Ana Sayfa Blog Sayfa 244

“Hastalar, kardeşlerim, biraz daha sabır, biraz daha inat; kapının arkasında bekleyen ölüm değil, hayat”

Gezi Direnişi’nden bu yana devlet, saldırılarını artırıyor.

Kürt devrimini bastırmak için, yeni bir karşı-devrimci saldırıyı, dünya gericiliğinin bir müttefiki olarak sahneye koyuyor.

Dünya gericiliği, yeni bir paylaşım savaşımını sahneye koyarken, halklara karşı, gerici çeteleri, kontra çeteleri devreye sokuyor.

İçinde bulunduğumuz coğrafya, baştan başa kana bulanıyor, kaos yaratılıyor ve bunun için de halkların tüm mücadeleci güçlerine boyun eğdirilmek isteniyor.
Gerici çeteler eli ile emperyalist güçler, tüm bölgemize boyun eğdirmek, adeta dümdüz etmek için her yola başvuruyor.

İstiyorlar ki, halklar mücadele etmesin.

İstiyorlar ki, işçi ve emekçiler örgütlenmesin.

İstiyorlar ki, onların önünde hiçbir engel kalmasın.

İstiyorlar ki, gerçekleri, geniş kitleler bilmesin.

İstiyorlar ki, onlar ne diyorsa o yapılsın, boyun eğilsin.

İstiyorlar ki, kitleler sokaklara çıkmasın, en küçük bir hak arama eylemine girişmesin.

İstiyorlar ki, Soma’da insanlar öldüğünde, tepki vermesin bu ölümü bir “fıtrat” olarak ele alsın. Asansör düştüğünde içinde ölen 10 işçiye kimse sahip çıkmasın.

İstiyorlar ki, kimse bir tek soru sormasın.

İstiyorlar ki, onların bu yağma, talan, sömürü düzenleri sonsuza dek sürsün.

Pervasızca saldırıyorlar. Her türlü kurnazlığı kullanarak saldırıyorlar. Evleri ararken insan öldürüyorlar.

Hukuk, burjuva anlamda dahi hukuk, ayaklar altına alınıyor. Kendi yasalarını tanımıyorlar. Çok yönlü bir savaş yürütüyorlar. Bir yandan kendi aralarında paylaşım ve egemenlik savaşı yürütürken, diğer yandan halka karşı her türlü pervasızlıkla saldırı sahneye koyuyorlar.

Mahkemelerde suçlular el üstünde tutuluyor, katiller mahkeme salonlarında büyük bir destekle korunuyor.

Ama bir gerçek var. Bu denli pervasızca saldırmalarının, bu denli hukuku ayaklar altına almalarının nedeni, kendi korkularıdır, geleceklerinden duydukları korkudur. Kurdukları bu yağma ve çalma düzeni, uzun sürmeyecek diye korkuyorlar. Cennetlerini kaybetmekten korkuyorlar.

Bu pervasız saldırılarının, bu fütursuz, hukuk dışı davranışlarının, bu medya eli ile yarattıkları zifiri karanlığın nedeni budur.
Kendi sonlarını görüyorlar.
Korkuları bundandır.
Şimdi, halkları da, işçi ve emekçileri de, kitleleri de korkutmak istiyorlar. Korkularını bize bulaştırmak için bu denli saldırgandırlar.

Bu kan gölü, onları boğmak üzere büyümektedir.
Bu nedenle, tüm gücümüzle örgütlenmeliyiz.
Bu nedenle, tüm gücümüzle mücadele etmeliyiz.
Örgüt özgürlüktür, mücadele yaşamdır, mücadele nefes almaktır.

“Kapının arkasında bekleyen ölüm değil, hayat!” o

Yeni anayasa tartışmaları “Bize artık anayasa lazım değil”

Bunun üzerine CHP, bize içinde başkanlık sistemi olan bir anayasa ile gelmesinler, dedi. MHP’den ses çıkmadı. Ve HDP’den iki ayrı açıklama geldi, Demirtaş, “diktatörlük ve tek adamlık” sistemine izin vermeyiz derken, diğer açıklamada, başkanlık sisteminin tartışılabileceği dilegetirildi.

Böylece, önümüzde, Muktedir tarafından, ana nedeni başkanlık sistemi olan bir yeni anayasa tartışması yeniden geliyor.

Gerçekte, 12 Eylül Anayasası ile, milli irade sözünü çok sevenlere hatırlatmak adına, %92 evet oyu almış (üstelik o dönemler SEÇSİS sistemi yoktu. SEÇSİS sistemi için, Radikal gazetesinden Ezgi Başaran’ın, 03.06.2014 ve 12.02.2015 tarihli iki yazısına bakılmasını tavsiye ederiz. Seçim ve hile tartışmalarını anlamak için, seçim güvenliği ile ilgilenen herkesin SEÇSİS konusunda çalışmasında fayda var. Öyle anlaşılıyor ki, baroların ve TMMOB’nin bu konuda yapabileceği şeyler var).

1- 12 Eylül Anayasası’nın değişmesi talebi, yeni bir talep değildir. Bu bir.

2- İki, yeni anayasa ya da 12 Eylül Anayasası’nın değiştirilmesi talebi, ülkemizin güzide ve yıllanmış “egemenleri” tarafından da dilegetirilen bir talep olmaya çoktan başlamıştır. Mesela 2002 desek yanlış olmaz. Ve TÜSİAD, bu güzide ve yıllanmış egemenlerin temsilcisi olarak Erdoğan ekibi ile flört ederken, bu yeni anayasa tatışmalarını da dilegetirmiştir.

3- Kürt devriminin gelişimi, gerçek anlamı ile bir yeni anayasayı da dayatmaktadır. Egemen sınıf, Kürt devrimini bastırma politikaları yanı sıra, yeni anayasa tartışmaları ile de oylamayı devreye sokarken, bunlar bir gerçekliğe dayanmaktadır. Kürt devriminde kalıcı bir sistem içi çözüm, mutlaka yeni bir anayasa demektir.

4- Yeni “elitler”, egemen sınıfa dahil olmaya başlayan yeni zenginler, bizi de görmek zorundasınız, diyen yeni çeteler, Muktedir etrafında birleşerek bir yeni anayasa istemektedirler. Onlara göre, bu yeni anayasa, kendi istediklerini yapabilmek için seçilmiş bir başlıktır ve hazır toplumda bu yönde bir talep varken, kendi istediklerini bu talebin arkasına saklamak istiyorlar. Bu konuda Burhan Kuzu’nun açıklamalarını okumak yeterli olur. Açıklayıcıdır, öğreticidir ve kof ve traji-komik olmalarına rağmen.

5- Beşincisi, bu ülkenin işçileri, emekçileri, tüm halkları, baskı ve şiddetin, tüm anti-demokratik uygulamaların sona erdirilmesini, insanın insana kulluğunun, savaşın ve sömürünün son bulmasını istemektedirler. Bunun için, mevcut sistem içinde bir kalıcı çözüm mümkün değildir. Bunun yolu devrimden geçmektedir. Ama elbette, bir “demokratik” anayasa işe yarayacaktır ve çeteci devletin uygulamalarına son verme yolunda bir adım olacaktır.

Demek ki, herkes bir yeni anayasa istiyor. Peki öyle ise, neden bunca zamandır istenen bu “yeni anayasa”, bir türlü yapılamıyor?

Öyle ya, madem herkes yeni anayasa istiyor, neden yapılamıyor? Hani, işçilerin, emekçilerin, halkların, özellikle de Kürt halkının isteklerini umursamıyorlar, anladık, ama acaba buna rağmen neden yeni anayasa yapmadılar, bu kadar uzattılar, hâlâ uzatıyorlar? Mesela acaba neden 7 Haziran seçim sonuçları açıklandığında, birdenbire gündeme yeni anayasa girmedi de, ancak AK Parti iktidarı 317 milletvekili ile sağlanınca yeni anayasa tartışması gündeme geliyor?
Yani belli bir sorudur bu. Ama yine de sorulmalıdır.

