Ana Sayfa Blog Sayfa 114

1 Mayıs 2020; kapitalizm çürümüştür, devrim insanlığın dirilişidir!

2020 1 Mayıs’ına, ekonomik krizin üstüne gelen salgın virüsün ağır faturasıyla giriyoruz. Virüs, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de can almaya devam ediyor. Daha şimdiden milyonlarca işsize yeni milyonlar eklendi. İşçi-emekçilerin çalışma ve yaşam koşulları daha da çekilmez bir hal aldı.

Covid-19 salgını, dünyaya hakim olan kapitalist-emperyalist sistemin çürümüşlüğünü daha aleni biçimde gözler önüne serdi.

İşçi-emekçileri iliğine kemiğine kadar sömüren, dünya üzerinde hakimiyet kurmak için giriştiği savaşlarla büyük yıkımlara yol açan, doğanın zenginliklerini talan ederek tüm ekolojik dengeyi alt-üst eden kapitalist-emperyalist sistem, virüs salgınlarının da ana kaynağıdır.

Öldüren virüs değil, bu çürümüş sistemdir!

Dünyanın her yerinde halkı, işçi-emekçileri ‘güdülecek sürü’ olarak gören bu sistemin yöneticilerinin salgın krizine karşı ilk tepkisi de “sürü bağışıklığı” politikası oldu. Asıl olan şirketlerin, sermaye sınıfının bekası idi. İşçiler, yoksullar ise ölebilirdi. Yaşlı nüfusun azalması sosyal güvenlik harcamalarından kurtulmanın da fırsatı olarak görüldü.

Bizdeki yöneticilerin soysuzluğu hesapsızdır!

15 Temmuz darbe tezgahını yağma-rant-savaş politikalarını büyütmenin fırsatına çeviren Saray Rejimi, can alan salgını da “Allahın lütfu” olarak, bu kez de ömrünü uzatmanın fırsatı olarak değerlendirmeye başladı. Önlem adına açıklanan paketlerden patronlara yeni kaynaklar, işçilerin haklarını gasp etmek için yeni fırsatlar çıktı.

Salgın, politik kazanç elde etme malzemesine dönüştürüldü. AKP’li belediyeler, vakıflar, cemaatler yardım toplayabilir, dağıtabilir ama HDP’li, CHP’li belediyeler, dayanışma ağları yapamaz. Halk can derdindeyken HDP belediyelerine kayyum atandı. Kanal İstanbul projesi kapsamında ihaleye çıkıldı. Salda Gölü çevresi tarumar edildi. Atatürk havalimanı, sahra hastanesi yapımı bahanesiyle ranta açıldı. Hapishanelere dönük yapılan infaz düzenlemesinde mafyacılar, çocuk istismarcıları, kadın katilleri serbest bırakılırken bir tweet attığı için tutuklanan öğrenciler, haber yapan gazeteciler, rehin tutulan Kürt siyasetçiler, devrimci sosyalistler yok sayıldı. Ve bu arada Suriye’de, Libya’da ve Kürt halkına yönelik savaş politikaları sürdürüldü.

Biz işçilerin payına ne düştü?

Ülkede emek gücüyle yaratılan tüm zenginliğin kaynağı olan biz işçi-emekçilere, yoksul halka reva görülen ‘sabun, abdest, kolonya’  ve bir miktar sadaka kabilinden para oldu!

Milyonlarcamız işsiz kaldık. Apar topar kepenkleri inen binlerce merdiven altı, ‘merdiven üstü’ işyerlerinden ücretsiz olarak ya da üç kuruş parayla gönderilerek evlerimize kapandık.

İşten atmaları yasaklama adı altında patronlara, işçileri üç ay ücretsiz izne ayırabilme hakkı tanındı. Ücretsiz izne çıkarılanlara, işten çıkarılan ama işsizlik ödeneğinden yararlanamayan işçilere günlük 39 lira gibi bir sadaka ücreti uygun görüldü. Tüm ödemelerin kaynağı ise İşsizlik Sigortası Fonu…

Büyük çoğunluğumuz ise “Evde Kal”ın kapsama alanı dışında; fabrikalarda, inşaatlarda, işyerlerinde her an salgına yakalanma korkusu altında çalışmaya devam ediyor, birçok emekçi kardeşimiz de yakalandığı salgından kurtulamayarak hayatını kaybetti.

Bu pisliği devrim temizler!

Çarkları döndüren milyonlar işsizlik-açlık-salgın cenderesine sıkıştırıldı. Burjuva düzen partileri, işçilerle alakası kalmamış asalak sendikacılar; hepsi, kabuğumuza çekilerek kaderimize razı gelmemizi istiyor.

