Ana Sayfa Blog Sayfa 243

Sağlıkçılardan, Davutoğlu’na: “Ölüm listesi var mı?”

Devlet Hastanesi’nde görevli sağlık emekçisi Hemşire Eyüp Ergen, 27 Ağustos’ta hastanedeki nöbetinden evine dönerken kafasına isabet eden kurşuna bağlı olarak hayatını kaybetti. 25 Eylül’de Beytüşşebap’ta Kaymakam’ın talimatıyla yaralı almaya giden ambülans şoförü Şeyhmus Dursun, polis noktasına yakın bir mesafedeyken açılan ateşle yaşamını yitirdi. Ve yine Cizre İlçesi’nde ayağından vurulup yaralanan yaşlı bir kadına yardım ettiği sırada ensesinden vurulan sağlık emekçisi Aziz Yural, 30 Aralık’ta hastaneye kaldırılırken hayatını kaybetti. Dikkat çeken sağlık emekçilerinin bu üç ölümü üzerine HDP milletvekili Faysal Sarıyıldız çarpıcı bir iddia ortaya attı. Sarıyıldız, Başbakan Ahmet Davutoğlu’na, Kürt sağlık emekçilerinin isim listesinin devlet tarafından hazırlandığı yönündeki iddia doğru mudur? “ sorusunu sordu.

Başbakan Davutoğlu’na yanıtlaması istemiyle soru önergesi veren Sarıyıldız, soru önergesinde şunları belirtti: Söz konusu otopside yer almayan ancak otopsi raporunu inceleyen, haricen fikir talep ettiğimiz bir adli tıp uzmanı Yural’ın vurulmasına ilişkin şu değerlendirmede bulunmaktadır: “Kinetik enerjisi yüksek bir silah ile kafa tabanın parçalandığını, yukarıdan aşağıya seyir izleyen kurşun hedef alınarak atış yapıldığını göstermektedir”. Adli tıp uzmanının bu yorumu Yural’ın hedef gözetilerek vurulduğunu açıkça ortaya koymaktadır.”

Davutoğlu’ndan yanıt bekleyen sorular:

1-Kürt sağlık emekçilerinin isimlerinin devlet tarafından hazırlandığı yönündeki iddia doğru mudur? Böyle bir fişleme var ise sağlık emekçilerinin isimleri bu listede bulunmakta mıydı? Aziz Yural söz konusu listede olduğu için mi kafasından tek kurşunla keskin nişancılar tarafından katledildi.

2-İki yıl önce muhalif kimliğinden ötürü sürgün edilen Aziz Yural’ın daha önce Cizre’de görev yapan kolluk güçleri tarafından tehdit edildiği yönündeki iddia doğru mudur?

3- Aziz Yural’ın otopsi raporunu inceleyen adli tıp uzmanı, yukarıdan aşağıya seyir halinde kurşun hedef alınarak atış yapıldığını göstermektedir tespitinde bulunmaktadır. Bu durumu nasıl açıklamaktasınız?

BirGün’e konuşan Faysal Sarıyıldız, “Devlet birimlerinin kriminalize etmek ve liste hazırlama konusunda sicili ortada” diyerek, Tansu Çillerin iş adamları listesini hatırlattı. Son 6 ay içerisinde Şırnak ilçelerinde 3 sağlık emekçisinin katledildiğini söyleyen Sarıyıldız, “İkisi başından tek kurşunla öldürüldü. Ambülans şoförü ise aracın taranması sonucu yaşamını yitirdi. Bu üç olay da bize sağlık emekçilerinin hedef gözetilerek vurulduğunu gösteriyor. Şu anda elimizde böylesi bir listenin var olduğuna ilişkin herhangi bir belge yok. Ancak sağlık emekçileriyle yaptığımız görüşmelerde, hedef seçilme endişesi taşıdıklarını dile getiriyorlar. Kuşkuları var” diye konuştu.

Direnişteyiz

‘Özel’ belgeli savaş suçu katliamının tablosu

Kürdistan’da halkın öz yönetim iradesini ortaya koymasının ardından öz yönetim direnişlerini geliştiren kentlerde sıkıyönetim uygulaması ile birlikte başlayan saldırılarda devlet güçlerince pervasızca işlenen cinayetlerin hangi talimatla gerçekleştiği dün ajansımız tarafından haber yapılan, askere Kara Kuvvetleri Komutanlığı imzalı «Hizmete Özel» ibareli ve «Savcının karşısına çıkmaktan korkmayın, öldürün» talimatını veren belge ile ortaya çıktı. Devlet güçlerinin halkın öz yönetim direnişini kıramayınca katliama özel bu talimatla Şırnak, Cizre, Silopi, Nusaybin ve Dargeçit’te abluka ve sıkıyönetim süresi boyunca yaptıkları saldırılarda ortaya çıkan tablo ise Kürtlere soykırım uygulanmaya çalışıldığının kanıtı. 5 kentte halka saldırın devlet güçleri sıkıyönetim boyunca aralarında 3 aylık Miray bebeğin, anne karnındaki 7 aylık bebeğin de bulunduğu 77 sivili katletti.

Cizre’de 5 yasak: anne karnında bebekte dahil 30 sivil katledildi

Daha önce 5 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilen Cizre’de 14 Aralık’ta ilan edilen son yasak bugün 23’üncü gününde. 10 bin asker binlerce özel harekat polisi, tanklar ve zırhlı araçlarla Cizre’ye çıkartma yapmaya çalışan fakat her saldırıları halkın öz yönetim direnişine çarpan devlet güçleri tarafından 23 gündür devam eden saldırılarda aralarında 3 aylık Miray bebeğin, anne karnındaki 7 aylık iki bebeğin de bulunduğu 30 sivil, ya evinin önünde ya ihtiyaçlarını gidermek için komşusuna gittiği sırada ya da evinin içindeyken hedef gözeterek katledildi.

Silopi’de 3 yasak: 19 sivil katledildi

Daha önce 3 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilen ve son yasağın 14 Aralık’ta başladığı Silopi’de de, «öldürün» talimatını veren resmi belgeyi arkasına alan devlet güçleri halka dönük katliama girişti. Kentte 23 gün içerisinde aralarında 3 çocuğun da bulunduğu 19 kişi devlet güçlerinin saldırılarında katledildi. 3 çocuğun da aralarında bulunduğu 6 yurttaşın cenazesi, yasak ve saldırılardan dolayı defnedilemediği için hala ev ve camilerde bekletiliyor. Mehmet Mete (10), Axîn Kanat (16), Reşit Eren (17), Şiyar Özbek (25), Hasan Sanır (75) ve Seyfettin Sidar’ın (30) cenazelerinin bozulmaya başladığı belirtildi. Uygun olmayan ısı ortamında bekletilen cenazeler buz ve soğuk suyla korunmaya çalışılıyor. Devlet güçlerinin nasıl pervasızca saldırılarında son olarak Karşıyaka Mahallesi’ndeki evinde namaz kıldığı sırada evinin camından hedef alınarak özel harekat polislerinin açtığı ateş sonucu 70 yaşındaki Ömer Maslu ve Bararos Mahallesi’ndeki evinden beyaz bayrakla çıktığı sırada taranan Yufus Yağcı katledildi.

Şırnak’da 2 kişi infaz edildi

Günlerdir Cizre ve Silopi’de devam eden direnişle dayanışmak için ayakta olan Şırnak kent merkezinde dün gece devlet güçleri direniş mahallelerinden birisi olan Dicle Mahallesi’ne saldırdı. Saldırıda iki kişi polis tarafından katledildi. Katledilen yurttaşları cenazeleri hala vuruldukları yerden alınamadı.

Nusaybin’de 7 yasak 23 sivil katledildi

7 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilen Nusay­bin’de son yasak 24 Arlık 2015’te kaldırıldı. 11 gün süren sıkıyönetim saldırılarında 1’i kadın 3 kişi dev­let güçlerinin saldırılarında yaşamını yitirdi. 7 kez ilan edilen sıkıyönetim saldırılarında ise toplam 23 yurttaş devlet güçlerinin saldırılarında katledildi.

Dargeçit’te 2 yasak 3 yurttaş katledildi

Daha önce 2 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilen Dargeçit’te son yasak 29 Aralık 2015’te kaldırıldı. 19 gün devam eden sıkıyönetim saldırılarında 3 yurttaş devlet güçlerinin saldırılarında hayatını kaybetti.

Kendisini vurduğu iddia edilen asker yaşamını yitirdi. Temizlediği silahının ateş alması üzerine yaralandığı iddia edilen uzman çavuş T.E. yaşamını yitirdi.

