Ana Sayfa Blog Sayfa 208

Ankara katliamında şehit düşenler 6. ayında İstanbul’da anıldı

Ankara katliamının üzerinden 6 ay geçmesine rağmen dosyadaki gizlilik kararı devam ediyor ve davanın hangi aşamada olduğuna dair bilgilendirme yapılmıyor.

Kadıköy İskele Meydanı’nda Emek ve Demokrasi Koordinasyon’nun çağrısıyla toplanan grup adına basın açıklamasını okuyan Erhan Yunus Demir, “Türkiye’yi eli kanlı örgütlerin yetiştirme kampı haline getirenlerin, tırlarla silah taşıyanların sorumluluğu yokmuş gibi MİT tırlarını haber yapan gazetecileri, barış isteyen akademisyenleri, katliamları protesto eden öğrencileri yargılıyorlar” dedi.

Kürt kentlerindeki operasyonlara da dikkat çeken Demir: “Barış diyen herkes bir torbaya doldurularak vatan haini ilan ediliyor! Bu ülkede barış isteyenler yargılanıyor ama katiller, çocuk istismarcıları korunuyor. Yaşanan katliamların hesabını veremeyeceklerse niye iktidarlar? Katliamları mı yönetecekler? Bizler Türkiye’nin bir halklar hapishanesine, bir sömürü cennetine dönüşmesine izin vermeyeceğiz! Bu nedenle burada bir kez daha bu katliamların hesabını soracağımızı, takipçisi olacağımızı haykırıyoruz!” dedi.

 

Ölümsüzleşenler Sergisi

Ayın 9’unda; 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği, ODTÜ Vişnelik Tesisleri’nde bir panel düzenledi. “10 Ekim portreler / ölümsüzleşenler” sergisinin de açılışı yapılırken, etkinliğe şehitlerin aileleri de katıldı. Kapı girişine siyah güvercinler üzerinde 10 Ekim’de yaşamını yitirenlerin isimleri asıldı.

Panel 10 Ekim’de yaralananlardan Can Ateş’in açılış konuşmasını yapmasıyla başladı. Saygı duruşunun ardından 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği Başkanı Mehtap Sakinci Coşgun konuştu.

Coşgun’un ardından söz alan KESK Eş Başkanı Şaziye Köse, TTB Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Deniz Erdoğdu ve TMMOB Başkanı Mehmet Soğancı da  emek, barış ve demokrasi için her zaman mücadele edeceklerini belirtti. Konuşmaların ardından gelen destek videolarının gösterimi yapıldı. Hukuki süreç hakkında bilgi verildi.

Panelin ikinci kısmında ‘Medyadaki karartma operasyonları’ başlığı altında İrfan Aktan ve Birgün Gazetesi yazarı Erk Acarer konuştu. Yapılan konuşmaların ardından salonda bulanan aileler söz alarak 10 Nisan’da yine Tren Garı’nda olacaklarını söylediler.

Direnisteyiz.org

Barış İçin Akademisyenler: İnsan için bilimin ve barışın mücadelesi

Serbest Bırakılma Kararı

“Bu Suça Ortak Olmayacağız!” bildirisine imza attıkları için tutuklanma talebiyle tutuklu yargılanan Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan, Yrd. Doç. Dr. Meral Camcı, Doç. Dr. Kıvanç Ersoy ve Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Kaya, 22 Nisan’daki dava sonrası tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Aynı gün Barış Akademisyenleri’nin çağrısı üzerine sabah 10’dan itibaren Can Dündar ve Erdem Gül’ün sabahki duruşmasını da içine alacak ve Barış Akademisyenleri’nin duruşması ile devam edecek biçimde düzenlenen, Çağlayan Adliyesi önündeki dayanışma eylemi ise oldukça coşkulu ve moralli geçti. Akademisyenlerin duruşması sırasında halaylarla, uçurtmalarla, müzik dinletileriyle ve sloganlarla destek olan kitle saat 19’a kadar adliyenin önünden ayrılmadı. Serbest bırakılma kararı ile beraber konuşmalar ve açıklamalar sonrasında eylem sona erdi.

 

Destek Eylemleri

“Barış talebinde ısrarcıyız.” diye açıklama yapan Barış için Akademisyenleri insiyatifi süreç içinde yapacakları eylemliliklerle alakalı planlarını şöyle sıralamıştı:

* Adli soruşturmaya uğrayan hiçbir arkadaşımızı yalnız bırakmayacak ve adliyelerde dayanışma içerisinde davaları takip edeceğiz.

* Önümüzdeki haftadan başlayarak Sur’da ve diğer yıkıma uğrayan bölgelerde akademik nöbette olacağız.

* Barış için Akademisyenler metni imzacılarının işten çıkarıldığı üniversitelerin önlerinde, sokak dersleri düzenleyerek bu üniversiteleri teşhir etmeye devam edeceğiz.

Bu ay içinde de başta üniversiteler olmak üzere birçok defa dayanışma eylemi düzenlendi. Devlet üzerinde ciddi bir baskı oluşturuldu.

Aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi ve Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde sırasıyla Esra Mungan ve Kıvanç Ersoy için karşılama eylemleri organize edildi. 22 Nisan’da tahliye kararından sonra okullarında pankartlarla ve halaylarla karşılandılar.

 

“Özgürlük Nöbeti”

Akademisyenlerin kaldığı Bakırköy, Silivri ve Metris Cezaevleri’nde 23 Mart’ta ‘Barış için Herkes’in çağrısıyla başlatılan Özgürlük Nöbeti tahliye kararına kadar devam etti.

Nöbet sırasında, özellikle belirlenen kalabalık günlerde etkinlikler düzenlendi, açık derslikler yapıldı. Birçok örgüt, kurum ve topluluk belirli günlere yoğunlaşarak nöbetin devamlılığına katkıda bulundu.

 

Dava süreci ve devletin saldırıları

Barış için Akademisyenler ile alakalı devlet soruşturmaları devam ediyor.

Mersin Üniversitesi’nde görev yapan Yrd. Doç. Dr. Mustafa Şener, Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’ne imza attıktan sonra Mersin Üniversitesi Rektörlüğü tarafından işten çıkarılmıştı. Rektörlük işten çıkarma gerekçesi olarak, Şener’in sözleşme yenilenmesiyle ilgili evraklarının rektörlüğe geç ulaştırılması olduğunu göstermişti.

Mersin 2. İdare Mahkemesi, Mustafa Şener’in açtığı davada kararını verdi ve rektörlüğün kararı hakkında yürütmenin durdurulmasına hükmetti. Mahkemenin kararında “Rektörlüğün böyle bir takdir yetkisi yoktur.” ifadesi dikkat çekti. Karar uyarınca Mustafa Şener’in 30 gün içerisinde işine iade edilmesi gerekiyor.

Kararı değerlendiren Mustafa Şener; “Sonuçta zaten haklıydık. Çok saçma gerekçeyle işten atmışlardı. Bu karar ülkemizde can çekişiyor da olsa hukukun hala biraz işlediğini gösteriyor ve biraz umut veriyor. Umarım diğer arkadaşların davalarında da benzer bir karar çıkar.” dedi.

22 Nisan’daki davada Esra Mungan’ın savunmasından bir parça ise şöyledir:

“Biz kendi ayaklarımızla ifadeye gitmemize rağmen tutuklandık. İddianamede hiçbir şey görmüyoruz böyle bir iddianameyle nasıl insan tutuklanır? İddianame biterken sadece son kısımda suçlama yer alıyor ama herhangi bir dayanağı bulunmuyor. Bizi tutuklarken hedeflenen ortamı susturmakken, insanların bize desteğiyle tam tersi olmuştur. Tutuklandığımızdan beri bize sahip çıkanların sayısı katlanmıştır.

Bizim devletin parasını yediğimizden bahsedenler sanırım tam ne yaptığımızı bilmiyorlar. Bir akademisyen olarak haftada 55, bazen 60 saatini üniversitede çalışarak geçiren bir insanım. Bu ülkeye titiz dürüst ve yaratıcı üretim yapmak üzere geleceğin potansiyel bilim insanlarını yetiştirmeye çabalayan biriyim.

Biz devlete hitap ettik, çünkü tek yasal muhatabımız devlettir. Devleti o tekmeyle devrilen masaya oturmaya geri çağırdık. Metin devlete meydan okumaktan değil, haklardan bahsetmektedir. Bu ülkede tüm baskılara rağmen 2000’in üzerinde akademisyen bir noktada ortaklaşabilmiştir. Nazi Almanyası’nda itaat etmeyen aydınların, Sartre’ların geleneğini sürdürüyoruz. O da acilen devleti barış eksenli bir politikaya davet etmektir.

Devleti ısrarla barışa davet etme hakkım bulunmaktadır. Haftalardır haksız yere tutukluyuz. İnsanların eşit olarak yaşadığı demokratik bir ülke talep ediyorum.”

 

Nobel Barış Ödülü

Nobel Barış Ödülü’ne bu yıl Türkiye’den, Barış İçin Akademisyenler’in ‘‘Bu suça ortak olmuyoruz.’’ metnine imza attığı için tutuklanan akademisyenler; Muzaffer Kaya, Meral Camcı, Esra Mungan ve Kıvanç Ersoy gösterildi.

Nobel Barış Ödülü Oslo’daki Norveç Nobel Komitesi tarafından veriliyor. Bu komitenin üyeleri Norveç parlamentosu tarafından seçiliyor.

Dünyada 1 Mayıs

Küba

Küba İşçi Federasyonu’nun (CTC) 130 binden fazla üyesi, 25 Nisan’da Artemisa’daki etkinliklerle 1 Mayıs kutlamalarını başlattı.

İl yönetimi tarafından yapılan çağrıya 3 bin 500’den fazla sendikanın katıldığı belirtilirken, kutlamalar iş yerlerinin süslenmesi ile başladı.

CTC İl Genel Sekreteri Eduardo Antonio Chiong, yaptığı konuşmada; “Bizi harekete geçiren çok fazla sebebimiz var. 1 Mayıs’ın ön günleri, Devrime olan desteğimizi güçlü bir şekilde göstermek, Devrim önderinin 90. doğum gününde ona hediye sunmak ve farklı tarihleri anmak için fırsattır. Gün sorumluluk ve çalışma günüdür, 7. Kongreden çıkan kararları destekleme günüdür.” ifadelerini kullandı.

CTC Genel Sekreteri Luis Castanedo daha önce yaptığı açıklamada Kübalı işçilerin 1 Mayıs kutlamalarında, Küba Komünist Partisi’nin 7. Kongresinde çıkacak kararları ve Küba Devrimi’ni selamlayacaklarını ifade etmişti.

Küba’daki kutlamaların merkezi başkent Havana oldu. Havana’da on binlerce kişinin katıldığı kutlamalara Devlet Başkanı Raul Castro da eşlik etti. ‘Yaşasın sosyalizm’ sloganı atan Kübalılar, ellerinde hem Ernesto ‘Che’ Guevara hem de Küba’nın efsanevi lideri Fidel Castro’nun resimlerini taşıdı.

 

Venezuela

Venezuela halkı, bu senenin 1 Mayıs’ını, Maduro tarafından açıklanan asgari ücret zammıyla birlikte karşıladı.

1 Mayıs’tan hemen bir gün önce, asgari ücreti %30 arttırarak ayda 1,505 dolara yükselttiklerini açıklayan Maduro, bu sayede ülkesindeki sağcı muhalefet cephesinin işçi sınıfına karşı yürüttüğü ekonomik savaşla mücadele edeceklerini belirtti.

“Canavar ruhlu kapitalizme karşı birleşmiş işçi sınıfı”

Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, 1 Mayıs’ta yaptığı açıklamada ise yine işçilere seslendi. Ülkesindeki sağcı muhalefetin “canavar ruhlu kapitalizmi” tekrardan canlandırmak istediğini belirten Maduro, muhalefetin saldırılarına karşı işçilerin haklarını korumaya ve daha iyi ücretler için yürüttükleri mücadelelerine devam etmeleri çağrısında bulundu.

Darbelerden emperyalist saldırganlığa, kirli kampanyalardan ekonomik sabotajlara kadar her türlü komplo ile karşılaştıklarını belirten Maduro, bunları defetmek için, “İhtiyacımız olan, oligarşiyle mücadele etmek üzere birleşmiş bir işçi sınıfı.” şeklinde konuştu.

Hatırlanacağı üzere Venezuela’daki sağcılar, gerçekleşen son seçimlerde ülkedeki meclis çoğunluğunu sağlamış ve bunun hemen ardından, 2013 yılında seçilmiş olan Maduro’yu başkanlıktan indirme çalışmalarına başlamışlardı.

“Venezuela halkı ABD’nin emperyalist politikalarına izin vermeyecek”

Venezuela’da işçi sınıfı ve emekçiler, her sene olduğu gibi bu senede Bolivarcı Devrim’in kazanımlarını savunmak ve daha da ilerletmek için ülkenin başkenti Caracas’ta toplandı. Venezuela’daki 1 Mayıs’ta bu sene aynı zamanda ABD’nin müdahaleci politikaları da lanetlendi. 1 Mayıs eylemlerinde konuşan Maduro, emperyalizmin, yürüttüğü saldırılarla Venezuela üzerinde kaybettiği hakimiyetini yeniden kazanmak ve böylelikle Venezuela halkını sömürmeye devam etmek istediğini belirtti. Maduro son olarak, 1 Mayıs eylemlerinin, Venezuela halkının ABD’nin emperyalist politikalarına izin vermeyecek iradeyi ortayı koyduğunu ifade etti.

 

Almanya

Alman Sendikalar Birliği’nin (DGB) çağrısıyla bu yıl “Dayanışma Zamanı” sloganıyla yapılan 1 Mayıs gösterilerine 400 bine yakın emekçi katıldı. Ülke genelinde 400’den fazla gösteri yapılırken, merkezi gösteri Stutturtgart’ta yapıldı. Özellikle TİS sürecinde olan metal işçilerinin eyleme yoğun  katılımı oldu. Eylemlerde; Almanya’ya gelen sığınmacılarla dayanışma, daha fazla ücret, insanca çalışma koşulları, ırkçılığa karşı mücadele talepleri öne çıktı.

Gece geç saatlerde başlayan kutlamalar sırasında çeşitli gruplar arasında meydana gelen çatışmalarda 1 kişinin hayatını kaybettiği ve çok sayıda kişinin gözaltına alındığı bildirildi. Öte yandan Bochum, Plauen, Erfurt ve Zwickau kentlerinde neonaziler 1 Mayıs gösterilerine saldırdı, mitingleri iptal ettirmeye çalıştı.

Fransa

İş yasa tasarısına karşı aylardır mücadele içinde olan Fransız emekçileri ve gençliği 1 Mayıs’ta da kitlesel olarak sokaklardaydı.

Fransa’da 2016 1 Mayıs’ı, son iki aydır gerçekleşen genel grev ve gösterilerden sonra son yılların en kitlesellerindendi. Uzun yıllardır sendika merkezleri, 1 Mayıs kutlamalarına özel bir önem vermiyorlardı. FO Sendikası kendi başına ayrı; CGT, FSU ve Solidaires Sendika’larının yanı sıra birçok dernek de ayrı gösteri yapardı. Kitleselliği açısından en büyük ikinci sendika olan CFDT ise yürüyüşlere katılmaz, “sembolik” kutlamalar gerçekleştirirdi. Bu yıl birlikte yürüdüler.

Bastille Meydanı’nda toplanan binlerce göstericinin başlattığı yürüyüş, bazı eylemcilerle polis arasında çıkan gerginliklerden dolayı polis tarafından durduruldu.

Polis, eylemcileri, Diderot Bulvarı yakınlarında biber gazı sıkarak engelledi. Polis karşıtı sloganlar atan ve Nation Meydanı’na kadar gitmek isteyen göstericiler, güvenlik güçlerine patlayıcı maddeler fırlatarak polis barikatını aşmaya çalıştı. Çok sayıda gözaltı yaşandı.

 

İngiltere

İngiltere’nin başkenti Londra’da, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kentin ünlü Trafalgar Meydanı’nda kutlandı.

Birleşik Krallık’ın farklı bölgelerinden Londra’ya gelen binlerce kamu ve özel sektör çalışanı, işçi sendikaları üyeleri, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, öğrenciler ve emekliler, yürüyüş öncesinde Londra’nın Clerkenwell Bölgesi’nde toplandı.

Son 50 yıldır ilk defa 1 Mayıs etkinliğine katılan ana muhalefetteki İşçi Partisi’nin lideri Jeremy Corbyn de Clerkenwell’e gelerek, yürüyüş başlamadan katılımcılara seslendi. Corbyn, burada yaptığı konuşmada, Ulusal Sağlık Hizmetleri’nde (NHS) yaşanan sorunlar, iş yerlerinde yaşanan ırkçı olaylar, sendikaların çalışmaları ile İşçi Partisi’ndeki gelişmelere değindi. 1 Mayıs’ı uluslararası bir dayanışma günü olarak tanımlayarak, bu günü, ‘işçilerin bazı şeyleri değiştirebilme gücüne sahip olduğunu kavrama günü’ olarak nitelendirdi.

Konuşmanın ardından kitle, pankartlar ve sloganlar eşliğinde Trafalgar Meydanı’na yürüdü.

 

İspanya

20 Aralık genel seçimlerinden beri yeni hükümet kurma girişimlerinin ülke gündemini belirlediği ve kriz ortamında, İspanya’da işçi ve emekçiler ülke genelinde 76 bölgede sokaklara çıkarak 1 Mayıs’ı kutladılar.

İspanya, Yunanistan ile Avrupa’da işsizliğin en yüksek olduğu ülkelerin başında gelmeye devam ediyor. Eurostat’ın verilerine göre, Avrupa’da işsizliğin en yüksek olduğu 10 bölgeden 6’sı İspanya’da, 4’ü Yunanistan’da bulunuyor. Son 5,5 yıldır işsizlik oranının yüzde 20’nin üzerinde.

Publico Gazetesi eylemler için “son yılların en politik 1 Mayısı” değerlendirmesini yaptı. Gazete, CCOO ve UGT Sendika’larının çağrısıyla on binlerce emekçinin yürüyüşlere katıldığını yazdı. İspanya 1 Mayıs’ının sloganı “Ücret yoksulluğuna ve toplumsal yoksulluğa karşı iş ve haklar için” oldu. Eylemlerde kemer sıkma politikaları, ücretlerdeki erime ve son yıllarda hayata geçirilen neoliberal iş reformları protesto edildi.

 

Rusya

Başkent Moskova’daki Kızıl Meydan’da gerçekleşen 1 Mayıs kutlamalarına 100 binin üzerinde kişi katıldı. Rusya Bağımsız Sendikalar Federasyonu’nun organize ettiği kutlamalara iktidar partisi Birleşik Rusya da destek verdi. Yürüyüşe katılanlar, ellerindeki bayrak ve balonlarla renkli görüntüler oluşturdu. Yürüyüşte hükümetten, işçilerin maaşına zam ve emeklilik yaşının artırılmaması gibi taleplerde bulunuldu. 1 Mayıs için Rusya Komünist Partisi de geniş katılımlı bir miting düzenledi.

Kazakistan

Kazakistan’daki 1 Mayıs kutlamaları çerçevesinde yemek sergisi de düzenlendi. Bayram kutlaması kapsamında etnik grupların açtığı yemek sergisine de izleyiciler ilgi gösterdi.

Başkent Astana’daki Kazak Eli Meydanı’nda milli giysilerini giyen etnik gruplar ile yerel şarkıcılar konser verdi.

Avusturya

Avusturya’nın başkenti Viyana’da, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü dolayısıyla yürüyüş düzenlendi. İktidardaki Avusturya Sosyal Demokrat Parti (SPÖ) tarafından düzenlenen 1 Mayıs yürüyüşü, Opera Binası önünden başladı. Ring Caddesi’ne çıkan binlerce kişi, Viyana Belediyesi’ne yürüdü. Yürüyüşe, Avusturya Başbakanı Werner Faymann, Meclis Başkanı Doris Bures, Viyana Eyalet Başkanı Michael Haupl, bakanlar, milletvekilleri ve çok sayıda vatandaş katıldı.

Renkli görüntülerin oluştuğu yürüyüş, belediye binası önünde düzenlenen kortejle son buldu. Yürüyüşe, bazı sosyal demokrat partililer ellerinde “Werner doğru yoldasın” yazan pankartlarla gelirken, muhalifler ise “İstifa et” ve “Şimdi kongre zamanı” yazan pankartlar açtı. Avusturya’da cumhurbaşkanı seçiminin ilk turunda ırkçı Avusturya Özgürlük Partisi FPÖ’nün oy patlaması yapması, yükselen ırkçılığın ve toplumsal kutuplaşmanın arttığına işaret ediyordu.

