Ana Sayfa Blog Sayfa 275

Haziran ayında en az 147 işçi işçi cinayetlerinde hayatını kaybetti

Yazılı, görsel, dijital basından takip edilerek, emek-meslek örgütlerinden gelen bilgiler ile işçiler, işçi yakınlarının bildirimleri ışığında tespit edilen bilgilerin toplanması ile oluşturulan rapora göre,  Haziran ayında 6’sı kadın 8’i çocuk 147 işçi yaşamını kaybetti. Kurum raporlarına göre 2015 ilk altı ayında işçi cinayetleri nedeniyle hayatını kaybeden işçi sayısı  en az 794 oldu.

İşçi cinayetlerinin en sık yaşandığı iş kolları yine tarım, inşaat, taşımacılık ve ticaret/büro işkolları oldu. Raporda ölümlerin en çok seyir halinde, ezilme/göçük ve düşme sonucu yaşandığı belirtilirken, ağır iş koşullarına bağlı kalp krizi ve baskı/borç nedeniyle intihar vakalarının da arttığı tespit edildi. İşçi cinayetlerinin en çok can aldığı illerin ise İzmir, İstanbul, Adana ve Antalya olduğu belirtiliyor.

İşçi Kanıyla Yapılan “Çılgın Projeler”

Ölümlerin tarım, inşaat, taşımacılık ve ticaret/büro işkollarında yoğunlaştığı görülürken, bu işkollarının “değişmeyen dörtlü” olduğu vurgulandı.

Raporda “AKP iktidarıyla beraber “çılgın projeler”in bir sonucu olarak inşaat işçilerinin ölümü arttı. Yine tarımda yıkımın hızlanmasıyla beraber özellikle yaz aylarında işkolundaki emekçi ölümleri sıçrama gösteriyor. Bu yağma ve talan düzeni geliştikçe ulaşım, lojistik sektörü de büyüyor ve özellikle uzunyol şoförleri arasında iş cinayetlerine yol açıyor. Yine kapsamı çok geniş olan 10 numaralı işkolunda yani eğitim, sağlık, büro, diyanet, sinema vb. emekçilerinin ölümleri öne çıkıyor.” ifadeleri kullanıldı.

Haziran ayında yaşamını yitiren 147 emekçiden 121’inin işçi, memur statüsünde çalışan ücretlilerden oluştuğu 26’sının çiftçi/küçük toprak sahibi ve esnaf gibi kendi nam ve hesabına çalışanlardan oluştuğu bildirildi.

Ağır Çalışma Koşullarına Bağlı Ölümler Arttı 

Ölüm nedenlerine bakıldığında, işçilerin en çok işe ulaşma/işten dönme sırasında seyir halinde, ezilme/göçük ve düşme sonucu hayatlarını kaybettikleri belirtiliyor.  Raporda son dönemlerde ağır çalışma koşulları nedeniyle kalp krizi ve baskı, işsizlik ve borçlanma nedeniyle intiharın da arttığı belirtiliyor.

Kadın İşçi Cinayetleri Gizleniyor 

İşçi cinayetlerinin yoğunlukla görüldüğü iş kollarında erkeklerin daha çok çalışması nedeniyle daha çok erkek işçilerin ölümüyle karşılaşıldığı belirtilirken, Haziran ayında 6 kadın işçinin öldüğü tespit edildi. Öte yandan, raporda kadın işçilerin cinayetinin ya saklandığı ya da kayıt dışı çalışmaları nedeniyle görünmez kılındığı da vurgulanıyor.

Eğitim ve Sosyal Güvenlik Sistemi Can Alıyor

Haziran ayında gerçekleşen işçi cinayetleri sonucu 18 yaş altında olan 8 çocuk işçi, 50 yaş üzerinde olan 47 yaşlı işçi yaşamını yitirdiği tespit edildi. Çocuk işçilerin sayısının bir milyon civarında olduğu ve arttığı belirtilirken, bunun temel sebebi olarak 4+4+4 modeline geçiş ve meslek liselerinin sanayinin ucuz işgücü kaynağı olması olarak belirtiliyor. Öte yandan emekli ya da emeklilik çağında çalışan 47 işçinin yaşamını yitirmesi de sosyal güvenlik sisteminin içinde bulunduğu durumu gösterdiği belirtiliyor.

Haziran ayında ölen işçilerden biri çocuk üçünün göçmen olduğu tespit edilirken, bu rakamın kadın iş cinayetlerinde olduğu gibi gizlenmiş rakamlar olduğuna vurgu yapılması gerekiyor.

Haziran ayında işçi cinayetleri ile can kaybının en çok yaşandığı şehir İzmir. 9 işçinin yaşamını yitirdiği İzmir’i, İstanbul, Adana ve Antalya takip ediyor.

