Ana Sayfa Blog Sayfa 192

İstanbul Atatürk Havalimanı’nda IŞİD katliamı

Meydana gelen saldırıda 41 kişinin hayatını kaybettiği, yaralanan 130 kişinin tedavilerine devam edildiği valilik tarafından açıklandı.

“Emareler DAEŞ örgütünü işaret etmekte”
Havalimanına ziyarette bulunan Başbakan Binali Yıldırım saldırıya ilişkin, açıklamalarda bulundu: “Şu ana kadar tespit edilen vefat sayısı 36 artı 3 canlı bomba. Yaralılarımız var. Yaralılarımızın birçoğu hafif yaralı ama çok az sayıda durumu biraz daha ciddi olan yaralılarımız da mevcuttur. Tedavileri büyük titizlikle sürdürülmektedir. Güvenlik güçlerimizin yaptığı tespitler, terör eyleminin DAEŞ örgütünce gerçekleştiğini işaret etmektedir” dedi.

Yayın yasağı
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından, Başbakanlığın talebi üzerine, İstanbul Atatürk Havalimanı dış hatlar terminalinde meydana gelen patlamaya ilişkin geçici yayın yasağı getirildiği bildirildi.
Bakırköy 3. Sulh Ceza Hakimliği de, Atatürk Havalimanı’nda gerçekleşen saldırı sonrasında yazılı ve görsel basın, sosyal medya ile internet ortamında faaliyet gösteren medyada, her türlü haber, röportaj ve olay görüntülerine ilişkin yayın yasağı getirilmesine karar verdi.
CNN Türk Ankara Temsilcisi Hande Fırat’ın haberine göre, istihbarat birimleri saldırıdan 20 gün öne devletin ilgili birimlerini IŞİD’in saldırı düzenleyebileceği yönünde uyardı. Habere göre, uyarı metninde Atatürk Havalimanı’nın ismi de bulunuyordu.
HDP Eş Genel Başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ Atatürk Havalimanı’nda meydana gelen canlı bomba saldırısıyla ilgili ortak açıklama yaptı:

‘IŞİD’e karşı daha fazla mücadele ve dayanışma’
“Beyrut’tan Reyhanlı’ya, Suruç’tan Paris’e, Bağdat’tan Kobani’ye, Tunus’tan Brüksel’e, Ankara’dan İstanbul’a, Irak’tan Suriye’ye kadar çok geniş bir coğrafyada insanlık suçu işleyen IŞİD’e karşı daha fazla mücadele ve dayanışma içinde olmamızın önemi açıktır.”
‘Destek veren hükümetlerin sorumluluğu büyük’
“Bu yapıların bu kadar rahat saldırılar yapabiliyor olmasında, bunlara destek veren hükümetlerin sorumluluğu büyüktür. Dış politikasını barbar çetelere destek üzerinden kuran, halen ‘El Nusra neden terörist oluyormuş’ diye soran bir zihniyet bugün yaşananların da sorumlusudur.
Yanlış dış politikanın, şimdiye kadar insanlığa karşı suçlarıyla bilinen barbar çetelerle yürütülen yanlış ilişkilerin ağır faturasını ne yazık ki yurttaşlarımız ödemek zorunda kalıyor. Suriye’yi yaşanmaz bir ülke haline getiren silah sevkiyatlarının, verilen lojistik desteklerin sonuçları, bugün tüm yurttaşlarımızın yaşam haklarını tehdit ediyor.”

‘Tek Adam’ çabalarını ibretle izliyoruz’
“Dış politikası tam bir fiyasko olan siyasi iktidarın ve bunun taşıyıcılarının hiçbir utanma ve sıkılma yaşamadan koltuklarında oturmaya devam edip, ‘tek adam’ yönetimini sağlamak için çabalamalarını ibretle izliyoruz.”

‘Huzur ve istikrar iddiaları yok hükmündedir’
“Bu iktidar Türkiye’ye istikrar ve huzur getirme özelliğine sahip değildir. Ülke içinde ve dış dünyayla ilişkilerinde iktidarını sürdürmek için gerginlik, kutuplaşma, çatışma ve savaşı kullanan bir zihniyetin huzur ve istikrar iddiaları yok hükmündedir. Dışımızdaki dünyanın açık bir biçimde gördüğü bu gerçekliğin Türkiye’de de fark edilmesi, bu gidişe dur demenin bir adımı olacaktır.”

Kadıköy Rıhtım’da Atatürk Havalimanı Saldırısına Dair Basın Açıklaması
Atatürk Havalimanı’nda onlarca kişinin yaşamını yitirdiği saldırı Kadıköy Rıhtım’da protesto edildi. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla Kadıköy Rıhtım’da siyasi kurumların da katılımıyla gerçekleşen basın açıklamasında AKP hükümetinin cihatçı çetelerle işbirliği yapmasına ve ülkede yürüttüğü savaş politikasına tepki gösterildi.

Havalimanına İlişkin Kaldıraç Açıklaması:
Biz dur demedikçe, onlar binlerce korumayla gezip, kale gibi saraylarında, villalarında oturmaya devam edecek, zenginliklerine zenginlik katacaklar; ölen ise bizler olacağız.
Savaşa, katliamlara, yağmaya karşı ayağa kalkmak, hesap sormak dışında bir seçeneğimiz yok!
Ya onların savaşında susup, sinip, insanlığımızdan çıkıp ölümü bekleyeceğiz ya da “ARTIK YETER! diyerek hesap soracağız.
Direnisteyiz3.org, yarinhaber.com

10 Ekim katliamında kaybettiklerimiz 9. ayında anıldı

Ankara Garı önü
Ankara katliamının 9. ayında 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği’nin çağrısıyla Gar önünde anma eylemi gerçekleştirildi. Anma eylemine barış şehitlerinin yakınları ve katliamda yaralananlar da katıldı. Patlamanın gerçekleştirildiği saatte (10.04) saygı duruşu yapılarak anma etkinliği başladı. Dernek adına konuşma yapıldı. Yapılan konuşmada 10 Ekim iddianamesi hakkında bilgiler verildi ve ailelerin talepleri dile getirildi. Dernek adına yapılan konuşmadan sonra şehit yakınları ve yaralılar da konuşma yaptı. Yapılan konuşmaların ardından sloganlarla anma eylemi sonlandırıldı.