Acaba, AK Parti iktidarı, dünya gericiliğinin ortak ittifakı ile, mesela 370 milletvekili alabilse idi, ne olurdu? Acaba sadece ve sadece, hemen ve bir günde, bir yeni anayasa yapılıp, meclise Kuzu eli ile getirilip, bir hafta bilemediniz bir ayda, yeni anayasa bitmiş olmaz mıydı? Ve elbette bu anayasanın ana direği, başkanlık sistemi olmaz mıydı? Diğer tüm maddeler, birer teferruat olmaz mıydı, sadece başkanlık sistemi eklenmiş bir 12 Eylül Anayasası ortaya çıkmış olmaz mıydı?

7 Haziran seçimleri öncesinde, 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de verilen resmi karartan ve masaları deviren Muktedir, aynı anda, “iç güvenlik yasası”nı devreye soktu. AK Parti iktidarı, birkaç ay sonra yapılacak seçimden önce, yangından mal kaçırır gibi, bir kapsamlı yeni yasa hazırladı. Yeni iç güvenlik yasası, polisin tüm keyfî uygulamalarına, daha önceki yasal çerçevelere sığmayan bazı yeni uygulamalarına da olanak tanıyan bir yasal çerçevedir. O kadar ki, bu yeni iç güvenlik yasası, mecliste büyük kavgalara rağmen çıkmıştır, sokaklarda yapılan protesto gösterilerine rağmen çıkmıştır ve mevcut anti-demokratik anayasaya da aykırı olduğu bilinerek çıkmıştır.

Bugün bu yasa uygulamadadır.

Bugün, mesela Suruç katliamı davasında, mağdur avukatları, dosyalara erişememektedirler. Bu, sadece Suruç’a ait de değildir. Bir savaş hukuku, üstelik mevcut en gerici anayasalardan birine dahi aykırı olacak şekilde, uluslararası burjuva hukuk ile hiçbir alâkası olmadan uygulamadadır. Bu, bir savaş hukukudur. Avukatlar, artık, hukuk sisteminin bir parçası olmaktan çıkarılmıştır. Hukuk, savunma hakkı olmaksızın uygulanmaktadır. Dava açan, davayı devlete karşı açmış ise ve dava bir siyasal dava ise, bu sefer de dosyalara, delillere ulaşılması yasaklanmaktadır.
Bu hukuk sistemi, mevcut uygulamaları ile, acaba nasıl tanımlanabilir?

Acaba bu devlet nasıl tanımlanabilir?

Faşizmin tüm dişlilerini içermiş olan bu burjuva egemenlik, dünya gericiliği, çeteler ve mafya ile bu denli iç içe geçmiş, medyanın bir devlet organizasyonu olarak iş gördüğü, tüm halkın gözlendiği, izlendiği bir açık hapishaneye çevrilmiş bir ülke tasarlayan bu devlet, tekelci polis devletidir. Ve sadece “olağanüstü” durumlarda değil, normal koşullar altında da bu devlet, faşizmin tüm dişlilerini bağrında toplamış, onları yeniden ve faşizmi aşan bir tarzda içselleştirmiş, gelecekteki iç savaşa göre örgütlenmiş bir burjuva egemenliktir. Ve bu, bazı farklılıklarla, tüm dünyada, tüm kapitalist ülkelerde geçerlidir. ABD’deki devletin uygulamalarına bakın, İngiltere’dekine bakın, Almanya’dakine bakın. Bugün, burjuva devlet, çetelere (mafya, devlet içinde etkin tekellerin bağlantıları olan çeteler), sınırsız bir gözetleme (polis-ordu) ve yönlendirme (basın ve eğlence sektörü) ağına, büyük ölçüde manipülasyon (medya) yeteneğine sahip, hiçbir anayasa ile kendini bağlı hissetmeyen uygulamaları hızla devreye sokabilen (özel kuvvetler, kontr-gerilla) bir devlettir. Biz buna “tekelci polis devleti” diyoruz ve bunu detaylıca Deniz Adalı’nın “Tekelci Polis Devleti” (Kaldıraç Yayınevi, İstanbul) kitabından okuyabilirsiniz.

Tüm bu koşullar altında, demokratik mücadele anlamsızlaşır mı? Yani, doğrudan devrimi hedeflemese de, demokratik haklarını korumak isteyenlerin mücadelesi işe yarar mı? Elbette yarar. Bu devlete karşı, her yol ve araçla savaşmak meşrudur. Demokratik mücadelenin her bir alanı, çok da kıymetlidir. Bu mücadeleyi yürütenler, kendilerini devrim ve sistemi yıkma mücadelesinin bir parçası saymayabilirler. Ama buna rağmen, öyledirler.

Yani, demokratik mücadele, devrim mücadelesinin bir bileşeni olmaya başlamıştır.

Nasıl ki bugün, insan olarak kalmak ve insan olmak mücadelesi, sosyalizm mücadelesinin bir parçası ise, gerçekte insan olarak kalmak, insanlaşmak istiyorsak, egemen kapitalist dünyaya karşı mücadele etmek zorunlu ise, sadece sosyalist ya da komünist olduğumuz için değil, sıradan insanlar olduğumuz için de sisteme karşı mücadele etmemiz gerektiği açık ise, işte aynı şekilde, demokratik mücadele devrim mücadelesinin bileşeni olmuştur. Bir burjuva aydın, eğer, demokratik haklar ya da “evrensel demokratik değerler” için mücadele edecekse, devrime bakmak, devrimci cepheye eklenmek zorundadır.

Bugün, burjuva egemenlik, dünyanın hiçbir yerinde, kendini anayasa ya da burjuva hukuk ya da “evrensel hukuk” ile bağlı hissetmemektedir. Günümüz çeteci burjuva devleti, tekelci polis devleti, kendini kendi “yasal zemini” ile bağlı hissetmemektedir. Sadece ve sadece, burjuva egemenliğin, bugünkü anlamı ile tekelci burjuva egemenliğin devamı ile ilgilidir.
Ülkemizde ise, bunun sayısız uygulamaları vardır.

Fiili olarak ortada bir savaş hukuku vardır.

Bu, iç savaş hukukudur.

İşçilere, öğrencilere, hakkını arayan herkese, Kürt halkına ve tüm halklara karşı, savaş hukuku uygulanmaktadır. TC devleti, IŞİD’i, El Nusra’yı ya da daha başka çeteleri desteklemektedir. Bir çete reisi, Rize’de polis korumasında siyasal bir miting düzenleyebilmekte, ama örneğin HDP, yasal bir parti olduğu hâlde, mitinglerine izin alamamaktadır, sendikaların mitinglerinde bombalar patlatılmaktadır, öğrencilerin basın açıklamalarına polis TOMA’ları sürülmektedir.

Şehirler ablukaya alınmakta, keskin nişancılar çocukları avlamakta, top mermileri evleri dövmektedir. Kürt illerinde ortaya çıkan görüntüler Filistin sokaklarını hatırlatmaktadır. Devlet kuvvetleri, çeteleri, ablukaya alınan kasabalarda duvarlara, IŞİD çetelerinin kullandığı dille yazılar yazmaktadır.

Bu koşullar altında yeni anayasa gündeme gelmektedir. Yani, yeni anayasanın gündeme geliş koşulları da değiştirilmiştir. Yeni anayasa, Muktedir’in, tartışmasız sultanlığının ilanı için hazırlanmak istenmektedir. Bu anayasa, bu tarzda gündeme geldiğinde, bundan bir dirhem olsun bir sonuç elde edilemez.

Gerçekte yeni anayasa yapmak istiyorlarsa, ilk iş olarak, eskimeye başlayan “yeni iç güvenlik yasası”nı kaldırsınlar, ilk iş olarak sendikalaşmanın önündeki tüm engelleri kaldırsınlar ve bunun ilk adımı olarak taşeronlaştırmaya son versinler, ilk iş olarak tüm siyasal tutukluları serbest bıraksınlar, ilk iş olarak savaşa son versinler.
Eğer bunları yapmayacaklarsa, yeni anayasa bize ne getirebilir?

Şöyle bir düşünme tarzı var: Mevcut anayasa, darbe hukukudur, değişmesi gerekir. Öyle ise, ne olursa olsun daha iyi bir anayasa ortaya çıkacaktır, bu da iyi olur. Bu sürece girelim ve bazı hakları alalım.