 

Tunus

Tunus Genel İşçi Sendikası’nın (UGTT) başkentteki merkez binası önünde 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü dolayısıyla düzenlediği gösteriye binlerce kişi katıldı.

 

Bosna Hersek

Bosna Hersek’in Mostar şehrinde 1 Mayıs kutlamaları kapsamında ilginç bir gelenek uygulandı. Mostar’daki “Hırvatistan müziği” orkestrası, sabahın erken saatlerinde “İşçi bayramı kalk borusu” çalarak vatandaşların 1 Mayıs’ını kutladı.

 

Hırvatistan

Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’de de Bağımsız Sendikalar Birliği tarafından “Kazançsız halk” sloganıyla miting düzenlendi. Vatandaşlar pankartlarla Zagreb sokaklarında yürüdü.

 

Çin

Uzak Doğu ülkelerinde de 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlanmaya başlandı. Filipinler, Malezya, Güney Kore’de geniş çaplı kutlamalar yapılırken Çinliler 3 günlük İşçi Bayramı tatilinde seyahat etmeyi tercih etti.

Çin’de İşçi Bayramı tatili 3 gün olarak belirlenirken, halk, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da tatili yurtiçi ve yurtdışı olarak seyahate çıkma fırsatına çevirdi.  Salı gününe kadar sürecek tatil nedeniyle karayolu ulaşımının yanı sıra tren istasyonu ve havalimanlarında yoğunluk yaşanması ve ülkenin belli başlı turistik merkezlerinin dolup taşması bekleniyor.

Mao Zıdong’un “dönemin feodal rejimine verdiği savaştan” galip çıkarak 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurmasından bu yana “Laodongcie”ye (İşçi Bayramı) Çin’de büyük bir önem veriliyor. Ancak ülkede dışa açılımın mimarı Dıng Şiaoping’ın ardından 1 Mayıs görkemli bir şekilde kutlanmıyor ve kitlesel bir etkinliğe sahne olmuyor.

 

Tayvan

Tayvan’ın başkenti Bangok’ta sendikalar öncülüğünde düzenlenen 1 Mayıs yürüyüşünde işçiler, hükümetin iş saatlerini düşürmesini ve ücretleri yükseltmesini talep ettiler. Gençler için tam zamanlı ve düzgün ücretli iş bulmanın giderek zorlaştığı ülkede, dışa bağımlı ekonomideki sıkıntılar da emekçilerin geçimini etkiliyor. Tayvan Petrol İşçileri Sendikası üyesi genç bir işçi, şirket kârları her yıl artarken işçi ücretlerinin yükselmediğine dikkat çekerek; “Son on yıldır, asgari ücrette bir ilerleme olmadı, işçi hakları inkar ediliyor. Bu nedenle işçi gününde hükümeti protesto ediyoruz, haklarımız için mücadelede kararlıyız.” açıklaması yaptı.

 

Bangladeş

Kölelik koşullarında çalıştırılan ve son yıllardaki iş kazalarında binlerce işçinin can verdiği tekstil cehennemi Bangladeş’te, başkent Daka’da sokağa çıkan işçiler insanca çalışma koşulları istedi. Talepler arasında ücretlerin yaşanabilecek düzeye çıkartılması, işyerlerinde güvenlik önlemlerinin alınması ve sanayi sektöründe sendikalaşmanın önündeki engellerin kaldırılması vardı.

 

Kamboçya

Başkent Phnom Penh’de bin kadar Kamboçyalı işçi ücretlerine zam ve daha iyi çalışma koşulları istedi. Katılımcıların çoğunun tekstil işçisi ve ayakkabı işçisi olduğu yürüyüş Ulusal Meclis’e kadar sürdü. Burada yapılan açıklamada konuşan Kamboçya Emek Konfederasyonu Başkanı Ath Thorn, hükümete tekstil ve ayakkabı işçileri için asgari ücreti aylık 207 dolara çıkartması çağrısı yaptı. Asya ülkesi Kamboçya’da 1007 tekstil ve ayakkabı fabrikasında 754 bin işçi çalışıyor ve asgari ücret 140 dolar kadar.

 

Güney Kore

Güney Kore’de on binlerce işçi, hükümetin çalışma yaşamında esneklik öngören tasarısına karşı ve asgari ücretin arttırılması talebiyle, başkent Seul’da sokaklara çıktı. Belediye binasının önündeki alanda yapılan gösteriye 30 bin işçi katıldı. Yeni tasarının işten atmaları kolaylaştıracağını söyleyen işçiler, “Kahrolsun kolay işten çıkarma!”, “Çalışma hakkımızı koruyalım.”, “Şeytan tasarıya karşı birlikte mücadele edelim.” sloganları attı. İşçiler ayrıca saatlik asgari ücretin 6 dolardan 8,73 dolara yükselmesini istedi.

 

Endonezya

Endonezya’da işçiler yaşam koşullarını iyileştirecek ücret talebiyle 1 Mayıs’ı kutladı.

Ülkede 111 milyon işçinin yarısı oldukça kötü koşullarda çalışıyor. Başkent Cakarta’daki 1 Mayıs yürüyüşünde binlerce işçi hükümetin asgari ücreti yükseltmesini talep eden sloganlar attı.

 

İsviçre

İsviçre’de 1 Mayıs 50’ye yakın kentte kutlandı. Zürih’te on binden fazla işçi ve emekçi 1 Mayıs miting alanını doldurdu. İsviçre’de emeklilik yaşının yükseltilmesi, emeklilik maaşlarına yönelik saldırılar içeren reform paketlerine karşı sokağa inen işçi ve öğrencilerin birlikte katıldığı miting ve yürüyüşler, birçok kentte kitlesel oldu.

Sendikalar, 1 Mayıs’a gerekli önemi göstermemiş ve katılımı örgütleme konusunda yeterli çalışma yapmamış olmasına rağmen, son zamanlarda gündeme gelen toplu işten atmalar gibi saldırılar nedeniyle sendika tabanlarının, kendi inisiyatifleri ile 1 Mayıs’a geçmiş yıllardan daha yüksek katılım göstermeleri 2016 1 Mayıs’ının karakterini belirledi.

Her gün 1 Mayıs, her gün kavga!

Ankara 1 Mayıs Faaliyetleri

AKA-DER Kızılay Şube Halklar Faaliyeti; Sebahat Tuncel, Vedat Kara ve Tekin Üstündağ’ın konuk olduğu “Zalimlerin Kirli Savaşına Boyun Eğmeyeceğiz, Barış, Kardeşlik, Özgürlük Halkların Ellerindedir” isimli 1 Mayıs söyleşisini gerçekleştirdi. 24 Nisan

Batıkent’te 1 Mayıs standı açılarak bildiri dağıtılıp 1 Mayıs’a çağrı yapıldı.

24 Nisan

Batıkent İlkyerleşim Mahallesi Halk Pazarı’nda 1 Mayıs bildirilerimizi dağıttık ve 1 Mayıs’a çağrı konuşmaları yaptık. Pazar esnafının güzel tepkileri ile karşılandık

25/04/2016

 

AKA-DER Dikmen Şube 1 Mayıs’a Çağrı Konseri Gerçekleştirdi

Ankara AKA-DER Dikmen  Şube  “Korkmuyoruz, Sinmiyoruz, Boyun Eğmeyeceğiz. Örgütlü Güç ile Kazanacağız” şiarıyla Dikmen Mahsuni Şerif Parkında yerel sanatçı Serdar Çakmak ve Malik İnci’nin katılımıyla 1 Mayıs’a çağrı konseri gerçekleştirdi.

Aşık Mahsuni Şerif parkında düzenlenen ve yaklaşık 150 kişinin katıldığı konser 1977 Taksim 1 Mayısı’nda yitirdiğimiz işçi kardeşlerimiz ve devrim yolunda, özgürlük mücadelesinde yitirdiğimiz yoldaşlar adına saygı duruşu ile başladı.

AKA-DER adına yapılan konuşmada Dikmen Şube temsilcisi çürümüş düzene karşı birlik olma ve örgütlenme çağrısı yaparak herkesi 1 Mayıs’ta AKA-DER’le alanda olmaya davet etti.

Konser “1 Mayıs tüm bu çürümüşlüğe, ahlaksızlığa karşı mücadeleyi büyüttüğümüz, katillere cevap verdiğimiz gündür ve Dikmen halkını bugünü birlikte örmeye, büyütmeye çağırıyoruz. Sen istersen dünya değişir, sen istersen zafer yakındır” denilerek 1 Mayıs’a çağrı ile bitirildi. Konser 10 Ekim Ankara katliamında, patlama öncesi gençlerin çektiği “Bu Meydan Kanlı Meydan” halayı ile son buldu. Etkinlikte sık sık “Her Gün 1 Mayıs Her Gün Kavga!” sloganı atıldı.

24 Nisan

İşçi cinayetinde katledilen inşaat işçisi Duran Baysal anısına, yaklaşan 1 Mayıs için Bahçelievler’de Çalışma Bakanlığı’nın karşısına yazılama yapıldı.

 23 Nisan

‎Ankara Kızılay’da, Sakarya Caddesi, İzmir Caddesi, Güvenpark, Meşrutiyet, Karanfil Sokak, Konur Sokak, Yüksel Caddesi, Selanik Caddesi ve Ziya Gökalp Caddesi’nde Kaldıraç, AKA-DER, DHF, ESP, SODAP, Partizan, EHP, Alınteri ve Devrimci Parti üye ve okurları “Polis ablukasına son! 1 Mayıs’ta Kolej Meydanına!” şiarıyla 1 Mayıs’a çağrı yapan bildiriler dağıttı.

 

Baskınlarla, saldırılarla 1 Mayıs çalışmalarımızı engelleyemeyeceksiniz!

İzmir Alsancak’ta bulunan AKA-DER Alsancak Şube ve Kaldıraç Dergisi İzmir Temsilciliği’nin Terörle Mücadele polisleri tarafından basılmasına ilişkin Ankara Yüksel Caddesi’nde basın açıklaması gerçekleştirildi.

Baskılara boyun eğmedik eğmeyeceğiz!

Yaşasın 1 Mayıs!

 

Antakya’da 1 Mayıs Pikniği

Barış, adalet ve özgürlük halkların elleriyle gelecek!

Aka-der’le 1 mayıs dayanışma pikniği

24 Nisan Pazar günü Antakya Ballıöz’de coşkulu bir 1 Mayıs dayanışma pikniği gerçekleştirdik. Saat 10:30’da piknik yerine varır varmaz imece usulü, herkesin getirdiği kahvaltılıklar hep beraber hazırlandı.  Kahvaltının ardından çocuklarımızla yüz boyama ve sandalye kapmaca oynadık. Birincilere kitap hediye ettik. Oyunlarımız halat çekme yarışmasıyla devam etti. Özgür Liseliler, Kaldıraç Üniversiteye karşı; işçiler, memurlara karşı; kadınlar, erkeklere karşı halat çekme oyunu oynandı. Oyunlarımızı oynarken annelerimizle öğle yemeğimizi pişirmeye başladık. Yine imece usulü hazırlanan öğle yemeğinin ardından AKA-DER Daphne Kadın Korosu şarkılarını 1 Mayıs için söyledi. Kadın korosunun ardından AKA-DER adına bir konuşma yapıldı. Konuşmada buu çürümüş düzenin böyle gitmeyeceği, biz emekçi halkların her yerde olmamız gerektiği vurgusu yapılırken, bu 1 Mayıs’ta da özgürlük taleplerimizi haykırmak için alanlarda olma, en gür sesimizle kendimizi ifade etme çağrısı yapıldı.

Dayanışma pikniğimiz Kaldırım’ın ezgileriyle devam etti. Bu coşku ve heyecanımızı 1 Mayıs’ta alanlara taşıma sözü vererek etkinliğimizi sonlandırdık.

Her gün Bir Mayıs, her gün kavga!

 

AKA-DER İstanbul Şubelerinde 

1 Mayıs çalışmaları

Kadıköy

16 Nisan cumartesi

Kadıköy AKA-DER olarak 1 Mayıs standımızı Khalkedon Meydanı’na açtık. Marşlarımızla 1 Mayıs’a çağrı bildirilerimizi dağıttık.

17 Nisan Pazar

Kadıköy sokaklarını ajitasyonlarımızla ve marşlarımızla dolaşarak 1 Mayıs çağrı bildirilerimizi dağıtarak Kadıköylüleri 1 Mayıs’a çağırdık.

Kadıköy sokaklarını 1 Mayıs afiş, stiker ve yazılamalarımızla donattık.

21 Nisan Perşembe

Bahariye Caddesi’nde AKA-DER, Alınteri, DAF, Devrimci Parti, DGB, ESP, HDP ve SYKP olarak 1 Mayıs’a çağrı standları açtık. Polisin müdahalesi sonucu 4 yoldaşımız gözaltına alındı.

BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ!

23 Nisan Cumartesi

Bahariye’de 1 Mayıs’a çağrı standı açtık. Standı şiirlerle, ajitasyonlarla, marşlarla ve çocuklar için yapılan etkinliklerle sokak şenliğine dönüştürdük.  “1 Mayıs’a gidiyorum çünkü…” konulu hatıra fotoğrafları çektirdik. Çocuklar 1 Mayıs için resimler çizdiler, aileleri ile 1 Mayıs’la ilgili sohbetler ettik. AKA-DER Müzik Topluluğu standa marşlar ve şarkılar ile eşlik etti. Ardından Kaldıraç’tan öğrenciler okudukları şiirler ile şenliğe renk kattılar. Derneğe dönülürken atılan sloganlar ve söylenen marşlar ile Kadıköy sokaklarında 1 Mayıs coşkusunu yaşattık.

 

Aydos

Aydos’ta, polisin tüm baskıları ve engelleme çabalarına rağmen, mahallelerde 1 Mayıs afişleri ve stickerları yapıldı. Bültenler dağıtıldı. 24 Nisan Pazar günü, Uğur Mumcu Piknik Alanı’nda gerçekleştirilen piknikte 1 Mayıs’a çağrı yapıldı.

 

Gazi

Mahallede ajitasyon konuşmalarıyla beraber 1 Mayıs bültenleri dağıtıldı. Afişler ve stickerlar yapıldı. 24 Nisan Pazar günü gerçekleştirilen 1 Mayıs pikniğiyle, AKA-DER saflarında 1 Mayıs çağrısı yapıldı.

 

Maltepe

Maltepe ve Kartal’da 1 Mayıs afişleri ve stickerları yapıldı. Bülten dağıtımları yapıldı. 24 Nisan Pazar günü, Uğur Mumcu Piknik Alanı’nda 1 Mayıs pikniği gerçekleştirildi. 30 Nisan Cumartesi günü, Maltepe Beşçeşmeler Meydanı’nda Maltepe Forumu ile birlikte 1 Mayıs çağrı etkinliği gerçekleştirildi. Etkinlik türküler ve halaylarla sona erdi. Beşçeşmeler Meydanı’nda pankartlar boyandı.

 

AKA-DER Toplumsal Cinsiyet Atölyesi LGBTİ Bireylere Çağrı Yaptı: 1 Mayıs’ta Alanlara!

AKA-DER’in toplumsal cinsiyet normları üzerine araştırma grubu AKA-DER Toplumsal Cinsiyet Atölyesi, yayınladığı bildiriyle tüm LGBTİ bireyleri 1 Mayıs’ta alanlara çağırdı:

“1 Mayıs’ta gökkuşağı renklerini alanlara taşıyacağız!

Kapitalizm varlığını ezilenler üzerinden sürdürür ve karşı çıkılmasını engellemek için bizi ayrıştırmaya, düşmanlaştırmaya, ötekileştirmeye çalışır. Sınıflı toplumların başından beri insanı ucuz işgücü sağlayan metalar olarak gören sistem; kimi seveceğimize, kiminle sevişeceğimize varana kadar bizi belli kalıplara oturtmaya çalışır ve kendi kokuşmuşluğunu örtmek adına sistemin çıkarlarına uygun, ‘normal’ birey kalıpları dışına çıkan herkese tehdit, düşman, öteki, ahlaksız yaftası yapıştırır. Şüphesiz, bu politikaların en büyük mağdurlarından biri LGBTİ’lerdir. Doğduğundan beri, sadece cinsel kimliği ya da yönelimiyle özgürce yaşamak istediği için evde, mahallede, okulda, sokakta dalga konusu olan, ayrımcılığa, şiddete, ötekileştirmeye, tecavüze uğrayan LGBTİ’ler düpedüz intihara sürüklenmektedir. Tüm bu baskılara karşı mücadeleye devam edenler ise bu düzenin yarattığı ‘ahlak’ bekçileri tarafından kendilerini gizli tutmaya zorlanmakta, iş, eğitim, yaşam alanlarından kovulmakta, katledilmektedir. Ama unutmamalıyız ve unutmamalılar ki sistemin müdahale ettiği her alanda bir direniş vardır. Biz de bu saldırılara karşı direniyor, örgütleniyor ve tüm LGBTİ’leri 1 Mayıs’ta AKA-DER’le birlikte alanlara çağırıyoruz.

Tüm ezilenler gibi biz LGBTİ’ler de 1 Mayıs’ta alanlarda olacağız.

Stonewall aktivistlerinin örgütlü gücüyle 1 Mayıs’ta alanlarda olacağız,

İntihara sürüklenen Eylül Cansın’ın isyanıyla 1 Mayıs’ta alanlarda olacağız,

Zeliş ve Boysan’ın ruhuyla 1 Mayıs’ta alanlarda olacağız,

Cizre’de devletin açtığı kirli savaşta katledilen Cüneyt Dinar’ın,

Babası tarafından öldürüleceğini bile bile öğrencilerini terketmeyen Ahmet Yıldız’ın,

Transfobik saldırıda yaşamını yitiren Çağla Joker’in,

Amed’de eşcinsel olduğu için ailesinden şiddet gören, evden kaçtığı için babası ve amcaları tarafından öldürülen Roşin’in cüretiyle 1 Mayıs’ta alanlarda olacağız.

1 Mayıs’ta alanlarda olacağız ve kızıl bir güneşin önünde gökkuşağını doğurtacağız!”

AKA-DER Toplumsal Cinsiyet Atölyesi

 

Sarıgazi

Sarıgazi’nin tüm mahallelerine 1 Mayıs afişleri ve stickerları yapıldı. 1 Mayıs bültenleri dağıtıldı. 22 ve 29 Nisan Cuma günü bir hafta arayla iki kez Sarıgazi merkezde, kurumlar birlikte 1 Mayıs standlarını açtılar. Hep bir ağızdan 1 Mayıs marşı okundu, halaylar çekildi.

23 Nisan Cumartesi akşamı “Umut Sende” şiarlı 1 Mayıs salon etkinliği, Temel Demirer’in konuşması, Domane Dersim ve Grup Rüzgarla Bir’in de katılımıyla gerçekleşti. Etkinlik, örgütlenme çağrısı ve 1 Mayıs çağrısıyla, halaylar ve marşlarla coşkulu bir biçimde sona erdi.

 

Sarıyer

Mahallelerde 1 Mayıs afişleri ve stickerları yapıldı. 1 Mayıs bültenleri dağıtıldı. 30 Nisan Cumartesi günü, Sarıyer’deki kurumlarla birlikte Büyükdere Çelik Gülersoy Parkı’nda “1 Mayıs’a 1 Kala, 1 Mayıs’a Merhaba” etkinliği gerçekleştirildi. 1 Mayıs çağrısı yapılan etkinlik coşkuyla sona erdi.

 

Zeytinburnu

1 Mayıs afişleri ve stickerları yapıldı. Bülten dağıtımları yapıldı. 24 Nisan Pazar günü, “Dostların Arasındayız Güneşin Sofrasındayız” şiarıyla dayanışma pikniği gerçekleştirildi. Şube adına söz alan AKA-DER temsilcisinin 1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nde taleplerimizle alanlarda olmanın önemine vurgu yaptığı konuşmasıyla başlayan etkinlik oyunlarla, halaylarla sürdü.

 

Mersin’de 1 Mayıs Çalışmaları

Nisan’ın ilk haftasından itibaren 3 gün ara ile aldığımız 1 Mayıs toplantılarımızda 3 günlük planlar yaparak 1 Mayıs çalışmalarını ördük. 11 Nisan’dan itibaren her gün Mersin Üniversitesi’nde 1 Mayıs afişlerimizi yaptık ve stant açtık. 16 Nisan’da 1 Mayıs için dayanışma pikniği düzenledik. Piknik hazırlıkları kapsamında Fen – Edebiyat kantininin yanında 1 Mayıs’a çağrı pankartımızı hazırladık. Pikniğimiz için davetiyeler hazırlayıp öğrencilere dağıttık.

