Ana Sayfa Blog Sayfa 295

Cizîre Kantonu’nda kitlesel Newroz kutlamaları iptal edildi

Cizîrê, Kobanê ve Efrîn Kantonları Genel Koordinasyonu tarafından, Newroz kutlamalarına ilişkin yapılan yazılı bir açıklama ile duyurulan kararda dört parça Kürdistan’ın Newroz bayramı kutlanırken, şehitler önünde saygıyla eğilindiğini ifade etti.

Bu yıl Newroz’un Rojava’da IŞİD çetesinin saldırılarının sürdüğü bir dönemde karşılandığına dikkat çekilen açıklamada, “Rojava ve Başûrê Kurdistan, tarihi kazanımların elde edildiği, ancak aynı zamanda çete saldırıları nedeniyle büyük acılar yaşadıkları bir süreçten geçmektedir. Bu nedenle yurttaşların güvenliği, şehitlere saygı, YPG/YPJ, Asayiş, Gerilla ve Pêşmerge güçlerinin direnişine destek olmak için Cizîrê Kantonu’ndaki halkımıza Newrozu kitlesel etkinliklerle kutlamamaları çağrısında bulunuyoruz” denildi.

Hasekê’de Newroz’a Bombalı Saldırı: Çok Sayıda Ölü Var!

Cizîrê, Kobanê ve Efrin Kantonları Genel Koordinasyonu tarafından yapılan yazılı açıklamanın hemen ardından Cizîrê Kantonu’nun Hasekê kentinde, Newroz kutlamalarını gerçekleştiren halka yönelik iki ayrı bombalı saldırı gerçekleşti. Saldırılarda çok sayıda kişi yaşamını yitirdi.

Saldırı 20 Mart’ta Newroz kutlamalarının olduğu alanda meydana geldi. Kutlamalar sonrasında bir grup gencin ateş etrafında halay çektiği sırada, daha önceden alana döşenmiş el yapımı bir bombanın patlaması sonucu ilk belirlemelere göre 5 kişi yaşamını yitirdi.

Patlamayla eş zamanlı olarak Muftî Mahallesi’nde bulunan PDK-S Binası karşısında gerçekleşen Newroz kutlamasına yönelik de bomba yüklü bir araçla ikinci bir saldırı gerçekleşti. Kutlamanın devam ettiği sırada gerçekleşen saldırıda, çok sayıda yurttaşın yaşamını yitirdiği ve yaralandığı belirtildi.

Hasekê’de bu saldırı ardından yeni bir saldırı daha gerçekleştirildi. Bomba yüklü araçla gerçekleştirilen saldırıda 2 Asayiş üyesi yaralandı.

26 Mart’ta 10.45 sularında Asayiş güçlerinin geçtiği güzergaha bırakılan bomba yüklü araç patlatıldı. Saldırıda 2 Asayiş üyesinin yaralandığı, birinin durumunun ağır olduğu belirtildi.

Özgür Gelecek, direnisteyiz.net

İşgalci işçileri kazandı: Atılan işçiler geri alınacak!

 

Nakliyat-İş sendikası yaptığı açıklamada, belediyenin taşeronu olan Altaş şirketinde yaklaşık 2 aydır örgütlenme faaliyeti sürdürdüklerini, temizlik ve taşımacılık işleri yapan 350 işçiden 250’ye yakınını sendikaya üye yaptıklarını belirtti.

‘Eşiniz, çocuğunuz sendikadan istifa etsin, yoksa işsiz kalacaklar’

Yaptıkları yetki başvurusunun Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar tarafından duyulması üzerine baskı, tehdit ve işten atmaların gündeme geldiğini ifade eden sendika yetkilisi, belediye başkanı ve yöneticilerin işçilerin evlerine kadar giderek eşlerine, anne-babalarına ‘eşiniz, çocuğunuz sendikadan istifa etsin, yoksa işsiz kalacaklar’ diyecek kadar ileri gittiklerini ve sendika üyesi 3 işçinin işten çıkarılması üzerine kendilerinin de daha sonuç alıcı eylemlere yöneldiklerini dile getirdi.

İşçiler geri alınacak

İşgalci işçilerin bina içinde bekleyişi sürerken belediye başkanından açıklama geldi. CHP’li Başkan Hüseyin Mutlu Akpınar, işten çıkartılan 2 işçiyi işe geri aldığını diğer işçiyi de ‘daha sonra’ işe geri alacağını açıkladı. Açıklama üzerine işçiler belediye binasından çıkarak eylemlerini bitirdiler.

İşçi gazetesi / 24 Mart 2015

İşçi kanı üzerine yükselen ‘Spine Tower Tanıtım Kokteyli’ protesto edildi

 

Soma’da geçen sene 13 Mayıs’ta Soma Kömürcülük AŞ’ye ait maden ocaklarında meydana gelen ülkenin en büyük işçi katliamında, resmi açıklamayla 301, İşçi Gazetesi’nin tespitlerine göre ise 412 işçi yaşamını yitirmişti. Katiller hala cezalandırılmadığı gibi, Soma davasının iddianamesi değiştirilerek sanıklar hapisten kurtarılmaya çalışılıyor.

Eylemde katil şirketi teşhir eden dövizler taşınırken, “Soma’yı unutma unutturma!”, “Soma’nın katili AKP’nin şirketi!” ve “Soma’nın hesabı sorulacak!” sloganları atıldı.

Şirketin girişine kurulan bariyerler ve arkasında bekleyen sivil polislere tepki gösteren eylemciler bariyerlerin önüne kömür ve kırmızı boya döktü.

“Utanç duymadan kokteyl düzenleniyor”

İstanbul Kent Savunması ve İşçi Cinayetlerini Durduracağız Platformu adına basın açıklamasını okuyan İnşaat mühendisi Ersin Kiriş, şirketin kar hırsının yol açtığı Soma katliamını hatırlatarak, “Soma’da katliamın olduğu madenin sahibi Alp Gürkan’ın İstanbul Maslak’ta inşa ettirdiği Spine Tower, bu katliamın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, vurdumduymazlığın üzerinde yükseliyor. Ve şimdi, hiçbir hesap vermeden, hiç utanç duymadan ve hiçbir şey yaşanmamış gibi, bir tanıtım kokteyli düzenleniyor” diyerek sorumluların peşini bırakmayacaklarını vurguladı.

İşçi Gazetesi / 12 Mart 2015

 

Divan işçileri; ‘Kazanana kadar direnişe devam!’