Görüldü ki, çarkları döndürenler olmasa bu düzen çökecektir.

Üreten ama yok sayılan, tüm zenginliğin yaratıcısı olan ama kırıntı reva görülen işçi sınıfı, bu çürümüş düzeni tarihin çöplüğüne gömecek bircik güçtür.

Tarihin çağrısı budur; artık kaderimizi kendi ellerimize almanın, çürümüş kapitalizmi yeryüzünden söküp atmaya girişmenin zamanıdır.

2020 1 Mayıs’ını bu koşullarda karşılıyoruz.

Bu yıl büyük kitleler halinde meydanlarda olamasak da bulunduğumuz her yerde, işyerlerinde, mahallelerde, balkonlarda… her olanakla taleplerimizi dile getirip şanlı işçi bayramını-mücadele gününü selamlayacağız.

Öncesinde olduğu gibi, 1 Mayıs’tan sonra da, üretenler olarak kaderimizi ellerimize almak için örgütlenecek, dayanışmamızı büyütecek, canımıza ve geleceğimize kast eden bu sisteme karşı, insanca, yaşanabilir bir dünya için; sosyalizm için örgütleneceğiz.

Yaşasın 1 Mayıs İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü!

Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!

Ya Sosyalizm Ya Ölüm!

Kapitalist sömürü ve yağma düzenine karşı; Yaşasın 1 mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü!

Tüm dünyaya yayılan koronavirüs salgını kapitalist sömürü ve yağma düzenini tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi.

Tüm dünyada, işçi-emekçilerin, hakların sömürü, yağma ve baskılara karşı büyük ve yaygın tepki ve protestoları ile sarsıldığı, kapitalizmin dünya çapında derin bir ekonomik kriz içinde olduğu, işçi-emekçilere, haklara, insanlığa hiçbir gelecek sunamadığı bir dönemde salgınla yüz yüze kaldık.

Birkaç istisna haricinde tüm kapitalist devletlerin, açık ya da gizli ‘sürü bağışıklığı’ diye tarif ettikleri, ‘ölen ölür, kalan sağlar çalışmaya devam eder’ mantığı ile insanlık dışı tutumlar aldığı gördük, görüyoruz.

Tüm yaldızlar döküldü, tüm yalanlar açığa çıktı. ‘Ekonominin çarkları’ dönmek zorundaydı! Bunun için işçiler kendilerini feda etmeli, ekonomileri ayakta tutmalıydı. Bunun için sermayeye milyarlar akıtılırken, işçilere açlıktan ya da çalışırken hastalanarak ölmek dayatıldı.

Görüldü ki, sağlık başta olmak üzere, eğitim, barınma gibi toplumun en temel ihtiyaçlarının kar güdüsü ile sermayeye açmak, ticaretin konusu yapmak toplu cinayet anlamına geldiği görüldü.  

Bu ülkenin yönetenleri, Saray, salgını da bir fırsata, Allahın yeni bir lütfuna döndürmek için kolları sıvadı. Salgın öncesi, ekonomik ve siyasi kriz içinde savaş, baskı ve zor ile ayakta durmaya çalışan siyasi iktidar, salgının yarattığı puslu havayı, baskıyı, sömürüyü ve yağmayı arttırmanın bir fırsatına çevirmeye çalıştı, çalışıyor.

Ülkede emek gücüyle yaratılan tüm zenginliğin kaynağı olan işçi-emekçilere, yoksul halka reva görülen ‘sabun, abdest, kolonya’  ve bir miktar sadaka kabilinden para oldu!

Milyonlarcamız işsiz kaldık. Apar topar kepenkleri inen binlerce merdiven altı, ‘merdiven üstü’ işyerlerinden ücretsiz olarak ya da üç kuruş parayla gönderilerek evlerimize kapandık.

İşten atmaları yasaklama adı altında patronlara, işçileri üç ay ücretsiz izne ayırabilme hakkı tanındı. Ücretsiz izne çıkarılanlara, işten çıkarılan ama işsizlik ödeneğinden yararlanamayan işçilere günlük 39 lira gibi bir sadaka ücreti uygun görüldü. Tüm ödemelerin kaynağı ise İşsizlik Sigortası Fonu…

Büyük çoğunluğumuz ise “Evde Kal”ın kapsama alanı dışında; fabrikalarda, inşaatlarda, işyerlerinde her an salgına yakalanma korkusu altında çalışmaya devam ediyor, birçok emekçi kardeşimiz de yakalandığı salgından kurtulamayarak hayatını kaybetti.