Pikniğimize Mersin’de direnişte olan, işten atılan, Şişecam işçileri katılarak direniş deneyimlerini bizlere anlattılar. Güncel politik durum ve 1 Mayıs üzerine yapılan tartışmaların ardından türkülerimizi söyledik. Piknik organizasyon komitesinin hazırladığı oryantiring yapıldı. İçinde koşma, şınav çekme, yaratıcı pankart yapımı, yaratıcı slogan attırma gibi parkurların olduğu oryantiringte grupların kolektif çalışma bilinci ve grup içinde güven ölçüldü. Yaratıcı pankart yapımında her gruba sadece 1 malzeme verilerek “Her Gün 1 Mayıs Her Gün Kavga!” yazmaları istendi, yaratıcı slogan attırmada ise “Tarih İşçi Sınıfını İktidara Çağırıyor!” sloganını her grup yaratıcı bir şekilde atmaya çalıştı. Pikniğe katılan öğrencilerin çok keyif aldığı bir oyun oldu. Piknik halaylarla ve 1 Mayıs’a çağrı ajitasyonlarıyla son buldu.

1 Mayıs hazırlık çalışmaları kapsamında Kazanlı, Karaduvar, Yenipazar, Çay, Çilek, Demirtaş Mahalleleri’nde, Sanayi’de, Bit Pazarı’nda İşçi Gazetesi dağıtımı, 1 Mayıs afişlemesi, bildiri dağıtımı yaptık. Pozcu ve çarşıda afişlerimizin sökülmesi üzerine 2 defa afiş yaptık. Çeşitli yerlere yazılamalar yaparak 1 Mayıs’a çağrıda bulunduk.

Mali örgütlenme kapsamında yaptığımız defterleri stantlarda, magnetleri mahallelerde sattık. 1 Mayıs hazırlık süreci boyunca 3 çeşit, toplamda 1000 afiş yaptık ve 1500 bildiri dağıttık.

1 Mayıs’ta ilk defa Mersin’de olmanın heyecanıyla 1 Mayıs sürecini günbegün ördük, süreçte pek çok deneyim kazandık. Devletin 1 Mayıs alanlarını yasaklamalarına, süreç içinde gözaltılarına afiş yasaklamalarına boyun eğmedik, eğmeyeceğiz, Her Gün 1 Mayıs, Her Gün Kavga!” şiarını yaşamımızın her alanında gerçekleştireceğiz.

 

Yalova’da 1 Mayıs Pikniği

1 Mayıs çağrısı için 24 Nisan’da Yalova’da piknik düzenledik. Kaldıraç okurları olarak düzenlediğimiz piknik polis tarafından taciz edildi. Polisler piknik alanına giderken 2 kere aracı durdurup, pikniğe engel olmak isteseler başaramadılar.

Devrim şehitlerini anarak pikniğe başladık. 1 Mayıs’ın önemi ve 1 Mayıs hakkında düşüncelerimizi paylaştık. Pikniğimiz türkülerle, halaylarla sona erdi.

 

Edirne’de 1 Mayıs Pikniği

Edirne’de 1 Mayıs çalışmaları kapsamında esnaf ziyaretleri gerçekleştirdik. Trakya Üniversitesi ve Edirne sokaklarına sticker yaptık. 1 Mayıs için dayanışma pikniği örgütledik. 1 Mayıs öncesinde “Karanlığa boyun eğmiyoruz! Özgürlüğü ve yaşamı savunanlar bir araya geliyoruz” diyerek  düzenlediğimiz dayanışma pikniğinde dostlarla bir araya geldik.

1 Mayıs ve yaşadığımız süreç hakkında tartışma yürüterek bize dayatılmaya çalışılan karanlığı güneşin sofrasında tartıştık.

Dayanışma pikniğimiz gün boyu halaylarla, horonlarla, oyunlarla devam etti.

1 Mayıs: Direnmek yaşamaktır

Bu yıl yaygın bir şekilde kutlanan 1 Mayıs’ın şehir şehir haberleri:

Taksim

DİSK-KESK-TMMOB-TTB ve siyasi parti ve örgütlerin bir kısmının 2016 1 Mayısı’nın Bakırköy Cumartesi pazarında kutlanacağını duyurmasının ardından 1 Mayıs alanının Taksim meydanı olduğunu ve bu alandan asla vazgeçmemek gerektiğini duyurarak Taksim meydanına yürüyüş çağrısı yapan sendika ve örgütlerin Taksim’de eylemleri yaşandı.

Taksim’i ve çevresini önceki geceden beri kapalı tutan devlet, genelde yaptığının aksine Taksim’e yaklaşan kitleleri uzaklaştırmak üzerine değil gözaltına almak üzerine önlem aldı.

Aynı zamanda Okmeydanı da polis ablukası altındaydı. Sabahın erken saatlerinden itibaren akrepler mahalle de tur atmaya başladı.

Sabah 8:30’a doğru İnşaat İşçileri Sendikası “Kavga, Sokak, Direniş! Yaşasın 1 Mayıs” yazan pankartıyla Taksim Meydanı’na çıktı.

Şişli Camii’nin önünün kapatılması ile beraber polis darp ederek gözaltına alma çalışmalarına başladı. Bomonti’de, Taksim’de, Şişli’den gözaltı haberleri geldi. 1 Mayıs Hukuk Platformu, 11.08 itibariyle kendilerine ulaşan gözaltı sayısının 42 olduğunu açıkladı.

Divan otel tarafında toplanan Halkevleri’nden bir grup, Taksim’e doğru yürümeye başladı, polis tazyikli su ile kitleye saldırdı.

Beyoğlu’nda Tarlabaşı tarafında yoldan karşıya geçmeye çalışırken 57 yaşındaki Nail Mavuş polis TOMA’sının çarpması sonucu hayatını kaybetti.

Nakliyat-iş sendikası üyeleri Aksarayda sendika genel merkezi önünde toplandı, Taksim’e doğru yürürken önü kesilen kitle basın açıklaması yaptı.

Hacıhüsrev’de taksime çıkmak için toplanan kitleye sivil faşistler saldırdı.

Levent-Zincirlikuyu yönünden Taksime yürüyen Devrimci Parti, İnşaat İşçileri Sendikası, Kaldıraç, Alınteri ve DAF kortejlerine polis saldırdı. Kitle havai fişeklerle karşılık verdi.

Taksim’de Devrimci Tekstil-İş, Mücadele Birliği, BDSP ve SODAP üyeleri devrimciler gözaltına alındı.

İstanbul – Bakırköy

DİSK-KESK-TMMOB-TTB ve emek ve demokrasi güçlerinin çağrısıyla, Bakırköy Halk Pazarı’nda yapılan 2016 1 Mayıs kutlaması için iki ayrı koldan yürüyüş düzenledi. Toplanma saat 9:00’dan itibaren başlasa da, işçi ve emekçiler saat 11.00’de Marmara Forum ve E-5 İncirli yönünden iki koldan Bakırköy Halk Pazarı’na yürüyerek alana girdi miting saat 13.00’de başladı.

Kürsüden yapılan mücadele birliği çağrıları, bombalara ve katliamlara karşı halka hesap verileceği yönündeki ajitasyonlar eşliğinde içeri alınan kitle miting başlangıcına kadar giriş ve çıkışlarla toplanmaya devam etti.

Cizre’de öldürülen yoldaşlarının resimlerini tuttukları bahanesiyle, HDP korteji, alana girerken polis tarafından saldırıya uğradı. Saldırıda bir kişi yaralandı.

Miting saygı duruşu ile başladı, 10 Ekim derneğinin mesajı ile devam etti, sonrasında Ruhi Su Dostlar Korosu devrim marşları okudu. Sonrasında kürsüde konuşma yapan DİSK genel başkanı Kani Beko “Taksim’de 1977’de katledilen arkadaşlarımızın katilleri bulununcaya kadar 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamaktan vazgeçmeyeceğiz, kimse de vazgeçiremez.” dedi. İşçi sınıfının durumuna da değinen Beko, “Bu ülkede 6 milyona yakın işsiz var, Milyonlar aç ve işsiz. Siz ise sarayınızda yaşıyor, servetinizi büyütüyorsunuz. Sarayınız yerin dibine batsın!” dedi. “Ankara’da, Soma’da, Ermenek’te kaybettiklerimizi unutmayacağız” diyen Kani Beko sözlerine “Savaşları bu meydanlar bitirir. İşçi emekçi kardeşlerime sesleniyorum, sessiz kalmayın; kalıcı barışı sağlayacak güç işçi sınıfıdır. Çünkü savaşlarda işçi sınıfı ölür, işçi sınıfının maaşından kesilir, işçi sınıfı acı çeker.” diye ekledi.

Kani Beko’dan sonra konuşma yapan KESK eş genel başkanı Lami Özgen ise; konuşmasına şehitleri anarak başladıktan sonra, “Taksim’i yasaklayarak bilincimizi körelteceğini düşünenlere sesleniyorum: Her yeri Taksim yapacağız!” dedi. Dönem ile alakalı olarak ne kadar baskı dolu bir dönemde bir 1 Mayıs organize edildiğini söyleyen Özgen “Çocuk istismarı yapanları koruyorlar, Kürt meselesi çözümsüzlüğe gömülmeye çalışılıyor, şehirleri yıkıyor, insanları hapislere dolduruyorlar… AKP’nin mezhepçi, milliyetçi politikaları Ortadoğu’yu savaş bölgesi haline getiriyor.” dedi. Lami Özgen konuşmasını herkese bir demokrasi birliği çağrısı yaparak bitirdi.

Bir dahaki konuşmacı olarak TMMOB adına yönetim kurulu başkanı Mehmet Soğancı çıktı. Birlik ve mücadeleyi yükseltme çağrısı yapan Soğancı “Karanlığa karşı baharı, barışı getireceğiz. AKP’nin baskılarına karşı ya bir yol bulacağız ya da bir yol açacağız.” dedi.

TTB adına bir sonraki konuşmayı yapan Raşit Tikel “İşçi kıyımlarına, sağlıkta taşeronlaşmaya ve kıdem tazminatının gaspına ‘dur’ diyoruz. Güvenli gelecek güvenceli iş istiyoruz. Barışın egemen olduğu bir Türkiye için halkın söz sahibi olduğu bir ülke istiyoruz” dedi. Konuşmasında Kürdistan’daki saldırılara da dikkat çeken Tikel “Kürdistan’da insanlar katledilmiş, on binler göçe zorlanmış, sağlık emekçileri ateş altında çalışmak zorunda kalmıştır.” dedi.

Ortak imzalı bildirinin Kürtçe ve Türkçe olarak Yılmaz Dağlar ve Hilal Karabağ tarafından okunmasından sonra müzik dinletisi ve kısa da olsa halaylar başladı.

Konuşmalardan sonra Mezopotamya Kültür Merkezi Korosu sahneye çıktı. Müzik dinletisi Yasemin Göksu ile devam etti.

Alandan çıkışta ise polis tacizleri devam etti. Polis keyfi biçimde taşınan bayraklar veya posterler veya giyilen puşiler bahaneleriyle gözaltı yaptı.

Alanda 2010, 2011 ve 2012 Taksim 1 Mayıs’larına oranla daha düşük bir heyecan olduğu göze çarptı.

2012’den beri her yıl 1 Mayıs’ta Fatih camisinde toplanarak iş kazalarında ölen işçi ve emekçiler için gıyabi cenaze namazı kılıp 1 Mayıs alanına yürüyen Anti-Kapitalist Müslümanlar bu yıl da Fatih camiinde toplandılar. Çok sayıda pankart ve dövizler cami duvarına asıldı. Anti-Kapitalist Müslümanlardan yazar İhsan Eliaçık’ın yaptığı açıklamanın ardından cenaze namazı kılındı.

Anti-Kapitalist Müslümanlar “Allah, Ekmek, Özgürlük”, “Mülk Allah’ın, Emek İşçinin, Kahrolsun Küresel Kapitalizm”, “Zulme karşı omuz omuza”, “Çocukların, kadınların, mazlumların hesabı sorulacak”, “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Firavuna karşı omuz omuza”, “İşçiler değil, patronlar yanacak”, “Emperyalizm yenilecek, direnen halklar kazanacak” sloganları eşliğinde çok sayıda dövizle Fevzi Paşa caddesi üzerinden Saraçhane parkına yürüyüş yaptılar.

Yürüyüşte “Ensar vakfı özeleştiri yap, özür dile-istifa et”, “Dağlarına bahar gelmiş memeleketimin, şehirlerine de barış gelsin”, “emeğin dili, dini, ırkı yoktur” pankartları dikkat çekti.

Saraçhane parkında Muharrem Şaşkın, Sinan Dayan açıklama yaptı ve ardından Anti-Kapitalist Müslümanlar gençlik grubundan Muharrem Kayar ve Büşra Baveri basın bildirisini okudu.

Grup daha sonra “Mülk Allah’ın”, “Allah, Ekmek, Özgürlük” sloganları ile dağıldı.

Ankara

Sabah saatlerinden itibaren polis ekipleri, ara sokaklar da dâhil bütün 1 Mayıs Alanı’nı abluka altına aldı. Kızılay’da afişleme yapan 3 Kaldıraç okuru ve 1 Direnişteyiz muhabiri alana gelmeden gözaltına alındı.

Ankara’da saat 11:30’da sendikalar ve demokratik kitle örgütleri kortejlerinin Kolej Meydanı’na yürüyüşü ile başlayan 1 Mayıs kutlamaları coşku ile geçti. Kolej Meydanı’nda saat 13.00’de başlayan mitingde 1 Mayıs Tertip Komitesinin hazırladığı ortak metin, Türkçe, Kürtçe ve Arapça dillerinde okundu. Metni Türkçe okuyan Çetin Çalışkan “Bugün bizlerle olmayan devrimci işçi sınıfı önderlerini yoldaşlarımızı saygıyla anıyorum. Soma’da, Ermenek’te maden ocaklarında kaybettiğimiz işçileri anıyorum ser verip sır vermeyen Kaypakkayaları, Deniz’i, Hüseyin’i Yusuf’u saygıyla anıyorum. Başka bir dünya mümkün diyen işçiye emekçiye selam olsun” dedi, sözlerine şöyle devam etti, “Bu ülkenin karanlıkları aydınlatmadan 77 Mayıs’ının Sivas’ın Maraş’ın on ekimin Roboski’nin failleri açığa kavuşmadan Türkiye’de yeni bir sayfa açılamaz ‘Bu iktidar kadının yeri evdir’ diyor. Kadınları yarı zamanlı çalışmaya uygun görüyor. Bunlar yetmezmiş gibi Kıdem tazminatlarını hiç etmeye çalışıyorlar. Bizler kıdem tazminatlarının yağmasına izin vermeyeceğiz.” Çalışkan’ın konuşmasının ardından Reşit Sümbül Tertip Komitesinin ortak metnini Kürtçe, Hamide Yiğit ise aynı metni Arapça okudu.  Konuşmacıların ardından Grup Günyüzü sahne aldı. Halaylar eşliğinde 1 Mayıs Ankara’da coşkuyla kutlandı.

İzmir

DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve Türk İş’in düzenlediği, demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, siyasi partilerin, alevi dernekleri, kadın örgütleri ve taraftar gruplarının katıldığı 1 Mayıs mitingi İzmir’de büyük bir coşkuyla kutlandı. Eski Sümerbank, Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi ve İzmir Halkevi önünde bir araya gelen kitle Cumhuriyet Meydanı’na yürüyüşe geçti. KESK, DİSK ve Alevi dernekleri Konak Meydanı’ndan, HDP, EMEP ve diğer siyasi partiler Cumhuriyet Meydanı’ndan, TMMOB, TTB, Türk-İş ve CHP ise Alsancak’tan yürüdü. Kaldıraç ve AKA-DER Eski Sümerbank önünden yürüyüşe başladı.

Yürüyüş kolları kutlamanın yapılacağı Gündoğdu Meydanı’na girerken, polis arama noktasında durduruldu. Kitle aramadan geçirilirken, polis aramasını protesto eden Anarşistler, kıyafetlerini çıkararak arama noktasından çıplak olarak geçti.

Yürüyüşün ardından Gündoğdu Meydanı’nda bir araya gelen on binler, alanda da iş, emek ve barış taleplerini haykırdı. Ankara Katliamında yaşamını yitirenlerin fotoğraflarının gösterildiği sinevizyonun ardından yaşamını yitirenler anısına saygı duruşunda bulunuldu. 1 Mayıs Tertip Komitesi adına ortak açıklamayı, KESK’ten Bahri Akkan ve TTB Yürütme Konseyi üyesi Fatih Sürenkök yaptı. Ortak açıklamada, AKP’nin çalışma yaşamındaki sömürüsü ve müdahaleleri eleştirilirken, AKP’nin barış ve çözüm yerine savaşı tırmandırarak, iktidarını korumaya çalıştığına dikkat çekildi.

Ortak metnin ardından konuşan KESK Eş Genel Başkanı Şaziye Köse, AKP’nin emek alanında işçi ve emekçinin haklarını gasp etmeye çalıştığını ancak buna izin vermeyeceklerin belirtti. AKP’nin savaş politikaları ile iktidarını sürdürdüğüne işaret eden Köse, emekçiler olarak bundan sonra da mücadelelerini daha da yükselterek AKP’nin savaş politikalarına geçit vermeyeceklerini söyledi.

Kürsü konuşmalarının ardından İlkay Akkaya bir konser verdi. Gündoğdu Meydanı’nda çekilen halaylarla miting sona erdi.

Diyarbakır

Diyarbakır’da 1 Mayıs kutlaması İstasyon Meydanı’nda yapıldı. TMMOB, KESK, TTB, DİSK, Türk-İş ve DBP çağrısıyla gerçekleştirilen 1 Mayıs’ta, bölgedeki savaş ve güvencesiz işsizliğe dikkat çekildi, dayanışma ve mücadele vurgusu yapıldı. DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek ise yaptığı konuşmada, demokratik özerklik modelinin eşit paylaşıma olanak tanıdığına dikkati çekti.

Diyarbakır’da 1 Mayıs için ile siyasi parti temsilcileri İstasyon Meydanı’nda bir araya geldi. Alana girenler hem polis noktasında hem de tertip komitesi tarafından arandı. “Tüm ezilen halkların ve emeğin demokratik dayanışması” şiarı ile düzenlenen miting saygı duruşuyla başladı. Miting alanına “Eşit özgür ve insanca yaşamak için 1 Mayıs” pankartı ve yasaklar boyunca devletin öldürdüğü sağlıkçıların posterleri asıldı.

Adana

1 Mayıs’tan bir gün önce, gece yapılan canlı bomba ihbarı üzerine kutlamaların iptal edildiği Adana’da polis emekçilere saldırdı. Polis saldırısına ve yasaklara rağmen yapılan eylem halaylarla bitirildi.

Uğur Mumcu Meydanı’na girmek isteyen kitleye TOMA ve biber gazı ile saldıran polisler gözaltı yaptı.

HDP Adana milletvekili ve Anayasa Komisyonu üyesi, Meral Danış Beştaş’ın basın açıklaması yapmak için polisle görüşmesi üzerine açıklamaya izin verildi.

Ağrı

DİSK üyeleri Agirî Newroz Meydanı’nda 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladı. “Yaşasın işçi sınıfın birliği” pankartı açan işçiler, “Yaşasın 1 Mayıs” sloganı attı. Kutlamaya işçilerin yanı sıra Tutak Belediye Başkanı Fırat Öztürk’ün de aralarında bulunduğu çok sayıda kişi katıldı. Kutlamada konuşan DİSK Bölge Temsilcisi Ersin Erincik, işçilerin 1 Mayıs’ını kutlayarak, 1 Mayıs’ın sermayenin sömürü politikalarına karşı dayanışma ve mücadele günü olduğunu söyledi. Erincik, taşeron işçilere verilen sözlerin yerine getirilmesini ve kadrolaşmanın önünün açılması gerektiğini de belirtti.

Konuşmanın ardından işçiler 1 Mayıs halayına durdu.

1 Mayıs Dünya İşçi ve Emekçi Bayramı Agirî’nin (Ağrı) Bazid (Doğubeyazıt) İlçesi’nde KESK, TTB, HDP ve DBP öncülüğünde coşkulu bir şekilde kutlandı. Belediye binası önünde gerçekleşen kutlamaya, sendika üyelerinin yanı sıra HDP Milletvekili Dirayet Taşdemir, belediye eşbaşkanları ve yüzlerde yurttaş da katıldı. Kutlama alanına özyönetim direnişlerinde, görev başında devlet güçleri tarafından katledilen sağlık çalışanı Aziz Yural’ın posteri ve DBP, HDP, KESK bayrakları asıldı.

Sabah erken saatlerde Agirî Belediyesi önünde biraraya gelip araçlarla ilçedeki kutlamalara katılmak isteyen yurttaşlar, polisler tarafından il çıkışı ve ilçe girişinde saatlerce keyfi bir şekilde bekletildi. Onlarca zırhlı araç ile ablukaya alınan ilçede, çok sayıda cadde ve sokak zırhlı araçlar ile trafiğe kapatıldı. Bunun yanı sıra yurttaşlar da keyfi kimlik kontrollerine maruz bırakıldı.