İstanbul
İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonu’nun çağrısıyla her ay olduğu gibi ayın 10’unda Kadıköy İskele Meydanı’nda bir araya gelen kitle “Ankara Katliamı’nı Unutmadık, Unutturmayacağız. Katili Tanıyoruz! Katliamın Hesabını Soracağız” yazılı pankart açtı. Anmada “Ankara’nın hesabı sorulacak”, “Katiller halka hesap verecek”, “Barış şehitleri ölümsüzdür” sloganları atıldı.
Eylemde ilk olarak konuşan Tabipler Birliği Başkanı Raşit Tükel, sorumluların yargı önüne çıkarılmadığına dikkat çekerek bu konudaki çalışmalarının süreceğini dile getirdi. Tükel’in ardından konuşan CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ise, “Bu iktidar DAİŞ’in zihin akrabasıdır. Onun için sorumlular yargı önüne çıkmadı. DAİŞ’i terör örgütü olarak görmüyorlar” dedi.
İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyon adına yapılan basın açıklamasını ise Fadime Kavak okudu. Açıklamada Diyarbakır’dan Suruç’a oradan Ankara’ya uzanan katliamları gerçekleştirenler ve “bomba patlayınca oyumuz arttı” diyebilecek kadar insanlıktan çıkmış siyasi sorumlular cezalandırılmadığı için, her ay ortalama bir canlı bombanın patladığı şehirlerde yüzlerce insan ölüyor. Daha geçen gün aynı cihatçı – tecavüzcü karanlık eller kendilerine hibe edilen silahlarla ve patlayıcılarla İstanbul’da elliye yakın cana kıydılar dedi. Anmada kitle ”Barış şehitleri ölümsüzdür” ”Katiller halka hesap verecek” ”Ankara’yı unutma unutturma” ”Barış şehitleri ölümsüzdür” sloganları attı.
İzmir
Kıbrıs Şehitleri Caddesi, Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde Kaldıraç, Halkevleri, ESP, Devrimci Parti, SYKP, HDP, İHD, 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği’nin katılımıyla 10 Ekim Ankara katliamının aydönümü dolayısıyla anma etkinliği gerçekleştirildi.
Anma etkiniği 10 ekim şehitleri aileleri ve yaralıları için dayanışma kartları yazmak için kurulan stantla başladı.
Dayanışma kartları yazımından sonra 10 ekim şehitleri, 10 temmuzda hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz şahsında Gezi şehitleri ve tüm devrim ve barış mücadelesi şehitleri adına 1 dakikalık saygı duruşu gerçekleştirildi.
Yapılan basın açıklamasında iktidarın varlığını daha çok savaş ve kan ile sürdürebildiğini ve son çırpınışlarını yaşadığı belirtildi. Savaş süreci, Kürt illerinde yapılan katliam, Suruç katliamı, Ali İsmail’in katledilişi, Hurşit Külter’in kaçırılması, Suriyelilerin savaşta pazarlık aracı haline getirilmesi gibi gündemlere de değinilen açıklamada mücadele vurgusu yapıldı. Ali İsmail’lerin düşlerinin gerçekleştirileceği ve mücadelede kaybettiklerimize devrim ve barış sözü verildi ve sloganlarla bu söz haykırıldı. Açıklamadan sonra 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği adına konuşma yapan bir dostumuz dava sürecine ilişkin bilgiler verdi. Mahkeme tarafından hazırlanan iddianamede IŞİD’li çetelerin dışında hiçbir sorumlu görülmemesi, devlet görevlilerinin katliamla ilgili herhangi bir zaafiyetlerinin olmadığı geçirilmesi protesto edildi ve iddianamenin aileler ve yaralılar tarafından reddedileceği açıklandı. Yaşanan bu katliamların emperyalist savaşın ve sömürünün sonucu olduğu bir kez daha duyuruldu.
10 Ekim Barış, Emek ve Demokrasi Anıtı’na saldırı
Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından ilan edilen “Demokrasi Bayramı” adı altında sokağa çıkan gruplar 17 Temmuz günü Ankara garı önünde bulunan 10 Ekim Barış, Emek ve Demokrasi Anıtı’na saldırdı. Hayatını kaybedenlerin fotoğraflarının yer aldığı anıt parçalanırken, isimlerin bulunduğu kartonlar da tahrip edildi ve etrafa saçıldı.
10 Ekim Anıtı’nın tahrip edilmesini protesto etmek isteyenlere polis saldırısı
Yapılan bu saldırının ardından anıtı onarmak ve saldırıyı protesto etmek için gar önünde toplanan kitleye polis saldırdı. Hiçbir gerekçe göstermeden basın açıklamasının izinsiz olduğunu belirten polisler küfürler ederek kitleyi darp etmek istedi. Polis darp esnasında kayıt yapan gazetecilere de saldırdı. Polisin bu saldırısı sonucunda gar önündekiler açıklama yapamadan Gar önünden ayrıldı.

Suruç anmaları: Hiçbir düş yarım kalmayacak

Ankara
20 Temmuz 2015’de “Birlikte inşa ettik, birlikte savunacağız” kampanyası ile Kobanê’ye giden ve Suruç’taki Amara Kültür Merkezi’nde IŞİD çeteleri tarafından gerçekleştirilen bombalı saldırıda yaşamını yitiren 33 devrimci, Sosyalist Gençlik Derneği ve Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nin çağrısı ile Kaldıraç, AKA-DER, BDSP, İşçi Gazetesi, Özgür Lise, Devrimci Parti, Halkevleri, DLP, DÖP, HDP, Eğitim-Sen, Dev-Lis’in katıldığı anma ile Tuzluçayır Feyzullah Çınar Parkı’nda anıldı. Tuzluçayır Yunus Emre Şen Keke Kültür Merkezi önünde toplanan kitle ” Hiçbir Düş Yarım Kalmayacak, Suruç Şehitleri Ölümsüzdür” pankartı ile mahalle arasında sloganlarla yürüyerek Feyzullah Çınar Parkı’na geldi.
Suruç Şehitlerinin adı sayılarak yaşıyor sloganı attırıldıktan sonra başta Suruç Şehitleri olmak üzere tüm devrim şehitleri adına saygı duruşunda bulunuldu. Saygı duruşunun ardından anmayı düzenleyen kurum SGD adına basın açıklaması okundu.
Okunan Açıklamada Şunlara Değinildi:
“Suruç’ta bu toprakların en güzel çocuklarından 33’ünü öldürdüler. Bu katliamla yeni bir savaşın başlangıcını gerçekleştirdiler. Suruç’tan bu yana Ankara, İstanbul, Sur, Nusaybin, ve diğer Kürt illerinde yüzlerce insanımız katledildi, kentlerimiz yerle bir edildi. Katiller Paris, Brüksel, Orlando ve Nice’ye kadar dünya halklarına büyük acılar ve katliamlar yaşattılar.
Özellikle belirtmek isteriz ki Suruç katliamı bu toprakların gördüğü en kanlı gençlik katliamıdır. Bu katliamlarla dayanışma, mücadele ve yeniden inşa ruhuyla bir araya gelen güçlü bir gençlik hareketi olarak topyekûn teslim alınmak istemiştir. Sadece Sosyalist gençler değil, gençlik hareketi bir bütün olarak Suruç’ta hedef alınmıştır. Eşitlik, özgürlük, adalet ve barış için mücadele eden herkes Suruç’ta katledilmek istenmiştir. Bu yüzden “Suruç İçin Adalet” mücadelesi gençliğin ortak talep ve mücadelesidir.
Bizler 33’lerin yoldaşları olarak Suruç’un birinci yılında yineliyoruz 20 Temmuz 2015’de hissettiğimiz öfkemizle buradayız, Suruç’u unutmayacağız, unutturmayacağız”
Basın açıklamasının ardından anmaya katılan kurumlar konuşma yaptı. Liseli bir öğrenci Suruç Şehitleri için yazdığı şiiri okudu.
Kurumlar açıklamalarında, 33 Suruç Şehidi’nin halkların ortak mücadelesini büyütmek için orada olduğunu ve bugün onların yoldaşları olarak karanlığa teslim olmayacaklarını, Aleviler, Kürtler, kadınlar, işçiler olarak hiç bir zaman boyun eğmediklerini ve eğmeyeceklerini ve katillerden hesap soracaklarını söylediler.
Suruç Şehitlerinin resimlerinin de taşındığı anmada “Katil Devlet Hesap Verecek”, “Suruç’un Hesabı Sorulacak”, “Devrim Şehitleri Ölümsüzdür”, “Suruç İçin Adalet, Herkes İçin Adalet”, “Yaşasın Devrimci Dayanışma”, ” Kahramanlar Ölmez Mutlak Mutlak Hesap sorulacak” sloganları atıldı.