Yaşanan bu süreç aynı zamanda, kadın emeğinin sömürüsünün ve kadına şiddetin arttığı, ancak görünmez kılındığı bir soncu da ortay çıkarttı.

Salgın, politik kazanç elde etme malzemesine dönüştürüldü. AKP’li belediyeler, vakıflar, cemaatler yardım toplayabilir, dağıtabilir ama HDP’li, CHP’li belediyeler, dayanışma ağları yapamaz. Halk can derdindeyken HDP belediyelerine kayyum atandı. Kanal İstanbul projesi kapsamında ihaleye çıkıldı. Salda Gölü çevresi tarumar edildi. Atatürk havalimanı, sahra hastanesi yapımı bahanesiyle ranta açıldı. Hapishanelere dönük yapılan infaz düzenlemesinde mafyacılar, çocuk istismarcıları, kadın katilleri serbest bırakılırken bir tweet attığı için tutuklanan öğrenciler, haber yapan gazeteciler, rehin tutulan Kürt siyasetçiler, devrimci sosyalistler yok sayıldı. Özgürce konser vermek isteyen Grup Yorum üyesi Helin Bölek, sadece adil yargılanmak isteyen Mustafa Koçak’ın talepleri görmezden gelinerek ölüm oruçlarında hayatlarını kaybetmelerine neden olundu. Bu ölümlere karşı oluşan tepkiye rağmen Grup Yorum üyesi İbrahim Gökçek için de hiçbir adım atılmamakta ısrar ediliyor. Ve bu arada milliyetçilik daha da yükseltilerek, Suriye’de, Libya’da ve Kürt halkına yönelik savaş politikaları sürdürüldü.

Böylesi koşullarda 2020 1 Mayıs’ını karşılıyoruz. Salgın kapitalist sömürü ve yağma düzenini tüm çıplaklığı ile ortaya koyarken işçi sınıfının, emekçilerin hayatı var eden gücünü de ortaya koydu.

İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü’nde başta çalışmak zorunda bırakıldığımız işyerleri olmak üzere, bulunduğumuz her yerde, meydanda, mahallede, sokakta, balkonda, 1 Mayıs’ta taleplerimizi güçlü bir şekilde seslendirmeye çağırıyoruz.

  • Tüm kaynaklar halk sağlığı için seferber edilmelidir.
  • İşten çıkartmalar, ücretsiz izinler yasaklanmalı, tüm çalışanlar ücretli izine çıkarılmalıdır.
  • Çalışmanın zorunlu olduğu sektörlerde, işçilerin salgına karşı korunması için hekimler ve işçilerin denetiminde önlemler alınmalıdır.
  • Salgın süresince tüm faturalar devlet tarafında karşılanmalıdır.
  • Kayıt dışı çalışan ve şu anda hiçbir geliri olmayan, ücretsiz izine ayrılan işçi-emekçiler, yoksul halka en az asgari ücret tutarında doğrudan gelir desteği sağlanmalıdır.
  • Tüm hastaneler kamulaştırılmalıdır.
  • Salgına karşı toplumun korunması için gerekli kaynak, sermaye sınıfı ve rantiyeye konacak servet vergisi ile karşılanmalıdır. Bu kaynağın kullanımı toplumun denetimine açık olarak organize edilmelidir.
  • ‘İnfaz Yasası’ndaki ayrımcılık, devam eden kayyum politikaları ve belediyelerin çalışmalarının engellenmesi üzerinden sürdürülen siyasi baskılar son bulmalıdır.

Virüs değil kapitalizm öldürür!

Krizin de salgının da faturası sermeye sınıfına!

Yaşasın 1 Mayıs! Biji Yek Gulan!

Yaşasın sosyalizm!

İstanbul 1 Mayıs Platformu

‘Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından’

“Günlerin bugün getirdiği, baskı zulüm ve kandır.
Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez,
Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde.

Biliyoruz ki bugün içinden geçtiğimiz dönem biz işçi ve emekçiler için oldukça zorlu. Bu zorluk sadece virüsün yayılması ile ilgili değil. Dün de bildiğimiz, tüm çıplaklığı ile ortada olan durumun bugün çok yönlü bir biçimde yeniden karşımızda duruyor olması gerçeği ile karşı karşıyayız. Tablo oldukça net; kapitalizm insanlık için çürümüşlük dışında hiçbir şey sunmuyor. Bu gerçek sadece ülkemizde değil, tüm dünyada böyledir. Milyonlarca işçi ve emekçinin açlık ve ölüm arasında bir tercihe zorlandığını görüyoruz, bir savaştan diğerine koşan devletlerin, sıra insan sağlığına geldiğinde aldıkları insanlık dışı tutumu görüyoruz. Milyonlarca liralık lüks tüketim eşyalarına sahip olanlar, sağlık emekçilerinin en temel koruyucu ekipman ihtiyacını bile karşılamaktan aciz durumdalar.