“2015 / Haziran ayında iş cinayetlerinde yaşamını yitiren Mehmet Akdan, Memik Altunbaş, Sefer Ertağ, İsmail Yıldırım, Yıldırım Öz, Yaşar Özcan, Şaban Torun, Nihat Özkan, Mehmet Mercan Kızılkaya, İsmail Bakıcılar, Bahattin İlet, Duran Sonkur, Remziye Uysal, Hüseyin Ali Durmaz, Ali Çalık, Hanifi Altun, Sefa İbiş, Nevzat Yılmaz, Mirhaç Taş, Mustafa Öter, Tayfur Norman, Güler Norman, Halil İbrahim Esen, İbrahim Güçlütürk, Ömer Abdullah, Muhsin Dündar, İhsan Dündar, Ekrem Parlar, Durmuş Mustak, Gökhan Yüksek, Ali Oğuz, Mehmet Soylu, Faruk Aras, Haci Ara, Rahmi Çekiç, Fatma Kaçmaz, Ahmet Ural, Fatih Gül, Şakir Çiçek, Mehmet Burku, Ali İbrahim, Sefa Gök, Turgut Yılmaz, Deniz Üzel, Ekrem Önal, Durmuş Cengiz, Zeki Ese, Ali Çetin, Güven Aktulum, İbrahim Karaoğlu, Sultan Yağlı, Talat Yılmaz, Ali Celal Hoş, İsmet Başkan, Fatih Karakoç, Selma Koşan, Oktay Çakmak, İsmail Basut, Halil Kılıçaslan, K.B., Abuzer Akın, Ömer Yaka, Masum Gezen, Ahmet Turan Sözeri, Burak Aslan, Emrah Kundur, Yılmaz Şimşek, Mahir Tüzer, Nafi Motor, Muhammet Yaldız, Ramazan Kahraman, Oruç Şola, Hakkı Doğanay, Necati Ay, İ.D., Tahir Şentürk, Ahmet Kılçık, İbrahim Dikyol, Emrah Altındağ, Yunus Aküzüm, Ali Kocabaş, Şenol Ateş, İslam Bayat, Fatih Gürkan, Rauf Okalin, Osman Top, Şerafettin Esen, Mahmut Akgündüz, Abdullah Şeker, Kemal Topuz, Abdulcelil Aslancı, Kemal Balcı, Mehmet Emin Kaya, Mustafa Yalçın, Mehmet Abay, Cengiz Kılıç, Çetin Yıltay, Nuri Tunç, Ramazan Kartal, Umut Özlü, Hacı İlhan, İsmail Çatal, Recep Cavga, Kahraman Oruç, Salih Demir, Fatih Gürbüz, Hasan Özdemirci, Halil Ak, Mahir Er, Behçet Turunç, Hakan Çetim, Mustafa Taze, Selda Durmaz, Ahmet Koç, Salim Kamçı, Eyüp Kaçan, Sabri Türkoğlu, Ahmet Çıldır, Sunay Yaman, Mehmet Demir, Durdu Ceyhan, Ahmet Bardakçı, Aziz Demirsapan, Sefer Karayer, Halim Fişekçi, Yunus Emre Solmaz, İlkay Mavidemir, Sadık Gürler, Şiyar Kalender, İsmail Çetin, Sedat Güzel, İmam Güler, Muhammed Emin Köseceli, Şenol Kart, Ali Şeyh Alio, Cengiz Çekmezler, Durmuş Mutlu, Seyit Alan, Hayati Gökcan, Selim Durken, D.E., Hakan Bozkurt, Oğuz Uysal, Mahmut Bulut, Mehmet Çulcu, Hamit Bay ve ismini öğrenemediğimiz bir işçiyi saygıyla anıyoruz!”

3 Temmuz 2015

Oyak Renault işçileri BMİS’e geçiyor

Direnişin öncüsü durumundaki Renault fabrikası işçilerinin ‘yeniden örgütlenme’ ihtiyacına dair tartışmaları sürmekle beraber çoğunluğun tercihi belirginleşmeye başladı. Konuya dair kullandıkları R-M Renault Metalis facebook sayfasından 22 Temmuz’da bir açıklama yayınlayan Reno işçileri, kendileri için en uygun çözümün Birleşik Metal çatısı altında birliklerini sürdürmek olduğuna karar verdiklerini belirttiler. Açıklamaya göre işçiler BMİS’e üye olmaya başladı.

Yayınlanan açıklama şöyle:

Değerli arkadaşlar.

Renault’ta başlattığımız ve tüm Türkiye’ye yayılan mücadelemiz üç ayı doldurdu. Bu süre zarfında Renault işçileri olarak artık iki büyük kazanımımız var. Birinci kazanımımız sendika adı altındaki çeteden geri dönüşsüz kurtulmuş olmamızdır. Renault işçilerine el kaldıran, bizleri kendisinin tapulu malı zanneden bu yapının artık fabrikaya dönme şansı yoktur.

İkinci büyük kazanımımız ise yıllar sonra Renault işçilerinin birlik-beraberlik ve kardeşliğinin sağlanması olmuştur. Artık fabrikada birbirine sahip çıkan bir yapı var. Bu da ikinci büyük kazanımımızdır.

BU İKİ KAZANIMDAN ASLA GERİ DÜŞMEYECEĞİZ

Elbette sadece bunlar için değil, ücretlerimizin de iyileştirilmesi için yola çıkmıştık. Bu konuda taleplerimizin tam olarak karşılığını alamasak da kimi iyileştirmeler elde ettik. Hak ettiğimize ulaşmak için önümüzdeki dönem daha zorlu geçeceği kesin. Ama kararlı olmak zorundayız.

Şimdi, birliğimizi bir adım öteye taşıyoruz. Bundan sonrasında nasıl hareket edeceğimize dair tartışmalarımız belirli bir aşamaya geldi. UET sözcülerinden başlayarak, bölümlerde arkadaşlarımız değerlendirmeler yaptı. Renault işçileri, kendisi için en uygun çözümün Birleşik Metal çatısı altında birliğini sürdürmek olduğuna karar verdi. BUGÜN İTİBARİYLE TÜM BÖLÜMLERDE ARKADAŞLARIMIZ BİRLEŞİK METAL’E ÜYELİKLERİ BAŞLATTI.

Örgütlü yapımızı koruyacağız. Hatta onu daha da güçlendireceğiz. Kendi temsilcilerimizi kendimizin belirleyebileceği, toplu sözleşme taslaklarının bizlerle birlikte hazırlanacağı, bizlerin oluru olmadan tek bir maddeye bile imza atılamayacağı, icazeti başkalarından değil doğrudan Renault işçilerinden alacak bir sendikaya, Birleşik Metal’e geçiyoruz.

Tüm bölümlerde arkadaşlarımız e-devlet üzerinden üyeliklerini hızlandırıyor. Hayırlı olsun.

İşçi Gazetesi / 23 Temmuz 2015

Yunanistan ve AB

Yunanistan krizi, sürekli olarak “demokrasi” sözlerinin arasında tartışıldı ve tartışılıyor. Ve bir de, Yunan halkının ne kadar “tembel” olduğu, AB’nin istisnasız tüm ülkelerinde gündeme getiriliyor, bununla ilgili programlar yapılıyor.

Demokrasi tartışması, aslında AB normlarını tekrar tekrar, en gelişmiş insanlık normları olarak cilalamak içindir. Daha iyisi yoktur demeye getiriyorlar. Ve ama, sen çalışacaksın, eğer sen Yunan halkı gibi hep tavernalarda eğlenirsen, bir gün kriz çıkıp gelir diyorlar.

