İstanbul
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla 6 Mart’ta Kadıköy’de yapılmak istenen yürüyüş ve miting Valilik tarafından ‘güvenlik’ gerekçesiyle yasaklandı. Bunun üzerine yasağı protesto etmek ve basın açıklaması gerçekleştirmek için İskele Meydanı’nda bir araya gelen kadınlara polis, plastik mermi ve gaz bombalarıyla saldırdı. Kadınları yerlerde sürükleyerek darp eden polis, küfürler savurarak 4 kişiyi gözaltına aldı. Bir polisin, sadece 8 Mart’ı kutlamak istediklerini söyleyen bir kadını iterek, “Siz gidin erkekleriniz gelsin, gidin evinizde oturun” sözleri ise dikkat çekti. Ancak yüzlerce kadın, polis saldırılarına rağmen, rengarenk döviz ve kıyafetleriyle ara sokaklardan ilerleyerek Bahariye Caddesi’nde toplandı ve barış, eşitlik, özgürlük ve güvenceli iş taleplerini haykırdı.
8 Mart günü İstanbul Taksim’de on binlerce kadın, 14. Feminist Gece Yürüyüşü’nde iktidarın yasağına, ‘terör’ bahanesiyle yürüyüşü engellemeye çalışanlara karşı meydanları, geceleri isyanla, kadın dayanışmasıyla özgürleştirdi. “Erkek devlet şiddetine, savaşa, kadın düşmanlığına karşı hayatlarımıza sahip çıkıyoruz” diyen kadınların her sene büyüyen isyanı İstiklal Caddesi’ni doldurdu.
Kadıköy’de ise AKA-DER ve Kaldıraç’ın çağrısıyla 8 Mart için bir araya gelindi. Kadın ve erkeklerin katılımıyla gerçekleşen eylem Kadıköy Rexx Sinemasının önünde başladı. “Baskı, Sömürü, Savaş Zincirini Kırıyoruz, Gücümüzü Örgütlüyoruz” yazılı pankartın arkasında bir araya gelen eylemciler Kadıköy sokaklarında yürüyüş gerçekleştirdi. Eylem esnasında “Her gün 8 Mart her gün kavga”, “jin, jiyan, azadi!” “Kadınız, işçiyiz, dünyayı istiyoruz”, “Kürdistan’da direnen kadınlara bin selam!” “Kadınlar, sokağa, eyleme, özgürleşmeye” sloganları atıldı ve alkışlar, zılgıtlar eşliğinde Kadıköy sokaklarında ses verildi. Yürüyüş esnasında halkın evlerden, kafelerden alkışlarla eyleme desteği göze çarptı.
Eylem esnasında kadının emeğinin çifte sömürüsünden taciz, tecavüz, şiddet vakalarına kadar kadınların üzerindeki baskı ve sömürünün bir devlet politikası olarak işletildiği ve kadınların bu baskı ve zulme boyun eğmeyecekleri vurgulandı. Kürdistan’da savaş politikaları ile kadınların yaşamlarına, bedenlerine, özgürlüklerine yönelik saldırılara dikkat çekildi. Kürdistan’da ve Anadolu’da kadınların direnişi ve özgürlük mücadelesi selamlanarak örgütlülüğün kadınların kurtuluşu için esas olduğu bir kez daha vurgulandı.
Khalkedon Meydanı’nda yapılan basın açıklamasının ardından halaylar ve türkülerle eylem sonlandırıldı.
İzmir
Valiliğin İzmir’de fiilen yürüyüşleri yasaklamasına rağmen İzmir 8 Mart Platformunun çağrısıyla kadınlar “Yaşasın 8 Mart yaşasın kadın dayanışması”, “Jin Jiyan Azadi”, “Öldüren sevgi istemiyoruz”, “Savaşa hayır barış hemen şimdi” sloganları atarak yürüyüş yaptı. Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi sonunda bir araya gelerek, “Savaşa, şiddete, ataerkil, muhafazakarlaştırmaya karşı barış, özgürlük, güvenceli iş ve yaşam hakkımız için direniyoruz” yazılı pankartın arkasında cadde boyu yürüyüş gerçekleştirdi.
Antakya
Antakya Kadın Dayanışmasının “Savaşa, tacize, tecavüze, gericiliğe karşı direnişi örgütlüyoruz” çağrısıyla kadınlar Köprübaşı’nda bir araya geldi. Taleplerinin yazılı olduğu beyaz tülbentlerle öfke ve coşkuyu sokağa taşıyan kadınlar, AKP iktidarı tarafından örgütlenen kadın düşmanlığına karşı; eşitlik, özgürlük ve adalet taleplerini haykırdılar.
Bursa
Bursa Kadın Platformu’nun çağrısıyla Altıparmak’ta toplanan yüzlerce kadın, tacize, tecavüze, kadın cinayetlerine ve kadın düşmanlığına karşı Heykel’e yürüdü. Ellerinde, erkek devlet şiddetiyle katledilen kadınların resimlerini taşıyan kadınlar, sloganlar eşliğinde yolu trafiğe kapatarak Atatürk Heykel’i önüne kadar yürüdüler. Eylemlerinin güvenliğini kendileri sağlayan kadınlar, erkek devletinin güvenliğini de protesto ettiler.
Diyarbakır
Diyarbakır’da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde kadınlar İstasyon Meydanı’nda toplandı. Sabah saatlerinden itibaren kentin çeşitli noktalarından İstasyon Meydanı’na yürüyen kadınlar meydanı doldurdu.
8 Mart eylemlerinin final mitinginin yapılacağı Diyarbakır’da miting alanı olarak belirlenen İstasyon Meydanı ve Ofis zırhlı araçlar, TOMA ve ranger tipi araçlarla kuşatıldı. Kadınlar Belediye ve DTK binaları önünde toplanarak alana yürüdü. DTK binasının önünde polis ablukası vardı. Kadınlar yürüyüşün başlayacağı alana girmek için Gevran Caddesi’nde saatlerce bekledi. Ardından tek tek arama yapılarak kadınlar DTK önüne geçmeye başladı. Özgür Genç Kadın’ın (ÖGK) “Öz savunmayla özgürlüğe” pankartı nedeniyle alana alınmasına izin verilmeyeceği söylendi. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Cemevi Kadın Komisyonu da “Asimilasyona, imhaya karşı Zarife Ana’nın direnişçi ruhuyla kadınlar öz savunmaya” pankartı açtı. Polisler bu pankarta da izin vermeyeceklerini belirterek, kadınlara engel oldu. Ancak kadınlar tüm engellemelere rağmen pankartlarıyla yürüyüşe geçti. Surlu kadınların ise “Sakinelerden Sêvêlere tüm özgür kadınlar alanlara” pankartına el konuldu.
Saatler süren mücadelenin ardından kadınlar, “Kadınlar önderliği ve özgürlüğü için direniyor” pankartı arkasında yürüyüşe geçti. Mitingin yapılacağı İstasyon Meydanı’na doğru yürüyüşte erbaneler eşliğinde “Jin jiyan azadi”, “Biji berxwedana Sur e”, “Sur’da direnen kadınlara bin selam” sloganları atılarak meydana ulaşıldı.
Mersin Üniversitesi
Mersin Üniversitesi’nde kadınlar 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ nü sivil polislerin sürekli fotoğraf çekerek taciz etmelerine rağmen coşkuyla kutladı.
Fen-Edebiyat Fakültesi önünde toplanan kadınlar halay çekip ‘Yaşasın Kadın Dayanışması’, ‘Jin Jiyan Azadi’, ‘ Kadın Cinayetleri Politiktir’, Ekin Wan ‘nın Bedeni Onurumuzdur’ sloganları eşliğinde yürüyüşe başladı. Çilem Doğan , Cizre’de Sur’da katliamlara karşı direnen kadınlar da unutulmadı . Sloganlarla üniversite çarşısına varan kadınlar adına Manolya Sayın basın açıklamasını okudu. Sayın , “8 Mart 1857 tarihinden bugüne kadınları katleden zihniyet, bugün Suruç’ta, Ankara’da, Sur’da, Cizre’de katletmeye devam ediyor. Kadın bedenini sokak ortasında teşhir edenler; tacizi-tecavüzü tahrik indirimleriyle meşru kılıyor. Diyanet yaptığı açıklamalarda babanın öz kızına şehvet duyabileceğini söylüyor. Bu açıklamaların hemen ardından sadece iki günde altı baba öz kızına tecavüz ediyor. İkinci yuvamız olarak gösterilen okullarımızda hocalarımız tarafından tacize, tecavüze uğruyoruz. Ve bu sistemin dayattıklarının sonucunda biz kadınlar kurtuluşu Cansel gibi intiharda arıyoruz. Direnip öz savunmasını yapan Çilem ve Nevin gibi yaşamımızı savunduğumuzdaysa tecavüzcülerin almadığı cezalarla cezaevlerine kapatılıyoruz.” dedi.
Sayın, konuşmasını “ Çilem’in de dediği gibi; ‘Bir kadın isterse kendini doğurabilir. Bir kadın isterse dağ başında bile kalsa dimdik durabilir. Mücadele verebilir, sıfırdan başlayabilir.Kadınlar! Zincirlerimizi kıralım, kampüslerden isyana koşalım. Fıtratımız direnmek olsun.’ “ sözleriyle tamamlayarak kadınlara direniş çağrısı yaptı.
Basın açıklamasının ardından kadınlar Kürdistan’ da yaşanan kadın katliamlarını anlatan küçük bir tiyatro gösterisi yaptı. Kadınların eylemi müzik dinletisi ve halaylarla son buldu.
Adana
Emperyalist Savaşa, Tacize, Kadın Cinayetlerine, Tecavüze, Şiddete ve Sömürüye Karşı Sokağa Özgürleşmeye çağrısıyla Dulsinya Kadın Topluluğu olarak 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Uğur Mumcu Meydanı’ndaydık. Kadının emek sömürüsüne karşılık LGBT bireylerine uygulanan şiddete karşı renklerimizle alanlardaydık. Ayrıca Dulsinya Kadın Korosu direniş şarkılarını söylediler.
8 Mart gece yürüyüşünün engellenmesine rağmen Adanalı kadınlar meydanlara çıkarak Artvin’den Sur’a direnen kadınların sesi oldu.
Edirne
Biz kadınlar, 8 Mart’ta Edirne Belediyesi önünde bir araya geldik. Halaylar ve horonlar eşliğinde süren bekleyişin ardından “Kadın, Yaşam, Özgürlük”, “Transfobik Devlet Yıkacağız Elbet”, “Jin, Jiyan, Azadi” sloganlarıyla PTT önüne yürüdük. Yürüyüş boyunca çevredeki insanlar, esnaflar bize alkışlarla ve “kadınlar kazanacak” sözleriyle destek verdi. Yürüyüşün ardından PTT önünde bir basın açıklaması gerçekleştirildi.
Kadınların kurtuluş mücadelesinin simgesi olarak nitelendirilen 8 Mart’ın tarihsel öneminden bahsedilen basın metninde günümüz kadınlarının direnişine de değinildi. “Kadınları esnek, kuralsız, güvencesiz ve kölece çalışma koşullarında sömürmeyi amaçlayan emek politikalarını reddediyoruz.” denildi. Kız çocuklarına duyulan şehvetin meşrulaştırıldığı, öz savunma yapan Çilemlerin yok sayıldığı adalet teşhir edildi. Bugün yaşadığımız coğrafyada var olan savaşın kadınlar üzerinde yarattığı yıkıma, çırılçıplak teşhir edilen bedenlere ve tüm bu olanlara karşı üç maymunu oynamamız istendiğine vurgu yapan metinde; “Cerattepe’de yaşam alanlarını savunan kadınlardan, Cizre’de savaş çığırtkanlarına karşı yaşamlarına sahip çıkan kadınlarla kız kardeşlik ülkesini kuracağız. Her şeye inat, yaşamak ve yaşatmak için sokaklarda olmaya devam edeceğiz!” diyerek basın açıklaması sonlandırıldı.
