Ana Sayfa Blog Sayfa 3

SUNY BDS ile ABD’deki üniversite ve Filistin hareketi üzerine röportaj

ABD’deki New York Eyaleti’ndeki New York Eyalet Üniversitesi (State University of New York—SUNY) sisteminde aktif olan BDS koalisyonu SUNY BDS ile röportaj yaptık. SUNY, New York’un tamamında toplam 64 kampüs ve 450 binden fazla öğrenciyle ABD’nin en büyük devlet üniversitesi sistemi. Eyalet çapında birçok kampüste etkin olan SUNY BDS, farklı kampüslerdeki Filistin mücadelesini ilerleten gruplarla toplu bir BDS hareketi oluşturmaya çalışan öğrenciler, hocalar ve üniversite çalışanlarıyla oluşturulmuş bir koalisyon. SUNY BDS ile ABD’de üniversitelerin karşı karşıya kaldığı baskıları, üniversite hareketinin durumunu ve Trump yönetimiyle yükselen ve gündeme gelen eğitime karşı savaşı konuştuk.

* * *

Yeni ABD hükümeti iç cephedeki saldırılarını hızlandırdı. Üniversiteler, Filistin hareketi ve göçmenler özellikle hedef alınıyor ve New York eyaletinde Columbia Üniversitesi öncülüğünde bir baskı ve kontrol sistemi inşa ediliyor. Bu saldırıları kısaca anlatabilir misiniz? Şu anda üniversite hareketlerinin ve özellikle de üniversitelerdeki Filistin hareketinin durumu nedir?

Trump yönetiminin ABD’de faşizmin bariz bir tasviri olduğunu kabul etsek de, kendisine karşı duranları bastırma, saldırma ve silme girişimlerinin benzersiz bir kötülük olmadığını anlıyoruz. Mevcut yönetimin gerçekleştirdiği her kontrolsüz eylemin önü bir önceki yönetim tarafından açılmıştır ve şu anda canavarın karnında karşı karşıya olduğumuz şey, emperyal çekirdeğin oligarşi ve sömürgeci gücün taleplerine bağlılığının bir sonucudur. Illinois’te kendi evinde öldürülen 6 yaşındaki Filistinli Amerikalı çocuk Wadea al-Fayoume cinayetini hatırlıyoruz. Teksas’ta sulara gömülen 3 yaşındaki Filistinli Amerikalı kız çocuğunu hatırlıyoruz. ABD devletinin ve iktidardakilerin Filistin karşıtı nefreti normalleştirmeye devam ettikleri ve faşizmin bu yeni aşamasına zemin hazırladıkları inkâr edilemez. Soykırımın devam ettiği son 17 ay boyunca, ABD’nin dört bir yanındaki öğrenciler, hepsi de üniversite yöneticileriyle işbirliği içinde olan üniversite polisi tarafından acımasızca saldırıya uğradı, Filistin yanlısı eylemlilikleri nedeniyle uzaklaştırıldı, atıldı ve diplomaları iptal edildi ve Siyo-Amerikan sömürge projesine bağlılığını sürekli olarak teyit eden kurumlar tarafından gözetlendi. Üniversite hareketinin mevcut durumu, özgür bir dünya için mücadele eden her öğrencinin tekrarladığı sloganı takip ediyor: “Bizi ne kadar susturmaya çalışırlarsa, sesimiz o kadar gür çıkacaktır.” Dünya halkları için mücadeleyi kaçınılmaz kılmak için hareketlerimizi genişletmeye devam edeceğiz.

ABD devleti neden özellikle üniversiteleri, Filistin hareketini ve göçmenleri hedef alıyor? Bu aşamada üniversiteler neden saldırıların ön saflarında yer alıyor?

Üniversiteler devlet çıkarlarının mikrokozmoslarıdır ve Amerikan emperyalizminin sürdürülmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Siyo-Amerikan projesi -ve üniversite yöneticileri ve mütevelli heyetleri gibi ona yardım ve yataklık edenler- öğrencileri kendi sömürgeci ve siyasi yapılarına bir tehdit olarak görmektedir. Kurumlarımıza meydan okuduğumuz bu eylemde, üniversitelerin akademik özgürlük, ifade özgürlüğü ve “çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık”ı savunan yerler olduğu çelişkisini de arttırdık. Öğrencilerin kampüslerini neden mücadele alanı hâline getirdiklerini hatırlamak önemlidir – Gazze’de hiç üniversite kalmadı ve okullarımız bu okul katliamına ve daha da yıkıcı olarak Filistin halkının devam eden soykırımına maddî olarak yatırım yapıyor. Öğrenciler, katliamı normalleştiren üniversite işlevlerinin dişlilerini durduruyor ve üniversitelerin baskılarının doğrudan bir sonucu olarak hareketlerini güçlendiriyor.

Trump, Eğitim Bakanlığını tamamen lağvetmek istiyor ve “siyasi olmayan” alternatif bir üniversite sistemi yaratmaktan bahsediyor. ABD’deki egemenler nasıl bir eğitim sistemi öngörüyor?

ABD’deki eğitim sistemi her zaman halkın iradesine karşı durmuş ve imparatorluk bağlantılı olarak var olmuştur; yerli halkların sahte tarihlerini öğretmekten Martin Luther King Jr. imajını kendi çıkarları için liberalleştirmeye kadar. Biz öğrenciler, bilginin her zaman politik olduğunu, tarihin her zaman politik olduğunu ve sınıfın politik bir zemin olmaya devam edeceğini biliyoruz. Trump yönetimi, uysal ve itaatkâr vatandaşlar yaratma umuduyla ABD Eğitim Bakanlığını tehdit etmiş ve lağvetmeye çalışmıştır. ABD’nin inşa etmek istediği eğitim sistemi, imparatorluğa boyun eğecek daha az meydan okuyan akademisyenler yetiştirecek bir sistemdir. Buna karşılık, bu tür bir yapının her zaman hareket hâlinde olduğunu ve bize hiçbir zaman hizmet etmediğini söylüyoruz. Columbia Üniversitesinde tanık olduğumuz gibi, Trump yönetiminin üniversitelerimizin kendisine uygun hareket etmesi için herhangi bir şeyi değiştirmesine gerek yok, zaten soykırım imparatorluklarıyla işbirliği yapmaya ve kurumlarında daha otoriter ortamlar yaratmaya imza atmıştırlar. Eğer kurumlarımız “faşizme boyun eğiyormuş” gibi görünüyorsa, sadece onlar hakkında zaten doğru olduğunu bildiğimiz şeyleri ifşa ettiklerini açıkça belirtmek gerekir. Trump yönetiminin ya da üniversitelerimizin yapabileceklerinin sınırı yoktur, zira her zaman aynı şekilde hareket etmişlerdir.

ABD’deki mevcut baskıya karşı direnişin durumu nedir? Saldırılar ne kadar geri püskürtülebilecek?

Baskı arttıkça direniş de artıyor, bu nedenle koşullarımıza uyum sağlamaya ve Siyo-Amerikan savaş makinasını durdurmayı başarmak için taktiklerimizi çeşitlendirmeye devam edeceğiz.

Ateşkese hiçbir zaman uymayan İsrail, soykırımı eskisi gibi sürdürmek istiyor ve saldırılarını yeniden arttırıyor. Bu arada Trump, Filistinlileri Gazze’den çıkarma planlarını sosyal medyada paylaşıyor, ABD Yemen’e yeniden saldırıyor ve İran’a yönelik tehditlerini artırıyor. Sizce Ortadoğu’da savaş nasıl gelişecek?

Direniş Ekseni’nin askerî operasyonlarına olan inancımız tamdır ve emperyalizmi, Güney Batı Asya ve Kuzey Afrika’da süregelen istikrarsızlık ve soykırımın sorumluluğunu taşıyan kurumların içinden vurmaya dair kararlılığımızı bir kez daha teyit ediyoruz. Ghassan Kanafani’nin sözleriyle, “Onu (emperyalizmi) nereden vurursanız vurun, ona zarar verirsiniz ve dünya halklarına hizmet edersiniz.”