Sağanak yağmura rağmen saygı duruşu ile başlayan kutlama, tertip komitesi adına Suzan Kotay konuştu. Kotay, AKP’nin Kürdistan’da yürüttüğü savaşa karşı ortak mücadele çağrısı yaptı. Kutlamalar Koma Azad müzik grubunun seslendirdiği ezgiler eşliğinde çekilen halaylar ile son buldu.

Antakya

Antakya’da 1 Mayıs kutlamaları Doğuş okulları önünde toplanma ve miting alanı olan Sevgi Direniş Parkı’na yürüyüş ve devamında miting ile gerçekleştirdi. Antakya’da 1 Mayısında Alevi katliamlarına karşı artan tepkiyle oldukça kalabalık olması dikkat çekti.

Saat 15’de Doğuş Okulları önünde toplanmalar başladı. “Suriye halkı yalnız değildir” sloganı ile Armutlu’dan Doğuş Okullarına yüründü. Sloganlarla yapılan yürüyüşün ardından alana giriş gerçekleşti. Yürüyüşte HDP, Kaldıraç ve AKA-DER’in de aralarında bulunduğu siyasi kurumlar ve demokratik kitle örgütleri yer aldı.

Saat 16’da HDP Milletvekili Garo Paylan da HDP kortejiyle alana girdi. Alana girişlerin ardından saygı duruşu gerçekleştirildi. Saat 17’de Garo Paylan kürsüye çıkıp konuşmasını gerçekleştirdi. Konuşmasında Alevi katliamlarına da değinen Paylan, “Buruk bir bayram yaşıyoruz zulüm ve karanlık üstümüze çökmeye çalışıyor. Ancak burada moral bulduk genç arkadaşlarımızla direniş devam ediyor. Direne direne kazanacağız, evet azız ama direnişimiz tüm gücüyle devam ediyor. Hatay’da Türk, Arap, Ermeni, Süryani hep birlikte yaşıyor. Kardeşliği ve çoğulculuğu koruyabileceğimiz belki de tek şehir. Muktedir etrafına korkuyu bulaştırıyor, biz birbirimize barışı ve direnişi yayıyoruz. Direne direne kazanacağız, biji yek gulan, yaşasın 1 Mayıs!” dedi.

Antalya

Antalya’da alanlara çıkan binlerce emekçi, “Yaşasın 1 Mayıs” sloganıyla taleplerini haykırdı.

1 Mayıs Emek, Dayanışma ve Mücadele Bayramı kutlamaları Antalya’da emek örgütleri, siyasi partiler ve taraftar gruplarının Aydın Kanza Parkı’nda toplanmasıyla başladı. Polisin yanı sıra emek örgütlerinin de aldığı güvenlik önlemeleri altında kortejler halinde alana giren emekçiler, halaylar çekti. Binlerce kişinin doldurduğu alanda açılan pankart, döviz ve flamalarla renk cümbüşü oluştu. Aydın Kanza Parkı’nda; “Yaşasın 1 Mayıs”, “İşçiyiz güçlüyüz köle değiliz” yazılı pankart ve dövizlerin yanı sıra sloganlarla taleplerini haykıran işçi ve emekçiler, AKP hükümetinin işçi ve emekçilere dönük meclise getirmeye hazırlandığı “Kölelik yasa tasarısına” “Özel istihdam büroları modern köleliktir” mesajı ile cevap verirken artan çocuk işçiliğine dikkat çeken dövizler taşıdılar.

Kortejler halinde Cumhuriyet Meydanı’na doğru yürüyüşe geçen kitle, sık sık “Direne direne kazanacağız”, “Faşizme ölüm halka hürriyet”, “Kürdistan’da düşene dövüşene bin selam”, “Bijî yek Gulan” ve “Jin jiyan azadî” sloganları attı. Yürüyüş kortejinde askerde iken şüpheli bir şekilde yaşamını yitiren askerlerin aileleri ve basın özgürlüğüne dikkat çekmek isteyen gazeteciler ilgi ile karşılandı. Yine alanda gençler ve kadınların yoğunluğu dikkat çekerken, Akdeniz Üniversitesi öğretim görevlilerinin “Akademi susmayacak” pankartı ile girmesi ilgi gördü.

Yürüyüşün ardından Cumhuriyet Meydanı’nda binler toplanırken ilk olarak tutuklu Akdeniz Üniversitesi öğrencilerinin işçilerle dayanışma mesajı okundu. Özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yaşamını yitirenler anısı durulan saygı duruşunun ardından AKP’li Antalya Büyükşehir Belediyesinin sürgün ettiği işçilerden Olcay Şimşek, işçilerin taleplerini dile getirdi. Şimşek, işçilerin köle olmadığını vurgulayarak, işçilerin demokrasi, adalet ve eşitlik için direnmeye devam edeceklerini kaydetti. Şimşek, işçi sınıfının birleşerek savaşları durdurabileceğine vurgu yaparak, sermayedarların kendi çıkarları için işçi sınıfını bölmeye çalışmalarına izin vermeyeceklerini ifade etti. Yapılan açıklamaların ardından Grup Bandista tarafından verilen konserle kitle halaylar eşliğinde 1 Mayıs’ı kutladı.

Aydın

Aydın’da 1 Mayıs, KESK ve DİSK’in çağrısıyla Kent Meydanı’ında sendikalar, siyasi partiler ve devrimci kurumların katılımıyla coşkulu bir şekilde kutlandı.

Aydın’da 1 Mayısı kutlamak için saat 11:00 da Taş Köprü mevkiinde toplanmaya başlayan kitle, polis barikatıyla karşılaştı. Yürüyüşe güvenlik bahanesiyle izin verilmedi. 1 Mayıs tertip komitesinin yaptığı görüşmeler sonucunda karar değişmedi. Kitle daha sonra oturma eylemine başladı bu esnada milletvekilleri aracılığıyla valilikle görüşmeler devam etti, ancak yürüyüş yapılmasına yine izin çıkmadı. Bunun üzerine doğrudan mitingin yapılacağı Kent Meydanına geçildi.

Mitinge katılan kurumların selamlanmasının ardından, devrim şehitleri anısına saygı duruşu gerçekleşti. Saygı duruşunun ardından kürsü konuşmaları gerçekleşti. Daha sonra türküler eşliğinde halaylar çekildi ve mitinge son verildi.

Artvin

Kutlamalar için Atapark önünde toplanan yaklaşık 2 bin kişi, trafiğe kapatılan Cumhuriyet Caddesi üzerinde flama, döviz ve afişlerle yaklaşık 1 kilometre yürüdü. 1 Mayıs’ta, Kafkasör Yaylası Cerattepe bölgesinde yapılmak istenen madencilik faaliyetlerine karşı tepkiler de dile getirildi. Kitle, ‘Madene hayır’ yazılı tişörtler ve atkılarla etkinliğe katıldı.

Konuşmanın ardından kitle ‘Artvin’de madene hayır’ yazılı atkılarını kaldırarak, ‘Cerattepe geçilmez Artvin halkı yenilmez’, ‘Artvin’de maden istemiyoruz’, ‘Direne direne kazanacağız’ diye slogan attı.

Denizli

Denizli’de 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü nedeniyle Delikliçınar Meydanı’nda toplanan grup Ulus Caddesi’ne kadar slogan atarak yürüdü. Sendika, Siyasi Parti ve Demokratik Kitle Örgütlerinin yoğun katılım gösterdiği kutlamaya katılanlar Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü önündeki alana geçti.

Eskişehir

1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlamalarında Eskişehir’deki sendikalar ikiye bölündü. DİSK, KESK, TMMOB, TTB kutlama alanı olarak Sıhhiye Meydanı’nı tercih etti.

Coşkulu ve yaklaşık 2 bin kişinin katıldığı 1 Mayıs, Sakarya Caddesi’nden Sıhhiye Meydanı’na yürüyüş ile başladı. Meydanda yapılan mitingde savaş politikaları ve emeğe yönelik saldırılar ana gündemdi.

Edirne

Edirne’de DİSK,KESK,TMMOB VE TTB öncülüğünde düzenlenen 1 Mayıs programı saat: 10.00’da Şükrüpaşa İlköğretim Okulu’nun önünden toplanılması ile başladı. Buradan Saraçlar Caddesi’ne yürümeye başlayan kortejde savaşa ve katliamlara, anayasanın değişmesi istenen maddelerine, çocuk istismarına ve işçi sömürüsüne karşı sloganlar atıldı.

Kortejin en dikkat çeken grubu ise: ‘’sanat, barış ve özgürlük için sokağa çıkıyoruz’’ pankartı öncülüğünde yürüyen Edirne Sanat Evi oldu. Grubun ‘Mozart işçidir işçi kalacak!’,’ Shakespeare işçidir işçi kalacak!’,’Sanata sansüre hayır!’ sloganları çevreden alkış aldı.

Saraçlar Caddesi’nde kurulun platforma kadar devam eden yürüyüş burada yapılan saygı duruşu ve konuşmalarla devam etti. Yapılan konuşmalarda, savaşın yıkıcı etkisi, artan kadın cinayetleri, çocuk istismarı, taşeronlaşma, işçilerin ve memurların gasp edilen haklarının üzerinde duruldu. Baskı ve şiddet ile baş etmemizin tek yolunun mücadele ve örgütlülük ile olacağının üzerinde duruldu.

Kocaeli

1 Mayıs Kocaeli merkez ve Gebze’de de coşkuyla kutlandı. Miting alanına pankart ve sloganlarla yürüyen işçi ve emekçiler hak gasplarına ve savaş politikalarına tepki gösterdi.

Kocaeli de 1 Mayıs için sendikalar, meslek örgütleri ve siyasi örgütler İnsan Hakları Parkı’nda buluşarak kortejlerle miting alanına yürüdü. Perşembe Pazarı alanında düzenlenen miting coşkulu geçerken, savaş, taşeronlaşma, kıdem tazminatları, kadın cinayetleri, çocuklara cinsel istismar ve tecavüz eylemin ana gündemlerini oluşturdu.

Polis bariyerleri ile çevrilen alanda caddeye araç giriş çıkışları da engellenirken, mitinge 2 bine yakın katılım gerçekleşti. 1 Mayıs kürsüsünden konuşan DİSK ve KESK temsilcileri, hükümetin savaş politikalarını, işçi düşmanı politikalarını eleştirerek, ortak mücadele ve dayanışmayı yükseltme çağrısı yaptılar.

Coşkulu geçen miting konuşmaların ardından marşlar ve ezgilerle devam etti. Eylemde sık sık “Üniversiteler bizimdir bizimle özgürleşecek”, “Hırsız, Katil AKP”, “Kurtuluş yok tek basına ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganları atıldı.

Kocaeli’nin Gebze ilçesinde de 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü coşkuyla kutlandı.

Gebze Sendikalar Birliğine bağlı sendika üyeleri sabahın erken saatlerinden itibaren Trafo meydanında toplanmaya başladı. Ardından Şehit Numan Dede Caddesi boyunca pankart flamalar ile Gebze Kent Meydanında bulunan miting alanına yüründü.

Kitlesel geçen yürüyüşte sık sık savaş karşıtı sloganlar atılırken, mitingde Gebze Sendikalar Birliği adına kürsüden konuşma yapan Petrol-İş Gebze Şube Başkanı Süleyman Akyüz, “İşçiler, kamu emekçileri, emeklileri, işsizler, gençler, kadın işçiler daha iyi bir yaşam ve güzel bir gelecek için üreten, çalışan, alınteri döken tüm emekçiler, 1 Mayıs’ta bu meydanda haklarımız ve onurumuz için bir araya geldik. 1 Mayıs İşçi Bayramı, 1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma günümüz kutlu olsun. 1Mayıs’ı emekçilere verdikleri mücadeleye armağan eden, dünyada ve Türkiye’de bizlere bugün bu mirası canları pahasına bırakan tüm işçi kardeşlerimizin önünde saygı ile eğiliyoruz” dedi.

Mersin

Mersin’de 1 Mayıs kutlamaları coşkuyla gerçekleşti. Demokratik kitle örgütlerinin, Kaldıraç’ın da aralarında bulunduğu siyasi kurumların ve taraftarların da katıldığı 1 Mayıs Cumhuriyet Meydanı’nda gerçekleşti.

Mersin’de öncesinde İstasyon Meydanı’nda toplanılıp, Cumhuriyet Meydanı’na doğru yapılacak olan yürüyüş iptal edilmiş ve kurumların kendi yerlerinde toplanmasına karar verilmişti. Dün akşam yapılan son yasak ile kurumların toplanıp yürümesi de yasaklandı ve toplanma alanda yapılacak bilgisi verildi.

Bunun üzerine Eğitim-Sen önünde yasaklara karşı saat 12:00’de basın açıklaması gerçekleşti.

Özgür Çocuk Parkı önünde bir araya gelen Kaldıraç ve Devrimci Parti kitlesi buradan Cumhuriyet Meydanı’na doğru yürüyüş gerçekleştirdi. Sloganlar ile yapılan yürüyüşün ardından Cumhuriyet Meydanı’nda miting gerçekleştirildi.

Mitingde kurumların alana girişi ardından selamlamalar gerçekleşti. Saygı duruşunun ardından Mustafa Özarslan ve Grup Çığ konserine geçildi. Halayların ardından miting sona erdi.

Muğla

Muğla’da 1 Mayıs, KESK, DİSK ve TMMOB’nin öncülüğünde Muğla Belediyesi Eğitim Kültür, Rekreasyon Fuar Tesisleri’nde kutlandı.

Saat 12.00’de yürüyüşe başlayan, sendika, meslek örgütü ve siyasi partilerin kortejleri miting alanına kadar uzun ve coşkulu bir yürüyüş gerçekleştirdi.

Rize

Rize’de, 1 Mayıs dolayısı ile yürüyüş ve miting gerçekleştirildi.

DİSK’e bağlı Gıda-İş Sendikası çağrısıyla, aralarında Tezkop-İş, Tek Gıda-İş, Derelerin Kardeşliği, SES, Eğitim-Sen, Halkevleri,  Birleşik Haziran Hareketi’nin de bulunduğu siyasi örgütler Rize Kültür Merkezi önünde toplanarak Cumhuriyet Meydanı’na yürüdü.

‘Mevsimlik işçiye kadro hakkı’ , ‘Çayda kota ve kontenjan kaldırılsın’ pankartı taşınan yürüyüşte sık sık ‘Yaşasın 1 Mayıs’ sloganları atıldı.

Mitingde konuşan DİSK’e bağlı Gıda-İş Sendikası Genel Başkanı Seyit Aslan, işçi sınıfının çeşitli sorunlar yaşadığını belirterek “Kıdem tazminatını fona devrederek işçilerin iş güvencesini elinden alınmasına, kiralık işçiliğe, iş mahkemelerinin kapısının işçilere kapatılmasına, taşeron ve mevsimlik işçilerin kadroya alınması, iş cinayetlerinin son bulması, kamu emekçilerinin iş güvencesinin korunması, sürgün ve soruşturmaların son bulması, çayda kotanın kaldırılması, taban fiyatın yükseltilmesi için alanlardayız” dedi.

Samsun

1 Mayıs dolayısıyla İstasyon Mahallesi’nde toplananlar binlerce kişi sloganlarla miting alanına doğru yürüyüşe geçti.

Cumhuriyet Meydanı’nda gerçekleştirilen mitingde konuşan KESK, DİSK ve TÜRK-İŞ Şube başkanları, başta kıdem tazminatı, taşeronlaşma olmak üzere emeğe yönelik saldırıları püskürtmek için mücadeleyi yükseltme çağrısı yaptılar.

Yürüyüş ve miting sırasında zaman zaman faşistlerin provokasyon girişimleri ise boşa çıkartıldı

Trabzon

Sendikalar ve meslek örgütlerinin yanı sıra, aralarında Kaldıraç’ın da aralarında bulunduğu siyasi örgütler de katıldı.

1 Mayıs için Cumhuriyet Caddesin’de toplanan 1000’e yakın kişi “Hırsız Katil AKP”, “Kirli Savaşa Hayır”, “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganlarıyla Meydan Park’a yürüdü.

Burada gerçekleştirilen mitingde tertip komitesi adına yapılan konuşmanın ardından KESK Dönem Sözcüsü Muhammed Ekinci konuşma yaptı. Ekinci konuşmasında emeğe yönelik saldırıların devam ettiğini hatırlattı. Emeğe, doğaya, insana saldıranlara karşı ortak mücadele çağrısı yapan Ekinci, 1 Mayıs’ın mücadeleyi yükseltecek bir ivme olmasını temenni etti.

Van

Wan’da Eğitim Sen, DİSK, KESK öncülüğünde bir araya gelen yüzlerce kişi, 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamasının yapıldığı Musa Anter Parkı’nda bir araya geldi. Sendika üye ve yöneticilerinin de aralarında bulunduğu yüzlerce kişinin katıldığı kutlamada alana, “Bijî 1 Gulan, yaşasın 1 Mayıs”, “Bijî biratiya gelan”, “İş barış, özgürlük yaşasın 1 Mayıs” yazılı pankartlar asıldı. Alandan sık sık, “Şehîd namirin, “Bijî Kurdistan, bijî yek Gulan” sloganları yükselirken, program saygı duruşuyla başladı.

DİSK MYK Üyesi İlhan Yiğit AKP’nin 14 yıllık iktidarını savaş rejimi olarak sürdürdüğünü söyleyerek, “Bu savaş kadınlara, gençlere, akademisyenlere açılan savaştır. Bu ülkede emeğin hakkını alana kadar, eşit ülke olana kadar mücadele edeceğiz” dedi. HDP Wan Milletvekili Lezgin Botan da AKP’nin Kürt ve emek düşmanı politikaları ile dokunulmazlık tehdidine dikkat çekerek, “Boyun eğmeyeceğiz” dedi.

1 Mayıs’ta kitlesel direniş hattını örmek için, başta Taksim olmak üzere her alanda olacağız!

O günden bu yana; IŞİD eliyle patlattıkları bombalarıyla; Kürt kentlerinde halka karşı sınır tanımaz savaş politikalarıyla; Anadolu’da işçisinden öğrencisine, akademisyeninden gazetecisine kadar, savaşa, yıkıma, baskıya, yağmaya karşı çıkan en ufak bir sesi şiddetle bastırmaya çalışıyorlar. Adeta tüm toplumu, toplumsal mücadele güçlerini, nefessiz bırakmaya, boyun eğdirmeye, evlerine hapsetmeye çalışıyorlar. Amaçları tüm toplumu esir almak, bu toprakları açık hava hapishanesine çevirmektir.

1-) 2016 1 Mayısı, istisnasız tüm kutlama yapılacak alanlarda, bu topyekûn saldırılara karşı kitlesel direniş hattının örgütleneceği bir adım olarak ele alınmalıdır.

2-) Taksim meydanı 1 Mayıs alanıdır. Çeşitli nedenlerle 1 Mayıs farklı alanlarda kutlanılsa da, Taksim her koşulda savunulabilmelidir. Daha önce de olduğu gibi ancak kararlı bir duruşla Taksim işçilere, emekçilere açılabilecektir.

3-) Sendikalar ve meslek örgütleri genel toplantılarda, 1 Mayıs alanı konusundaki tartışmaları yeterince açık yürütmemiş, bu tutumları ile ortak bir iradenin oluşmasına engel olmuşlardır. Oysa daha önceki 1 Mayıs’larda Taksim’i kazanmış olan bu ortak iradedir.

4-) İçinden geçtiğimiz dönemde, kitlesel mitingler özel önemdedir. Bu nedenle, İstanbul 1 Mayısı için genel toplantılarda, bizim de önerimiz olan Kadıköy’de kitlesel bir 1 Mayıs mitingi kararı alınmıştı. Ancak valilikle yapılan görüşmeler sonrası, sendika ve meslek örgütleri tarafından aynı derecede kitle katılımına uygun olmayan Bakırköy’de bir kutlama yapma kararı alınmış, genel toplantıda diğer bileşenlere deklare edilmiştir.

5-) Tüm bu gelişmelere rağmen, sendikalar, meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri, devrimciler, her alanda 1 Mayıs kutlamalarının kitlesel geçmesi için elinden gelen her şeyi yapmalıdır.

Bizler, alanından veya izinli olup olmamasından bağımsız olarak, kitlesel direniş hattını örmek için, başta Taksim olmak üzere Bakırköy, Kolej, Gündoğdu gibi emek, özgürlük ve halkların kardeşliğinden yana olan tüm 1 Mayıs alanlarında olacağız.

CİZRE, YENİ ÇELTEK, NUSAYBİN, CERATTEPE, SUR, TAKSİM… DİRENEREK KAZANACAĞIZ!

