Ana Sayfa Blog Sayfa 299

Anadolu Devriminin Yolu – XI. Sosyalizm: Daha İleri

Önceki Bölüm: X. Kadının Kurtuluşu

Devrimci Sosyalistlerin nihai amacı komünizmdir.
Komünizm; sevgi, kardeşlik ve özgürlük üzerine yükselen bir toplumdur. Komünizm; insan öncesi tarihe, bugün içinde yaşadığımız çağa son verip, gerçek anlamıyla insanlık tarihinin başladığı toplumdur. Bugün bir yandan çoktan aşılmış bir toplumda, kapitalizmde yaşıyoruz. Yüzyıl önce son bulmuş ve ömrünü fazladan ve şekilsiz bir canavara dönüşerek sürdüren bir sistemde yaşıyoruz. Ancak daha da önemlisi, insanın insan tarafından sömürüldüğü hiçbir toplumda, insanın gerçek tarihi de başlamış olamaz.
Komünizm; üretim araçları ortak mülkiyeti üzerine yükselen, sınıfların, elbette sömürünün tarihe gömüldüğü, sınıflarla birlikte devletin de ortadan kalktığı kardeşlik ve özgürlük toplumudur. Komünizm; çalışmanın, günlük geçimini sağlamak, yaşayabilmek, karnını doyurabilmek için bir zorunluluk olmaktan çıktığı, çalışmanın kendisinin yaşamsal bir gereksinim olduğu, insanın insana boyun eğişinin tüm biçimlerinin sonuçlarıyla birlikte yok olduğu, insanın tüm yeteneklerini özgürce geliştirebileceği, insanın yeniden ve toplumsal doğuşunun gerçekleştiği bir toplumdur. Komünizm; sınıf karşıtlıklarının, sınıfların tüm sonuçları ile birlikte sona erdiği, insan ile doğa çelişkisinin ön plana çıktığı, insanlığın önünde yeni ufukların açıldığı, “ölü yıldızların fethinin” başladığı toplumdur. Kafa ile kol emeği, kent ile kır çelişkisinin ortadan kalktığı, eski iş bölümünün son bulduğu bir toplumdur.
Devrimci Sosyalistler, sosyalizmi kurmak için atılacak her adımı yukarıdaki hedef ile bağlantılı düşünür. Sosyalizmde her adım, en başından komünizm hedefi gözetilerek atılır. Sosyalizm, dünyaya yayıldıkça, mevcut teknik koşullar altında sosyalist dönemin kısalacağı da açıktır. Sosyalizm, kapitalizmin tüm kalıntılarına karşı savaş kadar, dünya devrimi için, dünyanın parça parça fethedilmesini de anlatır. Bu açıdan sosyalist devrimin içerde ve dışarda sürekliliği büyük önemdedir.
Sosyalizm, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete, bununla birlikte sömürüye son verilen, ancak henüz sınıfların varlığını koruduğu, dolayısıyla sınıf savaşımının sürdüğü, bu sınıf savaşımında proletaryanın elinde, proletarya diktatörlüğünün bulunduğu, komünizme geçiş toplumudur. Kapitalizmden komünizme geçiş, yani sosyalizm aşamasının kısa sürmesi, ancak proletaryanın devriminin yeryüzüne yayılması hızına bağlıdır.
Proletarya, iktidarı alarak, kapitalist devlet makinasını parçalar ve proletarya diktatörlüğünü kurar.
Proletarya diktatörlüğü, proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenişidir. Proletarya diktatörlüğü, kitlelerin aşağıdan yukarıya örgütlenişini ifade eden komün, sovyetler vb. biçimindeki örgenlikler üzerine yükselir. Proletarya, parçaladığı devlet makinası yerine kendi devletini kurar. Kendi temsilcileri, memurları, istisnasız seçimle işbaşına gelen, istisnasız görevden alınabilen, ortalama işçi ücretini aşmayan bir maaş alan kişilerdir. Devlet işleri herkesin yerine getirebileceği kadar basitleştirilen, “uzmanlık”tan çıkartılan işler haline getirilmelidir. Bu mekanizmada seçim, sınıfın ve emekçi kitlelerin doğrudan örgütlülüğünün bir parçasıdır. Yani proletarya diktatörlüğü, siyasi partiler ve parlamentodan oluşan burjuva parlamentarizmi ile ilişkilendirilemez. Proletarya diktatörlüğünde parlamento, örgütlü kitlelerin doğrudan seçtikleri ve geri alabilecekleri temsilcilerden oluşur.
Proletarya diktatörlüğü, iktidardan alaşağı edilmiş “cenneti”ni kaybetmiş burjuvazinin bastırılmasının aracıdır. Proletarya diktatörlüğü, sosyalist ekonomiyi kurmanın ve sınıflarla birlikte, kendi varlığına da son vermenin aracıdır. Burjuvazi içerde küçük burjuvazi kişiliğinde, dışarda dünya burjuvazisinin bir parçası olarak devrime karşı savaşımını sürdürür. Proletarya bu nedenle, sosyalizm koşullarında burjuvazinin karşı-devrimci saldırılarına, kapitalizmin tüm kalıntılarına ve dünya burjuvazisine karşı, dünya devrimi hedefi ile savaşımı sürdürür. Proletarya enternasyonalizminin özü burasıdır. Bu noktada proletarya, zafere ulaşmış devrimini, ancak dünya devrimi uğruna feda eder, kendi devrimini dünya devriminin bir parçası olarak görür.
İktidarı almış olan proletarya hemen üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son verir. Teknik gerilikleri nedeniyle henüz kamulaştırmanın olanaklı olmadığı sektörlerde, teknik geriliği kırmaya yönelir. Teknolojiyi, sosyalizm ve komünizm amacına uygun olarak, kafa-kol emeği, kent-kır çelişkisini yok edecek tarzda örgütler. Tekniği örgütlerken, boş zamanın artırılması ve toplumsal artığın artması hedeflerini birlikte gözetir. Devrimci Sosyalistler bu çerçevede merkezi planlamayı sosyalist ekonominin ayrılmaz parçası ve komünist bilincin gelişim aracı olarak görür.
Komünizmin birinci aşaması olan sosyalizmde, “herkesten yeteneğine göre, herkese emeği kadar” ilkesinin mekanik uygulanışını kabul etmiyoruz. Bu ilke, sosyalizm ve komünizm ayrımını dile getirir ve devrimin ilk günlerinde daha büyük oranda uygulama alanı bulur. Ancak sosyalizm, komünizme doğru bir yürüyüş ise, bu ilke her geçen gün “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” ilkesine yaklaşır. Böylece paranın gereksizleştiği alanlarda, önceleri harcama yapan ve bu göz önünde bulundurularak ücret düzeyi belirlenen bir emekçi, giderek paraya daha az ihtiyaç duyar. Ama bu, tüm emekçiler için geçerlidir. Böylece tüm emekçilerin yaşam düzeyleri yükselirken, ücret düzeyleri düşer. “Herkesten yeteneğine göre, herkese emeği kadar” ilkesi, bir emekçinin bir başka emekçi ile çalışmasını kıyaslamak dışında anlamsızlaşır. Bu ilke, sosyalizmin her ilerleyişinde hâlâ geçerlidir ama eskisi kadar önemli değildir.
Sosyalizm, paranın sadece basit bir değişim aracı olduğu ve her geçen gün geçerlilik alanının daraltıldığı bir toplumdur. Bu çerçevede devrimci sosyalizm, sosyalist işletmeler arasında ticareti ortadan kaldırmayı önerir. Mal ve hizmet ihtiyaçlarının devletçe karşılandığı her alanda parayı geçersiz kılmak gerekir. Devrimci Sosyalistler, refahın ölçütü olarak ücreti, verimliliğin ölçütü olarak kârlılığı vb. gören anlayışları kapitalizmin kalıntıları olarak görür ve onlara karşı yoğun bir savaş yürütür.
Devrimci Sosyalistler, yeni toplumun yeni insanla kurulacağını kabul eder. Bu nedenle, komünist bilincin oluşumunu temel alır. Karşılıksız çalışma, toplum için gönüllü çalışma bu açıdan bir okuldur. Devrimciler, kapitalizm ve binlerce yıllık sınıflı toplum tarihinin kalıntılarına karşı savaş yürütür. Kadının kurtuluşu için hem ideolojik, hem de pratik bir savaş yürütür. Kadın işi olarak görülen işlerin toplum tarafından üstlenilmesini savunur. İnsanlığın binlerce yıllık zenginliklerine sahip çıkar, bu nedenle telif haklarını tanımayı reddeder. Bilginin mülk edinilmesine karşı savaşır. Meta ufkunun aşılması hedefini gözetir.
Devrimci Sosyalistler, sosyalizmin en ücra köşesine kadar örgütlenmesi ve komünist bilincin gelişmesi savaşımını yürütür. Proletarya diktatörlüğü, tarihin tanıdığı en gelişmiş demokrasidir. Proletarya diktatörlüğü, kendisi kendisinin varlığına son verecek olan bir devlet, bir yarım-devlettir. Proletarya, devlet örgütlenmesi içinde direkt yer almalıdır. Bu nedenle sosyalizmin en ücra köşesine kadar örgütlenmesi perspektifi vazgeçilmezdir.
Her toplumda devlet, mevcut düzeni korumaya yönelir. Proletarya diktatörlüğünü bu tarz bir yönelişten kurtaracak olan, onun bir yarım-devlet olmasının yanı sıra, partinin devlet ile özdeşleşmeyen varlığıdır. Bu ise sosyalizmin en ücra köşesine kadar örgütlü bir toplum olmasını gerektirir. Parti bu koşullarda da yönlendiricidir. 1917’de “göğü fethe” kalkışan proletarya tüm dünyayı sarsarak Ekim Devrimi ile iktidara uzandı. Ekim Devrimi dünyaya yayılamama, yeni devrimlerle tamamlanamama, emperyalist kuşatma ile içine kapanmaya başladı. Burjuvazi onlarca kez, Ekim Devrimi’ni boğma denemelerinde bulundu. Ekim Devrimi kendi külleri içinde yeniden doğarak ilerlerken, içe kapanma, beraberinde dünya devrimine sırt çevirmeye, sosyalizmi bir ekonomik kalkınma modeline indirgemeye dönüştü. Kapitalizmin kalıntılarına karşı yoğun bir savaş verileceğine, kapitalizmin değerleri (refahı tüketim araçları miktarı ile, ücretle vb. ölçmek gibi) sosyalizme taşındı. Temelsiz biçimde “tüm halkın devleti”, komünizmi kurmak vb.’den söz edildi. Ekim Devrimi, devrimi içerde sürekli kılma perspektifini atladı, dışarda dünya devrimine sırt çevirip statükocu bir politikaya oturdu. Nihayet Ekim Devrimi, pek çok nesnel ve öznel etmenin birleşimi ile içine girdiği bunalım sonucu teslim oldu, yenildi. Hiçbir nesnellik bu teslimiyeti haklı çıkaramaz. Bugün karşı-devrim, sosyalizmin tüm değerlerine karşı bir Haçlı Seferi’ne dönüşmüştür.
Paris Komünü, iktidarı alıp eski devlet mekanizmasını yerle bir etmenin önemini gösterdi. Ekim Devrimi, devrimi sürekli kılmanın önemini gösterdi. Ekim Devrimi ve Paris Komünü deneyimleri üzerine yükselecek devrim, daha ileri sosyalizm örnekleri sunacaktır. Bugün bu sadece deneyim ve birikim açısından değil, kapitalizmin ulaşmış olduğu teknik düzey açısından da olanaklıdır.
Sosyalizm, tek ülkedeki muzaffer proletarya eliyle, tek ülkede kalınarak komünizme dönüştürülemez. Ancak tek ülkede bile gelecek sosyalizm daha ileri sosyalizm olacaktır. Devrimci Sosyalistler, bu nedenle daha bugünden, Anadolu devrimini dünya devriminin bir parçası olarak ele alır. Dünya devrimi perspektifini unutarak, içerde de devrimci yoldan yürümek, devrimi sürekli kılmak olanaklı değildir. Proletarya enternasyonalizmi ruhunun olmadığı bir proletarya diktatörlüğü küçük burjuva milliyetçiliğine kapıları açacaktır. Bu kapı, dünya burjuvazisinin sosyalizme karşı savaşmak için içeri buyur edildiği kapıdır.
İleri sosyalizm, tarihsel mirasın da etkisiyle komünizm ufkunun daha net göründüğü sosyalizmdir.
Yaşasın Anadolu Devrimi!
Yaşasın Dünya Devrimi!
Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!
Devrim İçin İleri Ya Sosyalizm Ya Ölüm!