Direniş dersleri

19 Mart-26 Mart arasındaki toplumsal direnişin dersleri üzerine tartışmak, bugün erken olsa da, gereklidir. Fikret Soydan, 20 Mart 2025 tarihinde, direnişin hemen ikinci akşamında durumu ele alan bir değerlendirmeyi kaleme almıştı. O andan bu yana, epeyce şey daha ortaya çıkmıştır ve şimdi, bunların üzerine kısa maddelerle tartışmak yerinde olacaktır.

1

Egemen, eskisi gibi, eski yöntemlerle yönetemiyor ve kitleler eskisi yönetilmeye razı değil.

Bir yandan Saray Rejimi, Öcalan’a iki maddelik bir açıklama yaptırdı. Öcalan, bu açıklamada, (a) silah bırakma ve (b) PKK’nin feshedilmesi kararı alınmasını önermekte/istemektedir. Öyle anlaşıyor, TC devleti ve ABD, İran’a karşı saldırı ve Ortadoğu’nun dizaynı için, TC devletinin yanında, bölgede önemli bir güç olan Kürt hareketini de devreye sokmak, kendi uzantısı yapmak istiyor. O istiyor diye öyle olacak demek değildir. Bunu istedikleri için, Kürt halkına karşı bir katliam hazırlıyorlar ve İsrail’in Gazze’de yaptıkları örnek olarak sahadadır. İsrail’in Gazze’de yaptıkları ve Hizbullah’a karşı geliştirdiği yöntemler, tümü ile Kürt hareketine dayatılmaktadır. Bu nedenle, “ya benimle olacaksın ya da imha olacaksın” siyaseti devreye sokulmuştur. 

Bu siyaset, “içeride ve dışarıda savaş” siyasetinin kendisidir.

Elbette Kürt hareketine dayatılan durum, bölge ile ilgilidir. 

Ama dayatan TC devletidir ve ciddi bir yönetme güçlüğü içindedir. Bir yandan, Suriye zaferi diye sevindirik olmaktadırlar ama diğer yandan, derin bir korku içindedirler. Nerede olduğu bilinmeyen Bahçeli adına, Atasagun’un telâş dolu açıklamaları, bunun kanıtıdır.

Egemen, Kürt hareketinin yanı sıra, Gezi Direnişi ile başlamış olan ve bugüne kadar süren, parça parça ve yerel eylemlerle süren direniş hareketinden de korkmaktadır. Hele ki, bu iki direnişin ortaklaşması, bir çatı altında toplanması değil ama paralel mücadele yürütmesi durumu, onların, egemenlerin, Saray Rejiminin en büyük korkusudur.

Biz buna yönetme güçlüğü diyoruz. Eskisi gibi, bilinen ve alışılmış metotlarla yönetemiyorlar ama hiç yönetemiyorlar demek değildir bu. 

İşte 19 Mart’ta, İmamoğlu’nun önce diplomasının alınması ardından da gözaltına alınmasına gösterilen tepki, gerçekte bardağı taşıran son damladır. 

Kitleler, bu yöntemlerle, Saray Rejimi ile, bilinen burjuva hukukla, iç savaş hukuku uygulamaları ile yönetilmek istemediğini, buna razı olmadığını ilan etmektedir.

2

Bu nedenle, Gezi’den sonra ortaya çıkan kitlesel bir eylem olması nedeni ile, akıllara Gezi Direnişi’ni getirse de, öyle değildir. 

19 Mart ile başlayan direniş, Gezi Direnişi’nin yeni versiyonu değildir. “Gezi 2.0 Loading” bir benzetme olarak Gezi Direnişi’ni akıllarda tutmak anlamında işe yarayabilir. Ama bu direniş Gezi Direnişi değildir.

Daha ileridir.

Birçok açıdan, daha geri özellikler de içermektedir. Ama öz olarak daha ileridedir. 

Bu direnişe damgasını vuran, İstanbul Üniversitesinde öğrencilerin barikatı yıkmasıdır. İÜ’de, Öğrenci Dayanışmasının aldığı tutum ve açtığı yol, aslında koşullar uygun hâle geldiğinde barikatların nasıl kırılıp atıldığını göstermektedir.

ODTÜ’lü öğrencilerin, “Saray’ı boşalt, geliyoruz” vurgusu, çok önemlidir. O pankart, aslında gerçek hedefin Saray olduğunu ortaya koymaktadır.

Gençlik, öğrenci gençlik, gerçek muhatabın Saray olduğunu bilmekte ve ortaya koymaktadır. Avukatlar, yıllar önce, çoklu baro sistemine karşı meclise yürüdüklerinde, orada da gerçek hedefin Saray olduğu konusunda son derece net bir tutum ortaya çıkmıştı. Görülmemişti, etkin olamamıştı (Bugün de İstanbul Barosu direnmektedir. Baronun duruşması, 21 Mart 2024 tarihine denk gelmiştir ve kimse dikkatine oraya verememiştir. Ama gerçekte, son derece önemlidir ve toplumsal direniş, dayanışma ruhu ile baronun direnişine destek vermelidir, sahip çıkmalıdır). Bugün de ODTÜ’lü öğrencilerin Saray yolunu göstermesi, etkili değildir. Ama bunu göstermeleri çok değerlidir ve doğrudur. 

19 Mart direnişinin öncülüğünü üniversite gençliği yapmıştır, süreci onların eylemleri başlatmıştır.

3

Herkesin direnişten öğreneceği çok şey vardır. 

Özel, dünden farklı olarak, kişilik bulmaya başlamıştır. ABD’de, rüşvete “jest” diyen Özel ortada yoktur. 1 Mayıs 2024’te Saraçhane’den büyük bir hızla kaçan ve Erdoğan’la görüşmeye koşan Özel ortada yok gibidir. Dahası, direnişin ilk günü, neye uğradığını şaşıran Özel, kürsüden, “biz buradayız, nereye gelelim diyenler buraya gelsin” gibi, utangaç, devlete hesap vermekten korkan bir tutumla davranıyordu. Ama günler geçtikçe, o da direnişe kendini bırakmış ve faşizme karşı mücadeleden söz etmeye, miting değil eylem yapmaktan söz etmeye başlamıştır.

Böylece CHP, kitlelerin direnişini, kendi bayrağı altına toplamak için epeyce yol almıştır. Öğrenen güzelleşir. Direniş herkesi güzelleştirir.

Ama kayda geçmeli ve not edilmelidir. 

Özel, mesela, gözaltına alınan gençlere sahip çıkma konusunda eski tutumunu sürdürmektedir. Gençlerin gözaltından bırakılmasını pazarlık masasına getirmemiştir.

Bir pazarlık masası vardır. Bunu biliyoruz.

Masada Özel’den istenen, İBB’ye kayyum atanmaması karşılığında eylemlerin söndürülmesidir. Özel, zaten sözlerini tutmadıklarını ifade etmiştir. Daha cesur olmak zorundadır. Mademki o kitlenin rüzgârını arkana almak istiyorsun, öyle ise o kitleye açık konuşmak zorundasınız. İBB’ye kayyum atanmasına karşı, masaya, “kayyum atanan yerleri işgal ederiz” tutumunu getirmek zorundasınız. Seçimle gelen bir belediyeye kayyum atanıyorsa, elbette işgal, kitlelerin en doğal hakkıdır.

CHP, Özel, alanda ve sokaklarda darp edilen, gazlanan, coplanan, plastik mermiler sıkılan kitlelerin haklı olduğunu ilan etmek konusunda tereddütlüdür.

CHP, bunu ancak, 23 Mart akşamı değiştirmiştir. 23 Mart akşamı, Özel’in kürsüde dağılmayı beklemesi, gaza karşı tutum alması yerindedir. 

O ana kadar “uzman CHP’liler”, çeşitli “siyaset bilimci”ler, durmadan, olayları provoke etmeye çalışan gruplardan söz etmekteydi. Özgür Özel’e açık olarak “marjinal gruplar” söylenmiş ve tek tek isimler verilmiştir. Özel bu konuda tutum almamıştır.

Ne gariptir! 