Bitlis’in Tatvan ilçesinde İlçe Jandarma Komutanlığı’nda görev yapan uzman çavuş T.E.’nin (33) dün temizlediği silahının kaza ile ateş alması sonucu karnından ağır yaralandığı iddia edilmişti. Tatvan Devlet Hastanesi’ndeki ilk müdahalesinin ardından Van’a sevk edilen T.E.’nin yaşamını yitirdiği öğrenildi.

JINHA-DİHA

Taybet İnan’ın cenazesi 7 gün sonra alınabildi

Sokağa çıkma yasağı ve saldırıların 12 gündür sürdüğü Silopi’de polis saldırısında yaşamını yitiren 57 yaşındaki 11 çocuk annesi Taybet İnan’ın, saldırılar sebebiyle ulaşılamayan cenazesi ancak 7 gün sonra alınabildi.

Cenazenin alınması için günlerdir HDP milletvekilleri günlerdir yetkililerle görüşüyordu. HDP Şırnak Milletvekili Aycan İrmez de konu hakkında soru önergesi vermişti.

Cansız Bedeni 1 Hafta Sokakta Kalan Taybet İnan’ın Oğlu: Her Saniyesi Bizim İçin Ölümdü

Sokağa çıkma yasağı ve operasyonların sürdüğü Şırnak’ın Silopi ilçesinde 20 Aralık tarihinde vurulan ve cansız bedeni bir hafta boyunca sokaktan alınamayan 11 çocuk annesi 55 yaşındaki Taybet İnan’ın oğlu Mehmet İnan, “Bir evlada dünyada verilebilecek en büyük ceza bu olmalı. Her saniyesi bizim için ölümdü” dedi.

İnan, annesinin komşudan eve dönerken vurulduğunu anlatırken, “Amcam annemin yardımına koşarken evimizin avlusunda vuruldu. 20 saat boyunca ambulansın gelmesini bekledi ve kan kaybından yaşamını yitirdi. Babam Halit İnan da annemi almaya çalışırken yaralandı. Allahtan onun yarası ağır değil”ifadelerini kullandı.

Güvenlik güçlerinin cenazeyi almalarına izin vermediğini dile getiren İnan, “Savcı ve 155 ile görüştük. Bize beyaz bayrakla çıkıp cenazenizi alabilirsiniz dediler ama o halde bile üzerimize ateş açıldı. Yedinci günde dayım ‘Ölsem de gidip cenazeyi alacağım’dedi. Dün onu alabildik. Cenazesi şimdi Şırnak Devlet Hastanesi’nde” diye konuştu.

Bunu nasıl unuturuz?

En küçüğü 16 yaşında olan kardeşelri için annelerini o halde görmenin her saniyesinin ölüm olduğunu vurgulayan İnan, şöyle devam etti: “Sokağın ortasında kanlar içinde yatan annemizi görmek ve yedi gün boyunca cesedini izlemek zorunda bırakıldık. Bir evlada dünyada verilebilecek en büyük ceza bu olmalı. Her saniyesi bizim için ölümdü. Kahrolduk. Aklımızı oynatacaktık. Hepimizin psikolojisi bozuldu. Söyler misiniz, bu vahşet hangi insanlığa, hangi dine, hangi kitaba sığar? Hayatımız boyunca bunu nasıl unuturuz?”

Her Yerde Aynı Senaryo

Aziz Güler ismi hafızalarda tazeliğini korurken Taybet İnan’ın cenazesine el koyan Devlet güçleri; cenazelere uyguladığı işkenceyi bir özel harp yöntemi olarak kullanıyor.

“Şırnak’ta Dicle Mahallesi’nde katledilen 2 kişinin cenazesinin alınmasına polisler izin vermiyor. Halk ise cenazeleri almak için direnişini sürdürüyor. Cenazeleri almak için beyaz tülbentleriyle yürüyen kadınlara ateş açıldı. Cenazelerin bulunduğu alan aralıksız bir şekilde taranıyor. Cenazeleri almak için halk sabahtan bu yana sokakta direniyor. Cenazeleri almak için yürüyüşe geçen kitleye polisin saldırması sonrası öğlen saatlerinde halk yine toplanarak cenazelerin olduğu alana yürümek istedi. Ancak zıhlı araçlardan halka ateş açılarak cenazelerin alınmasına izin verilmedi.”-5 ocak

DİHA-Direnisteyiz2.org-BBC Türkçe-JINHA

Kara Kuvvetleri’nden askere, ‘Silah kullanmaktan çekinen bedel öder’ tehdidi

Kürt illerinde devlet güçlerince halka yönelik saldırılarda bugüne kadar yüzlerce sivilin nasıl ka­tledildiğini ortaya koyan resmi bir belgeye ulaşıldı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı imzalı “Hizmete Özel” ibareli belgede, askerlere açık açık silaha sarılmaları talimatı verilip, “Savcının karşısına çıkmaktan kork­mayın” denildi.

Daha sonra yenilenen genel seçimlerin yapıldığı 7 Haziran tarihinden buna yana alınan sokağa çıkma yasakları kararları ile birlikte, devlet güçlerince si­vil halka yönelik girişilen saldırılarda bugüne kadar yüzlerce insanın nasıl katledildiğini, ulaşılan bir belge ortaya koydu. “Kara Kuvvetleri Komutanlığı 172. Zırhlı Tugay Komutan Yardımcılığı 3. Tank Ta­bur Komutanlığı Cizre/Şırnak” tarafından hazırlanan “Hizmete Özel” ibareli belgede açık açık silah kul­lanılması talimatı veriliyor.

6 madde şeklinde düzenlenen belge, “Askerin silah kullanma yetkileri ekte gönderilmiştir” ibare­siyle başlıyor.

‘Savcıdan korkmayın vurun’

Askeri personeli silah kullanmaya teşvik eden belgenin 4’ncü maddesinde ise şu talimat yer alıyor: “Savcının karşısına çıkmak korkusuyla silahını kullanmaktan çekinen personelin yapmış olduğu davranışın sonucunun çok ağır olabileceği, bu se­beple şehit verebileceğimizi, silahını kullanmayarak devletin milletin bekasını tehlikeye düşüreceği, vatan hainlerinin, teröristlerin ve devlet düşmanlarının ken­dilerinde daha fazla güç bulacaklarını tüm personeller akıllarından bir an bile çıkarmayacaktır.”

‘Mutlaka ateşle karşılık verilecek’

“Birlik komutanları, tüm personeline askerin silah kullanma yetkilerini tekrar tebliğ edecek ve öğreteceklerdir” denilen belgede, “Her türlü baskın, sabotaj, taciz ve saldırıda mutlaka ateşle karşılık ve­rileceği tüm personele tebliğ edilecek ve öğretilecek­tir” ifadelerine yer veriliyor.

Belgede ayrıca “Hain bir saldırı sonucu tabuta girmek yerine savcının karşısına çıkmanın tercih edileceği tüm personel tarafından benimsenecektir” denilerek personelin infazlara ilişkin ikna edilmesi isteniyor.

‘Devlet zor durumda’

Yine “devletin zor durumda olduğunun sürekli akılda tutulması” telkininde bulunulan belgede tüm askeri personelden buna göre davranılması isteniyor. Bölgede yürütülen savaşta polis ve özel harekat timlerinin yanı sıra kullanılan paramiliter yapılarla birlikte görev verilen askerlere yönelik talimat şu şekilde:

“1-Askerin silah kullanma yetkileri EK bu gön­derilmiştir.

2- Birlik komutanları tüm personeline askerin silah kullanma yetkilerini tekrar tebliğ edecek ve öğretilecektir.

3- Her türlü baskın, sabotaj, taciz ve saldırılara mutlaka ateşle karşılık verileceği tüm personele te­bliğ edilecek ve öğretilecektir.

4- Savcının karşısına çıkma korkusu ile silahını kullanmaktan çekinen personelin yapmış olduğu davranışın sonuçlarının çok ağır olabileceği, bu se­beple şehit verebileceğimiz, silahını kullanmayarak devletin milletin bekasını tehlikeye düşüreceği, vatan hainlerinin, teröristlerin ve devlet düşmanlarının kendilerinde daha fazla güç bulacaklarını tüm perso­neller akıllarından bir an bile çıkarmayacaktır.

5- Hain bir saldırı sonucu tabuta girmek yerine savcının karşısına çıkmanın tercih edileceği tüm personel tarafından benimsenecektir.

6- Emir tüm personele tebliğ edilerek devletimi­zin zor bir dönemden geçtiği hatırdan çıkarılmaya­cak veya müteyakkızda bulunulacaktır.”