İstanbul
Suruç şehitlerinin aileleri, gençlik örgütleri ile İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonu, Suruç katliamını lanetlemek ve katliamda hayatını kaybedenleri anmak için Kadıköy’de basın açıklaması gerçekleştirdi. Gençlik örgütleri adına açıklama yapan Suruç şehidi Hatice Ezgi Sadet’in ablası ve SGDF Eşbaşkanı Özgen Sadet, “Bu katliamla gençlik teslim alınmak istemiştir. Bu yüzden Suruç İçin Adalet mücadelesi gençliğin ortak talep ve mücadelesidir” dedi.
Suruç şehit aileleri, gençlik örgütleri ile İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonu, Suruç katliamını lanetlemek ve katliamda hayatını kaybedenleri anmak için Kadıköy’de basın açıklaması yaptı.
Haldun Taner Tiyatro Salonu önünde yapılan eylemde, Suruç şehitlerinin fotoğraflarının olduğu ve “Suruç için adalet”, “Hesabını soracağız”, “Katillerden hesabı gençlik soracak” yazılı pankart açıldı. Eylemde “Suruç için adalet, herkes için adalet”, “Suruç’u unutma unutturma”, “Suruç’un hesabı sorulacak” ve “Katillerden hesabı gençlik soracak” sloganları atıldı. Eyleme ESP, EMEP, Halkevleri, EHP, HDP, HDK, Kaldıraç, AKA-DER, Devrimci Parti, SYKP, PDD ve DAF üyeleri katıldı.
Mersin
Anma saat 18:00 de Özgür Çocuk Parkında ‘Suruç İçin Adalet Herkes İçin Adalet ‘,’Suruç’un Hesabı Sorulacak’ ,’Yaşasın Devrimci Dayanışma ‘sloganlarıyla başladı. Suruç’ta katledilenler için yapılan saygı duruşunun ardından Mersin Emek ve Demokrasi Platformu Dönem Sözcüsü Yılmaz Bozkurt ve Mersin SGD adına Ekin Baran Taştan söz aldı.
Mersin Emek ve Demokrasi Platformu Dönem Sözcüsü Yılmaz Bozkurt, “Suruç katliamı sonrasında faillerinin yakalanması ve yargı önüne çıkarılması için mücadele ettik. Daha sonrasında Ankara ve İstanbul’da patlamalar yaşandı ve bu patlamaların ardından ise yüzlerce genç daha yaşamını yitirdi. Tüm katliamlara karşı demokrasi ve barıştan yana olacağız” şeklinde konuştu. “Yeter! Artık gençlerimizin kanı akmasın” dedi.
Mersin SGD üyesi Ekin Baran Taştan ise, “İlk günden bugüne katiller değil Suruç gazileri, Suruç için adalet isteyenler gözaltına alınıp, tutuklandı. Suruç katliamının aydınlatılması için tüm talepler geri çevrildi. Ve 10 Ekim’de Ankara’da barış isteğimizi haykırırken bir kez daha katledildik. Suruç’un aydınlatılmaması Ankara, Sultanahmet, Taksim ve en son Havalimanı katliamına yol açtı. Özellikle belirtmek isteriz ki, Suruç katliamı bu toprakların gördüğü en karanlık gençlik katliamıdır” dedi.
Anma etkinliği konuşmaların ardından şiirle ve “Waweyli” müzik grubunun ezgileri ile son buldu.
İzmir
Suruç katliamının yıl dönümünde 33 düş yolcusu İzmir’de anıldı. Sosyalist Gençlik Dernekleri (SGD) ve Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nin (ESP) çağrısıyla Alsancak’ta Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde yapılan anmada, “Hiç bir düş yarım kalmayacak. Unutmadık Affetmeyeceğiz” yazılı pankart açıldı, Suruç şehitlerinin fotoğrafları taşındı.
HDP, Devrimci Parti, SYKP, TÖP-G, İHD, DHF, Mücadele Birliği, Halkevleri, Kollektif, Kaldıraç, DGB ve 10 Ekim Dayanışma Derneği’nin katıldığı eylemde açıklama yapan ESP İzmir İl Başkanı Ezgi Bahçeci, 33 düş yolcusunun Kobanê’yi yeniden inşa etmek için yola çıktığını hatırlattı. Suruç katliamıyla, Saray’ın savaş konseptini devreye soktuğunu ifade eden Bahçeci, “Suruç’tan bu yana Ankara, İstanbul, Cizre, Sur, Nusaybin ve diğer Kürt illerinde yüzlerce insanımız katledildi, kentlerimiz yerle bir edildi. Katiller Paris, Brüksel, Orlando ve Nice’ye kadar dünya halklarına da büyük acılar ve katliamlar yaşattı” dedi.
Suruç katliamının, AKP ve IŞİD işbirliği ile gerçekleştiğine dikkat çeken Bahçeci, katliamın ardından ortaya çıkan belgeleri işaret etti, “Emniyet Genel Müdürlüğü, istihbarat örgütü, Urfa Valiliği, Urfa Emniyet Müdürlüğü ve Suruç Kaymakamlığı bu katliamın kim tarafından ve ne zaman gerçekleşeceğini çok iyi biliyordu” diye konuştu.
Bir yıl önce Alsancak’ta aynı noktada açıklama yaptıklarını hatırlatan Bahçeci, “Nasıl Suruç’un hesabı sorulacak diye haykırdıysak aynı öfkeyle, aynı acıyla Suruç katliamının birinci yılında da buradayız” dedi. Suruç şehitlerinin kararlılığıyla mücadeleyi yükselteceklerini haykıran Bahçeci, şu ifadeleri kullandı: “Kobanê’den, Suruç’tan esen her rüzgarda onların umut kokan düşlerini anacağız. Bizler 33’lerin yoldaşları olarak Suruç’un birinci yılında yineliyoruz, 20 Temmuz 2015’te hissettiğimiz öfkemizle buradayız, Suruç’u unutmayacağız, unutturmayacağız. Suruç’un hesabı sorulacak!”
Yapılan açıklamaların ardından Praksis müzik grubu Meçhul Öğrenci Anıtı adlı şarkılarını seslendirdi.
Direnişteyiz.org

Devrimci, sosyalist kurumlardan ve emek örgütlerinden açıklamalar: “Ne askeri ne sivil darbe”

KCK: “Darbe girişimi Türkiye’de demokrasi olmadığının kanıtıdır”
Darbe girişimine ilişkin açıklama yapan KCK, “Ortada demokrasi ve Kürt düşmanı mevcut siyasi sistemi kimin yöneteceği kavgası bulunmaktadır. Bu açıdan bu çatışmada demokrasi güçlerinin bir tarafın yanında yer alması söz konusu değildir” dedi.
‘AKP faşizmine karşı mücadele gevşetilmemeli’
Bu çerçevede demokrasi güçlerine düşen görev, yaşanan çatışmalardan sonra faşist AKP iktidarının karakteri ve uygulamalarının demokrasi adına örtülmesinin ve meşrulaştırılmasının önüne geçecek bir tutum ve mücadeleyle Türkiye’de demokratikleşmeyi sağlatacak bir demokrasi ittifakının yaratılması olmalıdır. Bu darbe girişimi AKP faşizmine karşı mücadeleyi gevşetmek bir yana, bu mücadeleyi yükselterek Türkiye’yi bu kaos ve çatışma ortamından çıkaracak demokratik bir Türkiye’yi yaratmak olmalıdır.”

Halkların Demokratik Partisi:
Demokratik siyaset tek çıkış yoludur
Türkiye’nin içinden geçtiği bu zorlu ve kritik dönemde, gerekçesi ne olursa olsun hiç kimse kendini halkın iradesi yerine koymamalıdır.
HDP, her koşulda ve ilkesel olarak her tür darbeye karşıdır.
Türkiye’nin acilen çoğulcu ve özgürlükçü bir demokrasiye, iç ve dış barışa, evrensel demokratik değerlere ve sözleşmelere uyum ihtiyacı vardır. Demokratik siyasete sahip çıkmak dışında bir yol yoktur.
Selahattin Demirtaş – Figen Yüksekdağ
HDP Eş Genel Başkanları
16 Temmuz 2016

Birleşik Devrimci Parti:
Devrimci Parti 15 Temmuzu bir darbe girişimi olarak görmektedir. Bu darbe yürürlükte olan bir saray darbesinin tam ortasında cereyan etmiş ve AKP bu başarısız darbeden ülkeyi kaosa sürükleyerek OHAL ilanını sağlamıştır. Tüm demokrasi güçleri ve sosyalistler bu saldırı politikalarına olağanüstü hal politikalarına ve olası yeni darbe girişimlerine karşı omuz omuza gelmeli, yan yana yürümelidir. Sokaklardan çekilme politikasından derhal vazgeçilmeli, halkın yerleşim alanları bizzat halkla beraber güvenceye alınmalıdır. Devrimci Parti, AKP’nin varmak istediği yerin ve sokaktaki selefi çetelerin önündeki en büyük engelin başta Kürt Özgürlük Hareketi ve Türkiye İşçi Sınıfı olmak üzere demokrasi güçleri olduğu bilinciyle hareket edilmesi gerektiğini ve devletin dağıldığı hükümetin zayıfladığı bu ortamda demokrasi mücadelesinin yükseltilmesi gerektiğini kamuoyuna açıklar.