Basın açıklamasının ardından sokaklarda danslarla, horonlarla, halaylarla etkinlik sonlandırıldı.
ÖZGÜRLÜK DİRENEN KADINLARLA GELECEK!
Her gün 8 Mart, her gün kavga!
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde sokağa, eyleme, özgürleşmeye! Baskı, sömürü, savaş zincirine boyun eğmeyeceğiz!
Her gün görmekte, duymaktayız. Kadına yönelik taciz, tecavüz, şiddet vakaları artmaktadır. Tüm bu rezillikler birer devlet politikası olarak teşvik edilmektedir. Saray, kadının attığı kahkahadan mecliste nasıl konuşulacağına kadar her konuda ahkâm kesmektedir. Birçok katil tahrik, sevgi, iyi hal indirimleriyle ödüllendirilmektedir. Savaşa hayır diyen öğretmenler soruşturmaya uğrarken, öğrencisine tecavüz eden öğretmenlerin görev yerleri değiştirilmekle yetinilmektedir. Tecavüzcünün çalıştığı okulun idaresi gerçeği açığa çıkarmak değil, tecavüzünün üstünü kapatmaya çalışmakta, bir kadına tecavüz edilmesinin sorumluluğu kadının gece sokakta olmasına bağlanmaktadır. Diyanet İşleri, nişanlıların ele ele tutuşmasının caiz olmadığı, babanın öz kızına şehvet duyabileceği, kürtajın cinayet olduğu fetvalarını yaymakta, bu sırada savaş mağduru kadınlar köle pazarlarında satılmakta, egemenler para karşılığı mülteci pazarlığı yapmaktadır. IŞİD zihniyeti normal hale getirilmeye çalışılmaktadır.
Sur’da, Cizre’de, Silopi’de sokak ortasında katledilen kadınların bedenlerinin alınmasına izin verilmemekte, katlettikleri kadınların çıplak bedenleri teşhir edilmektedir. Özgürlük mücadelesinin büyümesinin önüne geçmek için direngen, devrimci kadınlar evlerde devlet güçlerince infaz edilmektedir.
Emek sömürüsü kadınlar için hem fabrikada, atölyede, iş yerinde, hem de evde yoğunlaşarak devam etmektedir. Kazanılmış haklar ellerinden alınmaya çalışılmakta, kadınlara müjde doğum izni artıyor şeklinde yansıtılan kadın istihdam paketleri kadınları esnek, güvencesiz, düşük ücretli işlere sevk etmekte, kadınların hayatı ve geleceği ipotek altına alınmaktadır. Giderek daha fazla kadının iş arıyor hale gelişi sermayenin “Kadın giren yere, düşük ücret girer” sözüyle karşılanmaktadır.
Ev giderek daralan bir çember gibi kadınların boğazını sıkmaktadır. Yoksulluk, giderek zorlaşan yaşam koşulları ve artan işsizlik dolapta olmayanı yetirme gayreti kadınları buhrana itmektedir. Emekçi kadınların gerçekliği ile hiç bir ilgisi olmayan TV kanallarındaki programlar ile kadınlara tükettikçe mutlu olacakları, kadınların işlerinin ev ve çocuk bakımıyla sınırlı olduğu, güzel olmak, kendilerini beğendirmek zorunda oldukları bir yaşam dayatılmaktadır.
Kadınları aşağılamanın yanında kadınları talep etmeyen, mücadele etmeyen, meydanlardan uzak duran, köleler haline getirmek istemektedirler. Evet, dayatılan, köleliktir. Erkeğe köleliktir, eşyaya, devlete, sisteme köleliktir.
Kadınların dayatılanı kabul edeceğini, bunun karşısında susmayı bekleyeceğini düşünmek elbette yine ancak karanlık bir zihniyetin körlüğüdür. Bunca baskı, sömürü, katliamlar yaşanırken, kadının özgürlük mücadelesi büyümektedir. Kadınlar artık düne göre daha fazla yan yana gelmekte, sokaklara çıkmaktadır.
Direnişlerin sayısını artırmak, mücadeleyi büyütmek her yönden dayatılan köleliği, ablukayı yaracaktır.
Bunu bir söz olmaktan çıkarmak için örgütlenmeli, özsavunma büyütülmelidir.
Sokaklarda, mahallelerde, işyerlerinde yaşam yeniden inşa edilmelidir.
Talepleri daha yüksek sesle haykırmak birlikteliği güçlendirmekten geçmektedir.
Mücadele etmeden istemler gerçek olmayacaktır.
Bugüne kadar sahip olunan hakların başkaları tarafından verilmediği, yanyana gelindiğinde, mücadele edildiğinde kazanıldığını biliyoruz.
“Tek başına mırıldanma birlikte söyleyelim” diyen kadın korolarımızda, el emeğimizle birlikte ürettiğimiz üretim atölyelerimizde, mücadeleyi büyütmeyi hedefleyen AKA-DER birimlerimizde örgütlenmeye çağırıyoruz.
Ve tüm kadınları doğanın talanına karşı Havva Ana olmaya, tacize tecavüze şiddete karşı Nevin’in, Çilem’in isyanını sahiplenmeye, emperyalist savaşa karşı Arinler’in cesaretini kuşanmaya, Clara’ların, Rosalar’ın bilinciyle emeğe, geleceğe sahip çıkmaya çağırıyoruz.
1857 yılında 40 bin dokuma işçisi kadının daha iyi yaşam ve çalışma koşulları için çıktığı grevin çıkarılan bir yangınla katliama dönüştürüldüğü ve kadınların “ekmek ve gül” için mücadele gününe evrilttiği 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde sokağa, eyleme, özgürleşmeye.
AKA-DER
Giderken çelik bir bilek, temiz bir yürek bıraktın bize. Duran Baysal Ortağı İşçi Cinayetinde Yitirdik
Devrimci mücadele içerisinde yıllardır işçi cinayetlerine karşı savaşını sürdüren ortağımız Duran Baysal’ı, memleketi Tokat’ın Günevi Köyü’nde ailesi, akrabaları, çeşitli illerden gelen yoldaşları ve Günevi köylülerinin de katıldığı törenle sonsuzluğa uğurladık.
Kızıl bayrağa sarılı tabut ile alınarak sloganlarla mezarlığa yürüdüğümüz cenaze töreninde dini törenin ardından “Biz bugün Duran ortağı güneşe uğurluyoruz, bugün işçi sınıfı bir neferini kaybetti” sözleriyle saygı duruşunda bulunduk. “Duran’a sözümüz devrim olacak” sloganı attık.
Mezar başı anmasında, ortağımız Duran’ın Kürdistan’dan Latin Amerika’ya, Filistin’e tüm mücadeleleri ve önderleri sahiplendiğini vurguladık. Onun sevdiği ve coşkuyla söylediği Enternasyonal Marşı’nı hep bir ağızdan söyledik.
Törende “Giderken çelik bir bilek, temiz bir yürek bıraktın bize. Hesabın sorulacak” yazılı ve Kaldıraç imzalı pankart açılırken Duran Baysal’ın yanı sıra 97’de katledilen Bekir Kilerci ve Ali Serkan Eroğlu’nun, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya’nın da aralarında bulunduğu devrimci önderlerin fotoğraflarını taşıdık.
Kaldıraç adına açıklamayı Tamer Morkoç okudu. Açıklamada, Duran’ın sınıfsız bir dünya mücadelesi veren devrimci bir işçi olduğu vurguladı. “Bir işçi olarak doğdu, bir işçi olarak yaşadı ve sınıfının savaşçısı olarak öldü.” diyen Morkoç, 3 Mart 92’de Zonguldak Kozlu’da 263 maden işçisini katledildiği günün yıl dönümünde Duran’ın yaşamını yitirdiğini hatırlattı.
Cenazeye, ortağımız Duran’ın üyesi olduğu İnşaat İşçileri Sendikası temsilci ve üyeleri de katıldı. Sendika adına konuşma yapan yoldaşımız, Duran’ın sendikanın ilk üyesi olduğunu ve her zaman en önde saf tuttuğunu dile getirdi. Konuşmasında Duran’ın mücadelesini devam ettireceklerini söyledi. Törenin ardından ortağımızın mezarına kızıl karanfiller, İnşaat-İş Sendikası önlüğü ve bareti bıraktık.
Devrim için ileri ya sosyalizm ya ölüm!
Giderken Çelik Bir Bilek, Temiz Bir Yürek Bıraktın Bize… And olsun ki hesabını soracağız!
04/03/2016
Tokat’ta cenaze töreni, İstanbul, İzmir, Ankara, Antakya, Mersin anma eylemleri gerçekleştirdik.
İSTANBUL
Yoldaşımız Duran Baysal, Emaar Sguare önünde inşaat işçileri tarafından eylemle anıldı. Anmaya Şişecam direnişçileri de destek verdi.
İnşaat İşçileri Sendikası açıklamasında “İş cinayetlerine, şantiyelerdeki kötü çalışma ve barınma koşullarına, güvencesiz çalışmaya son vermek için örgütleniyoruz, örgütleneceğiz. Sınıf dayanışmasının gücü ve kararlılıkla Duran Baysal ve diğer iş cinayeti kurbanları için hesap soracağız.” dedi. Eylem sloganlarla sona erdi.
Kadıköy’de AKA-DER önünde 19.30’da yürümek üzere oluşturduğumuz Kaldıraç ve AKA-DER kortejinin önü polis tarafından kesildi. Yapmak istediğimiz yürüyüşe izin vermeyeceklerini söyleyerek sokağı üç taraftan ablukaya aldılar.
“Esir değil işçiyiz, yarının sahibiyiz”, “Duran yoldaş ölümsüzdür”, “Devrim için ileri ya sosyalizm ya ölüm” sloganlarıyla eylemimize başladık.
“And olsun ki Duran yoldaş, seni bizden alan bu çürümüş düzeni tarihin çöplüğüne gömeceğiz. And olsun ki özlemini duyduğun hayalini kurduğun, o sınıfsız, sınırsız dünyayı kuracağız.” diye ifade ettiğimiz açıklama, “Şimdi yıldızlara uğurluyoruz seni, gözün arkada kalmasın Duran. Duydu sesini inşaatlar, tersaneler, Soma duydu, Ermenek, Torunlar duydu ve duyacak. Son vereceğiz bu çürümüş düzene ve sana andımız olsun ki biz kazanacağız” sözleriyle son buldu.
Basın açıklamasının okunmasının ardından söz alan işçiler işçi cinayetlerine artık yeter dediklerini dile getirerek “Bu cinayetlere karşı örgütleniyoruz. Duran ilk üyemizde, bu bilinçle mücadele etti. Katillerini affetmeyeceğiz” şeklinde konuştular. “Katillerden hesabı emekçiler soracak” sloganıyla konuşmalarını sonlandıran İnşaat-İş üyelerinin katıldığı eyleme HDP, ESP, DAF, Devrimci Hareket, Devrimci Parti, DGB ve EHP de destek verdi.