İki uçta da yapmak istedikleri, büyük çaplı bir yalan ile, krizin faturasını Yunan halkına ödetmektir.

AB, ırkçılığı yükseldiği, devlet eli ile beslendiği bir yerdir. AB içinde ırkçılığı, yabancı düşmanlığını herhâlde desteklemeyen ülke yok gibidir. AB’nin gözde ülkeleri Fransa ve Almanya, Libya’da elleri kanlı saldırganlar blokundadır. Almanya, Ukrayna’da ABD tarafından tezgahlanan ve Nazi artıklarına dayanan çete devletinin mimarlarındandır. Sadece dünyanın çeşitli yerlerinde çıkarlarına uygun emperyalist politikalarına uygun politikalar sergilemiyorlar. Aynı zamanda, kendi ülkelerinde de halklara karşı şiddet ve terörü sürekli kullanıyorlar.

Evet buna rağmen, AB ülkelerinde, bizim ülkemizdeki burjuva demokrasisi ile kıyaslandığında, daha gelişmiş bir burjuva demokrasisi var. Yunanistan ile kıyaslandığında ise, bir dirhem olsun ileride olmadıklarını söylemek mümkündür.

Ama bu kriz fırsat bilinerek, tüm halklara, demokrasi kulübü olarak AB sunulmak istenmektedir. Onların demokrasisinin üzerindeki şalı kaldırdığınızda, faşizmin dişlilerini görmek zor olmayacaktır. Bu nedenle, biz bu devlete “tekelci polis devleti” diyoruz. Ülkemizde, polis uygulamalarını, devlet terörünü gündeme getirdiğimizde, eline fırsat geçince Erdoğan, hemen bakın diyerek, ABD’den, Almanya’dan, Fransa’dan örnekler veriyor. Yanlış değildir. Oralarda da bu var. Yanlış olan, bu yolla kendi polisinin, askerinin, devletinin terör uygulamalarını haklı göstermektir. Erdoğan, ABD’de polisin siyahlara karşı şiddetini gördüğünde, açıkça çıkıp, efendilerine seslenip, sizi kınıyorum, bu yüzyılda hâlâ siz ırkçısınız, kafatasçısınız, demeliydi. Yoksa, bizim ülkemizde, Gezi’de halka ateş açan polisleri savunmak için Amerika’dan bir tas su getirmesi, onu kurtarmaz.

Böylece, işin bir ucunda demokrasi tartışması olduğunu görüyoruz.

Nitekim Çipras, durumu görerek, kendilerine dayatılan kemer sıkma politikasını, krizi halka ödetme politikasını referanduma götürdü. Oldukça güzel bir hamle idi ve nihayetinde de halk tarafından reddedildi. Ama yine de Çipras, AB’nin “kurtarma” paketini kabul etti.

Bizim ülkemizde halk arasında şöyle bir espiri vardır: Evde arkadaşlar yemek yiyecekler, menemen yapılmıştır, tam o sırada birisi daha gelir, diğerleri daha masaya oturmadan, menemeni yer bitirir. Ne yaptın derler ona, o da, “Amerikan yardımı” diye yanıtlar. Yanı, elinizdekini alırlar ve buna yardım derler. Sizi batırırlar ve buna kurtarma paketi derler.

Yunan halkının tembelliği, her yolla her kanalda işleniyor. Burjuva medya, AB’nin tümü, başka yalan bulamamış. O kadar kısa süreli bir yalan söylüyorlar ki, yakında kriz, mesela Belçika’yı vurunca, mesela Hollanda’yı vurunca ne diyecekler? Şimdilerde kriz, Akdeniz sahilindeki ülkelerde dolaşıyor, İspanya, Portekiz, İtalya, Yunanistan gibi. Ama AB bu krizi, bu ülkeler ile atlatamaz ise ne olacak?

Krizin kaynağı, Yunan halkının tembelliği değildir. Tersine, onlarca yıldır uygulanan politikalardır. AB, onun etkili güçleri Almanya başta olmak üzere, Fransa, Yunanistan’ı sürekli turizm ile ayakta duran, üretimi, sanayi yatırımlarını öldüren ülke hâline getirdiler. Yunan hükümetleri, buna yol verdi. Fabrikalar özelleştirildi, oldukça iyi oldukları denizcilik bitirildi, tarım yok edildi vb. Daha buraya kadarına bakınca, aklınıza son 20 yıllık Türkiye uygulamaları gelmiyor mu? Şeker fabrikaları vardı, kâğıt fabrikaları vardı, şimdi neredeler, yerlerinde otel mi var, yoksa Bilal’e bağlı taşeronların inşaatları mı yükseliyor? Ülkenin yeni üretime dönük yatırımlarının olmaması bir yana, mevcut var olanlar da yok ediliyor, arsaları aile çevresine peşkeş çekiliyor ve yerlerine, her birinin artık %10 ile çalıştığı, büyük patrona bağlı inşaat şirketleri yükseliyor, Ağaoğlu, Fi Yapı, Taş Yapı, Varyap, Cengiz İnşaat vb. Bunlar o kadar uçurumun kenarındadırlar ki, muktedirin, büyük patronun onları bir adım itmesi yeterlidir. Bu nedenle, tüm ülke inşaat sahasına çevrilmiştir. Bu nedenle, Samsun’da havalimanı var iken, Samsun’dan Ordu’ya 1 saatte gitmek mümkün iken, Ordu’da denizin ortasında havalimanı yapılmıştır. Bu limanı kimin yaptığını, ihalesinin ne kadar tuttuğunu bilin, gerisini anlarsınız. Ama Ordu’ya bir fabrika yapılması söz konusu bile olamaz.

İşte bu bizim yakından bildiğimiz politikanın aynısı, Yunanistan’da geliştirildi. Yunan turizmi, “bacasız sanayi” diye göklere çıkarıldı. Yunan turizmi ile Türk turizmi karşılaştırıldı ve hangi ülkede “hizmet daha iyi” diye yarıştırıldı. Öyle ya, kim daha fazla eğiliyor, kim anında masanın isteğini yerine getiriyor, onlar için önemlidir.