İBB’ye saldırıya ya da kayyum atanan belediyelere karşı saldırıya bakın. Hukuksuz diyorsunuz ve eksiktir. Biz buna iç savaş hukuku diyoruz. Evet hukuksuz ise, kayyum atanması için biz mi, siz mi bir provokasyon yarattınız? Hayır. Saray Rejiminin saldırması için, halka kurşun sıkması için, kadınları sokaklarda sürüklemesi için, anayasayı çiğnemesi için, tüm işçi direnişlerini saldırı hedefi hâline getirmesi için bir bahaneye, bir provokasyona mı ihtiyacı vardır?

Özgür Özel, “haklı iken haksız çıkmayalım” diyerek, eylemcileri sükûnete çağırmıştır. İyi ama, polisin saldırması, devletin saldırması, insanları tutuklaması için, bir şey yapmaya gerek var mı? Yani, siz makul ve mantıklı davrandıkça, o size iyi niyet mi gösterecek? Öyle ise, İBB Başkanı suçlu mu idi ki, onun diplomasını iptal ettiler? 

CHP, kabul etsin ya da etmesin, makul davranarak Saray Rejimini ikna etmelerinin yolu yoktur. Ve bize, “bazıları provokasyon yapıyor” masalını anlatmayın. Tersine, TC devleti, Saray Rejimi, saldırmak için bir nedene ihtiyaç duymamaktadır. Zaten saldırmaları için nedenleri açıktır: onlar Saray Rejimini sürdürmek istiyor, onlar egemenliklerini sürdürmek istiyor. Provokasyondan söz etmek, Saray Rejimini anlamamaktır ve kitleleri de kandırmaktır.

Nihayetinde, CHP İl Başkanı, 22 Mart akşamı olanları açıklarken, “ortada hiçbir şey yokken saldırdılar, gaz sıktılar, yettiniz artık,” demekten kendini alamamıştır. Durum da budur. Bir öğrenci kitlesi, polis tarafından yönetilen mesela İÜ’de, Boğaziçi’nde direnişe geçtiğinde, sesini çıkarttığında, provokasyon mu yapıyor? Elbette hayır. 

Özel, o görüştüğü devlet yetkililerinin “alnını karışlama”ya masada başlamalıdır, onlara “provokasyon yok” demelidir. Eğer polis yoksa, asla ve asla sorun yoktur.

Önümüzde 1 Mayıs var. Polis çekilsin, görülecektir ki, hiçbir sorun çıkmayacaktır.

16 Mart katliamını İÜ’de gerçekleştiren devlet değil midir?

1 Mayıs 1977’yi kana bulayan devlet değil midir?

Suruç’ta gençleri katleden devlet değil midir?

Gar katliamını organize eden devlet değil midir?

Kim provokasyon yapıyor?

Provokasyon yok, sadece ve sadece devlet saldırısı vardır.

Binlerce genci tutuklayan devlettir.

Özel, 23 Mart akşamı, “alın karışlama”ya başlamış iken, sahte deliller üretenleri sayarken, onlara gençlerin nedensiz tutuklanmasını da eklemelidir. Ve açık olarak, “bu gençler bırakılsın” talebini masaya koymalıdır. Gençler tutuklanırken, Saray Rejimi, eylemleri bastırmaya çalışmaktadır. CHP, devletle görüşme masasında, sol grupları, devrimci grupları feda etmeyi bir alışkanlık hâline getirerek, bu direnişin ardını getiremez.

4

Seçim ile Saray Rejimi gitmez. Bu direniş, Saray’a karşı direnişin, mücadelenin yolunu göstermektedir. Bu nedenle, tüm devrimci grupların, birleşik emek cephesini örgütlemesi acil bir görevdir. Birleşik Emek Cephesi, ülkenin her alanında sürmekte olan direnişleri daha da geliştirmenin, koordine etmenin yoludur. İşçi sınıfının direnişleri, bu açıdan arka planda kalmamalıdır.

CHP, işçi direnişlerini ağzına bile almamaktadır.

Bu nokta, devrimcilerle, devrimci gençlerle, devrimci işçilerle, devrimci kadınlarla, CHP yönetimi arasındaki yol ayrımıdır.

5

Saray Rejimi, seçimle gitmez.

Bu açıdan CHP’nin önceden açıklanmış olan “ön seçim” ile 23 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nu aday ilan etmesi hamlesi önemlidir. Bu hamle seçimin önemini göstermez. Ama ülkede her seçim hilelidir. Ve CHP’nin bu hamlesi, İmamoğlu’nu güçlü bir aday hâline getirecekti. Bu nedenle Saray, 23 Mart öncesinde acilen saldırmıştır.

Suriye savaşı nedeni ile, ABD ve AB’yi arkasına almış olan Saray Rejimi, İmamoğlu’na saldırmakta tereddüt etmemiştir. Cesaretinin kaynağı, uluslararası ve bölgesel durumdur. Bu nedenle, CHP, açık olarak, ABD ve AB liderlerini deşifre etmelidir. CHP yönetimi, özenle bundan uzak durmaktadır. Direnişe dayanmak yerine, emperyalist efendilerin onayına göz dikmiştir. Onlar evet derse, onların desteğini alırsa, iktidara gelebileceğini düşünmektedir. Burası zaten yol ayrımlarından biridir.

23 Mart ön seçimleri, YSK tarafından, Saray tarafından, devlet tarafından doğrudan organize edilmiş seçimler değildir.

CHP, direnişi görmüş ve aklı açılmıştır, öğrenmiştir. Seçim sandıklarının yanına, akıllıca bir hamle ile “dayanışma sandıkları”nı koymuştur. Ve 15.5 milyon oy sayılmıştır. Bu, Saray Rejiminin hileli seçim planlarını bozacak niteliktedir. Şimdi Erdoğan, seçim sonuçlarını açıklarsa, emin olun, 16 milyon diye açıklayacaktır. YSK, ve İletişim Başkanlığı bu konu üzerine çalışmaya başlamıştır bile.

Demek ki, CHP’nin, direnişi öldürerek, düşürerek, geri çekilerek, “provokasyona” yol açmayalım diyerek, sokakları terk ederek, 1 Mayıslarda yandan kaçarak seçimi garantiye alması mümkün değildir. Tersine, bizzat direnişi daha da geliştirmesi gereklidir. 

CHP, direnişi kendi kitlesini de tutabilmek için savunmak zorunda kalmıştır. İmamoğlu yerine İnce veya Kılıçdaroğlu olmuş olsaydı, kendi gençliğini, kendi kitlesini geri çekmenin yollarını hemen devreye sokacaktı. Bunu denemişlerdir. Ama “kendimi millete emanet ediyorum” demesi, İmamoğlu’nun, önemli bir hamlesi olmuştur. Yanlış anlaşılmasın, İmamoğlu’nu solcu vb. görmüyoruz. Ama bir burjuva parti bile, iktidara gelmemek için uğraşırsa, ki CHP bunu kaç kere yapmıştır, bunu burjuva politikalar içinde bile açıklamak mümkün değildir.

6

Belli ki Saray Rejimi daha da saldıracaktır.

Eğer, içerideki gençleri baskı ile hemen serbest bırakmazlarsa, bu saldırılarını daha da artıracakları kesindir. İçerideki gençlerin alınması, gözatılarının ve tutukluluklarının son bulmasını sağlamadan, Saray’ın saldırıları durmayacak, tersine yükselecektir. 

Şimdi devlet, tüm güçleri ile, CHP’yi hizaya getirmeye çalışacaktır. CHP, sadece gazetecilere sahip çıkarak, sadece boykot politikaları ile bu süreci, bu saldırıları önleyemez.

İşçi ve emekçilerin, direnenlerin gücü, üretimden, yaşamı, hayatı üretmelerinden gelmektedir. Bizim gücümüz, sanıldığı ve Özgür Özel’in ilan ettiği gibi, tüketimden gelmemektedir. Elbette boykot da bir hamledir. En azından, bu şirketleri deşifre edicidir. 

CHP, hemen, Erdoğan’ın, Beyoğlu Belediyesine (eski Beyoğlu belediye başkanıdır) ve İBB’ye (eski İBB başkanıdır) vermiş olduğu diplomayı ortaya koymalıdır.