Emekçi Hareket Partisi:
Gerçek demokrasiyi savunanlar, bu darbe benzeri onlarca daha ağır darbe politikasına imza atmış olan Erdoğan’ı bir an olsun aklından çıkarmamalıdır. En genel anlamda darbelere karşı olmak doğaldır fakat teokratik rejim yaratmak isteyen Erdoğan’ın gerçek tehlike olduğu bilinmelidir. Bu süreci kurgulamış olmasa bile birinci dereceden sorumlusudur. Gerçekten demokrasi, özgürlük ve laiklikten yana olanlar daha güçlü birliklerle, daha güçlü direnişlerle yeni bir mücadele sürecini önüne koymak zorundadır.

EMEP: “Ne darbe ne tek adam diktatörlüğü”
EMEP’in ilk andan itibaren darbeye karşı tavrı net oldu: Ne darbe, ne tek adam tek parti diktatörlüğü; çözüm demokratik haklara ve siyasal özgürlüklere sahip çıkmak, halk demokrasisi için mücadele etmektir.

Halkevleri: “Ne askeri ne sivil diktatörlüğe izin vereceğiz!”
Ne tanklarla sokakları işgal edip meclisi bombalayarak darbe girişiminde bulunanların ne de neoliberal-İslamcı bir diktatörlük kurmak uğruna ülkeyi bu noktaya sürükleyen AKP iktidarının Türkiye halklarının çıkarına dönük en küçük bir adım atma ihtimali vardır. Bu ülkenin onurlu insanları eşitlik, özgürlük, laiklik ve insanca yaşam talepleriyle yan yana gelmek, omuz omuza mücadele etmek mecburiyetindedir. Halkevleri olarak bu görev ve sorumlulukla hareket edeceğimizi tüm kamuoyuna saygıyla duyururuz.
Ne askeri ne sivil diktatörlüğe izin vereceğiz! Özgür, demokratik, laik bir ülke için mücadele edeceğiz!”

Halk Cephesi: “Askeri darbelerinizle bu halkı teslim alamayacaksınız”
“Ne Askeri Darbe Ne AKP Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye!
Amerikan uşağı AKP’yi de TSK’yı da istemiyoruz, yaşasın halkın iktidarı!
Akşam saatlerinden itibaren hükümete yönelik bir darbe yapıldığının haberleri verilmeye başlandı. Bu AKP’nin yönetememe krizinin bir sonucudur. Bugün it dalaşı gibi görünebilir ama yarın saldırılar halkı hedef alan, devrimcilere yönelik bir saldırı olacaktır. Askeri darbeleri sokağa çıkma yasaklarını ilk defa görmüyoruz. Olası bir saldırıya karşı herkesi tüm mahallelerde nöbet tutmaya, mahallelerimizi savunmaya çağırıyoruz. Askeri darbelerinizle bu halkı teslim alamayacaksınız. AKP iktidarda olduğu sürece halkın sorunlarına çözüm olmamıştır, halkı açlığa, yoksulluğa mahkum etmiştir, dün nasıl faşizmin yasalarına teslim olmadıysak bugün de olmayacağız ve direneceğiz. Bu topraklar bu vatan bizim Amerika ve işbirlikçilerini ülkemizden kovana kadar da bu mücadeleyi sürdüreceğiz.
ASKERİ DARBE DEĞİL, TEK YOL DEVRİM!

ESP: “Sokağı askere ve Saray darbecilerine bırakmayalım”
“Darbe düzeneğini bozmanın ezilenlerden yana demokratik bir düzen kurmanın yolu birleşmek ve kendi kaderimizi ele almaktır. Darbecilerin sokağa çıkma yasağı da, Saray’ın sokağı kendi kirli siyasetlerinin bir aracı haline getirme, sahte demokrasi çığırtkanlığıyla sokağı teslim alma girişimi de gayrı meşru ve halk düşmanıdır. Sokaklar halkındır. Nasıl ki 7 Haziran’dan bu yana Saray-AKP darbesine direniyorsak bugün de askeri darbeye direnmeliyiz. Saraya ve darbecilere karşı direniş cephesinde birleşelim. Sokağı askere ve Saray darbecilerine bırakmayalım. Demokrasi özgürlük için direnelim.”

Haziran: “AKP’yi halk yıkacak!”
“Türkiye’nin ilerici, sosyalist güçlerinin ve emekçilerin darbecilerden ya da TSK’dan hiçbir beklentisi olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır.
Ancak, halkımızı bekleyen asıl büyük tehlike, darbeci Erdoğan’ın Başkanlık için, Cumhuriyet’in tüm kazanımlarını yerle bir etmek için, emekçilerin tüm haklarını elinden almak için ve yeni darbeler örgütlemek için harekete geçmesidir.
Demokrasinin ve özgürlüğün ne anlama geldiğini AKP’den ve onun arkasındaki bilcümle sermaye güçlerinden, cami hoparlörlerinden öğrenecek değiliz.
AKP’nin faşist ve şeriatçı rejimini biz yeneceğiz.
AKP’yi halk yıkacak!”

DİSK: “Ülkemiz diktatörlerden diktatör seçmeye mahkum değildir”
“Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) olarak askeri darbe girişimini şiddetle protesto ediyoruz.
Darbelerden ve baskı rejimlerinden en büyük zararı görmüş, faaliyetleri durdurulmuş ve yöneticileri darbeciler tarafından idamla yargılanmış bir işçi örgütü olan DİSK, darbelerin demokrasi ve işçi haklarına verdiği zararların bilincinde olarak, kimden gelirse gelsin demokrasiye ve özgürlüklere kast eden her türlü askeri ve sivil darbeye ve diktaya karşıdır. Ülkemiz darbecilerden darbeci, diktatörlerden diktatör seçmeye mahkum değildir.
Emek, demokrasi ve barış güçlerinin birlikte mücadelesi dışında hiçbir yol Türkiye’yi içinde bulunduğu bu karanlık tablodan çıkaramaz.
Kamuoyuna saygıyla duyururuz.”

TMMOB: “Ne darbe ne dikta, yaşasın bağımsız demokratik Türkiye”
Sömürü, baskı, zulüm düzeninin çeşitli savunucuları el birliğiyle ülkeyi mahvettiler. Bu durumdan çıkış yolu askeri darbeler değildir.
Şu an süren kavga bizim için verilen bir kavga değildir. Bizim mücadelemiz aynı zamanda bu kavganın tarafları iledir. Bizim mücadelemiz sömürü, baskı, zulüm, işsizlik, yoksulluk düzeniyle, bağımsızlık, cumhuriyet, laiklik, demokrasi, emek ve barış düşmanlarıyladır.
Bu nedenle, ne AKP karanlığına teslim olacağız, ne de çözümü darbelerde arayacağız.
Askeri darbe girişiminin, camilerden okunan ve halk üzerinde daha ağır bir diktatörlüğe varacak olan cihat çağrılarına dönüşmesi ile yeni bir kaotik ortama giriyoruz.
Bu sürecin görünen sonucu, eğer mücadele etmezsek açık bir diktatörlük, açık bir faşizm ve başkanlık rejimi olacaktır.
Buna izin vermeyeceğiz. Bu ülkenin halktan, emekten, barıştan ve demokrasiden yana güçleriyle birlikte mücadeleye devam edeceğiz.
Örgütlü halkı hiçbir güç yenemez. Birbirimize güvenerek, bunu kanıtlayacağız.,
Bütün sömürücüleri, zalimleri, istismarcıları hayatımızdan kovacağız.
Kahrolsun Faşizm!
Ne Darbe, Ne Dikta, Yaşasın Bağımsız, Demokratik Türkiye!..
Emin Koramaz
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı

