Korona virüsü salgını başladıktan sonra, Erdoğan, başkaları
için olmasa da, onun için uzun sayılabilecek bir süre ortalıkta görünmedi,
kükremedi, konuşmadı, TV kameraları karşısında poz vermedi. Hazineyi emanetine
alan Damat, Sultan’ın, “hafta içinde” konuşacağını, önceden müjdeledi.
Ve nihayet Çarşamba akşamı, beklenenden
biraz daha geç, beklenmeyecek kadar uzun bir konuşma ile TV kanallarında boy
gösterdi.
Türkiye burjuvazisi, TC devleti, Saray
Rejimi, COVID-19’u ele aldıkları toplantıda, gerçek anlamı ile, kendi
kimliklerini, kendi yüzlerini ortaya koydular. Maskeler indirildi ve gerçek
kimlikleri ile ortaya çıktılar.
Özetle, Erdoğan’ın ağzından Saray
Rejimi, burjuvazi, tüm güçleri ile devlet, “yoksula abdest, kolonya” önerdi.
Yoksula, abdest ve kolonya, zengine
kaynak aktarımı, para. İşte Saray Rejimi’nin önerisi, çözümü budur. 100 milyar
TL olduğu açıklanan teşvik paketinin adı, “ekonomik istikrar kalkanı” olarak
kondu. Bu 100 milyarlık paketten, işçi ve emekçilerin, yoksulların payına,
“abdest ve kolonya” düştü. Bir de, en düşük emekli maaşının 1500 TL olmasına
karar verildi. Bu utanılası açıklama, 200 euro aylık maaş anlamına gelmektedir
ve bunun altında maaş alanlar olduğunun da açık beyanıdır.
Saray Rejimi’nin tutumu budur.
Ama gelin, bu durum neyi gösteriri ele
almadan önce, dünya geneline bakalım ve kapitalizmin krizi ile COVID-19 salgınının
neleri gösterdiği üzerine konuşalım.
1-
İngiltere, Hollanda, İsveç, krize karşı
“sürü bağışıklığı” olarak adlandırılan salgının yayılması, bu yolla, ölenlerin
ölmesi, ölmeyip sağ kalanların ise bağışıklık kazanması politikasını izlemeye
karar vermiştir.
Nasılsa, yaşlılar ölmekte, bir kronik
sorunu olanlar ölmektedir. Bu üç ülke, açıktan, bu yolla, yaşlı nüfusun
maliyetinin azalacağı, sosyal güvenlik masraflarının azalacağı bir duruma ulaşmak
istiyorlar. 80 yaşın üzerinde olan, bakım ve sağlık masrafları yüksek olan, “boşuna”
maaş alan nüfusun azalması yolu ile, virüs salgınından “kârlı” çıkmaya çalışmaktadırlar.
İşte kapitalizm budur.
Hitler’in yaşlıları sabun fabrikalarına
göndermesi durumu, öyle şaka ile geçiştirilecek bir durum değildir. Tersine,
tüm kapitalist-emperyalist egemenlik, her yolla bunu yapmaya çalışmaktadır. Kâr
için üretim, her şeye meta ufku ile bakmak, zorunlu olarak bunu gerektirir.
Buna “doğal seleksiyon” demek için ise,
öncelikle, virüsün doğal olduğunu ispat etmek gerekir. Şu anda, virüsün ABD’den
Çin’in Wuhan bölgesine taşınması sürecinin ABD askerlerince gerçekleştirildiği
açıklanmıştır bile. Dahası, Bay Bill Gates ve eşi Melinda, korona virüsünün
patentini bile almış bulunmaktadırlar.
Murat Belge’nin, T24’te yayınlanan yazısında,
zekâsına övgüler düzdüğü Gates’in bir konuşmasından söz etmektedir. Belge’nin
aktardığına göre, Gates, yıllar önce, bir salgının üzerine dikkat çekmişti.
Bunu, zekâ belirtisi olarak, öngörü olarak ele almakta, bize de öyle sunmaktadır.