Gizli bir anlaşma olduğunu düşünmek için çok neden var. Özel, siz sözlerinizi tutmuyorsunuz, diyor. Oysa kendisi sözlerini tutmaktadır. CHP ile Saray arasında, (a) Erdoğan ailesinin mal varlığı ve hırsızlığı konusunu gündeme getirmemek ve (b) Erdoğan’ın diploması meselesini unutturmak konusunda bir anlaşma vardır. Bu anlaşmaya uymak için CHP’nin artık bir nedeni yoktur.

Yönetenler, egemenler, burjuva sınıftır, tekellerdir, uluslararası ve yerli tekellerdir. Onların gücü devleti elinde tutmalarından gelmektedir. Basını, yargıyı vb. ellerinde tutuyorlar. Bu nedenle de her yolla saldırıyorlar.

Egemen sınıfa karşı, işçi sınıfının gücü, üretimden gelmektedir.

Sendikalar, en başta DİSK, bir genel grev çağrısı yapmamaktadır. CHP, böyle bir çağrı yapmamaktadır. Oysa Eğitim-Sen, bir grev çağrısı yaptığı için, hemen hakkında soruşturma başlatılmıştır. CHP, bunu da dile getirmek ve soruşturmanın durdurulmasını istemek zorundadır. CHP, eğer gerçekten Saray Rejimine karşı ise, hemen İstanbul Barosuna karşı açılan davanın durdurulmasını talep etmek zorundadır.

Davalar durdurulmalıdır.

Gençler salıverilmeli ve haklarındaki dosyalar silinmelidir.

Tüm grev ve direnişler birleştirilmelidir.

Aile hekimlerinin sesi, kürsülerden yansıtılmalıdır.

Tüm belediyelerdeki kayyum geri çekilmeli ve belediyeler seçilmiş kişilere devredilmelidir. Kürtlerin belediyelerinde kayyum yerine, belediye meclisinden seçilmiş kişilere yönetim devredilmelidir.

Bunları CHP yapmayacaktır.

İşte bu nedenle, direnişi söndürme politikasını devreye sokacaklardır. 

İşte devrimci işçi hareketinin ayrım noktası buradadır. 

Direnişin söndürülmesi, kitlelere daha büyük bir saldırı için yeni bir gün doğuracaktır.

Oysa devrimci işçi hareketi, devrimci öğrenci hareketi, kadınlar, kısacası direnenler, kendi direnişlerini örgütlemek, geliştirmek zorundadırlar. Ta ki Saray Rejimi devrilene kadar.

Bu nedenle, devrimci hareket, kendi politikasını, kendi direnişini, kendi hattını ortaya koymalı ve buna sahip çıkmalıdır. CHP’nin başta gençliği olmak üzere, tüm kitlesi, direnişe katılmaya davet edilmelidir.

CHP, Ankara’da, Eskişehir’de, İzmir’de ve ülkenin birçok yerinde direnişi yan gözle izlemiştir. 

Evet bu yeni Gezi Direnişi değildir.

Toplumsal olaylar, kendilerini tekrarlamazlar. Ancak, biri diğerinin üzerine biner. Birçok açıdan geri düşebilir, birçok açıdan daha ileri biçimler geliştirebilir. 

19 Mart ile başlayan direnişin CHP’yi çoktan aştığı bilinmelidir. 

Bu direniş, Gezi Direnişi’nin 12 yıl sonrasında ortaya çıkmıştır. Ve 12 yıl, direniş hiçbir zaman durdurulamamıştır. Saray Rejiminin tüm saldırılarına rağmen, direniş sürmüştür ve sürecektir. Ve bu kez, direnişi daha da büyütme olanakları ortaya çıkmaktadır, çıkmıştır.

Saray Rejimi, seçim ya da Erdoğan ve İmamoğlu

Mart 2025, ilginç gelişmelerle geçiyor.

Şubatın sonunda, 27 Şubat 2025’te, Öcalan, PKK’yi feshetmeye ve Kürt hareketini silah bırakmaya çağırdı. Devletin istediği buydu ve görünüşe göre Öcalan, bu isteği “yerine getirdi.” Süreç önceden Saray basınının diline vurmuştu. Mesela, solucan Selvi, bunu önceden yazmıştı. 

Bunca şeyi önceden bilmeyi seven solucan gazeteciler, nasıl oluyor da kendilerini önemli varlıklar olarak görüyorlar? Konumuz bu değil ama soru budur. Maalesef insan olduklarını söylemek zor olduğundan, kendilerine “varlık” diyoruz. Hem ekonomi bilimine uygundur, çünkü birer varlık olarak alınıp satılma değerleri vardır. Hem de savaş planlamasına uygundur, nihayetinde her teçhizat bir “varlık” olarak değerlendirilebilir. Silahın yağlanması gibi, solucan gazetecinin de ihtiyaçları vardır. Biraz aferin, biraz popülarite, ama en önemlisi, paradır. Solucan gazeteci ne kadar şekilsiz bir hâl alıyorsa, o kadar makbuldür. Abdülkadir Selvi, AS cinsinden makbuldür, onun için ona çok bilgi geliyor ve o da kendini, “bilgi kaynakları çok solucan” olarak tanıtmaktadır. Yazık, para verecek kaynağı sınırlıdır. Ahmet Hakan, AH çekilerek desteklenen solucan gazetecidir, ona verilen her kuruş için sahibi, “ah” çekmektedir. Rasim Ozan Kütahyalı bu durumda ROK okuyor, sürekli “şah”ı korumak için görevli gazeteci solucandır. Cem ise en Küçük’leridir ve görevi, kendine yer aramaktır. Bunun için yapmayacağı küçüklük yoktur. Neyse, konumuz bu değil.

Bu solucan gazeteciler, Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını konu edinip, önce 15 Mart’ta diplomanın iptal edileceğini, ardından da 18 Mart’ta iptal edileceğini yazmışlardır. Haberciler ya, solucan gazeteciliğin bu güzide temsilcileri, aslında “bağımsız yargı”dan haber almaktadırlar. Ne müthiş! Hiçbir solucan bu denli gazeteci muamelesi görmemiştir ve hiçbir ülkede gazeteciler, kendi mesleklerine göz dikmiş bu denli solucanlar, varlıklar görmemiştir.

İmamoğlu ile birlikte diploması iptal edilenlerden hiçbiri, 30 yıl önce yapılan bu işlemin iptal edilerek diplomalarının ellerinden alınması tehdidi ile karşı karşıya kalmamıştır. İmamoğlu, Cumhurbaşkanı adayı olacağını açıklayınca, bir de diğer CHP adayları gibi, Ekmeleddin, İnce ve Kılıçdaroğlu gibi sindirilemeyeceğini ortaya koyunca, bildikleri bir şey akıllarına geldi.

“Kişi kendinden bilir işi” hesabı, Erdoğan’ın diploması olmadığını bilenler, hemen yeni aday biraz dişli çıkınca, diploması ile uğraşmaya başladılar. Ve İmamoğlu’nun diploması iptal edildi. CHP, “TC devleti, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir” duasını çok sevdiğinden, o gece bu hukuk garibesine karşı ne önlem alacaklarını tartışmayı seçtiler. Öyle ya, hukuk bunu çözecek! Ama İmamoğlu, artık yargıya da güvenmediğini ilan etmişti.

Bu arada, dikkat çekici gelişmelerden biri, Bahçeli imiş gibi sürekli mesaj yayınlayan Atasagun’un mesajlarıdır. Bahçeli, sağlığı yerinde iken bu denli mesaj yayınlamazdı. Ama mesajlar sıklaştı. Diploma kavgası kızıştı, Bahçeli imiş gibi Atasagun, tüm Kürtler silah bırakmalıdır, dedi. Diploma iptal edildi, Bahçeli imiş gibi Atasagun, “PKK hemen kongreyi toplasın, Malazgirt’te toplasın, 4 Mayıs’ta toplasın,” dedi. Bahçeli, sağ iken PKK’nin silah bıraktığını görmek ister gibidir. Ama nedense komiktir. PKK, Malazgirt’te kongre toplayacak, iyi de güvenliğini de MHP kadroları mı alacak? Bahçeli kılığında çok mesaj geliyor gibidir.