KESK: “Ne askeri darbe, ne sivil darbe! Çözüm: eşit-özgür-demokratik Türkiye!”
Dün gece Türkiye bir darbe girişimi ile karşı karşıya kaldı. KESK olarak her türden darbenin karşısındayız ve darbelere hayır diyoruz.
7 Hazirandan bu yana otoriter-totaliter, tekçi, mezhepçi, dayatmacı, toplumu kutuplaştırıcı bir siyaset ile başkanlık sistemini saray darbesiyle inşa etmeye çalışan AKP, bu süreçte torba yasalar, genelgelerle her türlü demokratik hakkın kullanımını ortadan kaldırmış, kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetler birliği ikame edilmiş, anayasa tanınmayarak hukuk ortadan kaldırılmış, milletvekillerinin “dokunulmazlıkları” kaldırarak parlamento kendini işlevsizleştirmiş, seçilmiş belediye başkanları yerine kayyum atayarak halk iradesini hiçe saymak için adımlar atılmıştır.
İçte ve dışta uygulanan savaş politikaları ile ülke bir cehenneme çevrilerek, aylarca yaşam alanları kuşatılmış, ölüm kutsanmış, sonu kestirilemez bir yıkım ve tahribat ortamı yaratılmıştır. Sınırlar eleğe çevrilerek IŞİD vahşet örgütünün illerimizde cirit atmasının önü açılmış ve canlı bombalarla pek çok insanımızın yaşam hakkı elinden alınmıştır.
Bütün bu süreç ve iktidarı paylaşma kavgası bir askeri darbe girişimi ile sonuçlanmıştır. Türkiye emek ve demokrasi güçleri kırk katır mı kırk satır mı dayatması ile yüz yüze kalmıştır.
KESK olarak, sendikal hak ve özgürlükler mücadelesinin yanı sıra demokrasi ve barış mücadelesi verdiğimiz için AKP ve sarayın hedef tahtasında olduk. Her türlü sindirme ve baskı politikalarıyla yüz yüze kaldık.
Ancak bu coğrafyada yaşayan diğer tüm muhalif dinamikler gibi tarihsel olarak KESK de darbelerden çok çekmiş bir mücadele geleneğinin temsilcisidir. Bu nedenle niteliği ne olursa olsun her türlü darbeye karşıdır.
KESK olarak, bize dayatılan ikileme razı olmayacağız. Ne darbelere teslim olacağız ne de bu girişime yaslanarak kirli iktidar planlarını hayata geçirmek isteyenlere, tehlikeli çağrılarla ülkeyi daha kaotik bir sürece sürüklemeye çalışanlara izin vermeyeceğiz. Üçüncü bir seçenek mevcuttur. Bu seçenek demokratikleşmenin yolunun açılması, hak ve özgürlüklerin kullanımının teminat altına alınması, içte ve dışta barışın tesis edilmesi için tüm emek ve demokrasi güçleri ile birlikte mücadeleyi büyütmektir. Eşit, özgür, demokratik ve barış içinde bir Türkiye için mücadelemizi kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğiz.
Sivil ya da askeri darbeler çözüm değil!
Çözüm emek, barış ve demokrasi güçlerinin ellerinde, halkların ortak geleceğindedir!
KESK Yürütme Kurulu

TTB: “Demokrasiden Vazgeçilemez”
Türk Tabipleri Birliği olarak tüm darbeleri ve darbe girişimlerini kınıyor, lanetliyor, karşısında olduğumuzu bildiriyoruz. Her türlü anti-demokratik girişim, şiddet ve baskının karşısındayız ve her koşul altında demokrasiyi, özgürlükleri, barışı ve yaşamı savunmaya devam edeceğiz.
Zor bir dönemden geçtiğimiz bu günlerde emek ve barış güçlerini bir arada durarak demokrasiye sahip çıkmaya, demokrasi mücadelesine destek vermeye davet ediyoruz.
Olaylarda yaşamlarını yitiren yurttaşlarımızın ailelerine başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Kadınlar sokakta, darbelere de OHAL’e de “Hayır” dedi

Ankara
Ankaralı kadınlar, HDP Kadın Meclisi’nin “Biz kadınlar darbelere karşı özgürlüğümüzü savunuyoruz” çağrısıyla 29 Temmuz’da Tuzluçayır’da buluştu. Kadınlar sokakta, darbelere de OHAL’e de “Hayır” dedi.
Polislerin güvenlik önlemi aldığı alanda kadınlar da güvenlik noktalarında bekleyerek kendi güvenliğini sağladı. Birçok kadın örgütünün katıldığı alanda kadınlar dövizleriyle sözünü söyledi. Dövizlerde, “OHAL’e hayır” “OHAL’de kadınlar bir arada, direnişte” “Erkek egemenliği ilaçla çözülemez, hadım yasasına hayır” “Tecride hayır, müzakere hemen şimdi” “OHAL kalksın, müzakere başlasın”, “Darbelere hayır demokrasi hemen şimdi” “Özgürlüğümüzü savunuyoruz” sözleri yer aldı. Kadınlar bütün renkliliğiyle OHAL’e karşı alanda yer aldı.
Menbiç’i özgürleştirme operasyonunda IŞİD’e karşı savaşırken yaşamını yitiren Eylem Ataş kürsüden sürekli anılırken; Eylem’in yoldaşları, cenazesinin hala ailesine verilmemesine karşı, “Eylem Ataş’ı istiyoruz” yazılı dövizler taşıdı.
Pınar Aydınlar’ın söylediği türkülerin ardından sahneye çıkan HDP Ankara İl Eş Başkanı Birsen Kaya, 7 Haziran’da kadın iradesini yok sayan darbeci zihniyetin darbeyle karşı karşıya geldiğini vurguladı. Kaya, demokratik siyasetin olmadığı yerde çatışma silah ve gözyaşı olduğunu belirterek, “Kadınlar olarak sokaklar da olmaya devam edeceğiz. Kimse bizi toplumsal alanda yok sayamayacaktır” dedi. Daha sonra sahneye HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, Grup Başkanvekili Çağlar Demirel, milletvekilleri Filiz Kerestecioğlu ve Leyla Birlik çıktı.
İstanbul
Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Kadın Koordinasyonu ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi, KJA’nın çağrısıyla bir çok kurumun katıldığı, Kadıköy’de “Darbelere karşı özgürlüklerimizi savunuyoruz” şiarıyla 31 Temmuz Pazar günü kadın buluşması düzenledi.
Kadınlara seslenen HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, kadınların darbeye karşı, özgürlük için yan yana gelmesinin değerli olduğunu belirtti, “Umarım bütün Türkiye’nin bütün meydanları yan yana duran, omuz omuza veren bu kadınların yarattığı güzellikte buluşsun. Eğer bu zamana kadar meydanlarda kadınlar olsaydı, meydanlarda özgürlük olsaydı, meydanlar tanklarla işgal edilmeyecekti. Bu ülkenin dört bir yanında darbe saldırıları yaşanmayacaktı. Her türlü darbe karşısında her türlü zulüm ve ayrımcılık karşısında bizlere dayatılan eşitsizlik karşısında kadınların duruşu, omuz omuza mücadelesi, darbe ve OHAL rejimine karşı gücümüz olacak. Nasıl ki yüzyıllar boyunca kadınlar onuru ve hakları için hiçbir darbeye, darbeci düzene boyun eğmediyse bundan sonra da eğmeyecek” dedi.
Minbiç’te IŞİD’e karşı direnen kadınları selamlayan Yüksekdağ, “İşte bugün diyoruz ki; hiçbir darbe olmasın insanlığa karşı, siyasete karşı darbe olmasın, kadınların, insanların yaşam haklarına darbe olmasın, bu memleket hepimize yeter. Eşit bir şekilde özgürlüklerimizle bu topraklarda yaşamaya devam edebiliriz. Eğer başaramazsak, şerden ve beladan kimse kurtulamaz.
Eylem Ataş’a ve O’nun gibi direnen cesur ve özgür kadınlara bin selam olsun.” dedi.