İşçiler, çeşitli eylem ve etkinliklerle Koç grubunun sahibi olduğu Divan Turizm şirketini teşhir etmeye devam ediyor. Şirket işletmelerinin olduğu her merkezde eylem yapacaklarını açıklayan işçiler bir süre önce Taksim Divan Oteli önünde yaptıkları eylemden sonra bu kez de şirketin Ümraniye’de bulunan merkezi önünde eylem yaptılar.
Şirket binası önünde “Atılan işçiler geri alınsın”, “Divan işçisi köle değildir”, “Direne direne kazanacağız”, “Davamız divana kalmayacak”, sloganlarını atan işçiler, mücadeleden geri adım atmayacaklarını belirterek, sendikalı olarak işe geri dönene kadar mücadele edeceklerini vurguladılar.
İşçi Gazetesi / 19 Mart 2015

Boydak’ta sendika işçiye ihanet etti

Çeşitli sektörlerde 7 bin işçi adına 2 yıllık imzalanan sözleşmede 1’inci yıl için brüt yüzde 15, 2’inci yıl için ise asgari ücret oranında zam yapılması kararlaştırıldı. Yapılan sözleşme ile ilgili işçiler, “Patron sözünü tutmadı. Sendikacı da işçiye ihanet etti” yorumunda bulundu.
İmzalanan sözleşmede neler var?
Boydak Holding ile 3 ayrı sendika arasında 8 ayrı sektörde 41 işletmede imzalanan sözleşmeyle; tüm işçilere 1’inci yıl için brüt yüzde 15 zam verildi. Bu oran net zam olarak hesaplandığında yüzde 11 zamma denk geliyor. 2’inci yıl içinse hükümetin belirleyeceği asgari ücret zammı uygulanacak. Kıdem farkında ise işe giriş yılına bağlı olarak 5 TL ile 50 TL arasında artış yapılacak. Sözleşmeyle 1 aylık brüt kira yardımı yapılması da kararlaştırıldı. İşçilerin ısrarla üzerinde durduğu 4 ikramiyenin verilmesi ise yapılan zam oranları nedeniyle işçileri tatmin etmedi.
Kaynak: Evrensel/İşçi Gazetesi-12 Mart 2015

Mersin Üniversitesi’nde İş-Kur’un yaptığı konferansı öğrenciler soruları ile engellediler

Öğrencilerden İstihdam Soruları

Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu ve İş-Kur’un 19 Mart’ta ortaklaşa düzenlediği Kariyer Günü öğrencilerin soru sorması ile yarıda kesildi. Konuşmamacılar soruların büyük bir bölümünü yanıtlamadı. Etkinlik nedeni ile kampüse çağırılan polisler ise öğrencilerin talebi üzerine rektörlük tarafından geri gönderildi. Etkinlik öncesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr Mehmet İsmail Yağcı geçtiğimiz günlerde darp edilerek gözaltına alınan öğrencilerle görüşerek MÜSİAD’ ın üye kayıtı yaptığından bilgilerinin olmadığını söyledi.

Mersin Üniversitesi(MEÜ)’ de Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu ve İş- Kur Kariyer Günü başlığıyla bir dizi etkinlik hazırlığı yaptı. Çeşitli kamu kurumları ve özel sektör temsilcileri panellerden oluşan etkinlik dizisi için Çiftlikköy Kampüsü’ nde bulunan Uğur Oral Kültür Merkezi’ne geldi. Soru cevap biçiminde kurgulanan etkinlikte öğrenciler sordukları birçok soruya cevap alamadı. Sorular nedeniyle Özel Sektör Ne İster Paneli iptal edildi. Geçtiğimiz günlerde MÜSİAD etkinliğinde yaşanan olaylar nedeni ile rektörlük kampüs içine beş otobüs çevik kuvvet ekibi ve çok sayıda sivil polis girdi ancak öğrencilerin tepkileri üzerine rektörlük tarafından geri çekildiler.

MÜSİAD’ ın üye kayıtı yaptığından bilgimiz yoktu

Etkinlik öncesi öğrencilerle görüşmek isteyen rektör yardımcısı Prof. Dr. Mehmet İsmail Yağcı MÜSİAD’ ın pazartesi günü yaptığı konferansta yaşananlardan üniversite yönetiminin rahatsızlık duyduğunu belirtti. Yağcı MÜSİAD’ ın öğrencileri üye yapmaya çalıştığından bilgilerinin olmadığını bu konu ile ilgili araştırma yapacaklarını söyledi. Öğrencilerden demokratik haklarını kullanmalarını fakat Kariyer Günü için hassas olmalarını ve dinledikten sonra soru sormalarını istedi. Öğrenciler ise kampüs içerisinde ki polislerin çıkarılmasını istedi. Talebin kabul edilmesi ile çok sayıda sivil ve resmi polis kampüs dışarısına çıktı.

‘2023’ te kaç işçi atılacak’

Mersin’de Liman Faaliyetleri konu başlığı ile söz alan Ulaştırma ve Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Mersin Liman Başkanı Zafer Gül liman işletmeleri ve içerisinde ki istihdama dair bir sunum gerçekleştirdi. Bunun üzerine Gül’ e limanda ki çalışma koşulları soruldu. Gül sunum sonrası cevaplandıracağını söyledi. Liman başkanına sorulan sorular şöyle;

Limandan atılan işçiler hakkında ne düşünüyorsunuz? 2023’ te kaç işçi işten çıkarılacak?

Serbest bölgede çalışma koşullarını anlatmanızı istiyoruz. Soma, Ermenek ve Torunlar’ da iş cinayetlerinde ölenler özel sektörde çalışıyordu, öğrencileri neden özel şirketlere yönlendiriyorsunuz?

400 ton GDO’lu mısır ve 1.044 ton kaçak et limana sokuldu. İnsanlar kaçakçılık yapıyor diye Roboski’ de öldürüldüler. Peki bu gemileri ne yapacaksınız?

Cevap kısmında soruları yanıtlamak istemeyen Gül; ‘ Öğrenciyken her şeyin sorulabileceğini ama öğrenci değilken bu tür soruların sorulamadığını ve kendi uzmanlık alanı olmadığını söyleyerek kürsüden ayrıldı.

İş-Kur’a çocuk işçiliği soruldu

Sorulara cevap alamayan öğrencilerin cevap isteği üzerine etkinliğe ara verildi. Aradan sonra Mersin Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü İş ve Meslek Danışmanı Duygu Pehlivan İş-Kur’ n çalışmalarına dair bilgilendirme yapacağını ve sunumun ardından kendisine soru sorulabileceğini söyledi. Pehlivan öğrencilerin sorduğu bazı sorulara cevap verirken çoğunu yanıtsız bıraktı.

İş-Kur tarafından sağlanan işlerde çalışan işçilerin sigortalarının işveren tarafından karşılanmadığını söyleyen bir öğrenci İşçilerin sigortaları nereden karşılanıyor sorusunu sordu. Soruyu başka bir öğrenci bizlerden alınan vergilerle oluşturulan fondan karşılanıyor. Böylelikle işverene yük olmaması sağlanıyor’ dedi.

Çocuk işçiliğini neden teşvik edildiğini soran bir öğrencinin söylediğini reddeden Pehlivan’ a aynı öğrenci dağıtılan broşürlerde on beş yaş ve üstü vatandaşlara hizmet verildiğinin yazıldığını söyledi.

Terör mağdurlarına imkân sağlıyorsunuz, devlet mağduru olanlara ne tür kolaylıklar sağlıyorsunuz? Sorusu ise cevapsız kaldı.

İstihdam halayı

Diğer soruları dışarıda yanıtlamak isteyen Pehlivan’ ı kürsüden ayrılmasının ardından öğretim görevlileri ile kısa süreli bir tartışma yaşandı, öğrenciler bir süre kürsüye çıkarak soruları kendileri cevaplandırdılar. Etkinlik sonrası sorular nedeni ile iptal edilerek salon boşaltıldı. Öğrenciler ‘sermaye defol üniversiteler bizimdir, işçilerin birliği sermayeyi yenecek ‘ sloganı atarak dışarı çıktılar. Kültür merkezi önünde ise ‘ istihdam halayı’ çekerek dağıldılar.

