Ana Sayfa Blog Sayfa 245

Selam olsun Paris’te COP21’e direnenlere

1997 yılında gezegeni hızla yaklaşan küresel ısınma ve iklim değişikliği felaketinden ‘kurtarmak’ için bir araya gelen başlarını emperyalistlerin çektiği devletler, Kyoto Protokolü’nü imzaladı. Devamlılığını emeğin sömürüsünden ve ranttan sağlayanlar için elbette ekolojik denge adına bir adım atmak gibi bir dert yoktu. Anlaşmanın gündemi gerçekte ne gezegenimizin geleceği ne de küresel ısınmaydı. İhtiyaç fazlası üretim ve tüketimle, daha fazla rant adına ormanların talan edilmesi, derelerin kurutulmasıyla doğada geri dönüşü olmayan değişimleri yaratanların bizzat kendilerinden bu konuda gerçekçi ve çıkar barındırmayan bir çözüm çıkması fikri zaten fazlasıyla gerçek dışı olsa gerek. Kyoto Protokolü ve devamında gelen Kopenhag Zirvesi’yle birlikte karbon salınımını azaltma gündemi üzerinden karbon ticareti kavramı gündeme gelmiştir. Kendi ülkelerinde fosil yakıtlar, termik santraller, egzoz gazları gibi salınımı en fazla yaratan üretim ve tüketim biçimlerinden vazgeçmek istemeyen başını ABD, Rusya, Almanya gibi emperyalistlerin çektiği ülkeler karbon ticareti adı altında kendilerine yeni bir sermaye kapısı yaratmıştır. Havayı dahi metalaştırarak, sömürge ülkelerin salgıladıkları karbonlardan kendilerine milyar dolarlık para akışı sağlıyorlar.

Peki, emperyalistlerin sadece bu 12 günlük organizasyonu için 171 milyon dolar akıttığı COP21’i, bu kadar değerli yapan şey nedir?

İki madde üzerinden bunu anlatmak mümkündür.

Kapitalist-emperyalist sömürü düzeninin kendini ve tüm dünyayı yok etme seviyesine geldiği noktada, sistemin kendisine karşı oluşan direncin ve toplumsal muhalefetin, düzene uygun toplum inşasıyla bastırılması ve ömürlerini uzatma çabaları

“Yeşil kapitalizm” kisvesi ve karbon ticareti üzerinden dev tekellerin tüm rakiplerini ezerek ranta ve sömürüye devam etmesi

Son yüzyıl kapitalizmi, neoliberal politikalarla ne kadar vahşi olabileceğini ve devamlılığı için her türlü hileye, zorbalığa, katliama ve savaşa başvuracağını açıkça gösteriyor. Sistemin çürümüşlüğü ve pisliği artık öyle bir noktaya gelmiştir ki; doğaya, halklara verilen zarar dünyayı yok etme eşiğine ulaşmıştır. Bu noktada daha uzun soluklu sömürü için hem tüm üretim sürecini elinde toplamalı hem de bunu sağlayacak toplum inşası için gerekli zamanı kazanabilmeyi planlamaktadırlar. ‘Çevrecilik’ hareketinin içinin boşaltılıp ‘sen de çevre duyarlılığı göster ve Starbuck’s şubelerimizde selfieni yolla’ya kadar dönüştürülmeye çalışılmakta ve doğanın talanına karşı yükselen her türlü direnişi kırmaya yönelik hamleler teker teker toplumsal dinamiklere yedirilmektedir. Nitekim Anadolu ve Kürdistan dahil dünyadaki tüm ekoloji hareketleri “anti-terörizm ve türevi yasalar” adı altında bastırılmaya, sindirilmeye çalışılmakta, Greenpeace’in sponsorluğunu Shell gibi bir tekeller üstlenebilmektedir. TC devlet bakanının “Nükleere karşı çıkanlar da teröristtir.” açıklaması bu yürütülen talan sürecinin bir parçasıdır.

Son dönemlerde moda bir tabir olan ‘Yeşil kapitalizm’ söyleminin kendisi, ortada ne çapta bir yıkım ve tahribat olduğunu gösterir niteliktedir. Karbon salım kotası limitlerine uymayan üç ülke; ABD, Çin ve Hindistan, Avrupa emperyalistleri ile birlikte tek başlarına tüm dünyadaki karbon salınımının yüzde 62’sini üretmektedirler. Buna rağmen medya ve bu sözde anlaşmalarda insanlara ‘yeşil’ algısı yaratmakta ve sömürülerine daha şiddetli devam etmektedirler. Nükleer santrallerini 15-20 yıllık süreçte kapatma ve ‘temiz’ enerji üretimine geçme planlarını açıklayan Fransa ve Rusya özelinde olay incelenirse; bu devletlerin şirketleri diğer sömürge ülkelerde nükleer santral, termik santral, RES ve HES yapımına devam etmektedirler. Karbon salınım kota ticaretine girebilen sermayenin nasıl tüm yerel şirketleri un ufak ettiğini ve onları kendine bağladığını fark etmemek imkansızdır.