On binler Taksim’deydi “Askeri ve sivil darbeye HAYIR”

Dolmabahçe kolunda DİSK üyesi işçiler “Ne darbe ne olağan üstü hal, Emek Barış Laiklik Demokrasi” pankartı açarak yürüyüşe geçti.
Pangaltı’da toplanan Halkevleri “Ne Darbe Ne Diktatörlük, Laik, Demokratik Bir Ülke Kuracağız”, Birleşik Haziran Hareketi ”Gericiliğe ve Faşizme Karşı Laikliği Kazanalım” pankartları ile yürüdü.
İstanbul Kent Savunması ve Kuzey Ormanları Savunması da “Ne Doğada ne ülkede OHAL darbesi istemiyoruz” pankartıyla yürüdü.
Beşiktaş’ta Taksim mitingine gitmekte olan 3 okurumuza 3 kez GBT yapıldı ve ardından “Egemenlerin kavgasından emekçilere, halklara demokrasi çıkmaz. Kendi gücüne güven örgütlen” başlıklı ozalit ve bildirilere gerekçe gösterilmeden el konuldu.
“Darbeye karşı yaşasın toplumsal barış” sloganları da dahil olmak üzere birçok kez “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, “Faşizme karşı omuz omuza” ve “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganları atıldı.
Emek ve demokrasi güçlerinin yürüyüşü dört koldan devam etti.
CHP’nin çağrısıyla gerçekleştirilen ‘Cumhuriyet ve Demokrasi Mitingi’ne 200 kişilik AKP’li grup alınmadı. Taksim’de başlayan mitinge alınmayan AKP’li grup, Gezi Direnişi’nde yaşamını yitirenler anılırken geri döndü.
Arama noktalarından sonra alana giriş yapıldı. Gezi şehitleri ailelerinin de olduğu alanda, şehitlerin isimleri sayılarak gezi şehitleri alkışlandı.
Kürsüye çıkan CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, OHAL’e hiç değinmezken, AKP/Saray eleştirisini ima yoluyla yaparak, 10 maddelik Taksim Bildirgesi’ni okudu.
Kılıçdaroğlu konuşmasını, “Ne darbe ne dikta, yaşasın özgürlükçü demokrasi” diyerek bitirdi.
Emek ve Demokrasi Platformu adına yapılan konuşmada; askeri darbeye de, sivil darbeye de karşı olunduğu ifade edilerek, çıkarılan OHAL yasası eleştirildi. Yaşanan darbe sürecinin hazırlanmasında AKP/Saray iktidarının uygulamaları ve 7 Haziran sonrası Kürt illerinde başlayan savaşın etkisine vurgu yapıldı. Cemaat örgütlenmesi ile geçmişteki ittifak ilişkilerine de dikkat çekilerek, emek ve demokrasi mücadelesinin devam edeceği vurgulandı.
Konuşma sonrası demokrasi mitingi, sloganlarla sona erdi.

Cumartesi Anneleri: OHAL ve darbeler kardeştir, acil demokrasi İstiyoruz

Cumartesi Anneleri, kaybettirilen yakınlarının akıbetini sormak amacıyla 30 Temmuz Cumartesi günü de bir araya gelerek, “OHAL değil acil demokrasi istiyoruz” dedi, adalet arayışlarına 592’nci haftada da devam etti.
“Failler belli kayıplar nerede” yazılı pankart üzerine karanfillerin bırakıldığı ve kayıpların fotoğraflarının taşındığı eylemde, 12 Eylül darbesi OHAL sürecinde gözaltına alınan ve kaybedilen Süleyman Durgut dosyasındaki cezasızlığın son bulmasını istendi.
Eyleme, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve Berkin Elvan’ın ailesi de katıldı.

“OHAL ve darbeler kardeştir”
Eylemde ilk olarak 21 Mart 1995 tarihinde gözaltına alınan ve 5 gün sonra cenazesi bulunan Hasan Ocak’ın ağabeyi Ali Ocak konuştu.
Ocak, darbecilerin ve OHAL’i yaratanların ülkeyi zindana çevirdiğini ifade ederek, “OHAL ve darbeler kardeştir. Darbecilerin suçlarını örtmek için iktidardalar. Siz darbecilerin suç ortağısınız. Darbe değil barış istiyoruz” diyerek hükümetin politikalarını eleştirdi.
direnişteyiz3.org

HDP’den darbelere karşı demokrasi mitingleri

“Darbelere hayır, demokrasi hemen” diyen binler Gazi’de buluştu
Askeri ve sivil darbeye karşı taşıdıkları döviz ve pankartlarla demokratik direniş vurgusu yapan halklar PKK Lideri Abdullah Öcalan’la görüşmelerin de bir an önce başlatılmasını talep etti. Miting, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenler için yapılan saygı duruşu ile başladı. “Darbelere ve faşizme karşı mücadeleye, demokrasi cephesine” pankartını taşıyan kitle sık sık, “Ne cunta darbesi ne de Saray darbesi” sloganlarını attı. Alanın güvenliği HDP’li görevliler tarafından alınırken, polisler çok sayıda zırhlı araç eşliğinde alana girmeye çalıştı. Halkın tepkisi ile karşılaşan polisler parktan çekilmek zorunda kaldı.
Mitinge HDK Eşsözcüsü Ertuğrul Kürkçü, HDP milletvekilleri Pervin Buldan, Ferhat Encü, Garo Paylan, Mehmet Emin Adıyaman, DİSK Yönetim Kurulu üyesi ve Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Kanber Saygılı, KESK ve bağlı sendikaların yöneticileri, Kaldıraç, AKA-DER, Özgür Lise, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF), Devrimci Parti, ESP, DBP, Mücadele Birliği, EMEP, Çağrı Dergisi, SYKP, Rojava Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Doğu ve Güney Doğu Dernekleri, SODAP, Vartolular Derneği, YAKAY-DER, yöneticilerinin de aralarında olduğu çok sayıda kişi katıldı.
Etkinliğe katılan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, platforma çıkarak halka seslendi. Demirtaş’ın konuşmasından satır başları şöyle :
“Demokratlığınızı belirleyen şimdi yaptıklarınızdır”
“Askeri cuntaya karşı çıkmak demokratik olmak için yeterlidir ama sadece karşı çıkarak demokrat olmuyorsunuz. Darbe tehlikesi ortadan kalktıktan sonra ortaya koyduğunuz tutum demokrat olup olmadığınızı belirler. Sağcısı da solcusu da darbe karşı çıkar. Demokrat olup olmadığınızı belirleyenler şimdi yaptıklarımızdır.”
“OHAL darbeci zihniyetin ürünüdür”
“OHAL darbeci zihniyetin ürünüdür. Sen nasıl bir darbe ile mücadele yöntemi ortaya koyuyorsun da OHAL’in devreye sokuyorsun. Onlar darbe yapsaydı OHAL ilan edecekti, işkenceler yapacaktı, AİHS’yi askıya alacaklarını duyuracaklardı. Bunlar da aynısını yapıyor. Bu şekilde darbe ile mücadele edilir mi? Darbe ile mücadele etmek hukukla olur.”
“Cizre’de Sur’da tankların karşısında duran bizdik”
“Bak Cizre’ye gönderdiğiniz toplar tanklar, Şırnak’a, Sur’a gönderdiğiniz tank ve topların başındakilerin hepsi darbeci çıktı. Kim gönderdi. Davutoğlu’nu hatırlayan var mı? 4C sözleşmesi ile işten çıkardılar. Cumhurbaşkanı ne diyordu? ‘Uzaktan atışla bütün şehri yok edin’ diyordu. Biz ne yapıyorduk, tankın önünde duruyorduk. Bu darbecilerin tanklarının, toplarının karşısında ilk biz Sur’da, Cizre’de durduk. Biz tankların önünde durduğumuzda bu generaller kahramandı, biz haindik. Daha bir kaç ay önceydi.”-24 Temmuz

