Ana Sayfa Blog Sayfa 250

Burjuva medya, yalan ve tekelci polis devleti

Burjuva devlet de böyledir. Burjuva devlet, kendi egemenliğini, azınlık, bir avuç burjuvanın egemenliğini, daha rafine yöntemlerle sağlar. İlkin, ülke-vatan meselesini devreye sokar. Ki, gerçekten de bunun bir gerçekliği vardır. Ülke ve vatan, aslında burjuvazinin egemenlik alanıdır. Ama bunu, tüm halkın, ulusun ortak alanı olarak sunarlar. Kendi çıkarlarını da bu sayede, ulusun çıkarları olarak sunabilirler. Ne zaman vatan, ne zaman millet, ne zaman ulusal çıkarlarımız derlerse, büyük bir zokayı halka, işçi ve emekçilere yutturmak istediklerinden, bir zerre kadar dahi şüphemiz olmamalıdır.

Bu iki paragrafı aklımızda tutalım.

Aklımıza tutmamız gerekenlere, bir de şunu ekleyelim, sınıflı toplumlar tarihi boyunca devlet, sürekli olarak önceki devleti aşar, onu içerir ama daha ileri düzeyde bir organizasyon yaratır. Devlet, sınıflı toplumun ürünüdür ve bu açıdan “kirli”dir. Ve her gelişmiş devlet, aynı anlama gelmek üzere, daha da fazla kirlidir.

İşte, devletin bu tarihsel ilerleyişinde, sürekli olarak halkın aldatılması, son derece gelişmiş yöntemlerle sağlanmaya çalışılmaktadır. Sürekli olarak, yalan, büyütülmektedir.

Kapitalist toplumda, burjuva egemenliği altında, ideolojik mekanizmalar, sadece din, sadece eğitim sistemi olmakla kalmaz. Bunlar elbette bir önemli temel hazırlarlar. Ama, güncel alanda, yine süreklilik içinde daha etkin kullanılan medya, tekelci sistemde, çok önemli bir işlev görür.

Tekelci egemenlik ve tekelci rekabet-egemenliğin gerektirdiği şiddet, mafya organizasyonlarını öne çıkartır ama aynı zamanda, pazar hakimiyeti ilişkileri, “salt” ekonomik alanda bile medyayı (içine basını, eğlencesi, iletişim sistemleri ve reklâm ajansları da dahil) öne çıkartır.

Ve tekelci egemenlik, bir yandan, ordu-polis vb.den oluşan baskı gücünü sürekli büyütürken, diğer yandan medyada tekelleşme ile birlikte medyanın gücünü ve olanaklarını da büyütür. Tüm toplumu kontrol ve izleme, baskı mekanizmalarında özel bir şekilde büyürken, medya da toplumun her santimetrekaresine, toplumsal ilişkilerin en mahrem alanlarına bile sızar.

Ve kuşku yok ki, bu denli büyüyen, propaganda aygıtı, sürekli ve güncel bir ideolojik karşı-savaş yürütür. Ve Hitler döneminde ortaya konduğu gibi, çok gelişmiş yalan ve manipülasyon mekanizmaları devreye sokulabilir. Göbels, bu açıdan, ilginç bir örnektir. Ama sadece başlangıç sayılabilecek örneklerden biridir. Zamanında Hitler faşizminin gücüne ne ölçüde katkı yaptığı biliniyor. Ama buna rağmen, bugün, çok daha ileri örneklere sahibiz.

Bugün, başka ülkeleri bir yana bırakırsak, sadece Türkiye üzerine odaklanırsak, bu yalan makinasının, nasıl işlediğine ilişkin, boyutlarına ilişkin, hatırı sayılır örnekler bulabiliriz. Bu örnekler Göbels’ten aşağı kalır da değildir. Bu durum, belki bize, hem modern devlet örgütlenmesinde medyanın rolünü de daha net anlatmış olur. Ya da bizim ‘tekelci polis devleti’ dediğimiz şeyi, bir kere daha anlatma şansımız olur. Tekelci egemenliği, sadece bir “salt ekonomik” olgu olarak algılamaktan kurtulmak gerektiği fikrimizi bir kere daha anlatmış oluruz. Zira, tekelci egemenliği, daha da ileri, kapitalist-emperyalizmi salt ekonomik bir olgu olarak algılamak, sol hareketin tarihinde oldukça eski bir hastalıktır.

Bu yalan makinası, mücadelenin sıcak biçimler aldığı dönemlerde, daha açık ve net ortaya çıkıyor. Mücadelenin, sınıf mücadelesinin geri düştüğü dönemlerde ise, bu yalan makinası, toplumun gelecekteki hareketliliğini önlemek, sürü bir toplum, boyun eğmiş insanlar topluluğu yaratmak için kullanılıyor.

Tekeller çağı, aynı zamanda tekelci rekabetin de devreye girdiği çağdır. Bu tekelci rekabet, öyle “serbest piyasa” koşulları falan da tanımaz. Tekelci rekabet, bir yandan tekeller arasında işbirliği demektir; ortaklaşa fiyat belirlemek, geçici bir süre için pazarı paylaşmak vb. anlaşmalar az bilinen anlaşmalar değildir. Karteller, aslında bu işbirliğinin bir biçimidir. Ama tekelci rekabet aynı zamanda silâhlı çatışmalara varan bir “yeni” tarzdır ve tekelci kapitalizm, bu olmadan var olamaz. Çeteler, mafya grupları, aslında bu tekelci rekabetin ürünüdür, buradan beslenerek büyürler. CocaCola’nın, Latin Amerika’da egemen olduğu tarlalarda, işkencehaneler dahi oluşturduğu bir efsane değil, gerçeğin kendisidir. Ülkemizde var olan mafya grupları, birçok kanalla, büyük tekellere bağlıdır. Bu nedenle, tekelci kapitalizm, her zaman bu mafyalaşma eğilimlerini, çeteleşme eğilimlerini bağrında taşır.

Tekelci egemenlik ve rekabet, arkada büyük çaplı üretimin beraberinde getirdiği, büyük çaplı ve hızlı tüketin gerekliliği ile birleşir. Tüketim toplumu ideolojisini yaratanların hareket noktası, sadece metaların, malların içerdiği artı-değeri paraya çevirme isteğidir. Ama tüketim toplumu ya da büyük çaplı tüketim gereksinimi, “salt” ekonomik olarak kalmaz, kalamaz. Reklâmlar devreye girdiğinde, bu aynı zamanda bir “yaşam biçimi” ya da bir ideoloji pompalamak anlamına gelir. “21. Yüzyıl ve Kapitalist-Emperyalizm” adlı çalışmamız (Deniz Adalı, Kaldıraç Yayınevi), Procter&Gamble gibi örnekleri aktarıyor ve pazar egemenliğinin ne boyutlara ulaştığını gösteriyor. Burada sadece şunu aktaralım ki, Procter&Gamble (kozmetik ürünleri, deterjanlar, şampuanlar vb. alanında 3 büyük dünya dev tekelden biri), İkinci Dünya Savaşı döneminde Amerikan propagandasını yürütmek üzere etkin biçimde görevlendirilmiştir.

Pazar hakimiyeti, insan olarak değil, sadece tüketici olarak görülen insanlardan oluşan bir toplumu varsayar ve bu, “birey olma” olarak pompalanan ideolojinin içindedir. Ve birçok mekanizma ile, bu tüketici bireyin alışkanlıkları gözlenir, alışkanlıkları oluşturulur. Bunun için sadece reklâm, sadece eğlence sektörü (filmleri, oyunları vb. ile) değil, aynı zamanda araştırma şirketleri de devreye sokulur. Kredi kartı firmalarına, mesela MasterCard’a bir miktar ödeme yaparak, örneğin kozmetik ürünü alındığında kendisine bir bilgi vermesini sağlayan bir holding, bu bilgileri, alışkanlık yaratmak için de kullanabilmektedir. Şimdilerde, son 25 yılda, taşınabilir telefonlar üzerinden, daha detaylı tüketim alışkanlıkları elde etmeleri mümkündür. Bu salt ekonomik gibi görülen faaliyet, aslında devletin, tüm telefon ve iletişim sistemini kontrol etmesi ile aynı sistemdir.

İşte burada medya, TV kanalları, gazeteler, filmler, oyunlar, eğlence sektörü, araştırma şirketleri vb. gibi geniş bir ağdan oluşmaktadır. Ve bu ağ, sürekli toplumu yönlendirme üzerine kuruludur. İşte yalan makinası da böyle işlemektedir.

Saymakla bitmez ama birkaçını ele almak yerinde olur.

Kabataş yalanı: Gezi sürecinde, bu yalan makinası, tüm TV kanallarında, tüm gazetelerde manşetten bir yalan girdi. Bir güruh hâlinde üzerleri çıplak bir erkekler grubu, başörtülü bir kadını taciz etmişler ve bu Kabataş’ta yaşanmış.

Ama ortaya çıktı ki, aslında bu alan, mobese denilen kamera sistemi ile izlenmektedir. Bu mobese kameralar, aslında, daha çok siyasi amaçlı kullanılmaktadır ve hep solcu, devrimci, muhalif avlamak için devrededirler. Mesela bu mobese kameralarının hiçbir zaman IŞİD’çi tespit ettiklerine rastlanmaz.

Yine de bu kameralarda böyle bir kayıt yok. Yani, üzerleri çıplak bir erkekler topluluğu yok.

Gezi Direnişi, kadınların o kadar öne çıktığı bir direniştir ki, eğer bir yerde erkek topluluğu ararsanız, bulmanız da zordur, bulsanız da o anlatılan şekli ile olmaz.

Bu açık ve bariz yalan, aslında, Gezi Direnişi’ne katılan, dindar, şu ya da bu dönemde AK Parti’ye oy vermiş kişileri hedef almaktadır. Onlara, bakın bunlar, sokakta kadınlara sarkıntılık eden insanlardır. Bakın bunlar, başörtülü bir kadın gördüler mi saldıran insanlardır, bu algı verilmek istenmektedir.

Sanki, solcular, devrimciler, bu ülkenin muhalifleri, iktidara karşı olanlar, tecavüz vakalarında kalkıp da, “ama tahrik unsuru var” diyenlerdendir. Sanki, bu muhalif kültürde, “eşim ve kızım Erdoğan’a helâldır” diyebilmenin yeri vardır. Sanki bu muhalif kültürde, tecavüzcüye iyi hâl indirimi uygulama, uygulamaları vardır. Hayır hiçbiri yoktur. Oysa iktidar yanlıları, sadece bugün AK Parti iktidarı döneminde değil, ama ülkemizin tarihi boyunca, her zaman tecavüze uğrayan kadına, baştan çıkartan kadın, tahrik edici giyinen kadın olarak bakmışlardır. Bülent Arınç’ın kahkaha atan kadınlar üzerine güzellemelerini hatırlayın. Fatma Şahin’in, Özgecan cinayetinin ardından “tahrik edici giyinmemek lazım”ını hatırlayın.

Öyle ise Kabataş’ta öyle bir yalan üretilmiştir ki, aslında gerçeklik ile bağı aranmamıştır. Sadece, net bir hedefe dönük, ısmarlama haber üretilmiştir, bunlar başörtülü kadınlara saldıran, bunlar sokakta kadınları taciz eden insanlardır. Bu haber için uygun bir isim gereklidir. Bu isme artık para mı veriyorlar, yoksa başka bir şeyler mi vaadediyorlar bunu bilemeyiz. Ama hemen haber devreye sokulmuştur.

Haber, ilgili her yere ulaşmıştır. Medya ellerindedir. Ve sonra, bu haberin yalan olduğunu ispatlamak mümkün olsa da, etkili olamamaktadır. En yüksek ağızlardan bu yalanlar topluma anlatılınca, bunu temizlemek çok zor olmaktadır.

Bugün Kabataş’ın bir yalan olduğu, bir uydurma olduğu artık tamamen ortadadır. Ama hâlâ, kalkıp kendi aralarında bunu kullanabilmeleri mümkündür.

Yine Gezi’den bir yalan haber daha ele alalım: Camide içki içmek. Caminin imamı, bu yalana ortak olmadı diye, imamı cezalandırdılar ve sürgüne gönderdiler. Sen nasıl bizim bu kadar ihtiyaç duyduğumuz yalanı desteklemezsin, bu komünistlere karşı yalan söylemek, cihadın bir parçası değil mi, sen nasıl buna onay vermezsin? İşte adamın suçu budur. İmam, devletin yürüttüğü, halka karşı yürüttüğü savaşta, kontr-gerillanın yanında yer almamış ve göre göre yalana ortak olmamıştır.

Camilerin altında AVM hesabı alışveriş için ticarethanelerin açılması günah değil. Kim bilir, bu ticarethanelerde, tam da caminin altında, acaba kaç kişi içki içiyordur ya da daha farklı günahlar işliyordur? Ama buna ses çıkmaz, çünkü ticaret kutsaldır ve Muktedir’in görevi “rant üretmektir.”

Muktedir, işi tamamen doğru anlamıştır, bu dünyada dünyalık yapmak istiyorsan, artık git üretim yap, Çin ile rekabete gir, onu pazarla vb. olmaz, bunlar için artık geçtir. Öyle ise ne yaparsın, bir kere muktedirsin, hemen rant üretirsin. Aslında üretmek de demeyecekti ama rant yaratmak dese, o da bir başka sakıncalı kelimedir. Ve Muktedir, iki konuda iyidir; birincisi rant yaratmak, ikincisi yalan haber yaratmak.

Bu yalanların ömürlerinin kısa sürmesi önemli değildir. Önemli olan o anlık etkisidir. Zira, ardından hemen yeni bir haber üretilir, olmadı yenisi. Bu, sürekli bir durumdur ve sadece ayda yılda bir yalan söylemekten söz etmiyoruz. O nedenle burada anlık sonuç almak önemlidir. Bunu yapıyorlar. Her gün, toplumun nabzını ölçeceklerini, ve bunu anket şirketlerinin doğru yapacağını sanıyorlar. Ve ardından ona uygun bir manipülasyon devreye sokuyorlar. Bunun için gerekli yalan haber neyse onu devreye sokuyorlar.

Diyarbakır bombalamasını ele alalım. HDP’nin seçim mitingine, yüzbinlerce insanın bulunduğu bir alanda, kürsüye yakın bir yerde önce bir bomba, ardından ikincisi patlatılıyor. İki bomba, aslında, muhtemel hareket yolunu düşünüp planlanmış gibidir. Ve Muktedir’e bağlı, devlete bağlı basın, hemen harekete geçiyor, kendi kendilerini patlattılar. Dahası, bilimsel bir hava verip, “sonuçları kime yarar getirir” sorusunu soralım diyorlar. Demek istiyorlar ki, bu HDP’nin oyunu artırır, demek ki bunu HDP yaptı ya da PKK yaptı. Hem bombayı attırıyorlar, hem yalanı üretiyorlar. Karşı-devrim için devreye koydukları savaş, aynı zamanda ona uygun bir kirli propaganda ile birlikte yürütülmek isteniyor.

Diyarbakır bombalaması, Suruç bombalaması, en son Ankara bombalaması, tümü, sadece seçimlere dönük saldırılar değildir. Aynı zamanda bu katliamlar, kitlesel eylemlerin, kitlesel direnişin gelişmesini önlemek içindir. Aynı zamanda sol-devrimci hareketin daha yeterince güçlü değil iken, önünü kesmek içindir. Aynı zamanda Kürt devrimi ile Batı’da gelişen Gezi sürecinin birleşmesini önlemek içindir. Yani burada uzun vadeli bir plan vardır. Kitlesel eylemleri, Soma karşısında gelişen eylemleri, Özgecan cinayetine karşı gelişen eylemler gibi eylemleri vb. önlemek istiyorlar.

Son Ankara eyleminden sonra HDP, kitlesel miting yapmama kararı aldı ve buna sevindikleri belli oluyor. İstiyorlar ki, tüm toplum sussun, kimsenin sesi çıkmasın. Muktedir, sarayında gür bir sesle konuşsun ve dinleyen herkes titresin. O rant yaratsın, oğlu toplasın. Burjuva medya yalanlar yayınlasın ve tüm toplum bir ninni gibi bunlara inansın.