DİRENMEK YAŞAMAKTIR, ÖRGÜT ÖZGÜRLÜKTÜR! ÖRGÜTÜNLE 1 MAYIS’A!

HER GÜN 1 MAYIS, HER GÜN KAVGA!

KALDIRAÇ

28 Nisan 2016

Bir adım ileri iki adım geri; 1 Mayıs 2016

Bu savaş ortamı, TC devletini baştan aşağıya sarmış durumdadır.

Bu arada ise Saray, tüm bu kargaşayı, içeride ve dışarıda savaşı, Saray egemenliği politikaları için olanak ve fırsat olarak görüyor.

1 Mayıs 2016 öncesinde hem patlatılan bombalarla, hem de büyük baskı politikaları ile, sokağa çıkma eylemlerini bastırma girişimleri ile, kitleler sessizleştirilmeye, eylemsizleştirilmeye çalışılıyor. Bu açıdan, 1 Mayıs 2016’ya büyük tehditler, gerilimlerle girdik. İşçi ve emekçilerde, kitlelerde, bir yandan eyleme geçme isteği, haklarını arama isteği, sessizliği kırma isteği vardı, ama diğer yandan da geniş kitlelerde bir tedirginlik ve korku vardı. Özellikle bombalı eylemler ve IŞİD’in bu eylemlerinin devletçe aktif ya da pasif desteklendiği gerçeği, bu gerilim ve korkuyu desteklemektedir.

Bu nedenle, 1 Mayıs’ın Taksim yerine Bakırköy’de kutlanması, mevcut durum karşısında geliştirilmiş bir seçenek olsa da, bir geri adımdır. Geriye doğru atılan iki adımın biri budur.

Kuşku yok ki, mücadele, böylesi hamlelere açıktır. Bu nedenle, işçilerin Taksim yerine, Bakırköy’de kitlesel bir 1 Mayıs kutlamasına evet demeleri anlaşılırdır. Biz, bu karara uyduk. Bunun bir geri adım olduğunu bile bile, içinden geçilen ortamda, kitlesel bir 1 Mayıs’ın daha önemli olduğunu düşünerek, bir adım geri atmanın kabul edilebilir olduğu fikrindeydik, bugün de bu fikirdeyiz.

Kitle eylemlerinin gelişiminde önemli olduğu düşüncesindeyiz. Bu hem İstanbul, hem Ankara, hem İzmir ve hem de diğer illerdeki 1 Mayıs kutlamaları için geçerlidir.

Elbette ki, bir ileri adım budur, kitlesel 1 Mayıs kutlanmasıdır.

Ama açıkça belirtmek gerekir ki, Bakırköy Halk Pazarı, her ne kadar devletin gösterdiği Maltepe ve Yenikapı gibi yalıtık alanlardan biri değil ise de, bir Kadıköy de değildir. Bakırköy Halk Pazarı’nda 1 Mayıs gösterisinin organize edilmesi kararı alındığında, sendikaların, toplanma yerini, Bakırköy Özgürlük Meydanı olarak saptaması ve yürüyüşe buradan geçilmesi doğru olurdu. Bizce bu da ikinci geri adımdır.

Bu nedenle bir adım ileri, iki adım geri diyoruz.

Elbette bu, durum tespitidir. Geri atılan iki adım, kitle eylemliliğinin önündeki psikolojik engelleri ortadan kaldırmaya olanak sağlayacak olan ileri adımı gölgelememelidir. Kitlesel 1 Mayıs kutlaması, önemlidir ve bir kazanım olacağı da açıktır. İki adım geri atmaya değerdi. Eğer iyi bir planlama ile, Bakırköy tren istasyonunun üstünden yürüyüş kolu kurulabilse idi, çok daha olumlu sonuçlar elde edilebilecekti.
Yürüyüş kolu, her zaman, sloganların, taleplerin doğrudan kitlelere, halka, mitinge katılan veya katılmayan insanlara ulaşmasının direkt yoludur ve çok önemlidir.

Miting günü, 1 Mayıs günü sabahın erken saatlerinde toplanmaya başlayanlardan haber alan pek çok kişi, ilerleyen saatlerde alana akmaya başlamıştır. Bu elbette ki, tedirginliğin göstergesidir. Peş peşe patlayan bombalar, bombacıların devletçe göz yumularak alanlara ulaşması gerçeği, bu tedirginliğin temelidir. Anlaşılmaz da değildir. Eğer uzun bir yürüyüş korteji oluşturulabilse idi, çok daha hızla, İstanbul’un her semtinden kitleler alana akacaktı. Bir yandan miting alanından ayrılmalar başladığında, aynı anda binlerce insan miting alanına gelmekte idi.

Kuşku yok ki, Taksim, 1 Mayıs meydanıdır ve önümüzdeki yıl, sendikalar bu alan için kararlar alacaktır. Bundan kuşkumuz yoktur. Bu yıl, Taksim alanı yerine Bakırköy alanı için bir uzlaşmaya varılması, Taksim alanının terk edilmesi demek değildir.

1 Mayıs 2016’nın, tüm ülke genelinde, kitlesel eylemlere giden yolu açacağı, destekleyeceği kesindir.

Devletin geliştirdiği saldırganlığa karşı direniş bayrağını yükseltmenin bir basamağı olacağı kesindir.

“Macbeth muhitimize uyarlama denemesi”

 

Ümit Kıvanç: 1956’da doğdu. Büyüdü.

Gazeteci oldu.

Efsanevi Mozaik grubunda davul çaldı.

Ayşe Tütüncü Piyano Perküsyon grubunun “Çeşitlemeler” albümünde davul çaldı.

Kitaplar yazdı.

Çeviriler yaptı.

Halit Kıvanç’ın oğlu.

Senaryolar yazdı.

Belgesel fimler çekti.

Yazar, çevirir, film yapar, davul çalar.

Muhitimize uyarlanan Macbeth’te kahramanlar:

Macbeth

Macbeth’in karısı

Lider

Cadılar (Üç cadı, basının nadide gülleri)

Sağ Kol

Sol Kol

Ak Kurt

Pak Kurt

Söz Kurt

Öz Kurt

Laz Kurt

Yavru Kurt

Boş Kurt

Örgütçü

Çaycı

Macbeth’in adamı

Hizmetçi

Parti yöneticilerinin karıları

Orgeneral Hekate

Askeri İstihbarat Görevlisi

Birinci ara dönem başbakanı

İkinci ara dönem başbakanı

Üçüncü ara dönem başbakanı

Beş General

Birinci Subay

İkinci Subay

Üçüncü Subay

Kavat Godo

Benli Naciye

Gazeteciler

Hayalet

Evet ekip kalabalık gibi fakat isterse yönetmen farklı karakterleri aynı oyuncuya oynatabileceğinden yedi ila on arasında sınırlı bir ekip ile bu oyunu sahneleyebilir. Ki biz bu işe karışmıyoruz.

Şekspir’in Macbeth’ini uyarlama denemesi demiş Kıvanç; denenmiş ve olmuş bence hatta başarılı da olmuş.

Kıvanç’ın tozlu raflarda kalan sinirli, ihtiras ile dolu, aşkla bezenmiş illa ki insana ait hafızanın unutularak muhafaza etmenin tüm zamanlar için geçerliliğini koruduğu gerçeğini ortaya koyduğu günümüze ait uyarlama. Muhafaza etmenin korunmasından kastımız iktidarın, hırsızlığın, emek düşmanlığının, halk düşmanlığının erk tarafından muhafaza edilmesidir biline…

Kıvanç diyor ki; “Macbeth’i uyarlama ve sözümona gerilim oyunu yapmaya kalkmak, aşırı cüretkârlık mıdır, haddini aşmak mıdır, bilemiyorum. Eğer böyleyse, biliniz ki bu şaibeli davranışım ithal ikameci tutkulardan kaynaklanmıyor. Cüretkârlığımın sebebi, tamamen milletimizin çoktan hak etmiş olduğu hâlde kendi öz Macbeth’ine kavuşamayışından duyduğum soylu huzursuzluktur.

“Ayrıca, Parti Genel Sekreteri Macbeth, Orgeneral Hekate, muhabir cadılar vesairenin ‘mevzu’ya çok iyi ‘oturduğunu’ ve bugüne kadar böyle bir oyunda bulunmamalarının alenen haksızlık olduğunu düşündüm.Umarım bana hak verirsiniz.”

“HAKLISIN” Ümit Kıvanç.

Usul olduğu üzere tadımlık:

Başkent, milletvekilleri, bürokratlar, askerî istihbarat görevlileri, muhabir cadılar, parti başkanı, genel sekreter, onun sekreteri, bunun sekreteri, şunun danışmanı, berikinin başdanışmanı, ötekinin en bi aşıranı, bilumum yalakalar, hırsızlar, arsızlar, karanlığa karanlık katanlar, onların karıları, karanlığın insanları vs. vs. ila ahir…

Parti’de kurultay öncesi, esnası, sonrası partinin korunmaya çalışılması, içine bomba koyulması, parti içi karmaşanın arttırılması, burjuva siyasetin kasabalı beylerce nasıl yürütüldüğünün anlatılması, devletin oyuna girerek olayı çözmesi; yaklaşık doksan dört sayfada dört perdelik oyun ile anlatılması.

“İşi ne zaman bitireceğiz peki?”

“Gürültü patırtı bitsin de öyle”

“Bu gürültü bir şey değil

Daha ne dolaplar dönecek

Bugünün parlak yıldızları

Yarın bir bir silinecek” sözleriyle açılır perde.

Parti merkezinde yüksek perdeden koşuşturmacalar, kongre yapılmış, ortalık karışık, lider az tırsmış çokça cesurmuş gibi…

Lider “Ah!.. Zaferle bozgunun böyle sarmaş dolaş gezinmesi. Birinin indiği ata hemen ötekinin binmesi.

Muhalif il başkanları bundan böyle,

Kalleşlik etsin de görelim.

Onların başına file çorap örelim.

Ama yok! Söyleyin, hepsi derhal kovulsun.

İl yönetimleri Macbeth’in olsun.

İstediğinden fazlasını veriyorum işte,

Azıcık eğlensin.”

Muhabir Cadılar:

Selam sana Macbeth!

Selam partinin genel sekreterine!

Selam bütün il yönetimlerini götürene!

Selam yarının liderine!

Macbeth’te yarılma başlar.

Laz Kurt, Söz Kurt, Öz Kurt, Sağ Kol, Sol Kol, Ak Kurt, Pak Kurt, Boş Kurt, Yavru Kurt tümü girer devreye ve entrika, kargaşa, derin devlet siyaset, siyaset kontrgerilla, siyaset karanlık işleri başlar erkin elde edilmesi, elde edilenin muhafaza edilmesi, muhafaza edilenin muhafazası, yeni muhafaza edileceklerin hayalleri…

Macbeth ve Bayan Macbeth lidere karşı yeni lider için güven duyuyormuş gibi oldukları parti ileri gelenleriyle işbirliği hâlinde tüm ahlâk kurallarını parlatarak yeni muhafız güç olmak için başlarlar çalışmaya.

Soylu huzur işbaşındadır artık.

Parti yöneticileri, Subaylar, Orgeneral Hekate, Macbeth, bayan Macbeth ve show must go on…

Merak etmeyin dostum,

Osmanlı artığıdır bunlar:

Küpünü doldurunca gider.

O vakit de aziz millet,

Bizim için bayram eder.

Hem arada bunlar gelip

Zindana çevirmese memleketi

Millet her seferinde göz göre göre

Yeniden seçer miydi Macbeth’i?

Sahne kararır. Perde kapanırken boru trampet vs enstrüman ile halay müzikleri duyulur. Bütün subaylar ve politikacılar halay çekerek sahneden geçer. Seyreden “Millet” de alkışlar. SON.

Tabii ki; kitabı okuduğunuzda ilaveniz olacak olur ise yayıncı ile görüşebilir mail atabilir, mektup yazabilirsiniz, ki sevinirler ben de mutlu bile olurum.

Kıvanç, güzel iş çıkarmış bilinenin tekrarı gibi görülebilir belki ama elde bir eserin olması bile büyük bir şıklık bundan dolayı Kıvanç’a teşekkürler…

Sistem aygıtının iç yapısı, işleyişi, oyuncuların seçimi, yeni oyuncu kastının ayarlanması, figüranların salyalı ağızlarıyla apartta beklemeleri, işler işler…

Alkışlayanlar… Alkışlayanlar.

Dinleme önerileri:

Emekli Albay Hilmi Ertunç (Mozaik)

Kader Senfonisi (Beethoven 5. Senfoni)

Kurşun askerin gerçekleşmeyen kaçışı (Mozaik)

Küçük Bir Gece Müziği (Mozart)

Hareket Etmeliyim (Mozaik)

Sonunda oldu, seni aldattım (Aşkın Nur Yengi olabilir başkaları da var)

Çok Alametler Belirdi (Mozaik)

Tüm Mozaik parçaları hasılı

İçme önerileri:

Koyu tok filtre kahve, demli çay, isteyene süt veya taze sıkılmış meyva suları, belki de kırmızı şarap

Teşekkürlerimle

Hoş Çakallar…

Hayatı örgütleyen aşkınlıktır sanat (ile tiyatro)*

 

Sanat hakkında birçok şey söylendi; söyleniyor ve söylenecek de; ancak ne nasıl sunulursa sunulsun, “Artes serviunt vitae, sapientia imperat/ Sanat, hayatın hizmetkârı; akılsa idarecisi”dir!

Bu böyleyken siz sakın ola Orhan Gencebay’ın, “Sanatın siyasetle hiçbir alâkâsı yoktur. Sanat, siyaset yapmaz. Kişiler yapar. Sanat muhalif değildir. Sanat, sevgiyi, saygıyı, estetiği, güzelliği, güzel olan ne varsa, yaşamın güzelliğini anlatır. Sanatın amacı budur,”[2] zırvasını ka’le almayın.

Sanat insan olma/ ve kalma gücüdür. Yaşama mündemiç bir estetiğin politik dili ve bütünüdür; ifade özgürlüğüdür; politiktir.

“Politik” vurguma; “Evveleski, sanatçı tanımına hak kazanmayan insanların ‘devrimci’ etiketini yapıştırmak suretiyle bu saflara katılmalarını onaylamamışımdır… Tamam, siyaseti sanattan silip atmak mümkün de değil, doğru da,”[3] diyen Sevin Okyay gibilerin “ama”lı, “fakat”lı itirazları oluyor ve olacak da!

Kaldı ki, “Sanatın toplumsallık dışı, bireysel bir özgürlük alanı, bir amaçtan kopuk, ahlâktan azade bir eylem olarak kurgulanması hiç şüphesiz burjuva modernizmin kolektif yaşama, toplumsalı inşa etmeye dair yaşam formuna ve tasavvuruna karşı geliştirdiği en büyük saldırıdır. Sanat, emek kadar insanın insanlaşma sürecinin belirleyen unsuru iken nasıl olur da ahlâki ve toplumsal bağlamdan kopuk amaçsız bireysel bir eylem olabilir. Bu sav, insanın toplumsallığını inşa etmede ve toplumsallığını korumada geliştirdiği en etkili kurma ve savunma aracını etkisizleştirmek ve sanatı burjuva düzenin ihtiyaçları için yeniden kurgulamanın argümanıdır.”[4]

Sakın ola unutulmasın: “İyi sanat politiktir,” der Marc-Olivier Waller.[5] Haksız da değildir! Çünkü dünyaya ait bir bakışı olmayan, o bakışı eserine yansıtamayan sanatçı olamaz.

Apolitik olması mümkün olmayan sanat, “zulme karşıdır”;[6] yaşamı şeyleştiren meta fetişizmi karşısında dik durur[7] ve Julien Benda’nın, “Dünyanın efendisi hâline gelmiş haksız ve yanlış karşısında cümle âlem diz çökerken bile, ayakta kalıp, ona insanlık bilinciyle karşı çıkmaktır,” saptamasındaki üzere diklenir.

Toplumsal zorunluluklar ekseninde estetik değerler aracılığıyla gerçekleşen sanat; “Gözümüzün gerçekle kamaşmasıdır: Geri geri kaçan ucube maskelere düşen ışıktır gerçek, başka bir şey değil,” Franz Kafka’ya göre…

Bu böyleyse, gerçeği değişik biçimde yansıtma ısrarıyla var olan sanat, alınıp-satılamayan bir değerdir; Friedrich Hölderlin’in, “Bir ülkede akıl ve sanattan çok, servete değer verilirse, bilinmelidir ki, orada keseler şişmiş, kafalar boşalmıştır,” uyarısındaki üzere!

XIV. İstanbul Bienali açılışında konuşan Eczacıbaşı Holding ve İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, “Sanat Türkiye’nin tanıtımına çok büyük katkı yapıyor ve adeta nefes aldırıyor,” vurgusuyla sanata yapılan yatırımların sanayi kadar önemli olduğuna işaret edip, “Türkiye rekabetçi üretime ve girişimciliğe odaklanmalı,”[8] dediği koordinatlarda; kapitalist tüketimin “Sanatı ‘mal’ olarak gösterme eğilimi”ni[9] öne çıkardığı dünyada; İlkay Akaya’nın, “Sanatın alınıp satılamadığını düşünerek yola çıktık biz,”[10] sözlerini kulağına küpe eden “Sanatçı, iktidarın nesneler düzeninde bir nesne olmak istemiyorsa, içindeki iktidarı öldürmeli”dir[11] elbette…

* * * * *

İnsanı, insanca, insanla anlatan tiyatro, yaşam için bir çift kanattan başka bir şey değildir.

Ya da gerçek olabilme, gerçeği olduğu gibi dürüstçe yansıtabilme, bütün “meli, malı”ları kaldıran bir var oluş hâlidir. Çünkü Yıldız Kenter’in anlatımıyla, “Tiyatro ile uğraşmak demek dünyanın ortasında duruyor olmak demektir.”

“İki kalas bir heves” olarak da sunulan tiyatro; bir tutku, bir renk, bir kokudur; insanca olabilme imkânı ve hâlidir. Yedi sanatın üçüncüsü olan tiyatro bir duygu, bir düşüncedir. Tiyatroyu sahneyle sınırlı sananlar yanılırlar. Çünkü o insanın hayata bakışını, dolayısıyla da hayatını değiştirebilendir.

Bu bağlamda “Memleket her gün 1 Nisan şakası gibi ama şakalar biraz ağır,” vurgusuyla ekler Ali Poyrazoğlu: “Tiyatro benim hayatımda her gün yeni sorulara, yeni bakışlara, bir yeniden doğuşa perde açıyor. Benim görüşüme göre tiyatro gidilen bir şey değil, gittikten sonra kapıdan seninle beraber çıkıp hayatına giren bir şey olmalı. Seyirciyi zenginleştirmeli. Tiyatro seyirciye gündemle ilgili yeni sorular sordurur.”[12]

Bu nedenle insan(lık)a mündemiç ahlakî deneydir tiyatro. Kameranın, rejinin, fotoğraf editörünün seçtiğini değil; kendi estetiğine, iç dünyana uyanını izlediğin… Kolay mı? Tiyatroda herkesin yaşadığını yaşarsınız. Herkesin hissettiğini hissedersiniz. Herkesin koşullarına girersiniz. Ne acıları, ne heyecanları, ne aşkları yaşarsınız.

Antik Yunan’da, şarap (üzüm, bağ-bahçe) tanrısı Dionysos için gerçekleştirilen ritüellerden doğan tiyatro; yaşama tutkusunun yansısıdır; hayatın -aynası değil- aynısıdır; aşkla içinde büyü barındırandır; bir nev’i temizlenme, aklanma, paklanmadır.

Post-modernizmin getirisi olan gerçeklik algısındaki deformasyonlar; tiyatroyu omurgasızlaştırılıp; post-modern insanın görsel dünyası, tiyatroyu gerçek dışı, yapmacıklığa indirgeyip, “öldürmeye kalkışsa”[13] da; hâlâ tiyatroya ihtiyacımız var.

“Niçin” mi? Çünkü tiyatronun aracıya ihtiyacı yoktur. Kendisi ışığın en şeffaf yanını oluşturur. Her zaman var olan, sonsuza kadar olacak olan tiyatro her şeyi anlatabilir.

Kolay mı? “En siyasî yani en insanî sanat dalıdır” der tiyatro için Hannah Arendt.

Hayallerimizi, isteklerimizi, sevdiklerimizi, sevmediklerimizi kalbimiz durana dek ifade etme çabasıdır tiyatro; insan(lar)ın yeterince farkında olmadığı dünyayı ve kendini fark ettiği, öğrendiği bir zemindir.