Hoş görünüyor ama ülke gerçeğinden kopuktur.

Mevcut anayasa darbe hukukudur. Bu doğrudur. Ama o günden bu yana, bu anayasada “kötü” ne varsa, korunmuştur ve değiştirilen pek çok şey, daha da kötüsü ile değiştirilmiştir. Dolayısıyla, sürece bir bütün olarak bakarsak, sürekli olarak daha da gericileşen bir yasal zemin var demektir. Terörle mücadele yasaları, iç güvenlik yasaları vb. bunları açıklar. Mesela seçim ve siyasal partiler yasasını asla değiştirmiyorlar. Şimdi, %10 barajı anlamsızlaştı ve belki değiştirirler, ama bu, nasıl bir kazanım, bir ilerleme olabilir? Eğer iş otomatiğe bağlanırsa, yani ne olursa olsun daha iyi bir anayasa ortaya çıkacaktır diye düşünülüyorsa, mesela %10’u kaldırırken bile öyle bir yasal düzenleme yaparlar ki, daha kötüsü ortaya çıkar.
Önce şu konuda anlaşmak gerekir; mevcut hâli ile bu anayasa değişikliği ya da yeni anayasa talebi, yukarıda sayılan 5 maddedeki kesimlerin sadece birinin talebi ile, Muktedir’in talebi ile gündeme gelmektedir. Bu yeni anayasanın, başkanlık sistemi dışında bir “olumlu” derdi yoktur. Sokaklarında iç savaş hukuku uygulanan bir ülkede, Ankara’da 104 kişinin devlet denetiminde saldırılarla katledildiği bir ülkede, yeni bir savaş sayfasının açıldığını görmek gerekir.

Muktedir, yeni anayasayı, hak ve hukuk için, işçi ve emekçiler için, Kürt halkı için istemiyor. Bunlar olur da tartışma masasında gündeme gelirse, bunun tek nedeni olacaktır, o da başkanlık sistemine destek almak. Yoksa, başka bir amaçla değil.

Bizim, işçi ve emekçilerin, bu ülkenin yoksul çoğunluğunun, Kürt halkının, tüm halkların ihtiyaç duyduğu anayasa, ancak sokakta mücadele ile yapılacaktır. Onlar nasıl, kendi hukuklarını ayaklar altına alarak “fiili” bir baskı alanı yaratıyorlarsa, biz de aynı biçimde, “fiili bir özgürlük” alanı yaratmalıyız ve Gezi budur. Halkların örgütlü mücadelesine bağlı olmayan bir yasal düzenleme, bir adım ilerletici olmayacaktır.

Bu harami çetelerinden, bir tek olumlu adım beklenemez, tek bir iyi niyetli adım beklenemez.

Gelecek tek olumlu gelişmenin tek kaynağı olabilir, işçi ve emekçilerin, halkların örgütlü mücadelesi. Sokakları özgürleştirecek olan budur, havayı özgürleştirecek şey budur. o

ODTÜ’de katillere geçit yok!

16-17 Kasım tarihlerinde ODTÜ KKM’de 4. Askeri Elektronik adı altında bir dizi seminer gerçekleştirilecek. Bu seminere katılan ve sponsor olan şirketlerin geliştirdiği bombaları, insansız hava uçaklarını, zırhlı araçları Silvan’dan, Cizre’den, Ortadoğu’dan tanıyoruz. Şimdi ise bu katiller savunma(!) dedikleri, katliam sanayisine taze “kan” bulmak için ODTÜ’de. Bizler militarizme kucak açmış bu şirketlerin bilim-bilimsellik adı altında katliam araçlarını ürettiğini biliyoruz.
Şüphesiz hiçbir kariyer planlaması ya da iyi bir iş hayali insanların katledilmesine hizmet etmeyi meşrulaştıramaz. Bizler devletin namlusundan çıkan kurşunlarla ailelerini, dostlarını yoldaşlarını kaybetmiş insanlar olarak bu katliama ne sessiz kalacağız ne de onun karşısında korkup pes edeceğiz. Bu katliamlara ortak olmadığımızı ve olmayacağımızı bir kez daha KKM önünde gerçekleştireceğimiz protesto ile dile getireceğiz.

Bugüne kadar Ortadoğu ve Kürdistan coğrafyasında insanları ve diğer canlıları gözünü kırpmadan öldüren, yaşam alanlarını terk etmeye zorlayan devletin ve şirketlerin katil olduğunu teşhir ediyoruz.

Saat 13.45’te KKM’nin önünde katliamlara karşı sesimizi birleştirmeye ve Fizik önünde yaşam nöbeti çadırında dayanışmayla direnişi büyütmeye çağırıyoruz.

Savaşta, barışta militarizm öldürür!

Devletlerin savaşına karşı yaşasın halkların direnişi!

KALDIRAÇ ODTÜ

(16 Kasım 2015)

 

ODTÜ’de IŞİD’e geçit vermeyeceğiz!

Bundan cesaret alan islamcı çeteciler, ODTÜ’de de varlık göstermeye çalışıyor. Paravan bir yapı olarak kullandıkları ODTÜ Mescit Topluluğu’nun kütüphane mescidindeki kitaplıklarında çok sayıda Selefi yayın bulunduran bu yapının zamanında El Nusra’yı şimdi ise IŞİD’i barındırdığı artık bilinen bir gerçek. Bu topluluğun etkinliklerinde IŞİD propagandası yaptıklarının ve “cihad”a insan örgütlediklerinin açığa çıkmasından sonra utanmazca durumu kabul edip pişkince ifade özgürlüğüne sığınan bu çeteciler, belki de AKP’nin aldığı oylardan cesaret almış olacak, bu sabah kendilerini açık etmekten çekinmediklerini gösterdiler.

ODTÜ’nün ortasında, hazırlıkta, yere bırakılmış IŞİD bayrakları bulundu.

Hazırlık binasının yakınlarında bulunan alana bırakılan IŞİD bayrakları, adeta okulu da kana bulamakla tehdit ettiklerinin bir göstergesi. Kaybettiğimiz arkadaşlarımıza, patlayan bombalara ve dökülen kana rağmen tek bir şeyi biliyoruz: Örgütlü bir toplamı kanla ve şiddetle terbiye edemezler! Oylarına güvenerek devleti gasp eden AKP’den de, bölgeyi kana bulayarak terörize eden IŞİD’ ten de korkmuyoruz. Korkmuyoruz çünkü biliyoruz ki bir arada durdukça güçlüyüz.

Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan, ODTÜ Mescit Topluluğu’nun IŞİD yuvasına döndüğü konusunda açıklamalardan da sonra ODTÜ Kamuoyuna bilgilendirme ve çağrımızdır: ODTÜ’de gericiliğe izin vermeyeceğimizi haykıralım. Bir gün değil, sürekli. Bulunduğumuz her alanda, sınıflarımızda, kütüphanede, yurtlarımızda… ODTÜ’de IŞİD’in var olmasına izin vermeyeceğiz. Toplarla, tüfeklerle değil; örgütlülüğümüzle sağlayacağız bunu. İnsanca yaşayabileceğimiz bir dünyanın umuduyla karanlığa bir arada karşı durabileceğimizi göstereceğiz.

İmzacılar:
Amatör Astronomi Topluluğu
Beşeri Dayanışması
Bilim ve Gelecek Topluluğu
Biyogen
Commune de Cinema
Çevre Topluluğu
Çağdaş Dans Topluluğu
Dağcılık ve Kış Sporları Kulübü
Eğitim-Sen ODTÜ İş Yeri Temsilciliği
Eğitim Topluluğu
Emek Gençliği
Felsefe Topluluğu
Fikir Kulüpleri Federasyonu
Genç Yazarlar Topluluğu
Kaldıraç
Kolektif Sinema
Komünist Gençlik
Marksist Fikir Topluluğu
Mimarlık Topluluğu
Nar Kadın Dayanışması
ODTÜ Ekmek ve Gül Kadın Çalışmaları Atölyesi
ODTÜ HDP Gençlik Koordinasyonu
ODTÜ Kadın Dayanışması
ODTÜ Muhalefet
Öğrenci Gençlik Sendikası
Öğrenci Kolektifleri
Özgür Genç Kadın
Sinema Topluluğu
Sırtlan Tayfa
Sosyalist Düşünce Topluluğu
Sosyalist Fikir Kulübü
Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu
Şiir ODTÜ’de
Üniversiteli Kadın Kolektifi
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi
Yeryüzü Kadınları

(3 Kasım 2015)

 

6 Kasım YÖK protestoları

İstanbul Üniversitesi

Gençlik örgütlerinin çağrısıyla örgütlenen YÖK eylemi için Edebiyat Fakültesi’nde toplanan öğrenciler Fen kapısından çıkarken müdahale edildi. Burada 18 öğrenci darp edilerek gözaltına alındı.