DİHA

DTK Sonuç Bildirgesi

Kürdistan ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu son derece tarihsel ve önemli bir süreçten geçmektedir. Günümüzde küresel kapitalizm derin bir kaos yaşamaktadır. Yaşanan bu kaostan etkilenen bölgelerin başında da Ortadoğu, Anadolu ve Mezopotamya gelmektedir. Dolayısıyla Dünya’nın belli başlı tüm güç odakları bölge üzerinde ciddi hesaplar yapmaktadır.

Kaos dönemlerinde yaşanan ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi ve askeri gelişmelerin sonucu olarak yaşadığımız yüzyılda ulusal kimlik, özgürlük ve demokrasi sorunları çözülememiştir. Bu nedenle eskiyi ifade eden yapılanmalar bir bir çözülürken yeni alternatif demokratik modeller ortaya çıkmıştır.

Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın 2013 Newroz’unda bütün Türkiye ve dünya toplumlarına sunduğu tarihi açıklaması ve çağrısı böylesi tarihi bir zamanda yapılmıştı. Kuşkusuz ülkemizin sorunlarının çözümü derinlikli ve güvene dayalı bir müzakere temelinde Türkiye Büyük Millet Meclisi onayı ile gerçekleştirilmelidir. Nitekim Sayın Öcalan 2013 Newrozunda yayınladığı deklarasyon sonrasında gerçekleşen diyaloglarda bunu hedeflemişti. Artık silahlar susacak, fikirler konuşacaktı. Yeni mücadele yöntemi fikir ve demokratik siyaset olacaktı. Ancak bu gerçekçi ve doğru çözüm yolu AKP Hükümeti tarafından oyalama ve tasfiye politikasına dönüştürülmüştür. 28 Şubat’ta hükümet yetkililerinin de hazır bulunduğu Dolmabahçe Sarayında kamuoyuna sunulan mutabakat belgesi Cumhurbaşkanı tarafından reddedilmiştir. Bunun ardından, makul yaklaşımlarıyla çözümleyici olduğu tüm kesimler tarafından kabul edilen Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan ağır tecrit ve sürecin buzdolabına kaldırıldığı açıklaması, AKP’nin Kürt sorununda bir çözüm politikasının olmadığının, baskı ve savaşla Kürt halkının Özgürlük Mücadelesini tasfiye etmeyi amaçladığının açık kanıtı olmuştur.

7 Haziran 2015 genel seçimlerinde ortaya çıkan halk iradesi, başta Kürt sorunu olmak üzere, halklarımızın barış ve demokratikleşme sürecine verdiği güçlü bir yanıttı. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözümüne dair çok güçlü bir halk iradesinin sandıkta tecelli etmesiydi. Maalesef Türkiye’yi sorunlar çıkmazından çıkaracak bu seçim sonuçları ve halk iradesi tanınmayıp, saygı duyulmayarak tarihi bir fırsat kaçırılmıştır. Tayyip Erdoğan ve ekibiyle, AKP üst yönetimi, bir siyasi darbe yaparak parlamentoyu çalıştırmayıp, devlete ve bürokrasiye de el koyarak kapsamlı bir savaş politikasına örtü yapacağı bir seçim süreci başlatarak 7 Haziran seçim sonuçlarını ortadan kaldırmışlardır.

İmralı’da yürütülen görüşmelerin sonlandırılarak varılan mutabakatın yok sayılması, savaş kararı alınarak gerilla alanlarına yönelik hava ve kara operasyonlarının başlatılması, halklarımızın en meşru ve demokratik taleplerinin şiddet yöntemleriyle bastırılmaya çalışılması sonucunda, bazı il ve ilçelerde halk meclisleri özyönetim kararı almıştır. Özyönetim ilan edilen yerlerde bir yıldır sakız gibi çiğnenen “kamu güvenliği” adı altında seçilmişlere, sivil halka, siyasetçilere ve gençlere yönelik tutuklama ve infazlara yönelinmesi, özyönetim alanlarını hendekler ve barikatlarla savunma durumunu ortaya çıkarmıştır. Bugün, sorunu hendeklere sıkıştıran ve bunun üzerinden geliştirilen devlet terörünü meşrulaştıran politikalara karşı halkımızın geliştirdiği meşru direniş, özünde kendi kendini yerelden yönetme, yerel demokrasiyi inşa etme talebi ve mücadelesidir. Kürt halkının hukuki, siyasi ve statü talebi kabul edilmediği için Kürt halkı da kendi öz gücüne dayanan bir mücadele sürecine girmiştir.

Bu mücadele toplumsal sorun üreten iktidarcı, merkeziyetçi ve erkek egemen yönetim anlayışlarına alternatif olarak demokratik siyaset anlayışını, yönetim modelini ve sistemini benimseyen, toplumsallığı ve birlikte yaşamı, Kürt sorununun siyasi statü temelinde demokratik çözümünü esas almaktadır. Bu da, sorunun esas olarak bir demokrasi ve özgürlük sorunu olduğunu ortaya koymaktadır. Demokrasi ve özgürlük talepleri özünde siyasi statü talepleridir. Çözümü de siyasi müzakere zemininde olmalıdır. Bu nedenle, yaşadığımız bütün sorunların aşılabilmesi için diyalog ve müzakere kanallarının yeniden devreye girmesi önemlidir. Bunun için de, Kürt Halk önderi Sayın Öcalan’ın özgürlüğünün sağlanmasını, sürecin sağlıklı ve istikrarlı yönetilebilmesi için zorunlu görmekteyiz.

Bu açıdan daha önce DTK’nın kamuoyuna sunduğu, HDK, DBP ve HDP’nin de programlarına aldığı demokratik özerkliğin içeriğini doldurarak kamuoyuna deklare etmek istiyoruz. Böylece özyönetim ilan eden halkımızın amacı ne, ne istiyor soruları daha iyi anlaşılacaktır.

Bugün dünyada hakim olması gereken yönetim anlayışı tartışmasız demokrasidir. Yerel demokrasi ve farklılıkların özgünlüğünü tanımak günümüz demokrasilerinin temel karakterini oluşturmaktadır. Demokrasilerde yönetimlerin meşruiyeti, artık her sokağı, her mahalleyi, her ili ve ilçeyi merkezden yönetmekle değil, yerellerden özyönetimleri tanıyarak sağlanmaktadır. Dünyada farklı toplulukların özerkliğini tanımayan tek bir demokrasi kalmamıştır. Çünkü bu özerklikleri tanımadan demokrasiyi geliştirmek mümkün değildir.

Türkiye’nin tarihsel geçmişine, çok kültürlü ve çoğulcu toplum yapısına, kalabalık nüfus ve büyük coğrafya gerçekliğine en uygun yönetim modelinin demokratik özerklik olduğunu rasyonel düşünen herkes kabul etmektedir. Bu yönetim modeli aynı zamanda Kürt sorununun demokratik temelde ve birlikte yaşama çerçevesinde çözümünü de sağlayacaktır.

Aylardır özellikle halkın özyönetim ilan ettiği yerlere tank, top, binlerce asker ve polis ile ağır saldırılar yürütülmektedir. Katliam ve halkı sindirme amaçlı gerçekleştirilen bu saldırılar sonucu hem ölümler, yaralanmalar yaşanmakta, hem de kentlerde tarihi-kültürel miraslarımız, ibadet yerlerimiz yakılmakta ve yıkılmaktadır. Kürt halkı da hem özyönetimin ilan edildiği yerlerde, hem de bulunduğu her alanda direnişini giderek büyütmektedir. Haklı ve meşru temele dayanan bu direniş mutlaka kazanacaktır. Bu haklı ve meşru direnişe saldıranlar hem demokratik Türkiye’de, hem de tarih ve insanlık karşısında yargılanacaklardır.

DTK olarak halk meclislerinin ilan ettiği özyönetim ilanlarını ve halkımızın her alanda yürüttüğü bu haklı ve meşru direnişi sahipleniyor; Kürt halkının ve tüm Türkiye halklarının bu direnişlere katılmasını ve destek vermesini demokrasi ve özgürlük mücadelesi gereği olarak görüyoruz. Şu anda yaşananlar AKP hükümetinin gösterdiği gibi hendek ve barikat sorunu değildir; demokrasi sorunudur. AKP’nin saldırgan politikası ise halkın iradesini ve yerel demokrasiyi tanımayarak halkın özgür ve demokratik yaşam iradesini kırmaya yöneliktir. Demokratik siyasal yollardan çözülmesi gereken bir sorunun çözümsüz bırakılmasının yarattığı sorunlar yaşanmaktadır. Var olan gerilim ve çatışmalar ancak demokratikleşme zihniyeti ve çözüm yaklaşımıyla ortadan kaldırılabilir. Kürt sorunu gibi temel bir sorunun çözülmemesinin, direnişin derinleşerek büyümesine yol açacağı aşikardır.