Şimdi geriye bakalım, Diyarbakır bombacısı kimdir? Diyelim ki, sizden değil, neden yakalamıyorsunuz? Diyelim ki PKK’li, tüm gücünüzü devreye sokup hemen bulup afişe etmez miydiniz?

TC devleti, ister Muktedir istediği için olsun, ister Muktedir bir isteyince onlar on yaparak olsun, savaşı yoğunlaştırmıştır. Ülkenin her yanında sıkıyönetimler devrededir. 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de açıklanan deklarasyonun ardından, diyelim ki 1 Nisan 2015’ten bu yana, sürekli savaş tırmanmaktadır. Ve bugüne kadar 1000’e yakın insan öldürülmüştür. Bunların 800’ün üzerindeki rakamı sivildir, 70’in üzerinde çocuk katledilmiştir. Sokaklarda beyaz bayrak kaldırarak hastahaneye gitmeye çalışan insan görüntüleri var. Evlerin duvarları mermi izleri ile dolu. Filistin artık Türkiye Kürdistanı’ndadır. Bu vahşi savaş, elbette büyük yalan propagandası ile birlikte yürüyor.

Suruç katliamını ele alalım. Suruç’ta canlı bomba patladığında, aynı “uzman”lar aynı soruyu sordular: Kime yarar sağlıyor? Oysa Ankara katliamının ardından, anlaşılan patlamayı sonradan öğrenmiş olan Davutoğlu, Erdoğan kadar hazırlıklı olmadığından, patlamayı yeni haber aldım diyerek kendini kurtarmaya çalışmıyor. Ama şaşkınlıkla, Suruç bombacısı hukuka teslim edildi diyor. Buradan hareketle, tüm canlı bomba eylemlerinin failleri bellidir, canlı bomba. O da patlamış olduğuna göre, eylem dosyası kapatılabilir. Bu tutum, çocuk kandırmayı bile aşan bir aymazlıktır. Ama dahası, savaşın şiddetini göstermektedir. Bu arada yine, Suruç katliamı için, kendileri patlattı diyebilmektedirler. Ve ulusalcı kesimler, buna dört elle sarılmakta, öyle ya, bundan kim fayda sağladı diye sormaktadırlar. Suruç’ta öldürülen 33 gence, bunlar zaten yoldan çıkmış kişilerdi diye bakan anlayıştır. Tecavüze uğrayan kadına, bu kadın zaten o yolun yolcusu diye bakan zihniyetin aynısıdır bu. Bugün Muktedir-AK Parti ile, eski Ergenekoncuları bir potada buluşturan şey, “devlet” refleksidir. Muktedir, devlet halk için vardır noktasından, halk devlet düşmanıdır noktasına gelmiştir. Ergenekon takımının bu “gelişmeyi”, işte gerçekleri gördü diye okuduğundan şüphe edilemez.

Ankara bombalarına gelelim. İki bomba patlatıldı, Diyarbakır’a benziyor ama biraz farklı. Burada iki bomba, doğrudan Gar’ın önündeki iki kolu, mitinge gelen kitleleri hedef almıştır. İkisi de, can almayı hedeflemekteydi. Öyle olmuştur. Şimdi, Ankara bombalamasının failleri yakalandı mı? İki kişi kendini patlattığına göre, dosyayı rahatça kapatabilir ve Muktedir’e teslim edebilirsiniz.
Ve yine utanmadan, devletin propaganda aygıtı, bu işi IŞİD de yapmış olabilir PKK de yapmış olabilir demekten geri durmamaktadır. Emin olabilirsiniz ki, bunca bilgiye rağmen, hâlen AK Parti tabanında bu eylemi PKK yapmış olabilir düşüncesinde epeyce insan vardır. Çünkü, savaşta taraf olmuşlardır ve gerçeklere gözlerini kapatmaktadırlar. Medya da onları bu yönde bilgilendirmektedir.
Medya denince, elbette yukarıda da söyledik eğlence sektörünü aklımızdan çıkarmayalım. Konya’da oynana milli maçta, sahada saygı duruşu yapılırken, tribünlerden allah-u ekber sesleri yükselmiştir. Konya maçının biletleri, sadece İstanbul ve Konya’da satılmıştır. Ve belli ki, bu savaşı organize eden güçler, patlamayla yetinmek, katliamla yetinmek niyetinde değillerdir. Tersine, bu yolla, kendi “ordularını” oluşturmaktadırlar. Rize’de miting düzenleyen Peker, mafya babası pozlarından siyasi ordunun liderliğine oynar pozisyona boşuna geçmemektedir. Bu iç savaşın bir ordusu oluşturulurken, en çok Peker’in takımından, en çok çetelerden adamlar alınmaktadır. IŞİD’in bu sürece aktif katıldığından da şüpheniz olmasın. Osmanlı Ocaklarının başkanının kabarık adi suç dosyası gibi, hepsinin dosyaları böyledir. Hamidiye Alaylarının oluşturulmasına benzemektedir. Farklı olarak yıl 1915 değil, 2015’tir. Ve Peker bu durumu görüp, bir miting düzenlemektedir ve polis, öncesinde, alana yakın tüm kahvehaneleri, pastahaneleri vb. miting güvenliği için boşaltmıştır. Bu, bize ulaşan bir bilgidir. Ve Peker, “oluk oluk kan akacaktır” diye tarihi-bilimsel tespitler mi yapıyor, yoksa, ‘böyle söyle’ deniliyor ve o da, önce ceketinin kollarını uca doğru çekip, heyecanla bunları mı söylüyor?

Ankara Garı’nda, MİT’in her zaman önlemleri vardır. Her zaman orası kontrol edilmektedir. Ve nedense, miting günü, kontrol etmekten vazgeçmişlerdir. Gar’ın üst odalarında, acaba, o saatlerde kimler vardı? Devletin elinde ne gibi görüntüler, videolar var?

Yine uzmanlar TV ekranlarında, “bu kime yarar”, tabii ki HDP’ye, o hâlde onlar yapmıştır, PKK ile IŞİD birlikte yapmışlardır. Bu kadar fütursuzca yalan söylenmesi, yalanın ömrünü kısaltır ama, yalan bir tane değil ki, o biter yenisi devreye sokulur, sonra o açığa çıkar, bu sefer de yeni bir yalan devreye sokulur.

Erdoğan’ın kızı Sümeyye’ye suikast iddiasını ele alalım. Birdenbire, basın, tam manşetten, Sümeyye suikastını işliyor. Sanki büyük bir komplo ortaya çıkmış gibi bir hâl yaratılıyor. Ama sonunda, Sümeyye suikastının, tıpkı, Bülent Arınç suikastı gibi yalan olduğu ortaya çıkıyor. Bülent Arınç suikastı ile, birileri kozmik odaya girmeyi hedeflemiş ve başarmış gibi görünüyor. Ama Sümeyye suikastı haberlerinin neyi hedeflediğini henüz biz bilmiyoruz.

Erdoğan’ın yolsuzluklarını örtmek için, basının uydurduğu yalanlar, yalan açıklamalar, her biri kuyruğundan yakalanacak kadar ortada olan yalanlar. Hangisini alırsanız alın.

Ya da Berkin Elvan’ın ölümünü ele alalım. Muktedir, 14 yaşındaki bir çocuğa savaş açtı. Ekmek almak için bakkala giden ve orada polisin attığı gaz fişeği ile ölen Berkin Elvan için, teröristti dediler. Sanki çocuğun Gezi Direnişi’ne katılmış olma ihtimali, onu öldürmek için yeterli gibi. Berkin’i öldürürsen, elbette, bunu anlatmak için, yalanlara başvurursun.

Ya da Roboski’yi hatırlayalım. Devlet, tüm kurumları ile, yıllardır bu olayı örtmek için uğraşıyor. O kadar ki, bir yandan, onlar zaten teröristti dediler. Olmadı. Bu sefer olayın üzerini örtmeye başladılar. Katırları öldürdüler, yalan üstüne yalan sıraladılar ve hâlâ bir sonuca ulaşılmadı.

IŞİD için, bugünün başbakanı, “bunlar öfkeli gençler” gibi bir açıklama yaptı. Bir ülkenin dışişleri bakanı bunu söyledi. Ve IŞİD’e akıl almaz yardımlar yaptılar. El Nusra’ya ya da diğerlerine. Ama bu arada giden silâhları, TIR’lar dolusu silâhı, “bayırbucak” Türkmenlerine gönderiyoruz dediler.

Musul konsolosluğunda IŞİD’in rehin aldığı konsolosluk çalışanları olayını hatırlayalım. Devlet, bizzat, açıktan halka yalan söyledi. Konsolosluk çalışanları anlaşmalı olarak IŞİD’e teslim edildi. Bu artık biliniyor.

Tüm bunlar, medya operasyonlarının nedenini daha açık hâle getiriyor. Muktedir, AK Parti, elbette doğrudan kendine bağlı medya kuvvetleri elde etmek istiyor. MİT ve polis teşkilâtını buna göre örgütledi, örgütlüyor. Bu konuda Fethullah hareketine göre çok geç kalmış olduğu açık olduğu için, o da, paramiliter çeteler kurmak istiyor. Osmanlı Ocakları, bunun legal zeminini oluşturuyor, Sedat Peker örneğindeki gibi mafya, bunun bir başka ayağını oluşturuyor, IŞİD ile bağlantılı çeteler bir başka kanadını oluşturuyor. Böylece, çete-devlet örgütlenmesinde bir yeni sayfa açılmak isteniyor.

Herkesi izliyor, dinliyorlar, ama adına “ileri demokrasi” diyorlar.

Çocukları katlediyorlar, ama “insan hakları savunucusu” oluyorlar.

İç güvenlik yasası gibi yasalar çıkarıp, herkesi tutukluyor, herkese ateş ediyor, her tür hak arama eylemine saldırıyorlar, TOMA’ları, zırhlı araçları, gaz bombaları ile tam bir savaş yürütüyorlar ve hiç utanmadan, her gün “terör”den söz ediyorlar.

Burjuva egemenlik, tekelci egemenlik, bir avuç zenginin halklar, işçi ve emekçiler üzerindeki diktatörlüğüdür. Bu bir avucun, milyonları sessiz, suskun tutabilmesi için, yalan, en büyük silâhlarıdır, gelenekler, kör inançlar en büyük silâhlarıdır. Ve bunları sürekli etkin kılacak, açık bir bombardıman ile gerçeği, güneşi görünmez hâle getirecek araçları basındır. Burjuva medyanın görevi budur. Muktedir medyası, bu konuda, ülkemiz basınının karartma geleneğinde yeni aşamalar yaratmakta, yeni zirvelere ulaşmaktadır.

Ama, ne olursa olsun, bu azgın saldırganlık, bu hukuksuz sistem, bu sömürü düzeni, insanın insana kulluğuna dayanan dünya, bu adaletsiz düzen, bu yalan makinaları ile ayakta tutulamayacaktır.

Ege’den geçen sığınmacıların sayısı 208 bin olarak açıklandı

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Yunan adaları üzerinden AB topraklarına giden sığınmacıların sayısını açıkladı.

Kuruluşun verilerine göre, bu yıl içerisinde 208 bin sığınmacı botlarla Midilli Adası’na gitti. BM Yüksek Komiserliği, Türkiye toprakları yakınındaki adanın sığınmacıların ana istikameti olduğunu vurguladı.

Kos’a Geçenler

Bodrum’un karşısındaki Kos Adası’na giden sığınmacıların sayısının ise 40 bin dolayında olduğu bildirildi.

Sığınmacıların yüzde 70’inin Suriyeli, yüzde 18’inin Afgan ve yüzde 3’ünün de Pakistanlı olduğu bilgisi verildi. Sığınmacıların üçte ikisinin de erkek olduğu vurglandı.

Ege adaları üzerinden Yunanistan’a gelen sığınmacıların toplam sayısının ise 390 bin olduğu belirtildi. Eylül ayı sonuna kadar İtalya’ya 131 bin sığınmacının geldiği, bunların çoğunun Eritre, Nijerya ve Somali gibi Afrika ülkelerinden olduğu ifade edildi. (Direnisteyiz2.org)

Mujica’dan işçilere: Örgütlerinize gözünüz gibi bakmalısınız

Toplantıda Uruguay’daki mücadele deneyimleri üzerine yapılan konuşmalar tüm mücadelelere ışık olacak şekilde ele alındı. Mujica ve Gamberra Orta­doğu, mülteci sorunu, Ankara Katliamı, örgütlenme ve iktidar deneyimleri ile birleşik mücadele üzerine önemli görüşlerini paylaştılar.

Türkiye’de mücadele yürüten siyasal örgütler­den, meslek örgütlerine, partilerden, sendikacılardan çok sayıda kişinin yoğun ilgi gösterdiği etkinlikte Uruguay’lı yoldaşlarımız “Siz yoldaşlar burada tarih yazıyorsunuz. Bu tarihi birlikte yazmanın yollarını bulmamız gerekiyor. Bilin ki beraberiz, bilin ki müt­tefikiz.” mesajı verdi.

Mujica ve beraberindeki heyet yarın Cumartesi Anneleri oturma eylemine katılacak. 10 gün boyunca ülkemizde olacak Mujica’nın İstanbul’un ardına Es­kişehir ve İzmir’de de etkinliklere katılacağı açıklan­dı.

İşçi Hakkı İhlali Olmayan Tek Ülke: Uruguay

Mücadelede ölümsüzleşenler içi saygı duruşu­nun ardından DİSK Genel Başkanı Kani Beko etkin­liğe katılanları ve konukları Türkçe ve İspanyolca se­lamladı. “10 Ekim’de Ankara’da kaybettiğimiz barış güvercinlerimizi saygıyla anıyoruz. Onlara barış ve demokrasi borcumuz var” diyen Beko, 40. gününde Kobane’de ölümsüzleşen Genç Sen Üyesi Aziz Gü­ler’i de andı.

DİSK’in ITUC üyesi olduğunu belirterek ITUC’un iş hakları ihlali raporunda Türkiye’nin en çok hak gaspı yapan ülkeler arasında olduğunu ha­tırlattı. Beko, “Son yıllarda hiçbir işçi hakkı ihla­li olmayan tek ülke var: Uruguay.” diyerek sendika başkanı ve Mujica’ya teşekkürlerini iletti. 70 yıldır özlem ve hayranlıkla devrimci hareketi takip ettikle­rini söyleyen Beko, Mujica’nın mütavazi yaşantısının da saraylarda yaşayanlara örnek olması temennisinde bulundu.

“Yoksul ile zengin arasındaki adaletsizliğe son vermeyi amaçlayan bu hareketi selamlıyoruz” diyen Beko, 1 Kasım’da herkesi emekten, barıştan ve de­mokrasiden yana partilere oy vermeye çağırdı.

Eşitlik ve özgürlüğün vazgeçilmez olduğu bir Türkiye özlemi duyduğunu belirten Beko, konuş­masını Nazım Hikmet’in “Ölmekten korkmuyorum / Onuruma yediremiyorum zamansız ölmeyi/ en sevdi­ğim memleket yeryüzüdür/ Sıram gelince yeryüzüyle örtün beni” dizeleri ile noktaladı.

Arzu Çerkezoğlu da Uruguay ve Türkiye ara­sındaki benzerliklere dikkat çekerek, askeri darbe süreçleri ve sendikaların kapatılması ardından her şeye karşın devam eden ve yükselen mücadele vurgu­su yaptı. Türkiye’de de direnişin Uruguay’daki gibi

 

bir başkan çıkartabileceği umudunu taşıdığını belir­ten Çerkezoğlu sözü “kendisine sayın denilmesinden hoşlanmayan sevgili Pepe’ye” Uruguay Eski Devlet Başkanı Jose Muica’ya bıraktı.

“Yoldaşlar…”

Jose Mujica konuşmasına ülkesinin geçirdiği ta­rihsel süreci özetleyerek başladı:

“Yoldaşlar, biliyorum Latin Amerika buradan epey uzak. Biliyorum Ortadoğu olarak batı mede­niyetinden epey uzakta şekillendiniz. Uruguay da sömürgecilik döneminde batının başka bir ucunda şekillenmişti. Bu şekillenme sürecinde, batının sö­mürgeleştirme sürecinde pek çok yerli halk tamamen yok oldu. Benim küçük ülkem bütün bu sömürgeci­liğe karşı verilen bağımsızlık savaşlarında oluştu. Kapitalizmin tarihinde Latin Amerika’da piyasaların oluşması, aynı zamanda sömürgeciliğe karşı bağım­sızlık hareketlerinin oluşması çok özgün bir süreçtir.