Sonraki Bölüm: Ek-I Kürdi̇stan Devri̇mi̇ ve Anadolu Devrimi

Anadolu Devriminin Yolu – X. Kadının Kurtuluşu

Önceki Bölüm: IX. Yığın Örgütlenmesi

Binlerce yıllık sınıflı toplum tarihi, insanın insanı sömürmesinin ayrılmaz bir sonucu olarak kadının ezilmesi ve ikinci sınıf cinsiyet olarak, görülmesini bugüne kadar taşımıştır. Sadece taşımamış, giderek büyüterek taşımıştır. Sınıflı toplumların bir tek toplum olduğu, bunların en gelişmişinin kapitalizm olduğu buradan da anlaşılır.
Kadının kurtuluşuna doğru ilk büyük dev adım, proletaryanın iktidarı alarak sömürüye son vermesidir. Ancak bu bir başlangıçtır. Sosyalizm; kapitalizmden komünizme, geçmişten geleceğe geçişin toplumudur. Bu toplumda, binlerce yıllık sınıflı toplum tarihinin sonuncusu olarak kapitalizmin bazı uzantıları varlığını sürdürür. Bu kalıntılara karşı savaş sürer. Bu nedenle gerçek kurtuluş komünizmde gerçekleşecektir.
Ancak Devrimci Sosyalistler, kadın ile erkek insan arasındaki her türlü ayrımcılığa, aile kurumu ve çifte ahlak anlayışına, cinsel baskıya karşı sürekli bir savaşım yürütür. Bu savaş teorik ve pratik bir savaşımdır. Çocukların anne-babaya bağımlılığını reddeder. Bu reddediş, aile kurumuna karşı savaş içinde ele alınır.
Devrimci öncü parti, var olan toplumsal bilinci değiştirme işine kendi saflarından başlar. Erkeğin “güçlülüğünü”, kadının “güçsüzlüğünü” dayatan yaklaşımları reddeder. Bu çerçevede yürütülecek ideolojik savaşımı, burjuva ideolojisine karşı savaşım içinde ele alırken, yürütülecek pratik savaşımı, devrim savaşımının bir parçası olarak görür.
Devrimci Sosyalistler kadının kurtuluşunu, kadınların erkeklere karşıtlığı ve savaşımı olarak anlayan, çözümü kadının erkeği taklidinde ya da erkeğin kadına “haklarını bahşetmesinde” arayan anlayışlara karşı da savaşım yürütür.
Devrimci Sosyalistler sosyalizmde, ev işleri, çocuk bakımı vb. gibi işleri toplumsallaştırma yönünde adım atar. Bunun için gerekli önlemleri alır. Kadın ve erkek arasındaki sorunu, insanın sınıflı toplum altında şekillenişi olarak görür. Yoksa, erkek insanın, kadını düşürürken, kendini de düşürdüğü gerçeğine göz yumulmuş olur. Özel mülkiyet, aile ve kadının ikinci sınıf vatandaş konumuna düşürülmesi, bütün bu tarihin en kısa özetidir. Bu nedenle, bu kurumlara ve bu bakışa karşı savaş, egemen burjuva ideolojisine karşı savaşın içindedir.

Sonraki Bölüm: XI. Sosyalizm: Daha İleri

Anadolu Devriminin Yolu – IX. Yığın Örgütlenmesi

Önceki Bölüm: VIII. Kürt Kurtuluş Mücadelesi

Devrim, devrimci partinin yol gösterici eylemi altında örgütlenir. Ancak devrim, aynı zamanda yığınların eseri olacaktır. Bizzat devrimin kendisi, kitleleri uyandıracak, “ayak takımı” denilen sınıfların yönetme yeteneğini geliştirecektir. Yönetilmek, yüzyıllardır genlerimize işlemiştir. Buna son verecek şey, devrimin kendisidir. Onun için yığına yaklaşım, kendini geliştirmek ve örgütlemenin ötesinde bir anlam taşır. Bu nedenle de programatik boyutta bir bakışı gerektirir. Kuşku yok ki, bu genel bir bakış olacaktır.
Devrimci Sosyalistlerin yığın politikası iki temel noktada toparlanabilir. Birinci olarak; Devrimci Sosyalistler, yığını devrimcileştirmeyi hedefler. Yığın çalışması, yığın bağları, yığınsallaşma adına yığının kuyruğuna takılmayı dalkavukluk ve reformizm olarak görür. Yığın bağı, öncünün yığının içinde erimesinin adı değildir. Yığının devrimcileştirilmesi, onun bir adım önünde olmayı gerektirir. Bu yolla yığının kendi mücadelesi içinde öğrenmesi ve devrim saflarına katılması gerçekleşebilir. Yığının içinde, yığının önünde olarak, onun kendi eylemlerinden, kendi deneylerinden öğrenmesini bilerek mücadele etmeliyiz. Yığın böyle devrimcileşir.
İkinci olarak; Devrimci Sosyalistler yığına, kitlelere örgütlenme modelleri dayatmaz. Tersine onların bulduğu, az ya da çok geliştirdiği örgütlenme biçimleri içinde devrimci olanı, köhneyen, eskiyen modellerin yerine öne çıkartır. Devrimci Sosyalistler; doğru strateji ve taktikleri ile kitleleri yönlendirir, onların enerjilerini devrime akıtmanın yolunu açar.
Yığın örgütlenmesinin, mücadelenin gelişimi içinde ortaya çıkardığı eylem ve örgütlenme biçimleri vardır. Bunlar, devrimci bir partinin örgütlenme modelleri değildir. Bunlar, yığının kendisinin önünü açan örgütlenme modelleridir. Devrimcilerin görevi, bu mücadelenin ortaya çıkardığı örgütlenme biçimlerini geliştirmek, devrimci olanını öne çıkarmaktır.
Yığın örgütlülüğü, sosyalizmin kuruluşu açısından da son derece önemlidir. Hem komün, hem sovyet deneyleri göstermiştir ki, iktidar organları, sınıfın örgütlülüğünün içinden çıkabilmektedir. Devrimci parti buna dikkat eder.
a. Sendikal Mücadele: Tekelci polis devleti toplumun tüm gözeneklerini tıkamaya yönelmiştir. Gerçekte işçi sınıfının burjuvaziye karşı ekonomik mücadelesinin en gelişmiş örgütlenmesi olan sendikalar, artık devletin bir uzantısı haline gelmiştir. İşçi aristokrasisi, sendikal bürokraside tam ifadesini bulurken, tekelci ilişkiler altında sendikal bürokrasi, sendika mafyası biçimini almıştır.
Ülkemizde, ABD’nin bizzat denetimini elinde tuttuğu örgütlenmelerden biri olan sendikal bürokrasi, 1970’lerde tümden yok edilememiş, 1980’ler sonrasında ise tam bir mafya örgütlenmesine dönüşmüştür. Düşük yoğunluklu iç savaşa bağlı olarak, sendika mafyası, işçi hareketinin biriken öfkesini boşaltan eylemler örgütleyerek, düzen dışına çıkmayı önlemiştir.
Öyle ki, grev, işçilerin silahı olmaktan çıkarak, burjuvaların silahı haline de getirilmiştir.
İşçi sınıfı, politik örgütlülükten kaçtıkça, devrimci örgütlerle ilişkide tereddüt ettikçe, burjuvazinin denetimi altına giriyor. Onun için de burjuva saldırı esas olarak, işçi sınıfının devrimcileşmesini önlemek üzerine kuruludur. Bu açıdan sendika mafyasının görevi de budur. Anadolu devrimci hareketi tarihinde hiçbir zaman işçi hareketi ile devrimci hareket bütünleşememiş, aynı kanalda akmamıştır. Burada burjuva denetimin çok önemli bir rolü vardır.
İşçi sınıfının mücadelesinin ekonomik ve siyasal biçimleri giderek çok daha fazla birbirinin içine girmektedir. Siyasal mücadele bir yana itildiğinde ekonomik mücadele de yürütülemez hale gelmektedir. Bu noktada işçi sınıfının birliğinin sağlanması ve ikinci olarak sınıfın devrimci politikaya uzaklığının kırılması son derece önemli adımlardır. Bu adımlar, sınıfı, devrim ve sosyalizm savaşımında öncü güç olarak örgütlemenin adımlarıdır.
Sendikaların devlet uzantısı ve sendika mafyasının kontrolü altında olduğu koşullarda, elbette, sendikalar bizi ilgilendirmez tavrı konulamaz. Devrimci Sosyalistler, bu noktada sınıfın geliştirdiği yeni örgütlenme biçimlerini dikkatlice izlemek durumunda iken, aynı zamanda sendika mafyasına karşı etkili bir savaşımın öncülüğünü de yapar.
Yoksul köylülük ve kent emekçilerinin günlük sorunları çerçevesinde geliştirecekleri yığın örgütlülüklerine de aynı yöntemle yaklaşmak gerekir. Ülkemizde yoksul köylülük örgütlenmeleri gelişmemiştir. Bu konuda ortaya konan deneyler, bugüne kadar örgütlenme biçimlerinde ifade edilmemektedir. Bu nedenle de özü aynı olmak üzere, gelişmeler içinde ortaya çıkacak örgütlenmelere yaklaşım özel bir öneme sahiptir.
Yoksul köylülük, gerilla savaşı açısından çok kritik önemde bir yere sahiptir. Ülkemizde en çok sömürülen, ancak en küçük bir taviz karşısında en çabuk gevşeyen de bu kesimdir. Yoksul köylülük, bölgeler bazında önemli farklılıklar da göstermektedir.
b. Gençlik: Gençlik; heyecanı, enerjisi, öğrenmeye açıklığı ve atılganlığı gibi özellikleriyle ülkemiz devrimci mücadelesinin önemli bir alanıdır. Devrimci Sosyalistler, bu alanı iki nedenle önemli görür.
Birincisi; gençlik örgütlenmesi açısından. Devrimci Sosyalistler, gençliğin geliştireceği, devrimci etkilenmeye açık, geniş bir gençlik örgütlenmesinin devrimci savaşımda önemli bir işlev göreceğinin bilincindedir. Ancak bu noktada devrimin öncüsü, gençliğe örgütlenme modelleri dayatmaz. Gençliğin geliştireceği örgütlenme modelleri içinde devrimci olanını öne çıkartır. Böylesi modellerin kalıcılaşması için uğraşır. Bu örgütlenme, bugünden etkili sonuçlar vermeye adaydır. Gençlik, atılgan eylemleri ile, tüm toplumun alıcılığını artırmakta, aynı zamanda geliştirdiği ileri eylem biçimleri ile toplumun yeni eylemlere açıklığını artırmaktadır.
İkincisi; gençlik, Devrimci Sosyalistlerin kadro kaynağı, fidanlığıdır. Heyecanı, atılganlığı, öğrenmeye açıklığı ve gözüpekliği bu açıdan son derece önemlidir. Devrimci Sosyalistler işçi gençliğe özel bir önem verir.
Toplumda işçi ve emekçi kesimlerin artan nicel ağırlığı ile birlikte, gençlik içinde de işçi ve emekçi çocuklarının sayısı artmaktadır. Bu ise gençliğe verilmesi gereken önemi artırmaktadır. Gençliği korkulacak bir kesim olarak gören reformist mantığı her koşul altında reddediyoruz.
Ülkemiz, genç nüfusun büyük bir ağırlığı olan bir ülkedir. Ülkemizde üretime katılma, sorumluluk alma yaşı giderek düşmektedir. Bu açıdan, 12 yaşında bir gencin ailesinin geçimini üstlendiği görülmektedir. Bu açıdan gençliği, işçi sınıfından ve hele hele onun mücadelesinden uzak olarak gören anlayışlarla, aramıza kalın bir çizgi çekme gereğinin altını çizmeliyiz.
Gençliğin örgütlenmesi, aynı zamanda onun devrimci mücadele içinde kişilik kazanması demektir. Bu açıdan gençlik örgütlenmesinde, onun tüm sorunlarını anlamayı, toplumun dinamiklerini doğru anlamak olarak da görmeliyiz.
Gençlik Gelecektir, Gelecek Sosyalizmdir!