DTK Genişletilmiş Olağanüstü Genel Kurulu, yaptığı kapsamlı tartışma ve değerlendirmeler neticesinde, özyönetimin içeriğinin doldurularak sahiplenilmesini, savaş ve şiddet politikalarına karşı bireyin ve toplumun kendi özsavunmasını almasının meşruluğunu, toplumsal inşa sürecinin de eşzamanlı ele alınarak hayata geçirilmesinin elzem olduğunu karara bağlamıştır.

Kürt sorununun demokratik özerklik çözümü Türkiye’nin demokratikleşmesinden ayrı ele alınamaz. Türkiye gerçeğinde demokratik özerkliğe dayalı bir siyasi ve toplumsal sistem yaratmadan Türkiye’nin demokratikleşmesi mümkün değildir. Bu açıdan özyönetim ilanları kesinlikle Türkiye’yi de demokratikleştirme adımlarıdır; Yerinden yönetimi sağlayan yasal demokratik adımların atılmasını da tüm Türkiye halkları açısından gerekli ve doğru bir adım olarak görüyoruz. Kuşkusuz yerel demokrasi her alanın, bölgenin ve toplumun ihtiyaçları ve koşullarına göre farklı uygulama biçimlerine kavuşacaktır. Demokratikleşme, yerel demokrasinin ve farklı kimliklerin özerkliğinin gerçekleşmesi açısından yasal imkan sağlayacağından her alanın demokrasiyi kendi koşullarına uyarlaması zor olmayacaktır.

Demokratik özerklik, özyönetimler ve yerel demokrasi açısından spekülatif tartışmaların son bulması için Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik şartındaki çekincelerin kaldırılması yanında, aşağıda belirteceğimiz demokratik özerklik sorumluluk alanlarının tespiti çerçevesinde sadece Kürt sorununun değil; siyasi, toplumsal ve idari birçok sorunun çözümüne kapı aralayacağına inanıyoruz.

Bu çerçevede,

Ülke genelinde kültürel, ekonomik, coğrafi yakınlıkları dikkate alınarak bir veya birkaç komşu şehri kapsayacak biçimde demokratik özerk bölgelerin oluşturulması,

Tüm bu özerk bölgelerin ve kentlerin demokratik esaslarla seçilmiş meclisler ve meclisler içinden seçilmiş özyönetim organları tarafından Türkiye’nin yeni demokratik Anayasasının temel prensipleri çerçevesinde yönetilmesi. Özerk Bölgelerin halk iradesinin ayrıca TBMM ve merkezi yönetimde de demokratik esaslar temelinde temsil edilmesi.

Demokratik özerk bölgeler ve diğer idari birimlerde merkezi yönetimin seçilmişler üzerindeki her türlü vesayetine son verilmesi, seçilmişleri görevden alma yetkisinin kaldırılması. Merkezi yönetim organlarının, yeni demokratik anayasa ilkelerine uyulması doğrultusundaki denetimleri dışında bölgesel ve yerel yönetimler üzerindeki her türlü vesayetinin son bulması,

Özerk bölge ve kentlerde şehir, mahalle, köy, kadın ve gençlik meclislerinin, farklı halklar ve inanç toplulukları meclislerinin, sivil toplum örgütlerinin karar alma ve denetleme süreçlerine doğrudan katılımının sağlanması,

Demokrasinin derinleşmesi, kapsamlılaşması, özgür ve demokratik yaşamın sağlanması açısından kadınların meclislerde, tüm karar mekanizmaları ve özyönetim kademelerinde eşit temsilinin tanınması. Kadınların ihtiyaçları doğrultusunda meclis, komün ve toplumsal kurumlar kurabilmesi; kadın kurumları ve kadınlarla ilgili kararların tamamen kadın meclislerinin onayından geçmesi. Kadının her alanda özgür ve özerk örgütlenmesinin tanınması.

Gençliğin karar mekanizmaları ve özyönetim organlarında yer alması. Bu açıdan gençliğin her alanda özgün örgütlenmesi ve karar mekanizmalarına özgün kimliğiyle katılmasının sağlanması,

Her kademede eğitimin özyönetimlere bırakılması. Türkçenin yanı sıra bütün anadillerin de eğitim ve öğretim dili olması. Eğitim müfredatında genel müfredat dışında yeni demokratik anayasa, evrensel değerler ve insan hakları çerçevesinde yerelin tarihi, kültürel ve toplumsal özgünlükleri ve ihtiyaçları temelinde müfredata eklemeler yapılması. Türkçe’nin yanında yerel dillerin de resmi dil olarak kabul edilmesi.

Dil, tarih ve kültür alanında her türlü çalışma yapabilmek. Aynı zamanda inanç ve ibadet hizmetleri sunan kurumların özerk kurumlar olarak örgütlendirilmesinin sağlanması.

Bütün düzeylerdeki sağlık ve tedavi hizmetlerinin özerk yönetimlerce sunulabilmesi.

Yargı sistemi ve adalet hizmetlerinin özerk bölge modeline göre yeniden düzenlenmesi.

Toprak, su ve enerji kaynaklarının ekolojik çerçevede toplum yararına işletilmesi, denetlenmesi ve üretimden pay alma yetkisinin özerk bölge yönetimine verilmesi. Özyönetimin tarım, hayvancılık, sanayi ve ticaret dahil her alanda genel demokratik anayasa ilkelerine ters düşmeden her türlü üretim ve işletme birimleri oluşturma, bu tür toplumsal ve bireysel girişimleri destekleme, teşvik etme, hibe desteği sunma yetkisine sahip olması.

Özerk bölgenin yönetim alanında ve kent içinde, her türlü kara, hava, deniz ulaşım hizmetlerini sunması ve denetimini sağlaması. Trafik hizmetlerinin merkezi trafik kurumları ile uyumlu halde yerel yönetim organları denetimindeki birimlerce yürütülmesi.

Yukarıda belirtilen hizmetlerin sunulabilmesi için yerelde bütçelemenin özerk bölge yönetimine devredilmesi ve kadın odaklı bütçelemenin esas alınması; merkezle ve diğer yerellerle varılacak anlaşmalara ve hakkaniyet ilkelerine bağlı olarak bazı vergilerin özyönetim birimleri tarafından toplanması. Merkezin yerelden topladığı bütün vergi gelirlerinden yerele pay verilmesi. Merkezin bölgelerin gelişmişlik farkını giderecek şekilde gerekli tedbirleri alması.

Özerk bölge yönetiminin denetiminde, yereldeki asayişin tümünü sağlayacak resmi yerel güvenlik birimlerinin kurulması, bu birimlerin anayasal kurallar çerçevesinde ihtiyaçlara bağlı olarak kurulmuş merkezi Savunma ve güvenlik birimleriyle koordineli olarak çalışması.

Sonuç olarak;

Demokratik özyönetimlerin Türkiye’nin demokratik birliği ve halkların ortak geleceği temelinde gerçekleşmesini ve bu nitelikte demokrasiyi ve özgürlükleri güvence altına alacak demokratik bir anayasa yapılması zorunludur. Böyle bir anayasa tüm toplumsal kesimler, farklı etnisiteler ve inanç toplulukların özgür ve demokratik yaşama kavuşması açısından da vazgeçilemez önemdedir. Yalnızca bir halkın, bir kesimin, bir topluluğun özgür ve demokratik yaşamını sağlayan ama diğerlerine hak tanımayan bir anayasa, siyasal ve toplumsal bir sistem düşünülemez. Demokratik özerklik mücadelemiz Kürtler için olduğu kadar, Türkler ve tüm diğer etnisiteler, inanç toplulukları, dışlananlar, ezilenler, ihmal edilenler için de bir demokrasi ve özgürlük mücadelesidir.

Özyönetimlere dayalı demokratik özerklik modelimizin aynı zamanda Ortadoğu’nun içinde bulunduğu bu karmaşa ve kaos ortamından çıkışa dönük önemli bir örnek oluşturacağı inancındayız. Bu model bin yıldır kader ortaklığı yapmış halklarımızın ülke ve bölge meselelerinin barışçıl ve demokratik çözümüne öncülük edecektir.

Bu deklarasyon dinamik bir tartışma ve uzlaşma arayışıdır. Öneri ve eleştirilere açıktır.

Bu çerçevede çatışmalara son verilerek, Türkiye’nin demokratikleşmesi, siyasi çözüm yolunun açılması için, Türkiye’nin bütün demokratik ve toplumsal özgürlük güçlerini, siyasi partileri, şahsiyetleri, kanaat önderlerini, inanç toplulukları ve kurumlarını Kürt halkının yürüttüğü meşru ve haklı mücadeleye ve taleplerine destek vermeye davet ediyoruz. Kürdistan’daki bütün toplumsal kesimleri ve siyasi partileri ulusal birlik ruhuyla halkımızın yürüttüğü direnişe sahip çıkmaya; dünya halklarını ve kurumlarını halkımızın meşru özgürlük talepleriyle dayanışmaya çağırıyoruz.