18 Mart akşamı diploması iptal edilen İmamoğlu, 19 Mart günü gözaltına alındı. 

CHP, sokağa çıkmamak için uğraşırken, İmamoğlu, kendini “milletine” emanet etmeyi unutmadı. 

Saray, tüm ülkede kayyum politikasını dayatmaktadır. İçeride ve dışarıda savaş politikasıdır bu. Ve kayyumlara izin vermemenin ilk yolu, kayyuma belediyeleri teslim etmemekten geçmektedir. Kayyum politikasını daha da yaymak isteyen iktidara, Saray’a verilecek en gerçekçi yanıt budur. Kayyum bir gasp ise, bu gasba karşı belediyelerin işgali bir haktır. 

19 Mart günü, İstanbul Üniversitesi öğrencileri, polis barikatını aştı ve ardından, Özel, “Saraçhane’deyim, nereye gideceğim diyenler buraya gelebilir,” dedi. Bir siyasal figür değil de, “halkı sokağa çıkmaya davet etmekten korkan” bir siyasal figür olarak, utangaç bir çağrı yapmak zorunda kaldı. Herkes zaten sokaklara çıkmaya başlamıştı. 18 Mart akşamı sokağa çıkamayan CHP, 19 Mart’ta kendi kitlesini de tutamadı. ODTÜ öğrencileri, “Sarayı boşalt, biz geliyoruz” diyerek aslında doğru adresi gösterdiler ama ilk gün barikatı aşamadılar. CHP milletvekilleri, meclisten CHP merkezine yürümek zorunda kaldılar. Ayaklarına kara sular inmemiştir inşallah. 

Direniş ruhu, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin barikatı yıkmasındadır, ODTÜ’den yükselen sestedir, fabrikalarda gelişen direniştedir, kadınların direnişlerindedir. 

Peki tüm bu olup biten nedir?

Egemenlerin yönetme krizidir. Yanlış anlaşılmasın, “eski yöntemlerle yönetemiyorlar” demek, hiç yönetemiyorlar demek değildir. CHP, son derece kurnazca, mesela Saraçhane’den emniyet müdürlüğüne yürümeyi engellemiştir. Bu da yönetmenin bir parçasıdır. Bol bol nutuk, hepsi budur ve bunu da mecburen yapmaktadırlar.

Bunu anlamak için, önce Saray Rejimini doğru anlamak gerekir. Saray Rejimi, sadece AK Parti ve MHP’den oluşmaz. Saray Rejimi, TC devletinin olağanüstü örgütlenmiş hâlidir. Çünkü olağan yollarla yönetememektedirler. TC devletini çözen üç etken vardır. Biri Kürt devrimidir. İkincisi emperyalist güçler arasındaki savaştır. Şimdi, ABD, çok duyurmadan Ukrayna yenilgisini kabul etmeye başlamıştır. Bu yolla yeni saldırılara hazırlanmaktadır. Ama bu Ukrayna savaşı ile AB’nin iradesini büyük ölçüde kırmıştır. Şimdi bu emperyalist rakiplerini Rusya’ya karşı savaşa kilitleyip, kendisi Çin’e karşı, İran’a karşı vb. savaşa hazırlanmaktadır. Böylece Ukrayna savaşı ile bir bütünlük görüntüsü çizen Batı, başlıca beş emperyalist güç (ABD, Almanya, İngiltere, Japonya ve Fransa) kendi aralarındaki paylaşım savaşımını yeniden öne çıkartmak zorunda kalmaktadır. Bunun ülkemize de etkileri olacaktır. TC devletini çözmekte olan üçüncü etken ise, Gezi ile birlikte başlayan, süren ve bugün yeniden yükselen direniş hareketidir. 

Şimdi, Ukrayna savaşının yenilgisini kabul etmiş görünmeden kabul etmek zorunda kalan ABD, Trump eli ile daha kapsamlı savaşlara hazırlanırken, Batı cephesinde dondurulmuş olan paylaşım savaşımı yeniden öne çıkmaktadır.

Şimdi, Kürt sorunu, tüm bunların ortasında, yeniden gündeme gelmektedir. Kürtlere dayatılan, kıyım politikalarıdır ve Kürtler bu koşullarda yeniden gündeme oturmaktadır. Kıyıma karşı direnecekleri yolları aramaktadırlar. 

Ve şimdi, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığını önlemek için Saray hamle üstüne hamle yapmaya başlayınca, direniş hattında mücadele edenler, yeniden sokaklara çıkmaktadır. Egemen için, bunun içinde CHP de var, hep birlikte bu öfkeye engel olmak, bu öfkeyi sisteme karşı mücadele yönünden saptırmak acil hâle gelmektedir. Bu nedenle İmamoğlu, kendini CHP’ye değil, “millete” emanet etmek zorunda kalmaktadır. 

Demek oluyor ki, Saray Rejimine karşı mücadele, seçime endeksli bir mücadele değildir olamaz. 

İşte bu noktada işçi sınıfının, direniş hattının mücadele yolu, devrim ve sosyalizm alternatifi bir kere daha öne çıkmaktadır. CHP, kendi kitlesini, bu mücadelenin dışında tutamayacaktır. Bunu denedikçe, küçülmek zorunda kalacaktır. İşçiler emekçiler, CHP ile aralarına mesafe koymayı öğrenmek zorundadırlar.

İşçi sınıfının devrimci yolu, Saray Rejimini alaşağı etmenin tek yoludur.

İşçi sınıfı, öğrenciler, kadınlar, mücadele eden, direnen herkes, devrim ve sosyalizm bayrağı altında birleşmek zorundadır. Bunun zaman alacağını biliyoruz. Ama hiçbir burjuva parti, hiçbir burjuva ideoloji, işçi sınıfının direniş ve örgütlenmesini engelleyemeyecektir.

İşçi sınıfının, direnen herkesin, bugün ihtiyaç duyduğu şey, Birleşik Emek Cephesidir.

Hat açık ve nettir: kitlesel direniş hattıdır. Çözüm, işçi sınıfı öncülüğünde kitlesel direniş ile, Saray Rejimini yerle bir etmekten geçmektedir. Bu açıdan cepheler netleşmektedir. Saray Rejiminin, TC devletinin “iç cepheyi güçlendirmek” dediği şey, gerçekte Saray Rejimini güçlendirmektir. Onların güçlendirmek istedikleri iç cephe, işçi sınıfına karşı olan cephedir. İç cephenin bizim tarafımız, işçi sınıfı, kadınlar, öğrenciler, kısacası tüm direnenlerdir. Bizim görevimiz de bu cepheyi, işçi sınıfı ve emekçilerin cephesini geliştirmek, örgütlemek, örmektir. İşçi sınıfı ve tüm direnenler ayağa kalkmalıdır ve bunun yolu, direnişten, direnişleri büyütmekten, direnişleri yaymaktan, örgütlemekten geçmektedir.

Egemenlerin arasındaki çatışmalar geçicidir. Buna güvenerek plan yapılamaz. Ve ancak işçi sınıfının tarihsel bir güç olarak siyasal sahneye çıkması ile, ülkede gerçek bir değişim, gerçek bir devrim başlayabilir. Kürtlerin, işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin hapislere atılmasını, coptan geçirilmesini seyreden herkes, bir gün sıranın kendisine geleceği gerçeği ile karşılaşacaktır. Bugün de yaşanan budur. Bugün işçi ve emekçilerin, kadınların, gençlerin Kürtlerin desteğini almaya çalışanlar, işçi sınıfının bir siyasal güç olarak tarihsel görevini yerine getirmek üzere iktidara yürümesini asla istememektedirler. İşçi sınıfından, direnişten, sokaklardan korkanlar, Saray’a ve devlete bağlılık için yollar aramaktadırlar. Bir kere daha, işçi sınıfının, kitlelerin gelişen direnişini söndürmek istemektedirler. İşçi sınıfı ve devrimciler, egemen içindeki çatışmaların bir tarafı olmaya razı olmamalıdırlar. Tersine, işçi sınıfı ve devrimciler, işçi sınıfının bağımsız yolu, devrimci yolunu örmekle görevlidirler. Bu başarıldığında, işçi sınıfı Birleşik Emek Cephesi ile bir güç olarak siyaset sahnesinde tüm ağırlığı ile yer aldığında görülecektir ki, ülkemiz ve bölgemiz için bir sosyalist devrim alternatifi yakın bir istemdir. Tüm bölgeyi sarsacak olan bir sosyalist devrim, enternasyonal ruhu ile, gerçek barışın da koşulu olacaktır. Emperyalizmi ve onların yerli işbirlikçisi iktidarları, egemenleri yıkmadan, gerçek barış da mümkün değildir. Barış ancak sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın gerçekliğidir. 