Çok uzun bir süre bizi birleştiren şey sömürge­cilik olduğu için bizi sömürmek isteyen batı AB ve ABD olduğu için kendi komşularımızla birleşmek değil, dışarı piyasalara bağımlılık üzerinden yaşadık.

Kendi birliğimizi oluşturmak kendi gücümüzü görebilecek kapasiteyi yaratmak için çok zorlu bir süreç yaşadık.

Her ne kadar aynı dili konuşmamıza rağmen mil­yonlar olmamıza rağmen içimize bakmak kendi po­tansiyelimizi görmek ve birleşmek için çok zorlu bir süreç yaşıyoruz.

En fazla yirmi seneden beri aynı dili konuştuğu­muz kurumları kurduğumuzdan bahsedebilirim

Görüyoruz ki dünyada artık büyük bölgesel gruplarda bloklaşma var. AB, ABD’nin Kanada ve Meksika ile kuzeyde kurduğu büyük lejyoner blok, Çin’in aslında büyük bir çok uluslu şirketler birliği olduğundan bahsedebiliriz.

Biz başka ülkeler olarak tek başına durarak kü­çük gruplar kurmaya çalışsa da geleceğimizi böyle kuramayacağımızı görüyoruz. Dünyanın geleceğinde büyük bölgesel bloklar yatıyor.

“Bu coğrafyada çok büyük bölünmeler yaşa­nıyor”

Şimdi misafiri olduğum bu bölgeye bakıyorum. Çok büyük çatışmalar yaşanıyor bu bölgede. Büyük savaşlarla bu bölgesel blok olma sürecinden kopuşu­nu görüyoruz. Tek bir ülke olarak kendi gerçeklikle­rini farklılıklarını geçerli kılmanın mümkün olmadığı bir dünyada çok büyük bölünmeler yaşanıyor bu coğ­rafyada.

“Eğer bu koalisyonu beceremeseydik hiçbir zaman iktidar olamazdık.”

Son 40 yılda ideallerini gerçekleştirme amacıyla birleşme adına en önemli hareketlerden biri tüm sen­dikal hareketlerin 40 yıl önce bir çatı altında birleş­mesidir. Bir diğeri ise 40 sene önce siyasi düzlemde ülkenin bütün ilerici güçlerini birleştiren geniş koalis­yondur ve şu anda da ülkeyi yönetmektedir. 40 sene önce kurulan yaklaşık 20 farklı ilerici partinin koalis­yonuyla kurulan 15 yıldan beri iktidarda. 15 senedir farklılıklarımızı gözeten ortak bir programla ülkeyi yönetiyoruz. Eğer bu koalisyonu beceremeseydik hiç­bir zaman iktidar olamazdık.

“Farklılıkları Verimli Bir Müzakerenin Ko­nusu Yapıyoruz”

Ama şunu bilin ki, müzakere ediyoruz farklılık­larımız var bunları müzakereye tabi kılıyoruz ve bu­nun sonucunda ortak bir programla ortaya çıkıyoruz. Farklılıkları koruyarak, verimli bir müzakerenin ko­nusu yaparak birliği amaçlamak bizim başarılarımızın temelinde yatıyor. En büyük başarımız bu süreçten geçiyor.

Sol içinde farklılıklar olduğunu ve olacağını ka­bul etmek gerekiyor. Ama solun en büyük birleştirici unsuru muhafazakâr sağa karşı savunduğu değerler­dir. Bunları unutup kendi içinde savaşa giriştiği her yerde kaybetmiştir

“Herkesin Aynı Şeyi Düşüneceğini Düşünmek Bu Dünyaya Uygun Değil.”

Fransız devriminde sol fraksiyonlar birbiriyle tartışmaya giriştiğinde, İspanya savaşında faşist Fran­co güçlerine karşı anarşistler ve sosyalistler savaşa tu­tuştuğunda, İtalya da aynı olmuştur. Sol kendi içinde fraksiyonal savaşlarına daldığı ve karşısında esasen mücadele ettiği sağı unuttuğu zaman her zaman kar­şısı kazanmıştır.

“Ortak program”

Ortak program. En çok altını çizmek istediğim nokta ortak program. Herkesin aynı şeyi düşüneceği­ni düşünmek bu dünyaya uygun değil. Eğer sol so­mut hayatı değiştirecek bir alternatif olmak istiyorsa muhakkak ortak, değiştirilebilir paydalarda buluşmak zorundadır. Siz işçi yoldaşlarım eğer işçi kaderinizde bir şey değiştireceğini düşünüyorsanız onu savunun, eğer inanmıyorsanız da onu değiştirmeye çalışın.”

“Kolonya’da Türkiyeli Bir İşçi İle Karşılaş­tım…”

Kendisine yöneltilen soruları da yanıtlayan Mu­jica Uruguay’da Türkiyeli bir işçi ile karşılaşmasını anlattı.

“İki yıl önce halen devlet başkanıydım. Yoldaş­larımla küçük şehirlerden biri olan Kolonya’da dolaş­maktaydım. Karşıma dediği hiçbirşeyi anlamadığım Türkiyeli bir işçi çıktı ve dediğini anlamadığım “sun­ ka sunka sunka!” dedi. Sunka Uruguay İnşaat İşçile­ri Sendikası’nın kısaltmasıdır. Bu şehirde büyük bir selüloz fabrikası kurulmaktaydı ve dünyanın birçok ülkesinden işçiler burada çalışıyordu. Bu Türkiyeli işçi de nitelikli bir sıvacı işçiydi.

Bu selüloz fabrikasında ücretlerini alamayan iş­çiler sendikaya başvurmuştu. Sendika vatandaş bile olmayan işçilerin haklarını savundu ve işçiler 10 bin dolardan fazla birikmiş haklarını alabildiler. İnşaat bittiğinde hepsi SUNKA’nın doğal müttefikleri hali­ne gelmişti.

“Birçok ülkede işçiler, işlerini savunmak için şovenist bir duruma düşebiliyor”

Ve o anda Uruguay sendikal hareketinden çok onur duydum, çünkü bir çok ülkede işçiler işlerini sa­vunmak için çok şovenist bir duruma düşebiliyorlar. Kendi ülkemde bunun gerçekleşmeyeceği bir sendi­kal hareketin yaratılmasından gurur duydum.”

“14 Yıl Hapis Yattım, 10 Yılı Hücrede ama ar­tık bitti!”

Bir başka soru üzerine, 80 yaşını kutladığını ve 14 yıl hapiste kaldığını, bunun 10 yılını tecritte ge­çirdiğini söyleyen Mujica “ama artık bitti!” diyerek salondaki herkesi güldürdü. Hapiste kaldığı süre bo­yunca kendi deyimiyle “geviş getiren bir inek gibi” okuduğu kitapları sürekli kafasından geçirerek tekrar ettiğini söyleyen Pepe, esasında o dönemde okuduk­larından çok şey öğrendiğini ifade etti ve nasıl bir iradeyle direndiğini şu sözlerle açıkladı: “Köksüz­leşenler hayattan kopanlar darbe yaşayan değillerdir kollarını iki yana sarkıtıp devam etmeyenlerdir.”

İşçi Komitelerinde Örgütleniliyor

Koalisyonun hangi asgari ortak programla bir araya geldiğinin sorulması üzerine Mujica, 70 senedir bölünüş halde olan bir solla yaşadıklarını belirtti. Bu koalisyon için en önemli noktanın üç farklı örgütte olan işçilerin bir araya gelmesinin etkili olduğunu ifa­de eden Mujica sekter davranılmadığını, ortak pay­dada ve minimal programda herkesin katkı vermesi­ni sağladıklarını ifade etti. Aynı zamanda merkezde olmayan işçilerin komiteler halinde örgütlenmesini ve sendikal mahalle örgütlenmelerinin eş düştüğü bir yapıda bir araya gelmesini sağladıklarını, stratejik farklılıklara değil, beraber mücadele edebilme yete­neklerine vurgu yaptıklarını ekledi. İç işlerinde koor­dinasyonu sağlamanın çok büyük bir emek gerektir­diğinin altını çizen Mujica, herhangi bir konuda karar almak için çoğunluğu sağlamanın çok zor olduğunu ifade etti. Amaçlarının aritmetik bir ortaklıktan ziya­de birbirinin müzakere sürecinden güçlenen, ortak­laştıran bir süreci amaçladıklarını ifade eden Başkan işçilerinin birliğinin reel bir alternatif olarak ortaya çıktığında hiç beklemediği kesimlerden güç ve destek alabildiğini kaydetti.

Hareketlerini ilerici, reformlarla haklarda ilerle­meler sağlayan bir hareket olarak tanımlaması gerek­tiğini söyleyen Mujica, geniş koalisyon içindeki radi­kal partilerin bakış açısıyla çok da fazla bir şey talep etmediklerini, radikal bir şekilde ileri gitmediklerini belirtti.

İttifaklarla ilerleyen bir hareket olarak başlıca amaçlarının muhafazakar elitlerin siyasi arenada izo­le edilmesi olduğunu söyleyen Mujica bu sayede orta sınıflar ve küçük işletmelerin de ittifaka katıldıklarını, sosyalistlerin bu programı domine etmemesi sonucu ittifakın büyüdüğünü belirtti.

Pek çok siyasetin koalisyon içerisinde yer aldı­ğını, sosyalist olmayanların da varlığının olduğunu belirten Mujica, muhafazakar sağ elitleri tecrit etme amacına ulaşabildiklerini, ülkeyi en alttakiler lehine geliştirdiklerini ama bu ittifakın ülkeyi sosyalist bir ülke yaratma amacıyla bir arada olmadığını söyle­yen Mujica ülkesinde mücadele ve sürecin devam et­tiğinin altını çizdi.

Emperyalizme karşı savaşan herkesle kendisini dost ve kardeş hissettiğini belirten Mujica, özgürlük mücadelesi veren bütün halkların yanında olduğunu da belirtti.

“Her 10 Öğrenciden 7’si Kadın”

Kadın özgürlüğünde ülkesinde çarpık bir durum olduğuna işaret eden Mujica, aynı işi yaptıkları halde kadınların erkeklerden daha düşük ücretle çalıştığını, buna karşın üniversitede her on öğrenciden 7’sinin kadın olduğunu ve kadınların beyaz yakalı olarak iş hayatında daha fazla yer edindiklerini belirtti.

“Örgütlenmelisiniz ve Örgütlerinize Gözünüz Gibi Bakmalısınız”

Mujica konuşmasını örgütlenme üzerine tespit ve önerilerle şöyle tamamladı:

“Biz kadınlar ve erkekler mücadele ettiğimiz zaman, siyasi ve daha çok kolektif bireylere ihtiyaç duyarız. Kolektif bireyler derken, örgütlü bireylerden bahsediyorum. Bu bir parti olabilir, bu bir sosyal ha­reket olabilir. Biz örgütlenmediğimiz zaman, tek tek bireyler olarak hiçbir gücümüz yoktur ve bilin ki ha­yat çok hızlı geçiyor, hiçbir etki bırakmadan çok çok hızlı geçiyor. Örgütlenmeler yaratmalısınız, örgütlen­melisiniz ve onlara gözünüz gibi bakmalısınız. Bunu yaparken de insani hataları, sizin gibi olmayanları ahlaki olarak yargılamamayı da öğrenmelisiniz. Ha­talar ve yargılamalar üzerinden bir birlik ve bir güç yaratılmaz. Hepimiz insanız ve birliğimizi zaafları­mızla buluşarak yaratacağız. Şu anda söylediklerim ne kadar da bir çelişki gibi gözükse de, hem örgüt­

 

lenmelerinize gözünüz gibi bakmalısınız, hem de bir­liğinizi yaratmak için elinizle büyüteçle başkalarının hatalarını aramamalısınız. İttifak politikasını, müza­kere kabiliyetini, başkalarının hatalarını tolere ederek kendi örgütünüzün gücü haline çevirmelisiniz çünkü Che Guevara’yı yeniden üretmemizin imkânı yok.”

Gamberra: “Türkiyeli Yoldaşlarımızın Yanla­rında Olduğumuzu Bilmelerini İstiyoruz”

Mujica sözü Uruguay İşçi Konseyi olarak tarif­lenebilecek, çok farklı işçi örgütlenmesini barındıran (70 den fazla örgütü birleştiren) bir çatı örgütün yöne­ticisi olan Fernando Gamberra’ya bıraktı.

Gamberra, “dünyanın başka ucuna gelip PE­PE’nin yalnız bizim değil sizlerin de olduğunu gör­mek bizi çok mutlu etti” diyerek sözlerine başladı. Karşılamada çalınan ezginin kendisini duygulandır­dığını belirten Gamberra “Bir halkın kendi tarihini yazmasında daha değerli Bir şey olamaz” hatırlatma­sında bulundu.

Gamberra bilgi ve deneyimin nesiller boyu akta­rılmasının önemli olduğunu vurgulayarak kendileri­nin bunun gücüne inanarak Mujica’nın da içerisinde siyaset yaptığı geniş koalisyonla 2005-2015 arası dö­nemde birlikte işçi hareketini birleştirmeye çalıştık­larını anlattı.

Bütün partilerden bağımsızlığı ve bütün işçi de­neyimlerini biriktiren bir adres olabilmenin önemin­den bahseden Gamberra şöyle konuştu:

“Tam da bizleri karşıladığınız bu şarkının nesil­ler ötesi aktarımının gücüne inanarak biz çok uzun bir işçi hareketini birleştirmeye çalıştık. Bizim için bütün partilerden bağımsızlığı ve bütün işçi mücadele de­neyimini biriktiren bir adres olması çok önemliydi.”

“Bu bağımsızlık sayesinde Muica’nın da içeri­sinde siyaset yaptığı geniş koalisyonla, 2005-2015 arası dönemde birlikte çalışarak işçi yasalarının ve pratiklerinin hayata geçirildiğini gördüklerini, toplu sözleşme, iş güvenliği yasaları ve işçi cinayetlerinin takibi gibi konularda ilerleme kaydedildiğini belirtti. Küreselleşmenin bütün dünya işçilerinin kaderini or­taklaştırdığını, teknoloji geliştikçe çalışma koşulları­nın daha güvencesiz hale geldiğini kaydeden Gam­berra, teknoloji, gelişme diye sunulan şeylerin emek dünyasında daha fazla çalışma, daha fazla güvence­sizlik anlamına geldiğini belirtti.

“İşçi mücadelesinin küresel olduğunu bir kez daha hatırlatmak gerekiyor.”

“Bu yüzden işçi mücadelesinin küresel olduğu­nu bir kez daha hatırlatmak gerekiyor. Bizim çalışma koşulları ile ilgili mücadelemiz onurumuzla ilgili bir mücadele. Küreselleşmenin teknolojinin olduğu ka­dar bizim mücadelemiz de küresel bir mücadele.”

“Dünyanın her yerinde işçilere meşruiyet ve onur veren bir varlık olduğunu düşünüyoruz, çalış­manın sınırların ötesinde insanlara meşruiyet ve onur getirdiğini ve hepimizin mücadelesini ortaklaştırdığı­nı düşünüyoruz. Bütün Türkiye’deki yoldaşlarımızın da bizim de yanlarında olduğumuzu ve bütün müca­delelerini destekleyeceğimizi bilmelerini istiyoruz.”

“Sadece çalışanların değil, hepimizin tanık oldu­ğu mülteci sorununda da kendilerini sorumlu hisset­tiklerini belirten Gamberra, Suriyeli mülteciler soru­nunun tüm insanlığın sorunu olduğunu dile getirdi.”

“Ankara Katliamı’nı Soma Katliamından Ba­ğımsız Düşünemiyorum”

Ankara katliamının acısını yüreklerinde hisset­tiklerini söyleyen Gamberra, barış için sesini yüksel­ten emekçilerin katliamının Soma katliamından ba­ğımsı düşünemediğini belirterek şöyle konuştu:

“Dayanışmadan bahsettiğimde kalbimden ve gönlümden son ölümcül katliamlarda hayatını kay­beden emekçilerle ilgili en içten duygularımı bildir­mek istiyorum. Katliamda barış için sesini yükselten emekçilerin katliamını Soma madende katliamdan bağımsız düşünemiyorum. Hepsi için açıklamalar yaptık bizim de yürekten hissettiğimiz katliamlardı bunlar.”