26-27 Aralık 2015

DTK’den 14 maddelik özyönetim kararı

Diyarbakır Kayapınar Spor Kompleksinde gerçekleştirilen kongreye 500 kurum temsilcisi ve 501 delege katılmıştı. İki gün süren kongrenin sonuç deklarasyonu ve alınan kararlar açıklandı. Deklarasyonu DTK Eş Başkanı Selma Irmak Kürtçe olarak okudu.

“Özyönetimlerle ilgili siyasi çözüm deklarasyonu” başlıklı sonuç bildirgesi DTK Eşbaşkanları Selma Irmak ve Hatip Dicle tarafından Kürtçe ve Türkçe okundu.

Bildirgede sorunların çözümü için “demokratik özerk bölgeler”in oluşturulması önerildi.

Kongreye DTK Eş başkanları Hatip Dicle ve Selma Irmak, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel başkanları Emine Ayna ve Kamuran Yüksek, HDP Eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, HDK Eş sözcüleri Ertuğrul Kürkçü ve Sebahat Tuncel’in yanı sıra tüm HDK bileşeni siyasi parti ve örgüt temsilcileri de katıldı.

Bildirgede 14 madde yer aldı.

14 maddelik deklarasyon

  1. Ülke genelinde kültürel, ekonomik, coğrafi yakınlıkları dikkate alınarak bir veya birkaç komşu şehri kapsayacak biçimde demokratik özerk bölgelerin oluşturulması,
  2. Tüm bu özerk bölgelerin ve kentlerin demokratik esaslarla seçilmiş meclisler ve meclisler içinden seçilmiş öz yönetim organları tarafından Türkiye’nin yeni demokratik Anayasasının temel prensipleri çerçevesinde yönetilmesi. Özerk bölgelerin halk iradesinin ayrıca TBMM ve merkezi yönetimde de demokratik esaslar temelinde temsil edilmesi,

Merkezi yönetimin vesayetine son

  1. Demokratik özerk bölgeler ve diğer idari birimlerde merkezi yönetimin seçilmişler üzerindeki her türlü vesayetine son verilmesi, seçilmişleri görevden alma yetkisinin kaldırılması.Merkezi yönetim organlarının, yeni demokratik Anayasa ilkelerine uyulması doğrultusundaki denetimleri dışında bölgesel ve yerel yönetimler üzerindeki her türlü vesayetinin son bulması,
  2. Özerk bölge ve kentlerde şehir, mahalle, köy, kadın ve gençlik meclislerinin, farklı halklar ve inanç toplulukları meclislerinin, sivil toplum örgütlerinin karar alma ve denetleme süreçlerine doğrudan katılımının sağlanması,

Kadınlara eşit temsil hakkı

  1. Demokrasinin derinleşmesi, kapsamlılaşması, özgür ve demokratik yaşamın sağlanması açısından kadınların meclislerde, tüm karar mekanizmaları ve öz yönetim kademelerinde eşit temsilinin tanınması. Kadınların ihtiyaçları doğrultusunda meclis, komün ve toplumsal kurumlar kurabilmesi; kadın kurumları ve kadınlarla ilgili kararların tamamen kadın meclislerinin onayından geçmesi. Kadının her alanda özgür ve özerk örgütlenmesinin tanınması,
  2. Gençliğin karar mekanizmaları ve öz yönetim organlarında yer alması. Bu açıdan gençliğin her alanda özgün örgütlenmesi ve karar mekanizmalarına özgün kimliğiyle katılmasının sağlanması,

Anadilde eğitim

  1. Her kademede eğitimin öz yönetimlere bırakılması. Türkçenin yanı sıra bütün anadillerin de eğitim ve öğretim dili olması. Eğitim müfredatında genel müfredat dışında yeni demokratik Anayasa, evrensel değerler ve insan hakları çerçevesinde yerelin tarihi, kültürel ve toplumsal özgünlükleri ve ihtiyaçları temelinde müfredata eklemeler yapılması. Türkçe’nin yanında yerel dillerin de resmi dil olarak kabul edilmesi,
  2. Dil, tarih ve kültür alanında her türlü çalışma yapabilmek. Aynı zamanda inanç ve ibadet hizmetleri sunan kurumların özerk kurumlar olarak örgütlendirilmesinin sağlanması,

Sağlık, yargı ve adalet hizmetleri

  1. Bütün düzeylerdeki sağlık ve tedavi hizmetlerinin özerk yönetimlerce sunulabilmesi,
  2. Yargı sistemi ve adalet hizmetlerinin özerk bölge modeline göre yeniden düzenlenmesi,
  3. Toprak, su ve enerji kaynaklarının ekolojik çerçevede toplum yararına işletilmesi,denetlenmesi ve üretimden pay alma yetkisinin özerk bölge yönetimine verilmesi. Öz yönetimin tarım, hayvancılık, sanayi ve ticaret dahil her alanda genel demokratik Anayasa ilkelerine ters düşmeden her türlü üretim ve işletme birimleri oluşturma,bu tür toplumsal ve bireysel girişimleri destekleme, teşvik etme, hibe desteği sunma yetkisine sahip olması,
  4. Özerk bölgenin yönetim alanında ve kent içinde, her türlü kara, hava, deniz ulaşım hizmetlerini sunması ve denetimini sağlaması. Trafik hizmetlerinin merkezi trafik kurumları ile uyumlu halde yerel yönetim organları denetimindeki birimlerce yürütülmesi,

Yerel güvenlik

  1. Yukarıda belirtilen hizmetlerin sunulabilmesi için yerelde bütçelemenin özerk bölge yönetimine devredilmesi ve kadın odaklı bütçelemenin esas alınması; merkezle ve diğer yerellerle varılacak anlaşmalara ve hakkaniyet ilkelerine bağlı olarak bazı vergilerin öz yönetim birimleri tarafından toplanması. Merkezin yerelden topladığı bütün vergi gelirlerinden yerele pay verilmesi. Merkezin bölgelerin gelişmişlik farkını giderecek şekilde gerekli tedbirleri alması,
  2. Özerk bölge yönetiminin denetiminde, yereldeki asayişin tümünü sağlayacak resmi yerel güvenlik birimlerinin kurulması, bu birimlerin Anayasal kurallar çerçevesinde ihtiyaçlara bağlı olarak kurulmuş merkezi savunma ve güvenlik birimleriyle koordineli olarak çalışması.