Evet sokaklara ve meydanlara çıkmak gerekir. Dahası var, öğrenciler gösterdiği gibi, İstanbul Üniversitesi dayanışmasının gösterdiği gibi, karşımıza kurulan barikatları da yıkmak var. Meydanlar CHP’nin miting alanları demek değildir. Meydanlar, direnenlerin kürsülerinin kurulduğu alanlar olmak zorundadır. Sokaklar, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin ellerinde özgürleşebilir. Adalet, adalet saraylarından çıkmaz, çıkmamıştır, çıkmayacaktır. Adalet sarayları, Saray’ın küçük yavru yuvalarıdır. Oradan adalet beklemek, kendini sisteme, devlete bırakmak, sinmek demektir. Adalet, işçi sınıfının iktidarı ile sağlanabilir. Sömürünün son bulacağı işçi sınıfının sosyalist iktidarı, gerçek adaletin de kaynağıdır. 

Bu kargaşa, bu toz duman içinde, bu baskı ve şiddet içinde, pusula işçi sınıfı ve emekçilerin direniş hattıdır. Bu direniş hattını temel almadan, bu direniş hattını büyütmeden, işçi sınıfının devrimci birliğini sağlamadan kurtuluş yoktur. Evet “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz”, ama işçi sınıfının devrimci bayrağı altında. 

20 Mart 2025

Akıllarda tek soru, şimdi ne yapacağız?

Biz bugün buraya öfkesi, inancı ve direnci ile gelenler, yalana, yağmaya, yoksulluğa, sömürüye, adaletsizliğe, geleceksizliğe karşı artık böyle yaşamak istemiyoruz diyenler, eylem yasaklarını tanımayıp yaşamları için sokaklara çıkanlar, daha fazlasını da istiyoruz.

Saray’ın planını bozan direniştir!

Ellerinden giden İstanbul’u hileler de yapsalar seçimle alamayacaklarını anlayanların, “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” lafının sahiplerinin planı İmamoğlu’nu tutuklamak, sonrasında da belediyeye kayyum atamaktı. Bu planı, bizlerin, yüz binlerin işçilerin, öğrencilerin, kadınların, LGBTİ+’ların, emeklilerin sokaklara çıkan öfkesi bozmuştur.

Bu daha başlangıç mücadeleye devam!

Fakat bu direniş seçilmiş bir belediye başkanının daha tutuklanmasına, kayyum atanan belediyelere yenilerinin eklenmesine engel olamamıştır.

Bizler, İBB’yi korumak üzere Saraçhane’deyken, kürsüden “direneceğiz” denirken Şişli Belediyesine kayyum atanmıştır. Bunda elbette Saraçhane kürsüsünden gelmeyen çağrı etkili olmuştur.

Bu direniş sadece Saraçhane kürsüsüne tâbi de değildir. Öğrenciler, ilk gün barikatları aşıp İBB önüne giderek, kayyuma karşı Şişli Belediyesine sahip çıkarak, üniversitelerde boykot yaparak kendi eylemlerini oluşturmuşlardır.

Bu iradeden, bu örgütlenmeden öğrenmeliyiz. Direnişin ateşleyici gücü olanlar direnişin geleceği için de ne yapmamız gerektiğini eylemleri ile işaret ediyorlar.

Direniş öğretir!

Direniş, tek tek söylenip, küfür ettiğimiz, ama yapacak bir şey yok ki, dediğimiz her şey için cevap olmuştur. Bize de Saray’a da gücümüzü göstermiştir. Akıllarımızı açmıştır. Bu hayata mahkûm olmadığımızı göstermiştir.

  • Belediyelere, üniversitelere atanan tüm kayyumları göndermek için,
  • Bizlerle yan yana direndiği için tutuklananların serbest bırakılması için,
  • Yoksulluğa, geleceksizliğe, adaletsizliğe son vermek için,
  • Yaşamımıza ve geleceğimize sahip çıkmak için, bu direnişi sürekli kılmak gerekmektedir.

Bunun için bize bir sonraki adımımızı konuştuğumuz, taleplerimizi belirlediğimiz, birlikte kararlar alıp, birlikte hayata geçirdiğimiz yan yana gelişler gereklidir. Gezi’den bugüne her kitlesel eylemden öğrendiğimiz yegâne ders budur.

Genel grev genel direniş!

Bizim para kasalarımız yok, bizim villalarımız, yatlarımız, katlarımız, bankalarda milyarlarımız yok ancak bir kentin günlük yaşamını var eden, şu an boykot edilen tüketim maddelerini üreten ellerimiz var.

Biz işçilerin emekçilerin elindeki en büyük güç budur. Bu güç süt, ekmek, araba üretmeyi durdurduğunda, mağazaları açmadığında, bu güç metrobüsleri vapurları durdurduğunda bu güç bir bütün olarak Genel Grev dediğinde, kayyumları göndermek de, tutsaklarımızı cezaevinden çıkarmak da mümkündür.

Greve çıkmak için ne bir sendikayı ne bir partinin çağrısını beklemek zorunda değiliz.

Genel grev için meydanları dolduran milyonların karar vermesi, bu fikri iş yerlerinde yayması ve bir gün belirlemesi yeterlidir. Akşamları zaten doldurduğumuz sokakları işyerlerimizden okullarımızdan çıkıp bir tam gün hayatı durdurarak doldurmamız yeterlidir. Yetmedi mi bir gün daha, yetmedi mi bir gün daha… Şurası kesindir, genel grev Saray’ın korkulu rüyasıdır ve bunun karşısında geri adım atmak zorunda kalacaktır.

Yaşam ellerimizdedir!

Tüm tuşlara aynı anda basarak gerçekleşen bu saldırıları topyekûn püskürtmek için bir kürsüden çağrı beklemek de seçim de yeterli değildir. Saray Rejimi seçimle gelmemiştir, seçimle de gitmeyecektir. Kendi hayatımıza ancak kendimiz sahip çıkabiliriz. İşçiler, emekliler, kadınlar, öğrenciler, halklar kendi istedikleri yaşamı kendileri kuracak güce sahiptir. Kazanmak için ısrar ve süreklilik gereklidir.

Kaldıraç Hareketi
28 Mart 2025

Only One Question in Minds, What Will We Do Now?

We, those who come here today with anger, faith and resistance, those who say we don’t want to live like this anymore against lies, looting, poverty, exploitation, injustice, lack of future, those who do not recognize the protest bans and take to the streets for their lives, we want more.

It is the resistance that foiled the Palace’s plan!

The plan of those who realized that they would not be able to take Istanbul back through elections even if they cheated, the plan of the owners of the phrase “whoever takes Istanbul takes Turkey” was to arrest İmamoğlu and then appoint trustees to the municipality. This plan was foiled by our anger, hundreds of thousands of workers, students, women, LGBTQ+s, pensioners who took to the streets.

This is just the beginning, keep fighting!

But this resistance could not prevent the arrest of another elected mayor and the addition of new trustee municipalities.

While we were in Saraçhane to protect IBB, while we were saying “we will resist” from the rostrum, trustees were appointed to Şişli Municipality. Of course, the call that did not come from the Saraçhane rostrum was effective in this.

This resistance is not only subject to the Saraçhane rostrum. On the first day, students broke through the barricades and went in front of the IBB, defended Şişli Municipality against the trusteeship, and organized their own actions by boycotting universities.