Sonraki Bölüm: X. Kadının Kurtuluşu

 

Anadolu Devriminin Yolu – VIII. Kürt Kurtuluş Mücadelesi

Önceki Bölüm: VII. Uluslar ve Halklar

Kürdistan, dört parçaya bölünmüş bir uluslararası sömürgedir. Misak-ı Milli sınırları içinde bir iç sömürgedir. Kürt Kurtuluş Hareketi, Kürdistan’ın en gelişmiş bölgesinde devrimci liderliğini bulmuştur.
Bugün Kürt devrimi, ulusal kurtuluş ile toplumsal kurtuluşu, bağımsızlık ile sosyalizm savaşımını birlikte yaşıyor. Savaşımın nesnelliği ulusal kurtuluş temelinde ise de, Kürdistan devriminin öncüsü sosyal kurtuluş, sosyalizm savaşımının altını çiziyor. Elbette bu önderliğin hareket ettiği Kuzey Kürdistan’da, ağırlıklı olarak yoksul köylülüğün varlığı ve desteği, bu iki hedef arasındaki ilişkinin nesnel temelini oluşturmaktadır.
Dört ayrı parçada yer alan her işçi hareketi, eğer Kürt devriminin gelişimi ve zaferini kendi devrimlerine bağlasalar; ki çoğunlukla böyle yapıyorlar; bu durum Kürt devrimine, sosyalizm adına indirilmiş bir darbe olacaktır.
Devrimci Sosyalistler, bir yandan Kürt devriminin Anadolu devrimine olan ve bölge devrimine açılan etkisini dikkate alır ve diğer yandan ise “Kürdistan’ın kurtuluşu Türkiye devrimine bağlıdır” yollu ipotekleri reddeder. Bu anlamda tek ülke-tek devrim anlayışı köhnemiş olmanın ötesinde Kemalist bir bakıştır. Tek devrim, ancak tek ülke mantığının açık ve samimi kabullenişi veya Kürdistan devriminde yeni bir nesnelliğin oluşumu ile olanaklıdır.
Devrimci Sosyalistler, Kürt devriminin her başarısını, kendi devriminin başarısı, Anadolu işçi sınıfının zaferini yakınlaştıran bir adım olarak ele alır. Kürdistan’ı bugünden tanır. Kürt Devrimci Hareketi’ni, birlikte veya ayrı ayrı ülkeler olarak, sosyalizme yürüyüş yolunda, bölge devrimi yolunda müttefik olarak görür.
Öte yandan Kürdistan özgün bir sömürgedir. Kürdistan’da gelişmeler, bambaşka koşulları da doğurabilir. Ama programatik bir yaklaşımdan söz ederken, elbette, daha derinde var olan dinamikleri hesaba katmak gerekir.
Kürdistan devriminin bugünkü aşamasına ilişkin daha somut bir değerlendirme ise, ekte sunulmuştur (Bakınız; Ek-I).

Sonraki Bölüm: IX. Yığın Örgütlenmesi

Anadolu Devriminin Yolu – VII. Uluslar ve Halklar

Önceki Bölüm: VI. Devrimin Niteliği ve Devrimin Yolu

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu, görkemli uygarlıkların yükselişine ve çöküşüne tanık oldu.
Türklerin Anadolu’ya gelişi, yerleşik uygarlıklarla amansız savaşlar içinde gerçekleşti. Türk tarihi, bu topraklarda hep bir barbarlığın ve talanın adı oldu. Malazgirt’le başlayan bu tahribat, bir gelenek olarak Selçuklulara, Osmanlılara oradan da TC’ye geçti. Tüm bu süre içinde ise, esas olarak da Türkmenler yok edildi. Osmanlı tarihi, tümüyle devlet dinî olan Sünni İslam’a karşı gelenlerin, en başta da Türkmenlerin aşağılandığı bir tarihtir.
Bu tarih boyunca pek çok halk isyanı gerçekleştirilmiştir. Ancak birkaçı hariç, tümünde isyanın başına devlet yönetimi veya yerel feodaller içinde etkin olanlar geçti. Ve bu takım, kendine yeni bir beylik verilince ayaklanmaları sattı. Onun için halkların tarihi, aynı zamanda öndersizlik tarihidir.
1900’lerin başlarında ülkede egemen olan burjuva kesim, ticaret burjuvazisi olarak gelişen Ermeni ve Rum burjuvaları idi. Tarih boyunca kendinden daha gelişmiş uygarlıklara ganimet için savaş açmış ve öyle yaşamış bir gelenek, bu kez de “sermaye birikimi” için bu burjuvaların imhasına başlamıştır. Karşımıza görülmemiş katliam örnekleri çıkmıştır. Anadolu halkları bu utanç altında, çok yakın tarihlerini bile unutma gereği duymaktadır. İşte 1920’lerde adı Türkiye konacak olan bu topraklara gerekli olan burjuvazi, Türk burjuvazisi olarak böyle doğdu.
Türk burjuvazisinin iktidara yükselme savaşımı, bir yanıyla, Türk ulusçuluğu adına başka halkların ve ulusların imhası ve inkârıdır. Yüzyılın hemen başında gerçekleştirilen Ermeni kırımı, hemen arkasından Rum, Pontos, Laz ve Kürt kıyımları, zorla asimile uygulamaları birçok ulus ve halkın birlikte yaşadığı bu toprakları tam bir halklar cehennemine çevirmiştir.
Bu topraklarda burjuva egemenlik, yalnızca tüm halkların, işçi ve emekçilerin baskı ve zorla yönetimi, aşağılanması ve sömürülmesi demek değil, bu topraklarda burjuva egemenlik, aynı zamanda sömürgeleşmedir. Bu topraklarda burjuva egemenlik, Anadolu’nun binlerce yıllık tarihinin gömülmesidir. Bu topraklarda burjuva egemenlik, tarihin örtülmesi, inkâra dayalı bir tarihin yazılması demektir. Bu topraklarda burjuva egemenlik, insanının düşünmemesi, kendine ait tüm özelliklerden sıyrılarak sunî bir insan haline getirilmesi, insan olmaktan çıkarılması demektir. Bu topraklarda burjuva egemenlik, sınıfsal kimlik ile birlikte tüm kimlik öğelerinin inkârı demektir. Soysuzlaşma, köksüzleşme, sürüleşme demektir.
Devrimin görevi; Türk burjuvazisinin halklara karşı uyguladığı ve bugün bile varlığının temellerinden biri saydığı, bu imha ve inkârı bütün boyutlarıyla ortaya çıkarmak, Anadolu’da yok edilen bu zenginlikleri yeniden açığa çıkarmak, bu topraklarda yaşayan halkların kendi siyasi ve kültürel kimliklerini özgürce geliştirebileceği koşulları ve kurumları yaratmak, Anadolu’yu bir uluslar ve halklar cehennemi olmaktan çıkartarak, halklar arası saygı ve kardeşliği egemen kılmaktır. Anadolu sosyalist devrimi, Anadolu’nun binlerce yıllık tarihi ile barışmak, insanlık kültürü açısından önemli sayfaların tozunu kaldırmak demektir.
Devrimci Sosyalistler, bu kardeşliği bugünden kendi saflarında ve savaşımında kurmayı zaferin koşulu olarak görür.
Devrimci Sosyalistler, halklar meselesini basit ve küçük gören bakışlarla arasına derin bir mesafe koyar. Devrimci mücadele, tarih boyunca tüm sınıflı toplum kalıntılarına, alışkanlıklarına karşı da mücadeledir. Bu açıdan kimlik sorunu sınıf savaşının içindedir.
Halkların özgürlüğü, aynı zamanda sosyalizmin zaferini zorunlu koşmaktadır. Öte yandan halklar hapishanesi olan bu toprakları halkların mozaiğine çevirmek, bu temelde bölge sosyalist devrimi için de güçlü bir dayanak demektir.