04/03/2016
İZMİR
3 Mart akşamı İzmir Alsancak’ta ortağımız Duran Baysal için anma eylemi gerçekleştirdik.
Ertesi gün, İzmir’de Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde ortağımız Duran için basın açıklaması gerçekleştirdik. “Duran Yoldaş Kavgamızda Yaşıyor” yazılan pankartı açtığımız eylem, saygı duruşuyla başladı. Ortağımız Bekir Kilerci’nin şiirleriyle devam eden anma etkinliğinde gerçekleştirdiğimiz basın açıklamasında “Duran’ın sesi Cerattepe dağlarından, Amed’in direniş kalesi Sur’da yankılanıyor. Biz, onun mücadelesini İzmir sokaklarında da büyüteceğiz.” dedik.
04/03/2016
ANKARA
Ankara Olgunlar Sokak’ta ortağımız Duran için toplanarak Madenci Anıtı’na doğru yürüyüşe geçtik.
“Duran Baysal Ölümsüzdür”, “Devrim Şehitleri Ölümsüzdür”, “Kaza Değil Cinayet, Kader Değil Katliam”, “Duran’a Sözümüz Devrim Olacak” sloganları eşliğinde yaptığımız yürüyüşün ardından, Madenci Anıtı önünde ortağımız Duran Baysal nezdinde işçi cinayetlerinde yaşamını yitirenler için saygı duruşunda bulunduk. 3 Mart işçi cinayetleriyle mücadele günü olması sebebiyle KESK, DİSK, TMMOB, TTB’nin gerçekleştireceği eyleme dek sloganlar ve şiirler eşliğinde nöbet tuttuk.
KESK, DİSK, TMMOB, TTB’nin düzenlediği eyleme katıldık. Dört kurum adına yapılan açıklamanın ardından, ortağımız Duran’ın cinayeti ile ilgili Kaldıraç, İşçi Gazetesi ve AKA-DER adına açıklama okuduk. Eylem ve anma programımız “Duran’a sözümüz devrim olacak” sloganları ile sona erdi.
03/03/2016
İnşaat İşçileri Sendikası: “Her türlü ihmalin ve sorumlularının ortaya çıkarılmasını talep ediyoruz”
“Sendika üyemiz Duran Baysal Diyarbakır’da çalıştığı cami inşaatında dış cephe yapımı sırasında halat kopması sonucu iş cinayetine kurban gitti.
İşçi sağlığı ve güvenliğinin hızlı yapım, daha fazla kar ve para uğruna gözden çıkarıldığını bilen bizler bunun bir kaza değil cinayet olduğunu söylüyoruz. Sendikamızda birlikte omuz omuza mücadele verdiğimiz arkadaşımız yarın memleketi Tokat’ta son yolculuğuna uğurlanacak. Sendika üyemizin hayatına mal olan her türlü ihmalin ve sorumlularının ortaya çıkarılmasını talep ediyoruz.
İş cinayetlerinde cezasızlığa son!
İşçi ölümlerine dur demek için örgütlen!
İNŞAAT-İŞ SENDİKASI”
03/03/2016
Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önündeki anma programı ‘Güzel gülüşüyle sınıfına umut olan; yıkılmaz, çelik bileğiyle gücümüze güç katan yoldaşımızı 3 Mart günü bizden aldılar, tıpkı 1993’te Zonguldak Kozlu’da yine 3 Mart günü işçi cinayetinde katledilen yüzlerce iş kardeşi gibi, tıpkı Torunlar’ da, Soma’ da, Ermenek’te katledilen kardeşleri gibi ortağımızı da katlettiler.’ sözlerinin ardından saygı duruşu ile başladı. ‘Sermaye vampirdir, işçi kanı emmektedir.’ sloganı atıldıktan sonra ortağımız Duran’ın mücadelesini ortaklaştırdığı örgütü Kaldıraç adına konuşma yaptık. Konuşmaya ortağımız Duran’ın tam da 3 Mart İşçi Cinayetleriyle Mücadele Günü’nde çalıştığı cami inşaatında yaşanan bir işçi cinayetinde yaşamını yitirdiğini ifade ettik. ‘Duran, her gün karşısında mücadele verdiği kapitalist sistemin sonsuz kâr hırsı tarafından katledildi. Çalıştığı şantiyede bir halat koptu ve Duran artık aramızda değil. O halat, o lanetli halat kapitalist sistemin çürümüşlüğünün simgesidir artık. Tıpkı Duran’ın, her gün, her ay, her yıl, yüzlercesi, binlercesi katledilen işçilerin simgesi olduğu gibi. And olsun ki sen bir giderken biz bin Duran olup mücadelemizde seni yaşatacağız.’ sözleriyle açıklamamızı sonlandırdık.
Ortağımız Bekir Kilerci’nin Fırtına Kopanda ve Ortak şiirlerini okuduk. Şiirlerin ardından anmaya katılan devrimci kurumlar EHP, Halkevleri ve aydın-yazar Temel Demirer konuşma yaptı.
AKA-DER Rosa Kadın Korosu ve Liberte Müzik grubu şarkı ve marşlarını ortağımız Duran Baysal’ı sonsuzluğa uğurlamak için söyledi.
Anmamızı Avusturya İşçi Marşı ile sonlandırdık.
05/03/2016
Meşrutiyet Caddesi ve Mithatpaşa Caddesi’ne “İşçi Cinayetleri Çürümüş Düzenin Aynasıdır. Duran Yoldaş Ölümsüzdür”, İncesu Köprüsü’ne “İşçi Cinayetlerine Boyun Eğmeyeceğiz. Duran Yoldaş Ölümsüzdür”, Selanik Caddesi’ne “Giderken Çelik Bir Bilek Temiz Bir Yürek Bıraktın Bize Hesabın Sorulacak”, Kızılay Avm’den İşçi Cinayetlerine Boyun Eğmeyeceğiz Duran Yoldaş Ölümsüzdür” ifadelerinin yer aldığı pankartlar astık.
Batıkent, Dikmen, Tuzluçayır, Kızılay gibi birçok yere yazılamalar yapılıp, taziye masaları açılarak Duran yoldaşımızın Kaldıraç Dergisi’ne yazdığı okur mektubu ile İşçi Gazetesi’nin bildirisinin yazılı olduğu ozalitler Ankara Organize Sanayi Bölgesi OSTİM ve Kızılay’a astık.
Duran yoldaşımızı güneşe uğurlayışımızın 7. gününde Ankara caddelerine pankartlar asılarak, Tuzluçayır Meydanı’nda ve Kızılay Konur Sokak’ta taziye masası açtık. Tüm halkımız, işçi ve emekçiler taziye masamızda dayanışmaya çağırarak, bildiriler dağıttık. (10/03/2016)
Tuzluçayır’da gerçekleştirdiğimiz eylem yürüyüşle başladık. “Duran’a sözümüz devrim olacak”, “Bu gemi zafere ulaşacak”, “Kahrolsun tekeli polis devleti” sloganlarıyla sokak aralarında yürüdükten sonra Tuzluçayır Meydan’a gelerek 3 Mart’ta Diyarbakır’da çalıştığı inşaatta yaşamını yitiren ortağımız Duran Baysal için anma gerçekleştirdik..
Anma etkinliğinde ortağımız Bekir Kilerci’nin “Fırtına Kopanda” ve ortağımız Duran Baysal için yazılan şiirleri okuduk. Yaptığımız basın açıklamasında ortağımız Duran’ı iş kazasında değil işçi cinayetlerinde yaşamını yitirdiğini vurgularken, kapitalizmin çürümüşlüğünü ifade ettik. Ortağımız Duran’dan alınan bayrağı daha ileriye taşıma sözünü verdiğimiz açıklamanın ardından anma eylemini “Bir Duran’ı yıldızlara uğurladık, bin Duran olup karşınıza dikileceğiz.” sözleriyle sonlandırdık.
11/03/2016
ANTAKYA
Antakya AKA-DER Şubesi’nde ortağımız Duran için anma etkinliği gerçekleştirdik. Etkinliğimiz köprü başında yürüyüşle devam etti. Köprü başındaki eylemimizde ortağımız Duran Baysal nezdinde, işçi cinayetlerinde katledilen tüm işçileri anarak basın açıklaması gerçekleştirdik.
Yürüyüş ve anmada “Esir değil işçiyiz, yarının sahibiyiz”, ”İşçilerin birliği sermayeyi yenecek”, “Gücün örgüttür durma örgütlen”, “Duran’ın katili tekelci polis devleti”, “Duran yoldaş kavgamızda yaşıyor” sloganları attık. Soma, Ermenek, Torunlar’daki işçi cinayetlerinden, işçilerin işçi cinayetlerine karşı İşçi Gazetesi, Kaldıraç ve diğer devrimci kurumlarda örgütlenmenin gerekliliğinden söz ettik.
04/03/2016
İşçi cinayetinde hayatını kaybeden ortağımız Duran Baysal için birçok üniversitede eylemlilikler gerçekleştirdik.
MERSİN ÜNİVERSİTESİ
“Devrimci İşçi Duran Baysal Kavgamızda Yaşıyor”, “İşçi Cinayetlerinin Hesabı Sorulacak” sloganlarının yer aldığı yazılamalar yaptık.
09/03/2016
Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya, Bekir Kilerci, Ali Serkan Eroğlu, Duran Baysal’ın resimleri taşındı. Bekir Kilerci’nin ‘Uyarı’ şiiri eşliğinde devrim şehitleri ve işçi cinayetlerinde hayatını kaybedenler için bir dakikalık saygı duruşu gerçekleştirdik. ‘Duran Yoldaş Ölümsüzdür’, ‘Devrim İçin İleri Ya Sosyalizm Ya Ölüm’ sloganlarının ardından basın açıklaması okuduk.
“İnsanca yaşamak isteyenlerin onurlu yaşam mücadelesi verenlerin katliamların, sömürünün, zulmün olmadığı bir dünya için savaşanların, katledilen yoldaşlarımızın, Ankara’da barış için yola çıkan yoldaşlarımızın, Kürdistan’da katledilen yoldaşlarımızın hesabı sorulacak. Kürdistan, Anadolu ve tüm dünya şahittir bu maya tutacak, bu gemi zafere ulaşacak. Duran’ı Mahir’in, Deniz’in, İbrahim’in, Mazlum’un, Bekir’in, Serkan’ın yanına uğurladık. Biz Duran’ı rakamlara sığdırmayacağız. Duran’ı ve Duran gibi katledilen hiçbir işçiyi, hiçbir insanı işçi sınıfının reddi üzerine kurulu bu devletin kirli rakamlarına kurban etmeyeceğiz… İşçi cinayetlerine her gün 5’er 10’ar can verdiğimiz bu düzende yoldaşımızı kaybetmenin acısı ve öfkesi içindeyiz…” dedik.
“Şimdi yıldızlara uğurluyoruz seni, gözün arkada kalmasın Duran Yoldaş. Son vereceğiz bu çürümüş düzene ve sana andımız olsun ki Biz Kazanacağız!”
Anma eylemi sloganlarla son buldu.
10/03/2016
ODTÜ
İşçi cinayetinde yaşamını kaybeden Duran Baysal ortağımız için ODTÜ Fizik Bölümü önünde taziye masası kurduk.
04/03/2016
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
Cebeci Eğitim Fakültesi, Hukuk Fakültesi ve İLEF’te işçi cinayetinde kaybettiğimiz Duran ortağın Kaldıraç dergisinde yayınlanan “…Bizler üretip bizler altında kalmayalım. Yaptığımız inşaatların altında kalmamak için inşaat işçileri sendikasında birleşelim, örgütlenelim, işçilerin gücünü birleştirelim. Daha yaşanabilir bir hayat için örgütlenelim.” sözlerinin yer aldığı ozalitleri astık.
07/03/2016
Asılan afiş ve ozalitlerin indirilmesi üzerine duvarlarda, sokaklarda, okullarda, kavgamızda sözümüzü söylemeye devam edeceğiz diyerek ozalitlerimizi tekrar astık.