Denilebilir ki, insan(lık) için tiyatro yaşam kadar önemlidir. Çünkü tiyatro, mevcut sisteme, mevcut anlayışa, gelenekselliğe karşı çıkan muhalif bir duruştur ki, bu da gelişme ve değişmenin, ilerlemenin ön koşuludur. Bunsuz; böyle olmadan ilerleyemez toplumlar. Tam da bunun için adaletsizliğe, köleliğe, faşizme karşı çıkar tiyatro (ve sanat).

Eski Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un, “Devletin operası balesi olur ama tiyatrosu olmaz,”[14] sözlerine ve Recep İvedik’(ler)e “Hayır” diyen tiyatro; Aristo’ya göre, “Ruhun temizleyicisidir”.

Haluk Bilginer’in,[15] “Sevişmenin modası ne zaman geçerse tiyatronun da o zaman geçer,” notunu düştüğüdür![16]

Peter Brook’un, “Ayakkabıcının zanaatının temeli ayağı vurmayan bir ayakkabı yapmaktır; tiyatro zanaatının temeli de çok somut öğelerle, seyirciyle birlikte işleyen bir ilişki kurmaktır,”[17] formülasyonundaki hayata mündemiç inceliğin altı çizilesi sanat dalıdır…

Albert Camus için de tiyatro sanatın zirvesiydi. Çağının parçalanmışlığının ve ölçüsüzlüğünün üstesinden gelme yolu Camus’ye göre sanattan geçiyordu: Bu noktada sanatın birleştiriciliğine atıf yaparken sanata değerini veren şeyin başkalarıyla paylaşılması olduğunu belirtmişti. Sanatın bu yönleri, Camus’nün tiyatro eserlerinde yoğun biçimde göze çarpmaktaydı. Çünkü tiyatro (insanlarla oyuncular arasında bağ kurarak) kişiyi yalnızlıktan kurtaran bir etkinlikti.[18]

“Tiyatro hayatın aynasıdır!” derler; ama bu kadar değil; ötesidir.

“Tiyatro” deyince Augusto Boal’ın, “Entelektüellik ya da elit bir kavramı içermez tiyatro… Tiyatro hayattır o hâlde hayatın her yönüne yayılmalıdır düşüncesinin sahibi… Tiyatro eylemdir! Belki de tiyatro kendi içinde devrimci değildir; ama hiç kuşku yok ki tiyatro bir devrim provasıdır… Etrafımıza baktığımızda tüm toplumların, etnik grupların, sınıfların ve kastların içinde ezen ve ezilenleri görürüz, adaletsiz ve merhametsiz bir dünya görürüz. Başka bir dünya yaratmak zorundayız çünkü bunun mümkün olduğunu biliyoruz. Fakat hem sahnede hem de hayatımızda oynayarak bu dünyayı kurmak bizim elimizde. Az sonra başlayacak etkinliğe katılın, eve döndüğünüzde arkadaşlarınızla kendi oyunlarınızı oynayın ve daha önce göremediğiniz apaçık olan şeye bakın: tiyatro sadece bir etkinlik değildir, bir yaşam biçimidir ”…

Federico García Lorca’nın, “Tiyatro, kitaptan uyanan ve insana dönüşen şiirdir”…

Muhsin Ertuğrul’un, “Tiyatro bir meslek değildir, bir karasevdadır”…

Sultan Bin Mohammed Al Qasimi’nin, “Bizler önemsiz ölümlüleriz, tiyatro ise yaşamın kendisi kadar sonsuz”…

Robert Lepage’nin, “Ateşle oynadığımız, risk aldığımız doğrudur. Ama aynı zamanda bir şansı da yakalamış oluruz: Yanabiliriz ama aynı zamanda şaşırtabilir ve aydınlatabiliriz”…

Ariane Mnouchkine’in, “İmdat!/ Tiyatro, yetiş imdadıma!/ Uyuyorum, uyandır beni/ Karanlıkta kayboldum, yol göster bana ya da bir ışık yak/ Tembelim, utandır beni/ Yorgunum, kaldır beni/ İlgisizim, vur bana/ Aldırış etmiyorum, yok et bu hâlimi/ Korkuyorum, cesaret ver bana/ Cahilim, öğret bana/ Canavarım, insancıllaştır beni/ Yüksekten atıyorum, gülmekten öldür beni/ Edepsizim, alaşağı et beni/ Kafasızım, değiştir beni/ Yaramazım, cezalandır beni/ Baskın ve zalimim, savaş benimle/ Ukalayım, alay et benimle/ Avamım, eğit beni/ Suskunum, çöz beni/ Artık hayal kurmuyorum, bir korkak ya da budala gibi davran bana/ Unuttum, bana hafıza yükle/ Kendimi yaşlı ve tükenmiş hissediyorum, çocukluğu coştur benim için/ ağırım, müzik ver bana/ Üzgünüm, mutluluk getir bana/ Sağırım, fırtınada acılara çığlık attır/ Kışkırtıldım, bilgeliği göster bana/ Zayıfım, dostluğun ışığını yak/ Körüm, bütün ışıkları bir araya topla/ Çirkinliğin boyunduruğu altındayım, galebe güzelliğin girmesini sağla/ Nefretle kuşatıldım, sevginin tüm gücünü ver bana,” uyarılarını “es” geçmek mümkün mü?

Yunanca’da “seyirlik yeri” anlamına gelen “theatron”dan türetilmiş bir hayat biçimi olan tiyatro; resim, müzik ve heykel sanatı ile birlikte kökleri muhtemelen Paleolitik Çağ’a kadar giden bir sanattır. (Mağara duvar resimleri yaklaşık 40.000 yaşındadır)

Tiyatronun en ilkel hâlinin, günümüz sanat anlayışından çok uzak, daha çok dini bir ritüele ya da büyüye yakın olduğunu belirtmek gerek. Gece ateş etrafında toplanıp, ertesi günkü avın bereketli geçmesi için sırtlarına aldıkları hayvan postlarından kostümlerle, başlarına geçirdikleri hayvan boynuzları ile bir av hayvanına öykünüp, o hayvan gibi sesler çıkarmaya, o hayvan gibi vücut devinimlerinde bulunmaya çalışmak gibi…

Tiyatro sanatı, insanlık tarihi boyunca av ritüllerinden bugünün modern tiyatro anlayışına kadar insanla beraber evrilen; sosyolojinin sahne hâli olan; insan(lık)ı irdeleyerek, insanı insanlaştıran eyleme yönelten özgürlük kapısı olarak tiyatro, daima günceli yakalar, yerelden beslenir, evrenseli özümser, yasak elmaya uzanıp ısırır ve cennetten kovulur.

Tiyatro insan(lık)ın maskesini çıkartan sanattır. Hayatın sahnesidir; sahnenin hayata uyarlanmış hâlidir. Var oluşun ilk sanatıdır ve sonsuza kadar da var olacaktır. Hayatın aynası olabildiğince özgürlüktür; özgür olabildiğince de tiyatrodur. Nihayet muhalif bir sanat ve silahtır.

Örneğin muhalefin önde gideniydi Aristofanes. Ülkede kötü giden şeyleri eleştiren oyunlar yazar, çıkar oynardı binlerce kişilik anfi tiyatrolarda. Ön sırada ülkeyi yönetenler oturur, halkla birlikte dikkatle izlerler, bundan ve halkın tepkisinden kendilerine ders çıkarırlar, alkışlarlardı Aristofanes’i.

Tiyatro bin yıldır muhaliftir, muhalif kalacaktır, çünkü halkın sesidir. Yöneticilere yanlışlarını anlatmak için var tiyatro. (Ve antik Yunan’da suç işleyen bir insana verilebilecek en büyük cezalardan biri, belirli bir süreliğine tiyatroya gitmesine engel olunmasıydı!)

* * * * *

“Sanatçıların, sahne emekçilerinin söz hakkının olduğu bir tiyatro”; “Sanatta yeterliliğin olduğu bir tiyatro,”[19] gereksiniminin hâlâ gündem(imiz)in acil maddesini oluşturduğu koordinatlarda tiyatroyu iktidardan geri almak, baskılarına karşı durmak temel meselemizdir; bu da bir mücadele ve örgütlülük sorunudur.

Yeri gelmişken aktarayım: İşçi sınıfının sanata, edebiyata, felsefeye ya da genel olarak entelektüel faaliyetlere ilgisi anlamında “kültürlü bir sınıf” olabilme olasılığı, sınıfın kendisine ait bir kültürel faaliyetler alanı yaratması anlamında önemli bir noktadır. Nitekim Marx Alman işçi sınıfını “en kültürlü sınıf” olarak tanımlarken hiç de abartmış değildir. Ancak kültür, sadece entelektüel ve imgesel çalışmalardan oluşan bir yığın değil, aynı zamanda ve temel olarak bütün bir yaşam biçimidir. Bu nedenle entelektüel ve imgesel çalışmalar burjuva ve işçi sınıfı arasındaki ayrımın temelini belirlemede ikincil önemdedir. Bu nedenle burjuva ve işçi sınıfı arasındaki ilk ayrım bütün bir yaşam biçiminde aranmalıdır, ancak bunu da giyim biçimine, boş zamanı kullanmaya vb. hapsetmemek gerekir. Çünkü yaşam biçimi dendiğinde asıl ve temel olarak toplumsal ilişkilerin doğasına ilişkin alternatif fikirler akla gelmelidir, tıpkı Raymond Williams’ın vurguladığı gibi.

Dolayısıyla burjuva sınıfı ile işçi sınıfını birbirinden ayıran bir takım alternatif fikirler olduğunu tespit edebiliriz. Zira Williams’ın vurguladığı gibi “burjuvazi” önemli bir terimdir ve bu terim genellikle bireycilik denilen bir sosyal ilişki biçimini ifade eder. Yani her bireyin doğal bir hak olarak kendi kârının peşinde olmakta özgür olduğu bir nötr alan olarak toplum fikri. Bu ise işçi sınıfının toplumsal ilişki fikriyle tamamen bir zıtlık içerir. Çünkü işçi sınıfının toplum fikri, her bireyin bireysel gelişimini de içeren bütün gelişme biçimlerinin pozitif araçları olarak ortaya çıkar. Bu durumda gelişme ve çıkar, bireysel değil fakat ortak bir biçimde yorumlanır. Bu çerçeveden yola çıkarak işçi sınıfı kültürü ile ne anlatılmak istendiği açıklığa kavuşur: Bu kültür, bir proleter sanatı, dilin özel bir kullanımı ya da işçi konseyi değil, fakat daha çok temel bir kolektif fikir ve bundan türeyen niyetler, düşünce alışkanlıkları, davranışlar, tutumlar, kurumlar ve örflerdir. Bunun tam da tersine burjuva düşüncesi, bireyselci bir düşüncedir ve bu kültür bundan türeyen niyetler, düşünce alışkanlıkları, davranışlar, tutumlar, kurumlar ve örflere işaret eder.

Dolayısıyla bir işçi sınıfı kültürü, dayanışmaya, paylaşıma ve ortak bir düşünce tarzına dayalı bir yaşam biçimi anlamına gelir ve bu kültür toplumun diğer alanlarıyla bağlantılı olarak gelişir. İşçi sınıfının kültürel başarısı demokratik sendikal kurumlar, kooperatifler ve politik partiler olmuştur. İşçi sınıfı bilinci hem bu kurumların yaratılmasını ve gelişmesini sağlamış, hem de bu kurumlar işçi sınıfı bilinci ve kültürünün bir ifadesi olmuştur. Bu anlamda sınıf kültürünü ifade etmenin yollarından biri, hem politik düzeydeki –örneğin sendikanın etkili olabilmesi için mücadele etmek gibi- hem de bu güç yapısına direnmeyi ya da eşitsizliğe uyum sağlamayı içeren gündelik düzeydeki pratiklerle meşgul olmaktır.

Bu çerçevede bir işçi sınıfı kültürünün iki özelliğinden bahsetmek mümkün. Bunlardan birincisi, işçilerin adalet ve hakkaniyet arayışlarıdır. Zira sömürüyü doğrudan doğruya kendi yaşam pratikleri içinde kolektif olarak deneyimlemeleri, işçileri bir sınıf olarak diğer sınıflardan ayırır.

İşçi sınıfı kültürünün adalet ve hakkaniyet arayışından kaynaklanan ikinci özelliği dayanışmadır. Burada kast edilen dayanışma, aynı sınıf içerisinde yer almış olmaktan kaynaklanan bir dayanışmadır ki, bu, gerek gündelik hayatta kurumsallaşmamış biçimde, gerek grev gibi mücadelelerde ortaya çıkan direniş olarak, gerekse de üretim sürecinde ortaya çıkan biçimleriyle karşımıza çıkabilir. Bu üç dayanışma biçimi de birbiriyle iç içe geçmiştir.[20]

Bu bağlamlı bir kültürel gelişim olmadan ne sosyal, ne demokratik ne de ekonomik gelişme olur.

Kültür kavramı, bir toplumun ürettiği etik, sosyal, siyasal, sanatsal, dini tüm değerlerin toplamını kapsar, insana dair niteliklerin saygınlığını sağlar.

Tekelci burjuvazinin AKP eliyle uyguladığı kültür(süzlük) politikası, kültür tanımının reddidir; insan(lık)a rağmendir.

AKP sanat ve sanatçıyı yok sayan bir anlayışın kalıcı olmasını istemektedir. Çağdaşlık, Osmanlıcılık adı altında dini motiflerle süslenerek köreltilmeye çalışılmaktadır.

Hâl böyle olunca; devlet Tiyatroları, opera ve bale ile tüm sanat kurumları müthiş bir baskı altında. Sanatçıların özlük hakları kısıtlanıyor. Sanatçılar ve sanat kurumlarında çalışanlar yarınlarından korkuyorlar. Yardım yapılırken “Özel sanat kurumlarının” arasında siyasi ayırım yapılıyor. AKP döneminde sıkıyönetimleri aratacak şekilde tiyatro oyunu, film, sergi, kitap ve gazete yasaklanmış, toplatılmış ve müellifleri hapse atılmış…

“Anadolu Uygarlıklarının mirası değil, bize Müslümanların eserleri yeter” diyen bir söylem bakanlığa yerleşiyor…

Restore ediyoruz diye antik varlığın duvarlarını sıvayan, Aspendos’un koltuklarını beyaz mermerle kaplayarak hamama çeviren, ucube diyerek heykel yıkan, sanatın içine tüküren bir zihniyete kucak açılıyor.

Kısaca kültür ve sanat, yani insanın yaşamı ve yaratımı yok sayılıyor…

Oysa sanat avangarttır. Düşüncenin özgürleşmesine, sanatın güçlenmesine, yaratının çoğalmasına ve böylece toplumun gelişmesine öncülük eder. Kendisini ifade etmekten korkmayan bir toplum yaratır… Özgür birey, örgütlü toplumda eşit yurttaş hâline gelir. Sanatın gücüne dayanan kültürel gelişme, toplumlarda öncelikle barışı sağlar.

Ama ne yazık ki bugün, barış değil zorbalık yüceltiliyor. Bu böyle olunca kültüre yapılan baskı, topluma yapılan zülümdür.

Zulme göz yumanlar zalime biat ederler. Zalimin olduğu yerde, kültür de sanat da olmaz, olamaz![21]

* * * * *

İşte bunun örnekleri!

Melis Alphan’ın, “Freemuse’un raporuna göre 2013’ten itibaren sanatsal özgürlüğün en fazla kısıtlandığı ve sanatçılara bedel ödetilen ülkeler sıralamasında Türkiye, Çin ve Rusya’dan sonra üçüncü sırada. Böyle zamanlarda ‘Sus’ dedikçe sesini yükselten, kapının önüne konduğunda başka kapılardan içeri giren sanatçılara her zamankinden daha fazla ihtiyaç var,”[22] notunu düştüğü…

İdil Biret konserinin basılmasına ilişkin olarak Kültür ve Turizm Bakanı Yalçın Topçu, “(Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı olduğu dönemde Topkapı Sarayı’ndaki İdil Biret konserini basmak isteyen Alperen Ocakları’nı savunduğu iddialarına ilişkin olarak) Ben en azından senfoni orkestrasında bir eser icra edilirken minder atılıp, şarap içilip, ayak uzatarak dinlenmeyeceğini bilecek kadar bu işlerden anlarım. Bugün olsa Topkapı Sarayı’nda şaraplı, minderli konsere izin vermem. O sanatın çıktığı ülkelerde bir senfoni hangi adap, edeple dinlenir? Hanımefendiler, beyefendiler şıkır şıkır kıyafetleriyle gelir değil mi? Biz barda halaya dururuz, orada da vals yaparız. Bizi başkalarıyla karıştırmasınlar. Orada ideolojik bir linçe falan da eyvallah etmeyiz,”[23] diyebildiği bir atmosferde egemen(ler)in, devletin marifet(ler)ine ilişkin birkaç örnek bile, bunun nasıl da acil ve kaçınılmaz olduğunu sergilemeye yeter de artar!

 

AKP İKTİDARI DÖNEMİNDE UYGULANAN YASAKLARDAN BAZILARI[24]
51. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Reyan Tuvi’nin “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” filmine sansür uygulanması…
Tiyatro oyuncusu Haldun Akçıksözlü, “Laz Marks” adlı oyunda Erdoğan’a hakaret gerekçesiyle kesinleşen para cezasını ödemediği için gözaltına alındı…
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan’a hakaret suçlamasıyla yargılanan yazar Emrah Serbes hakkında zorla getirme kararı alındı…
“Berkin için 11 Mart’ta hayatı durdur” sloganı ile hazırlanan video klipten dolayı birçok sanatçıya “suç işlemeye alenen tahrik” suçundan soruşturma başlatıldı…
Batman Bahar Kültür Merkezi üyesi 13 kişiye, 5 yıl boyunca “Sanat yapmama” cezası verildi…
Bir mizah dergisinin kapağında Erdoğan’a hakaret edildiği iddiasıyla karikatüristler Bahadır Baruter ve Özer Aydoğan hakkında hapis istemiyle dava açıldı…
Cumhuriyet gazetesinin Paris’te terörist saldırıya uğrayan Charlie Hebdo ile dayanışma amacıyla seçki yayımlamasının ardından gazete ve yazarları hedef gösterildi…
İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi hakkında yıkım kararı çıkarıldı…
Şeker Portakalı müstehcen, Fareler ve İnsanlar sakıncalı bulundu…
Şair Can Yücel’in şiirlerinden oluşturulan “Can” adlı oyunu Edirne’de yasaklandı…
Erdoğan 2011’de Kars’taki mitingde, heykeltıraş Mehmet Aksoy tarafından yapılan ‘İnsanlık Anıtı’na “ucube” diyerek, yıktırdı…
34. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde “Bakur” belgeseli gösterimden kaldırıldı…
Cumhuriyet tarihinin en eski sinema salonu Emek Sineması yıkıldı…
‘Vajina Monologları’ oyunu, ahlâk kurallarına aykırı olduğu gerekçesiyle yasaklandı…
Ferhat Tunç, 1 Mayıs’ta, “Hepinizi Deniz Gezmiş’lerin, Mahir Çayan’ların, İbrahim Kaypakkaya’ların devrimci ruhuyla selamlıyorum” dediği için iki yıl hapisle cezalandırıldı…
Yönetmen Lars von Trier’in filmi “Nymphomaniac”ın Türkiye’de gösterimi yasaklandı…

 

  1. i) 27 Mart Dünya Tiyatro Günü, Türkiye’de “engellere” takıldı. Selçuk Üniversitesi Dilek Sabancı Devlet Konservatuvarı tiyatro öğrencileri okul yönetiminin ‘kendilerini cezalandırmak’ için oyunlarına sahne vermediğini açıkladılar. Ayrıca 10. Ankara Uluslararası ETHOS Tiyatro Festivali’nin sahne talebine de DT’den ret geldi…[25]
  2. ii) Darülbedayi’den bugüne 100 yıllık bir sanat kurumu olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (İBBŞT) 100 yıllık arşivinin talan edildiği ortaya çıktı. Arşivinin üçte birinin talan edildiğini Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu ve Kütüphane Müdürü Enis Kayhan da doğruladılar. Şehir Tiyatroları’nın kuruluş belgeleri, müzelik eşyalar, Vasfi Rıza Zobu ve Bedia Muvahhit gibi sanatçıların fotoğrafları kayıp…[26]

iii) Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü 2015 yılında 22’ncisi düzenlenen Uluslararası Aspendos Opera ve Bale Festivali’ne 38 kişilik idari görevlendirme yaptı. Genel Koordinatör Yener Turan’ın parafıyla yapılan görevlendirmede, akrabalarının yer alması dikkat çekti…[27]

  1. iv) TRT’nin sınavla aldığı sanatçılar Cumhurbaşkanlığı’na yakınlıklarıyla şüphe yarattı. AKP’li Uğur Işılak’ın elemanları da sınavı kazandı. KPSS sınavlarından sonra devletin resmi yayın organı TRT sınavlarında da skandal yaşandı. Sesli ve görüntülü kaydın yapılmadığı sınavlarda puanlar ve yedek liste de açıklanmadı. Başvuranların kaç puanla kazanıp kaybettiği bilinmezken puanların kurşunkalemle yazılması, jüride sadece iki sanatçının bulunması ve AKP’ye yakın sanatçıların saz heyetlerindeki kişilerin seçilmesi şaşkınlık yarattı…[28]
  2. v) İBBŞT yönetmenliğinden istifa edeceğini açıklayan Erhan Yazıcıoğlu, ‘Tiyatroyu tiyatrocular yönetir’ ilkesini kabul ettiremediği için istifa edeceği vurgusuyla, “Her şeye rağmen tiyatro, her şeye rağmen sanat ve kültür,”[29]diyerek; tiyatro kavramının önemsenmeyişine dayanamadığını belirtip, “Sağlığımı yitirdim. Tiyatro adına çok şeye katlandım ama artık benim ve tiyatro kavramının önemsenmemesine dayanamıyorum. Verilen sözlerin hiç değilse birinin tutulmasını bekledim. Umurlarında değil. Çok üzgünüm… Sonuna kadar ölene kadar tiyatro. Nerede olursa,”[30]diye ekledi.
  3. vi) İBBŞT oyuncusu Levent Üzümcü işten atılmasına ilişkin olarak, disiplin kurulundakilerin “Emir büyük yerden” dediklerini ifade ederken;[31]kendisini “tanımadığını” iddia eden ve İBBŞT ihraç edilmesi üzerine kendisine üstü kapalı olarak “terörist” benzetmesi yapan dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Yalçın Topçu’ya, “Yangından mal kaçırır gibi kurulmuş bir hükümetin bakanından ne bekliyoruz ki? Bu faşizmin yansıması, yarın kimse duymadım, bilmiyorum demesin. Çok yazık, düştüğümüz hâllere bakın,”[32]deyip ekledi:

“Ne ben onun cumhuruyum ne de o benim başkanım. Ben onun cumhuru değilim, onun milli iradesi ben değilim. O da benim başkanım değil. Beni kendi cumhuru olarak görmeyen bir başkan benim umrumda değil. Bu ülkenin geleceğini, umudunu içinde barındıran insanlara bangır bangır “vatan haini” dedi. Kimse kendini kandırmasın”…[33]

* * * * *

Bu zulüm karşısında sanat cephesinin örgüt ve örgütlülük meselesi devasa bir önem kazanırken; hatırlayın:

“Aşk örgütlenmektir” derdi Ece Ayhan ‘Mor Külhani’ şiirindeki bir dizesinde…

“Örgütlemek için örgütlenmeli, örgütlemek için örgütlenmeli,” diye haykırırdı Hikmet Kıvılcımlı…

Faşizm karşısında birleşemeyenler faşizmin zindanlarında buluşurlar,” diye uyarırdı hepimizi Bertolt Brecht…

Ve nihayet “Maymundan insana geçişin dik durmak”la başladığının altını özenle çizerdi Friedrich Engels…

Bunlardan “Niye söz ettim” mi?