Acaba, bile demeden. Oysa Gates, doğrudan bu alana yatırım yapmışa
benzemektedir.
Özetle, virüsün doğal olduğunu iddia
etmek mümkün görünmüyor. Bu durumda da “doğal seleksiyon” üzerine övgüler
düzmenin, ancak Hitler’in nüfus planlamacısı olarak ele alınması kadar anlamı
olabilir.
İngiltere, Hollanda, İsveç’in yaşlı
nüfustan, bu hamle ile kurtulma girişimi, aslında, kapitalist sınıfın sınıf
bilincinin açık göstergesidir. Artık, artı-değer üretme konusunda işlevini
yitirmiş olanların açıktan tasfiyesi üzerinde çalışılmaktadır.
Bu, bu denli açık olmasa da, Almanya,
ABD’de de böyledir.
2-
Salgın, Çin’in kolektif ve örgütlü
tepkisi ile, bizzat komünist parti üyelerinin gönüllü devreye sokulması ile
denetim altına alınmıştır. Çin, bu konuda, oldukça hızlı hareket etmiştir.
Bilgilendirme, vakanın izole edilmesi, ilaç geliştirme konusunda Küba’dan alınan
yardımlar, salgının kontrol altına alınması için büyük yol alınmasına olanak
vermiştir.
Kurulmuş bir saat gibi, bir biyolojik
zamanlayıcı gibi, 14 gün sonra harekete geçen virüsün, yarın, mesela 6 ay sonra
ne gibi etkilere yol açacağını bilmediğimiz açık. Hele ki Trump’ın gizli yazışmalarında
18 aylık bir süreden söz ediyor olması, ikinci bir biyolojik zaman ayarının
olup olmadığı sorusunu akıllara getiriyor.
Ama buna rağmen, Çin, ciddi bir sonuç
elde etmiştir.
Çin, bununla yetinmemiş, Güney Kore,
Japonya, İtalya gibi ülkelere de destek göndermiştir.
Küba, ambargo altında, ABD tehditleri
altında yok edilmek istenen Küba, virüse karşı savaşta oldukça etkili sonuçlar
elde etmiştir.
Küba’da 20 civarında ilaç üretilmekte
iken, ABD başkanı Trump, Alman şirketlerinden birine, 1 milyar dolar önermiştir.
Trump, 1 milyar dolar karşılığında, bu Alman şirketinin virüs için geliştirdiği
aşıyı sadece kendilerine satmasını talep etmiştir. Bir yandan, sosyalist Küba,
tüm dünyaya yardım için koşmakta, diğer taraftan ABD en üst düzeyden kâr peşinde
koşmakta, kâr ve egemenlik peşinde koşmaktadır.
İtalya’da bir vaka oldukça ilgi
çekicidir. Yoğun bakım sistemleri için gereken bir boru bulunmuyor ve 3 insan,
bu boruyu 3D printer ile üretmek istiyor. İtalyan firma bilgileri vermiyor ve
“hukukî hakları” için dava açmaya yöneliyor.
İşte insanlık ile kapitalist kâr amaçlı
üretimin karşıtlığına bir örnek.
Demek ki, kapitalizm öldürür. Demek ki,
kapitalist sistem, insanı yok ederek ayakta durabiliyor. Virüs nedeni ile
ortaya çıkan dramatik örneklere bakıp düşünmekle yetinmeyelim. Aslında, aklı alınmış,
düşünme sistemi “tüketim toplumu” gereklerine göre ayarlanmış bir insan, ne
kadar insandır?
Tablo açık, insanlar, panikle
marketlere saldırıyor ve marketlerden makarna alıyorlar. Oysa, yoksul evlerinde
değil de, saraylarda panik olsa, mutlaka, ete saldıracaklardır, makarnaya değil.
Normal koşullarda insanların,
maskelere, kolonyalara, alkollere, hastahanelerin yoğun bakım ünitelerine saldırması
gereklidir.
Oysa Belçika’da askerler, market kapısında
nöbet tutuyor ve içeri girme işini düzene sokuyor. Tüketim toplumu
ideolojisinin ne demek olduğu açık değil mi? Bu manzaranın kendisi, ölmüş
insanların cesetlerinden daha ürkütücü değil mi?