“Yalnız dayanışmak değil eylem birliğine geç­memiz lazım”

Gambera “Yalnız dayanışmak değil eylem bir­liğine geçmemiz lazım. Dünya işçilerinin bir eylem birliği bulması gerekiyor.” dedi.

“Eskimeyen Cümle: Dünyanın Bütün İşçileri Birleşin”

Gambera, Marx’ın sözünü hatırlatarak şöyle dedi: “Aslında bu konu da hiç eskimeyen bir cümle var: dünyanın bütün işçileri birleşin!”

“Yoldaşlar burada tarih yazıyorsunuz”

Gambera kendilerini dinlemeye gelen işçiler, si­yasi kurum temsilcileri, meslek örgütleri üyeleri ve gençlere seslenerek, “Siz yoldaşlar burada tarih yazı­yorsunuz. Bilin ki Uruguay’daki yoldaşlarınız da dos­tunuzdur. Bu tarihi birlikte yazmanın yollarını bulma­mız gerekiyor. Bilin ki beraberiz, bilin ki müttefikiz.”

Mujica’ya “Anadolu’ya Hoş Geldin” Hediyesi

Etkinlik öncesinde 8 yaşında Asya, Jose Mujica ve eşi Lucia Topalansky’e “Anadolu’ya Hoşgeldiniz” yazılı kızıl yıldızlı bayrak ve onların resimlerini yap­tığı resim hediye edildi. Mujica birlikte gerilla müca­delesi verdiği yoldaşı ve eşi ile kollarının birleşik çi­zildiği resmi ilgiyle inceleyerek, hediyeleri gönderen yoldaşa sevgilerini iletti.

(31 Ekim 2015, direnisteyiz2.org)

Çayeli Bakır İşletmesi İşçileri Greve Çıktı

Grev süreci başlatılırken işçiler adına açıklama yapan Maden İş Sendikası Sivas Şube Başkanı Zekeriya Gültekin, maden patronunun gelecek 3 yıl için sıfır zam teklifi üzerine greve çıktıklarını belirterek, geçmiş yıllarda yapılan grevlerin bazı girişimlerle kırıldığını hatırlattı. Bu grev için de bazı hesaplar yapıldığını belirten Gültekin, “Kim ne hesap yaparsa yapsın bu hesapların hepsini tersine çevireceğiz ve bu grevden başarılı çıkacağız” dedi.

İşletmenin tamamı Kanadalı şirkete ait

Rize Çayeli ilçesinin Madenli Beldesinde faaliyet gösteren Çayeli Bakır İşletmeleri 7 Temmuz 1983 tarihinde kuruldu.

Kuruluşunda, hisselerinin yüzde 45’i devlete ait Eti Maden İşletmeleri genel müdürlüğüne, yüzde 49’u Kanada’lı İnmet Mining Co. şirketine, yüzde 6’sı ise Gama AŞ’ye ait idi.

Kanada Şirketi, 2001 yılında Gama hisselerini, 2004 yılında ise özelleştirme kapsamında devlete ait hisseleri satın alarak işletmenin tek sahibi oldu.

Yılda 1 milyon ton cevher üretme ve işleme kapasitesine sahip işletmede ortalama 150 bin ton (yüzde 25 tenörlü) Bakır ve 70 bin ton (yüzde 50 tenörlü) Çinko konsantresi üretiliyor.

Yeraltı metal madenciliği sektöründe ülkenin en büyük tesisi olan işletmede 320’si sendikalı 475 ana şirket işçisi, 100 dolayında da müteahhit şirketlerde çalışan taşeron işçi bulunuyor.

(İşçi Gazetesi, 3 Kasım 2015)

Ordaydık, ölmedik, boykottayız! “Katliam varsa, ders yok”

Koç Üniversitesi

12 Ekim

“Katliamlara Karşı Koç Üniversitesi’nde Hayatı Durduruyoruz” çağırısıyla 200’ün üzerinde öğrenci ve akademisyen bir araya gelerek katliamı protesto etti. Sabah saatlerinden itibaren Öğrenci Merkezi’nde toplanan öğrenciler duvarlara hayatını kaybeden yoldaşlarımızın fotoğraflarını ve katliam sonrası çekilmiş kareleri astı. Amfileri gezerek boykot çağrısı yapan öğrenciler sık sık “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz”, “Dersleri Boykot Et, Hayatı Durdur”, “Saray Savaş, Halklar Barış İstiyor”, “Katil Devlet Hesap Verecek” sloganlarını attı. Gün boyunca okul radyosunda “Ellerinde Pankartlar” marşı tekrarlandı. Saat 12.30’da okunan basın açıklamasında, bu saldırının barışı, kardeşliği, demokrasiyi ve emeği savunan herkese karşı yapıldığı; Suruç’un, Diyarbakır’ın ve Ankara’nın failinin aynı olduğu vurgulandı. Hayatını kaybeden yoldaşların isimleri okunarak “Yaşıyor” sloganları atılmasının ardından, bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Daha sonra “Bugünlerden Geriye Bir Yarına Gidenler Kalır Bir de Yarınlar İçin Direnenler” pankartı arkasında okul içerisinde sloganlarla yürüyüşe geçildi. Yürüyüşün ardından Öğrenci Merkezi’ndeki oturma eylemine devam edildi. Akşam saatlerinde ise Sarıyer Çelik Gülersoy Parkı’ndaki eyleme geçilerek, katliamlar karşısında öğrenci gençliğin sessiz kalmayacağı bir kez daha vurgulandı.

13 Ekim

Ders boykotuna devam eden öğrencilerin,  yoğun bir geçiş güzergahı olan merdivenlerde gerçekleştirdikleri oturma eylemi sırasında, gün boyunca duvara projeksiyonla katliam görüntüleri yansıtıldı. Öğrenciler aynı zamanda akademisyenlerinde katılımıyla “Neden Hayatı Durdurmalıyız” başlıklı bir forum gerçekleştirdi. Burada daha kararlı ve örgütlü bir mücadelenin önemi vurgulandı.

 

Beykent Üniversitesi

Güneş doğacak elbet!

12 Ekim

10 Ekim Ankara katliamından sonra yaşamı durdurma amacıyla üniversitelerde başlayan boykot çağrıları Beykent Üniversitesi’nde de gerçekleşti. Taksim yerleşkesinde bulunan Hukuk Fakültesi’nde     amfilere girilerek 2 günlük boykot çağrısı yapıldı. 30-35 arkadaşın katılımıyla gerçekleşen boykota afiş asarak başlandı. Fakülte sekreterinin afişlerin izinsiz olduğunu, indireceğini söylemesi üzerine kısa süreli gerginlik yaşandı. Anma yapmaya ısrarlı öğrenciler sekreteri dikkate almayarak boykot çağrılı afişleri asmaya devam ettiler. Afişlerin asılmasının ardından kantinde toplanan öğrencilere bu sefer dekan ve diğer sekreterler engel olmaya çalışsa da öğrencilerin tepkisi sebebiyle kantini terk etmek zorunda kaldılar.Anma Bekir Kilerci’nin Uyarı şiiri eşliğinde saygı duruşuyla başladı. Anmanın ardından  katliamlar başlığında forum yapıldı.

13 Ekim

Sabah saatlerinde okulda başlayan toplanmayla birlikte dövizler hazırlanarak sendikaların yaptığı eylem çağrısına Beykent Hukuk Öğrencileri olarak katılım sağlandı. Sirkeci kolundan eyleme katılan hukuk öğrencileri “katliam varsa ders yok” diyerek boykotun ikinci günü de eylemdeydi.

14 Ekim

Sabah saatlerinde Hukuk Fakültesi’nde öğrenciler tarafından hazırlanan barış şehitlerinin yer aldığı bir pano köşesi oluşturuldu.

 

Yıldız Teknik Üniversitesi

12 Ekim

YTÜ Davutpaşa ve Yıldız kampüslerinde boykot afişleri asıldı, fakülteler dolaşılarak bildiri dağıtıldı. 10.04’te fakültelerde ses çıkarma eylemi yapıldı. Davutpaşa kampüsünde fakültelerden çıkan öğrenciler yemekhane binası önünde, Yıldız kampüsünde ise Tonoz Meydanı’nda toplandı. Katliamda hayatını kaybedenler için saygı duruşunda bulunulduktan sonra basın metni okundu. Eylem Yıldız kampüsünde oturma eylemi olarak devam etti, Davutpaşa kampüsünde ise öğrenciler yürüyüş ile devam etti.

13 Ekim

Davutpaşa kampüsünde 10.04’te yemekhane binası önünde Eğitim-Sen’li akademisyenlerin de öğrencilere katılımıyla bir anma yapıldı. Bina içerisinde bir anma köşesi oluşturuldu. Pankartlarla, dövizlerle, sloganlarla kampüs içerisinde bir yürüyüş gerçekleştirildi. Öğrencilerin okul dışına yürümesine polisler engel olması nedeniyle oturma eylemine geçildi. Öğrenciler kapıdan tekrar hazırlık binasına yürüyüş yaptıktan sonra pankart asarak eylemlerini sonlandırdılar.

14 Ekim

Ankara’da hayatını kaybeden YTÜ mezunu Erol Ekici için mezunların düzenlediği bir anma etkinliği yapıldı. Yıldız kampüsü Tonoz Meydanı’nda toplanan öğrenciler ve mezunlar serbest kürsü oluşturarak hissettiklerini anlattılar. Erol Ekici’nin mezarından getirilen toprak ve karanfiller YTÜ öğrencisi Hasan Selim Gönen adına üniversiteye dikilen fidanın yanına konuldu.

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar

Üniversitesi

12 Ekim

MSGSÜ öğrencileri olarak sabah erken saatlerde okulda buluşuldu. Sonrasında sınıflar tek tek gezildi saat 10.00 da Fındıklı Kampüsü’nde Eğitim-Sen’in çağrısıyla yapılacak olan anmaya çağrı yapılarak sınıflar boşaltıldı. Servislerle Fındıklı Kampüsü’ne geçildi. Saygı duruşunun ardından kısa konuşmalar yapıldı, şiirler okundu. Sonrasında Suruç’ta hayatını kaybeden okulumuz öğrencisi Ezgi Saadet için fidan dikildi. Babasının konuşmasının ardından sonraki güne çağrı yapılarak anma sona erdi. Anmadan sonra Fatih, Silivrikapı, Sarıgazi, Kartal’daki cenazelere geçildi.

13 Ekim

Sabah erken saatlerde okulda buluşuldu. Tek tek sınıflar gezilerek boykot çağrısı yapılarak sınıflar boşaltıldı. Saat 10.04’te saygı duruşunda bulunuldu. Sonrasında okulda mum ve karanfillerle anma köşesi yapıldı ve foruma geçildi. Grev çağrısı üzerine forumda ilk elden kalalım mı gidelim mi, tartışması yürütüldü. Okulda kalma kararı alındı. Okulda kalmayı doğru bulmayan insanlarla beraber okuldan çıkıldı ve Cerrahpaşa’daki greve katılındı.

 

Edirne

11 Ekim

Ankara katliamının ardından Edirne belediyesinin önünde “Edirne Katliamı Lanetliyor” pankartıyla toplanan kitle sloganlarla PTT önüne yürüyüş düzenledi. Burada yapılan basın açıklamasında “Katliamı yapanlara rağmen inadına barışı ve bir arada yaşamı savunacağız!”  denildi. Basın açıklamasının ardından halk AK Parti binasına yürüyerek sloganlarla eyleme son verdi.

13 Ekim

Gençlik örgütlerinin çağrısıyla bir araya gelen kitle PTT önünde toplandı. Katledilen yoldaşların isimleri ve resimlerini eşliğinde oturma eylemi gerçekleştirildi. Katliamda yitirdiğimiz yoldaşların ardından yaşıyor sloganları atıldı, Gündoğdu marşı okundu. Atılan sloganların ardından eylem sona erdi.

15 Ekim

Trakya Üniversitesi yemekhanesi önünde “Barışa İmza At’’ etkinliği yapıldı. Marşlar eşliğinde süren etkinlik üniversite öğrencilerinin ve çalışanlarının imzaları, şiirleri ve yakılan mumlarla devam etti.

17 Ekim

Katliamın birinci haftasında Edirne’de de sokağa çıkıldı ve korkmuyoruz denildi. Edirne emek ve meslek örgütlerinin çağrısıyla saat 10.04’te Saraçlar Caddesi PTT önünde bir araya gelen kitle anmaya saygı duruşuyla başladı. Yapılan basın açıklamasının ardından şehitlerin isimlerinin yazılı olduğu balonların gökyüzüne bırakılmasıyla anma sona erdi.

 

Sakarya Üniversitesi

Ankara Katliamı’nın ardından Sakarya Üniversitesi Gençlik Hareketi üniversitenin kafeteryasında katliamı anmak için tiyatro gösterimi sergilemek istedi. Ancak; sivil polis ve özel güvenliğin müdahalesiyle kafeterya önünde öğrenciler ve güvenlik arasında kısa süreli bir arbede yaşandı. Civarda bulunan öğrencilerin de güvenliğe tepki göstermesinin ardından, anma helikopter pistinde gerçekleştirildi. Tiyatro gösteriminin ardından, basın açıklaması yapıldı. “Savaşa hayır, barış hemen şimdi”, “Katil devlet hesap verecek”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür” sloganları atılarak anma sonlandırıldı. Olaydan 4 gün sonra bir SÜGH üyesi, yaptığı basın açıklaması sebep gösterilerek “cumhurbaşkanı hakaret”ten gözaltına alındı. İfadesi alındıktan sonra denetimli serbestlik şartı ile serbest bırakıldı.

 

Çukurova Üniversitesi

12 Ekim

Ankara katliamından sonra tüm ülkede ilan edilen grev ve boykot çağrısı Çukurova Üniversitesi’nde de yapıldı. Çukurova Üniversitesi devrimci öğrencilerinin çağrısıyla Ali İsmail Korkmaz Alanı’nda toplanmaya başlayan kitle saaat 11:00’da tüm falkülte ve sınıflara girerek “Katil devlet hesap verecek”, “İsyan,boykot, direniş”, “Dilan yoldaş ölümsüzdür” sloganlarıyla öğrencileri boykota çağırdı.

Ali İsmail Korkmaz Alanı’ndan yürüyüşe geçen kitle yemekhane önünde basın açıklaması yaptı.

Basın açıklamasında sonra Ankara’da şehit düşen ÇÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğrencisi Dilan Sarıkaya fakültesinin önünde şarkılarla ve şiirlerle anıldı.

Eylem alanındaki tüm öğrenciler cenazeleri karşılamak üzere Uğur Mumcu Meydanı’na geçti.

Öğrenciler yolu kapatarak kendi pankartlarıyla ve sloganlarla alandaki kitleye katıldı.

13 Ekim

Boykot ikinci günde oturma eylemiyle başladı. Öğrenciler, Çukurova Öğretim Elemanları Derneği’nin çağrı yaptığı basın açıklamasına kitlesel bir şekilde katıldı.

Alanda öğretim üyeleriyle öğrenciler “Savaşa hayır, barış hemen şimdi” ve “Dilan yoldaş ölümsüzdür” sloganlarıyla buluştu

Daha sonra aylardır grev yapan Dev-Sağlık İş üyeleri, SES, TTB pankartlarıyla alana giriş yaptı. Alandakiler kitleyi “katillerden hesabı emekçiler soracak” sloganıyla karşıladılar. Basın açıklaması okunduktan sonra kitle üniversitenin çıkış kapısına kadar yürüyüş yaptı. Öğrenciler oradan tekrar Ali İsmail Korkmaz Alanı’na geçerek oturma eylemine devam etti.

14 Ekim

Ankara katliamında ölümsüzleşen Çukurova Üniversitesi öğrencisi Dilan Sarıkaya kendi fakültesi önünde anıldı. Sınıf arkadaşları Dilan’ı anlattı.