Sonraki Bölüm: VIII. Kürt Kurtuluş Mücadelesi

Anadolu Devriminin Yolu – VI. Devrimin Niteliği ve Devrimin Yolu

Önceki Bölüm: V. Türkiye Kapitalizmi ve TC Devleti

Anadolu’da bitmez tartışmalardan biri, demokratik devrim tartışmasıdır. Tartışma, ülkenin somut durumundan hareketle bir devrim stratejisi tartışması olarak ele alınamaz. Pratik budur. Daha çok, belli bir ülkede zafere ulaşmış devrimin koşulları ile benzerlik kurarak devrim biçimi tartışılmıştır.
Oysa devrimin niteliği ve yolu üzerine yürütülecek tartışma, somut durumun somut analizine dayanmak durumundadır. Bu da yetmez, devrimin niteliği tartışması, devrimin yolu tartışmasından ayrı ele alınamaz. Bu perspektif ışığında tartışma yararlıdır.
Devrimin niteliği açısından bugünkü somut durum aşağıdaki biçimde özetlenebilir.
1. Bugün Türkiye orta derecede gelişmiş kapitalist bir ülkedir.
Kapitalizm tekelci kapitalizmdir. Banka ve sanayi sermayesi iç içe geçmiştir. Ülkenin ekonomik yönetimi finans oligarşinin elindedir. Tekelci sermaye, ülke ekonomisinin yönetiminde olduğu kadar, siyasal iktidarda da egemendir. Ülkemizde finans-kapital, temel olarak şu ayaklar üzerinde oturmaktadır; devlet tekelci sermayesi, tekelci sanayi ve banka sermayesi ve emperyalist sermaye ayakları. Bu durum, emperyalizm, devlet gücü ve tekelci sermayeyi bir bütün olarak ele almayı da gerektirir. Bu kesimler arasında “çelişkiler” bulmak ve onlara dayalı bir politika yürütmek girişimleri devrimci değildir.
2. Tarımda kapitalist ilişkiler egemen ilişkilerdir. Feodal ilişkilerin çözülmesi, kapitalizmin tarımda gelişmesi, köylülüğü, kapitalizmin sınıf yapısına uygun olarak ayrıştırmıştır. Köylülük feodalizmdeki gibi bir sınıf değildir. Bu nedenle devrimde bir bütün olarak köylülükten söz edilemez. Köylülük:
Kapitalist zengin köylülük, toprak sahipleri,
Orta kapitalist köylülük,
Yoksul köylülük olarak ayrışmıştır. Yoksul köylülük, kırsal alanda yaşayan tüm kesimlerin büyük bir kesimini oluşturmaktadır. Yoksul köylülük, tüm tarımsal nüfusun yaklaşık üçte ikisini oluşturmaktadır ve bu kesim, ağır sömürü koşullarında yaşamaktadır.
3. Tekelci egemenlik, tekelci kâr yoluyla kapitalist sömürünün, işçi sınıfından tüm emekçi katmanlara yayılmasına yol açmıştır. Yoksullaşma, sömürünün derinleştirilmesi ve yayılması ile birlikte yaşanmaktadır. Bu durum, kapitalizmin çelişkilerini yoğunlaştırmakta ve keskinleştirmektedir. Emekçi, giderek daha çok kolektif emekçi haline gelmektedir. Kolektif emekçi, üretimin artan toplumsal niteliğinin de açık göstergesidir ve sonucudur. Bu çerçevede; hizmet sektöründe çalışanlar, politik amaçla grev yapmalarını engellemek için memur sıfatına sokulan emekçiler işçi sınıfının bir parçasıdırlar.
4. Tekelleşme süreci emperyalizme bağımlılıkla birlikte gelişmiştir. Bugün sömürgecilik stratejisi içinde yer alan alt-emperyalist merkezler oluşturulması çerçevesinde, TC’nin bölgesel bir süper güç olması, bu aynı bağımlılık süreci içinde gelişmektedir. Bu durum iki noktada önemlidir.
Bu çerçevede uluslararası kapitalist sistemin çok yönlü etkileriyle kapitalist bunalım derinleşmektedir.
İkinci olarak; Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığından söz edilirken, mutlaka tekelci burjuvaziden, burjuvaziden söz edilmek zorundadır. Bunun tersi de doğrudur. Bu nedenle Türkiye’de kapitalizmi yıkmak için yürütülen savaşım dışında anti-emperyalist mücadeleden söz edilemez. Burjuvaziye, kapitalizme karşı savaşmadan, anti-emperyalist mücadele ancak laf olabilir. Uzun yıllar boyunca, Türk solunun, ordunun anti-emperyalizm geleneğinden dem vurması, gerçekte, Kemalist etkinin sol üzerindeki yansımasından başka bir şey değildir. Kapitalizmin sınırları içinde kalınarak ulusal bağımsızlık sağlanamaz. Öyle ise, anti-emperyalizm, ancak anti-kapitalizm ile birleştirilerek anlam kazanır. Öyle ise, burjuva egemenliğe, burjuva devlete köklü bir biçimde darbe indirmeden, devrimi gerçekleştirmeden, emperyalist sömürü sisteminin dışına çıkmak olanaklı değildir.
5. TC devleti, tekelci polis devletidir. Tekelci polis devleti, daha önceki devlet biçimlerini içererek “yetkinleşmiştir.” Tekelci egemenlik, siyasal iktidara da damgasını vurmuştur. Hükûmetler, tekellerin bir yürütme komitesi olmuştur. Devlet baskı aygıtlarını geliştirerek “gizli örgütlenme” yolları oluşturmuştur. Tekelci polis devleti, terörün her biçimini kullanmaya hazır aygıtlar oluşturmuştur. Devlet, tekeller adına ekonomik süreçlere müdahalelerde bulunmaktadır. En küçük bir ekonomik hak arayışı, karşısında tekelci polis devletini bulmaktadır. Ekonomik savaşım ile politik savaşım iç içe geçmiştir.
Tüm bunlar, tekelci aşamada kapitalizmin çözümsüzlüğünün de kanıtlarıdır. Savaşımın hedefi; devletin parçalanması, ele geçirilmesi olarak koyulaşmıştır.
Devletin bu niteliği kavranmadan, “iyi devlet, kötü devlet” ayrımı ile ancak işçi sınıfının mücadelesi kararsızlaştırılır. “Faşizm” ayrı bir devlet değil, karşı-devrim saldırısıdır. Faşizme kötülükler yükleyip, burjuva “demokrasisi”ni aklamak, devrimci değil, uzlaşmacı bir tutumdur.
“Faşizme karşı burjuva demokrasisi” tercihi ile savaşmak kendini kandırmak, burjuvazinin bir kesimi ile ittifak aramak, onun kuyruğuna takılmaktır. Devlet iktidarının ele geçirilmesi hedefinin koyulaşması, tam da bu noktada, devletin bir başka sınıfın eline geçmesinin önüne ara aşamaların konmaması anlamına gelmektedir. İktidar, işçi sınıfı tarafından ele geçirilecektir. Öyle ise iktidar mücadelesinin önüne aşamalar koymak, kendini geri hedeflere kilitlemek, düzene yeniden bağlanmak demektir.
Devlet tekelci sermayesinin, finans-kapital içindeki yeri, demokrasi mücadelesi ile devrim mücadelesini birleştirmektedir. Devrim hedefi olmadan demokrasi mücadelesi anlamını yitirmektedir. Bu çerçevede anti-kapitalist mücadeleden söz etmeden, anti-tekel mücadeleden söz etmek, tekelciliği kapitalizmden bir sapma, kapitalizmin bir uru olarak görme yanılsamasına dayanmaktadır.
Tekellerin egemenliği, tekel-dışı burjuvaların kendi varlıklarının sonu olacak bir eyleme kalkışabileceklerinin kanıtı değildir. Tekellerin egemenliği, her şeyden önce tüm burjuva sınıfın egemenliğidir. Tekel dışı burjuva kesimlerle ittifak aramak, burjuvalar arasındaki çatışmayı temel almak, sınıf savaşımını burjuvazinin iç çatışması olarak ele almak demektir. Bu, işçi sınıfına, kendine güvensizliktir.
6. Burjuvazinin küçük burjuvazi ile tekeller arasında yer alan kesimi düzenin ana dayanaklarındandır. Bunlar tekellerden ayrı bir siyasi kimliğe asla sahip olamazlar. Çıkarları tekellerin varlığına bağlıdır.
Bu kesimler ile tekeller arasındaki çelişkiye dayanarak anti-tekel cephe önermek, tekelci burjuvazinin kendi içindeki ayrışmaları dikkate alarak, en büyük tekellere karşı bir cephe önermekten farksızdır. Devrimci Sosyalistler bu taktiği, işçi sınıfının davasına zarar veren reformist bir anlayışın ürünü olarak kabul eder.
7. İşçi sınıfı, çıkarı, sistemin tümden yıkılması ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılmasında olan ve bunu kendi önderliğinde, emekçi kesimlerin ittifakını sağlayarak başaracak olan sınıftır. Devrimin öncüsüdür. İşçi sınıfı, her gün sayısal olarak çoğalmaktadır. Köylülüğün ayrışması ve proleterleşmesi, kent küçük burjuvazisinin yıkımı, eğitimli iş gücünün giderek sınıfın saflarına katılması bu etkiyi doğurmaktadır. İşçi sınıfı, bugün nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturmaktadır.
Kent emekçileri ve yoksul köylülük proletaryanın devrim ve sosyalizm savaşımındaki ittifaklarıdır.
Anadolu devrimi, sosyalist bir devrimdir. Devrime karakterini veren, proletarya öncülüğünde emekçilerin burjuvaziyi alaşağı etmesi ve proletarya diktatörlüğünün kurulmasıdır.
Ancak, Anadolu devrimi “salt proleter” bir devrim olmayacaktır. Tarih, saf devrimler bekleyenleri yanıltmıştır. Toplumda hiçbir sınıf birbirinden kalın çizgilerle ayrılmaz. İşçi sınıfının sosyalist devrimdeki ittifakı; kent emekçileri ve yarı-proleter yoksul köylülüktür. Aktif nüfusun 3/4’ü bu kesimlerden oluşmaktadır. İşçi sınıfının birleştirici ve eğitici önderliği, hegemonyası olmadan kent emekçileri ve yoksul köylülük devrim yolunda kararlılıkla yürüyemez. Devrim, proletarya öncülüğünde birleşik bir emek cephesinin oluşumu ile zafere ulaşacaktır. Birleşik bir emek cephesi, işçi sınıfının birliği için mücadeleyi de şart koşar.
Birleşik emek cephesi, öncelikle işçi sınıfının devrimci temelde kalkışı ve birleşmesi ile başlayacaktır. Devrimcileşmemiş bir işçi sınıfı, elbette müttefiklerini de devrim bayrağı altında toplayamaz.
Bu noktada sosyalizm için savaşacak güçlerin durumuna daha yakından bakalım.
Sosyalizm için savaşacak güçlerin durumu şöyledir:
1. Proletarya: Proletarya toplumun en geniş kesimi olmakla kalmıyor, proletarya her toplumsal süreçte hesaba katılmak durumunda kalınıyor. Proletarya, burjuvaziye karşı yürütülen savaşımda, sosyalizm savaşımında en kararlı güçtür. Proletaryanın bu kararlılığı elbette onun bir sınıf olarak nesnel konumundan gelmektedir. Proletaryanın kurtuluşu sınıfların ortadan kalktığı komünist topluma ulaşmak için sosyalizmi kurmak, bunun için iktidarı ele geçirmekten geçer. Yani onun kurtuluşu, tüm toplumun kurtuluşunun yoludur.