Öğrencilere darp ve taciz, gözaltı otobüsünde de devam etti.

Merkez kampüste toplanan öğrenciler “YÖK kalkacak polis gidecek üniversiteler bizimle özgürleşecek” sloganıyla Beyazıt ana kapıya yürüdüler. Beyazıt Meydanı’nda eylem öncesi öğrencilerin olusturduğu güvenlik komitesi tarafindan arama yapıldı.

Meydana gelen öğrenciler burada zincir oluşturarak kendi guvenliklerini aldılar. Basın açıklaması okunduğu sırada polis anons yaptı: “Pankartın YÖK’le alâkâsı yok dağılın.” Öğrenciler açıklamayı yaptıktan sonra güvenli bir şekilde ana kapıdan okula “üniversiteler bizimdir bizimle özgürleşecek” sloganlarıyla yürüdüler. Merkez kampüste akademisyenlerin katılımıyla forum düzenlendi.

 

Trakya Üniversitesi

Trakya Üniversitesi öğrencileri olarak YÖK’ün kuruluşu olan 6 Kasımda, Ayşe Kadın Yerleşkesi önünde “Gençlik yılmayacak. YÖK de saray da yıkılacak!” pankartı etrafında toplandık. “Üniversiteler bizimdir; bizimle özgürleşecek”, “Katil polis üniversiteden defol” sloganları atıldı. Eylem “Düzenin örgütlenmesi olan YÖK’e ve sarayın savaşına karşı örgütlü mücadelemizle karşı koyacağız, özgür üniversiteler için direneceğiz” vurgusunun olduğu basın metninin okunmasıyla sona erdi.

 

Ege Üniversitesi

İzmir’de Ege ve Dokuz Eylül Üniversitelerinde yerellerde yapılan forumlar sonrası Alsancak’ta Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde merkezi bir eylem gerçekleştirildi. “Saraya ve YÖK’e Karşı Gençlik Kolkola” şiarıyla örgütlenen eylem, Sevinç Pastanesi önünden ÖSYM önüne yürüyüş şeklinde planlanmış olsa da Sevinç Pastanesi önünde polis öğrencilere saldırdı. Darp edilerek gözaltına alınan yaklaşık 30 kişinin içerisinde okurumuz İlker Savran da bulunuyordu. Gözaltına alınanlar gece saatlerinde serbest bırakıldı fakat okurumuz daha önce Ankara katliamı esnasında faşistlerin saldırısı sonucu başından yaralandığı ve gözaltına alınırken kafasına darbe alması nedeniyle sağlık durumu iyi olmadığı için bir süre hastanede kaldı. Hayati bir tehlikesinin bulunmaması neticesinde hastaneden çıkarıldı.

 

 

 

 

“Hayatı Durduruyoruz” diyen Trakya Üniversitesi öğrencilerine soruşturma

Soruşturmalara karşı Edirne DİSK’te Trakya Üniversitesi öğrencilerinin yaptığı; emek ve meslek örgütlerinin destek olduğu bir basın toplantısı gerçekleştirildi.

Trakya Üniversitesi öğrencileri adına okunan basın metninde “Ankara katliamının da soruşturmaların da hesabını soracağız” denildi. Edirne DİSK Başkanı Arif Kuday da Emek ve Meslek örgütleri adına yaptığı konuşmada “soruşturmalara karşı öğrencilerin yanındayız, destekçisiyiz” diyerek dayanışma gösterdi.

28 Kasım 2015

Ankara katliamı için yapılan eylemlerden kaynaklı 50 öğrenciye açılan soruşturma üzerine Trakya Üniversitesi Öğrencileri olarak İİBF önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdik. Soruşturma açılan öğrenciler “Bizler nasıl Ankara katliamında yitirdiğimiz kardeşlerimize sahip çıkıyorsak Tahir Elçiyi de, Can Dündar’ı da, Erdem Gülü de sahipleniyor ve yapılan katliamın, uygulanan tüm hukuksuzlukların hesabını soracağız” dedi. Her yıl çok sayıda uzaklaştırma alındığına değinen öğrenciler “soruşturmalarla yılmayacağız, Okullardaki polis-ögb şiddetine, yasaklara, soruşturmalara, harçlara, ticarethaneleştirmeye, niteliksiz eğitime karşı üniversitemizi savunacağız. Sözümüzü söyleyebildiğimiz, kararlarını alabildiğimiz özgür bir üniversite için direneceğiz.” diyerek sloganlarla alkışlarla eyleme son verdi.

30 Kasım 2015

 

Bir gün yine işyerindeyiz…

Bekir Kilerci’nin “Toplantı ya da Küçük Bir Zafer” adlı öyküsünden uyarlanarak oyunlaştırılmıştır.

 

SAHNE – 1

Sahnede uzunca, 4 kişilik, her kişinin bölmesi birbirinden paravanla ayrılmış bir havlu işlik masası, masanın başında yüzleri gülen, kimisi birbirine şaka yapan 5 işçi, hepsinden ayrı olarak biraz dışarıda duran elinde işlik masasından aldığı havlular olan işçilerden birine (Ali’ye) sol yumruğunu gösteren ayakçı kız ve ona belli belirsiz zafer işareti yapan Ali, sahnenin sol tarafında masada bir patron ve azarladığı müdür vardır. Sahne donmuştur. Her şey sabitken Ali pozisyonundan çözülür izleyiciye döner, masadan çıkıp öne doğru gelir ve anlatmaya başlar.

 

Ali – Kimisi yokluk kimisi açlık sınırının altında-

ki ücretlerle çalışan bir işçi topluluğu açısından biraz fazla mutlu bir tablo olduğunun ben de farkındayım. Merak etmeyin, elbet size birazdan bunun sebebini, şu surattaki aşırı gülümsemeyi, benim hayatımda ilk kez yaptığım zafer işaretimi ve şu arkadaşın sol yumruğunu anlatacağız. Ama öncelikle biraz arkadaşlarımızı ve (patronla müdürü göstererek) arkadaşımız olmayanları tanıtmak isterim size. Burası bizim işyerimiz. Daha doğrusu bizim işçisi olduğumuz ve patronumuza ait olan bir işyeri.