Kaynak: Mersin Üniversitesi Forumu (FACE)

 

Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde saldırı

Saat 10:30’da yemekhanede dağıtılan HDP’nin seçim broşürlerini gören ülkücüler kendi ocaklarına çağrı yaparak devrimci yurtsever öğrencilere saldırı hazırlığına başladı. Olay yerine birçok sivil polis ve kolluk kuvveti eşliğinde ÖGB geldi. Ülkücüler 70’lerden kalan sloganlarını atarak devrimcileri kışkırtmaya çalıştı. Ardından saldırı başladı. Ülkücülerin saldırı girişimi geç de olsa püskürtüldü. Taşlardan kaçan ülkücüler tıp fakültesinin içine saklandı. Devrimci öğrencilerden iki kişi hafif yaralandı. Yaklaşık 100 kişinin bulunduğu devrimci yurtsever öğrenciler bir süre bekledikten sonra ‘Mersin Faşizme Mezar Olacak’, ‘Yaşasın Devrimci Dayanışma’, ‘Biji Serok Apo’ sloganları eşliğinde toplu bir şekilde tıp fakültesinden kampüs merkezine yürüdüler.

Kaldıraç Mersin

“İç güvenlik paketi”ne karşı eylem

HDP’nin çağrısı ile “İç Güvenlik Paketi”ne karşı 10 Mart’ta Özgür Çocuk Parkı’na bir yürüyüş yapıldı. Saat 17.00’da istasyon önünden başlayan yürüyüşe Kitle katılımının yoğun oldu. Kitle, yüzleri kapatıp yolu trafiğe kapatarak Özgür Çocuk Parkı’na doğru yürüyüşe geçti, 2 çevik kuvvet aracı ve 2 Toma ile eyleme eşlik ederken Mersin Akdeniz Belediye Başkanı Fazıl Türk, Akdeniz Belediye Eş Başkanı Yüksel Mutlu da yüzünü puşi ile kapatarak eyleme katıldı. AKP Şaşırma Bizi Dağa Taşırma sloganı, Biji Serok Apo, Biji Berxwadana Kobanê ve Polis Devleti İstemiyoruz sloganları atıldı. Çevredeki halk, alkışlarla yürüyen kitleye destek verdi. Özgür Çocuk Parkı’na ulaşan kitleye ve basın mensuplarına HDP il başkanı Kürtçe Arapça ve Türkçe selam vererek başladı. Okunan basın açıklamasından sonra konuşmak isteyen kimsenin olup olmadığı soruldu. Konuşan bir iki temsilcinin konuşmaları sonrasında kitle dağıldı.

Olağanüstü hâl yasaları

Erdoğan, başkanlık sistemi için, son bir seçime hazırlanıyor. Ona göre, 400 milletvekili çıkarılması gerekiyor. Bu 400 milletvekili, olası firelerle birlikte, anayasayı değiştirmek için tek başına hareket etme olanağı demektir. Herkesin “karşı” imiş gibi yaptığı 12 Eylül Anayasası, bugüne kadar varlığını korudu. Erdoğan, anayasayı, kendi isteklerine uygun değiştirmek istiyor. Kendisinin başkan olacağı bir sistem istiyor.

Bugüne kadarki pratiğe bakıldığında, AK Parti iktidarın olanaklarını kullanmak konusunda sınır tanımaz, kural tanımaz durumdadır. Oyunun kuralları vb. önemini yitiriyor, dün söylenenler hemen tam tersine dönebiliyor. YÖK meselesine bakın, önce YÖK’e karşı idiler, ama şimdi YÖK onların ve elbette iyidir. Bu sadece bir örnek. Öyle ise, şu soru anlamını kaybediyor: Diyelim ki, Erdoğan 400 milletvekili ile başkan oldu, peki gelecek seçimlerde tekrar başkan olacağının garantisi nedir? İşte bu soru anlamsızdır. Başkan, yeni bir kanun çıkartır ve “bir sonraki seçimlerin galibi bir önceki seçimleri kazanmış olandır” der. Kısacası bir yolunu bulurlar.

Irak savaşının tüm süreçlerini hatırlayın, bu ilkesizlik her aşamada ortadaydı. Güçlüye doğru evrilmek, kazanmak için her şeyi verebilmek vb. yeteneği mevcuttur.

Öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan’ın başkanlık aşkı, öyle sıradan bir aşk değildir.

Şimdi, bu başkanlık süreci, yeni bir oyalama için zaman kazanmaya dönüştürülmüş bulunuyor. Ellerindeki tüm olanaklarla, bir saldırı süreci başlattılar.

Erdoğan, 330’u riskli görmektedir. Halk oylamasının sonuçları belirsiz görünmektedir. Bu nedenle, 400 milletvekili diye açıkça ilan etmektedirler.

İşte bu amaca ulaşmak için, yeniden milliyetçiliği, Kürt devrimine karşı, toplumun kalan bölümünü zehirlemeyi devreye sokmak istiyorlar.

Yakın döneme kadar, Kürdistan dışında kitle hareketleri çok ama çok zayıf idi. Şimdi, hâlâ zayıf bir örgütlenmeye dayansa da, kitle eylemleri Gezi ile birlikte gelişmeye başlamıştır. Yıllardır Kürt hareketine karşı pompalanan karanlık propaganda artık işe yaramıyor. Gezi Direnişi, bu açıdan çok önemli bir çıkıştır. Ve ardından Soma direnişi, ardından Kobanê direnişi ve yine ardından Özgecan’a karşı gerçekleşen vahşi saldırıya karşı isyan, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını göstermektedir.

İşte devleti, Erdoğan’ı, AK Parti’yi telâşa, korkuya iten bu tablodur.

Sokaklara çıkışı, özgürlük arayışını, hak arama eylemlerini tümden bastırmak istiyorlar.

Yeni olağanüstü hâl yasası, yeni iç güvenlik yasa tasarısı bu amaç içindir.

Hem Kürt hareketine karşı, hem de batıda gelişen ve yaygınlık kazanmaya başlayan kitle hareketlerine karşı, bir karşı-devrim saldırısı için hazırlık yapıyorlar. AK Parti hükümetleri döneminde giderek artan, son yıllarda yeniden öne çıkan faili meçhul cinayetleri daha da artıracak bir süreci örgütlüyorlar. 2007’den bu yana 183 kişi polis kurşunları ile öldürülmüştür. Bugün, yeniden bu saldırılara, polisin halka karşı saldırılarına hız verecek bir yasal çerçeve peşindeler.

İki alanda da yeni bir saldırı organize ediyorlar.

Öyle anlaşılıyor ki, devlet-hükümet, seçim öncesi saldırıları daha da artıracaktır. Yasanın bir an önce çıkmasını istiyorlar ve doğrusu, seçim öncesinde bu telâş anlamlıdır. Oy kaybettirme “riski” olan bir olağanüstü hâl yasası devreye sokulmak isteniyor.

Devlet, bu yasa ile saldırıları daha da fazla artırmak istiyor. Kobanê’de, Gezi Direnişi’nde ortaya koyduğu eylemlerin yol açtığı sıkışmışlığı aşmak için, daha da saldırmak gibi bir yol tutuyorlar. Çaresizliğin çaresi gibidir; daha da fazla saldırganlık.