Gayet açık değil mi? Sanat olması gereken misyonunu, şimdi örgütlü bir dik duruşla taçlandırmakla mükelleftir.

Coğrafyamızın “geleneksel” önyargılarınca olumsuzlanan örgüt kavramı, de facto örgütsüzlükten başka anlam ifade etmese de -1980 sonrasında Türk(iye) insanlarının algısına “kötü” imgesiyle yerleştirilen- örgüt, Türkçe’deki, Türkiye’deki yasaklı sözcüklerin belki de en başında gelir. Ancak bu yasak yasalarla sınırlı değildir.[34] Yasalarla başlayan yasak, bir süre sonra hukuki düzlemi aşarak, insanların bilincine de sirayet ederek nüfuz alanını genişletip derinleştirmiştir.

Öyle ki bugün sınıf bilinçli olmayan bir işçiye ya da öğrenciye örgüt sözcüğünün ne olduğunu anlatmaya çalışırken, öncelikle ne olmadığından başlamak gerekiyor: Örgüt bir “teröristler” şebekesi değildir, örgüt yalnızca toplumun belirli bir kesimiyle sınırlı bir şey değildir, toplumun her alanında örgütler vardır vb. Ancak bu açıklamaları yaptıktan ve önyargıları kırdıktan sonra, örgütün ne olduğunu açıklamak mümkün hâle gelmektedir…

Oysa ortak bir amaç uğruna, bu amacı gerçekleştirmek için eylem hâlindeki kişiler, kategoriler, kurumlardan oluşan örgüt, varlığından haberdar olanların bilinçli, özgür birlikteliğidir. Takım ve ekip çalışmasıdır. Organize olmak, insanları tek vücut hâline getirmek, çeşitlilik içinde birliği gerçekleştirmektir…

Amaçlı bir şekilde bir araya gelmiş topluluktan başka bir şey olmayan örgüt, belli amaçlara ulaşmak için insan grubunun çabalarını düzenleştirmeye yarayan belirli yapı, kural ve süreçlerin bütünüdür. Ortak bir amacı veya işi gerçekleştirmek için bir araya gelmiş kurumların veya kişilerin oluşturduğu birlik, teşekkül, teşkilattır.

İnsan(lar) ile örülmüş ağ; insan(lar)ın, belli bir aşamada, iş bölümü bağlamlı birlikteliği veya toplumsal yapılanma olarak örgütlülük, ezilenlerin var olma imkânıdır.

Mücadele veren ezilenler, ancak örgütlenerek, ekonomik üstünlüğün hukuki ve siyasi ayrıcalıklarından nemalanan azınlıkla hesaplaşabilirler; bireysel olarak sınırlı olan etkisini toplumsal bir siyasi güç hâline getirebilirler. Nihai kertede otoriteyi ve iktidarı içermeyen örgüt yoktur.

Aslı sorulursa ezilenler olarak onunla var olduğumuz örgüt her şeyimizdir; kendimizi ona katarak onunla büyür, özgürleşir, gelişiriz.

Örgüt bir bütündür; programdır, kurallar bütünüdür, kadrodur, savaşçıdır, mücadele aygıtıdır; bunların toplamıdır. Örgüt aynı zamanda bir kurumlaşmadır; kolektivizmdir; insan olmaktır; ısrardır.

Beraber hareket etme anlamında gerekli olandır. Bireyler tek başına eğer siyasi hareketlerden kopuk iseler hiçbir şey yapamazlar. Bir eylemde bile süreklilik sağlayamaz.

Yaşayan en yüce güç, en aşılmaz barikat halkın örgütüdür.

Emek toplum denkleminden hareketle emek mücadelesinin de toplumsallaşması “olmazsa olmaz”dır.

Kapitalizm sömürüyü derinleştirmeyi ve yaygınlaştırmayı nasıl ki toplumu parçalarına ayırıp tek tek bireycileşmiş, toplumsallıktan kopmuş bireyler üzerinden sağlıyorsa, kapitalizmi ve sömürüyü geriletmenin, ortadan kaldırmanın yolu da, emek-toplum diyalektiğini doğru temellere oturtmuş bir mücadele anlayışıdır.

Unutulmasın: Güncel mücadele her zaman siyasi olan sorunun, çelişkinin üzerinde yükselirken; son yıllarda sıklaşan, siyasal niteliği daha belirgin öne çıkan emek eylemleri esaslı bir dip dalgasından güç alıyor.

Sendikaları siyasallaşmaya zorlayan emek hareketi, dip dalgası güncel mücadeleyi, onun hedeflerini de belirleyecek olan güçtür.

* * * * *

“İyi de ne yapmalı, tavrımız ne olmalı” mı?

Sanatçıların ‘Devlet’le ilişkisini mümkün olduğunca kopartması gerektiğinin altını çizen Fırat Tanış’ın ifadesiyle, “Kendi gücünü ortaya koyamayan kim varsa, bu ülkenin erkekleri tarafından maalesef ezilmeye, dövülmeye mahkûm”[35] olduğunu bir an dahi unutup/ unutturmadan sanatın büyük bir tehlike ve tehditle yüz yüze olduğunun altını ısrarla çizip, yanıtlar üretmek gerek…

Ama UNESCO resmi partneri IAA/AIAP Dünya Sanat Birlikleri Dünya Başkanı seçilen Bedri Baykam’ın, “Daima sanatçıların yaşamsal haklarının korunması için çalışıp bireysel veya genel sorunları ele alıyoruz,”[36] diyen boş genellemeciliğiyle değil elbet!

Soru(n)lar karşısındaki örgüt ve örgütlülüğün somut yanıtları olmak zorundadır.

O hâlde öncelikle sanat cephesinin örgütlülüklerini; kâğıt üstünde kalan, varlık nedenine yabancılaşan, tabela örgütleri olmaktan kurtarıp, sokaklardaki mücadeleyle birleştirmek gerekiyor.

Sanat artık salonlara sığamaz ve sığmamalıdır da!

Sanat alanın tüm disiplinlerinin sadece kendi içinde değil; tüm disiplinleri arası dayanışma ve örgütleme zorunluluğu vardır.

Bu mücadele iş güvenliği, güvencesi, sağlığı alanlarından sanat üzerindeki tüm vesayetleri reddeden özgürleşmeye kadar her alanda sürdürülmelidir.

Örgütlenme ihtiyacı sadece “ekonomik iyileşme”ye indirgenemez; “özgürlük talebi” de göz ardı edilemez ve edilmemelidir de!

Çünkü egemenlerin sanat alanında bir kural hâline getirdikleri sansür ve baskılara karşı dikilmek için örgütlü mücadele bir tercihten çok zorunluluktur.

Bunu yapabilmek için sanat örgütlenmelerinin emek eksenli bir kültür sanat politikasına olan gereksinimi büyüktür.

Toplumsal kültür için kültürel yabancılaşmaya karşı mücadeleyle, emekçilerin estetik algısını geliştirip, hayatı o estetik beğeniyle bilince dönüştüren örgütleme hedeflenmeliyken; piyasa koşullarına endekslenmiş yozlaşmaya “Hayır” denmelidir.

Kaygısı, hayatı ve toplumsal gerçekliği estetize etmek olan sanatın, politik atmosferin inşa ettiği korku ve yabancılaşma iktidarına karşı durması “olmazsa olmaz”dır. Bunu yapacak gücü ise, örütlülüğünden alabilir ancak.

 

29 Mart 2016, Ankara.

N O T L A R

[*] 34. Uluslararası İzmir Tiyatro Günleri kapsamında 2 – 3 Nisan 2016 tarihinde İzmir Sanat Oditoryum Salonu’nda düzenlenen “Tiyatro ve Örgütlenme Kurultayı”na sunulan tebliğ…

[1] Oscar Wilde, Sosyalizm ve İnsan Ruhu, Çev: Fuat Sevimay, Aylak Adam Yay., 2013, s.38.

[2] Ceren Çıplak, “Orhan Gencebay: Sanat Muhalif Değildir”, Cumhuriyet Sokak, 15 Kasım 2015, s.24.

[3] Sevin Okyay, “Devrim mi, Sanat mı?”, Birgün, 7 Aralık 2015, s.15.

[4] İlham Bakır, “Modernizmin Amaçsız Sanat Söylemi”, Gündem, 27 Mayıs 2015, s.15.

[5] Metin Celal, “İyi Sanat Politikse”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2015, s.16.

[6] A. Hicri İzgören, “Bilim ve Sanat Zulme Karşıdır”, Gündem, 21 Ocak 2016, s.15.

[7] “Beni şaşırtan, toplumumuzda sanatın bireylere ya da hayata değil de yalnızca nesnelere ilişkin birşey durumuna gelmesi. Sanatın yalnızca sanatçı denilen uzmanlar tarafından gerçekleştirilen bir uzmanlık dalına dönüşmesi. Neden her kişi kendi hayatını bir sanat yapıtına dönüştürmesin? Neden şu ev ya da lamba bir sanat yapıtı olsun da benim hayatım olmasın?” (Michel Foucault.)

[8] Elif Ergu, “Sanat Nefes Aldırıyor”, Hürriyet, 4 Ekim 2015, s.10.

[9] Beral Marda, “Direniş, İşbirliği ve Dayanışma Zamanı”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2015, s.14.

[10] Burak Abatay, “İlkay Akaya: ‘Hayat’ Üzerine Birkaç Söz”, Birgün, 6 Ağustos 2015, s.15.

[11] Rahmi Öğdül, “Sanat Cinayettir, Ülke Cinayet Mahalli”, Birgün, 25 Aralık 2015, s.15.

[12] Ceren Çıplak, “Ali Poyrazoğlu: Her Gün 1 Nisan Gibi Ama Şakalar Biraz Ağır”, Cumhuriyet Sokak, 27 Mart 2016, s.18.

[13] “Bütün yeryüzündeki hâkim sınıfların kaçınılmaz olarak sarıldıkları bir slogan var: ‘Tiyatro öldü’. Evet, gerçekten tiyatro öldü. O dönüşümünü yapıp, Brecht olayı ortaya çıktıktan sonra gerçekten öldü. Ama anlaşılması gereken şu ki onlar tiyatro ölsün istiyordular zaten. Çağın tiyatrosu yeni doğdu. Emekliyor, bocalıyor, ama nitelik olarak kesin farklı, canlı, gürbüz yaşıyor. Tiyatro kapitalizmin ürünü bir sanat değil, sanayiye bağlı değil. Dolayısıyla hâkim sınıfların tekelinde kalmak zorunluğu yoktur. Tiyatroda devrim estetiği doğduğu zaman hâkim sınıflar tiyatroyu bütün güçleriyle engellemeye çalışıyorlar. Bu yüzden el birliği ile ve koro hâlinde ‘tiyatro öldü’ diyorlar…” (Vasıf Öngeren, Militan Dergisi, 1975.)

[14] Umut Erdem, “… ‘Kanlı Nigar’ Konuştu Müsteşar İsen Dinledi”, Hürriyet, 12 Aralık 2006… http://www.hurriyet.com.tr/kanli-nigar-konustu-mustesar-isen-dinledi-5596231

[15] Haluk Bilginer, “Tiyatro kalıcı değildir buza yazı yazmak gibidir derler ya ben de tam tersini söylüyorum, en kalıcısıdır. Yani elinde somut bir şey yoktur resim gibi, film gibi ama anı vardır anı. 30 yıl bile unutmazsınız. İlk öpüşmenizi unutmanız mümkün mü? Fotoğrafı var mı yanınızda ilk öpüşmenizin? Yok. Peki neden unutmuyorsunuz çünkü bir anıdır sizin için. Tiyatro da böyledir. Tiyatro bunu yapabildiği zaman ne mutlu tiyatrocuya da seyirciye de. Belki diğer sanat dalları gibi elinizde somut bir şey yoktur ama daha insanca bir şey vardır. Anı vardır. Bu 30-40-50 yıl gitmez kafanızdan,” der.

[16] Kardeşinin bir tiyatro eseri yazmakta olduğunu haber alan Çehov ona şu öğütleri verir: “Orijinal, elden geldiğince de zeki olmaya çalış. Ama aptal görünmekten de korkma! Tiyatroda elden geldiğince özgür düşünmek gerek. Tiyatroda özgür düşünenler, saçma sapan şeyler yazmaktan korkmayanlardır. Bu arada şunu da söyleyeyim ki, aşk ilanlarının, karı koca aldatmalarının, öksüz gözyaşlarının hatta her çeşit gözyaşının çoktan modası geçti. Eserinin entriği olmasa da olur, yeter ki konu yeni olsun. Süslü sözlerden kaçın! Dil güzel ve yalın olmalıdır. Burunları kızarmış emekli kaptanlar, alkolik gazete muhabirleri, aç yazarlar, veremli kadınlar, ceplerinde beş parası olmayan dürüst gençler, evde kalmış namuslu kızlar, iyi yürekli dadılar… Bütün bunlar çok yazıldı. Artık bunları bir kenara atmalı…” (Anton Pavloviç Çehov, Küçük Köpekli Kadın, Çev: Hasan Ali Ediz, Altın Kitaplar, 1971.)

[17] Peter Brook, Açık Kapı, YKY, 2004, s.55.

[18] Ali Bulunmaz, “Camüs’nün Tiyatrosu”, Cumhuriyet Kitap, No: 1308, 12 Mart 2015, s.8-9.

[19] Ezgi Çelik, “Alican Yücesoy Nasıl Bir Tiyatro İstediğini Anlattı: Devlet Yönetmesin!”, Birgün, 10 Mayıs 2015, s.10.

[20] Mustafa Kemal Coşkun, “Sınıf Kültürü mü Kültürlü Sınıf mı?”, Evrensel Pazar, 9 Ekim 2014, s.10.

[21] Fikri Sağlar, “Kültürel Baskı Topluma Zulümdür”, Birgün, 3 Mart 2016, s.8.

[22] Melis Alphan, “… ‘Sus’ Deyince Susmayanlar”, Hürriyet, 31 Ağustos 2015, s.6.

[23] Rıza Özel, “Kültür ve Turizm Bakanı Yalçın Topçu: Şaraplı Minderli Konsere İzin Vermem”, Hürriyet, 2 Eylül 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29965912.asp

[24] “Saray Yenilecek, Sanat Kazanacak”, Gündem, 24 Ekim 2015, s.15.

[25] Selda Güneysu, “27 Mart’ta Tiyatro’ya Engel”, Cumhuriyet, 28 Mart 2016, s.17.

[26] Ceren Çıplak, “Şehir Tiyatroları’nda Skandal: 100 Yıllık Arşiv Talan Edilmiş”, Cumhuriyet, 24 Aralık 2014, s.15.

[27] Umut Erdem, “Aspendos’a ‘Akraba’ Çıkarması”, Hürriyet, 4 Eylül 2015, s.4.

[28] Miyase İlknur, “Saray’ın Sazına TRT’de Kadro”, Cumhuriyet, 4 Eylül 2015, s.2.

[29] Ezgi Görgü, “Erhan Yazıcıoğlu: Verilen Sözler Tutulmalı”, Evrensel, 2 Aralık 2015, s.12.

[30] Ceren Çıplak, “Erhan Yazıcıoğlu ve Ekibi İstifa Ediyor”, Cumhuriyet, 30 Kasım 2015, s.19.

[31] Ceren Çıplak, “Emir Büyük Yerden Geldi!”, Cumhuriyet, 26 Ağustos 2015, s.17.

[32] Selda Güneysu, “Bakanın Tavrı Faşizmin Yansıması”, Cumhuriyet, 3 Eylül 2015, s.6.

[33] Ceren Çıplak, “Üzümcü: Ne Ben Onun Cumhuruyum, Ne de O Benim Başkanım”, Cumhuriyet, 27 Ağustos 2015, s.17.

[34] TCK’nın 220 maddesinden düzenlenmiş olan “suç”tur örgüt. Mevcudiyeti pek çok suçta da ağırlaştırıcı neden olarak öngörülmüştür. Bunun için: -En az 3 kişi olmalı -Bu birliktelik sürekli olmalı -Bu teşekkülde hiyerarşik yapı ve işbölümü olmalıdır.

[35] Ceren Çıplak, “Tanış: Kültürün Bakanlığı mı Olur?”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2015, s.2.

[36] Fisun Yalçınkaya, “Bedri Baykam: Sanatçı Hakları İçin Çalışıyoruz”, Milliyet, 27 Kasım 2015, s.6.

 

Bir egemenlik aracı olarak üniversiteler*

Dolayısıyla olan, olması gereken değildi. Teorik olarak bir kurumun üniversite tanımına uygun olabilmesi, o tanımı hak edebilmesi için, devlet ve sermaye karşısında özerk olması gerekir. Özerklik vazgeçilmezdir ama bir başına amaç değildir. Özerklik, ifade özgürlüğünün, düşünce özgürlüğünün, araştırma özgürlüğünün güvencesi/garantisi/koruyucusu olduğu için son derecede önemlidir. Zira, bilimsel-entellektüel-estetik etkinlik, ifade özgürlüğünün/düşünce özgürlüğünün olmadığı yerde mümkün değildir. İkincisi, üniversitenin kendine mahsus bir ‘üslûbu’, bir ‘tarzı’ olması gerekir. Şundan dolayı ki, “öğretme” etkinliği özellik arz eder. Öğretmenlik herhangi bir meslekten farklıdır. Öğretmenin öğretmeyi sevmesi gerekir, öğrenciyi sevmesi gerekir, bu iki koşul yoksa öğretmenin adı vardır ama kendi yoktur. Fakat, öğretmenin öğretmeyi sevmesi için kendisinin de bizzat öğrenmeyi sevmesi gerekir. Öğrenmeyi sevmeyen öğretmen sayılmaz! Dolayısıyla öğretmenlik, herhangi bir meslekten farklı olmak zorundadır. O diğer devlet memurlardan veya başka bir meslek erbabından farklı olmak zorundadır. Öğretmenlik sadece ekmek parası kazanılan bir meslek değildir. Elbette öğretmenin de karnı doymak zorunda, geçimini sağlamak zorunda ama o diğerlerinden farklı bir ‘özelliğe’ sahiptir.