 

Mersin Üniversitesi

Mersin Üniversitesi öğrencileri 10 Ekim Ankara Katliamı’nı protesto etmek için dersleri boykot etti.

Ankara katliamında ölümsüzleşen Çukurova Üniversitesi öğrencisi Dilan Sarıkaya kendi fakültesi önünde anıldı. Sınıf arkadaşları Dilan’ı anlattı.

07:30 -Sabah toplanan öğrenciler kısa bir toplantının ardından fakültelerde yazılamalar yaparak boykot kararını duyurdu.

08:00 -İletişim Fakültesi’nden başlanarak fakültelerin büyük kısmında dersliklere girip boykot çağrısı yapıldı, bildiriler dağıtıldı. Derslerden çıkan öğrencilerle kitleselleşen boykot, yürüyüşle devam etti. Yürüyüş esnasında giderek artan kitle “Yaşasın Halkların Kardeşliği”, “Katil devlet hesap verecek”, “Hırsız katil Erdoğan”, “Oradaydık, ölmedik, boykottayız”, “Şehid Namırın”, “Ankara’da düşene dövüşene bin selam” sloganları eşliğinde Cumhuriyet Alanı’na vardı.

Adnan Yücel’in “Biz Kazanacağız” şiiri eşliğinde saygı duruşu gerçekleştirildi. Basın açıklaması okundu. Ardından Ankara’da ‘bu meydan kanlı meydan’ marşı eşliğinde çekilen ve yarım kalan halay cumhuriyet alanında sürdürüldü.

Öğrenciler şehir merkezinde Mersin KESK, DİSK, TMMOB, Tabip Odası’nın grev çağrısıyla 11:00’da başlayan yürüyüşe geçmek için dolmuşları işgal ederek çarşıya indiler. Mersin Üniversitesi öğrencileri çarşıda sloganlar eşliğinde yürüyerek kortejde yerini aldı. Yürüyüşte sendikalar ve öğrenciler eylemin güvenlik önlemini güvenlik çemberi oluşturarak aldılar. AK Parti Akdeniz İlçe Binası’na yapılan yürüyüş basın açıklaması ile son buldu.

Ardından Özgür Çocuk Parkı’na kitlesel bir şekilde güvenlik önlemiyle geri dönüldü ve ertesi gün saat 11:00’da istasyon meydanından başlanacak yürüyüş için çağrı yapıldı.

 

Mustafa Kemal Üniversitesi – Antakya

13 Ekim

Sabah kantinlerde ve sınıflarda eylemin duyurusunu yapan 5 öğrenci duyuru bitmeden ÖGB tarafından gözaltına alındı. ÖGB müdahalesi esnasında, bırakın çocukları, diyen bir öğretim elemanı da polis tarafından gözaltına alındı.

Gözaltılara ve devletin katliamlarına karşı 12.00’da çarşı kompleksinde toplanan öğrenciler; “Gözaltılar tutuklamalar baskılar bizi yıldıramaz, katil polis üniversiteden defol, üniversiteler bizimdir bizimle özgürleşecek” sloganlarıyla rektörlüğe doğru yürüyüşe başladılar. Veterinerlik fakültesi önünde önleri kesilen öğrenciler bir süre oturma eylemi gerçekleştirdiler. Rektörün öğrencilerle görüşmeye gelmesi, okulun önündeki toma ve akrebin oradan ayrılması ve gözaltıların serbest bırakılmasını talep eden öğrenciler talepleri uygulanıncaya kadar toplanma yerine dönüp eylemi etkinliklerle devam ettirdiler. Talepler gerçekleşince eylem sona erdi.

 

Ankara Üniversitesi – Cebeci Kampüsü

13 Ekim

10 Ekim barış mitinginde devletin katliam geleneği ile bir kez daha karşılaştık. Yüzlerce yoldaşımız, arkadaşımız devlet teröründe katledildi.

Üniversite öğrencileri olarak, Ankara’daki diğer üniversiteler gibi boykot kararı aldık. Fakat 12 Ekim günü Ankara Üniversitesi Rektörlüğü tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden Cebeci Kampüsü ve Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi tatil edildi. Ankara Üniversitesi Rektörü Erkan İbiş öğrencilerden korkmaktadır, ki aldığımız boykot kararına, katliamı anmamıza engel olmaya çalışmıştır. Ama biz öğrenciler olarak aldığımız boykot kararını okul ne zaman açılırsa açılsın yerine getirme kararı aldık ve okulun açıldığı 13 Ekim Salı günü, sabah 8.00’da okulda buluşarak, fakülte fakülte, sınıf sınıf gezerek arkadaşlarımızı boykota çağırdık. Yürüyüş sırasında “Katil devlet hesap verecek!”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür!”, “Katil IŞİD, işbirlikçi AKP!” sloganları atıldı. Sınıf sınıf gezilerek derslikler boşaltıldı.

Fakülteleri gezdikten sonra 10.04’te Eğitim-Sen’in bir saatlik oturma eylemine katıldık. 12.00’da devrim şehitleri için taziye çadırı açılıp yemek dağıtımı yapıldı. Gün boyu Cebeci’de hiçbir ders işlenmedi. 15.30’da serbest kürsü kuruldu.

 

Bilkent Üniversitesi

12 Ekim

10 Ekim’de Ankara barış mitinginde yaşanan devlet organizeli katliam sonrasında Bilkent öğrencileri 12 Ekim Pazartesi sabahı “Barış için İnsanlık Nöbeti” şiarıyla A binası önünde toplanmaya başladı. Eylem alanına birçok ozalit, döviz ve katliamdan fotoğrafların asılmasının ve karanfillerle oluşturulan anma köşesinin ardından insanlık nöbetine geçildi. Öğlen 12.30’da başlanan anma programına 500’ün üzerinde öğrenci ve akademisyen katıldı. Güneşe uğurladığımız yoldaşlarımız için yapılan 1 dakikalık saygı duruşunun ardından eylemi örgütleyen kurumların ortak metni okundu. Metnin okunmasının ardından öğrenciler hep birlikte, katliam anı ile özdeşleşen Ruhi Su’nun “Ellerinde pankartlar” türküsünü söyledi. Eylemde sık sık “Saray Savaş Halklar Barış İstiyor”, “Katil Devlet Hesap Verecek”, “Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz” sloganları atıldı. İki öğrencinin katliamda ölen yoldaşlar için şiir okumalarının ardından insanlık nöbetine ve oturma eylemine geçildi. Derslerin bitiş saatine kadar türküler ve marşlar eşliğinde devam eden nöbet, 17.40’ta sloganlar ve alkışlar eşliğinde sona erdirildi.

13 Ekim

Havuz başında oluşturulmak istenen anma köşesine asılan “Saray savaş halklar barış istiyor” ozalitinin okul yönetimi tarafından kaldırılmasının istenmesi ve bu esnada bir ÖGB görevlisinin katliam ile ilgili espri yapmasının ardından öğrencilerle güvenlikler arasında bir gerilim yaşandı. Bir arkadaşın kitleye yaptığı sözlü ajitasyon ile güvenlik görevlisi teşhir edildi ve ozalitin sökülmemesi için alanda akşama kadar sürecek oturma eylemi başlatıldı. Sosyal medya üzerinden ve zaman zaman çekilen sözlü ajitasyonlarla okul yönetiminin tavrı teşhir edildi ve öğrencilere, akademisyenlere eyleme destek verme çağrısı yapıldı. Akşama kadar sürdürülen oturma eylemi kazanımla sonuçlandı ve okul yönetimi asılan ozaliti kaldıramadı.

 

Hacetepe Üniversitesi

12 Ekim

Sabah erken saatlerde boykota çağrı için ozalitler asıldı ve 12.30’da tüm öğrencilere yemekhane önünde toplanma çağrısı yapıldı. Yürüyüş saatine kadar yemekhane önünde oturma eylemi yapıldı. 9.30’da temizlik işçileri boykota desteğe gelerek oturma eylemine katıldılar. Oturma eyleminde açık kürsü kurularak konuşmalar yapıldı, şiirler okundu. 12.30’da yemekhaneden başlayarak tüm fakülteler , derslikler gezilerek bütün öğrenciler boykota çağrıldı. Biyoloji, sosyoloji ve Ali İsmail Korkmaz Amfisindeki tüm dersliklerde %100’lük boykot başarısı sağlandı. “Şebnem yoldaş ölümsüzdür”, “Barış şehitleri ölümsüzdür”, “Saray savaş gençlik barış istiyor”, “Katil devlet hesap verecek”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganları ile yürüyüş yapıldı. Ardından 13 Ekim’de yapılacak boykota ve alternatif dersliğe çağrı yapılarak eylem sonlandırıldı.

13 Ekim

Saat 10.04’te yemekhane önünde anma yapıldı. 11.30’da Eğitim-Sen’in çağrısıyla Şebnem Yurtman anıldı ve basın açıklaması okundu. Şebnem’in arkadaşları ve hocaları konuşma yaptılar. Daha sonra Temel Demirer’in katılımıyla Ali İsmail Korkmaz Amfisi’nde “İnsanlık ve Vicdan” dersi yapıldı. Dersin ardından tekrar yemekhane önüne gelinerek katliamda kaybettiğimiz yoldaşlar için türküler söylendi ardından dağılındı.

 

ODTÜ

12 Ekim

Sendikaların, odaların ve emek örgütlerinin 12-13 Ekim’de yaptıkları çağrı ile ODTÜ’de de iki günlük boykot ve grev ilan edildi. Pazartesi günü sabah Eğitim-Sen ve öğrenciler okulun amfi ve sınıflarını gezerek boykotu başlattı. Yemekhane, kütüphane sendika tarafından 2 gün boyunca kapatıldı. Okulun tüm amfi ve sınıflarında tek tek çağrılar yapılarak Devrim stadyumuna yüründü. Devrim stadyumunda kaybettiğimiz yoldaşlarımızın anması ve eylemin basın açıklaması okundu. Daha sonra Eğitim-Sen’in örgütlediği Necdet Bulut amfisindeki açık derse geçildi. Öğrenciler ve akademisyenler birlikte ‘Barış’ı tartıştılar, önümüzdeki döneme dair öneriler sunuldu. Ertesi gün yapılacak olan boykotu örgütlemek üzere bir toplantı yapıldı. Akademisyenlerin, fakültelerden öğrencilerin katıldığı toplantıda 2. gün boykotu fakülte komiteleri halinde örgütleme kararı alındı. Fakülte komiteleri kendi aralarında toplanarak boykot çağrılarının planını yaptı.

13 Ekim

Grevin ve boykotun ikinci gününde fakülte komiteleri ayrı ayrı toplandı. Fakülte kapılarında bildiri dağıtıldı ve boykota çağrılar yapıldı. Her fakülte ayrı koldan Fizik Bölümü önünde toplandı ve sendikaların çağrısını yaptığı Sakarya Caddesi’ndeki oturma eylemine otobüslerle geçildi. Ardından okulda kalan öğrencilerle akşam yurtlar bölgesine meşaleli yürüyüş çağrısı yapıldı. 18.00’da Demiraylar Yurtlar Bölgesinden yemekhaneye yürüyüş başladı. Yemekhanede toplanan öğrencilerle Demiraylardan gelenlerle birleşildi numaralı yurtlar bölgesi dolaşıldı.

 

Eskişehir

Eskişehir’de boykot eylemleri 2 üniversite 3 kampüste gerçekleşti. Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü’nde saat 10’da hukuk fakültesi önünde toplanan Eğitim-Sen Anadolu Üniversitesi Temsilciliği ile bir gün önceki gençlik örgütlerinin yaptığı çağrıyla öğrenciler toplandı. Hukuk fakültesinde tam boykot sağlandı. Orada basın açıklaması yapıldıktan sonra öğrenciler fakülte fakülte sınıf sınıf gezerek boykot çağrısı yaptılar. Fakülteler gezildikçe kitle artmaya başladı. Son olarak iletişim fakültesinde 500 kişilik bir forum gerçekleşti ve forumda rektörlükden okulu 12-13 Ekim’de tatil etmesi için görüşülmesine karar verdi. Rektörlük önünde görüşmeler sonucu bizi şaşırtmayan eğitim devam edecektir yanıtı geldi. Tepki olarak rektörlük önünde ses çıkartma eylemi yapıldı ve en son basın açıklaması ile son buldu.

Anadolu İki Eylül Kampüsü’nde ise hazırlık ve mühendislik fakültesinde çağrı yapıldı. Hazırlıkta patlama anı canlandırıldı ve arkasından konuşmalarla öğrencileri akademisyenleri boykota fakülte içerisindeki oturma eylemine çağrı yapıldı. Derslerin başladığı zaman ise sınıfların olduğu koridorlarda eylem yapıldı sloganlarla ıslıklarla bugünün ders zamanı değil katliamlara karşı ses çıkarma birlik olma eyleme çıkma zamanı olduğu söylenerek hocaların ders işlemesi engellendi. Ardından öğrenciler ana kampüse geçilerek ordaki kitleye katıldı.

Osmangazi Üniversitesi’nde boykot çağrısı yapıldı ve sonra da meşelikte katliamda kaybettiğimiz yoldaşlar için anma yapıldı.

Boykotun ikinci günü ise 3 kampüste yine boykot çağrıları ve eylemlilikler devam etti. Anadolu İki Eylül Kampüsü’nde fakülte önlerine barış işareti çizildi ve yemekhane önünde hazırlık, besyo ve mühendislik öğrencileri açıklama yaptılar.

İkinci gün Yunus Emre Kampüsü’nde yine fakülte fakülte gezilerek boykot çağrısı yapıldı. Ardından iletişim fakültesi kantininde oturma eylemi yapıldı. Ayrıca şiirler okundu türküler söylendi katliamda kaybettiğimiz yoldaşlar için saygı duruşunda bulunuldu.

İstanbul Üniversitesi

İstanbul Üniversitesi öğrencileri olarak okulun açılış sürecinde masa açılıp bildiriler dağıtıldı. Savaş, 10 Ekim, Aziz Güler, Suruç anmasına yönelik ajitasyon propaganda etkinlikleri gerçekleştirildi; afişler asıldı, amfiler gezilerek şiirler okundu, bildiriler dağıtıldı.

7 Ekim’de üniversitede Suruç anması gerçekleştirildi. Edebiyat fakültesi havuzlu bahçesine Polen Ünlü ismi verildi. İletişim Fakültesinde bir amfi’ye Büşra Mete ismi verildi. Anmalar yapılıp marşlar söylendi. Merkez kampüste HDP Mlletvekili Adayı Şerife Erbay konuşma yaptı. Merkez kampüs havuzlu bahçeye fidan dikilerek eylem sonlandırıldı.

12 Ekim

Üniversite öğrencileri olarak sabah erkenden okulda buluşuldu. Afişleme çalışmaları yapıldı, tek tek amfiler gezilerek boykot çağrısı yapıldı. Saat 10.04’te Merkez Kampüs’te Atatürk heykelinin önünde Eğitim-Sen’li hocalarımız ve üniversitenin taşeron işçileriyle beraber bir anma gerçekleştirildi. Cenazelere çağrı yapıldıktan sonra tekrar amfiler gezilmeye başlandı. Peşi sıra fakültelerin koridorlarında birkaç saat barış nöbeti tutuldu, tiyatral bir gösteri yapıldı ve birinci gün sona erdirildi.

13 Ekim

Üniversite öğrencileri olarak sabah erkenden okulda buluşuldu. Afiş çalışmaları yapıldı, amfiler dolaşılarak boykot çağrısı yapıldı. Eğitim-Sen’e bağlı hocalar Merkez Kampüs Atatürk heykelinin önünde grev çadırı açtı. Saat 10.04’te her fakültede ses çıkarma eylemi gerçekleştirildi. TTB-TMMOB-DİSK-KESK çağrısıyla çeşitli yerlerden yürüyüşle Beyazıt Meydanına gelmek suretiyle, meydanda gerçekleştirilecek anmanın engellendiği öğrenildikten sonra üniversitenin bileşenleriyle Beyazıt Meydanı’nda anma gerçekleştirilmesine karar verildi. Merkez kampüsten ana kapıya doğru yürüyüşe geçildi. Ana kapının üniversitenin içinde kalan tarafına varıldığında kortej kuruldu, korteji çevreleyen arkadaşlar güvenlik çemberi oluşturdu. Bu şekilde Beyazıt Meydanına geçildi. Artık çemberin içine dışarıdan kimse alınmadı. Basın açıklaması yapıldıktan sonra üniversiteye dönülerek merkez kampüste barış dersliği gerçekleştirildi.