08/03/2016
Cebeci Kampüsü’nde Devrimci İşçi Duran Baysal panoları oluşturduk. ”Devrimci işçi Duran Baysal’ı Kavgamızda Yaşatacağız” , “Kahrolsun Tekelci Polis Devleti” , “Sermaye Vampirdir İşçi Kanı Emmektedir” şeklinde yazılamalar yaptık. Duran ortağın Kaldıraç Dergisi’nde yayınlanan yazısını mektup haline getirerek okula dağıttık.
09/03/2016
Ankara Üniversitesinde 3 Mart günü işçi cinayeti sonucu katledilen ortağımız Duran Baysal’ı güneşe uğurlayışımızın 7. günü nedeniyle anma hazırlıkları ve propaganda çalışmaları yapıldı.
Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde; Siyasal Bilgiler Fakültesi, Eğitim Fakültesi, Hukuk Fakültesi ve İLEF’te işçi cinayetinde kaybettiğimiz Duran ortağımız için ozalit astık. Ozalitte Duran ortağın Kaldıraç dergisinde yayınlanan bir yazısı paylaşıldı.
Tüm fakültelerde oluşturduğumuz Devrimci İşçi Duran Baysal panoları 10 gün boyunca devam etti.
10/03/2016
BİLKENT ÜNİVERSİTESİ
“Devrimci İşçi Duran Baysal’ı Kavgamızda Yaşatacağız” sloganının yer aldığı ozalitler astık.
10/03/2016
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde yemekhane önüne “Duran Yoldaş Kavgamızda Yaşıyor” sloganının yer aldığı ozaliti asarak taziye masası açtık. Yemekhanede okunan açıklama ile anma etkinliğimizi sonlandırdık.
04/03/2016
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ
Edirne Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde yer alan şiir ağacına ortağımız Duran Baysal için ortağımız Bekir Kilerci’nin şiirlerini astık.
07/03/2016
KTÜ
Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde ortağımız için Kaldıraç imzalı “Duran Yoldaş Kavgamızda Yaşıyor” sloganın yer aldığı afişler astık.
08/03/2016
Ankara’da 3. bomba! “İçerde-dışarda savaş” diyenler Ankara’daki bombanın sorumlusudur!
Patlamadan saatler sonra yapılan “resmi açıklamalar”da; bilindik kınamalar, lanetlemeler dışında hiçbir şey yok.
Asla bir güvenlik zafiyeti yok!
Kesinlikle sorumlular yakalanacak ve hesap sorulacak!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün gece yaptığı yazılı açıklamada; bombalı saldırının “bölgedeki istikrarsızlıktan kaynaklı olduğunu” açıkladı.
Kendisine katılıyoruz ve bölgedeki bu “istikrarsızlığa” dair somut bir veri veriyoruz:
Başbakan Davutoğlu, 24 Şubat 2016 tarihinde, El Cezire televizyonuna verdiği röportajda, Suriye ile ilgili olarak; “Eğer bugün rejim ülkenin tüm topraklarını kontrol edemiyorsa Türkiye’nin ve diğer bazı devletlerin desteği sayesindedir.” açıklamasında bulunmuştu.
İtiraf açık, sorumlular bellidir!
Ankara’da patlayan bombaların sorumluları, hem içeride hem dışarıda savaş politikalarını hayata geçirenlerdir. Emperyalist efendileri ile birlikte bölgemizi kan gölüne çevirenlerdir!
Bu savaşta, şehrin göbeğinde bir bomba ile parçalanmak ya da bir bodrumda yakılarak ölmek, işçi-emekçilere, halklara düşmektedir.
Savaşı kışkırtanlar sırça saraylarında, yalılarında oturmakta, onların çocukları “dünya malı” biriktirmeye devam etmektedir.
Karanlık üreten satılık kalemleri de, bizden bu ölümlere alışmamızı, savaş politikalarına onay vermemizi beklemektedir.
Tüm bu savaş politikalarının gerçek sorumlularından, onları destekleyen yandaşlarından hesap sormak dışında bir yolumuz yoktur!
Evimize-işimize giderken ölmeyi mi bekleyeceğiz; yoksa bu savaş politikalarını hayata geçirenlerden hesap mı soracağız?
Savaşı durduracak güç sensin!
KALDIRAÇ
Ensar Vakfı, ülke, insanımız, Müslümanlar
Derdimiz bu bina ve muhafazakâr adamlar değil; derdimiz, “Emr-i Bil maruf nehy-i anil münker” (Ali İmran-104) diyerek yola çıkan bir dinin ve kendisine Müslüman diyen toplumun bu vahşet karşısında kendilerinden olanın yaptığına çıt çıkarmamaları.
Toplumun muhafazakâr kanadının ikiyüzlülüğü o kadar büyüyerek çürümüştür ki, bunlar çocuklarına tecavüz edildiğinde susan ahmak gerizekâlılar olarak karşımızdadırlar.
Oysa ki; “Siz hiç akletmez misiniz”, “Siz hiç düşünmez misiniz?” diyen bir kitabın ehli bu insancıklar ensarun olamamış ensarı anlamamış hatta ve hatta ensarı hiç düşünmemiş kitap yüksüz zavallılardır.
Gelelim Ensar’a…
Ensar, Arapça’da “yardımcılar, yardım edenler” anlamına gelmektedir. Ensar; Hz. Muhammed, Mekke’den Medine’ye göçtüğü zaman, Mekke’den gelen Müslümanları konuk edip, onlara yardım edenler için kullanılmıştır. Peygamber, Ensar ve Muhaciri kardeş ilan etmiştir.
Yardım edecekleri, geleceği kurmayı hedefledikleri, kendilerine sığınmış, emanet edilmiş çocuklara (ki o çocuklar muhacir, oradakiler de hesapta ensardır) tecavüz ederek, muhafaza edecekleri iktidarlarını korumaya çalışıp kendilerine zavallı dünya dini kuran “esfeli safilin”dir (Tin-5).
“Andolsun ki; biz cinn ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır; anlamazlar, gözleri vardır; görmezler, kulakları vardır; duymazlar. Onlar; hayvanlar gibidirler, hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar; gafillerin kendilerdir.” (Araf 179, İbni Kesir Meali).
Esfeli safilinler (Sefillerin sefili, aşağılık aşağısı, çukur insanı)…
Bel Hum Edaller (Hayvandan bile aşağı insanlar)…
Tecavüz edenler, yok edenler, taciz edenler çocuklara tecavüz edildiğinde ses çıkarmayanlar.
Ülke…
Ülke o binayı kuranların yüzyıl öncesinden atalarının ülkesidir, jönler, ittihatçılar bu ülkenin hamurunu karmışlardır. Bu adamlar da karılan bu hamurdan çıkan abuk ürünlerdir. Muhafaza edecekleri iktidarları, muhafaza edecekleri yalanları muhafaza edecekleri karanlık yanları vardır.
Halkların imha ve inkârı bab’ında…
Pontuslar, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, imha edip inkâr ederek bu binanın kurulmasını sağladıkları halklardır. Ülke, bu karanlığın, halkların imha ve inkârının üzerine kurulmuştur.
Şimdiki kurucu artığı şüreka da bu muhafaza ile görevli olanlar, tecavüzü atalarından öğrenmiş zavallılardır.
İnsanlarımız, Müslümanlar…
Fakat etki ettikleri, kendilerine Müslüman diyen bu halk tecavüze sahip çıkmış, ses çıkarmamış, zulme ses çıkarmayan dilsiz şeytanlar olmuşlardır.
Nasıl olmasınlar ki, işini bilen vatandaş, memur, işçi olarak eğitimlerini tamamlayan; yardım, kardeşlik, paylaşmak gibi güzel hasletlerden uzaklaşan bir binanın yapı taşlarıdır bu insanlar.
İnandıkları kitaptan uzun uzun yazıp hazır bilgi vermektense araştırırlar belki diyerek şunları yazmak yeterli olur, bakmak isterler meraklanarak; Araf 80-82, Hud 81, Hicr 73-76, Şuara 160-168, Ankebut 28-29, Şuara 169, Hud 78.
Kutsal saydıkları, evlerinin duvarlarına astıkları ya da kitaplıklarının başına koydukları, üzerine danteller işledikleri kitaplarından bakabilirler. Evet bunlara dediklerimiz, Yüce Furkan’ın surelerinden ayetlerdir biline….
Ayrıca Enbiya 10, Yasin 62 ve onlarca “Siz hiç akletmez misiniz? Siz hiç düşünmez misiniz?” diyen ayetlere bakabilir ilgili insanlarımız.
“Andolsun ki, O sizden pek çok nesli saptırmıştır. Akletmez misiniz?” (Yasin 62, Seyyid Kutub Meali).
Durum bu vaziyette iken ülkenin insanı hâlen Ensar Vakfı cephesinde vuku bulan iğrenç tecavüz olayı ile ilgili olarak sokakta ses çıkaramıyor ise, oturup düşünmeliler; neye iman etmişler, hangi hayatı kimin için yaşıyorlar.
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Ali İmran 104, Ali Bulaç Meali).
“Fakat, ne yazık ki, (yok ettiğimiz) sizden önceki kuşaklar arasından, yeryüzünde yozlaşmaya karşı çıkan (doğru yolu izledikleri için) kendilerini kurtardığımız küçük toplulukların dışında- akıl/iz’an ve erdem sahibi kimseler çıkmadı. Ve zulme eğilim gösteren çoğunluk yalnızca kendilerini yozlaştıran hazların peşine düşüp günaha gömülüp gittiler.” (Hud 116, Muhammed Esed Meali).
Kurtuluşa ermek niyetindeysen Müslüman, bu sadece kıldığın namaz ile, tuttuğun oruç, verdiğin zekât, gittiğin hacc ile olmayacak, olamayacaktır, ki böyle buyuruyor yüce Furkan.
Ülkende yaşanan tecavüz ile ilgili ülkenin sokaklarında, alanlarında devrimci sosyalistlerin sesi yükseliyor ve bu zulme devrimci sosyalistler alanlarda, sokaklarda karşı çıkarak çocuklarımıza sahip çıkıyor ise; sen evinde, ofisinde sıcacık sulardan aldığın abdestin ile başını ve ayağını mesh edemezsin, edersen de olmaz, kimse de bunu yemez, sadece şeytan taklalar atarak akılsızlığına sevinir.
Ülkenin devrimcileri sosyalistleri; ‘’Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” derken, Müslüman insanı, iyiliği emreden kötülükten uzak tutan tavır ile kurtuluşa ulaşan, olmak istediğindendir ülkenin sarı saçlı kara gözlü, kara saçlı mavi gözlü çocuklarıyla…
Ey Müslüman, tecavüz edilen senin benim bizim çocuğumuzdur.
Ey Müslüman, tecavüze uğrayan bu halkların geleceğidir.
Ey Müslüman, tecavüz edilen, devletin tecavüz ettiği sensin.
Ey Müslüman, muhafaza edeceğin geleceğin ve çocuklarındır, muhafaza edeceğin muhafazakâr devletin sana sunduğu tecavüz kültürü değildir.
Ey Müslüman, tecavüzcü, yağmacı, imha ve inkâr üzerine kurulu bu düzeni inkâr et.
Ensar Vakfı vs. adı ne olursa olsun benzeri vakıf, dernek, yatılı okul benzeri kurumlarındaki bu çürümüşleri çocuk tacizine ve tecavüzüne “İLLA HAYIR” diye haykır Müslüman; önce insan, sadece insan olduğun için haykır.