Kapitalizm, insanı yok etmektedir ve bu
sadece fizikî olarak anlaşılmaması koşulu ile “ölüm”dür. Yani, kapitalizm,
insanı ve insanlığı öldürmektedir.
3-
İspanya, ilginç bir karar aldı. İspanya,
tüm sağlık kurumlarını, hastahaneleri kamulaştırdı. Bu oldukça doğru bir karardır
ve gerçekten de salgına karşı ciddi bir önlemdir.
Türkiye’de, her bin kişiye 2,8 yatak düşmektedir.
Bu yatakların ise %45’i, yuvarlak hesap yarısı, özel hastahanelere aittir.
Erdoğan, Saray Rejimi, “bu da mı allahın
lütfu” diye düşünmüyor olsa idi, muhtemelen, bu soruna müdahale ederlerdi. Askerî
darbe tiyatrosunu allahın lütfu olarak görüp davranan bir mantık, şimdi
COVID-19 için de işlemektedir. Saray Rejimi ve Erdoğan, tüm burjuvazi, tüm
devlet çarkı, COVID-19 salgınını kullanarak, ayakta durmak ve sorunları
ertelemek için çalışmaktadır. Muhtemelen Erdoğan’ın yakın dostları ve Diyanet İşleri
Başkanlığı, bu virüsün de bir mesaj, allahın lütfu olduğunu söylemekte
gecikmemişlerdir.
Sağlık Bakanı, mesela, İspanya’yı örnek
alıp, kendisine ait hastahaneleri kamu hizmetine soktuğunu, denetimi ise doğrudan
Türk Tabipleri Birliği’ne verdiğini açıklasa olmaz mı?
İspanya, açık olarak, bu kararla doğru
bir adım atmıştır.
Virüs salgınına karşı, özel sektör
olmadan bir sağlık sistemi tartışması yerinde olur.
Sadece hastahaneler yeterli mi? Elbette
değil. Laboratuvarlarda virüs üretilebildiğine göre tüm laboratuvarlar, ilaç
fabrikalarında eroin imalatı yapıldığına göre tüm ilaç fabrikaları, tüm medikal
malzemeler üreten fabrikalar, ilk elden, acil olarak kamulaştırılmalıdır.
Yetmez.
Kamulaştırılmış olan tüm hastahanelerin
yönetimi, hastahane içinden seçilmeli, TTB tarafından denetlenmelidir. Tüm ilaç
fabrikaları, bilim heyetleri, TTB, işçiler tarafından denetlenmelidir.
Hayır, hayır, henüz sosyalizm önerimize
gelmiş değiliz. Sadece ve sadece virüs salgını nedeni ile ortaya çıkan tablonun
ortaya koyduğu, alınması gereken zorunlu önlemlerin bir kısmını konuşuyoruz.
Biliyoruz ki, hiçbir kapitalist ülke,
kendi kendine bu kamulaştırmaları kalıcı olarak yapmaz, yapamaz. Bunun zamanına
daha var. O zaman geldiğinde, biz, zengine para, yoksula abdest ve kolonya
öneren sarayları savaş alanına çevirmiş olacağız. Saraylara savaş düşmeden,
yoksul hanelerine barış gelmez.
Fransa ise, açıkladığı ekonomik
önlemlerle, ilgi çekti. Macron, bizim Erdoğan kadar ilgi çekmiş olamaz elbette.
Ama Erdoğan, özel hastahaneleri eleştirirken, eşine ait olduğu söylenen,
kendine bağlı sermaye gruplarınca yönetilen özel hastahaneleri unutmuş mudur?
Hayır. Unutmamıştır. Erdoğan, sadece ve sadece, klasik bir kolpacı olduğu için
öyle davranmıştır.