Suriye savaşı, dünya savaşına doğru

Ve bu durumda, Suriye savaşını başlatan ülkeler, Başta ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan olmak üzere, durumdan rahatsızlar. Ve bu nedenle artık şu soru ile karşı karşıyadırlar: IŞİD yetmiyor, doğrudan kara güçlerini devreye sokmalı mıyız? Suudi Arabistan, bu konuda kapıyı açtı ve ardından Türkiye, bu konuda ne kadar heveskâr olduğunu göstermek üzere, Genelkurmay Başkanı’nı Davutoğlu’nun yanına katarak, Suudi Arabistan’ın yolunu tuttu. Aynı zamanlarda Katar, Moskova’nın yolunu tutup, kendini geri çekmek üzere hamleler yapmakla, belki de biraz zaman kazanmakla meşgul idi. Türkiye, bir yandan Suudi Arabistan’a sentetik Başbakan’ını ve onun yanına Genelkurmay Başkanı’nı gönderirken, Erdoğan Moskova’ya giden Katar şeyhinden, Putin ile ilişkilerin düzeltilmesi için arabulucu olmasını istiyordu.
Demek ki, birincisi, Türkiye ne yaptığını bilmiyor. TC devleti ve onun yöneticileri, akılları karışmış bir biçimde davranmaktadır, stratejik derinlik, bugün ortaya çıktığı kadarı ile, stratejisi olmamak anlamına geliyormuş. Bu durum, TC devleti içinde her kurumun, başka saiklerle aklına eseni yapması şansını ortaya çıkarıyor. Kendi aralarında büyük çatışmalar, henüz su üstüne çıkmamış hâlde duruyor. İkincisi, Türkiye, işin başında ABD’nin kuyruğuna takılmıştı. Bugün ise, durumdan zararlı çıktığını görüyor. Ama o kuyruktan ayrılma cesaretini gösteremiyor. Seçimler karşılığında ABD’ye verdikleri tavizler, muhtemelen karşılarına çıkartılmaktadır ve Erdoğan-AK Parti devleti, kendi ellerini bağlamış durumdadırlar. ABD, açık olarak, PYD terör örgütü değildir, demektedir ve Türkiye, ABD’ye sesini çıkartamadığından, bölgedeki Sünni ittifak sürecini geliştirmeye çalışmaktadır. Şimdilerde Suudi kuyruğuna eklenmelerinin nedeni budur. Türkiye, Suudi uçaklarına İncirlik’i açmıştır. Bu yolla, bir yandan kara harekâtı yapmaktan söz ediyorlar, diğer yandan ise, savaşı dünya savaşına doğru büyütmek istiyorlar. Suudi uçakları İncirlik’ten Suriye hava sahasına dalacak ve El Nusra ve IŞİD güçlerini koruyacak planları yapmaktadırlar. Bu yolla, Suriye sınırlarına uçak kaldıramaz hâle gelen Türkiye, Rusya’ya karşı hamle yapmaktadır. Büyük ekonomik çöküntü yaşayan Suudi Arabistan, savaş ile tüm bölgeyi birbirine katma peşindedir. Muhtemeldir ki, ABD, bu süreci önlememek yolu ile desteklemektedir. ABD, Suriye’de savaşı kaybettiğini görebilmektedir ve bu nedenle, daha tehlikeli bir oyunun oynanmasının Rusya’yı zora sokacak adımlar atılmasının önünü sessizce açmaktadır. Bu muhtemeldir. Ama Türkiye, bu savaşın, bu tehlikeli oyunun içine tüm güçleri ile dalmaktadır.
Bu sonuçları şimdilik kaydetmek gerekir.
Aslında, Türkiye, kendisi tarafından beslenen, kendisi tarafından sahaya sürülen, desteklenen unsurların Suriye’de orduya karşı yaşadığı kayıp nedeni ile çok telâşlıdır. Bu telâş ile, her türlü tetikçiliği yapar hâle gelmiştir. Rus uçağının düşürülmesi, böylesi bir eylemdir. ABD emri ile gerçekleştiğinden şüphe yoktur. Türkiye ise, bu eyleme ev sahipliği yapmakla kalmamış, sorumluluğunu da üstlenmiştir. Başika kampı girişimi aynı telâşın ürünüdür. Azerbaycan’a gidip, orada bulunan Türk askerî eğitmenler aracılığı ile Ermenilere saldırmak aynı telâşın ürünüdür.
Şimdi, aynı telâşla, Suudilerle işbirliğini askerî yönde tehlikeli bir oyun için devreye sokuyorlar.
Ve Kürt mevzilerine karşı saldırıları da aynı durumu gösterir. Yakın zamana kadar IŞİD ve El Nusra güçlerinin elinde bulunan üs, TC güçleri tarafından hiçbir biçimde hedef olmamıştı. Ama bugün, Kürtlerin eline geçtikten sonra, TC güçlerince uzaktan bombalanmıştır. Kuşku yok ki, bu bombalamaya ABD de göz yummaktadır.
Nihayetinde ABD, bölgeye sınır değildir. Gün gelir ve geri çekilir, ülkesine döner. Ama bölgedeki güçlerin, Türkiye de içinde, böyle bir şansı yoktur. Bölgede dökülen kanlar, halklar arasına sokulan düşmanlıklar, yüzlerce yıl etkisini gösterecek, derin bir güvensizliğin temellerini atacaktır. Ama TC yönetenlerinin böylesi bir uzun görüşlülüğü yoktur. Erdoğan başkanlığı, Ergenekon takımı devlet içindeki konumlarını, başkaları tatlı petrol paralarını vb. korumak için her şeyi yakmaktadırlar. Stratejik derinlik dedikleri bu olsa gerek.
TC devletinin, El Nusra ve IŞİD güçlerinin üssü kaybetmelerinden sonra giriştiği bombalama eylemi, aslında kendi cephesini de göstermektedir. El Nusra tarafından kontrol edilirken sesleri çıkmıyordu ve bu durum bir tehdit değil idi. Üstelik El Nusra’nın Hatay’daki bombalamayı gerçekleştirdiği açık iken, Erdoğan’ın, 52 Sünni vatandaşımızı öldürdünüz, diye attığı çığlıklar hafızalarda iken. Demek ki, Türkiye’yi esas olarak rahatsız eden şey, IŞİD vb. değil, esas olarak rahatsız eden şey, Suriye ordusunun ve Kürtlerin sahadan IŞİD ve El Nusra gibi güçleri temizliyor olmasıdır.
Şimdi, Türkiye, Suudi Arabistan ile birlikte, Suriye operasyonları mı yürütecektir?
ABD, diyelim ki, bu iki gücü arkadan desteklesin, bu durumda sonuç mu alacaklar? Strateji gerçekten de bu mudur? Yoksa bunlar, yine telâşlı, saçma hareketler midir? Demek ki, yönünü kaybettiğinde, neye sarılacağın bile belli olmuyormuş.
ABD, bölgede, bizzat işlediği tüm suçları, acaba sonunda Erdoğan ve Türkiye’nin boynuna yıkıp, kendini aklamak istese, daha iyi bir yol bulabilir mi?
Türkiye, PYD konusunda düşmanca bir tutum almaktadır. Yakın dönemde PYD ile görüşmeler yaparken, bugün, durum çok değişmiştir. Bugün, bölgede, artık maskeler kalkmaktadır. Herkes gerçekten kiminle birlikte ise, onunla hareket etmeye başlamaktadır. Türkiye, desteklediği güçlerle ilişkilerini artık gizlemiyor. Tüm savaş boyunca bir Sünni ittifakının, Suudi Arabistan, Türkiye, IŞID vb. arasında alttan alta yürüdüğünü artık kimse gizlemiyor ya da gizleyemiyor. PYD düşmanlığı tam da bu nedenle Türkiye için geçici değildir.
ABD, bu tutumu da anlayışla karşılamakta, gizliden gizliye desteklemektedir.
Öyle anlaşılıyor, TC devletinin, Ergenekon güçleri, IŞİD artıkları, TC ordusu, karanlık basını, cesetlerden mutluluk duyan Perinçek’i vb. eli ile bir ittifak hâlinde Kürt halkı nezdinde ülkemizin tüm devrimci demokrat güçlerine, işçi ve emekçilerine, tüm halklarına karşı giriştikleri saldırı da bu sürecin bir parçasıdır. ABD ve AB bu saldırıyı desteklemektedir. ABD, bu saldırıyı teşvik etmektedir. Bu saldırıyı TC devleti ne kadar şiddetli yürütürse, PKK’nin ABD’den ve AB’den yardım isteyeceği ve bu durumda ve bu yolla PKK’nin kontrol edilebileceği düşünülüyor olmalıdır. İçeride yürüyen bu savaş, PYD’ye karşı yürütülen düşmanlık, Irak Kürdistanı’ndaki gelişmelerle yakından bağlantılıdır. Kürt hareketinin, bölgenin paylaşımı savaşının bir parçası hâline getirilmesi, kendi özgürlük ve direniş çizgisini terk etmesi istenmektedir. Cizre’ye, Sur’a, Silopi’ye bir de bu gözle bakmak gerekir. Katil rolü TC devletine yakışırken, kurtarıcı rolü için ABD eşikte beklemektedir.
Sürece, Filistin meselesini, sürece Yemen savaşını da eklerseniz, bugün çok ciddi bir biçimde, dünya savaşının sınırında olduğumuz anlaşılacaktır.
Bu paylaşım savaşı, öyle bir noktaya evrilmiştir ki, bölgede oluşan kontrolsüz güçlere, kontrolünü kaybetmiş devletler de eklenmektedir. Son derece tehlikeli bir oyun oynanmaktadır. Adeta benzin istasyonunda meşalelerle dolaşılmaktadır. Bölge zaten yangın yerine dönmüştür. Ve yangın üzerinden daha tehlikeli oyunlar devreye sokulmaktadır.
Kuşku yok ki, bu savaşa karşı halkların ortak, anti-emperyalist mücadelesi gerçek ve tek çözümdür. Ama bu çözüm, bugün daha çok teorik bir gerçek alternatif olarak görünmektedir. İnsanlar, bunu isteseler de, bunun gerçekçi olmadığını düşünmeye yatkındır.
Oysa, tarih boyunca da hep böyledir. Gerçek çözüm, gerçek barış, gerçek kurtuluş, her zaman uzak görünür. Her zaman zalimler güçlü görünür ve her zaman zalimlerin zaferi yakın görünür.
Ama Kobanê’yi ele alırsak, tarihte derinliklere bakarsak, uzak ve imkânsız gibi görünen kurtuluş, uzak ve imkânsız gibi görünen gerçek çözüm, sanıldığından daha yakındır, daha gerçekleşebilirdir. Kobanê, bunun en son kanıtıdır.
Halkların ortak anti-emperyalist mücadelesi, elbette örgütsüzlüğümüzün yarattığı ortamda, zor ilerleyecektir. Ama bu mucize gerçekleşmeye her zamankinden de yakındır. Dahası, biz devrimcilerin, başka da çıkış yolu yoktur. Biz biliyoruz ki, bu olanaklıdır. Biz biliyoruz ki, halkların ortak iradesi mucizeler yaratmaya her zaman olanak sağlar. Halkların ortak anti-emperyalist mücadelesi dünyayı yerinden oynatmaya yarayacak bir kaldıraçtır.
Öyle ise, durup eyvahlanmak, durup ağıtlar yakmak, doğru yol değildir. Bu ateş çemberinin içinden, bu ablukanın içinden halkların kurtuluşu yolunu açmak, ancak ve ancak, tüm enerjimizle örgütlenmekle, direnişi adım adım örmekle mümkündür. Kürt halkının direnişi bunun en açık örneğidir. Halkları diz çöktürmek, tiranlıklarını ebedî kılmak mümkün olmayacaktır. Elbette bu zorlu, çok çetin bir mücadeledir. Öyle anlaşılıyor, bu coğrafyada, binlerce yıllık baskı ve sömürü tarihi ile hesaplaşmak öngörülenden de zorlu olacaktır. Halkların mücadelesine, işçi ve emekçilerin direnişine daha büyük bir inançla sarılmak tek çıkış yoludur.
Bu karanlık, bu eşine az rastlanır vahşet, bu savaş çığırtkanlığı, er ya da geç son bulacaktır. Mesele bugünden, büyük bir sabır ve büyük bir inatla, bu mücadeleyi örme iradesini göstermektedir. o