Tarım proletaryası, proletaryanın ayrılmaz bir parçasıdır. Kapitalizmin tedrici gelişimi ve radikal biçimde feodalizmin tasfiye edilmemiş oluşunun sancıları en çok işçi sınıfı tarafından çekilmiştir. Radikal bir toprak reformu yapılmadan köylülüğün ayrışması süreç içinde gerçekleşmiştir. Bugün pek çok işçi “yarı köylü” olma özelliklerini devam ettirmektedir.
2. Yarı Proleter Yoksul Köylülük ve Kent Emekçileri: Köylülüğün ayrışması, tarımda kapitalist ilişkilerin egemenliği, yoksul köylülüğün yarı proleterleşmesini birlikte getirmiştir. Büyük kapitalist toprak işletmeleri çevresinde yer alan yoksul köylülük, belli mevsimlerde bu büyük kapitalist işletmelerde de çalışarak geçimini sağlamaktadır. Kendi küçük topraklarında ve bir kapitalistin yanında çalışma, gerçekte yoksul köylülüğün durumunu dayanılmaz hale getirmekle kalmıyor, onun kurtuluşunu işçi sınıfının kurtuluşu ile birleştiriyor.
Yoksul köylülüğün karakterini belirleyen, küçük burjuva özelliklerdir. Ancak onun geleceği proletarya saflarıdır. Kent emekçileri, küçük burjuva kararsızlığını taşısalar da artan tekelci sömürü ile geleceklerinin işçi sınıfının geleceği ile birleştiğini görmektedirler. Yoksul köylülük ve kent emekçilerinin, devrimde işçi sınıfı ile ittifak içinde olmalarına karşın devrimi geri çekecekleri açıktır. Özellikle yoksul köylülüğün mücadele geleneğinin yok denecek kadar az olması gerçeği düşünülürse, bu daha iyi anlaşılır bir olgu olacaktır. Kent emekçilerinin ise, kararsızlığına rağmen mücadele geleneği yabana atılamaz niteliktedir.
Yoksul köylülük ve kent emekçileri, gelişen devrimde proletaryanın müttefikidir. Onların geleceği sosyalizmdedir. Kapitalizmin yoksul köylülüğe ve kent emekçilerine sunabileceği hiçbir şey yoktur. Gelişen devrimin çok renkliliği buradan gelmektedir.
Ülkemizin, pek çok benzeri ülke gibi önemli bir özelliği de kente göçtür. Bu göç, kentlerin çevresinde emekçi-yaşam alanlarının oluşumunu koşullamaktadır. Gecekondular, bir bütün olarak sisteme karşı savaşımın önemli mevzilerindendir.
3. Öte yandan Kürt Kurtuluş Hareketi ile Anadolu devrimi arasındaki ilişki çok daha özel bir noktaya oturmaktadır. Birincisi; bugüne kadar Kürt Kurtuluş Hareketi, Türkiye devrimci hareketinin stratejik bağlaşığı olarak ele alındı. Misak-ı Milli sınırlarını terk edemeyen Türkiye solu, Kürt kurtuluş mücadelesinin zaferinin Türkiye işçi sınıfı öncülüğünde gerçekleşeceğini savunageldi. Ancak pratik, bu süreci aştı. Şimdi yine de “stratejik müttefik” terimi telaffuz ediliyor.
Stratejik anlamda müttefik olmak, böylesi bir yol dışında kurtuluşun olamayacağını söylemek anlamına gelir. Yani, Kürt halkının bizim devrimimize zorunlu bağımlılığından söz etmiş olursunuz. Bu doğru değildir. Bu noktada ittifak olmak ayrıdır, stratejik ittifak olmak ayrıdır. Elbette ki Kürt kurtuluş mücadelesi ile Anadolu devrimi arasında çok ciddi bir ilişki vardır. Her iki mücadelenin zaferi de aynı güce, TC’ye karşı savaşmaktan geçiyor. Ancak yine de nesnel anlamda çelişkilerin farklılığı, gelişim yol ve olanaklarını nesnel anlamda farklılaştırmaktadır. Bunu görmemek, gerçekte her iki hareket arasında kurulacak devrimci ittifakı, “Misak-ı Milli Sınırları” anlayışına kurban etmektir.
Özetle Kürdistan devrimi, Anadolu devriminin önemli bir müttefikidir, ancak aradaki ittifak “stratejik” ittifak olarak ele alınmamalıdır. Kürdistan devriminin “abisi” rolünü, hem pratik olarak aşılmış, hem de enternasyonal ahlak açısından yanlış buluyoruz. Öte yandan Kürdistan devrimi, toplumsal kurtuluşa, sosyalizme yöneldiği sürece, iki devrim arasında ilişki daha büyük önem arz edecektir.
Öte yandan bölge devrimi temelinde bakıldığında; Kürdistan devriminin gelişimi, büyük bir fırsattır. Bu açıdan her iki devrimin ilişkisi, tüm bölgeyi tutuşturmak açısından stratejiktir. Bölgemizde gelişecek enternasyonal ilişkiler, aynı zamanda bölgemizdeki devrimci güçlerin dünya devrimi ile ilişkilerinin de sağlıklı temelde gelişimini koşullamaktadır.
Bu açıdan da tüm bölgemiz devrimci güçleri ve uluslararası devrimci hareket, devrimimizin önemli ittifakıdır.
İşçi sınıfının ittifakları üzerindeki eğitici ve birleştirici rolü, ancak onun devrimci öncü partisi aracılığıyla yerine getirilebilir.
Devrim, işçi sınıfı, yoksul köylülük ve kent emekçilerinin silahlı mücadelesi ile muzaffer olacaktır. İşçi sınıfı, devrimci partisi aracılığı ile bu silahlı mücadeleyi süreklilik içinde örecek ve bir ayaklanma, bir iç savaşla devrim zafere ulaşacaktır.
Devrimci zor, mücadelenin temel yöntemidir. Ancak devrimci zor, tek başına silahlı mücadeleye eşit değildir. Devrimci zor, siyasal, ideolojik ve askerî savaşımın bir bütünüdür. Silahlı savaşım, siyasal savaşımın yoğunlaştırılmış biçimidir. Siyasal savaşım olmadan silahlı mücadeleden söz etmek doğru değildir.
Devrim üç temel noktaya dayanarak zafere ulaşacaktır. Birinci nokta; devrimci partinin önderliğidir. Devrimci Sosyalistlerin önderliği olmadan, işçi sınıfının hegemonyası ve öncülüğünden kuru kuruya söz etmek yeterli değildir.
İkinci nokta; gerilla savaşıdır. Gerilla savaşı, Devrimci Sosyalistlerin devrimi örme savaşımının yolu ve önderliğinin somut ifadesidir. Gerilla savaşı özellikle 20. yüzyıl boyunca gelişen, proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımının bir biçimidir. Ancak gerilla savaşı, savaşın sadece bir yönüdür. Onun temel olması, tek yöntem olması anlamına gelmez.
Devrimci Sosyalistler bir yandan mücadelenin hiçbir biçimini reddetmez, diğer yandan hiçbir mücadele biçimini de mutlaklaştırmaz.
Gerilla savaşı, iç savaşın en gelişmiş biçimi olan bir ayaklanmanın hazırlanmasının yoludur. Ayaklanma ve iktidarlaşma, ancak bu yolla gerçekleştirilecektir. Gerilla savaşı, hem öncünün kitleleri eğitmesinin, hem burjuva bombardımanın ters çevrilmesinin, hem de halkın gücünü halka göstererek devrime katmasını sağlamanın yoludur.
Üçüncüsü; kitle desteğidir. Devrim, dar bir parti tarafından yönlendirilir. Ama devrim, yığınların elleri üzerinde yükselecektir. İşçi sınıfı, yoksul köylülük ve kent emekçilerini (memurlar, tüm emekçi kesimler, öğrenciler) sosyalizm bayrağı altında birleşik bir emek cephesinde toplayamayan bir devrim zafere ulaşamaz. Bu aynı zamanda sosyalizmin kuruluşu aşaması açısından çok büyük öneme sahip olacaktır.
Bu üçlü zincirin belirleyici noktası parti ve onun önderliği ise, bu önderlik ile yığın bağını birbirine bağlayan halka gerilla savaşıdır.
Anadolu devrimi çok renkli olacaktır. Bu çerçevede, çeşitli devrimci gruplar birleşik bir emek cephesi içinde yer alabileceklerdir. Devrimin öncüsü olacak olan Parti, bu güçlerle ilişkisine kardeşlik ve aynı cephenin unsuru olma gerçeği ile yaklaşır. Eleştiri ve savaş arkadaşlığını birlikte bir bütün olarak ele alır. Bu çerçevede devrim için şehit düşenleri dar örgüt çıkarları ile başkalarının şehitleri görenleri saflarında barındırmaz. Devrimci savaşımda şehit düşen her devrimci, ortak davanın ortak hazinesine kazınır. Tarihe de bakarken bu ruh esastır.
Devrimci partinin önderliği siyasal, ideolojik bir içeriğe sahiptir. Önderlik birebir emir mekanizması ile ele alınamaz. Bu, öncülüğü, tarihsel ve toplumsal boyutlarından kopartıp, onu mekanik bir ilişkiye indirgemek anlamına gelir.
Toplumsal devrimin ilk habercisi egemen ideolojiye karşı savaşımın aldığı boyuttur. Bir toplumda egemen ideoloji, egemen sınıfın ideolojisidir. Bu ideoloji parçalandıkça devrimin yolu da açılacaktır. Devrim ilerledikçe, burjuvazinin ideolojik egemenliği de daha hızlı parçalanacaktır.
Egemen ideolojiye karşı savaşım, örgütlü bir savaşımdır. Devrimin öncüsü olacak olan parti ideolojik, politik ve askerî savaşımı birbirinden ayırmaz ve hepsini örgütlülük temelinde ele alır.
TC devletinin ideolojisi Misak-ı Milli sınırlarının bölünmezliği temelinde öne çıkartılan Kemalizm’dir. Kemalizm, tarihinin hiçbir döneminde karşı-devrimcilik dışında bir anlama sahip olmamıştır, olamaz. Devrimci özne Kemalizm’e karşı, burjuva ideolojisinin her biçimine karşı sürekli bir ideolojik savaş yürütür. Bilimden sanata, toplumsal yaşamın tüm alanlarını burjuva ideolojisine, burjuvaziye karşı savaşım alanı olarak ele alır.
Devrimci Sosyalistler din ideolojisine karşı açık, materyalist, bilimsel düşünceyle donatılmış, düzeyli bir savaşım yürütür. Dinsel düşüncenin her türlü dışa vurumuna ve izlerine karşı düzeyli bir savaşım, devrim ve sosyalizm savaşımının ayrılmaz parçasıdır. Ancak Devrimci Sosyalistler, dinî inancından dolayı kimseyi hor görmez, dinî inancı kişisel bir hak olarak ele alır.
Dinî bir temelde de olsa, düzene karşı savaşımı destekler. Burada esas olan, bu düzene karşı savaşımdır. Devrimciler, düzene karşı konumlanış ile düzenin yedek gücü olma açısından dinî hareketleri ele alır ve ayırır.