Olağanüstü hâl, bir başka biçimde, tüm ülkeye yayılacak şekilde geri gelmektedir. Bu doğrultuda saldırıları olacağı anlaşılıyor. Seçim öncesinde, daha fazla saldırganlaşarak, kitleleri sindirmek istiyorlar.

Tüm bunlara rağmen, bu süreç ters tepecektir. Direniş kazanacaktır.

Önümüzdeki seçim süreci, aynı zamanda daha da ileri düzeyde örgütlenme sürecidir. Kitlelerle buluşma, onların örgütlenmesine olanak hazırlama sürecidir.

Seçim süreci, aynı zamanda, %10 barajını yerle bir etme, demokratik hakların sokakta kazanılması sürecidir.

Seçim süreci, düzenin köhnemişliğini tek tek ve her yönü ile halka anlatma sürecidir.

Seçim süreci, aynı zamanda bu olağanüstü hâl yasalarını ve elbette bunun ardından gelecek olanları engelleme sürecidir.

Evet hâlâ, ısrarla, yeniden isyan *

Kimileri buna “hayal” ya da “umut işte” diyebilir…

Ama unutmayın: Aristoteles, “Umut, uyanık insanın rüyasıdır,” derken; Remy de Gourmont da, “Gerçek bir hayal ve hayal bir gerçektir,” vurgusuyla yanıtlar bu kuşkucu itirazları…

Hayır kuşkuya, tereddüde yer olmamalı hayatımızda…

Adnan Yücel’in, “Yıldızlar ve sular tanıktır/ aç ve kavruk bir memeden/ Direnmeyi yudum yudum emen / Bir çocuk gibi öğrendik/ Ve direndik,” dizelerindeki zorlu günlerden gelerek ulaştık bu
günlere…

Hayır artık bir “eşikte” değil, ezilenlerin tarihin sahnesinde tekrar yerini aldığı, daha da alacağı bir sürecin içindeyiz…

* * * * *

Yıllar önce, yine böyle bir toplantıda “Bizimkiler büyük bir yangını çıkarmaya geliyorlar. Bizimkiler yalanı ve karanlığı yıkmaya geliyorlar. Bizimkiler kapitalizmi yıkmaya geliyorlar.

Gelenlerin arasında Ökkeş ve 17’lerle Che Guevara da var. Gelenlerin arasında İbrahim, Mahir, Deniz bizimkiler var.

Bizimkiler, çocuklar daha çok ekmek yesin diye geliyorlar. Bizimkiler bu ülke sömürülmesin diye geliyorlar. Bizimkiler, Kürtlerin özgürlüğü için geliyorlar. Bizimkiler Alevîler, kadınlar ve
ötekiler için geliyorlar. Ayağa kalkın bizimkileri alkışlayın. Bizimkiler geliyor,” diyerek uzun bir tarihsel süreçteki Uzun Yürüyüş’ümüzden söz etmiştim…

Tarih biz(ler)i bir kez daha “devrimin güncelliği”
yle doğruladı.

Bizimkiler geldi!

Bizimkiler Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri)
güzergâhındaki her yerdeydi…

Onlar Dersim’de, Gazi’de, Tuzluçayır’da, Antakya’da her yerdeydi…

Yoksulluğa başkaldırdı, rantiyeler/müteahhitler karşısında yaşamı savundu…

Onlar Diyarbakır’da, Hakkâri’de, Kandil’de, Rojava’daydı…

Hem de 38 Kurşun’un, Roboskî’nin, Halepçe’nin, Diyarbekir Zindanlarının affetmeyen öfkesiyle…

Bizimkiler geldi!

Onlar emekçilerdi, işsizlerdi, Alevîlerdi, kadınlardı, gençlerdi, LGBTİ’liler, ekolojistlerdi…

Onlar Hrant’ın yoldaşları, onlar Ermeni soykırımını lanetleyenlerdi…

Bizimkiler geldi!

Latin Amerika’da, Filipinler’de, Hindistan’da, Nepal’de yani zulmün olduğu her yerdedir artık onlar…

Gelenler yani Onlar “yeryüzünün lanetlileri” diye anılan Prometheus’un, Spartaküs’ün, Kawa’nın, Şeyh Bedreddin’in, Pir Sultan’ın torunları…

Marx’ın, Engels’in, Lenin’in, Mao’nun, Rosa’nın, Che’nin öğrencileri… 16 Haziran 1915’de Beyazıt Meydanı’nda asılan Ermeni sosyalist Paramaz ile 19’ların, Mustafa Suphi’nin, Deniz’in, Mahir’in, İbo’nun, Mazlum’un, Mercan’daki Ökkeş’le 17’lerin yoldaşlarıdırlar…

Onlar “bir gemiciği” olan ya da “bir milyarcık parası” olanların soygunculuğuna karşı ekmek, adalet ve gül için geliyorlar…

* * * * *
Gelenler bizimkilerdir…

Hilmi Yavuz’un, “Hüzün ki en çok yakışandır bize” notunu düştüğü; Ahmet Telli’nin “ama acıya alışılmaz yaşanacaksa/ geceye boyun eğmez sürgit/ çünkü insanlığımızın tarihi/ acılar bittiğinde
yazılacak,” diye betimlediği alacakaranlıkta…

Hayaller(imiz)le, cüret(imiz)le, umut(larımız)la yolumuzu açacağız 2014’te de sen/siz orada biz burada; Cemal Süreya’nın, “Artık hayallerim suya düşecek diye/ kaygılanmıyorum./ Çünkü, onlar düşe düşe/ yüzmeyi öğrenmişler,” dizelerini terennüm edeceğiz inat ve ısrarla…

Hem de “Ekmek hepimize yetmiyor,/ kitap da öyle,/ ama keder alabildiği kadar”… “Neden sancılar eksik olmaz,/ iyi insanların yüreğinden” çığlığıyla haykıran Nâzım Hikmet’in, “Ne devlet ne para,/ insanın emrinde dünya,/ belki yüz yıl sonra;/ olsun,/ mutlaka bu böyle olacak ama” diye tarif ettiği umutlarıyla…

“Çünkü umutsuzluk yasak,/ Yılgın türküler söylemek de./ Çünkü yürüyor umudun ordusu/ Umutsuzluğu kurşuna dizerek,” derdi Metin Demirtaş…

Çünkü “Diz çökmek değildir yaşamak/ Şarkılar söylemektir ayakta/ Kurşuna dizilirken/ Bir bahar sabahında,” derdi Arif Berberoğlu…

Çünkü “Dün nasılsa bugün de öyle,/ öldürülür taşıyanlar ışığı,/ başkaları alır onların yerini,/ ışığa dokunamaz ama kimse,” derdi Louis Aragon…

Çünkü “ne zaman hürlüğün, barışın, sevginin aşkına/ bir cigara atmışsak denize/ sabaha kadar yandı durdu,” derdi Cemal Süreya…

Ve en önemlisi “Biz böyle yaşayacağız,/ sevişerek, savaşarak, umarak, inanarak,/ bardaktan boşanırcasına,” Afşar Timuçin’in ifadesiyle…