Şimdilerde bizim ülkemizde, Karadeniz dağlarını 2600 km yol ile birbirine bağlamak istiyorlar. Bu da aynı uluslararası güçlerin talebidir. Onların yılda 15 gün yaşayacakları maceralar için, kendilerine hizmet sunulacak, akıl almaz yatırımlar yapılmaktadır. Yatırım sırasında Erdoğan ve inşaat mafyası, zaten cebini dolduracaktır. Doğa mahvolacak, devlet kasasından akıl almaz ve anlamsız paralar harcanacak, ne fark eder ki?

Yunanistan’ı bu duruma getiren süreç, aslında tam da ülkenin yağmalanmasından kaynaklanmaktadır. Bir süre sonra, AB, Türkler de tembel, demeye başlayacaktır. Tarım arazilerini otellere, tesisilere verirsen, tarımda çalışmayı enayilik olarak göstermeye başlarsan, genç nesillere, sürekli olarak nasıl köşeyi dönerisin mantığını işlersen, seni aklasınlar diye rüşvetin her türünü başarı olarak sunarsan, yağma ve talanı bu denli körükler ve “bal tutan parmağını yalar” diye bunu açıklarsan, uzun sürmez, bir süre sonra, herkes tembel olmaya başlar.

Kriz, egemen sınıfın krizidir her zaman.

Kriz sistemin krizidir her zaman.

Egemenler, bu krizi, uygun araçlarla, halka  yansıtır, maliyetini halka ödetirler. Bizde de bunu yapıyorlar, bugün Yunanistan’da da yapmak istedikleri budur.

Mesele Yunan halkının tembelliğinde değildir. Olsa olsa, Alman zenginleri, Atina’daki tavernaları çok kalabalık buluyordur, bu kalabalığın azalması ve kendilerinin daha rahat eğlenmeleri için bunları söylüyorlardır.

Tüm bu sürece karşı, halk eyleme geçti. 2009 yılından beri, Yunan halkı direniyor. Ve sonunda Syriza ile, borçlarını ödememek, krizin maliyetini halka yüklememek, kemer sıkma politikalarını reddetmek üzere mesajını verdi.

AB, Çipras’a karşı restini çekti. Ya anlaşma ya da para yok dedi. Ve Çipras, durumu halkoyuna sundu. Halk, krizin faturasını ödetecek kemer sıkma politikalarını reddetti.

Ama Çipras’ın, Syriza başkanın direnişi kırılmaya başlandı. AB toplantısına katılmamayı deklere etti ama katılmak zorunda kaldı. Dahası, bazı açılardan yumuşatılmış olsa da, bir kemer sıkma politikasını kabul etmek zorunda kaldı.

Şimdi, gerçek anlamı ile bir demokrasi sorusu ortaya çıkmıştır: Halkın iradesi, bu krizin faturasını ödememek yolunda idi. Halk, Almanya’nın yalan propagandasına karşı çıkıyordu, hayır, bizim emeklilik maaşlarımızı siz ödemiyorsunuz diyordu. Bugün, Merkel, Yunanistan’a yardımı onayladı, kalkıp, Alman halkına, “Yunanistan’daki emeklilerin maaşlarını ödeyeceksiniz” mi diyecek? Bin kere hayır. Merkel’in gözü adalardadır, Yunanistan’ın diz çöktürülmesindedir.

Emperyalizm denilen şey anlaşılmadan, emperyalist güçlerin mali ve parasal mekanizmalarla nasıl ülkeleri kontrol ettikleri anlaşılmadan, bu süreç doğru görülemez. Sanki, AB ülkeleri, Yunanistan’ı kurtarmak için, ona havadan para veriyorlar.

Ödenecek borçların, %60’ı faizlerden oluşmaktadır. Sadece bu bile, ne kadar kârlı bir iş yaptıklarını, Yunanistan’a borç vermenin ne kadar kârlı olduğunu göstermektedir.

İşin bir de Yunanistan bölümü vardır.

Ortaya çıkıyor ki, AB, bir demokrasi kulübü vb. değildir. Emperyalist güçlerden biridir. Almanya, Fransa ve İngiltere’nin denetiminde, dünyanın geleceği ile ilgili söz söylemek için organize edilmiştir. Bu nedenle, ABD, bu gücü içerden çökertmeye çalışmaktadır. Yine aynı nedenlerle, İngiltere, AB içindeki Almanya’nın artan etkisi karşısında, kendi bağımsız politikalarını uygulamaktan çekinmemektedir.

Yunanistan halkı, şimdi yeniden, kemer sıkma politikaları altında fakirleşecektir. Yunanistan’da turizm şirketleri, daha fazla yabancı sermayenin denetimi altına girecektir. Almanya, başarabilirse, Yunan gemiciliğini kontrol etmek için uğraşmaktadır. Bu Almanya’nın sıcak denizlere ulaşma hayalinde sıradan bir hedef değildir.

Ve elbette tüm bunları yaparlarken, Yunan halkları daha fazla tembellik etmeyip çalışacaktır. Daha fazla çalışmak, daha fazla yoksulluk birlikte masaya konacaktır.

Syriza, bu sürece karşı bir tepkidir. Ama öyle anlaşılıyor ki, kapitalist sistem, sadece ve sadece devrimlerle durdurulabilecek.

Anlaşılmıştır ki, egemen güçlerin halkın iradesine saygısı yoktur, kendi çıkarları zedeneleniyorsa halkın ne istediğinin önemi yoktur. Ve sistemi değiştirmeyi, sistemi yıkmayı hedeflemeyen her türlü muhalefete, belli sınırlar içinde tahammül edebilmekte, onu sistemin içinde eritebilmektedirler.

Anlaşılıyor ki, sosyalizmden başka çıkış yolu yoktur.

Evet, SSCB’nin çözülmesinden bu yana, sosyalizmi savunmak, sosyalizmi istemek delilik olarak sunulmaktadır. Ama başka yol olmadığı  da açıktır.