En baştaki ayakçı kız. Bizde genelde onların adı bilinmez, hatta bazen ayakçı kız değiştiğinde bizim bunu fark etmemiz epey zaman alabilir. Ayakçı kız atölyeye gireli iki hafta oldu, iki haftadır konuştuğunu da hiç duymadım, sesini bile bilmiyorum yani, ama bugünkü neşemizin sebebi de ta kendisidir. Yakup. En marjinalimiz Yakup’tur. Eğer günündeyse işçi sınıfıydı, sömürüydü kaptırır gider. Konuşmaları ne işçi sınıfını kurtarır ne sömürüyü bitirir ama o yine de yapar. Bazen bizi sıkıştırdığında bir yolunu bulup konuyu geçiştiririz. O da her seferinde “siz adam olmazsınız” diye bizi de paylar. Bu Yakup’u Yakup yapan lafıdır. Onu hâlâ niye işten atmadılar anlamadım, çünkü birazdan siz de göreceksiniz ki Jülide Hanımcığımız verimi engelleyici hiçbir unsura göz yumamaz. Celal. Celal taze evli ve müzmin borçludur. Alacaklılarıysa envai çeşit bankadır. Bir kredi bitmeden diğeri başlar ve hayat böyle geçip gider. İhsan Amca eski sendikacı olup en büyük eğlencesi Yakup’u sinirlendirmektir. Ayşe Abla da kendisini çocuklarının hayatına adamış, birkaç çeşit hastalığına sanki yokmuş gibi davranan, kendisi yaşıyor mu bunu önemsiyor mu bizim de pek bilmediğimiz bir ablamız. Ve patronumuz Jülide Hanım! Kendisi her daim en cin fikirleriyle iş yaşantımızı ve bir bütün olarak hayatımızı zorlaştırmayı hobi edinmiş bir insan çeşidi. Sırf bunu yapmak için maaş ödediği Osman Bey ise bu hayatta yerinde olmayı en son isteyeceğiniz kişi. En önemli işi haftada bir işin veriminin düşmesi, bizim isteksiz oluşumuz, kaytarmamız gibi meselelerle ilgili toplantı yapıp bizim canımızı sıkmaktır. Bazen suyuna gider duymazdan gelir bazen de ufak tefek de olsa karşılık veririz Osman Bey’e. Canımıza okuma işi açısından iyi bir ikili sayılabilirler ve kesinlikle hakkını yememek lazım ki; Jülide Hanım gerçek bir profosyonel.

Ali yerine geçer. Oyun başlar. Jülide Hanım ve Osman Bey oyuna devam ederken işçiler hâlâ donmuş haldedir.

Jülide Hanım – Osmaaann.. Osmaaan..

Osman – Jülide Hanım buradayım zaten.

Jülide Hanım bozulur Osman’ı dışarı göderir.

Jülide Hanım – Dışarı çıkar mısın? Çık! (Osman

gider, Jülide Hanım seslenir) Osmaaan! Osmaaan!

Osman – Buyrun Jülide Hanım.

Jülide Hanım – Osman! Gel buraya gel. Gel ca-

nım, yaklaş. Cevapla Osman: Bugün şirketin için ne yaptın?

Osman – Efendim Jülide Hanım.

Jülide Hanım – Evet ben senin efendinim ama

soru bu değil Osman! Bugün şirketin için ne yaptın?

Osman – Vallahi Jülide Hanım işte her zamanki

şeyler…

Jülide Hanım – Anlat bana Osman, nasıl şeyler,

anlat canım.

Osman – İşçilerin sabah sayımı, geç kalanların

tespiti ve mesaiden yapılacak kesintilerin muhasebeye bildirilmesi, hımm… günlük kotanın hesaplanması,

Jülide Hanım – Tamam Osman… Sus. Yaratıcılı-

ğın nerdeyse ölmüş. Kendini işe vermiyorsun, emekli memursun ama ruhun hala bir memur! Biliyorsun böyle büyüyemeyiz!

Osman – Haklısınız Jülide Hanım.

Jülide Hanım – Bugün yeni bir iş alıyoruz. Sü-

rekliliği olan bir iş ve bu bizim için neredeyse şirketin iki katına çıkması demek.

Osman – Ooohh çok sevindim patron.

Jülide Hanım – Sen niye seviniyorsun anlama-

dım ama neyse.

Osman – Nasıl efendim?

Jülide Hanım – Bir şey yok bir şey yok! Pekiii,

bu ne anlama geliyor Osman, anlat bana!

Osman – Imm… 2 kat büyüme?

Jülide Hanım – Doğruuu…

Osman – 2 kat iş…

Jülide Hanım – Doğruuu…

Osman – 2 kat işçi…

Jülide Hanım – Yanlııışşşş…

Osman – Imm.. 2 kat mesai?

Jülide Hanım – Bravo Osman bravo!! Bildin.

(ekranın başına geçer ve gösterir) Peki şimdi bak bakalım şuraya ne görüyorsun?

Osman – Montaj bölümündeki işçiler efendim,

yemeklerini yiyorlar.

Jülide Hanım – Öyle mii… Öyle mi Osman? De-

mek gözlerin tavşan gibi Osman, hemen anladın ne olduğunu. Yaklaş Osman iyi bak!!

Osman – Montaj bölümündeki işçiler efendim.

Jülide Hanım – Çekil şurdan, vizyonsuz adam!

Peki ben ne görüyorum biliyor musun? Birazdan yemek molasını keyif sigarası ve gereksiz sohbetle 5 dakika daha uzatıp şirketimizin geleceğiyle bir kez daha oynayacak olan hainleri! Seziyorum Osman anlıyor musun, seziyorum. İşte ben bu yüzden patronum.

Osman – Sezgileriniz gerçekten çok kuv..

Jülide Hanım – Kes Osman! Yağcılığı bırak. Sa-

na bu yüzden para vermiyorum, evet aslında bir kısmını bu yüzden veriyorum ama hepsini değil! 5 kişiden 5 dakika günde 25 dakika yapar. Haftada 150, ayda 600, yılda 6300 dakika yapar Osman. 6300 dakika! 6300 dakika senin için bir şey ifade ediyor mu?

Osman – Nasıl bir şey efendim?

Jülide Hanım – Osman, canım, sorularıma soruy-

la karşılık verdiğin zaman anlattığımı anlamadığını anlayamadığımı mı düşünüyorsun gerçekten?

Osman – ..?

Jülide Hanım – Bunu anlamayacağını zaten bili-

yordum. Neyse o zaman ben söyleyeyim. 6300 dakika demek senin bir aylık maaşın demek Osman.

Osman – Nasıl yani efendim?

Jülide Hanım – Ekonomi politik Osman! Artı de-

ğer, sömürü oranı gibi şeyler. Sen hiç Marx’ı okumaz mısın Osman?

Osman – Marx mı?

Jülide Hanım – Evet Karl Marx.

Osman – Hayır efendim okumam.

Jülide Hanım – Aferim Osman okuma. Sakın

okuma. Ben sana anlatırım. Konuya dönecek olursak. Bu işçilerin bir yıllık sigara keyfi bana senin bir maaşın kadar paraya patlıyor. Yani Osman ya o 6300 dakikayı sen onlardan alırsın ya da ben senden her yıl bir aylık maaşını alırım.

Osman – Ama efendim nasıl alınır ki 6300 dakika

onlardan?

Jülide Hanım – Sigarayı bıraksınlar.

Osman – Bırakmazlar ki.

Jülide Hanım – Yemekten erken kalksınlar.

Osman – Zaten yarım saat yemek molaları var.

Jülide Hanım – O zaman sana bir soru Osman.

Bir işçi problemi, zaten bu problemleri bu işçiler çıkartıyor. Yaz. Bir işçi bir sigarayı… 5 dakikada içebiliyorsa… 5 işçi bir sigarayı kaç dakikada içer?

Osman kağıt kalem çıkartıp yazdığı soruyu çözmeye çalışır.

Osman – 1 dakikada efendim.

Jülide Hanım – Harika, o zaman bundan sonra 5

işçi aynı sigarayı içsin. Döndürsünler yani.

Osman – Harika bir fikir Jülide Hanım!

Jülide Hanım – Eh yeter be sersem! Bi çözüm bul

Osman bir çözüm bul. (der ve gider)

Osman – Bir çözüm bul Osman bir çözüm bul

(taklit ederken Jülide Hanım duyar ve bağırır)

Jülide Hanım – OSMAAANN!!

 

SAHNE – 2

Bir tartışmanın orta yerinde olunduğu bellidir.

Yakup – Yahu ben artık ne diyeyim size?

(Tam Yakup söyleyecekken)

İhsan Amca – Biz adam olmayız Yakup!

Yakup sinirlenir diğerleri gülüşür. Çalışmaya devam ederler. Hareketleri bir makinenin düzenli ve tekrar eden işleyişi olarak devam etmektedir. Hızlandıkça hızlanır bir süre sonra Ayşe “ay durun bittim” diyerek onları durdurur.

Yakup – N’oldu Ayşe hanım hani size göre nor-

maldi bu çalışma? Aklınız böyle inanıyor ama vücudunuz dayanmıyor bakıyorum.

Ayşe Yakup’a sinirli bir bakış fırlatır.

Ali – Dur be oğlum sen de!