Sonraki Bölüm: VII. Uluslar ve Halklar

Anadolu Devriminin Yolu – V. Türkiye Kapitalizmi ve TC Devleti

Önceki Bölüm: IV. Dünya Tekelci Sistemi

Türkiye, dünya kapitalist-emperyalist sistemi içinde yer alan, tekelci kapitalist bir ülkedir. Türkiye’nin bu sistem içindeki yeri, emperyalist aşamanın özelliklerine bağlı olarak, bağımlılık ilişkisiyle belirlenir. TC, emperyalizme bağımlı bir sömürgedir. Ancak bu bağımlılık ilişkisi, gerek Türkiye’de kapitalist gelişimin aldığı yol, gerekse bölge içindeki konumunu yansıtır. Bu konum, emperyalist egemenlik ve paylaşımın yeni bir yöntemi olan alt-emperyalist bir konumdur.
Türkiye’de burjuvazinin iktidara yükselişi, kapitalizmin doğuşundan yaklaşık 300 yıl, onun bir dünya sistemi haline gelişinden 70 yıl sonra gerçekleşti. Onun için bu burjuva iktidarlaşmada, Osmanlı’ya göre ileri noktalar aramak, burjuvaziye karşı savaşta saf değiştirip burjuvaziyle kol kola girmektir.
Türkiye kapitalizmi bu gelişmenin özellikleri ve etkileri altında gelişti ve bugünkü tekelci aşamaya ulaştı. Feodal soyluluğa karşı, burjuva önderlikli sınıf savaşımının esas olarak tamamlandığı, proletaryanın tarih sahnesinde devrimci bir sınıf konumuna yükseldiği, burjuvazi ile proletarya arasındaki savaşımın yaşamın tüm biçimlerine egemen olduğu, tekelci ilişkilerin sistemin egemen ilişkisi olduğu ve dünyanın emperyalist ülkeler arasında paylaşıldığı bir dönemde, egemen toplumsal ilişki konumuna yükselen Türkiye kapitalizmi, böyle bir dünyada bağımlı ve gerici doğdu.
Bağımlılık ve gericilik Türk burjuvazisinin öznel bir tercihi değil, onun, sistemden devraldığı özellikleridir. Başka bir deyişle, Türkiye kapitalizmi, mevcut egemen ilişki altında başka türlü olamazdı. Bunu kavrayamamak, kapitalizmin gelişimini, tekelciliği, emperyalizmi ve sınıf savaşımını kavrayamamaktır.
Türkiye kapitalizminin egemen sistem konumuna yükselişi, 18. Yüzyılın ortasında başlayıp, 1920’lerde tamamlanan bir süreçtir. Bu sürecin sonlarında burjuvazi ile feodal gericilik arasındaki savaş tali, proletarya ile burjuvazi arasındaki savaş belirleyicidir.
Burjuvazi henüz iktidarı almadan feodal sınıfın egemenliğini bitirmiştir. Osmanlı’nın I. Paylaşım Savaşı’ndaki yenilgisi, bu savaşımı hem kolaylaştırmış ve hem de noktalamıştır. Feodal sınıf yenilmiş, iktidarını kaybetmiştir. Ancak iktidar henüz burjuvazinin eline geçmemiştir. I. Paylaşım Savaşı’nın ardından Misak-ı Milli sınırlarına sıkışan Osmanlı Devleti’nde, ulusal kurtuluş (anti-emperyalizm) kabuğu altında bir iç savaş ve diğer halkların sömürgecilikten kurtuluş savaşı iç içe yaşanmıştır. Bu savaşın tarafları; güçlü bir geleneğe sahip, örgütlü bir burjuvazi; güçsüz, örgütsüz, ideolojik netlik taşımayan ama Ekim Devrimi’nden aldığı hızla coşkulu bir işçi ve halk hareketi ve yeni yeni gelişen bir ulusal arayış hareketidir. Burjuvazi, bu savaşın galibi olarak iktidara yükselmiş ve TC devleti kurulmuştur. Aşırı bir ulusçuluk, başka ulusların inkârına ve imhasına varan bir sömürgecilik, işçi sınıfı ve emekçilere karşı ideolojik inkâr ve fizikî terör, bu devletin mayasıdır. Bu süreç aynı zamanda sömürge haline gelme sürecidir.
Burjuvazi, Osmanlı topraklarını korumak için pek çok çare aramıştır. Ancak, Ekim Devrimi rüzgârını da arkasına alan halkların uyanışı ve içerde devrimci işçi ve halk hareketi, emperyalist merkezlerle burjuvazinin anlaşmasını koşullamıştır. Bu açıdan TC’nin kuruluşu, Osmanlı’nın sömürge haline de gelmesidir. Bunun yanı sıra, TC’nin kuruluşu, burjuvazinin iktidarlaşması, daha çok gelişen işçi ve halk hareketine karşı, bir karşı-devrim niteliğini de taşır. Kurtuluş savaşı diye bize sunulan şey, gerçekte bir iç savaştır. TC’nin şekillenişi de bu nedenle tümüyle komünizme ve dünya devrimine karşı bir şekillenmedir.
Burjuvazi bütün karşıtlarını ezerek, 1920’de iktidarını ilan etti. Böylece devrimin temel sorunu çözüldü. İç savaş süresinde oluşan iktidar boşluğu ortadan kalktı. Feodal sınıfın iktidarının yerini burjuvazinin iktidarı aldı. Kapitalist ilişkiler, çözülen feodal ilişkilerin yanında ve üstünde sistemin egemen ilişkisi oldu. Feodalizmin kalıntıları, zaman zaman tedricî, zaman zaman hızlanan, ama hiçbir durumda sistemin istikrarını tehlikeye düşürmeyecek tarzda dönüşüm sürecine girdi. Başka türlüsü olamazdı. Çünkü Türkiye’de kapitalizmin egemen sistem haline geldiği, burjuvazinin iktidara yükseldiği çağ, kapitalizmin yükseliş çağı değil, çöküş çağıydı; burjuvazi 1789’lardaki devrimci burjuvazi değildi ve sınıf savaşımı artık proletarya ile burjuvazi arasındaydı. İşçi sınıfı karşısında uzlaşma, gericilik ve militarizm, burjuvazinin yaşam felsefesidir. Türk burjuvazisinin, işçi sınıfı ve ulusal hareketlerden korkusu, daha iktidara gelmeden öğrendiği ve her anında derinleştirdiği bir korkudur. Burjuvazi bugün, bu korkuyu yaygınlaştırarak, işçi sınıfı ve emekçilere yayarak yaşam şansı bulabiliyor.
Türkiye kapitalizmi, ekonomik alanda cılız bir kapitalist birikim, siyasal alanda ise işçi sınıfı, emekçi halk ve ulusal hareketlerle burjuvazi arasında şiddetli bir sınıf savaşımı üzerinde yükselmiştir. Bu iki özellik, kaçınılmaz olarak, devleti ve özellikle onun baskı örgütlenmelerini; ordu, polis ve hapishaneleri ön plana çıkarmıştır. İktidar mücadelesinde, daha başlangıçta halkı karşısında bulan burjuvazi, halktan, işçi sınıfından, ulusal arayışlardan hep korkmuştur. Bu korku, onun örgütlenmesine yön veren temel etkendir. Kemalizm, bu korkunun ideolojik ve politik ifadesidir.
Türkiye kapitalizmi, bütün bu temel özellikler altında gelişimini sürdürdü ve finans kapitalin mutlak siyasi ve ekonomik egemenliği demek olan bugünkü tekelci aşamaya ulaştı.
Başlangıçta geleneksel sanayi dallarında, cılız sermaye birikimi üzerinde küçük çaplı fabrika üretimiyle işe başlayan burjuvazi, emperyalist tekellerin aracılığı, acenteliğinden, büyük çaplı üretime; pazar üzerinde tekelcilikten, üretim ve pazar üzerinde tekelciliğe yükseldi.
Bütün bu süreç içinde, silahlı gücü ile düzenin devamını sağlayan devlet, bürokrasisiyle, sanayiye ucuz girdi üreten tesisleriyle (büyük çaplı kapitalist üretimin altyapısının örgütlenmesi) ulusal gelirin bütçe yoluyla burjuvazi yararına yeniden paylaşımıyla, koruma ve teşvik uygulamalarıyla, sermaye akışını hızlandıran düzenlemeler ve iş yaşamını düzenleyen yasalarla, sanayi ve tarımda büyük kapitalist üretimin maddi ve teknik koşullarının yaratılmasında aktif ve belirleyici bir rol üstlendi. Devlet, tekelci burjuvazi için bir okul görevini gördü, kadrolarını burada yetiştirdi, sermaye birikimini buradan güçlendirdi.
Devletin kapitalizmin gelişiminde üstlendiği bu rol, Türkiye kapitalizminin gelişim özelliğinden kaynaklanıyor. Türkiye kapitalizmi, iktidara yükselmeden önce, Fransa’da, Almanya’da vb. olduğu gibi eski toplumun bağrında güçlü bir kapitalist üretim temeline dayanmıyordu. Tersine, Osmanlı, yarı-sömürge bir ülke olması nedeniyle, nispeten geniş bir kapitalist meta pazarı olmasına rağmen, son derece cılız bir kapitalist üretim alanına sahipti. Bu yüzden kapitalist üretimin örgütlenmesi ve büyümesi, esas olarak, burjuvazinin devlet iktidarını ele geçirmesiyle başlıyor. Devletin kapitalist gelişmede üstlendiği belirleyici rol, bu gecikmiş güçsüz doğuştan kaynaklanıyor.
Öte yandan, Osmanlı’nın ganimet ve talan geleneğine de uygun olarak, TC’nin kuruluşunda “Türk burjuvazisi” yaratmak için, sermayeyi ellerinde toplayan ticaret sermayesi ile Osmanlı’nın ileri gelenleri olan Rum, Ermeni ticaret burjuvazisi imha edilerek, katledilerek sermaye toplanmış, mallarına el konulmuştur. Devletin rolü bu açıdan da vazgeçilmezdir. Ünlü Karakol örgütü, Teşkilât-ı Mahsusalar, bu rolün ifadeleridir.
Öte yandan TC devleti, içerde işçi sınıfına, halka ve ulusal kurtuluş hareketlerine karşı örgütlenirken, dışarda da SSCB’ye karşı anti-komünist emperyalist örgütlenmenin askeri olarak görev yaptı. Bu görev, soğuk savaş yıllarında daha da somutlandı ve ülkede hemen her kurumun örgütlenmesi bu amaca göre şekillendi.
Bu, aynı zamanda Türkiye kapitalizminin görece dayanıksızlığının, sürekli müdahalelere ihtiyaç duymasının da maddi temellerinden biridir. Kapitalizmin iç dinamiklerinin güçsüzlüğü, onun dünya kapitalist-emperyalist sistemindeki konumu ve bütün öznel yetmezliklerine rağmen sınıf savaşımının sarsıcı etkisine bağlı olarak Türkiye kapitalizmi, alçalıp yükselen bir eğride, ama sürekli bir ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkla büyümesini sürdürmek durumunda kalmıştır. Birbirini izleyen, her biri bir öncekinden daha fazla fiziki-ideolojik terörü içeren ordu müdahaleleri ve anayasal düzenlemeler, bu sürecin siyasal ifadesidir. Bu süreç, kapitalist gelişimin yeni gereksinimleri ve sınıf savaşımının ulaştığı boyutlara bağlı olarak devletin yeniden ve yeniden örgütlenmesi sürecidir.
Devletin bu yeniden örgütlenmesi Türkiye’nin bağımlı olduğu sistemden bağımsız değil, tersine, sistemdeki devlet örgütlenmesinin gecikmeli olarak, Türkiye’ye yansımasıdır. Bir farkla ki; sistemde, bunalım ihracına bağlı olarak ekonomik, siyasi istikrar ve sınıf savaşımının kontrol altında tutulması sonucu devletin terör aygıtları gizlenebilirken, Türkiye’de ekonomik ve siyasi bunalım sürekliliği ve sınıf savaşımının bir türlü kontrol altında tutulamaması, terör aygıtlarını açığa çıkarıyor. Başka bir deyişle, Türk burjuvazisi, kendi ülkesinde ve sömürgesinde daha çok terörle egemenlik sağlayabiliyor.
Devletin örgütlenmesinde asıl önemli olan, sınıf savaşımı dinamiklerini dumura uğratarak, sınıf hareketinin içten fetih edilmesidir. Yani bugünkü devlet, sınıf savaşımına göre örgütlenmiş, bir iç savaş, bir özel savaş örgütüdür. Devlet tüm kurumları ile bu noktaya kilitlenmiştir. Amacı, bir sınıf olmaktan çıkartılamayacak işçi sınıfını, devrimci bir sınıf olmaktan çıkarmaktır. Bu örgütlenmede terör, özel bir role sahiptir. Terör sadece ezmek için değil, ezilen ve sömürülen kitlelerde gelecek umudunun yok edilmesinin de aracıdır. Tekelci kapitalizm, şiddet ve hâkimiyet üzerine kurulu bir tekelci rekabeti doğurur. Şiddet ve hâkimiyet, terör ve medyada somutlanarak devlete yansımaktadır. Bu devlet, tekelci kapitalizmin devleti olan, tekelci polis devletidir.
Bu devlette siyasi özgürlükler (örgütlenme, toplanma, yürüyüş, grev vb.) ancak işçi sınıfı ve emekçilerin kapitalist düzene tabi kılındıkları ölçüde ve oranda vardır.
Türk burjuvazisi, gecikmeli de olsa dünya burjuvazisinin yolunda yürüyor. Yok edemeyeceği işçi sınıfını, özel bir savaş aygıtı yaratarak teslim almaya çalışıyor. Ancak, bütün başarılarına rağmen burjuvazi, Türkiye’yi bir devrim ülkesi olmaktan çıkaramamıştır. Dünya sosyalist sisteminin çöküşü ile birlikte, emperyalist sistemin bozulan dengesi, derinleşen bunalım ve bunun bağımlı ülkelere katlanarak yansıması, Kürt devrimci hareketinin önlenemeyen yükselişi ve işçi sınıfının potansiyel bir tehlike olmaktan çıkarılamaması, bu ülkede, devrimin nesnel koşullarını hızla olgunlaştırıyor. Sınıf savaşımı, bir dağılma, geri çekilme ve durgunluk döneminden sonra, her şeyin işçi sınıfına ve onun örgütlenmesine bağlı olduğu yeni bir evreye giriyor.