Ertesi Hafta: Barış Haftası

Üniversite öğrencilerince boykottan sonraki hafta (19 Ekim haftası) barış haftası olarak kabul edildi ve bu kapsamda tüm hafta boyunca üniversitede çeşitli etkinlikler gerçekleştirildi: tiyatrolar, şiir dinletisi, film gösterimleri, Beyza Üstün’ün katılımıyla panel gerçekleştirildi. Barış haftası fidan dikimiyle sonlandırıldı.

İstanbul Üniversitesi’nde Tacizci Güvenlik Teşhir Edildi

İstanbul Üniversitesi öğrencilerinden bir kadın, yaklaşık bir ay önce özel güvenlik görevlisi Emrullah Beyaz tarafından tacize uğradı. Yapılan şikâyetin ardından savcılık tarafından ifadesi alınarak serbest bırakılan ve üniversitedeki görevine devam eden Beyaz, 20 Ekim Salı günü ise aynı kadını ikinci kez taciz etti ve sessiz kalması için silahını göstererek kendisine tehditte bulundu.

İstanbul Üniversitesi’nden kadınlar olarak, yaşanan tacize karşı bir araya gelinerek üniversite içerisindeki çeşitli noktalara afişler asıldı, ana kapıya yürüyüş yapıldı. Yürüyüş sırasında tacizci güvenlik görevlisinin, ana kapıda ise basın mensuplarının arasında bulunan sivil polisler teşhir edildi, saat 13:00’da gerçekleştirilen basın açıklamasının ardından “kadın dayanışmasının ve mücadelesinin süreceği” mesajı verilerek eylem sonlandırıldı.

İzmir Kent Ekmek İşçileri

Kent Ekmek Fabrikası’nda çalışan işçiler adına taraflar arasındaki toplusözleşme görüşmeleri 1 Temmuz itibarıyla başlamıştı. İşveren ilk görüşmede yüzde 7 zam oranı ile masaya oturmuş, bu rakamı en son yüzde 8’e kadar çıkarmıştı. Tek Gıda-İş Sendikası ise işçilerin ağır koşullarda ve tozlu ortamda çalıştığına dikkat çekerek ortalama yüzde 24’lere varan bir zam oranı talebinde bulunmuştu. Toplusözleşme görüşmelerinde tıkanma yaşanınca sendika Ağustos ayında grev kararı almıştı.

Talepleri yerine getirilene kadar greve devam edeceklerini belirten Tek Gıda-İş Genel Sekreteri Mustafa Akyürek, “hedefimiz elde edebileceğimiz en iyi noktaya ulaşmak ve üyelerimizin beklentilerini karşılayan bir aşamaya ulaşmaktır. Temennimiz işveren yetkililerinin çalışanlarının yaşam şartlarındaki zorlukları anlayıp, bir an önce uzlaşma noktasına gelmeleridir” dedi.

Kent Ekmek fabrikası günde 60 bin ekmek üretiyor ve bu ekmekler belediyeye ait 54 satış noktasında halka 65 kuruştan ulaştırılıyor.

(İşçi Gazetesi, 1 Kasım 2015)

“Hava toprak gibi gebe Hava kurşun gibi ağır”

Bu nedenle, Saray sakinine, Saray sakininin savaş senaryolarını planlayıp devreye sokan Fidan-Alâ ve ekibine, delilleri yok etmek, gizlemek için her gücü, yalanı ve hileyi kullananlara, açık ve net önerimizdir; Ankara Garı’nı yok edin, asfaltı, alt geçidi, Gar’ın bahçesini, Gar’dan Sıhhiye Meydanı’na giden yolu, Sıhhiye Meydanı’nı yok edin. Ve elbette daha başka şahitleri de. Şehrin hafızası vardır, ağaçları ile, parkları ile, asfaltı ile, demiryolu ile, garı ile, binaları ile, havası ile şehrin hafızası vardır. Ve unutmazlar.

Devletin yöneticileri, bürokrasisi, Saray’ın yerlisi, Başbakan ve diğerleri, bakanları, hepsi ama hepsi, Ankara Gar binası kadar vicdana, Ankara Gar binasının taşları kadar bir kalbe sahip değildir ve asla olamayacaklar.

Devletin de bir hafızası var. Ermeni soykırımı, tehcir hareketleri, Rumların sürgün edilmesi, Mustafa Suphi’lerin katliamı, Takrir-i Sukûn yasaları, Dersim katliamları, Tan Matbaası baskınları, 6-7 Eylül linçleri, faili meçhul cinayetler, köy boşaltmalar, dışkı yedirmeler, işkenceler, Maraş katliamları, Çorum ve Sivas, 1 Mayıs 1977, 16 Mart katliamı, arkası kesilmeyen faili meçhuller, Roboski, Diyarbakır, Suruç ve nihayet Ankara katliamları. Tüm bunlar bu hafızadadır. Ve tüm bu cinayetlerde, devlet refleksi, ortadadır. Baştan aşağıya suça bulaşmış bir yapı, her zaman suçları örtmeye, suçluları korumaya çalışmaktadır. Esrar, eroin çeteleri ile iç içe mafya çeteleri, bunların devlet (ordusu, polisi, hukuku vb. ile) ile iç içe geçmesi, tüm bunlarla birleşen medya ve tekelci sermaye, bu suç şebekesinin kendisidir. Bu nedenle, bu kirli tarihi hem yaşatırlar, hem de halktan gizlemeye çalışırlar.

Ankara Garı’nın önünde, 100’den fazla kişiyi öldüren, onlarcasını sakat bırakan, yüzlercesini yaralayan bombaları atanlar, devletin hafızasına güveniyorlar, devletin suçları örtme yeteneğine inanıyorlar ve elbette halkın çaresizliğine umut bağlıyorlar, halkın hafızasının zayıflığına inanıyorlar.
Gerçekten de örgütlü olmayan halkın, hafızası zayıftır. Ezilenler, sömürülenler, işçiler emekçiler eğer örgütlü değillerse, hafızaları da zayıf olur.

Bu nedenle, çekinmeden söylemeliyiz ki; hava kurşun gibi ağırdır.

Ama Ankara Garı, Ankara şehri artık şahittir. Nasıl kanıtları, nasıl tetikçileri yok ediyorsanız, bunları da yok edin. Artık hesabınız, sınırı aşmıştır.

Ve elbette, hava toprak gibi gebedir. Ve saldırının ardında bu gebe durumunun egemenlerde, Erdoğan ve takımında, devlette yarattığı korku yatmaktadır.
Korktukları için bu denli vahşice saldırıyorlar.

Kendi korkularını, halklara bulaştırmak istiyorlar.

Erdoğan-AK Parti hükümeti-devlet, biz bunların üçünü artık bir arada sayıyoruz; kendileri kendilerini ayırana kadar da böyledir. Hepsinin yerine geçmek üzere sadece Erdoğan, sadece devlet, sadece AK Parti diyebiliriz. Ama mutlaka üçünü bir arada görmek gerekiyor. Bugün için bu şarttır.

Kara Cumartesi’nin faili bellidir, bu üçlüdür.

Biz, katili tanıyoruz. Herkes tanıyor. Diyarbakır’dan tanıyoruz, Suruç’tan tanıyoruz. Roboski’den tanıyoruz, Gezi’den tanıyoruz.

Şimdi soru şudur; neden bu vahşice saldırıları devreye sokuyorlar? Neden ardı ardına saldırılar yapıyorlar ve nereye varmak istiyorlar?

Bu sorunun yanıtı açıktır, ama biraz açarak ilerleyelim. Birçok uzman, bu konuda fikirler ortaya koyuyor. Ortaya konan fikirler gruplandırılırsa, iki analiz ortaya çıkıyor. Her ikisi de iktidar-devlet çevrelerince dillendirilmektedir. İlki şöyledir: Bu saldırı, devletimize-milletimize dönük bir hain saldırıdır.
İkincisi, bu saldırı, kaos çıkarmak için yapılmaktadır.

Devlete ve millete saldırı derken, aslında, devlete demek istiyorlar. Buraya milleti, bilerek katıyorlar ki, ikna edici olsun.

Şöyle soralım; devlete saldırmak isteyenler, neden gelip de Barış Mitingi’ne saldırıyorlar?

Devlete saldırmak isteyenler, neden, uzunca bir süredir, devrimcilere, halka, devlete muhalif güçlere saldırıyorlar? Ağrı, Suruç, Diyarbakır, Adana-Mersin gibi saldırılarla, Ankara Kara Cumartesisi neden aynı sürece rastlıyor?

Açalım: Devlete saldıranlar, elbette hiçbir biçimde istemeyiz, onaylamayız ama, mesela AK Parti mitingine gidenlere saldırsalardı, acaba, devlete saldırmak adına daha etkili sonuçlar elde etmiş olmazlar mı idi? Acaba, neden Rize’deki Sedat Peker mitingine saldırı olmaz? Oysa tam da kan dökmekten söz etmektedir, oluk oluk…

Devlete saldırıyorlarsa, neden bombalamanın hemen ardından, Diyarbakır’da olduğu gibi, Suruç’ta olduğu gibi, Ankara’da olduğu gibi, devlet güçleri hemen gelip ölenlerin yakınlarına, kitleye gazlarla, tazyikli sularla saldırıyorlar ve neden saldırıların ardından, devrimcilere dönük tutuklamalar devreye sokuluyor?
Öyle ya, güvenlik güçleri, ölüleri olan, yaraları olan kitlenin anlık tepkisi ne olursa olsun, onlara gaz sıkmamak, onlara cop vurmamak, yaralılara yardım etmek gibi bir tutum alamaz mı? Mesela Ankara Garı’nda, üç adet trafik polisi aracı, neden hemen ambulans gibi devreye sokulmaz?

Neden, mesela Suruç’ta, dava dosyası kapatılmaya çalışılır? Neden mesela Diyarbakır bombalamasının soruşturması hemen yapılmaz?

Biraz da bakışımızı değiştirelim; diyelim ki, devleti hedef alan bir saldırı olsa idi, sıradan kalabalıklara saldırmayı seçmezler miydi? HSBC, sinagog saldırlarını hatırlayalım.

Diyelim ki, devleti hedef alıyorlar, peki, bu IŞİD ise, devleti neden hedef alıyor? Mesela daha fazla silâh tedarik edilmesi için mi, mesela kimyasal silâh alabilmek için mi, mesela daha fazla eğit-donat almak için mi, mesela daha fazla para almak için mi?

Yok eğer, IŞİD devleti hedef almıyorsa, devleti, mesela başka bir istihbarat teşkilâtı hedef alıyorsa, bu durumda siz IŞİD’i “Kobanê düştü düşecek” tarzı ile neden desteklediniz? Bu işin içinde başka devletler varsa, bu savaş ilanı mı demektir?

İkincisine geçelim: Diyorlar ki, kaos çıkarmak için. Bu elbette boş bir söz gibi duruyor. Mesela kaos çıkarmak denildi mi, acaba, Ağrı’daki provokasyon da bu kaos içinde ele alınabilir mi, acaba HDP binalarının yakılıp yıkılması, devrimci örgütlere devlet ya da sivil güçlerin saldırıları, Cizre’yi ablukaya almak bunun içinde midir?

Öyle ise, kaosu kim çıkarıyor?

Devletin bizzat kendisi mi? Bu bombalamaları başkası yapıyorsa, onlar da devletin bizzat yürüttüğü kaos çıkarma operasyonunun birer ortağı mıdır?
Şimdi, bizim, biz devrimcilerin, halkın açıklamasına gelelim.

Bu, halka karşı bir saldırıdır.

Bu saldırının faili, direkt ya da dolaylı, devlettir.

Saldırının “faillerini” bulmayacaklardır.

Kanıtımız açıktır: Devlet güçleri, alana geldiklerinde, tıpkı Diyarbakır’daki gibi, tıpkı Suruç’taki gibi, doğrudan yaralılara, ölülerinin başında bulunanlara, halka gaz ve tazyikli su ile saldırmışlardır. Bu kanıttır. Bu, saldırının devlete yapılmadığını, devlet güçlerinin bunu böyle algılamadığını göstermektedir.

Kanıtımız açıktır, hemen olayla ilgili soruşturmaya yayın yasağı getirilmiş, dosya, diğer olaylarda olduğu gibi gizlilik arkasına saklanmaya başlatılmıştır.
Hemen olayın üzeri örtülmek için, delillerin kimlere ulaştığını engellemek için önlemler alınmıştır. Mesela, IŞİD bu saldırıyı yapmış ise, MİT’in, devletin diğer kurumlarının bunda katkısı yok mudur? Acaba zırhlı aracın arkasında sürüklenen cesedin video görüntülerini yayınlamak, bir IŞİD tarzı mıdır?
Acaba, hemen bir “intihar saldırısı” üzerine yönelinirken, başka şeyler mi gizlenmektedir? Acaba, uzaktan kumada ile bir kişinin sırtındaki çanta mı patlatılmıştır? Canlı bomba, eğer IŞİD’li ise, bu IŞİD ile devlet birimleri arasında bir işbirliğine işaret değil midir? Acaba, IŞİD için, “öfkeli gençler” tanımlaması bir duygusal derinliği mi içerir?

Ankara saldırısı, Ankara Garı’ndaki canlı bomba, Kara Cumartesi, gerçekte, Saray’ın, aynı anlama gelmek üzere devletin, aynı anlama gelmek üzere AK Parti iktidarının, halka karşı açtığı savaşın bir parçasıdır.

Bu savaşın birçok örneği var ve süreklilik içindedir. Roboski nedir? Bu savaşın bir parçasıdır. Gezi Direnişi’ne karşı savaş, halka açılmış savaşın en açık kanıtıdır. Devrimcilere karşı savaş halka karşı savaşın bir parçasıdır. Soma’daki katliam ve bu konuda devletin en üst düzeyde aldığı tutum, halka karşı açılmış savaşın bir parçasıdır. Ağrı’da, Efkan Alâ eli ile planlanan saldırı, halka karşı bir saldırıdır ve amacı “savaş çıkarmak”tır. HDP binalarının bombalanması, HDP binalarının yakılması vb. bu savaşın bir parçasıdır. Diyarbakır bombalaması halka karşı savaşın bir yeni aşamasıdır. Suruç saldırısı, halka karşı saldırının bir yeni aşamasıdır. ve nihayet Ankara’daki saldırı, bir başka saldırıdır.

Devletin, Saray’ın, hükümetin, halka karşı saldırısıdır.

Peki bu saldırı nedendir?

Bu saldırı, Saray’ın, devletin, hükümetin, yeni bir karşı-devrim saldırısıdır. Hem Kürt devrimini bastırmak, hem Gezi ile birlikte, 12 Eylül 1980’den bu yana ilk büyük kalkışını gerçekleştiren halk hareketini bastırmak, Kürt devrimine karşı devlet eli ile yaratılan milliyetçi duvarların yıkılmaya başlamasını durdurmak. Saldırının amacı budur. Saldırının amacı, halkların uyanışını, gelişen devrimi bastırmaktır.

Erdoğan, kendi “ideal” iktidarı için, elinde olan tüm devlet gücünü, hiçbir hukuk tanımaksızın kullanmaktadır. Bu nedenle bu saldırı, onun için çok uygundur. Devlet, ister Erdoğan’a bağlı, ister diğer kadroları olsun, bu saldırıyı her yolla desteklemektedir. Nihayetinde devrimci kanı dökmek, işçi kanı dökmek, emekçi kanı dökmek, genç kanı dökmek, devletin her kanadı için uygundur. Bu nedenle, eski Ergenekonculara yaklaşmaya çalışan Erdoğan, arka planda saldırılar için alkış almaktadır elbette. Ve bu saldırılar, tek başına AK Parti iktidarı olanağı yaratır umuduyla, tüm AK Parti kadroları taarruza katılmaktadır. Kısacası, devlet çarkının tepeden tırnağa, bu savaş etrafında birleşmesi çok da olanaklıdır.