Bu mücadele bitmemiştir, henüz başlamıştır.

Yunanistan’da bir sosyalist devrim mayalanmaktadır. Etkisi bize de yansımaktadır.

Selâm olsun Yunan halkının onurlu direnişine!

Grand Hyatt işçileri  bayramda direnişlerini  sürdürdü 

Talimhane Caddesi’nde bir araya gelen Turizm ve Otel Çalışanlarıyla Dayanışma Platformu bileşenleri sloganlar eşliğinde Grand Hyatt Otel önüne yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş sırasında Divan Otel önünde “Divan işçisi yalnız değildir”, “Divan işçisi kazanacak”, sloganlarıyla Çekmeköy’deki fabrika önünde aylardır mücadeleyi sürdüren Divan Turizm işçilerini selamladılar. Bayram nedeniyle daha yoğun olan otel önüne gelerek pankartlarını açtılar.

İşten atılan Grand Hyatt Otel işçisi Erdoğan Sneep, oteldeki misafirlere Arapça seslenerek personelin ücretlerini düzenli alamadıkları, izinlerini kullanamadıkları ve daha iyi hizmet verebilmek için çalışma saatlerinin düzenlenmesi amacıyla sendikalı olduklarını, bu nedenle 7 Nisan’da işten atıldıklarını anlattı. “Biz bayramı ancak işlerimize döndüğümüzde kutlayacağız” diyerek otel misafirlerinden dayanışmada bulunmalarını istedi.

Eylem, Tüm Emek Sen Genel Sekreteri İbrahim Akseloğlu ve Dayanışma Platformu bileşenleri adına yapılan konuşmaların ardından, “bizi izlemeye devam edin” mesajıyla sona erdirildi.

İşçi Gazetesi / 19 Temmuz 2015 

Nestle işçileri işe geri alındı

Bursa Karacabey’de yaklaşık 900 işçinin çalıştığı Nestle fabrikasında geçen yıl Temmuz ayında fabrika yönetimi ile Hak-İş’e bağlı Öz Gıda İş Sendikası arasında 6 ay süren toplu sözleşme görüşmelerinin sonunda uzlaşma sağlanırken, 32 işçi ücretli izne çıkarıldı. Sözleşme sürecindeki davranışları gerekçesiyle bu işçiler hakkında soruşturma başlatıldı. Soruşturma sonunda 23 işçinin işine son verildi.

İşten atılma ile başlayan direniş sürecinde, açlık grevi ve kendilerini zincire bağlamak gibi birçok eylem yapan işçilerin eylemleri sonuç verdi ve Nestle patronu işçileri tekrar işe geri almak zorunda kaldı.

İşçi Gazetesi / 24 Temmuz 2015

Yağma, rant ve savaş politikaları

Erdoğan-AK Parti devletinin, aslında işlerin en rahat ilerlediği cumhurbaşkanlığı sonrasında, açık bir kaybetme sürecine girdiği biliniyor. Erdoğan, kabarık yolsuzluk dosyalarını, kendine karşı “darbe” girişimi olarak ilan etti ve 17-25 Aralık sonrasında, tüm yargıyı kontrol altına alacak uygulamalara başladı. Bu süreç, paçayı kurtarma girişimlerine öncelik veren politikaları gündeme getirdi. Cumhurbaşkanlığı, sağlam bir liman olmasa da, geçici bir liman olarak seçildi.

Ve ardından, Erdoğan-genelkurmay devleti, AK Parti devleti, gelmekte olan seçimlerde, gerçekte kendileri için son derece kısa vadeli davranışlarla, hem gerilimi artırma, savaşı destekleme, hem de Erdoğan’ı sahnede etkin kullanma yolunu seçtiler. Aslında bu tablo, güç gösterisinden çok, mezarlıktan geçerken ıslık çalma ve “bak ben korkmuyorum” davranışına benzemektedir. Öyle yaptılar.

Seçimlerin ardından ise çıplak bir gerçek ortaya çıktı: Tüm uygulamalarına rağmen, akıl almaz baskı ve saldırganlıklarına rağmen, adaletsizliklere rağmen, HDP barajı geçti. Böylece, AK Parti’nin tek başına iktidarı ortadan kalkmış oldu.

Parlamentoda, yasa yapma süreci ciddi ölçüde değişim göstermek zorundadır.

Tam bu noktada, bugün, hükümetin kurulmasını beklemeden, seçim barajının kaldırılması teklifi verilmelidir ve bunu HDP yapabilir ve ikincisi, aynı ölçüde acil, son çıkan iç güvenlik yasasının iptali oylamaya sunulabilir. Bu iki şey ve eğer varsa daha başkaları, hemen devreye sokulabilir. Cumhurbaşkanının örtülü ödeneği ve rant getiren projelere dahli konusundaki yasal değişiklikler devreye sokulabilir. Bunlar için hükümetin kurulmasını beklemek gerekli değildir.

Bu yeni tablo, Erdoğan ve devleti, tüm süreci gözönüne alarak yeniden değerlendirme yapma noktasına kilitlemiştir. Erdoğan ve anlayışı için, burjuva anlamda bir demokrasi kültürü yoktur ve kaybetmeye alışık olarak davranmayacaklardır. Daha şimdiden erken seçimi bir tehdit olarak kullanması, içinden geçilen bu süre içinde kendi işleri diyeceğimiz projelere, rant projelerine önlemler alması boşuna değildir. Burjuva anlamda dahi seçimle gitme gelenekleri yoktur. Bu nedenle, buldukları cenneti kaybetmemek için, daha saldırgan adımlar atacakları açıktır.

Dün “Kobanê düştü düşecek” diye sevinçle ellerini ovuşturanların, günü geldiğinde Kobanê’ye saldıran IŞİD’i, içeride açıktan kullanmaktan çekinmeyecekleri açıktır. Ağrı’da, Adana ve Mersin’de, en son Diyarbakır’da denedikleri saldırganlıklar, gözükaralığın olumsuz anlamda örneklerindendir.