Daha net bir biçimde ifade etmek gerekirse; kapitalizm çürümüştür, insanlık adına ne bilim ne de sağlık ulaşılabilir durumdadır, en temel ihtiyaçlar bile üretilememektedir, kullanılamamaktadır. Bunu herkes görüyor, duyuyor ve biliyor.

Ülkemizdeki durum da çok farklı değildir. Milyonlarca işçi arkadaşımız zorunlu sektörlerde olmamasına rağmen ücretli izin hakkına sahip değildir ve bu sektörlerin neredeyse hiç birinde yeterli tedbir alınmamaktadır. Zorunlu sektörlerin durumu da benzerdir. Aynı zamanda milyonlarca işçi arkadaşımız ise ya işten çıkarılmıştır ya da ücretsiz izne zorlanmaktadır. Yaklaşık 5 milyon kişiden bahsediyoruz.

Önlem adına açıkladıkları her ekonomik pakette, işçi-emekçilerin değil sermayenin çıkarı gözetilmiştir. Destek bize değil, onlaradır. Ücretsiz izin için belirlenen 1.170 TL rakamı ile bizlere dilenci muamelesi yapılmaktadır.

Oysa tamamı bize ait olması gereken İşsizlik Sigortası Fonu’da, halihazırda 130 milyarı aşkın para vardır ve bu para ile işsiz bırakılan milyonlarca emekçiye aylarca asgari ücret tutarında ödeme yapılabileceğinin farkındayız. Yani hakkımız olanı istiyoruz, her gün kendi ellerimizle yeniden ve yeniden yaratığımız zenginlikten hakkımız olanı, payımıza düşeni istiyoruz.

Farkındayız, tablo bizim açımızdan her geçen gün biraz daha ağırlaşacak. Salgın döneminin sona ermesi de bu sorunu çözmeyecek ve bu sürecin faturası biz işçi ve emekçilere kesilmeye çalışılacak.

İşte böyle bir tabloda 2020 1 Mayıs’ını karşılıyoruz. Bu 1 Mayıs, işçilerin birliğini ve dayanışmasını hem tüm dünya ölçeğinde geliştirmeli hem de bu süreçte yürütülen mücadeleyi büyütecek tarzda olmalıdır. Bu adımı bugünden atmak bizler için hava kadar su kadar zorunlu bir ihtiyaçtır.

Bu yüzden tüm işçi ve emekçi arkadaşlarımıza, emekten yana olan dostlarımıza çağrımızdır.

1. İşçi sınıfına ayak bağı olan sendikalara karşı; haklarımızı tırpanlayan, bizi açlık ve ölüm ikileminde bırakanlara karşı, bir bütün olarak mevcut düzene karşı mücadeleyi büyütmenin zamanıdır. İşçi birlikleri kurmanın, sendikalarımızı geri almanın, haklarımız için grev örgütlemenin zamanıdır. 2020 1 Mayıs’ı bunların bir adımı olarak ele alınmalıdır.

2. Bizden sessiz kalmamızı istiyorlar. İşyerlerindeki patronlar “bu iş yerinde korona var derseniz iş alamayız ve sizi işten çıkartırız” diyerek bizi tehdit ediyorlar. Örgütlü iş yerlerinde bile sendikalar sessiz, işçiler haklarını isteyemiyorlar. Bu yüzden 30 Nisan günü tüm arkadaşlarımızı iş yerlerinde 1 Mayıs eylemi örgütlemeye çağırıyoruz. Bu kapsamda Tüm Çalışanlar İçin Sağlık Platformunun kararlarını anlamlı buluyor ve herkesi bu mücadeleyi birlikte büyütmeye davet ediyoruz. Herkes kendi iş yerinde yaşadığı sorunları, karşılaştığı hak ihlallerini kısa videolar çekerek tüm topluma duyurmalı. İş durdurulabilen alanlarda kısa süreli de olsa üretimden gelen gücümüz gösterilmeli. Unutmayalım gücümüzü görebileceğimiz ve gösterebileceğimiz en iyi yerler iş yerlerimizdir.

3. Bizler tüm işçi ve emekçileri 1 Mayıs günü her koşul altında, gerekli sağlık önlemlerini de alarak bulunduğu yerde sokağa çıkmaya, ses çıkarmaya, marş çalmaya, eğer o gün işyerinde ise işyerinde eylem örgütlemeye çağırıyoruz. Ücretli izin talebi için, milyonlarca işçinin tırpanlanan hakları için sesimize ses katmaya çağırıyoruz.