1 Kasım seçimlerinin bazı sonuçları

Ne büyük bir “olgunluk”tur.

Kahvehanede tavla oynayan oyunculardan biri, muktedirdir ve diğerine, bu zar sayılmaz, yeniden atacaksın der. Zar yeniden atılıp da tutmazsa ne olacak? Hiç böyle soru olur mu? Zar dediğin şansa geliyorsa, muktedir allahın en sevdiği kulu ve seçilmiş kişi ise, zar bir gün mutlaka onun istediği, ihtiyacı olduğu gibi gelecektir. Zaten, oyunun kuralını kim böyle koymuş ki?

Şimdi bunu demokrasiye uygulayalım. Göreceksiniz ki, Muktedir, istediği sonucu elde edene kadar seçim yapma hakkına sahiptir. Zaten demokrasi dediğin de “iyi” şeyler istemez mi, eeee şimdi Muktedir’in istediğinden daha iyi bir sonuç olabilir mi? Olamaz. İşte budur.

Seçimler tekrar edildi.

Savaş yoğunlaştırıldı, bombalar patlatıldı, yüzlerce insan öldürüldü. Muktedir kükredi, yüksek perdeden, kibir içinde, saraydan “yakarım” dedi.

Ve sonuçta seçimler yapıldı ve AK Parti, yüksek bir oy oranı ile “zafer “ kazandı.

Aradan iki ay geçti.

Bazı sonuçlar ortaya çıktı ve bu sonuçlar, seçim “zafer”inin arkasındaki güçleri de ortaya koymaktadır.

Seçimlerin hemen ardından, hükümet, Çin’e verilmiş olan füze ihalesini iptal etti. Bu aslında NATO’nun epey zamandır üzerinde durduğu, Erdoğan’ın NATO’ya meydan okuması olarak okunan, bazı AK Parti taraftarlarının “sonuçta NATO’dan kopacağız” diye propaganda ettiği füze anlaşması, bir anda iptal edildi. Bu elbette, seçim “zaferi”nin karşılığından biri idi.

Seçim sonuçlarından biri budur.

Bu elbette Türkiye’nin NATO’ya yeniden kavuşması sürecinin başlangıcı idi.

Rus uçağının düşürülmesi, ikinci sonuçtur. Başlıbaşına önemlidir. Rus uçağı, seçim zaferini AK Parti ve Erdoğan’a sunanlara verilmiş bir diyettir. Rus uçağının düşürülmesi, Türkiye’nin NATO’ya ve en başta da ABD’ye, tüm arayışlarımızı bir yana bırakıyoruz ve teslim oluyoruz, daha da büyük bir istekle emrinizdeyiz demenin adımıdır. Bu nedenle, bu, daha çok ABD ve TC tarafından ortaklaşa planlanan bir operasyondur.

Ruslar, Suriye’de sahaya inince, ABD büyük Ortadoğu projesinde kayıplara uğramaya başladı ve onların ihtiyacı olan, eline ateş tutuşturulmuş bir kontrolsuz güç devreye sokuldu. Türkiye, tetikçilikten bir adım daha ileri fırladı ve lastiği patlamış bir kamyon gibi nereye vuracağını şaşırdı.

Rus uçağının düşürülmesi, Türkiye’nin Şangay örgütüne girmek, AB olmazsa Asya var, arayışları vb.nin sonu demektir. Türkiye, tam anlamı ile, NATO’nun kanatları altına sığınmıştır. Türkiye ile Rusya arasında gelişen ilişkiler, bir anda tuzla buz edilmiştir.

Seçimin sonuçlarından biri budur.

Bir diğer sonuç ise, ilk ikisi ile tamamen paralel, İsrail ile, aslında bozulmayan, ama durdurulmuş gibi görünen ilişkilerin yeniden bahar havasına sokulmasıdır. Filistin vb. konusunda Türkiye, AK Parti hükümetlerinin söylediği her şeyi silmeye karar vermiştir.

Bu üç sonuç, seçim “zaferi”nin arkasındaki güçleri ortaya koyuyor.

1 Kasım seçimleri, dünya gericiliğinin bölgemizdeki ittifakının “zaferi”dir. Bunun iyi anlaşılması önemlidir.

Seçimin hem öncesinde başlayan, hem de sonrasında artarak devam eden savaş ortamının nedeni de bu ittifaktır. Dünya gericiliği, Kürt devrimini, bölgemizdeki halkların özgürlük isteklerini boğmak istemektedir.

Bugün, seçimin hemen sonrasında bu savaş, bir Kürt katliamına dönüştürülmektedir. 90’lar tartışması, bu katliam pratiğinin karşısında çok geri kalmaktadır.

Elbette ki dünya gericiliği ile birleşmiş olan bu Türkiye gericiliği ve saldırganlığının karşısında, halklarımız, işçi ve emekçilerin direnişi, gençlerin direnişi duracaktır. Başka türlü bu abluka dağıtılamaz.

Bu gericilik, bu saldırganlık, bu savaş kundakçılığı ve bunları organize ettiği bu abluka, gerçekte, göründüğü kadar güçlü değildir.

Halkların ortak mücadelesi, gelişen direniş, bu ablukayı yaracaktır.

Seçim sürecinde başlayan ve giderek gelişen direniş, kendi yatağında, kuşku yok ki düz bir çizgi izlemeyecektir. Ama gelişecek ve büyüyecektir.

Sermaye düzeni kanımızla yaşamaya devam ediyor! Kasım ayında en az 131 işçi yaşamını yitirdi…

 

Sermaye işçi kanıylasemirmeye devam ederken onun devleti, bu devletin egemenleri de eşitlik ve adalet isteyen, barış, kardeşlik, özgürlük isteyen emekçileri, Kürt halkını katletmeye devam ediyor.

Emekçiler ve halklar bu katliamları asla unutmayacak, hesabını soracaktır!

İSİG’in işçi cinayetlerine dair Kasım ayı raporu özetle şöyledir:

Yazılı, görsel, dijital basından takip edebildiğimiz, emek-meslek örgütlerinden gelen bilgiler ile işçiler, işçi yakınlarının bildirimleri ışığında tespit edebildiğimiz ve her gün güncellenen bilgiler ışığında 2015 yılının ilk onbir ayında yaşanan iş cinayetleri şöyle:

Ocak ayında en az 128 işçi… Şubat ayında en az 85 işçi… Mart ayında en az 140 işçi… Nisan ayında en az 135 işçi… Mayıs ayında en az 167 işçi… Haziran ayında en az 155 işçi… Temmuz ayında en az 172 işçi… Ağustos ayında en az 160 işçi… Eylül ayında en az 176 işçi… Ekim ayında ise en az 144 işçi… Kasım ayında ise en az 131 işçi yaşamını yitirdi.