Bu durum sistemin ne kadar çürüdüğünü göstermektedir. Doğayı ve insan yaşamının öncüllüğünü temel aldığını iddia eden Fransa, COP21’e Paris’te ev sahipliği yapan Fransa, doğasının katledilmesine karşı HES yapımına direnen Remi Fraisse’i kendi polisiyle 21 yaşında katletmiştir.

Bizler, dünyada yürütülen bu sömürünün, savaşların, katliam projelerinin ve COP21 Paris zirvesinin ayrı olmadığını biliyoruz. Özellikle son süreçte yaşananlar ve emperyalistlerin refleksleri de bunu doğrulamaya devam etmektedir.

Dünyanın dört yanında bu sömürü düzenine karşı direnenlere selam olsun.

Selam olsun Ortadoğu’da Filistin’de emperyalistlerin kanlı oyunlarını bozanlarına.

Selam olsun Remi Fraisse’in onurlu direnişine.

Selam olsun Paris’te COP21’e direnenlere.

 

Kadınlar yürüyor mücadele büyüyor!

Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Gününde kadınlar Ankara sokaklarında;
“Jin jiyan azadi! Kadın yaşam özgürlük! Kadınlar yürüyor mücadele büyüyor!” sloganları ve “Emperyalist Savaşa, Katliamlara, Şiddete karşı Direniyoruz, Örgütlenerek Kazanacağız” şiarıyla yürüdü.

AKA-DER Kadın Faaliyeti 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet ile Mücadele Günü’nde Yüksel Caddesi’nde basın açıklaması yapıp, basın açıklamasının ardından sokakta Çilem Doğan ve Nevin Yıldırım’a gönderilmek üzere mektuplar yazıldı

Ankara katliamının 6. haftasında AKA-DER Kadın Faaliyeti, tren garı önünde anma ve basın açıklaması yaptı. Anma boyunca “Katil Devlet Hesap Verecek” “Kadınların Öfkesi Katilleri Boğacak” “Devrim Şehitleri Ölümsüzdür” “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganları atıldı. Gülten Akın’ın Küçük Kızın Türküsü şiiri okundu.

AKA-DER Kadın Faaliyeti

 

Kadınlardan özgürlük için resimler

AKA-DER Kadın Faaliyeti’nin “Özgürlüğün, Barışın, Kardeşliğin Rengi Olsun Sokaklarımızda” şiarıyla ilkini geçtiğimiz hafta Seyranbağları Özgürlük Parkı’nda yaptığı etkinliğin ikinci durağı Tuzluçayır Menekşe Erbay Parkı idi. Kadınlar devlet tarafından katledilen Dilek Doğan’ı ve Ankara katliamını duvarlara resmetti.
AKA-DER Kadın Faaliyeti
(8 Kasım 2015)

Devletin savaş çığırtkanlığına karşı, barışa semah döneceğiz

AKA-DER Dikmen Şube, 8 Kasım Pazar günü Aşık Mahsuni Şerif Parkı’nda “Barış ve Birlik” şiarıyla aşure dağıtımı yaptı. Mahalle halkının katkılarıyla hazırlanan aşure dağıtımı öncesi Alevi kültürünün bugünlere taşınmasında önemli bir yeri olan deyişler söylendi.

Eren Erdoğan’ın söylediği deyişlerin ardından AKA-DER adına yapılan konuşmada “devletin savaş çığırtkanlığına karşı, barışa semah dönüp, halay çekenlerin öfkesi ile  kendi kimliğimiz, kendi kültürümüz ve ana dilimiz için mücadele etmeye, Kerbela’dan bugüne katledilen canlarımızın, yoldaşlarımızın hesabını sormak için herkesi örgütlenmeye ve derneğimize sahip çıkmaya davet ediyoruz” denildi. Ardından aşure duası okunarak aşure aşı dağıtıldı.

AKA-DER DİKMEN ŞUBE

 

Latin Amerika gezi notları

AKA-DER Alsancak Şube’de Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu’ndan Vedat Kuşku ile beraber Latin Amerika Gezi Notları başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdik.
28 Kasım 2015/AKA-DER ALSANCAK ŞUBE

Ekim Devrimi’nin yıldönümünde sosyalizmin güncelliği

Temel Demirer’in katılımıyla gerçekleştirdiğimiz “Ekim Devrimi’nin Yıldönümünde Sosyalizmin Güncelliği” adlı panelimizi AKA-DER Alsancak Şubemizde gerçekleştirdik.
15 Kasım 2015/AKA-DER ALSANCAK ŞUBE

Tarihten öğrenmek: Direniş komiteleri

AKA-DER Kızılay Şube’de 18 Kasım Çarşamba Sedat Göçmen’in konuşmacı olduğu “Tarihten Öğreniyoruz, Geleceği Kuruyoruz, Fatsa Deneyimleri, Direniş Komiteleri” söyleşisi yapıldı

ODTÜ’lü dağcılar Can Dündar ve Erdem Gül’e dağlardan selam gönderdi

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) dağcılık ve kış sporları kolu Erciyes Dağı’ndan “Tutuklu gazeteciler onurumuz”dur yazılı pankart açarak, Silivri’de tutuklu bulunan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül’e desteklerini dile getirdiler.