“LA” de ve yola çık Müslüman;
Kırk kişi idiler ve korkmadılar sen kırk’tan fazlasın, kaybedecek bir şeyin yok dünyalığından başka, kazanacak ise çocuklarımız var yarının sahibi…
Ey Müslüman, yaşamın sana sunduklarının içinde putuna tapınan Mekkeli gibi tapınmaktan vazgeç ve harekete geç; tecavüze uğrayan sen’sin.
Hülasa;
Ensar Vakfı nezdinde patlayan, toplumsal çöküşün, yok edilişin, iğdiş edilişin yansımasıdır.
Bunun karşısında ne olursak olalım insan olarak durmak ve olana bitene, ki onlarca tecavüz olayı var ayrıntı isteyen yüce goog’dan sorabilir ve araştırabilir.
Kadına tecavüz ve kadın cinayetleri, çocuğa tecavüz ve tacizler, sokaklarda öldürülen insanlar, hak arama mücadelesinde TC’nin eli kanlı militarist güçleri ve polislerince yok edilen, öldürülen insanları, insanlarımız, Kürdistan topraklarının ve bu topraklardaki insanlarımızın katledilmesi, imha ve inkâra tabi tutulmaları, yakın geçmişte türbana karşı devletin tutumu, uzak olmayan geçmişte 1915 Ermeni soykırımı, Dersim tertelesi, aklet düşün ve bakmayı öğren, ki devlet senin değil sana karşı örgütlenmiş bir çetedir ve bu çete dün İskilipli’yi yok ederken, Metin Yüksel’i katlederken de aynı devlet idi bugün de aynı devlet…
Bu çürümenin yanında yöresinde ötesinde berisinde olamayacak aklı kendine yar ve yardımcı olan Müslümanlar; Zeynep Burucerdi cesareti, Ebu Zerr El Gifari mücadelesinde yer alarak sınıfsız ayrıcalıksız, insanın insan olduğu için hürmet gördüğü dünyanın kurulması yolunda harekete geçmelidir.
Unutma; tecavüze uğrayan SEN’sin! o
Kaynaklar:
Kuran’ı Kerim Türkçe Meali
Anadolu Dün, Bugün, Yarın Tarih ve Devrim, Deniz Adalı, Kaldıraç Yayınevi
Kutub-ı Sitte
Bir takım sosyal medya ağları: Direnişteyiz, Ötekilerin Postası, muhalif medya
Bir takım medya: Hep bildiğiniz tırıvırıyı yazanlar
Çifte sömürüden özgür bir yaşama… Kadın
Çağımız isyanlar ve ayaklanmalar çağıdır. Ve kadınlar, bu sömürü düzeninden en çok etkilenen kesimlerden biri olarak, ortaya çıkan isyanlar ve ayaklanmalarda en öndedirler.
Çünkü artık kadınlara hayatı zindan eden erkek egemen kapitalist sistem, sürdürülemezliği, çürümüşlüğü ile insan aklının anlayamadığı bir vahşiliğe bürünmüştür.
Evde, işte yaşamın her alanında sömürülen kadınlar kapitalizmin zayıf karnıdır. Kadının bugün toplumsal yaşam içindeki etki alanını düşündüğümüzde bu daha anlaşılır olacaktır. Çünkü sistem işçi ve emekçilerin ve en çokta kadınların çifte sömürüsü üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla kadınların özgürlük mücadelesi sistemin temellerini sarsmaya yarayacak bir etkiye sahiptir.
Kadın mücadelesinin ezenler ve ezilenler açısından önemi bu gerçekliğe dayanır.
Sömürü üzerine kurulu bir sistem içinde hangi toplumsal kesim olursa olsun doğal olarak ya ezen ya da ezilen tarafındadır. Toplumun bir parçası olan kadınların, toplumsal yapı içindeki konumları da sınıflı toplumlarla birlikte değişime uğramıştır.
* Her türü toplumsal bağımlılık ve baskı, ezilenin ezene ekonomik bağımlılığından kaynaklanır.
Bu gerçeklikle tüm ezilenlerin ve doğal olarak ezilen kadınların ezilmişliklerinin kaynağı ekonomik ilişkilerdir. Üretim ve bölüşüm ilişkileri ister sınıflı ister sınıfsız toplumda olsun aile yapısından inanışa, sanata, hukuk kurallarına kadar toplumsal yapıyı, kadın ve erkeğin toplumsal yapı içindeki yerini belirleyendir.
Anasoylu düzenden bugüne kadının toplum içindeki yeri de yine bu ekonomik ilişkilere bağlı olarak belirlenmiştir.
Anasoylu sınıfsız toplumlarda üretim toplumsal, paylaşım eşitçe yapılmakta, kadının toplumsal üretimdeki yeri, cinsel ilişki konusundaki konumu, buna bağlı olarak gelişen miras hukuku kadınları toplumun temel unsurlarından biri haline getirmiştir.
Ne zamanki ekonomik ilişkiler değişmiş, fazladan üretim ile doğal işbölümüne bağlı olarak, üretim araçlarının erkekler tarafından sahiplenilmesi gerçekleşmiş ve bunla birlikte değişen miras hukuku kadınların toplumsal yaşam içindeki yerleri ve konumlarının da değişmesine, kadın sömürüsünün başlamasına neden olmuştur.
Dolayısıyla kadının çifte sömürüsünün tarihi sınıflı toplumların tarihiyle başlamıştır. Ve Clara Zetkin’in dediği gibi: Kadının özgürlüğü, tüm insanlığın özgürlüğü gibi yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır.
Bu gerçeklikle beraber emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulacağı güne kadar kadın mücadelesi ertelenemez.
Kadını toplumsal yaşamın dışına iten süreç zaman zaman kadın emeğinin toplumsallaşmasını zaman zaman ise kadını ev içine hapseden fakat her zaman sömürüyü ve baskıyı derinleştiren bir gelişim izlemiştir.
Sınıflı toplumlarla birlikte kadını önce köleleştiren, sanayinin gelişimiyle fabrikalarda daha ucuz iş gücü olarak görüp sömüren, sömürünün akıl almaz boyutlara ulaştığı kapitalizm koşullarında ise kadını kadın kimliğiyle de aşağılayıp baskı oluşturan, emeğinin yanında bedenini de metalaştıran erkek egemen kapitalist sistem çifte sömürünün kaynağıdır.
Ve kapitalizm koşullarında kadın;
* 1800’lü yılların “eşit işe eşit ücret” talebini, kreş hakkı talebini 21. yüzyılda dillendirmek talep etmek zorunda kalandır.
* Kadın istihdam paketleri ile, fabrikada, atölyede, iş yerinde, evde emek sömürüsünün yoğunlaşıp, esnek, güvencesiz düşük ücret ile çalışmaya zorlanandır.
* Bu sistem, kadınların bedeninin para karşılığı satılmasını devlet eliyle, yasalarla meşrulaştırılıp, bununla birlikte, kızlı erkekli ev gibi tartışmalarla topluma ahlâk dersi vermeye çalışılır.
* Ve bu sistemde kadın, iş yerinde mobing, taciz vb. saldırıların yanında bir de evde eşinin çocuklarının ihtiyaçlarını giderme derdi, geçim derdiyle boğuşmak zorunda kalandır.
* Sadece güzel olduğunda ya da tükettiğinde mutlu olduğuna inandırılmaya çalışılandır.
* Her gün kocası, babası kardeşi ya da bir başka yakını, yakını olmayan biri tarafından öldürülen, şiddet ve taciz görendir. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun yaptığı araştırmaya göre, 2015 yılının ilk on ayında 346 kadından 110’u kocası ya da boşanmak istediği kocası tarafından, 50’si erkek arkadaşı, nişanlısı, sevgilisi tarafından, 10’u oğlu, 8’i babası, 75’i tanıdığı bir akrabası, 4’ü tanımadığı biri tarafından öldürülmüştür.
* Sistemin kendi krizini çözmek ve daha fazla kâr elde etmek için yarattığı savaşlarda emperyalizmin paylaşım savaşlarında, bedeni vatan toprağı olarak görülüp, işkence edilen, sığınmak için gittiği kamplarda bizzat devletin askeri, polisi tarafından tecavüz edilen (2011 yılında Hatay’daki kampta 400 kadına askerlerce tecevüz edilmiş 2050’si hamile bırakılıp, çocuk doğurmaya zorlanmıştır) köle pazarlarında satılandır kadın. Örneğin “Savaşın Kadın Boyutu” adlı raporda Cizre, Silopi ve Sur’da son bir ayda katledilen 70 kişinin 24’ünün kadın olduğu vurgulandı. Ya da 2005 te Irak savaşında resmî kayıtlara göre esir edilen Iraklı kadın sayısı 3330. Tecavüz sonucu hamile kalıp hapishanede doğum yapan 1200 kadın, zorla kürtaj edilenler: 1830, toplu tecavüzler sonucu hayatını kaybeden 180 kadın, işkencede 120 kadın öldürülmüş ve 2003-2010 yılları arasında 4 bin kadın kayıp. Bu kadınların fuhuş yaptırmak için kaçırıldıkları düşünülüyor. Bunlar kadınların savaşlarda yaşadığı vahşeti gösteren verilerin çok küçük bir bölümü.
* Çocuklarını ısıtamadığı için intihar eden ya da keskin nişancılar tarafından vurulan kızının cansız bedenini buzdolabında saklayıp, beyaz bayraklarla toprağa vermek zorunda kalan, günlerce vurulduğu yerden cenazesinin alınmasına izin verilmeyen, devrimci olduğu için evlerde infaz edilen, kaç çocuk doğurup, nasıl güleceğine karar verilmek istenen, 9 yaşındaki kız çocuklarına babalarının şehvet duymasını veya abisi tarafından tecavüz edilip bağırmadığı için neredeyse suçlanan, çıplak bedenleri sokak ortasında teşhir edilendir kadın.
* Karısına tecavüzü, ev kirli ya da çocuk ağlıyor diye cinayeti kendine hak gören, “gece bu saatte sokakta işi neymiş” erkek zihniyetiyle de mücadele etmek zorunda kalandır.
Yani kadınlar aynı anda erkek egemen kapitalist sistem ve sistemin içine sadece erkekleri değil kadınları da aldığı erkek zihniyetiyle de savaşmak zorundadırlar
Ve sonuç olarak kapitalizm insanlık dışıdır, kadın düşmanıdır, yok olmalıdır ve olacaktır.
Elindeki tüm güçleri ve yapılarıyla bu düzenin değişmeyeceğini halka kabul ettirmeye çalışan bu insanlık dışı sisteme karşı yeniyi yaratma mücadelesi en başta insan kalmanın gereğidir.
Başka bir dünya mümkündür. Her şey gibi bu düzen de değişir.
Var olduğu dönemde egemenlerce değişmeyeceği düşünülen diğer toplumlar bugün yoktur. Kapitalizm önceki toplumsal yapıları içererek ve yetkinleşerek bugüne gelmiş olabilir, fakat sömürü düzenini bütünüyle yok edecek güç olan, işçi sınıfının da yaratıcısı olmuştur. Ve çifte sömürüye maruz kalan ezilen kadınlar, işçi sınıfının parçası olarak, yeniyi yaratacak olanlardır.
Sistemle birlikte toplumsal yapı içindeki kadının konumunun değişimi, tıpkı ezen ve ezilen ilişkisinde olduğu gibi üretim ve bölüşüm ilişkisinin değişimiyle sağlanacaktır.
Kapitalizmde üretim toplumsal, fakat üretilenin paylaşımı özel karakterdedir. Yapılması gereken üretim ve bölüşümün toplumsallaşması ile özel mülkiyet ve fazla üretimin yok edilmesidir.