HDP İzmir Gündoğdu Meydanında “Darbeye ve OHAL’e hayır! Acil demokrasi” mitingi gerçekleştirdi
HDP’nin çağrısıyla Darbeye ve Diktaya karşı mitingde binler buluştu.
Kürdistan’da ve Anadolu’da yaşamını yitirenler için yapılan saygı duruşuyla birlikte, ilk olarak söz alan HDP İzmir İl Eşbaşkanları, İzmir halkını selamladı. Ardından Emek Demokrasi Güçleri adına TMMOB İzmir IKK Sözcüsü Melih Yalçın tarafından sahnede yapılan açıklamada “Ne darbe ne diktatörlüğü kabul etmiyoruz. İhtiyacımız olan acil demokrasidir” dedi.
Sonrasında sahneye davet edilen HDP milletvekilleri Mizgin Irgat, Müslüm Doğan ve Ertuğrul Kürkçü kitleyi selamladı. Ertuğrul Kürkçü, konuşmasında Kürdistan ve OHAL’in yanı sıra İmralı’da Öcalan’a uygulanan tecridin kabul edilemez olduğunu dile getirdi.
Kürkçü’nün ardından sahneye çağrılan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, alanı dolduran, darbeye ve diktaya karşı dik duruşunu bozmayan herkese teşekkür ederek konuşmasına başladı.
Darbeden kurtulmanın yolunun OHAL değil demokrasi olduğunu söyleyen Demirtaş, “Şimdi bu OHAL ilanıyla beraber bir temizliğe giriştiler. Fakat kimleri temizliyorlar orası meçhul” dedi. Bakanlıklardan, devlet dairelerinden, TSK içerisinden uzaklaştırılanlara değinerek “Hepsini topluyorlar. Onbinlerce insan mağdur oluyor. Bir insan bu cemaate sempati duymuş olabilir, sen onu da alırsan olmaz. Sen, darbeyi desteklemiş mi içinde bulunmuş mu buna bakacaksın” diye konuştu.
Erdoğan’ın giriştiği bu temizlik operasyonları ve sürecin sonrasına dair yapılan planlara HDP’nin dahil edilmemesini AKP’nin/Erdoğan’ın devleti kendi malı yapma çabası olarak değerlendiren Demirtaş, Gülen ve Erdoğan arasındaki çıkar savaşının bugünkü noktaya gelmesinde her iki tarafın da aynı payda suçu olduğunu belirtti.
“Daha dün cemaatten olmayanları kapı dışarı eden Erdoğan’ın kendisi şimdi bunları temizliyor. O zaman suç değildi de şimdi neden suç?” diye soran Demirtaş, “Birileri devleti kendi malı yapmaya çalışıyor. Bugün gelseler deseler ki memleketin hepsi HDP’li olsun, vallahi kabul etmeyiz. “ ifadelerini kullandı.
“Birileri devleti böyle kendi malı yapmaya çalışırsa işte böyle başkaları da darbeye kalkışır” diyen Demirtaş, ne darbeye ne de tek adam yönetimine müsaade etmeyeceğiz diyerek, teşekkürlerini yineleyerek konuşmasını sonlandırdı.
“Egemenlerin Kavgasından Emekçilere, Halklara Demokrasi Çıkmaz! Kendi Gücüne Güven, Örgütlen!” pankartıyla alanda olduğumuz miting, darbeye ve OHAL’e karşı güçlü bir ses oldu. Demirtaş’ın konuşmasının ardından sonlanan mitingin temizliği ise sahneden yapılan duyuruyla beraber mitinge gelen kitle tarafından yapıldı.
Arama noktasından çıkış esnasında bir polisle kitlenin içerisinden birkaç kişi arasında başlayan tartışma nedeniyle kısa süreli gerginlik yaşandıysa da miting, herhangi bir sorun yaşanmadan dağıldı.-29 Temmuz