Sonraki Bölüm: VI. Devrimin Niteliği ve Devrimin Yolu

Anadolu Devriminin Yolu – IV. Dünya Tekelci Sistemi

Önceki Bölüm: III. Amaç

Kapitalist dünya ekonomisi, emperyalist merkezler ve onlara bağımlı sömürge ülkelerden oluşan bir bütündür. Bu bütün, içinde Türkiye’nin de yer aldığı dünya tekelci sistemidir. Dünya tekelci sistemi, kapitalist-emperyalist bir sistemdir.
Kapitalizm, insanın insanı sömürdüğü, üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti tanıyan, sınıflı toplumların en sonuncusudur. Bu anlamda da en gelişmişidir. Tüm sınıflı toplumlara ait özellikleri geliştirerek barındırır. Bu açıdan kapitalizmi, feodalizme göre ileri bir toplum olarak tanımlamak, sınıflı toplumları birbirlerinden çok kalın çizgilerle ayırmaktır. Feodalizmden bakarak burjuva devrimlerde veya burjuva egemenlikte ilericilik aramak, kendini burjuvazinin yedeği haline getirmektir. Hele hele Paris Komünü ve Ekim Devrimi’nden bu yana kapitalizmde hâlâ feodalizme göre ilerici noktalar aramak, sosyalizm yandaşı olmaktan da çıkmaktır.
Tekelci kapitalizm ise, kapitalizmden bir sapma değildir. Kapitalizmi, “serbest rekabetçi” ve tekelci diye ayırmak, bu ayrımı da abartılı yapmak, kapitalizmi aklamaya yöneliktir. Tekelcilik, kapitalizmin bir uru değildir, ondan bir sapma değildir. Tersine kapitalizm, daha ilk doğduğu anda var olan yasalarının kaçınılmaz sonucu olarak tekelciliğe evrilir. Tekelci kapitalizm, kapitalizmin tüm özelliklerinin kendini daha net ve dolaysız açığa vurduğu, çürümüş kapitalizmdir. Tekelci kapitalizm, kapitalizmden bir sapma değil, onun yasalarının kaçınılmaz sonucudur.
Dünya tekelci sisteminin iç dinamiğini, emperyalist ülkelerin dünyanın tüm diğer ülkelerini yağmalaması ve kendi aralarında paylaşması oluşturur. Dünya kapitalist ekonomisini bir bütün haline getiren, bu emperyalist aşamadır. Emperyalist egemenlik, dünya halklarının sömürgeleştirilmesi demektir. Feodal sömürgecilikten farklı olarak kapitalist sömürgecilik, daha derin sömürgeleşmek, daha derin bir bağımlılık demektir. Bugün insanın ruhunu sömürgeleştiren bir sistem vardır karşımızda.
Dünya tekelci sistemi, dünya çapında komünizme geçişin tüm olanaklarını sunmaktadır. Mevcut teknolojik düzey, tüm yeryüzünde yaşayanların, daha fazla çalışmaksızın temel ihtiyaçlarını karşılamaya çoktan yeterlidir.
Tekelci kapitalizm, kapitalizmin çelişkilerinin keskinleştiği, sosyalizmin kapıyı çaldığı bir aşamadır. Tekelci kapitalizm üretimin toplumsal niteliğini tüm yönleri ile açığa vurur. Üretimin toplumsal niteliği ile mülk edinmenin özel karakteri arasındaki çelişkiyi iyiden iyiye keskinleştirir. Ancak ekonomist bir bakış ile tekelci kapitalizm, emperyalizm anlaşılamaz. Emperyalizm, aynı zamanda karşı-devrim örgütlenmesi demektir.
Kapitalizmin tekelci aşamaya yükselişi, emperyalizmin doğuşunun hemen ardından gelen, Ekim Devrimi ile proletaryanın göğü fethe çıkışının damgasını taşımaktadır. Bugün tekelci kapitalizm her yönü ile Ekim Devrimi ile başlayan proleter devrimler çağının damgasını içselleştirmiştir. Yüzyılın hemen başından bu yana iki dünya savaşı ve bir soğuk savaş yaşanmıştır. Bunlar bir yandan tekelci rekabetin, diğer yandan ise dünya çapında iki sınıfın çarpışmasının sonuçlarıdır. 20. yüzyıl iki sınıfın çarpışmalarının yüzyılıdır, bu çarpışmanın alanı tüm yeryüzüdür; bu çarpışma her konunun, her ayrıntının içine sinmiştir. Çözüm ise kapitalizmin tümden yıkılmasındadır. Bu nedenle, bugün sosyalizmin çözülüşü ile kapitalizmin kazandığı zafer, tam bir Pirus zaferidir.
Sermaye ihracının aldığı boyutlar, üretimin uluslararasılaşması ve bunlarla birlikte ilerleyen iletişim olanakları tekelci kapitalizmin egemenliğini pekiştirirken, aynı zamanda onun çelişkilerini de arttırıyor. Gelişecek bir devrimin hızla yayılma olanağı artıyor. Bölge devrimleri olanaklı hale geliyor. Emperyalist zincirin en zayıf halkasından kopacağı biliniyor. Bir zincirin gücü, en zayıf halkanın gücüne eşittir ve kapitalist-emperyalist sistemin iç dinamizmi gereği tüm zincirin gücü azalıyor.
Devlet, sınıf savaşımı altında şekillenir. Geri bir sosyo-ekonomik sistemde altyapı-üstyapı ilişkisi en başta sınıf savaşımları aracılığı ile kurulur. Üstelik burada sınıf savaşımı, kapitalizm söz konusu olduğundan, sadece belli bir ülke sınırları içindeki sınıf savaşımını değil, tüm dünyadaki sınıf savaşımını ifade eder. Günümüz devleti, tekelci kapitalizme uygun olarak, Ekim Devrimi ve komünizm korkusu altında şekillenmiştir. Bu korku, onu, bir yandan mevcut andaki devrimci gelişimi bastırmak, diğer yandan ise gelecekteki muhtemel bir devrimci yükselişi önlemek için “insanı bitirmek” göreviyle karşı karşıya getirmiştir. Bu ikili görev, şiddet ve ideolojinin bugüne kadar görülmemiş bir biçimde iç içe geçmesini gerektirmiştir.
Modern kapitalizmin devleti, tümüyle iç savaşa göre örgütlenmiştir. Günümüz kapitalizminin devleti tekelci polis devletidir. Tekelci polis devleti, gelecek korkusuna göre, bir devrimi önlemek amacıyla örgütlenmiş bir devlettir. Tekelci polis devleti, tekelci kapitalizmin geleceğinin olmadığının açık bir kanıtıdır.
Tekelci polis devleti, günümüz kapitalizminin devletidir, günümüzün burjuva diktatörlüğüdür. Tekelci polis devleti, devletin sınıf savaşımına göre evrimleşmesini ifade etmektedir. Günümüzün burjuva demokrasisi budur. İşçi sınıfı ve emekçiler açısından ise o katıksız bir diktatörlüktür. Devlet, egemen sınıf adına, sınıf savaşı deneylerini biriktirerek örgütlenmesinde somutlaştırır. Sınıf savaşımının tüm toplumu sardığı kapitalizmde, devlet de devrime karşı, merkezîleşerek yetkinleşmiştir. Tekelci polis devleti, burjuva devletin bu yetkinleşmesini anlatır. Modern devlet; tümüyle medya ve baskıya dayanan burjuva devlettir. Kılıcın toplumsal işlevi; polis teşkilâtı, istihbarat birimleri, gizli örgütlenmiş infaz birimleri, tekelci rekabetin ayrılmaz parçası olan mafya örgütlenmeleri tarafından üstlenilirken, kilisenin toplumsal işlevi; önceleri eğitim kurumları ile, şimdi esas olarak medya tarafından üstlenilmiştir.
Tekelci polis devleti için; terörizm, ideolojinin şiddetle taşınması, medyanın terörist niteliği ve iç savaşa göre geliştirilen bir polis örgütü (ordunun büyük çapta işlevi de budur) ayırıcı noktalardır. Günümüz kapitalist-emperyalist dünyasında çeşitli farklılıklarla bu devlet biçimi egemendir.
Tekelci polis devleti, tekelci düzen, her gün daha fazla şiddetle ayakta durmaktadır. Bu devlete karşı her yol ve araçla savaşmak zorunlu ve meşrudur.
Medya, insanın insansızlaştırılmasının, şiddetin, korkunun içselleştirilmesinin yoludur. Tekelci kapitalizm insanı bencilleştiren, sevgisizleştiren, yalnızlaştıran, toplumdan uzaklaştırıp içine kapalı hale getiren, insanı nesne haline getiren bir sistemdir. Tekelci düzende insan, tükettiği ölçüde var olan bir nesnedir. Tekelci düzen, insanın insansızlaştırılmasının dışında hiçbir yolla ayakta kalamaz. Bilincin yerini güdü, inadın yerini boyun eğme, paylaşmanın ve özverinin yerini hayvanca bencillik, rahata düşkünlük almıştır. Şiddet ve korku, yaşamın her alanında egemen kılınmaktadır.
Bugün insanın önündeki alternatif şudur: Ya tekellerin çöplüğünde çürümek ya sosyalizme devrimci yollardan yürümek. Öyleyse sosyalizm ivedi bir istemdir, ilk hedeftir. Kapitalist sistemin sınırları içinde demokrasi mücadelesi, sonu kapitalizmi kutsamaya giden bir çıkmaz sokaktır.
Günümüz kapitalizmi, eşitsiz gelişim yasasının etkisini artırdığı bir kapitalizmdir. 20. yüzyılın sonunda bu yasa çok daha etkili işlemektedir. Bu nedenle dünyanın pek çok bölgesinde hızlı ve birbirini ateşleyecek devrimlere gebe ortamlar oluşmaktadır. Ancak dünya işçi ve komünist hareketinin enternasyonalist örgütlülükten yoksunluğu bugüne damgasının vuran büyük bir eksikliktir. Yeni bir enternasyonal, Üçüncü Enternasyonal’in içinde gizlenen İkinci Enternasyonal’in yenilmesi, ancak yeni muzaffer devrimlerle gerçekleşecektir. Ancak komünistler, o güne kadar boş durmayı asla bağışlayamazlar.
Tekelci kapitalizm üretim güçlerinin, en büyük üretici güç olarak insanın gelişimini engeller, doğayı tahrip eder. Bu, hiçbir teknik gelişim olmayacağı anlamına gelmez. Tekellerin kâr hırslarının “insanlığın çıkarları” ile uyumlu olduğunu söylemeden, tekelci kapitalizmin üretici güçlerin gelişmesini engellediğini atlamak mümkün değildir. Teknoloji taraflıdır ve tekeller daha fazla kâr, daha fazla sömürü için her zaman yeni teknikler geliştirecektir.
Tekelci kapitalizm, bir yandan halklar arasında savaşımı kışkırtırken, silahlanmayı devasa boyutlara taşırken, diğer yandan doğayı tahrip etmekte ve dünyayı yaşanılmaz hale getirmektedir. Savaş ve ekolojik dengenin bozulması, kapitalizmin kaçınılmaz sonuçlarıdır. Kapitalizme karşı, sosyalizm için savaşmadan tutarlı bir barış ve ekolojik dengenin korunması savaşımı yürütülemez.
İnsanın tarihi, onun tarih ve toplum içinde giderek daha belirleyici hale geldiği bir tarihtir. Bu, kapitalizmden sosyalizme geçişte ve sosyalizmin kuruluşunda daha açık bir olgudur. Bu nedenle, emperyalist-kapitalist zincirin parçalanması, kapitalizmin mezara gömülmesi ancak militanca bir savaşımı yönetebilecek, işçi sınıfının en ileri unsurlarını bağrında toplamış, en ileri teori ile donanmış, her savaşım biçimini kullanmaya yetenekli bir partiyi ön şart koyar.
Dünya tekelci sistemi her ülkedeki işçi sınıfının devrim ve sosyalizm savaşımı ile, sömürge ülkelerdeki halkların ulusal bağımsızlık ve sosyalizm savaşımı tarafından parçalanacaktır. Sosyalizmin tarihsel mirası ve halen her şeye inat, kuşatma altında sosyalizm bayrağını teslim etmeyen sosyalist ülkelerin varlığı bu kavgada büyük bir değere sahiptir.
Dünyanın Tüm İşçileri Ve Ezilen Halklar Birleşin!

Sonraki Bölüm: Türkiye Kapitalizmi ve TC Devleti

Anadolu Devriminin Yolu – III. Amaç

Önceki Bölüm: II. Çağın Karakteri

Devrimin öznesi, adı ne olursa olsun, bir partidir. Parti, bir iradedir. İşçi sınıfının, toplumun kurtuluşunun, halkların özgürlük iradesinin somutlanmasıdır. Devrimci parti, doğrudan burjuva devlete, burjuva egemenliğe karşı savaş yürütür. Onun için, bir araç olarak parti, içinde yaşanılan burjuva sistemi tümden aşmış olmalıdır. Devrimin öznesi, parti, bir irade olduğu kadar, burjuva egemenliğe karşı her düzeyde ve bütünlüklü bir savaş yürütme aracıdır, iktidarı almanın aracıdır. Bunun anlamı, örgütlenmesinin de buna uygun olmak zorunda olmasıdır.
Bu açıdan bakıldığında Anadolu solunda egemen olmuş olan iki hastalığı tespit etmek olanaklıdır. Birincisi, adı parti olduğu halde, bu bütünlüklü savaş konusunda bir fikre sahip olmama “lüksü”dür. İkincisi ise, partinin bir irade koymak olduğunu atlayarak, “süreç içinde parti” anlayışıdır. Süreç içinde parti, partinin reddedilmesidir, iktidar mücadelesinin belirsiz bir tarihe ertelenmesidir. Yoksa her şey bir süreçte gerçekleşir.
Devrimin öznesi (Parti), dünya devrimine ve komünizme giden yolda, Anadolu işçi sınıfının öncü örgütüdür. Elbette işçi sınıfı içinde örgütlü birçok parti var olacaktır. Ancak, öncülük, işçi sınıfının nihai çıkarlarını her koşul altında savunmayı ve diğer güçleri devrimci savaşımının unsuru haline getirmeyi gerektirir. İşçi sınıfının öncülüğü, işçi sınıfının devrimcileştirilmesi ile başlar. Devrim sürecinde bir öznenin oluşturulması büyük bir adımdır. İkinci adım; işçi sınıfının devrimcileştirilmesidir. Devrimcileşmemiş bir işçi sınıfı, toplumun ve kendinin kurtuluşunu da yönetemez.
Parti, niteliği gereği dar bir örgütlenmedir. Herkesi bağrında toplamaz, ama herkesin devrim savaşımına katılımının yolunu da açar. Parti, kapitalizmi devrimci zor yoluyla yıkmak, işçi sınıfını egemen sınıf haline getirmek, sosyalizmi kurmak ve kardeşlik ve sevgi üzerine kurulu olan ortakçı topluma, komünizme varmak için yola çıkmış olan devrimci savaşçıların ve işçi sınıfının en ileri unsurlarının gönüllü birliğidir.
Devrimci Sosyalistlerin amacı; insanın insan tarafından sömürüsüne, sınıfların varlığına, onunla birlikte devletin varlığına son vermek, yeryüzünden tüm sınırları kaldıracak olan kardeşlik toplumu, komünizmi kurmaktır. Bu amaç; ülkede sosyalizmin zaferi ve dünya çapında dünya devrimci hareketlerinin desteklenmesi için savaşmaktan geçer. Bir ülkedeki devrimci özne, kendi devrimini erteleyerek dünya devrimci hareketine katkıda bulunamaz. Ya da bu katkı, devrimci bir partinin katkısı olarak görülemez. Devrimci bir örgütü yaratan koşullar var ise, o ülkede iktidara yürümek de olanaklı demektir. Ancak, her ülkedeki devrimci parti, kendini dünya devrimci hareketinin bir müfrezesi olarak görmelidir. Enternasyonalizm, tercüme bürolarına sığdırılan bir faaliyet değildir. Tersine, özü gereği enternasyonal bir dava olan komünizm davası, özgürlük savaşı için zorunlu bir örgütlülüktür.
Devrimci Sosyalistlerin yakın amacı; ülkede işçi sınıfını egemen sınıf olarak örgütleyerek, sosyalizmi, proletarya diktatörlüğünü kurmaktır. Devrimci Sosyalistler bu amacını gerçekleştirmede, iktidarın işçi sınıfı tarafından ele alınışıyla birlikte özel mülkiyete son veren, bunu yeterli üretici güç yaratıldığı ölçüde bütün üretim alanına yayan, bir kamulaştırmayı, yeni toplumun örgütlenmesinin vazgeçilmez koşulu olarak görür. Buradan başlayarak devrimi bütün toplumsal alana yayar, bilimden politikaya, sanattan kültüre bütün toplumsal etkinliği yeni düzenin, sosyalizmin prensiplerine göre örgütler. Bütün faaliyetlerine devrimin içte ve dışta sürekliliğini göz önünde bulundurarak yön verir.
Ancak atılacak tüm adımları, nihai amacı olan komünizm amacıyla bağlantılı olarak ele alır. Sosyalizmin, sosyalist devrimin tüm sorunlarına komünizmden bakışı temel alır. Yeni toplumun, yeni insanla kurulacağı gerçeğinden hareketle, devrimci bir yaşam ve yeni insanın yaratılmasını faaliyetinin odağına yerleştirir. Yeni insanın yaratılmasını bugünden kendi örgütlenmesi ve ilişkilerinde başlatır.
Parti; işçi sınıfının elinde, burjuvaziye karşı savaşımında, eski toplumun yıkılması ve sosyalizmin kurulmasını yönlendiren tek silahtır.
Parti, devrim savaşımının ve işçi sınıfının tek örgütü değildir. Tersine parti; devrim ve komünizm savaşımının öncü örgütüdür, sınıfın siyasal öncüsüdür.
Parti; en ileri teori ile donanmış, sınıfın en ileri unsurlarını kendi öncüleri olarak örgütleyebilmiş, iktidar savaşımına önderlik edebilen, savaşımın her biçimini kullanabilen ve bir savaşım biçiminden diğerine hızla geçebilen, enternasyonalist bilinçle donanmış, bugünden gelecek toplumun ve komünist insanın embriyonik özelliklerini taşıyan bir örgüttür.
Devrimin öncüsü, yeni topluma gebe her eski toplumun ebesi olan zoru, en üst düzeyde örgütlemelidir. O, kavgacı, disiplinli, kolektif bir gönüllüler örgütüdür. O, bir savaş makinasıdır.
Parti, işçi sınıfının elinde burjuvaziye karşı yürüttüğü sosyalizm ve devrim savaşımını yöneten bir silah, bir araçtır. Parti amaç değildir. Ancak o, sıradan bir araç da değildir. Vazgeçilmez bir araçtır. Parti sadece kapitalizmin yıkılması ve sosyalizmin kurulması savaşımını yönlendirmekle kalmaz. O, aynı zamanda, komünizme yürüyüşün de yönlendiricisidir.
Parti, kendisini proletaryanın dünya ölçeğinde burjuvaziye karşı yürüttüğü devrim ve komünizm savaşımının bir parçası olarak görür.
Devrimci partinin örgütlenmesinde iktidara gelene kadar gizlilik esastır. İllegal örgütlenme, Devrimci Sosyalistlerin düzen karşısındaki konumunun ifadesi olduğundan, bir tercih sorunu olarak ele alınamaz. İllegal örgütlenme temeldir. Ancak bu, hiçbir düzeyde legal mücadele araçlarının reddedilmesi demek değildir.
Devrimci Sosyalistler sosyalizmi devrimci yöntemle kurar. Devrimci yöntem, köktenci yöntemdir. Devrimci yöntemde örgütlülük esastır. Devrimci yöntem, insanın yenilenmesi ve yeniden doğuşunun da biricik yoludur. Bu çerçevede Devrimci Sosyalistler, aydın olmak ile örgütlü olmanın çeliştiğini düşünenleri saflarında barındırmaz.