Öyleyse sistemin çürümüşlüğünü gizleyemediği bu dönemde kadınlar olarak da özgür bir dünyayı tarif etmek, tarif edileni yaratacak adımlar atmak gerekir.
Geçmişte;
Yönetim kademelerinde kadın katılım oranının düşüklüğü ya da savaş sonrası ülkeyi ayağa kaldırma yükünün kadınların omzuna yüklenmesi ve Gorbaçov’un kadınları eve geri çağıran söylem ve uygulamaları eksik ve yanlış uygulamalarına rağmen Sovyet kadınları, o dönem dünyadaki tüm kadınlardan daha ileri haklara sahiptirler.
Örneğin:
Cinsiyetler arası eşitsizliği düzenleyen tüm yasaların lağvedilmesi, kadınların yaşamın tüm alanlarında (eğitim iktisat, kültür, siyaset) eşit haklara sahip olması,
Kilise nikâhlarının yasaklanıp, kadının kendi soyadını evliyken de kullanabilmesi hatta erkek isterse kadının soyadını alabilmesi,
Çocuk bakımından kadın erkek eşit derecede sorumlu görülmesi,
Fiziksel olarak çalışır durumda olduktan sonra eşlerden hiçbirinin diğerini desteklemek zorunda olmaması, kişinin dilediği sayıda evlilik ve boşanma hakkına sahip olması,
Kürtajın yasal, kısıtsız ve ücretsiz olması, gayri meşruluğun lağvedilmesi,
Kadınların sağlığa zararlı yerlerde çalışmasının yasaklanması.
Bir saatlik yemek izni ve çalışma saatinin 8 saate düşürülmesi, hafta tatilinin 42 saate çıkartılması.16-20 yaş arası gençlerin çalışmalarının 4 saatle sınırlandırılması.
İş gücünün en eğitimli kesiminin kadınlardan oluşur hale gelmesi. Öğretmenlerin %75’inin, doktorların %69’unun, ziraatçı mühendis teknisyenlerin yarısının, yargıçların %40’ının, iktisatçıların %66’sının kadın olması gibi veriler ve bugün de Küba’da çalışanların %66’sının, doktorların %62’sinin, bilim insanlarının %58’i ve parlamento üyelerinin %48’inin kadın olması, sosyalizm deneyiminin kadın mücadelesine kattıklarının göstergeleridir.
Tüm ezilenlerin olduğu gibi, ezilen kadınların kurtuluşu da sosyalizmden geçmektedir, fakat bugün geçmiş deneyimlerinden öğrenerek ve bugünkü koşullar içinde değerlendirilerek ilerlemek zorundadır.
Teknolojinin gelişimi, bununla birlikte bireysellik, tüketimin yaygınlığının vb. Sovyetlerin var olduğu dönemden farklı olduğu gibi kadının toplumsal yapı içindeki yeri, eğitimi, ilgi alanları, mücadele pratiği de çok farklıdır. Dolayısıyla kadının özgürlük mücadelesi bugünkü gelişmelerle ele alınmalı kadın mücadelesinin alanı ve pratikleri bu gelişmelere göre belirlenmelidir.
1- Bugün ağır sanayi de dahil olmak üzere, fabrikalarda, kamuda çalışan kadın işçi sayısının artışı, sendikaları kadın mücadelesinin en temel unsurlarından biri olarak öne çıkarmaktadır.
2- Tüketimi ve ezilenlerin sistemle bağını güçlendirmek için kullanılan teknolojik gelişmeler ve medya, özgürlük mücadelesinin birer mevzisi haline dönüştürülebilir. Kadın cinayetleri, taciz tecavüz vakaları bugün daha görünürdür ya da dünyanın herhangi bir yerindeki kadın mücadelesi deneyiminden anında haber alma şansı vardır, bunun nedeni sosyal medyanın kadınlar lehine kullanılabilmesidir. Yaygınlaştırılmalı kadın haber ağları güçlendirilmelidir.
3- Ev temizliği, yemek, çocuk ve yaşlı bakımı gibi kadını evin içine hapseden, iş yaşamının yanında artı bir yük olarak omuzlarında duran sorumluluklar; kreşler, toplu yemek ve çamaşır haneler talep edilerek bu sorumluluklar toplumsallaştırılmalıdır.
4- Kadınların da özellikle kadınlarla bir araya gelip sorunlarını ve mücadelelerini, sevinçlerini paylaşacakları, üretip dayanışmayı güçlendirecekleri alanlara ihtiyaçları vardır. Üretim ve dayanışma üzerine kurulacak bu alanlar aynı zamanda sistemin bireyci yalnızlaştırıcı saldırılarına da cevap olacaktır.
5- Dünyadaki birçok örnekle beraber yaşadığımız coğrafyada beş yıllık (1975-1980) deneyimi içinde 33 şube 35 temsilcilik, 35 bin yayın dağıtımı ve 200 bin kişinin katıldığı kitlesellikte eylemler örgütleyebilmiş İKD deneyimi, sistemin saldırıları yanında feodal kalıntılarla da mücadele etmeyi başaran Kürt kadınlarının bugünkü örgütlülük düzeylerini gözönüne aldığımızda kadın mücadelesinin gelişimi açısından kadın yayınları ve eğitim çalışmalarının mücadeleyi güçlendirici etkisi görülmektedir.
Kadınların sağlık, eğitim, ideolojik, örgütsel ya da bireysel her türlü gündem ve sorunlarıyla ilgili eğitim çalışmaları acil ihtiyaçlardandır.
6- Bununla birlikte, Hindistan’daki pembe sopalı kadınlar, Dersim’de kızıl sopalılar ya da IŞİD vahşetiyle savaşmak için Rojava’da bir araya gelen Arap, Ezidi, Kürt kadınlar, Sur’da, Cizre’de kimliklerine, yaşam alanlarına sahip çıkmak için hendeklerin arkasında bekleyen kadınlar ya da Nevin’ler, Çilem’ler öz savunmanın meşruluğunu kanıtlamış, gerekliliğini göstermişlerdir. Öz savunma, fiziki saldırılara karşı spor eğitimleri almakla sınırlı değil, sistemin ideolojik, politik tüm saldırılarına karşı duracak yöntemler geliştirmek demektir.
7- Lenin, devrim için, “mutfaktan çıkmayan kadının devlet yönetmeyi öğrenmesidir” demiştir. Her haliyle erkeğe, sisteme bağlı bireyler olarak yetiştirilen kadınların ev yönetiminin dışına (onun da sınırları vardır) çıkarak politik her türlü alanda faaliyeti özgürlük mücadelesinin olmazsa olmazıdır. Bu anlamıyla özellikle Kürt kadınlarının özgül koşulları ve mücadele deneyimleri göz önüne alındığında, HDP’nin eş başkanlık sistemi yol açıcı örneklerdendir.
8- Çifte sömürü nedeniyle kadınların sanatsal eğilimleri ve yeteneklerinin sınırlandırılmasına karşı, bu yetenek ve eğilimleri geliştirecek ve hatta bunları birer propagandaya dönüştürecek planlama ve etkinlikler özgürlük yolunu kısaltmaya yardımcı olacaktır.
9- Ayrıca birlikte mücadeleyi, 8 saatten fazla olmayan iş günü, İnsanca süreli doğum izni, insanca yaşanabilecek ücret, güvencesiz çalıştırılmaya, mobinge, ucuz ve yedek iş gücü olarak görülmeye son verecek yasaların çıkartılması gibi somut taleplerin dillendirilmesi önemlidir.
Bugün gelinen aşamada kadın mücadelesi bir taraftan sistemin saldırılarına karşı mücadele ederken, diğer taraftan özgür bir yaşamın inşasına girişmek gibi zorlu bir görev ve sorumluluk altındadır.
Evet bir tarafta sömürü, savaş, şiddet ve tecavüz, diğer tarafta isyan ve direniş vardır. Evet ikisi de biziz, bizim gerçekliğimizdir. Fakat asıl mesele bunca haksızlık ve vahşete boyun eğip eğmeyeceğimiz, bu zorlu özgürlük yolunu nasıl yürüyeceğimizdir.
Emperyalizmin Ortadoğu üzerinde yarattığı paylaşım savaşı ve bu savaşın içinden çıkan IŞİD vahşetine karşı destansı bir direniş ve kazanım sağlayan Rojavalı kadınlar, bir taraftan içine erkek zihniyeti, savaşı, sömürüyü ve tabii ki IŞİD vahşetini de alan emperyalizme karşı savaşıp, diğer taraftan örgütlü mücadeleleri ve yeni bir yaşamı kurma girişimleriyle üreten, ezilen tüm kadınların umut ışığı olmuşlardır.
Kadınlar olarak kendi yaşamını değiştirme çabası önemli bir ilk adımdır. İkinci ve önemli olanı bunu diğer kadınlarla birlikte yapmak gerektiği bilincine erişmektir. Çünkü karşımızda geçmiş deneyimlerinden öğrenerek gelen, güçlenen bir sistem vardır. Çürümüştür, her yanından pislikler taşmaktadır ve domino taşı misali yıkılacaktır, fakat hiç kimse tek başına bu sistemi yok edemez. Güç olmak için birlikte hareket etmeye örgüte, örgütlenmeye ihtiyaç vardır.
Özgürlük hayal etmekle başlar ve başka bir dünya mümkündür. Kadınlar için özgür bir dünyanın adımları dün 8 Mart’ları, Paris Komünü’nü, Ekim Devrimi’ni yaratanlarda ve bugün Sur’da Cizre’de, Gezi’de barikat başındaki kadınlarda, Özgecan için sokaklara çıkan kadınlara “olmazsa silahlanacağız” diyen teyzenin kararlılığında, Havva ananın elinde bastonu kepçelerin önünde devleti sorgulayışında, tecavüzcüsünün kafasını köy meydanına atan Nevin’in ve “hep kadınlar mı ölecek biraz da erkekler ölsün” diyen Çilem’in öz savunmasında, HDP’nin eş başkanlık uygulamasında, direnen kadın işçilerin taleplerinde, 8 Mart yasaklarını delme kararlılığında, Karadenizli kadınların doğasına sahip çıkma iradesinde, IŞİD vahşetine karşı dört bir yandan bir araya gelerek savaşan kadınların gücünde, yeniyi yaratan bilincindedir.
Özgürlük ellerimizde, mücadelemizde örgütlülüğümüzdedir.
Gerilla Tanya’lardan Rosa’lara, Clara’lardan Arin’lere, özgürlük uğruna mücadele veren, zincirlerini kırmış ve kırma mücadelesi veren tüm kadınları selâmlıyor, yaşasın devrim ve sosyalizm diyorum.
Nursel Güvendir
Üniversite zulme boyun eğmeyecek ve özgürlüğü örgütleyecek!
Bunlara bağlı olarak daha cüretkar olur, korku duvarlarını daha rahat yıkarız. Gezi’de, Kobane direnişinde, Soma işgalinde bu söylediklerimizi hissettik, yaşadık. Oysa şimdi daha farklı bir dönemin içerisindeyiz. Meydanlarda çok daha az insan var, verilen emeğin karşılığını hemen görebilmek mümkün olmuyor. Mücadele ederken günlük moralimiz anlık değişimlere uğrayabiliyor, kendimize ve dünyayı değiştirebileceğimize daha az güveniyoruz. Tarihin içinde özne olduğumuzu unutup, değişimin zorluğu karşısında umutsuzluğa kapılıyoruz. İnsanlık değerleri bizim için geri sıralara düşebiliyor, bir duruma tepki vermekte atıllaşabiliyoruz.