Çünkü “Kötülük Simgesi Olarak Kalacaksınız” çığlığıyla Şükrü Erbaş’ın dizelerinde betimlediği üzere olacaktır her şey: “ne yapsanız çaresiz/ kendinizden sonraya kalmayacaksınız/ zaman yenecek sizi/ o telaşsız bilge, o silahsız güç/ silecek yüzünüzdeki kibrinizi/ hükmünüz ömrünüzle sınırlı olacak/ öldüğünüz gün unutulacaksınız./ /mezarlara hapislere uzanan/ yaralı tarihinde bir ince düşüncenin/ -bir güzel ülkenin, o iyi insanların-/ kötülük simgesi olarak kalacaksınız…”

Onlardan sonra geriye Karl Marx’ın, “İnsanakendi dışındaki dünyaya inanmayı ilk öğreten şeydir aşk,” betimlemesindeki cüret ile, “Bê nan dijîm bê azadî najîm/ Aç yaşarım hürriyetsiz yaşamam!” diye yarattığı Ethem’(ler)in, Mehmet’(ler) in, Abdullah’(lar)ın, Medeni’(ler)nin, Ali İsmail’(-ler)in, Ahmet’(ler)in, Ferit’(ler)in aydınlığıdır…

* * * * *

Ernesto Che Guevara’nın, “Bu gün taçsız krallar var, tekeller bunlar, tüm ülkelerin, bazen de tüm kıtaların gerçek efendileri,” diye betimlediği sürdürülemez kapitalizmin kararttığı bu yerküreyi isyancıların yaktığı özgürlük ateşiyle aydınlatacağız; zalimlerden hesap soracağız…

Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın!

‘StaticsCan’a göre çoğunluğu yerli kabilelerinden olmak üzere 967 bin aç çocuk bulunduğu Kanada’nın Sanayi Bakanı James Moore’a, “Komşumun çocuğu açsa, onu beslemenin benim işim olduğunu sanmıyorum… Federal hükümetin işi, aç çocuklara kahvaltı hizmeti vermek değildir,” dedirten kapitalist hodbinlik koşullarında ‘2013 Dünya Açlık Endeksi’ne göre, dünyada her
8 kişiden biri açken; her yıl, 3 milyonu çocuk 7 milyon kişi açlıktan ölüyorken; Jean Ziegler’in, “Açlıktan ölen her çocuk, tasarlanmış bir cinayet kurbanıdır”; Theognis’in, “Yeryüzünde açlıktan
ölenlerin sayısı, tokluktan ölenlerden çok daha azdır”; Robin Sharma’nın, “Hâlâ açlıktan ölenler varsa dünyada, aslında ölen insanlar değil, insanlıktır”; Henry Ford’un, “Eğer halk bizim bankacılık
ve para sistemimizi bilseydi sabaha kalmaz bir devrim olurdu,” diye tarif ettikleri ve “Yeni Dünya Düzen(sizliğ)i” (“YDD”) denilen adaletsizlik nihayete erdirilecektir…

XX. yüzyılın başında zengin ülkelerde kişi başına düşen gayri safi milli hasıla yoksul ülkelerden 22 kat fazla iken, bu fark 1970 yılında 88 kata, 2000 yılında ise 267 kata çıktığı sömürü ve talanın
açlık ve yoksulluk dünyasını yıkacağız…

Evet, evet ‘Alman Deutsche Welle’ radyosunun, ‘Avrupa’nın Artık Etleri Afrikalıların Tabaklarında’ başlığıyla verdiği haberde, “Avrupalılar daha sağlıklı olduğu için göğüs, but gibi kısımları
tüketirken, sakatat, kanat ve boğaz gibi daha az tüketilen ve sağlık açısından çok da iyi olmayan kısımlar Afrika’ya ihraç etti”ği zulmü yıkacağız…

Haksız savaşların “kan, irin ve gözyaşı”yla beslenen ve yedisi ABD kökenli olan dünyanın 10 büyük silah ve savunma sanayi devinin satışlarının 2012 sonunda 217.7 milyar doları bulduğu ve
de listenin en tepesinde 2012 cirosu 44.9 milyar dolar olan ABD’li Lockheed Martin’in yer aldığı militarist vahşeti yok edeceğiz…

Kolay mı? İkinci sıradaki ABD’li Boeing’in 31.4… Üçüncü İngiliz BAE’nin 26.8… Dördüncü ABD’li Raytheon’ın 22.7… Beşinci sıradaki ABD’den General Dynamics’in 21… Altıncı ABD’li Northrop Grumman’ın 20.6… Yedinci Hollandalı EADS’nin 14.9… Sekizinci İtalyan Finmeccanica’nın 12.5… Dokuzuncu ABD’li United Technologies’in 12.1… Onuncu sıradaki ABD’li L-3 Communications’ın da 0.8 milyar dolar cirosu olduğunu asla unutmayacağız/ unutturmayacağız…

Onların kârı emekçilerin ölümüdür; tıpkı “Bir banka soymak, bir banka açmaktan daha büyük bir suç değildir,” diyen Bertolt Brecht’in “Büyüyecek/ mülk sahiplerinin mülkleri/ ve mülksüzlerin
sefaleti” vurgusuyla işaret ettiği gibi: “İlk savaş değil./ Ondan önce/ Başka savaşlar da oldu./ En sonuncusu bittiğinde/ Kazananlarla yenilenler vardı./ Yenilen yanda yoksul halk/ Açlıktan kırıldı./ Kazanan yanda/ Açlıktan kırıldı yine yoksul halk…”

* * * * *

Vladimir Mayakovski’nin, ‘Lenin Destanı’da, “Dünya artık/ dar geliyor/ SERMAYE’nin hırsına,/ patlayıncaya/ kadar/ kazanma hayalleriyle/ milyar/ dolarlık/ yüzükleri/ geçirmiş parmağına,/
koca göbeği/ ve kirli elleriyle/ uzanıyor,/ hakların/ gırtlağına,” diye betimlediği bu hâle, dünyadaki bu zulme boyun eğmedi ezilenler… Dünya ayaklandı; emekçiler sokaklara çıkıp yoksulluğa isyan ettiler…

Çok önceleri Wilhelm Reich’ın, “Asıl açıklanması gereken aç insanın çaldığı ya da sömürülen insanın greve gittiği değil, neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun
greve gitmediğidir” ve daha sonra da Californiya Üniversitesi-Berkeley Sosyoloji Bölümü’nden öğretim üyesi Fransız sosyolog Loic Wacquant’ın, “Neden bu kadar az direniş var? Kentsel kutuplaşmaya ve eşitsizliğe karşı neden bu kadar az karşı çıkış oluyor?” diye sorguladıkları yerkürenin son örneklerden Almanya’nın Hamburg’u…

Hamburg’da 10 bin insan evsiz: Yarısı mülteci, yarısı Hamburglu… Bu insanlar devlet yurtlarında kalıyor. Bir odada 3-5 kişi yaşıyor. Evsizler yurdunda kalan yüzlerce aile var. 5-6 yıldır bu gidişata
karşı halk arasında tepki başlamıştı…

Ayrıca Hamburg’a 34 milyarder aile ve binlerce milyoner hükmediyor. 60 bin çocuk yoksulluk sınırında yaşıyor. Ailelerle birlikte bu rakam yüzbinleri buluyor. Yoksulluk pervasızca artıyor,
yiyecek dağıtan kurumların önünde uzun kuyruklar oluşuyor…

Hamburg kentinde 21 Aralık 2013 günü “Rote Flora” adlı kültür merkezi binasının boşaltılmak istenmesine tepki gösteren sol gruplara polis müdahale etmiş, olayda 120 polis ve 500’e
yakın gösterici yaralanmıştı. Hâlen aralıklarla devam eden olaylar nedeniyle Hamburg’da, Altona, Sankt Pauli ve Sternschanze ilçeleri “tehlikeli bölge” ilan edilmiş ve buralarda yoğun güvenlik önlemi alınmıştı.