Ama Macron, açıktan, büyük şirketlerin
kurtarılması için “kamulaştırma” yoluna başvurulacağını söylemiştir. Dün, 2008
krizi sırasında Citi Bank’ı kurtarmak için devletin aktardığı paranın 360
milyar dolar olduğunu hatırlayalım lütfen. İşte Macron, buna benzer bir şeyden
söz ediyor. Fransız devleti, Fransız burjuvazisini, Fransız tekellerini
kurtarmak için her şeyi yapacağını beyan etmektedir. Yoksa bu bir gerçek anlamı
ile kamulaştırma değildir.
Bu durum, bize dünyanın sosyalizme
muhtaç olduğunu göstermektedir.
İşte anlamayanlar için bir kere daha söyleyelim, hem bir direniş sloganıdır, hem de bir gerçek durumun resmidir: Ya sosyalizm ya ölüm!
4-
Kapitalist sistem, zaten bir kriz
içindedir.
Bu kriz, 2008’de ortaya çıkan ve bugün
neoliberal politikaların sona ermesini ifade eder hâle gelen krizin kendisidir.
Bugün, bu kriz devam etmektedir. Daha da artarak.
FED, Amerikan Merkez Bankası, 15 Mart
2020’de, faiz oranlarını geri çekti. Şimdi faiz oranları 0 ile 0,25 puan arasındadır.
Yani, kestirmeden söylersek, faizi sıfırlamıştır. Bu faiz düşürme işlemi, aslında,
bankalardaki paranın gelir getirmemesi anlamına geliyor ve bu durumda, bu para
sahiplerinin, paralarından gelir elde etmek üzere, yatırım yapacakları ya da
borsaya yönelecekleri umuluyor. Mevcut ortamda yatırım işi zor görünüyor olsa
da, bazı sektörler buna uygundur. Ama esas istenen ve beklenen borsaya dönüştür.
Borsaların, hemen 15 Mart sonrasında, yani FED kararlarının ardından yaşadığı
düşüş ise, beklentilere terstir.
FED aynı zamanda, 500 milyar doları
hazine kâğıdı, 200 milyar doları ise türev ürün olmak üzere 700 milyar dolarlık
likidite yaratacağını açıkladı. Böylece, piyasalara 700 milyar dolar sürülmüş
olacak.
FED aynı zamanda, AB, İngiltere,
Japonya ve Kanada merkez bankaları ile swap işlemlerinin yapılacağını açıkladı.
Bu kararlar, virüs nedeni ile alınan
kararlardan çok, ekonomik savaş için alınan kararlara benzemektedir.
Kriz, bu kararlarla hafifleyecek mi?
Tersini beklemek daha mümkündür. Kapitalist dünyanın krizi, daha da artmaktadır.
Ama, virüs ile piyasaların durması, eğer
bir tatbikat değil ise, daha ileride gelebilecek daha büyük bir krizi
engelleyebilir diye düşündükleri açıktır. Mal ve hizmet arzının aksaması,
üretimde ve dağıtımda ortaya çıkan aksaklıklar, 2020 yılını, kapitalist
ekonomik değerler açısından en az 2 ay eksik yaşama yolu ile nefes almaları
mümkün müdür? Bu yolla, üretim fazlasını eritmeleri mümkün müdür?
Virüs meselesinin bununla bir bağı olduğunu
iddia etmek zor. Virüs, insan yapımı olarak, savaşın biyolojik silâhlarla
sürdürülmesi anlamına daha çok gelir kanısındayım.
Ama ekonomik olarak, 2 aylık sürede
dünyadaki aşırı üretimi dengelemek mümkün değildir. Kapitalist sistemin krizi
daha da derinleşmektedir.
Tam da bu nedenle, savaş kapıdadır.
Tam da bu nedenle, yaratılan savaşlara,
bir yenisi, biyolojik olanı eklenmiştir.
5-
Şimdi, Erdoğan’ın konuşmasına
dönebiliriz.
a-
Erdoğan, acaba, konuşmayı neden Çankaya
köşkünden yaptı, toplantıyı orada yaptı da, her fırsatta göstermeyi sevdiği
Saray’ın salonlarından birinde yapmadı? Bunun nedeni, acaba Saray’ı virüsten
kollamak mıdır?