Yaşanan bu sürecin ve bu değişimin bizlere gösterdikleri var. Evet, bunlar hissiyatlarımız ve bir miktarıyla gerçeği yansıtmakta. Fakat bu hissiyatları yaratan asıl gerçek, örgütlülüğümüzün zayıflığı. Bu durumu tek başına devletin şiddetinin artmasıyla, patlayan bombalarla açıklayamayız. Örneğin Kürdistan’da, devletin tankıyla, topuyla, JÖH’üyle, PÖH’üyle aylarca mahallelere sokulmadığı direnişler sürmektedir. Ve muhtemeldir ki Kürt halkı, dünkü mücadelesinden daha ileri noktada olan bir mücadele yürütmektedir. Bunu yapabilmesinin ana sebebi ise örgütlü bir halk olmasıdır.
Bizim içinse Gezi Direnişi’nde açıkça gördüğümüz örgütlenme ve direnişi büyütme ihtiyacımız, bugün kendini daha yakıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. İhtiyacımız olan hala örgütlülüktür; üniversitelerde, mahallelerde, fabrikalarda örgütlülüğü adım adım geliştirmemizdir. İçinde bulunduğumuz barbarlık çağında insan olarak kalabilmenin de tek yolu budur. Ensar Vakfı’nda çocuklara tecavüz edildiğinde susmamak, birileri yoksullukla alay ettiğinde cevap vermek, ona Hindistan’daki çay işçilerini hatırlatmak için; sokak ortasında kadınların bedenleri teşhir edilirken ses çıkarmak, meydanlarda ve bodrumlarda onlarca insan öldürülürken boyun eğmemek ve alışmamak için, kısacası insan kalmak için örgütlenmemiz gerekiyor. Susmamak, sinmemek tek başına sosyal medyadan ses çıkarmak değildir. Bu devletin istediği sessizliği sağlayan, güdük bir eylem biçimidir. Bu yöntem, bugün üniversitelerde barışı savunan akademisyenlerin, üniversitelerde insanlık için direnen bizlerin ne yaptığını tam olarak kavramakta ve sesimize ses katmakta eksik kalacaktır.
Bizler bulunduğumuz her alanı adım adım, ilmek ilmek, sabırla bir direniş alanı gibi örgütlemeliyiz. Biliyoruz ki bizim kendimiz dışında bir çıkış yolumuz yok; kapitalizmin çürümüşlüğünden kurtulmanın yolu kendi mücadelemizde. Bu noktada kapitalizmin kolaycı, emeksiz yaklaşımıyla savaşmanın, bunu okullarda yıkmanın yollarını bulmalıyız. Bir eylemle, bir olayla hayat hem değişir hem değişmez. Evet, belki okulumuzdaki bir eylem büyük değişimlere sebep olmayacak ama başta bizi değiştirecek ve diri tutacaktır. Aynı zamanda daha fazlasına giden yolu örecektir.
Devlet bugün üniversitelerde her gün saldırıyor ve çeşitli şekillerde baskılar uyguluyor. Bu saldırıları püskürtmeye çalışırken asıl hedefimizi -üniversitelerde kitlelerin örgütlenmesi, üniversitenin bir direniş mevzisi haline getirilmesi, yeni yaşamın nüvelerini barındıran mekanlara dönüştürülmesini- unutmamalıyız. Zaten saldırıların püskürtülmesini sağlayacak olan da bu örgütlülüktür. Bu sebeple alanımızda hangi eylemlerin örgütleyici olacağını tartışıp, hızlıca inisiyatif alarak harekete geçmeliyiz. Direniş, direnenlerin insiyatifiyle, direnmek isteyenlerin örgütlenmesiyle, insan kalma çabasıyla gelişecektir. Kimse direnişi dışardan beklememelidir. Bu sebeple herkese, kendi gücünü hatırlatmalı, birlikte eylemler örgütlemeli, direnişi hep birlikte yaratacağımızı propaganda etmeliyiz.
Ertelemeci tavırlarla doğrudan savaşmalıyız. Bugün yapılacak bir işi ertelemenin, insanlık değerlerini ertelemek olduğunun ayırdına varmalıyız. Her alanda örgütlülüğümüzü artırmalıyız. Herkesi Kaldıraç komitelerinde örgütlenmeye çağırmalıyız. Fikirlerimizi taşıyan dergimizi, gazetemizi daha fazla insana ulaştırmalıyız ve buradaki fikirler üzerine tartışmalar yürütmeliyiz.
Akademisyenlerimizin bildirisi üniversitelerde insanlık onurunun, insanlığın değerlerinin savunulmasına bir yol açmıştır. Bizler de bu yolda daha fazla aşama katetmeliyiz. Üniversitelerde geniş katılım sağlanan ve devletin çürümüşlüğünü gözler önüne seren yaratıcı eylemler örgütlemeli, geniş kitle faaliyetlerimizi artırmalı, alana uygun müdahaleler geliştirmeliyiz. Bu müdahaleler pek çok şekilde geliştirilebilinir. Örneğin; şiir okumak ve dağıtmak, tiyatrolar hazırlamak, pankartlar asmak. Bu örnekler bizim yaratıcılığımızla ve alanın özgün koşullarına göre çeşitlendirilebilir. Önemli olan kalıcı örgütlenmeleri sağlayabilecek ve kitleleri sokağa taşıyabilecek biçimleri bulmaktır.
Üniversiteler tarihleri boyunca bir yanıyla sermayeye hizmet ederken, bir yanıyla da direnişlere ev sahipliği yapmıştır. Bulundukları coğrafyalarda hareketi yükseltmişler, hatta kimi zaman direnişi başarıya taşıyan kırılmaları yaratmışlardır. İstanbul Üniversitesi işgali, ODTÜ işgali, Sorbonne Direnişi, Politeknik Direnişi, Havana Üniversitesi bu durumun örneklerindendir. Bunlar yazılmış tarihlerdir. Fakat bugün biz yeni bir tarihi ellerimizle yazıyoruz. Hayatımızın her alanında bunun bilincinde olarak hareket etmeli, üniversitemize bu gözle bakmalıyız. Hocalarımızla ve arkadaşlarımızla beraber geliştireceğimiz direnişlerle, bu tarihe üniversitenin özgürleştiğini yazacak olan bizleriz. Bu yüzden herkesi bu tarihin, bu direnişin bir parçası olmaya çağırıyoruz.
Umut Günaçan
Başka bir dünya mümkün: Nasıl bir üniversite? -2-
Sosyalist bir toplumda üniversitenin şekillenişi üzerine tartışmalar yürüteceğimiz yazımızda, her ne kadar anlatımı netleştirmek açısından konuları başlık başlık ayırmış olsak da, bunların bir bütün ve çoğu zaman iç içe olduğu unutulmamalı, konular bu gözle değerlendirilmelidir.
Üniversitenin amacı:
Sosyalist bir toplumda üniversiteyi tasvir edebilmek için kurumun örgütlenişi üzerinde durmak önemlidir. Günümüzde devlet merkeziyetçiliği üniversitenin her alanında kendini hissettirmektedir. Rektör merkezden atanmakta, müfredatlar önceden belirlenmekte, girişler merkezi sınavlarla sağlanmakta, YÖK yönetmelikleri uygulanmakta vb. Bunun nedeni açıktır: devlet üniversite kurumunu bilim üretmek için değil, sermayeye insan yetiştirmek ve ideolojisini geliştirmek/ yaymak için kullanmaktadır. Ancak sosyalist bir toplumda üniversitenin amacı bilim üretmek ve bu bilimi toplumsallaştırmaktır.
İdari örgütleniş:
Üniversitenin idari örgütlenişinde, aynı diğer kurumlarda olması gerektiği gibi kararlar kurumun bileşenleri tarafından alınmalı ve uygulanmalıdır. Bu noktada akla gelen ilk örgütlenme öğrencilerin ve üniversite emekçilerinin tabandan komitelerle örgütlenmesidir. Yani her bölümün kendi komitesinin olması, bu komitelerden ortak bir fakülte komitesinin oluşturulması; fakülte komitelerinden ise genel üniversite meclisinin oluşturulup meclis içerisinden bir yürütme komitesinin çıkarılmasıdır. Üniversite bileşenleri öğrenciler ve üniversite emekçileri olmak üzere iki kanattan oluşmaktadır. Akademisyenler ve işçiler emekçiler kanadını oluşturmaktadır. Bütün bileşenlerin iradelerinin ayrı ayrı komitelere yansıtılabilmesi açısından, sayıca fazla olan öğrencilerin temsilci sayısı da aynı oranda fazla olmalıdır.
Üniversite-devlet ilişkisi, üniversite-politeknik ayrımı:
Akla gelen bir diğer nokta ise üniversitenin devletle olan ilişkisidir. Sovyet örneğinde her fakülte yahut enstitü bir komiserlik ile ilişki halindedir ve üniversite bir bütün olarak maarif komiserliğine bağlıdır. Burada kaynaklarımız yetersiz olmakla birlikte maarif komiserliğine bağlılıktan anlaşılan kurumun genel bütçesi ve denetimidir. Tek tek komiserliklere bağlılıktan anlaşılan ise o fakültenin ya da enstitünün araştırma yöneliminin veya önceliğinin devletin pratikteki ihtiyaçlarına göre belirlenmesi ve bu doğrultuda bir program oluşturulmasıdır. Şüphesiz üniversitenin, bilhassa daha sosyalizmin dünyaya tam olarak egemen olamadığı dönemlerde, devletin ihtiyaçlarına cevap vermesi elzemdir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi üniversitenin amacı bilimi üretmek ve toplumsallaştırmaktır. Politeknikler ise toplumun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla geliştirilebilecek kuruluşlardandır. Politeknikler bir yandan pratik ihtiyaçların karşılanmasını ve bilimdeki ilerlemenin hayata geçirilmesini hızlandıracak ve kolaylaştıracak bir araç olacakken, bir yandan da teoriyle pratiği birleştirerek çok yönlü gelişimin önünü açacaktır. Bu özelliğiyle politeknikler, zihinsel ve bedensel çalışma arasındaki ikiliği ortadan kaldıracak, kafa-kol emeği ayrımını sönümlendirecek adımlardan biri olarak görülebilir. Kanımızca fizik, kimya gibi doğa bilimleri yahut bu bilimlere yardımcı matematik, geometri gibi yöntemler üniversitenin çalışma alanına girerken bu bilim ve yöntemlerin pratikte kullanıldığı mühendislik dalları politekniğin çalışma alanına girmelidir. Neticede bilim üniversite öncülüğünde ilerlerken toplumun pratik ihtiyaçlarına politeknik cevap verecektir. Devletin bu süreç içerisinde nasıl konumlanacağı, kurumun bütçesinin nasıl karşılanacağı, devlet ve üniversite meclisinin bu konular üzerine yetki düzeyleri üzerinde durulması gereken noktalardandır.
Üniversite öğrencilerinin ve emekçilerinin genel örgütlenişi:
Başka bir husus ise tüm üniversite öğrencilerinin ve emekçilerinin örgütlenişidir. Bu da öğrenci federasyonları ve emekçi sendikalarıyla mümkündür. Bu mekanizmalar aracılığıyla öğrenciler diğer üniversitelerin öğrencileriyle; emekçiler de diğer üniversitelerin emekçileriyle sürekli bir bütün halinde hareket edebilecektir. Bu düzeyde bir örgütlülük bütün üniversite meclislerinin ortak bir meclis oluşturmasını da olanaklı kılmaktadır. Böylece her bölüm, her fakülte kendi komitesiyle kendini yönetebilecek kapasiteye sahip olacak aynı zamanda tüm fakülteler ve üniversiteler genel bir işbirliği içerisinde işleyebilecektir.