21 Aralık 2013’te Rote Flora için barışçıl bir gösteri düzenlendi. Polis yürüyüşü yasaklayamadığı için provokasyona başvurdu: Su, gaz ve copla müdahale etti. Anarşistler taş atarak karşılık verdi,
ortalık karıştı, 480 sivil ve 120 polis yaralandı.

“Hâlbuki yürüyüşe katılan 10 bine yakın insanın yüzde 95’i normal vatandaştı. İnsanlar bebek arabalarıyla gelmişti. Polis engellemeseydi şiddet
olmazdı. Ardından St. Pauli’de karakola saldırı oldu denilerek tehlikeli bölgeler oluşturuldu. ‘Karakola anarşistler saldırdı’ diye propaganda yaptılar. Hâlbuki eğlenen 20-30 kişilik bir gruba
müdahale sonrası yaşanan bir olaydı. Yalan ortaya çıkınca rezil oldular.” (3)

Daha sonra göstericiler, 11 Ocak 2014 akşamı Davidwache karakolunun yanındaki Spiel-Buden meydanında bir araya geldi. Sosyal medya üzerinden duyuru yaparak toplanan bin kadar gösterici,
kuş tüyü yastıkları birbirlerine vurup, tüyleri etrafa saçarak protestolarını gerçekleştirip, “Polis teşkilâtı, göstericilerin şiddet kullandığını öne sürerek kendi yaptıkları orantısız güç ve şiddeti
haklı göstermeye çalışıyor. Biz şimdi en yumuşak materyallerle eylem yapıyoruz. Bakalım şimdi ne yapacaklar. Biz sadece sosyal refah istiyoruz. Hamburg’daki ev kiralarının yüksek olmasını, konut sorununu, işsizliği, özelleştirilmeleri, sosyal adaletsizliği protesto ediyoruz ve bunların çözülmesini talep ediyoruz. Bu haklarımızı alana kadar ve tehlikeli bölge tamamen kalkana kadar eylemlerimiz devam edecek,” dediler.

İşte Bosna…

“Binlerce kişi işsizlik ve hayat pahalılığına karşı ayaklandı. Ülke, 1992-95 savaşından sonraen büyük şiddet olaylarına sahne oluyor.

Ülkede her beş kişiden biri açlık sınırının altında yaşıyor. İşsizlik oranı yüzde 40’lara ulaşmış durumda. Nihat Karaç isimli inşaat işçisi “İnsanlar aç oldukları için protesto ediyor, çünkü işleri yok.
Hükümetin istifasını istiyoruz” dedi. Tuzla’da gösterilere katılan işsiz bir ekonomist, “Bana kalırsa eylemler, gerçek bir Bosna baharı. Sokaklarda daha çok insan olacak. Bosna’da yaklaşık 550
bin işsiz var,” diye konuştu…

İşte İskoçya ile Katalonya…

Avrupa’da ayrılıkçılık rüzgârları iki ülkede en güçlü esiyor. Birleşik Krallık, yani Büyük Britanya ile, İspanya’da… Britanya Adası’nın kuzeyindeki beş milyon nüfuslu İskoçya, 18 Eylül
2014’te bağımsızlık referandumu düzenleyecek. İspanya’nın en zengin bölgelerinden 7.5 milyon nüfuslu Katalonya ise, 9 Kasım 2014’te bağımsızlık konusunu halka danışmak üzere sandığa gidecek. Anglo Sakson geleneği üzerinde yükselen Britanya’da, İskoçların işi daha kolay görünüyor. XX. yüzyılda kanlı bir faşizmden geçerek birliğini1970’lerde özerklik iskeletiyle sağlayabilmiş İspanya’da ise Katalanların işi daha zor…

İşte İtalya…

“Beş yıldır derin bir resesyon yaşamakta olan İtalya’da kemer sıkma politikalarına, küreselleşmeye, yoksulluğa, yönetici sınıfın yolsuzluklarına, küstahlığına karşı pazartesi günü patlak veren
eylemler, kuzeyde Torino’dan güneyde Sicilya’ya kadar tüm ülkeyi boylu boyunca sarsmaya devam etti…

Roma’daki, La Spienza Üniversitesi’nden Prof. Antimo Farro da protesto eylemlerini, ‘Gezi’ ve Wall Street’teki ‘İşgal Et’ eylemlerine benzetiyor… İtalya’nın öbür yüzü kendini öfkeli bir ifadeyle
gösterirken, içişleri bakanı ‘sokak isyanlarından’ söz etmeye başlıyor”! (4)

* * * * *

Ya zulüm ve yolsuzluğun kollarındaki coğrafyamız mı?

Gallup’un 2013 yılına ilişkin verilerin ortaya konduğu araştırmaya göre, insanların yüzde 33’ü (her 3 kişiden 1’i) fakirlikle mücadele ediyorken; TOFAŞ’ın çatısındaki Maserati ve Ferrari markalarının distribütörü Fermas, 2013’te çok başarılı bir yıl geçirdiğini açıkladı…

3 litre dizel Ghibli modelinin gelişiyle 40 Maserati satışına ulaşacak Fermas, 2014 yılında ise sektörde genel düşüş öngörüsüne rağmen 80 adet Maserati satıp rekor kıracak. 2013 yılı Aralık
ayında 23 Ferrari satan firma 2014’te aynı rakamı hedeflerken, fiyatı 574 bin Euro olan ‘458 Speciale’ modelinden 2 adetlik ek siparişle 7 adeti şimdiden satmış durumda.

605 beygirlik Speciale 100 km/s hıza 3 saniyede çıkabiliyor. Fermas Müdürü Ferhat Albayrak tüm dünya için yalnızca 500 adet üretilecek La Ferrari’den ise Türkiye için 2 kota aldıklarını
belirterek, “Türkiye fiyatı 6 milyon TL üzerinde olacak araç için 7 kota verseler hepsini satabilirdik” diye konuştu.

Bu arada Yapı Kredi Bankası 2013 yılında 3.7 milyar lira kâr ederken; Akbank’ın aktifleri 195 milyar TL’yi aştı!

Bankalarda 1 milyon liranın üzerinde hesabı bulunanların sayısı mayıs 2013 sonunda, bir önceki aya göre 1.376 kişi artarak 54.371’e çıktı. Bankalardaki milyoner sayısı iki yılda ise 14.054
kişi arttı!