We must learn from this will, from this organization. Those who are the igniting force of the resistance are pointing out with their actions what we need to do for the future of the resistance.

Resistance teaches!

The resistance has been the answer for everything we complain about and curse one by one, everything for which we said there is nothing to do. It showed us and the Palace our power. It opened our minds. It has shown that we are not doomed to this life.

  • In order to send all the trustees appointed to municipalities and universities,
  • In order to release those arrested for resisting side by side with us,
  • In order to end poverty, futurelessness and injustice,
  • In order to claim our lives and our future, it is necessary to make this resistance permanent.

For this, we need to come together to discuss our next steps, to define our demands, to make decisions together and to implement them together. This is the only lesson we have learned from every mass action since Gezi.

General strike, general resistance!

We don’t have money vaults, we don’t have villas, yachts, floors, billions in banks, but we have hands that produce the daily life of a city, that produce the consumer goods that are now being boycotted.

This is the greatest power we workers have. When this power stops producing milk, bread, cars, does not open stores, when this power stops metrobuses and ferries, when this power calls for a General Strike as a whole, it is possible to send the trustees away and to release our prisoners from prison.

We do not have to wait for the call of a union or a party to go on strike.

It is enough for the millions filling the squares to decide on a general strike, to spread this idea in workplaces and to set a date. It is enough to fill the streets that we already fill in the evenings by coming out of our workplaces and schools and stopping life for a full day. If it’s not enough, one more day, if it’s not enough, one more day… One thing is certain, the general strike is the Palace’s nightmare and it will have to back down in the face of it.

Life is in our hands!

Neither waiting for a call from a rostrum nor an election is enough to repel these attacks, which take place by pressing all the buttons at the same time. The Palace Regime did not come with elections and will not go with elections. Only we can take ownership of our own lives.

Workers, pensioners, women, students, peoples have the power to build the life they want for themselves. Persistence and continuity are necessary to win.

Kaldıraç Movement,

28 March 2025

İnsanca, onurlu bir yaşam; direnişe devam!

25 Mart akşamı Saraçhane Meydanı'nda dağıtılan bildiridir.

19 Mart’tan bu yana sokağa çıkan herkes kendi itirazını yanında getirdi. Öğrencilerden kadınlara, işçilerden emeklilere, hayvanların öldürülmesini istemeyeninden doğasını savunanlara “böyle yaşamak istemiyoruz” diyen herkes iradesini sokaklara yansıttı.

Yıllardır Saray Rejimi’nin tüm saldırıları; buna siz asgarî ücret rakamlarını da dahil edin, kiraları, faturaları da, kadınların katillerinin salınmasını da, öğrencilerin geleceklerinin çalınmasını da dahil edin, tüm bu saldırılara biriken öfke sokağa çıkmıştır.

Saray’ın yasakları ayaklar altında çiğnenmiş, korkunun üstüne gidilmiştir. Gördük ki, bu yasaklar aşılabiliyor, eylem, direniş özgürleştiriyormuş. Binlerce gözaltıya, gaza, copa rağmen korkular eylemle aşılıyormuş.

Şimdi ne için sokağa çıktıysak onu kazanmak için daha güçlü bir şeye ihtiyacımız vardır, bu örgütlü direniştir.

Bu 6 gün bize gösterdi ki halkın iradesi sadece sandık değildir. Hatta en az sandıktır.

Bu 6 gün bize gösterdi ki daha fazlası mümkündür, mesela İBB’nin önceki dönem yolsuzluk dosyaları halka açıklanabilir, belediye kaynaklarıyla yapılan tüm hırsızlıklar direnişe çıkanlarla paylaşılabilirdi. Ve bu meydanda olan bizlerden nasıl ki EspressoLab’ı boykot etmemiz istendiyse, Saray’ın kasasını besleyen 4.5G gibi şirketlere bundan sonra “ihale boykotu” yapacağız da denilebilirdi. Bunlar hâlâ yapılabilir.

Biz irademizi sokakta, yan yana, mücadeleyle gösterdiğimizde Saray’ın planlarını bozabiliyoruz. Evet, sokaktaki bu direniş sayesinde İBB’ye kayyum atanmamıştır. Ancak seçilmiş 3 belediye başkanı daha tutuklanmıştır.

Bu direnişin parçası bizler, mahallelerimizde, okullarımızda, işyerlerimizde taleplerimizle yan yana gelelim. Direnişleri birleştirelim. Çünkü yan yana gelen direnişlerin talepleri daha güçlü açığa çıkacaktır, örgütlü hareket etmenin gücü kazandırıcı olandır.

İnsanca, onurlu bir yaşam için tüm direnenlerin elini taşın altına koyduğu “Genel Grev Genel Direnişi”, Birleşik Emek Cephesi’yle yaratabiliriz.

Biz eğer öfkemizi, irademizi örgütlersek bizden çalınanları geri alabiliriz. Yani her şeyi!

Biz eğer örgütlenirsek, sadece planları bozan değil planlar yapan da olabiliriz, insanca, onurlu yaşayabiliriz!

25 Mart 2025
Kaldıraç Hareketi

For a humane, honorable life; continue the resistance!

Since March 19, everyone who took to the streets has brought their own objections with them. From students to women, from workers to pensioners, from those who don’t want animals to be killed to those who defend nature, everyone who said “we don’t want to live like this” reflected their will on the streets.

All the attacks of the Palace Regime for years; whether you include the minimum wage figures, rents, bills, the release of the murderers of women, the theft of the future of students, the anger accumulated against all these attacks has taken to the streets.

The Palace’s prohibitions were trampled underfoot and fear was overcome. We saw that these bans can be overcome, that action and resistance liberates. Despite thousands of detentions, tear gas and batons, fear can be overcome through action.

Now we need something stronger to win what we took to the streets for, and that is organized resistance.

These 6 days have shown us that the will of the people is not only the ballot box. It is even the least ballot box.

These 6 days have shown us that more is possible, for example, IBB’s previous corruption files could have been made public, all the thefts made with municipal resources could have been shared with those who took part in the resistance. And just as those of us in this square were asked to boycott EspressoLab, it could have been said that from now on we will “boycott tenders” for companies like 4.5G that feed the Palace’s coffers. These can still be done.

When we show our will on the streets, side by side, through struggle, we can disrupt the Palace’s plans. Yes, thanks to this resistance on the streets, no trustee was appointed to IBB. However, 3 more elected mayors were arrested.

Let us, who are part of this resistance, come side by side with our demands in our neighborhoods, schools and workplaces. Let’s unite the resistances. Because the demands of the resistances that come side by side will be revealed more strongly, the power of organized action is the winning one.

We can create the “General Strike General Resistance,” where all those who resist for a humane and dignified life put their hands under the stone, with the United Labor Front.

If we organize our anger, our will, we can take back what was stolen from us. We mean everything!

If we are organized, we can not only disrupt plans but also make plans, we can live humanely and with dignity!

March 25, 2025

Kaldıraç Movement

Direniş:1 – Saray Rejimi:1 Direnişe devam!

23 Mart akşamı Saraçhane Meydanı'nda dağıtılan bildiridir.

Ellerinden giden İstanbul’u hileler de yapsalar seçimle alamayacaklarını anlayanlar, İstanbul’u alan Türkiye’yi alır lafının sahipleri bu sefer de en bildikleri yol ile saldırdılar.

İmamoğlu’nu tutuklarız sonra kayyumu da atarız, üzerine ses çıkaran olursa onları da tutuklarız; planları buydu.

Saray’ın planını bozan direniştir!

Yasaklara rağmen sokakları dolduranlar, internet kısıtlamalarına “en iyi VPN sokak” diyen bizler, bu planı sonuna kadar götürmelerine izin vermedik. Bugün İBB’ye kayyum atayamamaları bu direniş sayesindedir.

İrade gasbına hayır!

Fakat bu direniş seçilmiş bir belediye başkanının daha tutuklanmasına, kayyum atanan belediyelere yenilerinin eklenmesine engel olamamıştır. Esenyurt, Van, Batman ve kayyum atanan birçok belediyeye Şişli de eklenmiştir.