Üniversiteye giriş:
Günümüzde üniversiteye girmek isteyen birisi yarış atı muamelesi görmekte, milyonlarca kişi arasından rakiplerini alt ederek seçilmeye çalışmaktadır. Bu, bir yandan sistemin açmazlarının doğal bir sonucuyken diğer yandan özellikle körüklenmek istenen bir durumun yansımasıdır: Kişileri bireysel hırsla donatarak birbirine rakip haline getirmek ve sermayeye hizmeti insanlara mükâfat gibi sunmak. Sosyalizmle birlikte üniversitenin bir ayrıcalık olarak görülmesi durumu da ortadan kalkmalı, her isteyen üniversite eğitimi alabilmeli, bilimle ileri düzeyde ilgilenebilmeli ve üniversitenin imkanlarından faydalanabilmelidir. Kaynakların sınırlılığı, merkezi planlamanın henüz yeterince mükemmelleşmemesi gibi durumlar, özellikle sosyalizmin ilk dönemlerinde bu zaruriyetlerin gerçekleşmesinin önünde engel oluşturabilir. Koşullar çerçevesinde bu duruma uygun çözümler geliştirilmelidir. Burada son derece önemli olan nokta, üniversite eğitimi almanın sosyal ve ekonomik bağlamda bir ayrıcalık olmaktan çıkarılmasıdır.
Kolektif hayat:
Tıpkı sosyalist toplumun diğer alanları gibi üniversiteler de kolektif hayatı örme ve kolektif bilinci bünyesindeki insanlara taşıma sorumluluğu altındadır. Kolektif hayat kendini barınma, beslenme ve üniversitenin günlük işlerinin örgütlenişi alanlarında rahatça hissettirebilir. Üniversiteye mensup herkes için barınma ve beslenme imkanları devlet tarafından sağlanmalı, bütçeler ayrılmalıdır. Ancak bu durumdan anlaşılan bu ihtiyaçların üçüncü kişiler tarafından sağlanacağı olmamalıdır. Bu olguların devamlılığı üniversite bileşenlerinin kolektif iradesine bağlı olacaktır. İradelerin somutlaşması ise yine komiteler vasıtasıyla sağlanacaktır. Üniversite üyeleri belirli bir sistematik ve dönüşüm içerisinde barınma ile beslenmeye dair devamlılığı sağlamalı ve üniversitenin temizlik gibi günlük işlerini çözmelidir. Üniversiteler aynı zamanda yaratılmaya çalışılan yeni insana dair kişilik özelliklerinin sağlamlaştırılacağı alanlar olmalıdır. Üniversitedeki kolektif hayatın içerisinde, küçük yaşlardan itibaren kazanılmaya başlanılan emeğe yaklaşım, sorumluluk bilinci, toplumsallığının farkında olma, özneleşebilme, sosyalizme komünizmden bakabilme gibi özellikler kişiyle bütünleştirilmelidir. Aynı zamanda üniversitenin her alanında toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini ortadan kaldırmak amaçlanmalı, kolektif yaşam içerisindeki iş bölümlerinde, temsiliyetlerde, ilişkilerde buna yönelik tutumlar alınmalıdır.
Akademisyen-Öğrenci ilişkisi, mekanın örgütlenişi, teknoloji kullanımı:
İnanıyoruz ki öğrenecek bir şeyi olmayanın öğretecek bir şeyi de olmaz. Kuracağımız üniversiteler de bu fikri merkeze almalı, öğretenler her daim öğrenmeye açık olmalıdır. Öğreten ve öğrenen pozisyonları hem akademisyenler hem de öğrenciler tarafından doldurulmalıdır.
Günümüzde hemen her üniversite yüksek duvarlarla yahut tel örgülerle çevrilerek üniversiteyle toplumun geri kalanı arasına kalın çizgiler çekilmekte; sınıfların ve amfilerin düzenlenişi öğreten ve öğrenen arasındaki ayrımı ortaya koymaktadır. Sosyalist toplumda üniversitenin amacı bilim üretmek ve bilimi toplumsallaştırmak olduğundan üniversitenin mekânsal örgütlenişi de bu amaca göre şekillenmek zorundadır. Örneğin, bir yaşam alanının ortasındaki küçük bir duvarın bile oradaki bireylerin kuracağı ilişkileri, iletişim düzeylerini etkileyeceğini tahmin etmek zor değildir. Üniversiteyi dünyanın geri kalanından ayıran dış duvarlar ortadan kaldırılmalıdır. Sınıflar öğrencilerin sürece aktif katılımının sağlanabileceği hale getirilmeli, hatta sınıf dışında amaca uygun alternatifler geliştirilmelidir. Bilinmektedir ki Platon “derslerini” zeytinlikte, Aristo ise “derslerini” yürüyerek işlemektedir. Hangi yöntemin daha verimli/etkili olacağı pedagojinin tartışması olmakla birlikte mevcut “ders” örgütlenişinin tek yol olmadığı kesindir. Bilim üretimine ve öğrenme sürecine katkıda bulunabilecek teknolojiler geliştirilmeli ve üniversite eğitimi bu teknolojilerin eşliğinde gerçekleştirilmelidir. Bu noktalarda olması gerekeni tartışırken önemli olan amacımızın ne olduğudur. Eğer amaç belirlenirse araç da ona göre saptanır. Kapitalizmin amacı bilimi sermayenin hizmetine sunmaktır ve üniversite bu amaca uygun örgütlenmiş bir araç konumundadır. Sosyalizmde ise amaç bilimi insanın ve doğanın hizmetine sunmaktır. Doğal olarak üniversitenin örgütlenişi de bu çizgide olmalıdır. Mekanın ve günlük yaşamın örgütlenişi gerçekleştirilirken ekoloji de önemle ele alınması gereken bir konudur. Nasıl kapitalizm kar uğruna doğayı hiçe sayıyor, kendi aralarında imzaladıkları anlaşmaları bile çiğniyorsa; sosyalizm de doğayı en ön planda tutarak yaşanabilir dünyayı mümkün kılmalıdır. Bilimi bu yönde geliştirmek, aynı zamanda geri kalan alanları olduğu gibi üniversiteleri de ekolojik ilkeler doğrultusunda şekillendirmek gereklidir. (Bu doğrultuda yapılacak üretim ve tüketim, geri dönüşümün yaygınlaştırılması, üniversite içerisinde ihtiyacın bir kısmını karşılayabilecek tarım alanlarının oluşturulması vb.)
Bilimsel yöntem, uzmanlaşma:
Yukarıda da belirttiğimiz gibi sosyalizmde üniversite bilimi esas almaktadır. Burada bilimden anladığımız fizik, kimya, biyoloji, tarih, antropoloji, sosyoloji gibi doğa bilimleridir. Bu bilimler şüphesiz komünizme giden yollarda birleşecek ya da farklı başlıklar altında toplanacaktır ancak burada tartışmasını genişletmek istediğimiz konu bu değildir. Tartışmak istediğimiz bilimsel öğrenimin nasıl bir sistematik içinde gerçekleşeceğidir. Bütün bilimler kendisini ilerletebilmek için yöntemler kullanırlar. Bundan dolayı üniversite öğrenimi yöntem ile başlamalıdır diye düşünüyoruz. Matematik, mantık gibi yöntemlerin ardından bilimsel öğrenime geçilmesi bilimi ele alışımız açısından rasyoneldir. Nasıl bir müfredat izleneceği, üniversitelerin hangi fakülte ve enstitülere ayrılması gerektiği gibi konular ise başka bir yazıda ele alacağımız geniş kapsamlı tartışmalardır. Bilimsel öğrenimde üzerinde duracağımız bir diğer nokta uzmanlaşmadır. Hiçbir şey tek bir şeyin nedeni olamayacağı gibi tek bir şeyin sonucu da olamaz, her şey birden çok şey ile ilişkili olmak zorunda yani her şey her şeyle ilişkili olmak zorundadır. Bu sebeple uzmanlaşmanın bakış açısını daralttığını, insanı kimi açılardan körelttiğini düşünüyoruz. Bu sebeple üniversiteler uzmanlaşmayı ortadan kaldırma hedefi doğrultusunda adımlar geliştirmelidir. Ayrıca anadilde eğitim bir ilke haline getirilmeli, imkanlar bu doğrultuda zorlanmalıdır.
Diyalektik materyalizmin üniversite öncesi dönemlerden itibaren her bireye aktarılması gerektiği kanaatindeyiz. Üniversitelerde ise diyalektik metodun kullanılması, yeni öğretim metotlarının ve bilimsel yöntemlerin geliştirilmesinin önünü açacaktır.
Sonuç olarak, sosyalist toplum her açıdan komünizmden bakarak örgütlenmeli, komünist toplum hedefi doğrultusunda şekillendirilmelidir. Üniversiteler bu bağlamda ele alınmalı, yeni insanın ve yeni bir toplumun yaratılmasına her açıdan katkı sunmalıdır.
Yukarıdaki tartışmalarımız kesin sınırlar çizmek değil, konu hakkında fikir yürütmek, tartışmaların derinleştirilmesini teşvik etmek amacı taşıyor. Elbette ki kuracağımız toplumda, üniversiteler de somut ve öznel koşulların etkisi altında şekillenecek. Ancak bugünden bu tartışmaları yürütmek, bir yanıyla mücadelesini verdiğimiz yaşamı somutlayarak bugünü örmeye yardımcı olurken bir yanıyla da yarına hazırlık amacı taşımaktadır. Bu yüzden sizleri de yazılarınızla tartışmalara katkı sunmaya ve yeni tartışmalar açmaya çağırıyoruz.
Mehmet Eroğlu – Seda Güneş
Silahlı saldırıya uğrayan Edirne HDP İl Örgütü’ne destek ziyareti
Yapılan saldırıların sonrasında HDP İstanbul Milletvekili Erdal Ataş ve Genel Merkez Yöneticileri tarafından HDP Edirne İl Başkanlığına destek ziyareti gerçekleşti.
Bizim ve HDK bileşenlerinin olduğu bu ziyarette Erdal Ataş bir konuşma yaptı. Yapılan saldırıların aslında bizim kazandığımız mevziler neticesinde gerçekleştiğini ve bunun devletin zor durumda olduğunun göstergesi olduğuna değinen Erdal Ataş, bu saldırılara karşı moral gücünün yüksek tutularak mücadele edilmesi gerektiğini vurguladı. Saldırılarla Kürt özgürlük hareketini zayıflatmanın, ortaya konulan projeleri durdurmanın, demokrasi güçlerini bozmanın ve kitleler nezdinde direnenleri kötü göstermenin hedeflendiğini; bu duruma karşı mücadele etmek gerektiğini belirtti. Konuşmasını ‘’Her newroz büyük bedeller ödenerek bizi bir adım daha öteye götürdü. Bu newroz da direnişin sesi olacak. Bizler ısrarla halklar arasındaki kardeşliği, barışı büyütmek için mücadele etmeliyiz. Asla geri adım atmamalıyız. Topyekün saldırılar karşısında topyekün direnişi örgütlemeliyiz.’’ diyerek sonlandırdı.
HDP Genel Merkez Yöneticilerinden Erkan Karabay da yaptığı konuşmada: ‘’Bizler kaybetmiyoruz. Bu algıdan çıkmalıyız. Büyük bir direniş gerçekleşiyor. Aylardır süren büyük direniş karşısında tek bir teslim bile yok. Bu büyük direniş %13’lük oy oranından daha fazla moral katmalı bize. Bizler bardağın boş tarafını görmeye alışkınız. Fakat bardağın dolu tarafı var. Bizler direnişi örgütlemeliyiz.’’ dedi.