Yoksa, zaten açıkladığı tüm kararlar ve
önlemler, aslında halk için “abdest ve kolonya” dışında bir şey içermediğinden,
Saray ve halk karşıtlığını göstermemek için mi bu yolu seçti?
b-
Erdoğan, uzun uzun masal anlattı. Tıpkı,
Soma cinayetinin ardından konuşmasına başlarken, 1862’de İngiltere’de yaşanan
maden kazasından söz etmesi gibi, 18 Mart 2020 Çarşamba günü, konuşmasına,
dünya çapında görünen salgınlardan bahsederek başladı. Ortaçağ’da Avrupa’yı kasıp
kavuran vebadan, İstanbul’u saran salgından bahsetti. Özetle masallar anlattı.
Uzun süren masal faslının ardından,
Avrupa’da sağlık sisteminin özel olmasının sorun olduğunu ima etti.
İyi ama, zaten ülkemizde de sağlık sektörü
özelleştirilmiştir ve doğrusu bu tamamen Erdoğan döneminde gerçekleşmiştir. Sağlık
Bakanı’nın acaba kaç hastahanesi vardır? Acaba, Emine Erdoğan’ın kaç
hastahanesi vardır? Acaba Acıbadem kimindir?
Bu özel hastahaneler, kendilerinin müşterileri
gelmemezlik eder korkusu ile, kendilerine ulaşan korona virüs vakalarını açıklamamaktadır.
Dahası, devlet de bu yönde hareket etmektedir. Böylece özel hastahaneler, iş
görmez durumdadır ve salgına karşı mücadele büyük ölçüde devlet ve kamu
hastahanelerinden, üniversite hastahanelerinden yürütülmektedir.
Bu açıdan, sağlık emekçileri ciddi
tehdit altındadır.
Toplantıya, TTB, sendikalar vb. gibi
kurumların alınmamış olması, Saray Rejimi’nin, virüs meselesini bir “fırsat”
olarak ele aldığının kanıtıdır.
Sağlık açısından, toplantıdan hiçbir şey,
ama hiçbir şey çıkmamıştır. Erdoğan, Saray Rejimi olarak, ellerinden geleni
zaten yaptıklarını söylemiş, oy avcılığı yapmış, kendi iktidarına karşı korona
virüsün bir sonuç alamayacağını iddia etmiştir.
Sarhoş değil ise, tuhaf olarak değerlendirmekle
yetinmeyeceksek, bu “tehdit algısı”, Erdoğan’ın iktidarda kalabilmek için
virüsü kullanma niyetinin açık ifadesidir.
c-
“Ekonomik istikrar kalkanı” adı altında,
ekonomik önlemler açıklanmıştır. Bu ekonomik önlemler, vergi ertelenmesi,
sigorta ödemelerinin ertelenmesi gibi önlemlerdir. Dahası, henüz hiç konmamış
olan konaklama vergisinin ertelenmesi, aslında işi başlarından atmak üzere
hareket ettiklerini göstermektedir. Zaten turizm için önceden yapılmış
rezervasyonların iptal edildiğini düşünürsek, bu tip önlemlerin ne anlama geldiğini
belirlemek de kolay değildir. Ama yine de, Saray Rejimi, durumu “rant”a
çevirmekte başarı gösterecektir.
O kadar ki, kiralara dahi müdahale
edilmemiştir. Tüm önlemler, Saray Rejimi’nin unsurlarına dönük önlemlerdir.
Saray’a para diye açıklanabilir.
Virüs meselesi için açıklanan ekonomik
önlemlerin, Saray Rejimi’nin çevresindeki çetelere para aktarımını hedeflediği
açıktır. Konut alımı için uygulanacak yeni kararlar bunun en açık kanıtıdır.
Erdoğan ve Saray Rejimi, virüs meselesini “allahın lütfu” olarak el almaya
niyetlidir.
Ama nafile. Bu süreç, bu önlemler krizi
azaltmayacaktır.
Bu kararlar, krizin faturasını işçi ve
emekçilere yıkma kararlılığını göstermektedir.