Bu savaş, terk edildi denilen eski yöntemlerin daha açık ve daha net devreye sokulduğu bir yeni savaştır. Bu savaş, faili meçhuller yerine, kitlelere dönük açık, faili belli saldırıların ortaya konduğu yeni bir savaştır.

Bu kitleye dönük saldırılar, sadece barış umutlarına dönük saldırılar değildir. Elbette barışı da hedef almaktadır. PKK’nin ateşkes ilan edeceğini ilan ettiği günden bir gün önce sahnelenmesi de boşuna değildir. Savaş hâlinin yaygınlaştırılacağı ve şiddetinin artırılacağı anlamına gelmektedir. Bu hukuk tanımaz bir savaştır ve açıktan, failler kendini gizlemeden saldırmaktadır. Saldırının bir hedefi de, kitlesel eylemlerin önlenmesidir. Kitlesel eylemler, halkların uyanışının arttığı, örgütlenmenin gelişmeye başladığı bugün, özellikle Batı’da son derece önemlidir. Devlet, doğrudan bu kitlesel eylemlere ve Ankara’da saldırarak, kitleleri korkutmayı amaçlamaktadır.

Devlet güçleri, bu saldırı ile, kendi korkusunu halklara bulaştırmak istemektedir.
Gerçekten de günler ağırdır, günler ölüm haberleri ile gelmektedir.

Bu bir boyun eğdirme saldırısıdır. Gezi Direnişi ile başını kaldıran kitlelere, işçi ve emekçilere, gençlere boyun eğdirme girişimidir. Bu, Kürt halkının özgürlük mücadelesine boyun eğdirme girişimidir. Bu, Kürt devriminin Batı’ya olan etkilerini yok etme girişimidir. Bir diz çöktürme operasyonudur.
Ama, bugün, ne yaparlarsa yapsınlar, istediklerine ulaşmaktan uzaktırlar. Halkların direnişi, sokaklara çıkışı sürmektedir.

Gezi Direnişi’nde gençleri öldürdüler ama Gezi daha da kökleşti. 7 Haziran öncesinde sayısız saldırı planladılar ama 7 Haziran’da barajları yıkıldı. Şimdi daha büyük saldırılar devreye sokuyorlar. Ve 10 Ekim’de patlayan bombaya rağmen, ülkenin her yanında halk, kitleler sokaklara çıktılar.

Hava, aynı zamanda, toprak gibi gebedir.

İşçi ve emekçilerin örgütlenmesi, devrimci örgütlenmenin gelişimi bu toprakta bir devrimi yükseltecektir. Toprak, devrime gebedir. Onun için bu denli korkakça, bu denli vahşice saldırıyorlar.

Şimdi, tüm devrimci enerjimizi, kitleleri örgütlemeye, daha ileri, daha sağlam örgütler yaratmaya vermeliyiz.

Çayeli Bakır İşletmesi İşçileri Greve Çıktı

Grev süreci başlatılırken işçiler adına açıklama yapan Maden İş Sendikası Sivas Şube Başkanı Zekeriya Gültekin, maden patronunun gelecek 3 yıl için sıfır zam teklifi üzerine greve çıktıklarını belirterek, geçmiş yıllarda yapılan grevlerin bazı girişimlerle kırıldığını hatırlattı. Bu grev için de bazı hesaplar yapıldığını belirten Gültekin, “Kim ne hesap yaparsa yapsın bu hesapların hepsini tersine çevireceğiz ve bu grevden başarılı çıkacağız” dedi.

İşletmenin tamamı Kanadalı şirkete ait

Rize Çayeli ilçesinin Madenli Beldesinde faaliyet gösteren Çayeli Bakır İşletmeleri 7 Temmuz 1983 tarihinde kuruldu.

Kuruluşunda, hisselerinin yüzde 45’i devlete ait Eti Maden İşletmeleri genel müdürlüğüne, yüzde 49’u Kanada’lı İnmet Mining Co. şirketine, yüzde 6’sı ise Gama AŞ’ye ait idi.

Kanada Şirketi, 2001 yılında Gama hisselerini, 2004 yılında ise özelleştirme kapsamında devlete ait hisseleri satın alarak işletmenin tek sahibi oldu.

Yılda 1 milyon ton cevher üretme ve işleme kapasitesine sahip işletmede ortalama 150 bin ton (yüzde 25 tenörlü) Bakır ve 70 bin ton (yüzde 50 tenörlü) Çinko konsantresi üretiliyor.

Yeraltı metal madenciliği sektöründe ülkenin en büyük tesisi olan işletmede 320’si sendikalı 475 ana şirket işçisi, 100 dolayında da müteahhit şirketlerde çalışan taşeron işçi bulunuyor.

(İşçi Gazetesi, 3 Kasım 2015)

Cenaze törenlerinden…

 

TEKİN ASLAN

Ankara’daki saldırıda hayatını kaybeden İnşaat-İş Sendikası Yürütme Kurulu üyesi Tekin Aslan’ın cenazesi Kartal Cemevi’nde binlerce kişinin katılımıyla toprağa verildi.

İki çocuk babası olan Aslan’ın beraber direndiği inşaat işçilerinin baretleriyle katıldığı cenaze töreninde binler “Sözümüz size devrim olacak” diye haykırdı. Aslan’ın cenaze törenine, HDP Eşbakanı Selahattin Demirtaş, HDP Milletvekili adayı Turgut Öker, CHP Milletvekili adayı İlhan Cihaner’in yanısıra Alevi Dernekleri temsilciler ve çok sayıda demokratik kitle örgütü ve siyasi parti katıldı. Cemevinde yapılan törenden sonra, yoldaşları tarafından omuzlara alınan Tekin Aslan’ın cenazesi kitlesel bir yürüyüşle anmanın yapılacağı Kartal Meydanı’na getirildi. Cenazenin getirildiği Kartal Meydanı’nda anmaya katılan HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş “onlar öldürdükçe biz çoğalacağız, dimdik ayakta duracağız ve şehti olan yoldaşlarıma verdiğimiz barış ve özgürlük sözünü yerine getirene kadar yılmayacağız. Hep birlikte direneceğiz” dedi.Tekin Aslan binlerce kişinin sloganları eşliğinde Aydınlıkköy mezarlığında toprağa verildi.

FATMA ESEN

Fatma Esen’in cenazesi Fatih Kadınlar Pazarı’nda yapılan anmanın ardından Gazi Cemevi’ne getirildi. Cemevinde saat 14.00’da başlayan cenaze töreni için binlerce kişi toplandı. Cemevinde yapılan törenin ardından yürüyüşle Gazi Mezarlığına götürülen Fatma Esen’in tabutu kadınların omuzunda taşındı. Gazi mezarlığında yapılan törenle Fatma Esen sonsuzluğa uğurlandı. Fatma Esen’in kayınvalidesi 75 yaşındaki Perihan Esen, zafer işareti yaparak Türkçe ve Kürtçe ‘Artık yeter’ diye haykırarak katliama tepki gösterdi.

BİNALİ KORKMAZ

İstanbul Küçükçekmece’de Dicle Haber Ajansı Çukurova Büro Haber Şefi Rojda Korkmaz’ın babası Binali Korkmaz için Garip Dede Türbesi’nde saat 13.00’da tören düzenlendi. Binali Korkmaz’ı burada binlerce kişi karşılarken yapılan cenaze törenin ardından defnedilmek üzere mezarlığa doğru yürüyüş başladı. Cenaze, törenin ardından bir süre omuzlarda taşınarak, helallik alınması için evine götürüldü. Binali Korkmaz’ın cenazesi daha sonra Kanarya Mezarlığı’nda sloganlarla defnedildi.

DİCLE DELİ

İstanbul’da Dicle Deli’nin cenazesi, Silivrikapı Camii’nde düzenlenen DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin katıldığı törenin ardından saat 14.00’da mezarlığa doğru yola çıkarıldı. Dicle’nin tabutu yürüyüş boyunca kadınların omuzundan inmedi. Cenaze Silivrikapı mezarlığına getirildi. Yürüyüşte kadınlar ‘Barışı katleden AKP, kadınlara hesap verecek’ pankartını taşırken Dicle’yi binlerce kişi sonsuzluğa uğurlandı.

TAYFUN BENOL

Ankara katliamında hayatını kaybeden Tayfun Benol’un cenazesini 13:00’da Karacaahmet Şakirin Camii’ne getirildi. Camide düzenlenen törenin ardından Maltepe Başıbüyük Mezarlığı’nda defnedilmek üzere buradan uğurlandı. Politika Gazetesi Yazı işleri Müdürü olan Tayfın Benol’un cenaze törenine yüzler katılırken katliama öfke büyüktü. Başıbüyük Mezarlığında saat 14.30’da defnedilen Tayfun Benol sloganlarla ışıklara uğurlandı.

GÜNEY DOĞAN

Ankara katliamında yaşamını yitiren İTÜ’lü Güney Doğan Taşdelen için Cemevi’nde cenaze töreni düzenlendi. Ailesinin evine vedalaşmak için götürülen Doğan, ardından yoldaşlarının omuzlarında Valide Sultan Mezarlığı’na taşındı. “Katilleri tanıyoruz, hesabını soracağız”, “Katilleri tanıyoruz, inadına barış”, “Yasamızda kan, barut, ateş, ölüm yok; özgürlük ve kardeşlik var” pankartının açıldığı ve binlerce kişinin katıldığı yürüyüşte, sık sık, “Şehid namirin”, “Katil devlet hesap verecek” sloganları atıldı. Doğan’ın cenazesi, “Çerxa şoreşe” marşı eşliğinde defnedildi. Doğan’ın yoldaşları, mezarına kırmızı karanfiller bırakarak, katliamın hesabını soracaklarının sözünü verdi.

VAHDETTİN ÖZKAN, SELİM ÖRS, AHMET KATURMAN, AZİZE ONAT, CUMALİ AVŞAR

Ankara’daki barış mitinginde katledilen Azize Onat, Selim Örs, Ahmet Katurman, Vahdettin Özgan, Cemal Afşar’ı uğurlamak amacıyla binlerce kişi Ümraniye’de bulunan Yavuz Selim Camii’nde bir araya geldi. Cenaze töreninde “Katil devlet hesap verecek”, “Katil Erdoğan” sloganları atıldı. Cenaze törenine HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, HDP İstanbul Milletvekili adayları, HDP İstanbul İl Eş Başkanı Cesim Soylu, EHP Genel Başkanı Sibel Uzun, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, CHP İstanbul milletvekilleri Mahmut Tanal ve Oğuz Kaan Salıcı, Barış Anneleri katıldı. Camiye giriş sırasında HDP’liler geçişler de üst araması yaptı. Cenazeler yeşil sarı kırmızı bayraklara sarılarak, “Şehid namirin” sloganıyla zafer işaretiyle uğurlandı.

AZİZE ONAT

Cenazeler, dini vecibelerinin yerine getirilmesinin ardından Ihlamurkuyu Mezarlığı’na defnedilmek üzere cenazeler yola çıktı. Azize Onat’ın tabutunu kadınlar “Jin jiyan azadi”sloganıyla taşıdı. Kitle ise Yavuz Selim Camii’ndeki cenaze törenin ardından HDP Dudullu İlçe teşkilatının önünde anma etkinliği düzenledi. Anmada “İnadına barış Ankara barış şehitleri ölümsüzdür” pankartı açılırken, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın posterleri taşındı.

Etkinlikte konuşan HDP İl Yönetiminden Rıza Taşdelen, “Patlatılan bomba mücadelemize düşen bombadır. Ama bizim serhıldanımız onları kanla boğacak” dedi. Katliamda yaşamını yitirenlerin mücadelesine sahip çıkarak barış şehitlerini yaşatacaklarını söyleyen Rıza, “Onlara inat demokratik moderniteyi hayata geçireceğiz. Onları direnişimizle yaşatacağız” dedi. Yapılan anmanın ardından 5 barış şehidi Ümraniye’de bulunan Ihlamurkuyu Mezarlığı’na defnedildi.

BERNA KOÇ

Berna Koç’un cenazesi Konak Halkevi’nde, Ertuğrul Kürkçü, Müslüm Doğan ve Musa Çam’ın da katılımıyla yapılan etkinliğin ardından kadınların omuzları üzerinde Doğançay’a uğurlandı. Cenazenin yola çıkışı esnasında kitlenin önünü kesen polis yürüyüş yapılamayacağını söylediyse de kitle hiç durmadan caddeye çıkarak yürüyüşe devam etti. Konak’tan binilen otobüslerle Doğançay’a götürülen cenaze orada Ayşe Deniz’in cenazesiyle birlikte defnedildi.

RESUL YANAR

Manisa Saruhanlı ilçesinden inşaat işçisi Resul Yanar evli ve dört çocuk babasıydı. Cenazesi 11 Ekim’de Manisa’da toprağa verildi.

Resul Yanar’ın babası Cafer Yanar, “Biz barı? i?in ba??r?yoruz, ?a??r?yoruz. Ne diyeyim, yalvar?yoruz. Pe?imizi yine b?rakm?yorlar yine b?rakm?yorlar. Ne yapaca??z. Biz bar?? istiyoruz, sava? istemiyoruz. Sava?tan kimse bir ?ey anlamaz ki. Kimsenin k?r? yoktur. Bar??tan, karde?likten g?zel ne var? dedi.

ş için bağırıyoruz, çağırıyoruz. Ne diyeyim, yalvarıyoruz. Peşimizi yine bırakmıyorlar yine bırakmıyorlar. Ne yapacağız. Biz barış istiyoruz, savaş istemiyoruz. Savaştan kimse bir şey anlamaz ki. Kimsenin kârı yoktur. Barıştan, kardeşlikten güzel ne var” dedi.

AHMET KHALDİ

Filistinli Ahmet Khaldi’nin cenazesi Adli Tıp Kurumu’ndan alınarak Filistin’e gönderildi. Filistin’e gönderilmek için hazırlanan cenazeyi Adli Tıp Kurumu önünde toplanan Halkevleri üyeleri yolcu etti. Ahmet’in fotoğraflarını taşıyan kitle, cenaze ara-

 

cına Adli Tıp’ın otoparkına kadar eşlik etti. Cenaze burada araçtan indirilip kurulan masaların üzerine konuldu.

Yapılan törenin ardından atılan sloganlar eşliğinde cenaze, omuzlara alınıp cenaze aracına taşındı. Cenaze aracı daha sonra yine sloganlar eşliğinde Esenboğa Havalimanı’na doğru yola çıktı.

Cenaze buradan hava yoluyla ailesinin bulunduğu Filistin’e gönderildi.

SERDAR BEN

Serdar Ben’i uğurlamak için sabah erken saatlerden itibaren Gazi Cemevi önünde toplanma başladı. Mahallenin bi çok yerinde “Unutmayız, Uzlaşmayız, Affetmeyiz” yazılı pankartlar ve katliamda Serdan Ben ile birlikte hayatını kaybeden İnşaat iş Sendikası üyelerinin fotoğrafları asıldı.

Alınteri pankartı, İnşaat İş sendikası da katliamda yitirdiği yoldaşlarının fotoğrafının olduğu “Katillerden Hesabı Emekçiler Soracak” yazılı pankart ve “Amed, Suruç, Ankara Katilleri Tanıyoruz. İnadına Barış” yazılı HDP, HDK, Halkevleri, ESP, Kaldıraç, SYKP, EMEP, DHF, Devrimci Parti, Partizan, TÖP-G, Sokak, Barış Bloku, Gazi Esnafı ve Gazi Halkı imzalı pankart açıldı.

Serdar’ın tabutu kızıl bayrakla örtülürken üzerine baret konuldu. Yürüyüşte sık sık “Serdar Yoldaş Onurumuzdur”, “Bedel ödedik bedel ödeteceğiz”, “Kadil IŞİD, İşbirlikçi AKP”, “Katillerden hesabı emekçiler soracak” sloganları atıldı.

Mezarlığa ulaşıldığında Adnan Yücel’in Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek şiiri okundu.

Serdar Ben’in bedeni bombalı saldırıda parçalandığı için tabut ile gömülürken, ağıtlar yakan aile üyelerinden fenalaşanlar oldu. Ben’in tabutu üzeri ve ardından mezarı kırmızı karanfillerle örtüldü.