İhsan Amca – İyi misin Ayşe?

Ayakçı kız tekrar ürünleri almaya gelince görür. Merakla izler bir şey demez.

Yakup – İyi misin abla?

Ayşe – İyiyim iyiyim yorgunluk birikti artık her

hâlde.

Yakup – Arkadaşlar kusura bakmayın ama ben

söyleyince kulak asmıyorsunuz sonra da böyle sonuçlarını yaşıyorsunuz işte. Şunu bari kabul edin bu işyerinde günlük 3 saatten fazla çalıştığınız, o Jülide’nin cebine gidiyor. Siz çocukların yemeğini okulunu düşünürken, Jülide’nin çocukları her tatilde Amerika’ya gidiyor. Bari bunu kabul edin, bari buna “evet adaletsiz” deyin.

İhsan Amca – Yakup!

Ayşe – Yok İhsan Amca yok. Tamam. Vallahi Ya-

kup haklı da, biz ne yapalım onu bilmiyorum ki?

Ali – Arkadaşlar Osman iti ortalıkta yok bi beş da-

kika dinlenelim hadi.

İhsan Amca – Kızım bir sandalye getir.

Ayakçı Kız sandalye getirir, Ayşe’yi oturturlar.

İhsan Amca – Azıcık soluklan bari kızım. Hadi

ben size bir iki dedikodu anlatayım. Biraz neşelenelim.

Diğerleri merakla “hadi anlat hadi.” Yakup hayal kırıklığı yaşar eliyle “eeh” der gibi bir işaret yapıp arkaya çekilir.

İhsan Amca – Şimdi bu Jülide’nin büyük oğlan

var ya. (Yakup’a) Yakup araya girme bak. Küçük bey geçen sabah şirketin önüne arabayı çekmiş annesinin odasına gitmiş oturmuş. Bizim Osman’a da vermişler anahtarı git bunu yıkat gel diye. Bizimki de hazır Mercedes’i bulunca azıcık süreyim, eşe dosta hava atayım diye almış bunu gitmiş akrabalarının oturduğu mahalleye. Oturmuşlar eve bir çay içmeye. Yağmur da yağıyormuş, bizim Osman da hiç yıkatmam direk götürürüm arabayı diye rahat rahat oturmuş içmiş çayını.

Ali – Ay benim safım. (gülüşmeler)

İhsan Amca – Durun daha olay bu değil. Sonra

mahallenin gençleri kendi sokaklarında Merso’yu görünce tersoya bağlamışlar. Almışlar ellerine tornavidayı Mercedes’in üstüne döşemişler şiiri.

Herkes – Aman yarebbi.. Off.. Anam bittin sen

Osman.

Yakup da ilgilenmeye başlar hikayeyle

Yakup – Helal len gençlere.

Herkes Yakup’a güler.

İhsan Amca – Sonra bizimki çayını içmiş kalkmış

arabanın yanına varmış.

Ayşe – Çok merak ettim arabayı gördüğünde yü-

zünün halini.

İhsan Amca – Maalesef görememiş zavallı Os-

man.

Ali – Nasıl yani?

İhsan Amca – Gençler akıllı tabi. Şoför tarafına

değil diğer yana yazmışlar şiiri. Osman atlamış arabaya, şirketin önünde bekleyen Jülide Hanım ve oğlunun önüne çekmiş, arabadan inmiş, cıvık cıvık sırıtarak “buyrun efendiiim, arabanız” demiş. Jülide Hanım ve oğlu ağızları bir karış açık arabadaki şiire bakıyorlar. Osman da bir ara ayılıp onların baktığı yere bakıyor.

Herkesten meraklı, heyecanlı, neşeli tepkiler.

Yakup – İhsan Amca kurban olayım çatlatma bizi,

şiir neymiş?

Ali – Arkadaşlar Osman geziniyor ortalıkta hadi

iş başına!

Herkes yerine geçerken İhsan Amca onları eliyle durdurup kendisi de gülerek

İhsan Amca – Ve şimdi Jülide Hanım ne zaman

sinirlense, ceza olsun diye Osman’ı ayağa dikip bu şiiri okutuyormuş.

Yakup – Ya abi bir söylemedin şu şiiri be.

İhsan Amca – Hadi hadi onu da sonra anlatırım,

carlamasın kutambaz Osman.

Herkes gülüşerek tezgâhın başına geçer. Sahnenin başındaki aynı hareketlerle aynı ritmle çalışmaya devam ederler.

 

SAHNE – 3

Osman ayakta durmaktadır, hala Jülide Hanım’ın söyledikleri üzere bir çözüm bulmaya çalışmaktadır. Jülide Hanım girer

Jülide Hanım – Osmancım merak etme senden

bir beklentim yok şu anda.

Osman – Ben bir şeyler düşündüm ama efendim.

Jülide Hanım – Tamam Osman gerek yok yorma

kendini.

Osman – Jülide Hanım gerçekten düşündüm bir

şeyler ve galiba buldum.

Jülide Hanım – Of Osman of! Peki, anlat hadi.

Osman – Şimdi efendim gidip işçilerle konuşa-

cağım ben. Ve şöyle söyleyeceğim: Arkadaşlar müjde! Şirketimiz büyüyor. (Jülide Hanım başıyla onaylar, hoşuna gider) Neredeyse 2 kat. (Jülide Hanım memnun) Yeni işçi alımı olmayacak (Jülide Hanım daha da memnun, osman daha gittikçe coşkulu anlatır). Hepiniz 2 kat fazla çalışacaksınız (Jülide Hanım daha daha memnun). Ve hepinize 2 kat fazla maaş (Osman izleyiciye dönük kollarını açmış bağırarak bitirir projesini anlatmayı).

Jülide Hanım’ın gülümseyen yüzü yavaş yavaş sertleşir. Gözlerini Osman’a dikmiş bakmaktayken Osman kendisine gelir kollarını ağır ağır indirir. Jülide Hanım’ın hareketleri; geçireceği sinir krizini önlemek istercesine kontrollü ve histeriktir.

Osman – Ee patron, nasıl buldunuz?

Jülide Hanım sakince masasına oturur.

Jülide Hanım – Osman, bence sen önceki haya-

tında bir saksıydın.

Osman – Nasıl efendim?

Jülide Hanım – Saksı Osman, içine çiçek konu-

lan.

Osman –

Jülide Hanım – Bu garip değil sonuçta hepimiz

önceki hayatımızda bir şeydik. Garip olan Osman, senin şimdiki hayatında da saksı olman!

Osman – Efendim kusura bakmayın, ben, ımm,

arkadaşlara da belki bir şeyler veririz diye şey ettim.

Jülide Hanım – Veririz diye mi? Biz mi? Biz ki-

miz Osman? Sen ve ben mi? Sana n’oldu Osi, sen ilaç mı kullandın bugün, ateşin mi var Osman senin? Biz demek ha? Senin de içinde olduğun biz?

Osman – Yani verirsiniz efendim.

Jülide Hanım – (sakinleşerek) Allahım sen aklı-

mı koru benim. Gel Osman şöyle gel. Maalesef yine cezalısın. Oku hadi.

Osman – Efendim yapmayın n’olursunuz?

Jülide Hanım – Oku Osman.

Osman – Jülide Hanım lütfen!

Jülide Hanım – Osman! Başla!

Osman – Gelin sizi bekliyorduk, bekleyin yakın-

da biz geleceğiz asfalt yoldan marşlarla ineceğiz.

Jülide Hanım – Bana bu hayatta öğrettiğin tek

şey bu Osman. Bu şiir. Gerçi onu da tesadüfen öğrettin. Benim mercedesimle gittiğin o kenar mahallede bize söledikleri bu oldu Osman.

Osman – Jülide Hanım ben tekrar çok özür di…

Jülide Hanım – Anladın mı Osman? Bizi bekli-

yorlarmış ve yakında onlar gelecekmiş, asfalt yoldan marşlarla ineceklermiş. Osman! Anladın mı?

Osman – Anladım Jülide Hanım!