Öğretmen için geçerli olan bu koşul, üniversite üyesi için daha da geçerlidir. Teorik olarak üniversite üyesi başka yerde iş bulamadığı için, tesadüfen oraya savrulmuş biri olamaz… Sivil savunmada memur, avukat, hekim, bankada müfettiş, bir şirkette yönetici, değilse üniversitede öğretim üyesi… olamaz, olmaması gerekir. Zira üniversite üyesinin diğerlerinden farklı olarak, etik- entellektüel- bilimsel- estetik, kaygılar taşıyor olması, tecessüs sahibi olması, şeylerin gerçeğine nüfûz etme arzusu ve kaygısı taşıması, yaptığı işi sadece bir karın doyurma, bir geçim vasıtası olarak görmemesi gerekir. Başka türlü söylersek, üniversitenin, diğerleri gibi bir kurum olmaması gerekir. ‘Ayrıksı’, ‘özel’ bir ‘niteliğe’ sahip olması gerekir. Dolayısıyla, kendine mahsus bir tarzı, üslubu ve geleneği olması gerekir derken kast edilen bu… Üçüncüsü, üniversitenin kendini savunabilmesi gerekir. Tabii kendine mahsus yöntem ve araçlarla. Mesela Amerikancı askeri cunta YÖK’ü dayatmak üzere harekete geçtiğinde, üniversite üyeleri, öğrencileri, üniversite personelini ve mümkünse kamuoyunun da desteğini alarak saldırıya karşı çıkabilseydi: “Biz üniversite üyeleri olarak, varlığımıza yönelik bu düzenlemeyi, bu saldırıyı kabul edemeyiz, akademinin bir askeri kışla haline getirilmesini kabul edemeyiz” deselerdi. Bilim namusunun ve entellektüel dürüstlüğün gereği olan tavrı ortaya koyabilselerdi, YÖK saldırısı püskürtülebilirdi. Değilse bu kadar uzun ömürlü olmazdı. Nitekim, üniversitenin böyle bir karşı hamlesi karşısında cunta iki şey yapabilirdi: üniversiteleri kapatmak veya geri adım atmak… Fakat, üniversiteyi kapatmak, sadece orada okuyan birkaç yüz bin öğrenciyi angaje etmez… Onların aileleri var, akrabaları var, yakınları var… Sadece birkaç yüz bin kişi söz konusu değildir. Üniversiteyi kapatmak, oldukça geniş bir kitleyi karşısına almaktır!  Lâkin hiç de öyle olmadı. Dönemin rektörleri ve akademi başkanları Cunta şefinin karşısında esas duruşa geçtiler, Şefe fahri doktora (honoris causa) unvanı bile verdiler… Üniversite üyeleri de meslektaşlarını cuntaya ihbar ettiler… Geçtiğimiz aylarda ‘barış için akademisyenler bildirisi’ sonrasında üniversite yönetimlerinin ve meslektaşlarının tavrına bakılırsa, maalesef ‘garp cephesinde yeni bir şey yok’. Ve nihayet dördüncüsü de, üniversite dahilinde yapılanların, toplumdaki özgürleşme mücadelesiyle örtüşmesi, kavuşması gerekir. Zira, toplumdaki özgürlük mücadelesine yabancılaşmış bir kurum, bir gericilik yuvası olmanın ötesine geçemez…

İşte bir kurumun üniversite adını hak edebilmesi için, vazgeçilmez, olmazsa olmaz  koşullar bunlardır. Dolayısıyla, bir binanın ön cephesine üniversite yazıldı diye orası üniversite olmaz… Velhasıl neden söz ettiğini bilmek önemlidir

Bugünkü üniversitelerin ataları XI. yüzyıldan başlayarak Batı Avrupa’da ortaya çıktı. İşte ilk kurulanlardan biri, İtalya’da (1088) Bolonya Üniversitesi’ydi. Onu Paris’te Sorbonne izledi (1215), İngiltere’de Oxford (1243), Cambridge (1284), Almanya’da Heidelberg (1386), Köln (1388), Tubingen (1388)… Bu üniversitelerin tarih sahnesine çıktıkları dönem, Batı Avrupa’da kentlerin, (kent devletlerinin) ortaya çıktığı, meta ilişkilerinin ve ticaretin gelişmeye başladığı bir dönemdi. Söz konusu üniversiteler Kilise dahilinde faaliyet gösteriyorlardı ve esas itibariyle de Orta Çağ tarım toplumlarının dine dayalı egemen ideolojinin üretildiği, yeniden üretildiği kurumlardı. Bizde Batı’dakine benzer ilk üniversite Darülfünun adıyla 1863’de kuruldu. Birkaç defa kapanmak zorunda kaldı ve 1933 yılında bir reform geçirdi. Bugün 114’ü devlet, 76’sı özel olmak üzere, kapısında üniversite yazılı olan 190 kadar üniversite var…

Başlarda üniversitelerin işlevi esas itibariyle ideolojikti. Kurulu düzeni meşrulaştırmanın araçlarıydı. Rönesans, Reform, Aydınlanma, İngiliz Sanayi Devrimi ve Büyük Fransız Devrimi sonrasında, kapitalizmin egemen üretim tarzı haline gelmesiyle reforme edildi, dönüştürüldü ve/veya yenileri kuruldu. Hem ideolojik referansları ve hem de işlevleri değişti. Artık sadece egemen ideolojinin üretildiği kurumlar değillerdi. Bundan böyle yeni egemen sınıfın, kapitalist sınıfın, yükselen sanayinin ihtiyacı olan ‘yetişkin’ iş gücünü de yetiştireceklerdi. Neoliberal küreselleşmeyle birlikte bir eşik daha aşılmış görünüyor. Şimdilerde üniversiteler bildik birer kapitalist işletmeye, ticari işletmeye dönüşmekteler… Artık “özel teşebbüs üniversiteleri” çağındayız… Eğitim programları, ders müfredatları piyasanın ihtiyaçlarıyla uyumlandırılıyor!  Sermaye birikimine, kâra endeksli olmayan, insanı, toplumu, dünyayı anlamaya yarayan disiplinler (dersler) müfredat dışına atılıyor. Öyle ya, felsefe okutmanın ne alemi var! Temel bilimler, tarih, sosyoloji, antropoloji, gibi dersler de kârı artırmaya, sömürüyü ve yağmayı büyütmeye yaramadığına göre… Bundan sonra üniversitede artık sadece ‘faydalı bilgilerin’, ‘işe yarayan’ bilgilerin öğretilmesine izin verilecek! Hangi bilginin ‘faydalı’, ‘işe yarar’  olduğuna da ‘kutsal piyasa’ kadar vermek şartıyla… Bizdeki özel üniversiteler özel dersanelerin devamıdır. Özel dersaneler sınav ticareti, özel üniversitelerde de diploma ticareti yapılıyor… Tabii haklarını da yememek gerekir. Kutsal devleti meşrulaştırma işini de elden bırakmış değiller… Bunların tipik kapitalist işletmelerden pek bir farkı yok… Zira orada etik, bilimsel, entellektüel, estetik, filozofik, evrensel… kaygıların esamesi okunmaz. Gerçek durum böyle ama burunlarından da kıl aldırmazlar…

“Kutsal devlet” üniversiteye karşı

Türkiye’de üniversiteler hiçbir zaman üniversite tanımına uygun kurumlar olmadılar. “Kutsal Devlet” anlayışı ve bağnaz, köşeli, boğucu bir resmi ideoloji geçerliyken, özerk kafaların, özerk kurumların yaşamasına  izin verilmezdi ve verilmedi. Bizde üniversite denilen kurumlar, resmi ideolojiyi en çok içselleştirmiş kurumlardan biridir. Orada özgür düşünce ve radikal eleştiri en büyük düşman sayılır, lânetlenir ve cezalandırılır… Aslında bizdeki üniversiteler lisenin, orta dereceli eğitimin doğrudan devamıdırlar. Bir farkla: Öğrencilere bir “uzmanlık” kazandırıyorlar. Elbette bu gereklidir ama yeterli değildir. Orada verilen eğitim, sadece rejimin, egemenlik sisteminin ihtiyacı olana odaklanmıştır. Sömürü düzenini yeniden üretme işlevine koşulmuştur. Rejimi sorgulamak yasaklanmıştır. Rejimi, ideolojiyi sorgulamaya cüret edenler, devlet düşmanı ilan edilirler ve “hak ettikleri” cezaya çarptırılırlar. “Paradigmanın İflası” adlı kitabım yayımlandıktan 15 gün sonra soruşturma açıldı. Avukatım savcıya: “Bu kitabın yazarı bir akademisyendir, bir üniversite üyesidir, burada yapılan Türkiye’nin 90-100 yıllık döneminin  bilimsel tahlilidir, dolayısıyla bu kitabı ‘bölücü terör propagandası sayıp Terörle Mücadele Yasası dahilinde yargılayamazsınız.” diyor. Savcı kendinden gayet emin: “Yağma yok! Hem devletin ekmeğini yiyeceksin ve hem de devleti yıkmaya çalışacaksın, öyle şey olmaz diyor.” diyor! Aslında bu, dava açıldığı anda ceza da kesinleşmiş demeye gelir… Bu işin TC cephesini angaje eden yanı… Ceza Yargıtay’da onaylanıp kesinleşince, cezaevi yolu görününce, araştırma görevlilerimizden ikisi, kısa bir bildiri yazıp, imzaya açıyorlar, kapısını çaldıkları hocalardan biri: “Ben bu bildiriye imza atmam.” diyor. “Neden?” dediklerinde: “Devlet ceza verdiğine göre demek ki, bir bildiği var!” diyor… Bu da işin Akademiyi angaje eden yanı..   Netice itibariyle üniversite üyeleri ve devlet karşılıklı olarak birbirlerini üretiyorlar. Eleştirinin olmadığı, özgür düşüncenin olmadığı, farklı düşünenin hain, muhalifin düşman sayıldığı yerde, üniversiteden söz edilemez. Dolayısıyla “reel üniversite” tevatür edilenden çok farklıdır…

Gerçi Türkiye’de kelimenin gerçek anlamında üniversite olmadı ama her zaman sayıları az da olsa üniversiteye yakışan hocalar, üniversite üyeleri vardı bugün de var… Bilim namusuna, entellektüel dürüstlüğe sahip olan, söylediklerinin arkasında sonuna kadar duran öğretim üyelerinin başına nasıl çorap örüldüğü de ilgili herkesin malumudur… Tabii özgür düşüncenin, özgür yaratıcılığın, eleştirel düşüncenin iflah olmaz düşmanı olan bu rejimin, en büyük yazarlarına, sanatçılarına, şairlerine, düşünce adamlarına, üniversite üyelerine, gazetecilerine…  nasıl bir muameleyi reva gördüğü de bir sır değil! Eğer üniversite, üniversite olsaydı, üniversite üyeleri bilim namusunun ve entellektüel dürüstlüğün gereğini yapsaydı, YÖK gibi bir ucube var olabilir ve 34 yıl yerinde kalabilir miydi? Üniversite üyeleri ‘ortalama bir memur kafası’ taşımasalar, kendi varlık nedenine yönelen saldırının karşısında durmayı başarsalardı, bugünkü kepazelik mümkün olur muydu? Sınırlı bir istisna dışındaki üniversite üyeleri ‘devletimiz gibi, devletimizin istediği gibi’ düşünürler… Eğer adına layık gerçek bir üniversite olabilseydi, toplum bugünkü sefil hallerde olur muydu? Elbette bir belirleyicilik ilişkisi var… Nitekim devlet ve toplum böyle olduğu için de biraz üniversite ve diğer kurumlar böyle… Aslında düşünce özgürlüğü hayati öneme sahiptir. Zira, özgür düşüncenin, özgür eleştirinin, özgür yaratıcılığın yasaklandığı bir toplum, kendisi hakkında düşünme yeteneğini kaybeder, önünü göremez, yolunu bulamaz, çürür ve çöker.  Bu yüzden boşuna özgür düşünce, ifade özgürlüğü, eleştirel düşünce hayatî öneme sahiptir denmiyor!

Devletten ve sermayeden bağımsız, halk üniversitelerini, ezilen halkların-sömürülen sınıfların, “büyük insanlığın’  üniversitelerini kurmak hem mümkün ve hem de gereklidir.

Eğer mevcut üniversiteler devletin ve sermayenin hizmetinde birer gericilik yuvalarına, tuhaf ticarethanelere dönüşmüşse, insanların bilincini köreltmenin, köleleştirmenin ve kâr etmenin araçları haline getirilmişlerse, bu durum karşısında eli-kolu bağlı kalmak, “sayın seyirciliğe” devam etmek mi gerekiyor? Neden hayatî öneme sahip bu ‘alan’ sermayeye ve onun devletine bırakılsın? Birer gericilik yuvaları olmalarına izin verilsin? Fakat bir şeyi başarmak için önce onu akıl etmek, gündeme almak, iş edinmek, farkındalık gerekir. Zira bu gün Türkiye’deki bilimsel-entellektüel birikim, devletten ve sermayeden bağımsız (özerk değil, tam bağımsız) eğitim kurumları, tartışma odakları, enstitüler, okullar, adı ne olursa olsun, ‘gerçek üniversite’ tanımına uygun, dinamik, canlı, toplumun gerçek anlamda politikleşmesinin ve özgürleşmesinin önünü açacak kurumlar oluşturmak için yeterlidir. Bütün mesele o potansiyeli harekete geçirip, geçirememekle ilgilidir.  Meramımızı daha iyi anlatmak için, Özgür Üniversite’nin [Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfı’nın] kuruluş bildirgesinden bir alıntı yapalım:

“İnsanlık ve uygarlık böyle bir döneme girmişken, eleştirel bilgi ve düşünce her zamankinden daha büyük gereksinim haline geliyor. Bilimin ve entelektüel yaratıcılığın artık emperyalist sermayenin, komprador burjuvazinin bilgi tacirlerinin ve “neoliberal aydın” bozuntularının sultasından kurtarılmaya ihtiyacı var. Tüm kamusal alanları ve eğitimi metalaştıran, özel yaşama alanlarını da atomize eden kapitalist ideolojik hegemonyaya karşı bayrak açılmadan, ne bilimsel bilgi üretilebilir ne de emekçi sınıfların ideolojik köleliği aşmasının önündeki engeller ortadan kaldırılabilir. Tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin toplumsal kurtuluş ve özgürleşme projelerinin de yaratıcı bir tarzda yeniden üretilmeye ihtiyacı vardır.

İşte Türkiye ve Ortadoğu Forumu böyle bir tespitten yola çıkıyor ve eleştirel bilgiyi emekçi kitlelerin hizmetine sunmanın gerekli ve mümkün olduğunu ilan ediyor. Emekçilerin devletten ve sermayeden bağımsız, eğitim kurumları ve ideolojik müdahale araçları oluşturmaları gerçek bilimin ve eleştirel düşüncenin de bir gereğidir. Zira, gerçeğe ihtiyacı olanlar da, bilime ihtiyacı olanlar da, onlardır ve “Devrimci olan da sadece gerçeğin kendisidir.”. Sermayenin küresel saldırısından zarar görenler aynı zamanda bilimsel bilgiye ihtiyacı olanlardır. Ve bu coğrafyada ezilen halkların özgürleşme çabası ve onların anti-emperyalist mücadelesi, dayatılan karanlığı ve gericiliği püskürtebilecek potansiyele sahiptir. Geriye potansiyeli bilince çıkarmak, olanaklarını araştırmak kalıyor. Zaten Türkiye ve Ortadoğu Forumu ve Özgür Üniversite’nin varlık nedeni de budur.

Forum ve Özgür Üniversite, eleştirel bilimsel bilginin, (zira eleştirel değilse bilim de değildir) yönetilenler, sömürülenler ve ezilen halklar yararına yeniden üretebileceğini kanıtlama iddiasıyla ortaya çıkıyor. Ve işçilerin, işsizlerin, yoksulların, sermaye düzeni tarafından dışlanmışların, kimlikleri bastırılmış halkların, onurlu aydınların ortak çabalarıyla, kendi bilim kurumlarını, kendi “organik aydınlarını” eğitim süreçlerini, kendi dillerini, bilimsel yöntem ve araçlarını, üniversitelerini, tartışma kültürlerini, enstitülerini, yazar ve araştırmacılarını, düşünürlerini yaratabilecek potansiyele fazlasıyla sahip oldukları inancıyla yola çıkıyor.”

İşte bütün mesele bu! Bütün mesele haysiyetli insanlar olarak yaşama iradesini ortaya koyacak mıyız, öyle bir şeye cüret edecek miyiz, yoksa, itilip-kakılmaya, aşağılanmaya, bize dayatılan kepazeliğe razı mı olacağız?!

Özgür Üniversite devletten ve sermayeden tam bağımsız bir üniversitenin mümkün olduğunu kanıtladı…

Özgür Üniversite sorunlara, şeylere, ezilen ve sömürülen sınıflar tarafından bakmanın, devletten ve sermayeden tam bağımsız bir üniversitenin mümkün olduğunu gösterdi. Özgür Üniversite özerk değil, tam bağımsızdır. Hiçbir yerle, hiçbir güçle, hiçbir iktidar odağıyla bir bağımlılık ilişkisi içinde değildir. Neyi nasıl yapacağına kendi karar verir. Ders programını oluştururken hiçbir odağı dikkate alması gerekmiyor. Fakat Türkiye’deki ilerici-sol muhalefet, Özgür Üniversite’nin işlevini kavramakta yetersiz kaldı. Türkiye ve Ortadoğu Doğu Forumunu, Özgür Üniversite’yi bir ‘politik fraksiyon’ gibi görme eğilimindeydiler. Oysa Özgür Üniversite’nin misyonu ve varlık nedeni tartışma açmak, sorunları tartışılabilir ve anlaşılabilir kılmak, bilinç alanına müdahale etmektir. Aksi halde biz de pekâlâ  bir fraksiyon, diğerleri gibi bir ‘politik örgüt’ kurabilir ve onlarla “yarışa girebilirdik!”. Aslında Özgür Üniversite hakkında böyle bir algının varlığı, solun bilimsel-entelektüel faaliyeti küçümsemesinin sonucudur ki, eleştirel teorik bilginin küçümsendiği yerde devrimcilik taslamak beyhudedir… Zira entelektüel etkinliği, teorik yaratıcılığı küçümseyen bir sol muhalefet olamaz. Dünyayı anlamadan onu değiştirmek mümkün değildir ve bu yüzden “Anlamak aşmaktır.” denmiştir…

Fakat Türkiye’de sola musallat olmuş tuhaf bir aymazlık var: “Artık söylenmesi gereken her şeyin söylendiği, dolayısıyla geriye bu düzeni değiştirmek kaldığı” şeklinde köklü bir anlayış geçerli… Başka türlü söylersek “Anlama işi tamam, şimdi sıra dönüştürmekte.”… Bu kafayla sürekli yerinde saymak, patinaj yapmak kaçınılmazdır. Toplumu anlamadan onu nasıl değiştireceksiniz?.. Aslında bizde solun böyle bir tavır ve anlayışa sahip olmasının da bir nedeni var: Okumayı, araştırmayı, tartışmayı önemsemiyor, sevmiyor, öyle bir zahmete katlanmaya  pek niyetli değil…  Söylenmiş olanı tekrarlamakla bu dünyayı nasıl değiştireceksiniz? Kulaktan dolma bilgilerle realiteyi değiştirmek mümkün müdür?

Özgür Üniversite kurulduğu günden beri sadece gönüllülüğe dayandı. Orada ders veren, konferans veren, yazan, çeviri yapan… her ne surette olursa olsun, katkı sunan değerli dostlarımız o işi gönüllü yaptılar, yaptıklanının maddi bir karşılığı yoktu. Kaldi ki, zaten ‘Kuruluş Bildirgesinde’ de “parayla bilim ve sanat olmaz” yazılıdır… Dolayısıyla Özgür Üniversite bilimsel-entelektüel-estetik etkinliği meta ilişkileri, meta kategorileri dışında, müşterekler alanında gerçekleştirmenin mümkün olduğunu göstermiş bulunuyor. Velhasıl elimizin armut toplamayabileceğini gösterdi… Bu vesileyle bunca zamanda Özgür Üniversite’ye emeği geçen herkese minnet ve şükranlarımı sunuyorum. Netice itibariyle şeylerin seyrine müdahale etmek, güce meydan okumak bizim irademizi aşan bir şey değildir…

 

* Mesele dergisinin Nisan 2016 sayısında yayınlanmıştır…