Şimdi, Erdoğan, seçim sonuçlarını ele alıyor ve mutlaka yanında Ala Efkan’ı ile birlikte, bu kez daha saldırgan bir politikayı nasıl devreye sokarız planları yapıyor. Umdukları şey, tek başına iktidar olabilecekleri bir yeni seçimdir. Ama ipi bu kadar germek, belki de onlara daha fazlasını da kaybettirecektir. Seçimlerden, istediklerinin çok ötesinde, mesela %35’lerde bir sonuç ile de çıkabilirler. Ki, öyle anlaşılıyor ki, bu seçimlerden bile %41 ile çıkmadıklarını kendileri biliyorlar.

Erdoğan, bir olağanüstü rejim uygulamasını fiilen hayata geçirmiş durumdadır. Bu yeni olağanüstü rejim, savaş tamtamlarının çalındığı bir rejim olacaktır. Erdoğan ve AK Parti, devlet, hepsi birlikte, PKK’nin ateşkes sürecini, Öcalan’ın hapis koşullarını tehdit hâline getirmişlerdir. Ne yaparlarsa yapsınlar, ateşkesin bozulmayacağını düşünüyorlar. Bu konuda sınırları zorluyorlar. Tutuklamalar, baskılar, saldırılar ardı ardına geliyor. Erdoğan ve devlet bu saldırgan politikalarla ne elde etmek istiyor, doğrusu bu pek de belli değildir. Ama fırsat bu fırsat, hazır ateşkes süreci konusunda PKK tüm samimiyeti ile davranıyor, bu durumu kullanmak istiyorlar. Ne elde ederlerse kârdır mantığı ile devam ediyorlar.

Bu yeni olağanüstü rejim, aynı zamanda, Gezi süreci ile başlayan, Kürdistan dışındaki tüm coğrafyada ortaya çıkan direniş eğilimini kırmayı hedefliyor. Evet, ülkenin kalanında Kürdistan’daki gibi açık bir örgütlülük, güçlü bir örgütlülük gerçekleştirilmiş değildir. Ama işlerin eskisi gibi olamayacağı da açıktır.

Bu olağanüstü hâl, aynı zamanda, rant ve yağma politikasının, iktidarın açıkça  inşaat müteahhitliğinden aldığı yüzdelerle kurduğu çarka dayalı sistemini devam ettirmek için de gereklidir. Sadece “Yeşil Yol” projesine bakın. Çoğunlukla AK Parti iktidarına oy vermiş Artvin, Rize ve Trabzon halkları, katliamın, rant katliamının önüne geçmeye çalışıyorlar. Bunları durdurmak için, havuz medyasının propaganda makinası artık işe yaramıyor ya da yeterince işe yaramıyor. Bu nedenle, olağanüstü hâl uygulamaları devrededir.

İşte yeni hükümet kurma politikaları bu koşullar altında şekilleniyor.

AK Parti, bir adım geri atarak iktidarda olmak ile, Erdoğan’ın yaklaşımı ile, ne olursa olsun iktidarda olmak arasında gidip gelmektedir.  Erdoğan, büyük riskleri göze alarak, cennetini korumak için her yolu denemektedir. Bu süre içerisinde ise, olağanüstü hâl ile devam etmek isteğindedir. Erdoğan, sanki seçimin kendisine bir avantaj sağlayacağı dürtüsü ile davranmaktadır. Bu arada ise savaş politikalarına hız verip, sınırları, Kürt hareketinin sabrını son noktasına kadar kullanmak isteğindedir.

Erdoğan, yasal olarak zaten temelini attıkları olağanüstü hâli, fiili olağanüstü koşullar hazırlamak için kullanıp, olağanüstü koşullardan bir iktidar çıkarmak istiyor. Bunun için hem savaşı kundaklıyor, hem bölgede savaşa açık destek vermeye devam ediyor, hem de toplumun tümünde baskıyı artırmak için saldırıyor.

Ranta dayalı yağma politikaları, artık Karaman’ın fetvaları ile yürüyecek gibi değildir. İnşaat işlerinin  kârlılığı ne kadar cazip ise, riskleri de o kadar büyümüş durumdadır. Bu nedenle, iktidarı kaybetme riski, Erdoğan ve çevresi için ölümden de kötüdür.

Onun için, Erdoğan, kaybedilmesi söz konusu bile edilemeyecek bakanlıkları ele alıyor, tartışıyor.

İşte hükümet kurma çalışmalarının ardında, böylesi bir süreç işliyor.

İşte tam da bu noktada, devrimci hareketin, devrimci sosyalizmin örgütlenmesi çok daha yakıcı hâle geliyor. Toplumun tüm kesimlerinin örgütlenmesi için, yeterince olanak vardır. İşçi ve emekçilerin örgütlenmesi, işçi sınıfının her düzeyde, sendikal, siyasal vb. örgütlülüğü çok ama çok yakıcıdır

Devrimci hareket, elde edilen başarılara takılı kalmamalı, bunun keyfini sürecek bir durum yoktur, tersine, tüm olanakları işçi sınıfının ve toplumun geniş kesimlerinin örgütlenmesi için seferber etmek gerekir, seçim sürecinden daha fazla bir emekle.

Soma ve Ermenek’te bayram(!):  “Bu şatafatlı mezarlara masraf yapacaklarına madenlere harcasalardı, bu insanlar yaşıyor olacaktı”

SOMA

Oğlu Soma katliamında ölen Kezban Duran, genç yaşta öldürüldüklerini belirterek “Oğlum işini çok seviyordu, hep gitmek istiyordu. Artık bir şey diyecek halimiz yok. Üçüncü bayramı geçirdik, acılarımız büyük, içimizden hiç çıkmıyor ama böyle özel günlerde yokluğu daha çok koyuyor” dedi. Aileler, tüm sorumluların yargılanarak cezalandırılmasını istediklerini dile getirdi.

İşçilerden Uğur Çolak’ın babası İsmail Çolak ise suçluların bir an önce cezalandırılmasını istedi. Kendileri için bayramın bir anlamı olmadığını ifade eden Çolak, “Şatafatlı mezarlıklar yaptılar, buralara yaptıkları masrafları bu insanların çalıştığı iş yerlerine yatırım yapsalardı bu insanlar da yaşıyor olmaz mıydı? Suçu kabul eden yok, olan 301 evlada oldu. 301 ana, baba ve sayısız kardeşleri buralara mahkum ettiler” dedi.