Jülide Hanım – O zaman şimdi defol git ve o ke-

nar mahallelileri ikna et. Şöyle söyle, fazla mesailer yılbaşı ikramiyesine eklenecek. Eğer inanmazlarsa da bu ay sonuna 50 şer lira verileceğini, satışlar yapılınca devamını alacaklarını söyle. Dikilme orada öyle hadi!

Osman çıkar. Jülide Hanım ayakta sinirli izleyiciye bakarken ışık kararır.

 

SAHNE-4

Osman sahneye girer. İşçiler öğlen çalışmaya devam etmektedir. Osman patrondan aldığı ezikliği işçilerden çıkartmak istercesine ağa-paşa gibi sahnede dolanır işçilere bakar. Öğlen paydosu zili çalar. İşçiler tam giderken;

Osman – Arkadaşlar hadi toplanın bakalım biraz,

kısa bir toplantı yapacaz

İhsan amcaNe derdi var yine bunun?

Ali – Ne biliyim kıçındaki kurtlar azmıştır yine

İhsan Amca – Yahu yemekten sonra yapsana top-

lantıyı.

Osman sabırsızlanır yanındaki yöresindekilere hadi çabuk yiyin der baskı yapar.

Osman – Yemekten sonra iş var arkadaşlar. İş var. 

Hadi biraz çabuk. Dizilin bakayım şöyle

İşçiler masanın önünde toplanmaya tek sıra dizilmeye başlar. O sırada Yakupun söylendiği duyulur

Yakup – İyice kışlaya çevirdiler burayı!

İşçiler toplanmıştır. Suratları şüktür bazıları söyleniyodur hala

Osman – Yemek saati gelince hepiniz koşa koşa

gidiyorsunuz. Biz bişey deyince ölü gibisiniz. Kimse gelmek istemiyor

Osman – Neyse konuya gelelim. Bugün yeni bi iş

alıyoruz. Bu şirketimizi neredeyse iki kat büyütecek bir iş. Dolayısıyla daha çok çalışmamız gerek.Bu da daha fazla mesai demek.

İşçiler söylenmye başlarlar

Osman– Yahu sevinsenize tabii ki mesailerinizin

karşılığını alacaksınız. Ha bi de bir ayrıntı var, mesailer yılbaşı ikramiyelerine eklenecek.

İhsan Amca Öyle iş mi olur yaa?

Osman – Neyse bakalım toplantı bitti acele edin

çok işimiz var çok.

Osman lafını edip kaçmaya çalışırken Ayakçı Kız ilk kez konuşur.

Ayakçı Kız – Niye acele edelim Osman Bey. İş

kaçmıyor ya!

Osman sanki sinek vızıldamış gibi küçümseyici bir tavırla önce kıza sonra “kim bu” der gibi etrafındakilere bakar.

Osman – Sen kimsin acaba?

Ayakçı Kız – Ayakçıyım bu atölyede.

Osman- (dalga geçerek) Ha tamam çok afedersin

tanıyamadım. Ne demek iş kaçmıyor,.siz buraya çalışmaya mı geliyorsunuz kaytarmaya mı?

Ayakçı Kız – Saatinde iş başı yapıyoruz ya Osman

Bey. Yoksa öğlen paydosunu da mı kaldırmayı düşünüyorsunuz? Zaten her toplantıyı da öğlen arasına denk getiriyosun! O da bizden gidiyo.

Osman – Öğlen tatilinin kalkacağı falan yok canım.

Bunu nereden çıkartıyorsunuz. İşi biraz sahip-

lenelim dimi ama?

Ayakçı Kız – İşi sahipleniyoruz ya daha ne yapa-

lım? Mesaiye kalacaksınız diyorsunuz kalıyoruz.

Osman – Kalıyorsunuz ama hepinizde bi karış su-

rat.

Ayakçı Kız – Ne olacaktı yani? İş babamızın işi

mi? Zaten fazla mesaileri tam ödemiyorlar

Herkes ayakçı kızın çıkışına dahada şaşırtmış hayran hayran konuşmayı izlemektedir

Osman – Ne yapalım, muhasebenin işi o kardeşim

ben ne yapayım?

İhsan Amca O muhasebenin işi değil topyekün

şirketin işi. Topyekün  burjuva işi.

Osman – O ne demek şimdi İhsan Amca ya?

İhsan Amca Artı değer demek, sömürü oranı de-

mek.

Osman – Aa Karl Marx di mi?

İhsan Amca – Evet ya Karl Marx!

Osman – Aa bilirim Marx’ı, çok iyi şiirleri var.

Neyse arkadaşlar ben anlamam muhasebenin işinden.

Ayakçı Kız – Patronu savunmaya gelince ben ne

anlarım demiyorsun ama, bize bağırmayı biliyorsun

Bu defa ali araya girer ayakçı kızdan cesaret alarak

Ali- Madem müdürümüz olmuşsun Osman Bey

bizim hakkımızı da savunmalısın.sen müdürsün müdür!Kendini patron sanıyorsun ama sende işçisin, sen de maaş alıyorsun patrondan!

İhsan Amca – Şu yemek işini düzeltsene önce. Ne

biçim yağ kullanıyorlar? Herkesin midesi delindi ya.

Sonra herkes söylenmeye başlar evet yemekler gerçekten kötü.kaçkere söyledik bunu neden düzeltilmiyor…

İhsan amca bastırır  sesi ve:

İhsan AmcaHem kötü hem de az. Saat dört ol-

madan acıkıyor insan.

Ali – Her gün bulgur her gün makarna.bıktım valla

İhsan Amca – Mesaiye kaldığımızda niye yemek

çıkmıyor? Ha söyle bakalım. Müdürüm diye gezmeyi biliyorsun ama. Utanmasalar yemeği de evden getirin diyecekler.

Ayşe Abla – Ben getiriyorum valla, aha cebimde.

Herkes Ayşe Abla’nın elindeki peynir ekmeğe bakar.

Ayşe Abla – Yiyemiyorum ne yapiyim?

Yakup(bağırır) Yemeyelim arkadaşlar düzelene

kadar yemeyelim. Boykot edelim.

Herkes söynerek onaylar. Yemeyiz arkadaşlar o kadar. Osman kontrolü kabettiğini farkeder ve toparlamaya çalışır.

Osman – Tamam tamam bu kadar laf yeter. Her-

kes iş başına.

Osman Bey gitmeye yeltenir. Ayakçı kız durdurur.

Ayakçı Kız – Toplantıyı tamamlayalım önce Os-

man Bey. Ne olacak bu işler, nasıl çözücez?

Osman Bey – Tamam, sonra konuşuruz.

Ayakçı Kız – Olmaz! Konuştuk zaten her şeyi, ka-

rar alalım!

Osman – Ne kararı ya, o ne demekmiş?

Ayakçı Kız – Sen bunları patrona söyle de, düzel-

sin. İşte talebimiz bu, karar da bu.

Osman  sinirli biraz da bağırarak.

Osman Bey – Tövbe estağfurullah.., ben söyleye-

mem, siz kendiniz söyleyin. ayakçı kız mısın kibritçi kız mısın nesin!

Herkes gerilir. Osman yine giderken bir-iki adım atmışken.

Ayakçı Kız— Düzgün konuş müdür! (Osman du-

rur çok sinirli bakarken) Sen müdür değil misin? sen ne işe yararsın

Osman cevap vermeye girişecekken. Ali ayakçı kızın yanına gelir.

Ali – Madem öyle gidip hep beraber konuşalım..

Osman – Aliii!! Yanlış yapıyosun.

Yakup – Yanlı? varsa onu da sen yap?yosun!?ş varsa onu da sen yapıyosun! (o da

ayakçı kızın yanına geçer)

Osman yine söz girmeye çalışır.

İhsan Amca – Yapacak bir şey yok müdür! (o da

ayakçı kızın yanına geçer)

Osman – Yahu tamam sakin olun.

Ayşe Abla – Sakin olamıyoruz müdür. Al bunu da

Jülide’ye götür (deyip az önce gösterdiği sandviçini Osman’a verir, o da ayakçı kızın yanına geçer).

Osman – Ehh… Siz iyice şımardınız ama artık,

geçsin herkes işinin başına.