Sonraki Bölüm: IV. Dünya Tekelci Sistemi

Anadolu Devriminin Yolu – II. Çağın Karakteri

Önceki Bölüm: I. Giriş

“Yenen vezir olurmuş, yenilen rezil.” Dünya sosyalist sisteminin açık hale gelen yenilgisinin ardından, “tarihin sonu” diye kapitalizmin zaferini gösteren çığlıkları atanlar, büyük bir ivme ile saldırılarını da artırdılar. Karşı-devrim, zaten daha önceden ideolojik olarak terk edilen noktalardan hızla devrimin tüm değerlerine saldırıyı örgütledi. Öyle ki, “çağın karakteri” sorunu da gündeme geldi.
Modern kapitalizmin “globalizm” adına Beyaz Adamın sömürgeci egemenliğini tüm dünyaya yaydığı günümüzde, iletişim araçlarının, tekniğin gelişmişliğinden söz ediliyor. Çağımıza buna uygun isimler veriliyor. Atom çağı, bilgi çağı, iletişim çağı, uzay çağı bu isimlerden birkaçı. Oysa, bu arada, dünyanın beşte dördü, açlıkla yüzyüze. İşsizlerin sayısı tüm yeryüzünde %15’lere çıkıyor. Açlıktan ölenler, tekniğin gelişimi sayesinde sömürgeciliği daha da derinleştirip insanın ruhunu sömürgeleştirme noktasına getiren kapitalist-emperyalist sistemde sıradan bir olay olarak kalıyor. Beyinler esirleştiriliyor, ruhlar sömürgeleştiriliyor ve insan, tüketim için var olan bir canlı türü, bir sürü haline getiriliyor. Savaşlarda yüzlerce insan ölüyor, halklar katlediliyor. Silahlanma için müthiş paralar harcanıyor. Ve bize çağımızın karakteri üzerine masal okuyorlar! Diyorlar ki, mücadele etmek, başkaldırmak, karşı koymak nafile, çünkü insan geçici ve ömür kısa. Kapitalizm ise, yenilmez bir güç. İnsan bitirilmek isteniyor. Sanıldığı gibi, insanlığın bitirilişi için bir nükleer savaş gerekmiyor. Ama onun korkusu, daha başka birçok burjuva egemenlik için yaratılan korku, insan beynini işlevsizleştiriyor.
İnsan, çağımızda, tıpkı ilkel insan gibi, temel ihtiyaçlarını gidermek için yaşıyor.
Oysa SSCB’nin çözülüşü karşısında attıkları sevinç çığlığına bakınca, korkularından konuştukları hemen anlaşılıyor.
İnsan, ilkel bir insan gibi sadece karnını doyurmak, çocuklarını yaşatmak, yeni çıkan bir TV’yi satın almak için ömrünü tüketmektedir. Oysa onun emeği, artık tümüyle toplumsal bir emektir. Kendisi için, bir şey üretmek için gerekli olan üretim araçlarından yoksun oluşu nedeniyle, emeğin kapitaliste bağımlılığı da artmıştır. İnsan emeği, toplumsal üretim içinde, toplumsal emeğin bir parçasıdır. Günümüz kapitalizminde bunu çıplak gözle görmek olanaklıdır. Ancak, emeğin ürünleri toplumsal amaçlar için değerlendirilmemektedir. Özel mülkiyet, insanın gelişiminin önünde engeldir. Özel mülkiyet açlığın, rekabetin, işkencenin, sürüleşmenin kaynağıdır.
Onun için, kapitalizm “fazladan ömür sürmektedir” diyebiliriz ve bunun ana nedeni ise, işçi sınıfının iktidarı alamamasıdır. Artık işçi sınıfının öncülüğünde bir sosyalist devrim dışında insan olma yolu, nefes alma yolu kalmamıştır. İşçi sınıfının iktidarı, proletarya diktatörlüğü, insanın insan tarafından sömürülmesine son verecektir. Mevcut dünyada teknik altyapı ve sermayenin örgütlenişi, sosyalist devrimin tüm dünyaya yayılması ile birlikte, sosyalist aşamanın da kısalacağını göstermektedir. Böylece devrimin yayılış hızına bağlı olarak işçi sınıfının varlığı süresi de, proletarya diktatörlüğünün bir ülkedeki devlet olarak varlığının süresi de kısalacaktır. Bunun olanakları vardır. Onun için tüm yeryüzünü kaplayan bir devrimden bakmak, sosyalist devrimi bir dünya devrimi olarak ele almak, “ulusal sosyalizm” bakışının devrimci teoride yol açtığı tahribatı gidermek için birincil koşuldur.
Çağımız; kapitalizmden komünizme geçiş çağıdır. Ekim Devrimi’yle başlayan komünizme geçiş sürecinin bugünkü tıkanışı, çağın karakterinin değiştiğinin kanıtı olarak alınamaz. Geçiş çağı kavramı, içinde bir dizi ileri sıçrayış ve geri düşüşü kapsayan bir toplumsal düzenden diğerine, dünya ölçeğinde geçişi anlatır. Bu geçişin, bir ya da birkaç ülkede tıkanışı, çağın karakterini değiştirmez, tersine, bu sürecin sürekli ileriye doğru doğrusal bir hareket olmadığını gösterir.
1789 Fransız Devrimi’nin sürekli gerileme içinde 1830’larda yaşadığı tam yenilgi, nasıl ki kapitalizmin dünya ölçeğinde zaferini engelleyememiş ise, Ekim Devrimi’nin yenilgisi de, komünizmin dünya çapında zaferini engelleyemeyecektir. Tarihin ilerleyişi, doğrusal bir çizgi üzerinde gerçekleşmez. Yenilgi, geriye düşüş, çağa özgüdür, ama çağın özü değildir. Sosyalizmin dünya ölçüsünde çok daha gür yükselişi kaçınılmazdır.
Sosyalizmin uluslararası çözülüşü, emperyalizmin, dünya burjuvazisinin komünizmi yeryüzünden silme heveslerini arttırdı. Döneklerden oluşan koro, şimdi, bu emperyalist burjuvazinin önderliğinde sosyalizme küfürler yağdırıyor. Öldüğünü ilan ettikleri sosyalizmden ölüm derecesini aşan bir korku duyuyorlar. “Tarihin sonu”ndan söz ederken kendi sonlarından söz ettiklerini biliyorlar. Unutmak istedikleri kabusları hâlâ yaşıyor. Hâlâ Soğuk Savaş devam ediyor.
Anadolu toprakları; Kafkasya, Balkanlar ve Ortadoğu kaynayan üçgeninde dünyayı yeniden kızıla boyayacak bir devrimin dinamiklerini biriktiriyor. Latin Amerika, Afrika, Ortadoğu, Kafkaslar ve Asya’da gelişecek her devrimin, diğer devrimleri daha yakından gözlemesi gerektiği bir dönemde yaşıyoruz. Bu nedenle topraklarımızdaki devrimci birikimin dünya ölçeğinde anlamı vardır.
Tarihsel deney göstermiştir ki devrim, iktidarı almakla bitmiyor. Devrimin içerde ve dışarda sürekliliği gerekiyor. Onun için Anadolu devrimi, en başından yayılma dinamiklerini gözlemek durumundadır. Bunun ilk adımı ise, dünya devrimci hareketinin bir müfrezesi olmak, kendini öyle örgütlemektir.
Yüzyılın başında, emperyalistlerin pazar paylaşım savaşının ortasında dünya proletaryası, Sovyet proletaryası eliyle zafere ulaşırken, emperyalist zincire bir darbe indirdi. Böylece iki modern sınıf arasındaki savaşımın uluslararası niteliği çok daha açık bir hal aldı. Emperyalistler arası kavga arka plana geçti, öne iki sınıfın uluslararası düzeydeki savaşımı çıktı.
Bugün bu savaşımı, geçici olarak emperyalistler kazanmış bulunuyor. Sosyalizm, emperyalizmin gücünden çok, kendi hataları yüzünden çökmüştür. Ancak SSCB’nin çözülüşü yeniden emperyalist merkezler arasındaki savaşımı öne çıkarttı. Emperyalistler arası rekabet şimdiden yeryüzünün çeşitli bölgelerini kana bulamıştır bile. Anti-komünizm ile tüm halkları kendilerine bağlamayı başaran emperyalizmin, gerçek yüzü bugün de görünüyor. Onun için dünyanın çeşitli yerlerinde bir karşı koyuş, bir anti-emperyalist özlü kıpırdanış yaşanmaktadır.
Dikkatli her göz, gelen devrim dalgasını görecektir.
150 yıl önce Avrupa’da dolaşan “komünizm hayaleti” burjuvazinin yüreğine korku salıyordu. Paris Komünü korkunun ne kadar yakın ve somut olduğunu gösterdi. Ekim Devrimi “hayalet”e can ve kan verdi, onu canlı bir organizma haline getirdi. 70 yıl yaşayan Ekim Devrimi, burjuva düzenin tüm hücrelerine ölüm korkusunu yaşattı. Kapitalist-emperyalist dünya Ekim Devrimi’ni dıştan kuşattı ise, Ekim Devrimi ve dünya devrimci hareketi kapitalizmi içten sardı. Bugün kazanan kuşatmacılar oldu. Ama içteki korku yok olmuş değil. Çözüldüğü, büyük bir yenilgi yaşadığı halde sosyalizm korkusu kapitalist dünyada hâlâ egemendir; üstelik azalarak değil, artarak egemendir. Bugün komünizm hayaleti dünyanın üzerinde dolaşmaktadır. Ona hangi toprakların can ve kan vereceği bir yana, gelecek devrimin büyük bir hızla dünyaya yayılacağı kesindir.
İnsan tarihin öznesidir; değişir, değiştirir. Sosyalizm insanlık tarihinde büyük bir sıçrayıştır. Hem sosyalist devrim, hem sosyalizm örgütlülük ister. Örgüt yoğunlaşmış, kolektifleşmiş bilinçtir. Karanlıkta görmeyi sağlayan bu bilincin ışığıdır. Sosyalizmin uluslararası anlamda bir yenilgi yaşadığı bu dönemeçte, devrimci partiye doğru, dünyanın her köşesinde atılan adım, devrimci hareketin uluslararası dağınıklığına da son vermenin adımıdır. Bu adımlar; dünya devriminin filizlenmekte olan habercileridir.

Sonraki Bölüm: III. Amaç

Perspektif

1 Mayıs 2025: Açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, savaşa ve katliamlara, devlet terörüne,...

2024 yılı 1 Mayıs’ından sonra, hemen herkes, “1 Mayıs alanı Taksim’dir,” dedi. Her 1 Mayıs’tan sonra bu söylenir. Kimisi, “nasılsa 1 Mayıs geçti ve...