Bu madalyonun bir yüzü; öteki de şu: Hükümet ve Türkiye İstatistik Kurumu, “Türkiye’de aç yaşayan kimse yok” dese de her ay bu söylemi yalanlayan bir olaya tanık oluyoruz. Bir örnek de
Sakarya’nın Akyazı ilçesinde yaşandı. Girdiği börekçide aç olduğunu söyledikten sonra bayılan 51 yaşındaki Ayten Pektaş’ın 2 gün boyunca boğazından bir lokma dahi geçmediği açığa çıktı.
Akyazı’da börekçide bayılmasının haber olması üzerine, Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü görevlileri Pektaş’ın durumunu incelemeye geldi. Görevlilere yaşadıklarını anlatan Pektaş, daha önce kendisine verilen 250 lira bitince 2 gün hiçbir şey yemediğini, aç dolaştığını söyledi. (5)

Bir şey daha: Kırıkkale’de babasından ayrılan annesi ile birlikte yaşayan 22 yaşındaki T. U., uzun süredir iş bulamayınca sevgilisine not bırakıp, iple kendini asarak intihar etti.(6)

2002’de iktidara gelen AKP döneminde borçlar da, fiyatlar da katlandı. Bankalara tüketici kredisi borcu olanların sayısı 2002’de 1.7 milyondu, 13.8 milyonu aştı. 12.1 milyon kişi borçla tanıştı…

AKP döneminde devletin borcu 242.7 milyar liradan 546 milyara çıktı. AKP’nin 149.9 milyar lira olarak devraldığı devletin iç borcu şimdi 395.2 milyar lira…

Türkiye’nin dış borcu 2002’de 129.6 milyar dolardı. Şimdi 350 milyar dolar…

Şirketlerin bankalara 56.2 milyar lira olan borcu 682 milyar liraya ulaştı…

AKP’den önceki 80 yılda toplam 44 milyar dolar cari açık verilmişti. 10 yılda verilen açık 358 milyar dolar…

2002’de Türkiye’de 9.1 milyar dolar sıcak para vardı. 21 Haziran 2013 itibarıyla sıcak para 145 milyar dolar…

Aileler 2002’de gelirinin yüzde 5.5’i kadar bankalara borçluydu. Borç gelirin yüzde 50’sine ulaştı…

Geçerken bir şey daha: 2013 yılında birçok meslek grubu asgari ücretli kadar kazanamamış. 2013 yılı vergi beyanlarına göre birçok meslek grubunun aylık ortalama geliri, çalıştırdıkları asgari
ücretlilerin bile altında kalmış. En az kazananlar ayda 302 TL ile kürkçüler olurken onları 304 TL ile lokantacılar, 474 TL ile mobilyacılar izlemiş. Bu para ile yemiş, içmiş, giyinmiş, kira,
elektrik, su ve yakıt parası ödemiş, çocuk okutmuşlar!

Tam da bu tabloda Goldman Sachs, Türkiye’nin kırılganlıklara açık olduğunu duyururken; ezilenlerin ezenlerden hesap soracağı yeni bir altüst oluşa gidiyoruz…

* * * * *

Dünya da coğrafyamız da; Nâzım Hikmet’in, “Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,/ dalga dalga aydınlık oldular,/ yürüdüler karanlığın üstüne./ Meydanları zaptettiler yine,” dizelerindeki bir yere gidiyor yine…

Haziran/ Gezi İsyanı da bunun tanığıdır…

‘Frankfurter Rundschau’nun, “Erdoğan şunu hâlâ anlamadı: Bu protestolar, onun otoriter politikalarına karşı yapılıyor…”

‘The Guardian’ın, “Mısır diktatörü Mübarek’in devrilmesi öncesinde, ‘Hiçbir hükümet halkın iradesine karşı koyamaz’ diyen adam, şimdi kendi halk hareketini ‘Çapulcular ve yabancı
ajanlar’ olarak tanımlıyor…”

‘La Croix’nın, “Erdoğan, iktidarını giderek daha otoriter ve arogan hâle getirdi…”

‘Süddeutsche’nin, “Taksim’de kanlı oyun,” diye tanımladıkları Haziran/ Gezi İsyanı’na ilişkin olarak ‘La Repubblica’, Türkiye’de iç savaş tehlikesinden söz ederken; ‘Liberation’, “Görünen o
ki Erdoğan kendi ülkesini tanımaz durumda” ifadesini kullandı; ‘The Times’ da, Erdoğan’ın sert söyleminin bölünmeye yol açtığının altını çizdi.

Bir özgürleşme hareketi olarak Haziran/Gezi İsyanı: “Dedik oldu, yaptık oldu” zihniyetine, “Densiz, faşist, ananı da al git” laflarına..

Hiçe sayılmaya, hor görülmeye, hoyrat üsluba…

“Bunlar” diye aşağılanmaya, cinsiyet ayrımcılığına…

Kadın cinayetlerine, kadın bedeni üzerindeki “hak” iddialarına…

Kentsel dönüşüme, 3. köprü ve AKM dayatmasına…

Kentlerin AVM’leştirilmesine, Gezi Parkı’na, Galataport’a…

Allianoi Antik Kenti ve Atatürk Orman Çiftliği talanına…

Marmaray kazılarına, milli parklara…

GDO ticaretine…

“Ayyaş, alkolik, çapulcu” ithamlarıyla, alkol düzenlemesi yasağına…

Polis zulmüne, coplara, biber gazına…

Tazyikli suya, TOMA’lara…

Derelere ve HES’lere…

Hak ve hukuka, dinlemelere…

Emek Sinemasına ve Fazıl Say’a…

İfade özgürlüğüne, iş güvenliğine, işçi cinayetlerine…

Roboskî’den Reyhanlı’ya…

Hasılı neo-liberal yıkımdan kaynaklanan her türlü hoyratlığa itirazdı.

* * * * *

Sürdürülemez kapitalizmin neo-liberal versiyonuna “yeni” olmayan bir itiraz olarak, Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu’a (vd’lerine) dünyanın başka yerlerinden de aşinayız.

Mesela New York, Madrid, Tunus, Kahire, Londra, Atina, Stockholm, Sao Paolo’dan ve nice başka kentlerden…

Haziran/Gezi İsyanı, sokaklarında barikatların kurulduğu İstanbul’un en büyük meydanını 15 gün süreyle zapt etmekle kalmadı, ülke geneline demokratik ve özgürlükçü bir çağrı hâline geldi,
hatta dünya çapında bir dayanışma ve sahiplenme ilişkisi de yarattı.

Böylece özellikle de saldırıya uğradığı zamanlarda büyük kitleleri harekete geçirdi. 27 Mayıs’tan 15 Haziran’a kadar 20 gün boyunca Türkiye gerçekten sarsıldı. 2.5 milyondan fazla kişi, 81 ilin 79’unda sokaklara döküldü.

Brezilya’dan ABD’ye, Almanya’dan Fransa ve Tunus’a kadar birçok ülkede “destek” eylemleri yapıldı…

İtalya’nın Bologna kentindeki üniversite öğrencileri, düşük yaşam standartlarını ve kiraların yüksek olmasını protesto etmek için eski bir yatılı okul binasını işgal etti. Binaya “Taksim Öğrenci
İşgali” ismini veren öğrenciler, Bologna Belediyesi tarafından sökülen sembol ağaçlarını da tekrar Verdi Meydanı’na dikti.

Sao Paulo’da ulaşım fiyatlarındaki artışa yönelik protestolarda Türkiye’ye de “Aşk bitti burası Türkiye” sloganlarıyla destek verildi.

Greenpeace Uluslararası Genel Koordinatörü Dr. Kumi Naidoo, Gezi eylemlerini “daha demokratik, daha özgür bir ülke isteyen insanların hareketi” olarak niteledi.