“Yepyeni bir güneş doğar, dağların doruklarından,
Mutlu bir hayat filizlenir, kavganın ufuklarından.
Yurdumun mutlu günleri, mutlak gelen gündedir.”

Yaşasın 1 Mayıs; İşçi sınıfının birlik, dayanışma, mücadele günü!

Dayanışma ağları… Kendi kaderimizi ellerimize alalım!

Şu geçen 1,5 ayda ne çok şey öğrendik, öğrenmeye devam ediyoruz.

Canımızı düşünenlerin, aynı koşullarda yaşadığımız, ürettiğimiz, salgın sürecinde tıpkı bizim gibi kaderine terk edilenler olduğunu gördük. Kendi yaşamını tehlikeye atarak çok zor koşullarda binlerce hastaya yetişmeye çalışan sağlık çalışanları olduğunu, ekmeği, sabunu üretenler, market ve kargo işçileri, bizimle aşını paylaşan komşumuz olduğunu gördük.

 Yönetenlerin ise kendilerini ve şirketleri kurtarmaktan başka bir şey için uğraşmadıklarını…

Gördük ki, onların konusu ürettikleri ile var olan milyonlar değil. Durup da acaba bizi ne zaman düşünecekler diye beklemek her geçen gün yaşamımızı daha da kötüleştirmekten başka bir şeye yaramıyor. Bizim canımızı düşünmeyenlere biz de canımızı emanet etmeyeceğiz. Onlara el açmayacağız. Çünkü bizim üreten ve paylaşan ellerimiz var.

Şimdi dönüp birbirimize bakmanın vaktidir. Dayanışmayı bilen halk olarak, bize unutturulmaya çalışılan bu kültürümüzü dayanışma ağlarıyla yeşertiyoruz. Bunu büyüteceğiz. Bu mahallelerde, bu ilçelerde yaşayanlar bizsek ve kaderimize terk edildiysek, kaderimizi ellerimize almanın vaktidir.

1 aydan uzun bir süredir, 20’den fazla mahallede ve merkezde çalışma yürüten dayanışma ağlarında, temel ihtiyaçlarımız başta olmak üzere tüm yaşamsal konularda sorunlarımıza beraber çözüm üretiyor. Dayanışmanın verilen emekle nasıl bir güce sahip olduğunu hep beraber deneyimliyoruz.

Herkesin yapabileceği bir şey var

Dayanışma ağlarının belediye hizmetlerinden farkı, ağa katılan herkesin özne olmasına olanak sağlamasıdır. Dayanışma ağları yardım dağıtmaz, ihtiyaçları dayanışma ile örgütler. Yani örneğin gıdaya ihtiyacı olan bir komşumuzun bu ihtiyacına çözüm üretirken, kendisinin ne konuda emek verebileceğini ona sorar; örneğin sağlık çalışanları için siperlik üretmesini isteriz. Aynı zamanda dayanışma ağlarında herkesin sürece fikriyle katılmasını, öneriler geliştirmesini teşvik ederiz.

Örgütlenme

Dayanışma ağları bizim için, toplumun kendi yaşamını örgütleme alanıdır. Ağlardaki gönüllülerden kimi belki mahalledeki bakkal, sucu, sağlık kuruluşu ve eczanelerin verilerini toplayacak; buralarda gıda ve ilaç durumunu takip edecek, kimi yerelde stokçuları/karaborsacıları tespit edecek, kimi aşevi örgütleyecek, kimi onun temizlik ve hijyen denetimini yapacak, kimi ise bilgi ve deneyimlerini aktaracak… Karşımıza çıkan her konu, her ihtiyaç bir örgütlenme konusudur.

Hem tartışma, hem pratik

Dayanışmayı geliştirmek için öneriler geliştirir ve bunları tartışırken, bu tartışmaların işi yapmanın önünde engel olmaması gerekir. Aynı şekilde, yapılan çalışmaların yoğunluğu ve ihtiyaçların aciliyeti de, ağlardaki gönüllülerin yeni öneri ve fikirlerini tartışmasının önüne engel olmamalı.