Bu nedenle sendikalar toplantıya alınmamıştır.
Bu nedenle, toplantıdan, işten çıkarmalara
ilişkin hiçbir karar çıkmamıştır.
Bu nedenle, işsizlik fonu gibi
gündemler oluşturulmamıştır.
Sendikalar, gecikmeden, açık olarak, işsizlik
sigortası fonunun kendilerine devredilmesini talep etmelidir.
İşçi ve emekçiler, daha da yoksullaşacak
durumda değildir. Bu nedenle, gecikmeden, genel grev ve genel direniş sloganı
ile, kendilerinin görmezlikten gelinmesine son vermelidirler.
d-
Toplantı, açık olarak, zenginlere para
aktarımı ve yoksullara ise “abdest ve kolonya” dağıtımı ile sonuçlanmıştır.
Bu, halkın çoğu için açlık, yoksulluk,
ölüm anlamına gelmektedir.
Bu, acil ve yakıcı bir sorundur.
Bu nedenle, işçilerin, halkın,
emekçilerin kendilerini korumak için harekete geçmeleri gerekir.
İşçi ve emekçiler, ya virüsten ya da
açlıktan ölme riski arasında sıkışmak istemiyorlarsa, kendi kararlarını
kendileri alacak şekilde bir örgütlülük geliştirmek zorundadırlar. Sendikalar,
bu bakış ile kendi tutumlarını, önlemlerini açıklamalıdır.
e-
“Ekonomik istikrar kalkanı”, ilgiye değer
bir isimdir.
“Barış kalkanı” harekâtına
benzemektedir.
Biz sürekli vurguluyoruz:
– Bu Saray Rejimi, “rant-yağma ve savaş
ekonomisi” üzerinde oturmaktadır.
– Saray Rejimi, içeride baskı ve şiddeti,
dışarıda da savaşı sevmektedir. Baskı ve şiddet ile savaş, adeta onları müptela
yapmıştır.
Saray Rejimi, iktidarını sürdürmek
için, baskı ve şiddeti, katliam politikalarını artırarak sürdürmektedir. Ayakta
durmak için, savaş politikalarını sürekli canlı tutmakta, ABD’nin tetikçisi
olmayı gönüllü olarak yerine getirmektedir.
Ve şimdi, virüs nedeni ile aldıkları
ekonomik önlemlerin adını da “kalkan” şeklinde ifade etmektedirler.
Kalkan budur, para ile zenginleri
desteklemektir.
Peki, “abdest ve kolonya” ile yetinmesi
istenen milyonlar, ya bunu yapmazsa, bu kez kılıçlar mı çekilecek?
Sokaklarda askerî görüntüler mi göreceğiz?
Baskı ve şiddetin daha da artırılması için, devlet virüsü allahın lütfu olarak
ele almaktadır derken, hem ekonomik, hem de siyasal anlamda bundan söz ediyoruz
demektir.
Erdoğan’ın, karşısında oturan TOBB Başkanı
Hisarcıklıoğlu’na, ekonomik tedbirleri açıklarken, Nasrettin Hoca’nın “gördün
peşin parayı gülüyorsun” fıkrasını anımsatır tarzda “neşen yerinde” diye
ciddiyetten uzak laf atmasını, aklî dengesinin bozulduğunun göstergesi olarak
değil, virüs krizini allahın lütfu olarak ilan etme isteğinin ifadesi olarak
görmek doğru olur.
Yani, Saray Rejimi, içeride ve dışarıda
savaşı artırmak isteğindedir ve virüs salgınını bunun için kullanma
niyetindedir. Erdoğan’ın açıklamaları, tam da bunun hevesleri ile doludur.
Durum açıktır. Yoksullara abdest ve
kolonya, saraylara para!
Kolonya abdesti bozar galiba.
İşçi ve emekçilerin, saraylara savaş
ilan etmek dışında yolu kalmamıştır.
Hatırlamakta fayda var:
“İşçinin alın teridir
Bey paşa sarayları
Önümüz kavga yeridir
Yürü iş alayları”