Çocuklar Babaları Yerine Toprağa Sarıldı

İşçi Tolga Özcan’ın eşi ise yanında 7 aylık Ecrin’le birlikte mezar başındaydı. Eşini, evliliklerinin ikinci yılında kaybettiğini anlatan Özcan, “Kızım ilk kez bayramda babasının mezarını ziyaret ediyor. Bayramımız her zaman ki gibi kötü geçiyor. Bu saatten sonra zaten nasıl iyi geçebilir ki…” ifadesini kullandı.

Tolga Özcan’ın kayın pederi İsmet Demir ise mezarlığa her gelişinde anılarının canlandığını belirterek, “Geçen bayramda torunumuz yoktu, bu bayram torunumla beraber geldik. Her bayramda acılarımız maalesef canlanıyor” diye konuştu.

ERMENEK

Ermenek’te de bayram hüzünle karşılandı. Ermenek Katliamı’nda yaşamını yitiren 18 işçiden Tezcan Gökçe’nin annesi Ayşe Gökçe ile babası Recep Gökçe, dün oğullarının mezarını ziyaret etti. Oğullarının hâlâ geleceğini düşüp gözlerini kapıdan ayırmadıklarını söyleyen Recep Gökçe, “Halbuki gelmeyecek, oğlumuz gitti. Ağlasak da gülsek de oğlumuz gitti” dedi.

Ayşe Gökçe ise “Biz o acıyı gördük, kimse böyle bir acı görmesin. Kuzum bulunmaz köylere uçtu” diye konuştu.

Kaynak: Direnişteyiz.net / 18 Temmuz 2015

Özgürlük Filosuna Özgürlük

Filistin için İsrail’i Boykot Girişimi Ankara Yüksel Caddesi’nde eylem yaptı. İşgalci İsrail’in 3.Özgürlük Filosuna yaptığı saldırıya karşı yapılan eylemde Filistin halkının yanında olunduğu ve Filistin halkına yapılan her saldırıda sokağa çıkarak Filistin halkının yanında olunacağı vurgulandı.

Diren Filistin Seninleyiz!

Katil İsrail Ortadoğu’dan Defol!

İZENERJİ işçileri  greve ‘5 kala’ anlaştı 

İzmir’de yaptıkları kitlesel eylemlerle gündem olan İZENERJİ işçilerinin mücadelesi sonuç verdi. İşçilerin üyesi olduğu DİSK’e bağlı Genel İş sendikası 2 nolu şube yönetimi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi arasında yapılan toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağladı. Varılan anlaşma ile işçilerin, sosyal haklar ile birlikte yüzde 20.5 oranında zam alacağı açıklandı.

‘İşçi iradesi esas alındı’

Yapılan anlaşma ile ilgili Genel-İş binasında basın açıklaması yapan 2 nolu şube başkanı Taner Şanlı, yaklaşık 6 ay boyunca sürdürdükleri kararlı mücadelenin sonuç verdiğini ve anlaşmaya varıldığını açıkladı. Şanlı, “Tek bir kararlılığımız vardı o da işçilerimizin iradesi dışında hiçbir gücün irade olamayacağıydı. Arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu bu sürecin tamamlanması yönünde görüş bildirdi. Biz de temsilciler kurulunu toplayarak bu irade doğrultusunda uzun soluklu mücadelemizi neticelendirdik. İşçiler 14.5 zam alırken sosyal haklar ile bu oran 20.5 olarak ortaya çıktı. İlerleyen günlerde bu kararı İzmir Büyükşehir Belediyesi ile protokole yansıtacağız” dedi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İZENERJİ şirketinde 3600 dolayında işçi çalışıyor. Toplu sözleşmede varılan anlaşmaya göre en düşük işçi maaşının 1804 liraya yükseldiği belirtildi.

Haziran ayında işveren konumundaki belediye giriş kapısına grev kararını asan İZENERJİ işçileri, anlaşma sağlanamasaydı bayram sonrası greve çıkacaktı. Yapılan anlaşma ile grev koşulları da ortadan kalkmış oldu.

İşçi Gazetesi / 15 Temmuz 2015

“Halklar Direniyor, Halklar Konuşuyor 1: Kobanê’nin Işığında Ortadoğu Sempozyumu” yapıldı

Anadolu Kültür ve Araştırma Derneği (AKA-DER) tarafından düzenlenen Halklar Direniyor, Halklar Konuşuyor sempozyumlar dizisinin ilki “Kobanê’nin Işığında Ortadoğu” başlığı ile 11 Temmuz da Ankara’da gerçekleştirildi.

Üç oturum şeklinde düzenlenen sempozyum Kobanê’de şehit düşenler için saygı duruşu ile başlatıldı. Oturumlar öncesi AKA-DER Genel Başkanı Kürşat Bafra’nın açılış konuşması yaptı. Tarih bilincinin önemine vurgu yaparken, Gezi Direnişi’nde söylenen “artık hiçbir şey eskisi gibi değil” sözünün seçimlerde somutlandığını ifade etti. Bafra, bugün halklar içinde örgütlülük arayışının sürdüğünü ve olanakların ancak savaşanlar için var olabileceğini de ifade etti.

Ortadoğu: Kan, Gözyaşı, İsyan Tarihi

“Ortadoğu: Kan, Gözyaşı, İsyan Tarihi” başlıklı oturuma Özgür Gündem Yazarı Hüseyin Aykol, Filistinli yazar Abdulnasseer Mifleh ve yazar Temel Demirer konuşmacı olarak katıldı.

Hüseyin Aykol, sınırların fiili olarak ortaya çıkabileceğini belirtirken Ortadoğu’daki sınırların cetvelle çizildiğini ifade etti. Rojava’daki sürecin yeni olmadığını vurgulayan Aykol, en az 20 yıllık bir mücadelenin sonucunda Cizir, Afrin, Kobanê kantonlarının oluştuğunu hatırlattı. Kantonların eşbaşkanlık sistemini olduğunu söyleyen Aykol, bütün etnisitelerin, dinlerin temsil ettiği bir yapı olduğunu radikal demokrasinin gerçekleştirildiğini söyledi. Aykol kantonların önemine vurgu yaparak, “Kantonlar çölün ortasında bir vaha gibi çiçek açtı. AKP hükümeti ise bu kantonlara karşı savaş yürütüyor” dedi.