* * * * *

Haziran/Gezi İsyanı hepimize bir kere daha “Bütün dünyada, nerede kapitalizm varsa orada basın özgürlüğü; gazete satın alma özgürlüğü, yazar satın alma özgürlüğü, rüşvet verme özgürlüğü,
halkın görüşünü satın alma ve burjuvazinin yararına saptırma özgürlüğü anlamına gelir,” vurgusuyla V. İ. Lenin’in, “Burjuva demokrasisi sermayenin diktatörlüğünden başka bir şey değildir,”
sözleriyle liberallerin ne denli belkemiksiz olduğunu anımsattı…

Hadi Uluengin’ “Gezi Direnişçileri’ni ihtiyata davet ediyorum,” çığlığını atarken; Hüseyin Çakır’ın, “içindeki arkaik sol eylem biçimleri (şiddeti)” ni mahkûm etmeye kalkıştığı zavallılık; bir
yandan “Gezi Parkı neden bir Hyde Park ya da Central Park olmasın?”;(7) öte yandan da “Modern bir devletin polis ve asker gücü insanlar arasındaki ihtilafların çözümünde taraf değildir ve görevi, politik olanlar dâhil olmak hatta en başta olmak üzere, bu ihtilafların sivil alanda çözülmesinin teminatı olarak görev yapmaktır,”(8) türünden karşılıksız teranelere sarıldı!

“Neden” mi?

Çünkü hiç beklemedikleri bir anda, hiç beklemedikleri biçimde patlak veren Haziran isyanı ve AKP iktidarının onu bastırmada başvurduğu sınırsız ve vahşi şiddet, “demokratikleşme/liberalleşme”
düşlerini yer ile yeksan ederken, onları iki arada bir derede bırakmıştı.

Bakın Cengiz Çandar AKP’yi nasıl uyarıyor:

“Diyeceğim odur ki, Sayın Başbakan ve AKP’liler, sakın Gezi Parkı sorununu ‘şiddet yolu’ ile bitirmeye kalkışmayın. Soruyorum: Vicdanınıza ne oldu sizin? Kısacası: Kendinize gelin artık!”

* * * * *

Hayır, liberal zırvalara ihtiyacımız yok!

Nâzım Hikmet’in dediği gibi, “Ve zafer/ artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar/ tırnakla sökülüp/ koparılacaktır…”

Bundan şüphemiz yok!

“Seçim, diyalog, alavera dalavere falan”… Bunlarla kaybedecek zamanımız yok!

V. İ. Lenin’in, “Genel oy her sınıfın kendi sorunlarını kavramada ulaştığı düzeyin bir göstergesidir. Çeşitli sorunlarını çözmek için farklı sınıfların ne yöne eğilim gösterdiklerini ifade eder. Fakat
bu sorunların gerçek çözümünün oy sandığında değil, sınıf mücadelesinin iç savaşı da kapsayan tüm biçimlerinde aramak gerekir…”

Eduardo Galeano’nun, “Politikacılar, konuşur ama hiçbir şey söylemezler. Seçmenler, oy kullanır ama seçemezler. Bilgilendirme medyası bilgilendirmez. Okullar cahillik öğretir. Yargıçlar,
kurbanları cezalandırır. Ordular, kendi vatandaşlarıyla savaşır. Polisler, suç işlemekten, suçla savaşmaya zaman bulamaz. Kârlar özelleştirilirken iflaslar kamulaştırılır. Para, insandan özgürdür.
İnsanlar nesnelerin hizmetindedir…”

Jean Paul Sartre’ın, “İnsanın özgürlüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir… İnsan sahip olduklarının toplamı değil, fakat henüz gerçekleştiremediklerinin toplamıdır… Umutsuzluk insanlığın kendine karşı hazırlayabileceği suikastların en korkuncudur, umutsuzluk manevi bir intihardır…” uyarılarına sarılıyoruz…

Tam da bunun için “Bizimkiler geliyor” demiştim…

Tekrarlıyorum: Bizimkiler Taksim’e, Tuzluçayır’a, Yüksekova’ya, Rojava’ya geldi…

Şimdi artık başka bir şey söyleme vakti…

O hâlde lanetli egemenlere sesleniyorum: Çaresizsiniz, kuşatıldınız…

Fabrikalardan, tarlalardan, dağlardan, düzlerden gelenler karşınızda…

Teslim olun, diz çökün!

Zulmünüzü, haksızlığınızı yüksek sesle itiraf edin…

Özür dileyin!

Ey halk düşmanları teslim olun, diz çökün, nedamet getirin…

Yoksa halkın gazabından kurtulamayacaksınız!

O hâlde şimdi hep beraber, sıkılı bir yumruk gibi tek yürekten haykıralım Vedat Türkali’nin dizelerini:
“Kalkın kardeşler ışıklar görünmeye başladı
Eski duvarlar değil bu duvarlar
Bir akkuş gelip kondu kara çatıya
Dünyayı böylesine sardı mı kollar
Ne etsin kelepçe neylesin zincir
Kaç kez gösterdi tarih aldatmayacak bizi
Bu denizli kuşlu dünyada
Bir tek acılar mıdır payımıza düşen
Dökülsün yollara beş kıtada
Ekmek de özgürlük de barışın gülleridir
Yumuk elli bebekler pencerelerde bekliyor
Dünyayı çepeçevre kuşatan barış kervanlarını
Çelik canavarlar gibi tanklar değil
Caddelere yakışan özgürlük ekmek türküleridir…”

15 Şubat 2014, Ankara.

 

Dipnotlar:

* Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nin 23 Şubat 2014 tarihinde İstanbul Bağcılar da düzenlediği VI. Demokratik Haklar Kültür ve Sanat Şenliği’nde yapılan konuşma… 1 Şubat 2015 tarihinde Partizan’ın Ankara’da “Tarihimizden Öğreniyor Devrim Ve Komünizm Şehitlerini Anıyoruz” şiarıyla düzenlediği devrim şehitleri haftası anmasında yapılan konuşma… 22 Şubat 2015 tarihinde İstanbul’da Sarıgazi Yüz Fikir Kültür Sanat Derneği’nin açılış etkinliğinde yapılan konuşma…

2 Ahmet Telli.

3 Fehim Taştekin, “Eh Be Damat! Ne Yaptın Böyle?”, Radikal, 11 Ocak 2014, s. 21.

4 Ergin Yıldızoğlu, “İtalya’da İsyan Günleri…”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2013, s. 15

5 “Az Kaldı Simit Hesabı Tutacak!”, Evrensel, 23 Ocak 2014, s. 4.

6 “İş Bulamadı İntihar Etti”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2013, s. 22.

7 Eyüp Can, “Gezi Neden İstanbul’un Central Park’ı Olmasın?”, Radikal, 29 Mayıs 2013, s. 4.

8 İlker Özdemir, “Sivil Toplum, Şiddet Tekeli ve Simgesel Şiddet”, Taraf, 28 Haziran 2013, s. 9.

Perspektif

1 Mayıs 2025: Açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, savaşa ve katliamlara, devlet terörüne,...

2024 yılı 1 Mayıs’ından sonra, hemen herkes, “1 Mayıs alanı Taksim’dir,” dedi. Her 1 Mayıs’tan sonra bu söylenir. Kimisi, “nasılsa 1 Mayıs geçti ve...