Böylece 2015 yılının ilk onbir ayında iş cinayetlerinde en az 1593 işçi can vermiş oldu…

İş cinayetleri inşaat, taşımacılık, tarım ve belediye işkollarında yoğunlaştı…

İş cinayetlerinin işkollarına göre dağılımına bakarsak;

İnşaat, Yol işkolunda 37 işçi… Taşımacılık işkolunda 21 işçi… Tarım, Orman işkolunda 20 emekçi… Belediye, Genel İşler işkolunda 10 işçi… Madencilik işkolunda 6 işçi… Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema işkolunda 6 emekçi… Gıda, Şeker işkolunda 5 işçi… Metal işkolunda 5 işçi… Konaklama, Eğlence işkolunda 5 işçi… Enerji işkolunda 4 işçi… Savunma, Güvenlik işkolunda 3 işçi… Tekstil, Deri işkolunda 2 işçi… Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 2 işçi… Sağlık, Sosyal Hizmetler işkolunda 2 işçi… Ağaç, Kâğıt işkolunda 1 işçi… İletişim işkolunda 1 işçi… Çalıştığı işkolunu öğrenemediğimiz 1 işçi can verdi.

İşçiler en çok trafik/servis kazaları, ezilme/göçük ve yüksekten düşmeden dolayı can verdi…

İş cinayetleri en çok Bursa, İstanbul, Samsun, Denizli ve İzmir’de can aldı…

2015 / Kasım ayında iş cinayetlerinde yaşamını yitiren; Muzaffer Aslan, Hasan Gökçay, Vahide Gökçay, Osman Piri, Mazlum Candede, Halil İbrahim Alış, Mustafa Duman, Vakkas Akdeniz, Ömer Faruk Bulut, Hüseyin Şenol, Esat Hatipoğlu, Ahmet Cozur, Şenol Beler, M.Emin Karaipekli, Hasan Özel, Talha Fahirci, İlyas Kızılkaya, Sadettin Atlı, Münir Acar, Mustafa Özcanbaz, Tolgahan Faraşat, Sefa İşbeceren, Sezgin Albayrak, Serdar Meral, Erhan Öner, Yusuf Köroğlu, Naci Çiftçi, Abdullah Kudak, Gazi Dertli, Mustafa Bilmez, Ahmet Hamdi Özmercan, Yusuf Coşkun, Ahmet Oruç, Hasan Kurt, Mehmet Kambur, Tuncer Kaya, Rıfat Özen, Tahir Elçi, Erman Tezcan Kahraman, Kemal Akgül, Arif Aslan, Şeyh Davut Sabuncu, Erdoğan Aydın, Adem Gönül, Alim Ortatepe, Mahmut Durusoy, Mehmet Katılmış, Hüseyin Evlice, Hamza Acar, Engin Kaya, Salih Minyüz, Mehmet Al, Yaşar Can, Aslan Dülger, Sinan Şimşek, Alim Maskan, İsa Köse, Cengiz Özkan, Selim Dağlı, Mustafa Aktaş, Ali Abasyun, Hüseyin Uzun, Savaş Küçükfarsak, Uğur Elçin, Murat Söyleyici, Hasan Başkurt, Recep Yılmaz, Bahri Çomak, Mehmet Emin Ağatay, İsmail Emiroğlu, Ali Seyhan, Osman Korkmaz, Murat Deryahan, Mesut Akarca, Hüseyin Doğangün, Murat Çelik, Bünyamin Buyun, Burhan Kılıçaslan, İbrahim Karameşe, Mahmut Encü, Yılmaz Yener, Ali İhsan Sezici, İzzettin Akgün, Cevat Sezik, Deniz İçli, Salih Pehlivaner, Fatih Yaman, Fatih Uçar, Namık Bayrakçı, Eyüp Akbulut, Seyit Salman, Mehmet Eren, Ali Kurt, Kerim Karadağ, Hüseyin Kavukçu, Duran İnan, Cem Şehit, Bekir Kayıcı, Ali İhsan Şirince, İsmail Akiz, Mehmet Karadağ, Ünsal Altınay, Mehmet Gündüz, Şakir Barborosoğlu, Velit Oğuz, Hasan Kurt, Uğur Evirgen, Ali Sırtkaya, Adem Aslan, Emin Uzungidiş, Aynur Dağdemir, Güler Temiz Yapıncak, Ali Tuman, Mustafa Sezer, İbrahim Karakoçluoğlu, Rahime Çiçek, Arslan Kulov, Muharrem Çoban, Ayhan Dugan, Fadime Yılmaz, Ali Atış, Mesut Korkmaz, İsmail Balcıoğlu, Abdulhamit Taben, Ahmet Taben, Mehmet Felek, Ahmet Solmaz, Hüseyin Parın, Ramazan Tari, Yücel Koca ve Veysel Kalkan’ı saygıyla anıyoruz…

İşçi Gazetesi / 2 Aralık 2015

 

İÜ’de rektör, polis, ÖGB saldırıyor, üniversiteliler direniyor!

Devletin sokağa çıkma yasağı ilan ettiği ve katliama giriştiği Silvan için Edebiyat ve Hukuk Fakultelerine Silvan’la dayanışmak, direnişi örmek için afişler ve pankartlar asıldı. “Bu bez Silvan’da hayat kurtarıyor” yazan pankartın altına polisler için kemikler bağlandı. Okula giren polis ve ögb kemiklerin bağlı olduğu pankartı söktü. Saldırı sırasında afişleri söküp öğrencileri de gözaltına aldılar.

12 Kasım

Üniversite öğrencilerini direniş komitelerinde örgütlenmeye çağıran afişler ve ozalitler asıldı. G20 toplantısı ve Silvan ablukasına karşı afişler yapıldı.

Üniversite girişinde bulunan özel güvenlikler cezalandırıldı. Eylem sırasında özel güvenlik kulübesinin camları kırıldı, bir güvenliğin telsizine el konuldu.

13 Kasım

Mezopotamya Kültür Kulübü’nün örgütlediği “Demokratik Özyönetim” paneli için gelen HDK Eşsözcüsü Sebahat Tuncel ve DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, rektörlüğün kararı ile okula alınmadılar.

Haberi alan öğrenciler panelin olacağı hukuk fakültesinden ana kapıya yürüdüler, öğrencilerin dışarıya çıkmasına izin verilmedi. Panelistlerin ve dışarıdan gelen öğrencilerin önü, çevik kuvvetle kesildi. Sebahat Tuncel ve Kamuran Yüksek öğrencilerle birlikte oturma eylemine başladı. Polis kalkanlarla meydandan sürmeye çalıştı. İçeride bulunan öğrenciler kapıya yüklendiler, özel güvenlik birimleri öğrencilere saldırdı. 2 ögb burada hafif şekilde yaralandı.

Aralarında Kaldıraç okurununda bulunduğu 20’ye yakın öğrenci gozaltına alındı.

16 Kasım (Özyönetim paneli)

Hemen her gün çok sayıda çevik kuvvet polisi, siviller ve ögb’nin girdiği üniversitemizde yine afişler söküldü standlara müdahale edildi.

Devrimci Gençlik Birliği DGB’nin pankartının indirilmesine karşı polise direnen aralarında iki Kaldıraç okurunun da bulunduğu altı öğrenci darp edilerek gozaltına alındı. Polisler üniversiteden çıkınca sökülen afişlerin yerine yenileri asıldı. Gözaltılar akşam saatlerinde Vatan Emniyet Müdürlüğü’nden serbest bırakıldılar.

25 Kasım

Edebiyat kantininde dergi gazete kitap standı açıldı, afişler asıldı. Polis okula girdi afişleri indirdi, öğrenciler polisleri afişleri sökerken alkışlayarak ve sloganlarla protesto ettiler.

26 Kasım

Gozaltılar bizi yıldıramaz!

Yaşasın devrimci dayanışma!

Rektör, polis, ögb saldırıyor, üniversiteliler direniyor!

Sadece iki ayda İstanbul Üniversitesi’ne 11 polis saldırısı oldu ve 66 öğrenci gözaltına alındı.

Ankara katliamı öğrenci boykotlarına katılan ve afiş asan, duvarlara yazı yazan, etkinliklere katılan 50 öğrenciye de soruşturma açıldı. Neredeyse her gun okula polisler giriyor giriş kapılarında özel güvenlik çanta ve dedektörlü arama yapıyor standlara müdahale ediliyor.

Bu, üniversiteye kalıcı şekilde polisin yerleştirilmesinin, devrimci sosyalist öğrencilere baskı uygulanmasının, siyaset yasağının bir yoludur.

Bu uygulamalara karşı direneceğiz, afişlerimizi asmaya, standlarımızı kurmaya devam edeceğiz.

İçeride ve dışaarıda savaşı tırmandıran devletin yerelde üniversiteye yansıması, darp, gozaltı, işkence, tutuklama oluyor.

Ama unutmasınlar ki, bizim üniversitemiz Deniz Gezmiş, Taylan Özgür, Büşra Mete, Polen Ünlü’nün ve onlarca kizil karanfilin okuduğu okuldur.

Katillere geçit vermeyeceğiz!

Ferman devletin üniversiteler bizimdir!