Ayakçı Kız – Bizim başka bir işimiz vardı, gidip

patronla konuşacaktık (der ve yürümeye başlar, herkes de onunla birlikte bir adam atar Osman onları panikle durdurur).

Osman – Yahu tamam tamam tamam… Bir durun

arkadaşlar, bir durun (herkes durup Osman’a bakar). Tamam lan ben konuşurum. İcap ederse çağırırım, hep beraber konuşuruz. Tamam mı? Ama şimdi herkes işinin başına! Hadi. Fesuphanallah ya!

İşçiler ardarda hızlı şekilde.

İhsan Amca O mesailerin yılbaşında yatmasını

da unutsun söyle ona.

Yakup – Savsaklama ha.

Ayşe Abla Bak konuşmazsan biz konuşuruz.

Osman – Tamam tamam.

Osman arkasını dönüp giderken

Ayakçı Kız – o zaman sonucu sen iletirsin bize

Osman Bey!

Ali – Ulan süper yaptık be!..

Ayşe Abla – Helal be kız sana!

İhsan Amca – Hakikaten helal neye uğradığını şa-

şırdı resmen adam.

Yakup – Ya İhsan Amca, hala söylemedin şu Mer-

cedes’e ne şiir yazıklarını, hadi söyle artık ya!

Ali – Vallahi İhsan Amca şu olayın üstüne de iyi –

gider muhtemelen, söyle artık.

Ayşe Abla – Ayakçı Kız – Hadi abi söyle.

İhsan Amca – Gelin sizi bekliyorduk son söz ola-

rak söyleyeceğimiz bekleyin yakında biz geleceğiz; asfalt yoldan marşlarla ineceğiz.

Gülüşmeler, mutlu konuşmalar, “güzel şiirmiş ha” “güzel tabii ne sandın” “nasıl sığdırmışlar ya hepsini”…

Konuşmaların bir yerinde Ali zafer işareti yapar, ayakçı kız da yumruğunu gösterir. Sahne donar. 

 

Mehmet Ferit Aka

Üniversitelerde 25 Kasım Kadına Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü eylemleri

Yıldız Teknik Üniversitesi

Kadına Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü için YTÜ’den Kadınlar dövizleri, bildirileri,afişeleri ile bir hafta boyunca çalışma yaptı. Kadınlar, 25 Kasım hakkında bilgilendirme ve okuldaki etkinliğe çağrı yaptı. 25 Kasım Çarşamba günü ‘On Kadın’ filmi gösterildi, filmin ardından forum yapıldı. Forumda; şiddet türlerinden, kadına şiddetin artışının nedenlerinden, şiddete karşı kadınların nasıl konuşulacağından konuşuldu. ‘YTÜ’den Kadınlar’ imzasıyla Çilem Doğan’a mektup yazıldı.

İstanbul Üniversitesi

Üniversiteli kadınlar forumda bir araya gelerek kampüs içi tacize ve buna karşı neler yapacaklarını konuştular, tutsak kadın arkadaşlarımız için de burada mektup yazıldı.

İstanbul’un bütün üniversitelerinden kadınlar tacize, tecavüze, devlet şiddetine karşı İTÜ Ayazağa kampüsünde yürüyüş gerçekleştirdiler.

Trakya Üniversitesi

Kadına şiddete hayır demek için Edirne Belediyesi önünde toplanan kadınlar sloganlarla alkışlarla PTT önüne meşaleli yürüyüş gerçekleştirdi. Savaşın kadına yönelik en pervasız şiddet olduğunu söyleyen kadınlar savaşa karşı barışı ve yaşamı savunacağız dedi. İş güvencesi yaşam güvencesi için direneceği söylendi. Şiddeti bin yıllardır yeniden ürettiği erkek egemen sistemden kaynaklı dünyanın her yerinde baskı ve şiddete maruz kalan kadınlar olduğuna değinildi. Tüm bunlar için “Biz kadınlar, erkek-devlet-sermaye işbirliğiyle yaşamımızı kuşatma altına alan saldırılara karşı, yaşam alanlarımıza, toprağımıza ve doğaya dönük talana karşı, kentlerimiz üstünde oluşturulan ablukaya karşı, toprağımızdan bizi koparan şiddet, baskı ve zora karşı; emeğimize, bedenimize ve kimliğimize sahip çıkıyoruz” denerek basın açıklaması sona erdi.

 

Yıldızı savunuyoruz!

YTÜ’de öğrenciler, Yıldız Sarayı’nın ve çevresinin cumhurbaşkanlığına tahsis edilmesi üzerine Tonoz Meydan’da forum aldı. Forumda kamusal alan bilgilendirilmesi, restorasyon panelleri ile öğrencilerin bilinçlendirilmesi hakkında konuşuldu, eylemliliğin nasıl sağlanması gerektiğini tartıştı. Beşiktaş Kent Dayanışması ve YTÜ Mezunlarından da katılımın olduğu forumda ilk etapta, kamuoyu ve farkındalık yaratmak için basın açıklaması kararı alındı.

18.11.2015

Basın açıklaması için 16.00’da Tonoz Meydan’da toplanan öğrenciler ‘Yıldız’ı Savunuyoruz’ pankartı ve sloganlar eşliğinde ana kapıya yürüdü. İstanbul Kent Savunması, Beşiktaş Kent Dayanışması, Haziran Beşiktaş Meclisi’nin de katılımı ile ana kapıda basın açıklaması yapıldı. Yapılan açıklamada, ‘Bugün burada bir kez daha ilan ediyoruz. Yıldız Kampüsü bizimdir! Buraya dair yapılacak her türlü plan öncelikle yukarıda saydığımızın siyasi parti meslek odası sivil toplum örgütlerinin görüşleri ve onayından geçmek zorundadır. Uyarıyoruz! Kampüsümüzü de içine alarak kurmak istediğiniz külliye projesinden derhal vazgeçin. Geçtiğimiz yıl ‘terk etmeme’ ve ‘son gün’ şenliği ile ortaya çıkarttığımız savunma iradesinin bugünden itibaren büyüyerek karşınıza dikileceğini unutmayın.’ dendi.

24.11.2015

 

Biz barışı ellerimizle kazıyanlar, biz yarınımızı, yaşam alanlarımızı savunanlar katledildik!

Dün Diyarbakır’da zılgıtları bombalayanlar, dün Suruç’ta devrimcileri bombalayanlar, bugün Ankara’nın göbeğinde barışı bombalamıştır.

Ellerindeki zehri dokunduğu her yere bulaştıran devlet yine yapmıştır yapacağını. Halkların kardeşliği diyen, barış diyen halklara kan kusmuştur.

Onlarca can…

Onlarca can, yüzlerce yaralı yetmemiş ki bombasını patlattıktan sonra kolluk kuvvetlerini saldırtmıştır.

Onlarca can yetmemiştir ki ambulanstan önce tetikte bekleyen emniyet dalga geçer gibi kimin zararına diye bakacağını açıklamıştır.

Onlarca can yetmemiş ki adalet bakanı istifa sözlerine gülmüştür.

Onlarca can yetmemiştir ki bugün caniler için hukuku hatırlayarak Davutoğlu “eylem gerçekleştirmeden onları tutuklayamayız” demiştir.

Tarihleri kanla yazılmıştır

Bizler yaşam alanlarını ilmek ilmek örenler, barışı haykıranlar; kanlı tarihinizi halkların çığlıklarından tanıyoruz. Hacı Lokman Birliği ile yaptığınız katliamdan tanıyoruz.

Karanfillerimizden korkuyorlar

Korkuyorlar bizim şehitlerimizi anmamızdan, kanlı tarihlerini hatırlamamızdan korkuyorlar. Korksunlar, unutmadık ve unutmayacağız.

Ve şimdi…

Barış anneleri için, annelerimizin yanan yüreği için, şehitlerimizin cesareti için haykıracağız. Korkmadık, korkmayacağınız. Yılmadan, usanmadan, güzel günlerimizi ellerimizle yapacağız… Onlarca canımız için daha dik daha cesur, daha öğrenerek yaşam alanlarımızı kuracağız.

Katliamlarınızı unutmadık, unutmayacağız.

3-5 AĞAÇ FANZİN