Savaş suçlarını örtemezsiniz

Yapılan açıklamada savaş suçlularının yargilanmadigi ama savaşın silah sevkiyatın haber yapan gazetecilerin tutuklanması kabul edilemez denildi.

“Milyonlarca insanın yurdundan olmasına ölmesine ve insan pazarlarında satılmasına tetikçilik yapanlar kendilerini kurtaramayacak” ifadeleri kullanıldı.

Eylem esnasında “Haber alma hakkımız engellenemez, Can Dündar Erdem Gül yalnız değildir, Saray savaş halklar barış istiyor” sloganları atıldı.

 

1915’ten Varlık Vergisi’ne…

“1915’ten Varlık Vergisi’ne Sermayenin Türkleştirilmesi” başlıklı söyleşimiz 26 Kasım tarihinde AKA-DER Kızılay Şubesi’nde gerçekleştirildi.

Ekonomik ve siyasal varlık koşulları ortandan kalkan Osmanlı bıraktığı boşluğu doldurmak üzere birinci paylaşım sonrasında yeni bir yapılanmaya ihtiyaç duydu. Ancak ortada önemli iki sorun vardı; bunlardan biri Osmanlı’nın devamı olan bir devlet oluşturmak veya yeni bir devlet oluşturup halkları bir arada tutabilecek bir ideoloji oluşturmak ihtiyacıydı. Önemli bir diğer konu ise şekillenecek iktidarın ekonomik altyapısı sorunuydu. Bunlar için yapılanlar halkların imhası ve inkârı ile tüm Anadolu’yu Türkleştirme ve gayrimüslimlerin mal varlıklarının Türkleştirilmesi şeklinde olmuştur. Etkinliğimiz de bu konularda bilgilendirme amacı güderek düzenlendi.

“Bu devlete bir ulus lazım” diyenlerin Anadolu’yu baştanbaşa katliamlarla Türkleştirme ve sermaye birikimi ile beraber bu politika çevresinde sermayenin Türkleştirilmesini ele almaya çalıştık. Bunları konuşmak üzere Kadir Akın ve Nevzat Onaran aramıza katıldılar.

İlk konuşmacı Nevzat Onaran 1915’te mülksüzleştirme, 1920’lerde mülksüzleştirme, transfer tapulama ve bunun bugüne gelen asırlık pratiği, bu pratiğin sonucuyla ilgili bazı değerlendirmelerde bulundu bu çerçevede konuyu bizlere anlattı.

Nevzat Onaran konuşmasını tamamlarken ‘Mülkiyetin Türkleştirilmesi sistemine göre mülkün iadesi ya da tazmininde birinci derecede ve esas sorumlu devlettir, Türkiye Cumhuriyetidir, ikinci derecede sorumlu da mülke benim diyendir. Adalet ancak bu imhacı ve gaspçı sistemi tasfiye edersek gelecektir yoksa maalesef bu yara hep akıp gidecektir.’ dedi.

Nevzat Onaran’ın Ermeni ve Rum mallarına nasıl bir süreçle ve hangi kanun çerçevesinde el konulduğunu ve bunun hala aktüel bir mesele olarak nasıl karşımızda durduğunu anlatmasının ardından konuşmacımız Kadir Akın sözlerine aradan 100 yıl geçmesine rağmen Türkiye’deki devrimci demokrat sosyalist hareketin bu mesele ile hala yüzeleşebilmiş ve tam olarak bu konuda bir netliğe ulaşamamış olmadığı belirterek başladı.

Kadir Akın; geçmişini bilmeyenin sağlam bir gelecek kurmasının mümkün olmadığını belirtti. Ermeni soykırımın bu topraklarda yeşeren sosyalist hareketin deneysiz tecrübesiz ve hafızasız bırakılmasına yol açtığından, Türkiye sosyalist hareketinin Ermeni sosyalist hareketini görmezden geldiğinden, Ermeni sosyalizminin ise bu konuda çekinik davrandığından bahsetti.

‘‘Bunun ayıbı ile yüzleşmek ve kendi tarihimizi yeniden gözden geçirmek ile yüzyüzeyiz ve bu bir vicdan borcudur ve geleceği kurmakta yol gösterici olacaktır.’’ diyerek soykırıma nasıl başvurulduğunu ve bu sürece nasıl gelindiğini bizlere anlattı. Tarih ile günümüzdeki halklar mücadelesi benzerliklerinden bahsedip tarih ile günümüzde zincirin kopan halkasına yönelmek gerektiğini vurguladı.