Bu daha başlangıç mücadeleye devam!

Saray Rejiminde saldırılar bitmemektedir. İBB kayyum riskinden tam olarak kurtulmamıştır. Saray Rejimi direnişi takip edecektir, rehavete kapılındığını, geri çekilindiğini görürse tekrar saldıracaktır. Bu nedenle mücadeleyi büyütmek ve sürekli kılmak kayyumu durdurmak ve İmamoğlu ve tüm siyasi tutsakları, kayyum atanan diğer belediyeleri alabilmek için zorunludur.

Yanındakine bak!

Biz bu sokakları dolduranlar, üç kuruşa ay sonunu getirmeye çalışanlarız, öldürülmek istemeyen kadınlarız, gelecekleri olmayan, barınamayan öğrencileriz, bir öğün sıcak yemek için sıra bekleyen emeklileriz. Ayrı ayrı olduğumuz da Sarayın yok hükmünde gördükleriyiz. Yan yana olduğumuzda ise gücümüzü hem biz hem Saray görmektedir.

Boykot, grev, direniş!

Biz yan yana geldiğimiz her yeri, oy sandıklarından, meydanlara direniş alanına çevirmeye devam etmeliyiz. Yetmez! Öğrencilerin üniversiteleri boykot çağrısını genel grevle birleştirmeliyiz. Özgür Özel’in tüketimden gelen gücümüzü kullanalım demesine üretimden gelen gücümüzü de eklemeliyiz. Direniş, Sarayı pata düşürmüştür. Kazanmak için ısrar ve süreklilik gereklidir.

Boykotu, grevleri, direnişi büyütelim!

23 Mart 2025
Kaldıraç Hareketi

We’re here! We are not leaving!

9 Nisan günü kayyum atanan Şişli Belediyesi önünde yapılan eylemde dağıtılan bildiridir.

Maybe we are in Saraçhane, maybe in Çağlayan, maybe in a square in a city. But we are together. We are in a place where we can see our strength, where we can draw strength from each other. We are in a place where we shout that we do not give up our rights and our lives and that we fight for them.

Hundreds of thousands of people on the streets illuminated the eyes that had lost their light, and the chants of “that enough” in the conversations with friends were transferred onto the barricades and crossed the roads. We claim our will. And not just the votes we cast. We, those who know how they don’t want to live, those whose futures are taken away, those who have no say, those who are constantly humiliated, claim our will by saying that this is no way to live.

Every day in the resistance shows us how we want to live. Workers, students, women, pensioners, peoples, we want a free and equal life together, that’s it. Plain and simple. The Palace Regime is against this demand.

The Palace Regime is rotten.

Their “justice” is in the palaces.

Their “freedom” is only for them to speak.

Their “laws” are written only for them.

Their corruption is known. In fact, Özgür Özel should share with all of us the corruption files that IBB gave to the prosecutors.

In the face of this decay, resistance creates its own justice, freedom and laws. With this power, we can claim our lives, squares and municipalities that they want to take away from us.

We who come side by side in a square of a city can only build the life we want by continuously and persistently standing together.

We claim our municipalities and our lives, we will not allow the appointment of trustees!

Their attacks are continuous. From the imposition of a life below the poverty line, the rewarding of the murderers of women, the plundering of nature, the slaughter of animals, the appointment of trustees to universities, the detention of journalists, the dismissal of the Istanbul Bar Association, their attacks are varied and continuous.

Every attack must find us, but it is not enough. We must own these institutions with the right, law and justice of resistance.

Those of us who come side by side in a square of a city, who learn how to live every day in the resistance, must also aspire to build this life.

We know and we see, it is not enough to elect, let us govern!

March 22, 2025
Kaldıraç

Topyekûn direniş: Bizim olanı alalım! Her şeyi!

Sokaklardayız.

“Ne için?” sorusu sokaklarda yanıtlanmaktadır. Sokağa çıkanlar saldırılarla itildiği yaşama “artık böyle yaşamak istemiyoruz” demektedir.

İstanbul Üniversiteli öğrencilerin yardığı barikattan açılan yol, ODTÜ’nün boyun eğmemesine, İzmir’in sokaklarına çıkmıştır. Ferman Saray’dan gelmiştir ve bir kez daha gördük ki bu yasaklar, üstüne yürüyen için aşılabilirdir.

Ve yürüdükçe, direndikçe, seslerimiz birbirine karıştıkça benzerliklerimizi görüyoruz.

Diplomalı ya da diplomasız değil bizim ayrımımız.

Mesela bizim ayakkabı kutularında kaçırılacak paramız yok. Yalnız bizim para sayma makinalarımız da yok.

Mesela biz sarayda yaşamıyoruz. Yalnız biz kupon arazilerden haberdar da değiliz.

Mesela biz adrese teslim ihalelere girmiyoruz. Yalnız biz milyonlarca liralık naylon fatura da kesmiyoruz.

Şimdi sokaktayız ve birileri bu sefer bizim adımıza bunları yapsın diye değil. Bizden çaldıkları ne varsa, yaşamımızı, özgürlüğümüzü, geleceğimizi geri almak için.

Mesela biz hesap sormak istiyoruz, bunca yıllık zulmü “normalleştirmek” değil.

Mesela biz sadece bize uygulanan yasalarla hareket etmek zorunda hissetmiyoruz, sanki bir anayasa varmış gibi, sanki gerçekten bir meclis varmış gibi yaparak gidilecek bir yol olmadığını görüyoruz.

Ülkede enflasyon verilerinden döviz kuruna, açlık sınırı rakamlarından nüfusa her rakam, her istatistik yalandır. Bunu herkes bilmekte, söylemektedir. Bunlarla beraber sanki sandıklardan çıkan sonuçlar gerçekmiş gibi yapmak, gerçek çözüm sandık demek bitmiştir, bunun saldırıları durmayacağı da bellidir.

Korkakların yasaklarını dele dele yürüdüğümüz sokakların önüne sandık koymak da bir nevî barikattır. Ve barikatlar aşıldıkça özgürlüğün yaklaştığı görülecektir.

Tüm bu saldırıları durduracak güç topyekûn direniştedir. Artık yok sayılarak, aşağılanarak, geleceği çalınarak yaşamak istemeyenler; haydi direnişi büyütmeye!

Öyleyse;

Kayyumlarla çökmeye çalıştıkları belediyeler bizimdir! Şimdi kapılarından içeri girelim ve elimizden alınmalarına izin vermeyelim!

Belediye işçileri onurlarını ve emeklerini korumak için kayyuma çalışmayı reddetmelidir! Kayyumlar gidene kadar greve çıkacak tüm işçilere hepimiz ses vermeliyiz, toplanmayan çöplerin çıkaracağı koku bu lağım çukuru kayyum düzeninden evladır.

Olan-olmayan tüm diplomalarla ilgili tek bir gerçeği halka açmayan üniversitelerde alınacak bir ders yoktur. Özgür bilimsel bir eğitim için bu karanlık üreten kayyum rektörlere direnişi büyütelim, yolu açmaya devam edelim.

Her mahallede bizim olanları almak için bir araya gelelim, kararlar alalım, uygulayalım.

Mademki bize yalnızca geleceksizlik, kölelik, boyun eğme dayatılmaktadır, o zaman tüm yaşamı elimize alalım.

Direniş öğretir, örgütlü güç kazandırır.

Örgütlenelim, topyekûn direnişi örgütleyelim.

Örgütlenmek, bir araya gelmek bizden aldıklarını geri almak için gereklidir. İstediklerimiz zaten bizimdir, şimdi biz ne yaparsak, ne kadar yaparsak o kadar olacaktır.

21 Mart 2025
Kaldıraç Hareketi

Perspektif

1 Mayıs 2025: Açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, savaşa ve katliamlara, devlet terörüne,...

2024 yılı 1 Mayıs’ından sonra, hemen herkes, “1 Mayıs alanı Taksim’dir,” dedi. Her 1 Mayıs’tan sonra bu söylenir. Kimisi, “nasılsa 1 Mayıs geçti ve...