Filistinli yazar Abdulnasseer Mifleh, Ortadoğu’nun bugünkü durumunu kira sözleşmesi bitmiş bir eve benzetirken, yaşananların ABD’nin yeni bir harita çizmek için nabız ölçmesinin sonucu olduğunu belirtti. Mifleh, basında yer alan bilgilerin de algı ölçerek nabız tuttuğunu belirtirken, sebeplerin çok iyi analiz edilmesi gerektiğine vurgu yaptı. Karanlık bir tablo çizmek istemediğini; ama Ortadoğu halklarının henüz uyanmış olmadığını belirten Mifleh, Filistin sorunun rafa kaldırıldığını fakat Filistin sorununun çözüldüğü zaman birçok konunun çözüleceğine işaret etti. Oturumun son konuşmasını yazar Temel Demirer yaptı. Demirer, Ortadoğu’nun 100 yıl savaşlarına girmiş olduğunu ifade ederken, kısa vadede bir çözüm beklemenin gerçekçi olmayacağını söyledi. Ortadoğu tarihinin iyi okunması gerektiğine vurgu yapan Demirer, Ortadoğu’nun emperyalizm, din ve savaş merkeze alınmadan anlaşılmayacağını ifade etti. Herkesin birbirini boğazladığı bir Ortadoğu’nun ABD’ye yarayacağını ifade eden Demirer, katil ABD’nin siyasetin dışına çıkartıldığına dikkat çekti. Siyasi alanda bir tek ezen ve ezilenlerin olması gerektiği ve mücadelenin bu eksende yürümesi gerektiğini savunan Demirer, devrimci savaş seçeneğinin ve Ortadoğu Devrimci Çemberi’nin yeniden düşünülmesi gerektiğini ifade etti. Demirer, bölgede, Anadolu’da işçi mücadelesini yükselterek yeni bir cephe açmanın önemine de vurgu yaptı. Soru ve cevap bölümü sonrası ikinci oturuma geçildi.

Kobanê Zaferi: Halkların Mücadelesi Ortaklaşıyor

Sempozyumun Kobanê Zaferi: Halkların Mücadelesi Ortaklaşıyor, başlıklı 2. oturumunda HDP Batman Milletvekili Ali Atalan bir video göndererek katılırken, Cizîre Kantonu yönetimi adına Xember Muhammed Hesen, internet üzerinden görüntülü konuşma yöntemi ile sempozyuma katıldı. Ali Atalan Rojava’da IŞİD çetelerinin kadın, çocuk demeden insanları katlettiğini, tüm farklılıkları yok etmeye çalıştığını anımsattı. Özgürlüğün ve hakların kendiliğinden verilmediğine işaret eden Atalan, Kobanê’de yeni bir inşa sürecine girildiğini kaydetti.

Cizri Kanton Yönetimi adına görüntülü konuşma yöntemiyle katılımcılara hitap eden Xember Muhammed sözlerine koşullar nedeniyle orada olamadığını ifade ederek başlarken, organizasyon ve katılımcılara teşekkür etti. Muhammed “3 yıldır direniş ve savaş var. Biz bu yola barış ve özgürlük paradigmasıyla başladık. Ama gelinen aşamada silahlı mücadele kaçınılmaz duruma geldi” dedi. IŞİD’in bugüne kadar Kobanê’ye bin 14 saldırı gerçekleştirdiğini söyleyen Muhammed, 20-25 bin kişinin göç etmek durumunda kaldığını söyledi. Savaş koşullarının yanı sıra, uygulanan ambargo nedeniyle birçok yaşamsal sorunla karşılaştıklarını ifade eden Muhammed, bu ambargonun kaldırılması için uluslararası alanda baskı yaratılması gerektiğini söyleyerek kampanyalar düzenlemelerini istedi.

Örgütlü Halklar Kazanacak 

Sempozyumun Örgütlü Halklar Kazanacak başlıklı son oturumuna, Gazeteci İrfan Aktan, yazar Bereket Kar, Ezidi Derneği Başkanı Berna Bulut ve AKA-DER adına Betül Koca konuşma yaptı. AKP’nin PYD Sorunu başlığıyla konuşma yapan İrfan Aktan, 2003 yılından bu yana devletin Kürt sorununa bakış açısını özetleyen bir sunum yaptı. Daha sonra konuşma yapan Bereket Kar Kobanê’yi nereye koymalı ve önümüzde duran devrimci görev nedir soruları bağlamında konuşmasını yaptı. Kar, Barış Bloku’nun önemini vurgulayarak, barış biçin önemli bir baskı oluşturacağını düşündüğünü ifade etti. Ezidiler Dernek Başkanı Berna Bulut konuşmasında Ezidilerin tarih boyunca yaşadığı sorunlardan, katliam ve eziyetlerden bahsetti. Özellikle seks kölesi yaptırılmak üzere IŞİD çetelerinin esir aldığı Ezidi kadınların durumuna dikkat çeken Bulut, bu durumun bir an önce çözülmesi ve Ezidi kadınların özgürleşmesi için dünya kamuoyunda destek sağlanmasını istedi. Katılımcılardan bu yıkıcı durumu mümkün olan her mekanizma ile duyurmalarını rica etti. AKA-DER adına konuşma yapan Betül Koca, bölgedeki durumu yeniden özetleyerek, bölgede IŞİD eliyle korku üzerine kurulu bir baskı unsuru oluşturulmak istendiğine dikkat çekti. IŞİD’in katliam videolarının her yerde gösterilmesinin bunu ispat ettiğini belirten Koca; halkların ortak mücadelesinin bu yıkıcı süreci aşmak için tek anahtar olduğunu ifade etti.

Sempozyum dinleyicilerin soruları ve tartışmalar ile sonlandırıldı.