Dayanışma ağlarında bugüne kadarki deneyimlerimizden yola çıkarak tüm gönüllülere beraber geliştirebileceğimiz önerilerimiz var:

  • Dayanışma ağı kurduğumuz alanımızda (mahalle veya ilçe) ne kadar sağlık kuruluşu, ne kadar bakkal, sucu, eczane olduğunun bilgisini toplamalı, buralardaki çalışanlarla sürekli irtibat halinde olmalı; gıda ve malzeme durumuna dair bilgi sahibi olmalıyız.
  • Şimdiden yakıcı bir sorun haline gelen gıda problemini çözmek için gıda dayanışmasını geliştirmeli, aşevleri örgütlemeli, ortak kazanlar kaynatmanın hazırlıklarını yapmalıyız.
  • Ağları sokak sokak, bina bina yaygınlaştırmayı hedeflemeliyiz.   Bunun için dayanışma ağlarındaki gönüllüler olarak aynı yerelde yaşadığımız komşularımızın da dayanışmayı geliştirmek için sorumluluk almasını teşvik etmeli, birbirimizden haberdar olmalıyız.
  • Alanımızda hukuk, sağlık, eğitim gibi konularda doğru bilgiler verebilecek, mesleğine hakim kişilerle birimler oluşturmalı, doğru bilgilerin bütün alanımıza yayılmasını her yol ile sağlamalıyız.
  • Medya platformları aracılığı ile diğer dayanışma ağlarıyla birbirimizden haberdar olmalı, birbirimizin deneyimlerinden öğrenmeliyiz. Alanımızda gelişen dayanışma örneklerini en geniş biçimiyle yaygınlaştırmalıyız.

Çağırıyoruz;

Salgın sürecinde kendi kaderine terk edilmiş hisseden herkes; dayanışma ağlarına katılarak, emek vererek bu ağın parçası olun. Eğer bulunduğunuz yerellerde henüz bir dayanışma ağı yoksa, tanıdıklarınızdan başlayarak harekete geçin. Kendi gücümüze, yanımızdakinin gücüne güvenelim. Elimizden geleni dayanışmayla paylaştıkça, kaderimizi ellerimize alabiliriz.

Önümüzdeki dönemin en önemli konusu, toplumun örgütlenmesi olacak. Bizim gibi açlıkla hastalık arasında terbiye edilmeye çalışılanların gücü, her şeyi değiştirebilir. Bunu ancak biz başarabiliriz, ve beraber başarabiliriz!

1905, Ermeni Soykırımı’nın 105. yıldönümü

Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük…

Tüm mesele, ‘devletin bekası’…

Çözüm; “bu devlete bir millet lazım”…

Wilson prensiplerinin 12. Maddesi; ‘Anadolu’da Türk unsurunun hakim kılınması’…

Sonuç; emperyalist paylaşım savaşlarının birincisinin ortasında Ermeni ve Süryani halklarının soykırımı ile başlayan Anadolu coğrafyasının çoraklaşması, kimliksizleşmesi üzerinden modern kapitalist sömürü ve zulüm düzeninin tesisi…

Bir asır sonra gelinen nokta, ‘devletin bekası’…

Bu sefer cevabı, işçi-emekçilerin, halkların ortak mücadelesi verecek…

Mustafa Koçak ölümsüzleşti, Mutlak hesap sorulacak

Hiçbir delil olmadan bir itirafçının beyanlarıyla hapiste tutulan #MustafaKoçak’ı, adil yargılanmak için başlattığı ölüm orucunun 297. gününde kaybettik. Katil Devlet Hesap Verecek!

Soru nedir? Soru neden sorulur? Soru kime sorulur? Bir soru; bugün neye ihtiyacımız var?

Günümüz kapitalist devletlerinin iddiası milyonlarca insanı yönetebilmek. İnsanlar arasındaki ilişkileri, insanların eğitimlerini, sağlıklarını, güvenliklerini planlamak iddiasındalar. Tüm bunları yapmaya mecbur olmalarının sebebi, o milyonların ürettikleri… Bunları yapmak zorundalar çünkü o milyonların ürettikleriyle kendilerine kurdukları cennette yaşamaya devam edebiliyorlar.

Milyonlar ise onların gözünde sadece sayılardır, karlarına kar katmak için işlerine yarayan sayılar. Sayılar hasta olur mu? Sayılar ölebilir mi? Sayılar aç kalabilir mi? Sayıların çocukları var mıdır bakmak zorunda oldukları? Biraz eksilseler sorun olur mu? Yoksa zaten milyonlarcadırlar ve hesaba dahil edilmeyecek küsurat mı olur eksilmeleri?

Her gün açıklanmaktadır; şu kadar test yapıldı, şu kadar hasta yoğun bakımda ve şu kadarı ölmüştür. İçinden geçtiğimiz salgın süresince tüm dünyada üretenlere, yaşamı var edenlere sadece sayılar olarak bakıldığını gördük, görüyoruz. Sınırlarında doğana bakmakla yükümlü olduğu iddia edilen devletlerin ise ilgilendiği tek şeyin ekonomi olduğunu gördük, görüyoruz.

