolay olmayacağı, herkesçe bilinmektedir.

Bunca baskıya, bunca katliama, bunca zorbalığa rağmen, istediklerini gerçekleştiremiyorlar. Bu nedenle korkuyorlar. Bu telâşlarının nedeni budur. Gezi Direnişi’nin korkusu, tüm benliklerini sarmıştır. Artık, ne rantları paylaşmak, ne yeni rantları devreye sokmak, o kadar sorunsuz değildir, olmayacaktır.

Bu büyük saldırı ve katliam günleri, giderek büyük direniş günlerine dönüşecektir. İşçi ve emekçilerin, halkların kurtuluşu, bu çürümüş, köhnemiş sistemi yerle bir edecek büyük direnişe bağlıdır. Sadece ülkemizde değil, tüm bölgede bu direniş mayalanmaktadır.

Devrimcilerin görevi bu çizgiyi görmek, bunu anlamak, bunun için bir nefer olarak saf tutmak ve örgütlenmektir. Bugünün ana sorunu budur.

Bu ülkede umut parlamentoda ya da oradaki burjuva partilerde değildir. Umut, milyonlarca işçi ve emekçinin örgütlü gücünde, halkların özgürlük isteklerindedir. Umut örgütlenmede, umut direniştedir.

Mersin’de İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer ve Dörtler anıldı

Sinevizyon gösteriminin ardından HDK, Partizan ve DHF adına yapılan konuşmalarda; “Ser verip sır vermeyen İbrahim Kaypakkaya’nın, Amed zindanlarında bedenlerini ateşe veren Dörtler’in cesaretini, kararlılığını, mücadele azmini örnek alıyoruz” dendi.
Sık sık “İbrahim Kaypakkaya Ölümsüzdür”, “Devrim Şehitleri Ölümsüzdür” sloganları atıldı. Konuşmaların ardından şiirler okundu.
Anma etkinliği müzik dinletisiyle son buldu.

İktidar ölüm kusuyor Direniş kazanacak!

Resmî rakamlara göre 301 madencinin Soma’da ölmesinin ardından, yakın dönemde seçim de olmadığı için, AK Parti ve Saray, kömür dağıtımını biraz durdurmuşa benziyor. Durumu kavrayan işverenler, işçileri sokağa koyup, yarın yeniden talep olursa harekete geçmek üzere önlemler alıyorlar.

Hukuka bakın!

Bir maden ocağında işçiler 5 aydır maaşlarını alamıyorlar. Ve hiçbir mahkeme onlara yardımcı olmuyor. Hiçbir merci dertlerine derman olmuyor ve nihayet işçiler direnişe geçiyor. Hem işçilere hem de işçi ailelerine polis TOMA’larla müdahaleye başlıyor. Valisi, polisi, savcısı hepsi işçilerin karşısında, işverenin yanında yerlerini alıyorlar.

Direnişin 9. gününde rahatsızlanarak hastahaneye kaldırılan işçilerden sonra, polis yine müdahalede bulundu ve işçiler bu durumu önlemek için, madenin ağzına barikat kurdular. Kendilerini içeriye kapatarak direnişe devam ettiler. İşçi aileleri, polis tarafından sürekli alandan uzaklaştırıldı.

İşte size AK Parti iktidarı.

İşte size devlet gerçeği.

Konu işçilerin hakları oldu mu, hemen tüm kurumları ile devlet işçilerin karşısına dikiliyor. Nasıl ki, söz konusu Kürt’ün hakkı oldu mu, söz konusu Ermeni’nin, Rum’un, Laz’ın hakkı oldu mu, tüm sistem, tüm burjuva partiler, tüm medya, tüm devlet çarkı bir oluyorsa, burada da aynısı gerçekleşiyor. İşçilerin hakları söz konusu ise, mahkemeler duvardır, valiler eli sopalı polisin amiridir, tüm araçlar TOMA’dır, basın sağırdır kördür, din alimleri ruhlar aleminde gözleri kapalı gezmektedir. Ve tüm devlet, savcısı ile, valisi ile, başbakanı ile, cumhurbaşkanı ile, işvereni ile, basını ile, TOMA’nın arkasında işçilere düşmandır.

Ülkemizi baştan aşağıya kana boyayan bu azgın gericilik, Kürt halkına karşı soykırım kararları almakta nasıl beis görmüyorsa, maden işçilerine karşı da aynı biçimde saldırmakta beis görmemektedir.

Ve 301 maden işçisinin Soma cinayeti ile öldürülmesinin ardından aldıkları tutum ortadadır. Orada tepkisini koyan işçileri tekmeleyen saraylılar, bugün Zonguldak’ta işçilere karşı ateş püskürüyor. Dün Torunlar inşaatın asansöründe ölenler karşısında sessiz kalan mahkemeler, bugün aynı şeyi Zonguldak direnişi karşısında yapıyor.

Kürt illerindeki katliamlar karşısında suskun ve karanlık yalanlar üreten basın, Soma’da ölen işçilere ve onların ailelerine karşı aynı suskunluk ve yalan haberlerle devrede idi ve bugün bu aynı basın, tam bir karartma siyaseti ile, işçilerden haber vermemektedir, devletin, işverenin, sendikanın, polisin, valinin tutumlarını açıkça yazmamaktadır. İşçilere karşı, işçi ailelerine karşı saldırıları haber yapmamaktadır.

Yazık ki, işçilerin bu eylemleri karşısında suskun kalan basının işçileri şalterleri indiremiyor. Yazık ki, siz yazmıyorsanız, biz de sizin yazıklarınızı basmıyoruz, diyemiyor. Yazık ki, işçi sınıfı tüm ülke çapında tüm bu baskı, hak gaspları vb.ye karşı bir genel direniş örgütleyebilecek örgütlülükten uzaktır.

Ama her şeye rağmen, ülkenin her yanından, adım adım, küçük küçük direniş haberleri geliyor. Kürt halkının direnişini büyük bir güçle destekleyemese de işçi ve emekçiler, adım adım direnişi örüyor.

Direnmek, örgütlenmenin yolunu açıyor, açacak. Direnmek bilinçlenmenin yolunu açıyor, açacak. Direnmek sınıf kardeşliğini geliştiriyor. Direnmek sınıf bilincini geliştiriyor. Direnmek, düşmanı tanımak anlamına geliyor. Direnmek devlet güçlerini bir kere daha tanımak anlamına geliyor. Direnmek burjuva basını tanımak anlamına geliyor. Direnmek, kendi gücünü bir kere daha ölçmek, anlamak ve tartmak anlamına geliyor.

Direnmek, örgütlenmenin yolunu açıyor.

Örgütlenmek, direnişi büyütecektir.

Direniş kazandıracaktır.

Perspektif

Taksim’in gölgesinde Kadıköy: 2025 1 Mayısı

Son yıllarda her yıl olduğu gibi, 2025 yılı 1 Mayıs kutlamalarında da, devlet-sol ve sendikalar arasında bir “manevra savaşı” devreye girdi. Her yıl 1 Mayıs...