 

ATA ÖNDER ATABAY

Atabey için Malatya’nın Hekimhan ilçesinde cenaze töreni düzenlendi.

Atabey’in kızıl bayrağa sarılı tabutuna, Eğitim-Sen ve Beşiktaş taraftar grubu Halkın Takımı flamasına konuldu. Malatya sokaklarında slogan ve yürüyüşlerle toplanan kitle, “Barış Şehidimiz Ata Önder Atabay’ı unutmayacağız” yazılı pankart ve Atabay’ın fotoğraflarını taşıdı. Atabay’ın cenazesi ailesi, arkadaşları ve yakınlarının omuzlarında Hekimhan ilçesindeki Köprülü Mehmet Paşa Camisi’ne kadar taşındı. Atabay’ın cenazesi, kılınan namazın ardından Karadere Mahallesi Mezarlığı’nda toprağa verildi.

MESUT MAK ve ADİL GÜR

Emek Partisi (EMEP) üyeleri Mesut Mak ve Adil Gür, Dersim’de yapılan anma töreninde 20 bin kişinin katılımıyla defnedildi.

Cenaze törenine, sağlık emekçileri hastane önünden yürüyerek katıldı, esnaf kepenk kapattı, öğrenciler de dersleri boykot etti. Sık sık “Faşizme ölüm halka hürriyet”, “Saray savaş, halklar barış istiyor”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür” sloganlarının atıldığı anma, Mesut Mak ve Adil Gür şahsında yaşamını yitirenlere saygı duruşu ile başladı.

Anmada konuşan HDP Dersim Milletvekili Edibe Şahin de, “Ne zaman halklar, kimlikler, işçiler, emekçiler bir araya geldiğinde mutlaka büyük katliamlar ile cevap veriliyor” dedi.

Anmanın ardından, cenaze cemevine götürüldü. Oradan da Dersim Merkez Atatürk Mahallesinde bulunan Belediye Mezarlığına defnedildiler.

SARIGÜL TÜYLÜ

Sarıgül Tüylü için Kağıthane Cemevi’nde tören yapıldı. Nakil aracıyla cemevi bahçesine getirilen cenaze kadınların omuzlarında taşınırken, bazı esnaf da katliamı protesto için kepenk açmadı. Siyah bezlerin asılı olduğu cemevindeki törene binlerce kişi katıldı. Cenaze cemevine getirilirken binlerce kişi, “Katil devlet hesap verecek”, “Jin jiyan azadi”, “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları attı. Cemevindeki törenin ardından mahallede yapılan yürüyüşle cenaze, Ayazağa Mezarlığı’nda defnedildi.

KORKMAZ TEDİK, SEVGİ ÖZTEKİN ve UYGAR COŞKUN

EMEP Genel Yönetim Kurulu ve Ege Bölge Komitesi Üyesi Korkmaz Tedik ile Sevgi Öztekin ve Uygar Coşkun binlerce kişi tarafından Karşıyaka Mezarlığı’nda sonsuzluğa uğurlandı. Binlerce kişinin katıldığı cenaze töreninde, “Anaların öfkesi katilleri boğacak”, “Katil Erdoğan halka hesap verecek”, “Saray’ın savaşı, anaların gözyaşı” sloganları atıldı.

Törene EMEP Genel Başkanı Sema Gürkan, HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile HDP milletvekilleri de katıldı.

FEVZİ SERT

Hatay’ın İskenderun ilçesinde Devlet Demiryolları’nda çalışan evli 3 çocuk babası işçi 45 yaşındaki Fevzi Sert’in cenazesi, otopsinin ardından teslim edildiği yakınları tarafından Adana’nın Kozan ilçesine bağlı, Ayşehoca Mahallesi’ne getirildi. Bir süre omuzlarda taşınan Fevzi Sert’in cenazesi, ambulansa konulmak istendi. Ancak yolun çamurlu olması nedeniyle cenaze, traktörün arkasındaki römorka konuldu. Fevzi Sert, götürüldüğü mahalle mezarlığında gözyaşları arasında toprağa verildi

METİN KÜRKLÜ

Saldırıda doğum gününde hayatını kaybeden işçi emeklisi Metin Kürklü (53) memleketi Amasya’nın Merzifon ilçesinde defnedildi. Evli ve 3 çocuk babası Kürklü’nün cenazesi Kara Mustafa Paşa Camii’nde öğlen namazının ardından kılınan cenaze namazı sonrası ilçe mezarlığına defnedildi. Ağabeyi ile olayın sabahı telefonda görüştüğünü anlatan Çetin Kürklü, “Doğum gününde vefat etti. Sabah sekiz buçukta aradım kendisini. Doğum gününü kutladım. Öğlen 12’de cenazesini almaya gittim” dedi.

HAKAN AKALIN

Amasya Lisesi felsefe öğretmeni evli ve bir çocuk babası Hakan Akalın ise, Şirvanlı Camii’nde ikindi namazının ardından kılınan cenaze namazı sonrası Tekirdede Mezarlığı’nda toprağa verildi. Akalın’ın, mitinge gitmeden önce sosyal paylaşım sitesindeki sayfasında “Gel demekle gelmiyor. Umut edip beklemek acizlere göre. Kaçıp saklanacak vakit değil. Sevgi emek ister ya. Emek ve huzur için de emek. Ankara’daymış barışı, alıp gelmek gerek. Ben gidiyorum kalanlara selam olsun. Getirebilirsem barışı kızıma sefa olsun” mesajını paylaştığı öğrenildi.

GÖKHAN AKMAN

Emek Gençliği üyesi Gökhan Akman, memleketi Denizli’nin Kızılkaya Mahallesi’nde toprağa verildi. Cenaze törenine katılmak isteyen kitlenin yolunu kesen jandarma ekipleri nüfus cüzdanlarını topladı. Tören için Uşak’tan gelen üniversite öğrencilerine ve Denizli’den gelmek isteyen lise arkadaşlarına da izin verilmedi.

 

CANBERK BAKIŞ

CHP Gençlik Kolları üyeleri Canberk Bakış ve Eren Akın ile KESK üyesi Kasım Botur, Malatya’da toprağa verildi. Bakış’ın cenazesi, sabah saatlerinde Malatya Erhaç Havalimanı’ndan alınarak Battalgazi ilçesi Beydağı Mahallesi’ndeki ailesinin evine götürüldü. Evin önünde ailesi ve yakınları göz yaşı dökerken, Canberk Bakış’ın kardeşi Berivan Bakış, “Çık oradan kardeşim, orası sana yakışmıyor” diye ağıt yaktı. Bakış’ın bu yıl Adnan Menderes Üniversitesi Nazilli İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandığı, mitinge de öğrenim gördüğü Aydın’dan gittiği öğrenildi.

EREN AKIN

CHP Malatya İl Gençlik Kolları üyesi Eren Akın ise Malatya Şehir Mezarlığı’nda düzenlenen törenle son yolculuğuna uğurlandı. Törene, çok sayıda yurttaşın yanı sıra, HDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Akdoğan, HDP Malatya Milletvekili Adayı Aydın Erdoğan, CHP Milletvekili Adayı Eren Aslanoğlu ve Berna Karadaş katıldı. Törene katılan kitle öfkesini, “Gün gelecek devran dönecek, AKP halka hesap verecek” ve “Katil AKP” sloganlarıyla dile getirdi.

KASIM BOTUR

Malatya Şehir Mezarlığı’nda toprağa verilen bir başka isim de Eski Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası Malatya Şubesi Başkanı Kasım Botur’du. Botur’un cenaze törenine, sivil toplum örgütleri temsilcileri, HDP, ESP, EMEP, ÖDP, DBP, Eğitim Sen, SES, BTS üye ve yöneticilerin bulunduğu yüzlerce kişi katıldı.

ALİ DENİZ UZATMAZ

Antep Emek Gençliği yöneticisi Ali Deniz Uzatmaz’ın cenazesi de memleketi Maraş’ın Narlı İlçesi’ndeki cemevinde yapılan cenaze töreninin ardından toprağa verildi. Binlerce kişinin katıldığı cenaze töreni öncesinde, Uzatmaz’ın annesi oğlunun fotoğraflarını öperek, ağıtlar yaktı. Babası ise “Bu benim koçerom. Dik durun ağlamayın. O gökte bir yıldız evimizi anlatacak” dedi. Tören öncesi sık sık “Deniz Uzatmaz ölümsüzdür”, “Katil devlet hesap verecek”, “Anaları öfkesi katillerden hesap soracak”, “devrim şehitleri ölümsüzdür”, “Faşizme ölüm halka hürriyet”, “faşizme karşı omuz omuza” sloganları atıldı.

NİZAMETTİN BAĞIŞLAR

Nizamettin Bağışlar Manisa’nın Saruhanlı ilçesine bağlı Mütevelli köyünde toprağa verildi. Defin işlemlerinin ardından konuşan ve kendisi de Ankara mitingine giden kardeşi Nevzat Bağışçılar, “Vahşi katiller tarafından katledildik. Benim kardeşim toplumsal bir mücadelede yaşamını yitirdi. Bu nedenle ağabeyim topluma, Kürdistan’a mal oldu. Bizlerin ve tüm Kürdistan’ın şehididir. Anılarına bağlı kalacağımıza söz veriyoruz” dedi.

ORHAN IŞIKTAŞ

Selçuk Üniversitesi Lojistik Bölümü 3. sınıf öğrencisi Orhan Işıktaş, Tarsus Doğu gişelerinde yüzlerce araçlık konvoyla karşılanarak Zübeyir Köyü Mezarlığı’nda toprağa verildi. Tarsus’a bağlı Çayboyu Mahallesi’ne getirilen cenaze ilk olarak evine götürüldü. Ardından cenaze omuzlara alınarak, mahalle mezarlığına getirildi. “Ankara katliamı barış yürüyüşümüzü engellemeyecek” pankartı taşınan yürüyüşte, sık sık “Katil AKP”, “Katil Erdoğan” ve “Şehit namırin” sloganları atıldı.

GAZİ GÜNAY

3 çocuk babası Gazi Güray’ın cenazesi Mersin Cemevi’ne getirildi. Güray’ın aile fertleri, yakınları ve çok sayıda kişi, cemevinde düzenlenen cenaze törenine katıldı. Gazi Güray’ın cenazesi memleketi Tunceli’nin Mazgirt İlçesi’ne götürülerek Kayacık  Köyü’ndeki aile mezarlığında toprağa verildi.

ERSİN ADSIZ

Emek Partisi Çanakkale İl Başkanı Ersin Adsız, Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde toprağa verildi. Adsız’ın cenaze töreni Emek Partisi Çanakkale ve Tekirdağ il başkanlıklarının katılımıyla Merkez Garaj Camii’nde yapıldı. Adsız’ın kızı İpek Adsız “Baba sen güçlü bir adamdın. Bizi bırakma” diyerek babasının tabutu başında gözyaşı döktü. Kılınan cenaze namazının ardından Ercan Adsız’ın cenazesi evine götürüldü. Burada alınan helalliğin ardından Adsız toprağa verildi. Cenaze törenine CHP Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü, Çorlu Belediye Başkanı Ünal Baysan, ailenin yakınları ve çok sayıda kişi katıldı.

UYGAR COŞGUN

Saldırıda hayatını kaybeden Ankara Barosu avukatlarından Uygar Coşgun, Ankara Batıkent Cemevi’nde düzenlenen törenin ardından Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi. Cemevi’ndeki törene binlerce yurttaşın yanı sıra CHP Milletvekili Şafak Pavey, CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyizoğlu, ÖHD, ÇHD ve İHD’li avukatlar katıldı. Cenaze törenine ayrıca, “Okulu boykot ediyoruz” yazılı pankart açan ve siyah kıyafet giyen lise öğrencileri de katılım gösterdi. Tabut üzerine konulan avukat cübbesi ile son yolculuğuna uğurlanan Uygar’ı uğurlamaya gelenler tek bir ağızdan “Katil devlet hesap verecek” sloganı attı.

NECLA DURAN

Antakya’da Necla Duran’ın, gelinlik örtülmüş tabutu, Türkçe, Kürtçe ve Arapça ağıtlarla, sloganlarla zılgıtlarla uğurlandı. Cenazesini alırken annesinin “gelinimizin cenazesine hoş geldiniz” diye ağıtlar yakması yürekleri dağladı.

VEDAT ERKAN

19 yaşındaki Vedat Erkan, memleketi Siirt’in Baykan (Hawêl) ilçesine bağlı Çelikli (Baqinê) köyünde son yolculuğuna uğurlandı. Patlamada yaralandıktan sonra hastaneye kaldırılarak yoğun bakıma alınan Vedat, tüm müdahalelere rağmen yaşamını yitirmişti. Deveyokuşu Camii’nde yıkanan ve namazı kılınan cenaze, daha sonra onlarca araçtan oluşan konvoy eşliğinde defnedilmek üzere köyü Çelikli’ye (Baqinê) doğru yola çıktı. Köyün girişinde “Şehîd namirin” sloganlarıyla karşılanan cenaze, köy mezarlığına kadar omuzlarda taşındı. Vedat toprağa verilirken babası,”Oğlum tüm halkımızın, barış isteyen herkesin şehididir. Bu yolda çok bedeller ödendi, biz işte böyle bir durumdayız” diye konuştu.

EMİNE ERCAN

EMEP üyesi Emine Ercan, Çorum B.Divan Köyü’nde sonsuzluğa uğurlandı.

ALİ KİTAPÇI

Anarşi İnisiyatifi’nden Ali Kitapçı, Karşıyaka Mezarlığı’nda sonsuzluğa uğurlandı.

GÖKMEN DALMAÇ

Emek Partisi İstanbul Beyoğlu ilçe yöneticisi ve Devrimci Trabzonsporlular üyesi Gökmen Dalmaç Trabzon’da son yolculuğuna uğurlandı.

RIDVAN AKGÜL

Rıdvan Akgül TCDD Adana Müdürlüğü çalışanı ve BTS üyesiydi. Cenazesi 11 Ekim’de Siirt’te defnedildi.

HACI KIVRAK

Adana BTS üyesi Hacı Kıvrak 25 yıldır TCDD’de çalışıyordu. Kıvrak’ın cenazesi 11 Ekim’de Yozgat’ın Aydıncık ilçesi Üzümlük köyünde toprağa verildi.

BİLGEN PARLAK

45 yaşındaki BTS üyesi Bilgen Parlak’ın cenazesi, memleketi Kâhta’da toprağa verildi.

………………………

 

İzmir Kent Ekmek işçileri

Kent Ekmek Fabrikası’nda çalışan işçiler adına taraflar arasındaki toplusözleşme görüşmeleri 1 Temmuz itibarıyla başlamıştı. İşveren ilk görüşmede yüzde 7 zam oranı ile masaya oturmuş, bu rakamı en son yüzde 8’e kadar çıkarmıştı. Tek Gıda-İş Sendikası ise işçilerin ağır koşullarda ve tozlu ortamda çalıştığına dikkat çekerek ortalama yüzde 24’lere varan bir zam oranı talebinde bulunmuştu. Toplusözleşme görüşmelerinde tıkanma yaşanınca sendika Ağustos ayında grev kararı almıştı.

Talepleri yerine getirilene kadar greve devam edeceklerini belirten Tek Gıda-İş Genel Sekreteri Mustafa Akyürek, “hedefimiz elde edebileceğimiz en iyi noktaya ulaşmak ve üyelerimizin beklentilerini karşılayan bir aşamaya ulaşmaktır. Temennimiz işveren yetkililerinin çalışanlarının yaşam şartlarındaki zorlukları anlayıp, bir an önce uzlaşma noktasına gelmeleridir” dedi.

Kent Ekmek fabrikası günde 60 bin ekmek üretiyor ve bu ekmekler belediyeye ait 54 satış noktasında halka 65 kuruştan ulaştırılıyor.

(İşçi Gazetesi, 1 Kasım 2015)

Perspektif

1 Mayıs 2025: Açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, savaşa ve katliamlara, devlet terörüne,...

2024 yılı 1 Mayıs’ından sonra, hemen herkes, “1 Mayıs alanı Taksim’dir,” dedi. Her 1 Mayıs’tan sonra bu söylenir. Kimisi, “nasılsa 1 Mayıs geçti ve...