Biz sayılardan ibaret değiliz; yaşamlarımız için sorularımız var.

Ölüm nedeni belirsiz veya zatürre olarak geçip de virüsten ölen kaç kişi var? Yoğun bakım hastalarında artış yok denirken kaç hasta yoğun bakımdayken hayatını kaybetti ve onların yerine kaç yeni hasta geldi? Şu an kaç işçi hangi koşullarda çalışıyor? Kaç işçinin ücretsiz izin ile işine ara verildi veya kaçı işten çıkarıldı?

Elbette ki sorular cevaplandırılmaları içindir ve muhataplarına yöneltilir.

Bugün ilk akla gelen muhatap olan devlet ise soruları tersten cevaplandırmaktadır. Hastane inşa edeceğiz diyerek Atatürk havalimanını ranta açmak ama Adana’da belediye tarafından kurulan sahra hastanesini mühürlemek; salgın sebebiyle kapalı bulunan Salda gölünde çalışmalara başlamak; infaz yasasını geçirerek katilleri, tacizcileri, çocuk tecavüzcülerini bırakmak; Soylu, Saray, Pelikan, Ergenekon arasında çeşitli güç oyunları; ‘maliyeti yüksek’ olur diyerek insanların canları üzerinden yapılan hesaplamalar; boğaz arazilerini bir yıllık 3100 lira gibi bir ücretle kiralamak ama ücretsiz ekmek dağıtımını yasaklamak… Soruları da cevapları da uzatmak mümkündür.

Kabul edilmelidir ki soruları soran bizler bu cevaplar karşısında soruların muhatabı haline de geldik. Yaşamak ve yaşatabilmek için bu soruların cevabına ihtiyacımız varsa onları cevaplandırmakla da yükümlü olan bizleriz.

Önümüzde iki seçenek vardır: Ya açıklanan tüm verileri kabul ederek iyiye gittiğimizi, ne kadar da güçlü bir ekonomimiz olduğunu, işçilerin canını kurtarmak için hafta sonu sokağa çıkma yasağının bilimsel olarak yeterli olduğunu kabul etmek, ya da bunları kabul etmiyorsak gerçekleri gün yüzüne çıkarmak için bir araya gelmek.

Bu süreçte yaşananlar bizim sorumluluğumuzdadır.

İster kabul edelim ister etmeyelim iş başa düşmüştür. Bu sorumluluğu üstelenmemiz gerekmektedir. Yaşamak ve yaşatmak için Türk Tabipler Birliği, sendikalar, meslek odaları, siyasi partiler ve örgütler, belediyeler, demokratik kitle örgütleri, dayanışma ağları, sorularımıza cevapları da, çözümü de biz birlikte bulabiliriz diyen bütün örgütlenmelerin bir araya gelerek bir kriz koordinasyon merkezi oluşturması elzemdir.

Gerçek bilginin halka ulaştırılması, sürecin tüm açıklığıyla ele alınması ve incelenmesi, alınması gereken önlemlerin doğrudan hayata geçirilmesi, açığa çıkan ihtiyaçların koordineli bir şekilde dayanışmayla karşılanması için bir araya gelelim.

Yönetenlerin eskisi gibi yönetemiyor olması yetmez; yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemiyor olması gerekir. Bugün eskisi gibi yönetilmek istemiyor olmanın göstergesi, kendi yönetim mekanizmalarımızı geliştirmek, sorunlarımıza ve sorularımıza birlikte çözüm bulmak, dayanışma ağlarıyla yaşamı savunmaktır.

Bizi ancak, ortak mücadele ve dayanışma yaşatır!

İşçi Gazetesi’nin 180. sayısı çıktı!

Milyonlarca işçi-emekçi öldürücü salgına rağmen hala fabrikalarda, şantiyelerde, atölyelerde kâr hırsıyla hiçbir önlem alınmadan çalıştırılmaya devam ediyor.

Her gün televizyon ve gazetelerden sayılar yayınlayanlar o sayıların insan olduğu gerçeğini bize unutturmak istiyor.

Hafta içi sıkış tepiş servislerle işe gitmek yasak değil, fabrikalarda yemek molası hala kısa olduğu için hızlıca kuyruğa girmek yasak değil. Kısacası virüs yüzünden ölmek yasak değil ama mesela; “Bizi virüs değil, bu düzeniniz öldürür” demek yasak!

Efendilerinin papağanı olmak dışında bir işe yaramayan burjuva medya, bize reva görülen esareti perdelemekle vazifeli.

Burjuva medyanın karanlığını deleceğiz!

İşçinin emekçinin sesini, sokaklarda, mahallelerde, fabrikalarda daha da yüksek sesle duyurmaya devam ediyoruz.

Burjuva Medya Mezara, Yaşasın İşçi Gazetesi!

Gazetemize; Kaldıraç bürolarından, Aka-Der şubelerinden ve [email protected]’a talep bildirerek ulaşabilirsiniz.

Tüm Çalışanlar için Sağlık Platformu’ndan işyerleri önünde eylem

Tüm Çalışanlar için Sağlık Platformu salgın nedeniyle işçilere ölüm dayatılmasına karşı eylemdeydi.

Sabah saat 07.30’da Tuzla Sedef Tersanesi önünde, ardından ise Mutlu Akü ve Omega Motor önünde yaptığı açıklamalarla salgın karşısında işçi hayatını önceleyen önlemlerin acilen hayata geçirilmesi, zorunlu mal ve hizmet üreten işyerleri dışındaki tüm işyerlerinde üretimin durdurulması, işçilerin ücretli izne çıkartılması ve işçileri salgın hastalığa, ölüme mahkûm eden işyerlerinde işçilere işten kaçınma hakkını kullanma çağrısı yaptı.

“Geber” diyenlerin hepsinden hesap sormak için…

Bugün Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, İl müdür yardımcıları olan Nail Noğay’ı görevden aldı.

Nail Noğay, Roman bir kadına “Geber” dediği için.

8 Nisan Dünya Romanlar Günü’nde, “Bu sabah çöpleri gezerek çocuklarıma ekmek getirdim. ‘Evden çıkma’ diyenler gelip evimin halini görsün. Çocuklarım aç, mecbur çıkacağım” demişti kadın. İstanbul Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdür Yardımcısı Nail Noğay ise videonun altına “Açız” diyen kadına “Geber” diye yazmış.

Nail Noğay’ı görevden alarak kendinizi aklayamazsınız. O sizin aynanızdır.

Romanları, Ermenileri, Kürtleri, Alevileri, ezilen tüm halkları ‘geber’tme planları yapanların, Hrant’ın katillerinin, halkların katliam emirlerini verenlerin, göz yumanların, alkış tutanların aynasıdır.

“Geber” yazan, bakanlığın il müdür yardımcısıdır.

Tek o mudur? Peki bugün tüm bakanlıklar yaptıkları anlaşmalarla, ihalelerle şirketlere milyarlar saçarken, devlet hastanelerindeki doktorlara koruyucu maske bile sağlamazken; halkların vergileriyle ceplerini dolduranlar, işçi ve emekçileri salgın koşullarında ölümüne çalışmaya iterken ne demek istiyorlar?

Gıda ve sağlık ihtiyaçları karşılanmayan milyonlara “evde kalın” demek, “Geber” demek değilse nedir?

Şirketlere milyarlarca lira, halka ise kolonya dağıtacağız demek “Geber” demek değilse nedir?

Bakanlık konuyla ilgili açıklamasında, “Bilinmelidir ki Türkiye Cumhuriyeti’nin olduğu yerde kimse sahipsiz ve yalnız değildir” demiş . Biliniyor, tabii… İsterseniz bakanlık görevlileri olarak hastane hastane gezip maskesiz ve koruyucu ekipmansız çalıştığı için korona olan doktorların da yüzlerine söyleyin bunu tek tek. Alınmayan önlemlerden dolayı ölenlerin yakınlarının gözünün içine bakarak da söyleyin.

Bakanlığınızın kadına yönelik şiddeti destekleyen politikalarından güç alarak kendilerini döven erkeklerle şu an aynı evde oturan kadınlara söyleyin. Diyin ki; “Türkiye Cumhuriyeti’nin olduğu yerde… Hiç kimse…” Ensar Vakfı’nda tecavüze uğrayan çocuklar için “Bir kereden bir şey olmaz” demişti bakanınız. O çocuklara, o çocukların ailelerine de söyleyin tek tek.

Şimdi siz yönete’meye’nlere değil; biz bize döneceğiz; halklar, işçiler, emekçiler, kadınlar olarak yaşamak ve yaşatmak için harıl harıl çalışan dayanışma ağlarımızı büyütecek, geliştireceğiz. Halkların birbirinden aldığı gücü büyüteceğiz. Ama sanmayın sizi unutacağız. Dün ve bugün bize “Geber” diyenlerin hepsinden hesap sormak için örgütleniyoruz.