Amed’de ”Darbelere hayır hemen demokrasi istiyoruz” mitingi
Amed’de 100 bin kişinin katıldığı “Darbelere hayır hemen demokrasi istiyoruz” mitinginde konuşan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Biz darbeye de karşıyız ama diktaya da karşıyız. AKP yeni rejimi ele geçirme ve daha güçlü çıkma fırsatçılığını yaparsa tarihi fırsatı da kaçırmış olur” dedi. Konuşmasında PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın durumuna geniş yer veren Demirtaş, “İmralı sistemi kaldırılmalı” vurgusu yaptı.
Amed’de yaklaşık 100 bin kişinin katıldığı darbe ve diktatörlüğe karşı radikal demokrasinin talep edildiği mitingde son olarak HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş konuştu. Demirtaş’ın konuşmasından satır başları şöyle: “Her daim yüreği özgürlük hasretiyle yanan halkımız uzun bir süre sonra 5 Haziran Meydan’ında buluşmaktan çok mutlu oldum. 5 Haziran 2015’te bu meydanda konuşma yapmak üzere hazırlandığım sırada bir katliamla karşılaşmıştık. Hayatını kaybeden herkesi, özgürlük mücadelesinde canını verenleri anarak başlamak istiyorum. O patlamada iki bacağını kaybeden Lisa Çalan arkadaşımın şahsında herkese sevgilerimi gönderiyorum. Çok daha güçlü bir iradeyle meydanlardayız. Yine 3 gün önce Cizîre kantonun Qamişlo kentinde insanlık düşmanı DAİŞ katliam yaptı. İslam adına yola çıktığı bu barbar anlayış topraklarımızda silinene kadar mücadelemiz sürecek.
‘Nereye gideceğini bilen halk özgürlüğe yakındır’
‘Darbelere hayır hemen demokrasi istiyoruz’ şiarıyla alanlardayız. Nereye gideceğini bilen halklar özgürlüğüne en yakın halklardır. Amed halkı da öyle bir halktır. On binlerin vereceği mesajı herkesin iyi anlaması lazım. Türkiye 36 yıl sonra bir askeri darbeyle karşı karşıya kaldı. 36 yıl içinde postmodern bir darbeyle karşılaştı. Darbenin ne olduğunu size anlatacak değilim. Kesintisiz bir darbe anlayışı devam ediyor. 1980’de darbe yapıldığında nasıl bu zihniyetin karşısında olduysak bugün, 15 Temmuz’da da karşı çıktık. 15 Temmuz’da darbeye karşı çıkmak AKP’ye destek değil, demokrasiye destektir. İzmir’de, İstanbul’da bunun için alanlardaydık. Önümüzdeki haftalar da aylarda da tankına topuna güvenen cunta anlayışa yine biz karşı çıkacağız. İktidar ne kadar zulüm uygularsa uygulasın biz darbeye karşı duracağız.
‘Darbeye de diktaya da karşıyız’
Halkın iradesini ortaya koyan herkesin direnişi meşrudur. Yaşamını yitirenlere başsağlığı diliyorum. Darbe zihniyetine karşı durmak demokrat olmak için şarttır. Sırf darbeye karşısın diye de demokratsın anlamına gelmez. Koşulsuz şartsız demokrasiyi savunuyorsan değerlidir. Biz darbeye de karşıyız ama diktaya da karşıyız. Halka dönük faşizme de karşıyız. Darbeye karşı olmak iyidir. Bu çok olumlu bir durumdur. Bu gönül birliğini nereye taşıyacağız. Bu önemlidir. AKP yeni rejimi ele geçirme ve daha güçlü çıkarma fırsatçılığını yaparsa tarihi fırsatı da kaçırmış olur. Yoksa birileri Türkiye’yi darbeyle yola koymaya çalışacak, biri de demokrasiyle yola koyacak. Bu yollardan hangisinin seçileceği açıktır. Darbe önlenmişse o zaman hakikatin yoluna girmek için alanlardayız. Darbeye karşıyız, ama AKP’nin politikalarına da eyvallah diyemeyiz. Bu alanların sesine kulak verilmesi gerekir. İzmir’de İstanbul’da Amed’te on binler alanları doldurmuş durumda. Demokrasi şölenini 50 kanalla yayınlıyorsunuz. HDP’nin mitingini bir saniye vermiyorsunuz. Sevsinler sizin demokrasi şöleninizi. Siz bunu görmeyebilirsiniz, başınızı deve kuşu misali kuma gömebilirsiniz. Ama her defasında gümbür gümbür karşınıza çıkan HDP oldu.
‘Bu şans demokrasiye evrilmeli’
Kürt halkı hiçbir şey istemiyor gibi yapmaya çalışıyorlar. Devlet yapılanmasının bu durumu çoğulcu demokrasiye taşıması lazım. Devlet kimsenin malı değil, hepimizin ortak malıysa, kimsenin malı olamaz. Hepimizin malı olmak zorunda. Böyle yapılırsa vatandaşla devlet arasında güçlü bir aidiyet oluşur. 81 ilin vali arasında bir Alevi var mı? Kendini Kürt sayan ve haklarını savunan vali, rektör, kaymakam var mı? Herkesten vergi alıyorsun. ‘Vali, savcı, kaymakam benim’ diyorsun. Sadece kendin için harcıyorsan o zaman. Yurttaş ‘Hakkımızı size helal olmasın’ demekte haksız mı?
‘Çıldırmış bir akıl var Ankara’da’
Mecliste Demokratik Cumhuriyet Komisyonu devreye girmeli. Gelin bu şansı beraber kullanalım. Barışı özgürlüğü beraber inşa edilelim. Kamu görevlileri işten atılıyor. Masum olanlar hakkaniyete göre ayrılsın. Biz çok çektik bundan. Cemaatin yaptıklarından dolayı çok kişi tutuklandı. Gazını copunu yedi. Cemaat bunların destekçisi ve metelikleriydi. Devran döndü bak nereye geldik. Adalet herkese lazım. Bize işkence yapanlar var aralarında. Onlara da işkence yapmayın. Basit bir kinle hareket edemeyiz. Bu nedenle işten atılan gerçekten darbeciyse cezalandırılsın. Kendi adamlarını AKP’lileri bırakıp, diğerlerini alırsa yine darbe mekaniği işlemiş olacak. Bizi anlayan bir zihniyet var mı çok emin değilim. Ortak makul bir devlet aklı yoktur. Çıldırmış panik halinde bir akıl var Ankara’da. Ülkeyi nasıl çözüme götürecek bilmiyoruz. Neyse ki HDP var, çalışanları ve halkımız var.
‘İmralı sistemi kaldırılmalı’
Bu çağrıyı Amed meydanında yapıyoruz. Her zamankinden daha güçlüyüz. Bu kadar zulmünüze rağmen dimdik ayaktayız. Şu kanın durması için bu çağrıları yapıyoruz. Çözüm ve masa dediğimiz en erdemli yoldur. Bunun yolunu da defalarca açıkladık. Öcalan’ı esir tuttukça bu yol açılmaz. En kararlı duruşu ortaya koymuş bir halk önderine tecrit uygulayarak çözüm sağlayamazsınız. Bir gerçekliği söylüyoruz. Bunların hepsi barış çağrısıdır. Kuru gürültü değildir. Dört bir yandan çıkanlar bir kere de barış diye haykırın. O nedenle birinci önerimiz tecrit bitmeli. Aile avukat gidip bir görüşme yapsın değil, İmralı sistemi kaldırılmalı. Çözüm şartlarını oluşturmamız lazım. Akbabalar bu ülkenin üzerinde dolaşmaya devam ediyor. Darbecilerin hevesi kırılmış değil. Fırsat bulurlarsa bundan kaçmazlar. Onun için Kürt sorunu ve bu yara kanamaya devam ettikçe bir şey değişmeyecek. Yaranız kabuk bağlasa da biri gelip kaşıyacak ve yine kanayacak. Bunun da sorumlusu sizlersiniz. Bu ülkenin çocukları bizim için değerlidir. Üzerindeki kıyafet değerli olduğunuzu belirlemez, general, korucu gerilla olsa da ana evladıdır ve çok değerlidir. Ne dirisine ne de ölüsüne saygısızlık edemeyiz. Biz bu insanları savaşsın da biz sonuca bakalım dersek bu kandan birinci derece sorumlu oluruz. Bu vebali asla üstlenmedik üstlenmeyeceğiz de. Öleceksek ölelim, biz siyasetçiler ölelim ama çözüm olalım, çözüm bulalım.
‘Hani hendek ihanetti’
8 ay buyunca Cizre’de, Sur’da neler yaşandı. Tüm bu yıkım ve katliamlar bizi üzüyor. Bu tankları, topları durdurun dediğimizde bize karşı çıkıyordu. Savaşı bitirelim tankı durduralım dediğimizde ‘Demirtaş hainlik yapıyor’ diyordu. Şimdi gece gündüz halkı sokağa çağırıyor. Asker, polis yaşamını yitirmese en doğrusu bu değil miydi? Mecliste olup bitenleri anlattıkça AKP saldırıyordu. Asker polis yurttaşlara saldırıyordu. Bu AKP’lilerden biri çıksın özür dilesin. Belediyelerin araçlarını askeriyenin önüne atmışlar. Askeriyenin önüne hendek kazmışlar. Hani hendek ihanetti. Her canlının kendini savunması meşrudur. Bir çimeni koparın bakın kendini savunması vardır. İnsan da doğa da bir haksızlık olduğunda kendini savunur. Bunu lütfen anlayın. Halk vekillerini, belediye başkanlarını savunuyordu. Siz gaz su sıkıyordunuz. Bugün ortaya çıkan tablo budur. Kürtler ve Türkler böyle bir tabloda kendini iyi anlar. Bizler böyle olsun diye çabalayacağız. Yıllarca OHAL’le büyüdük. Biz yaşadık kimse yaşamasın. Allah düşmanımıza bile göstermesin. Hala bu halk sokaklarda barış diyorsa, bununun kıymetini bilin. Sizler en zor zamanlarda çözümün yollarını ortaya koydunuz. Siz bütün kapalı kapıları açabilirsiniz. Sokaklar demokrasinin inşa edildiği alanlardır.
‘Sokaklar hakikatin fotoğrafıdır’
Cumhurbaşkanının mesajlarına bakın. Hepsinde sokakları meşru görmedi. Dolandı dolaştı sokağa muhtaç kaldı. Sandıkta hile olur, kandırma olur ama sokakta olmaz. Sokak hakikatin fotoğrafıdır, özüdür. Bu nedenle demokrasi adına özgürlüğü savunmak adına tecride son verip Öcalan şahsında meydanları, alanları kullanın. Yarın Van’da olacağız. Onlar da alanlarda olacak. Şeyh Sait idam sehpasına giderken, ‘Benim torunlarım bunun hesabın soracak’ diyordu. Çok şükür utandırmadık. Bu görkemli direnişi bizim için çok değerlidir.” -31 Temmuz
DİHA, Sendika10.org

Darbe girişimi sonras

MGK: 3 Aylık OHAL kararlaştırıldı
“Milli Güvenlik Kurulu 20 Temmuz 2016 Tarihinde Toplandı:
1. Toplantı neticesinde aşağıdaki hususların aziz milletimize paylaşılması kararlaştırılmıştır:
“Fethullahçı Terör Örgütü adı verilen bir ihanet çetesi, 15 Temmuz 2016 tarihinde, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki mensupları vasıtasıyla silahlı bir darbe girişimi başlatmıştır.
Bu örgüt, kuruluş aşamasından itibaren etkisi altına aldığı eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, medya kuruluşları, ticari kuruluşlar ve kamu görevlileri aracılığıyla milleti ve devleti kontrol altında tutmayı amaçlamaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde yuvalanmış asker elbisesi içerişime girmiş eli kanlı terörist canilerini harekete geçirerek ülke yönetimine el koymaya çalışan Fethullahçı Terör Örgütü’nün bu girişimi, milletimizin feraseti, cesareti ve fedakârlığı ile güvenlik güçlerimizin kahramanca mücadelesi sayesinde başarısız olmuştur.
Bu tarihi süreçte canlarını hiçe sayma pahasına milli iradeye ve demokrasiye sahip, çıkan aziz milletimiz, siyasi partilerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız ve medya kuruluşlarımız, tüm görüş farklılıklarını bir tarafa bırakarak silahlı darbe girişimi karşısında tek vücut olmuş ve meydanları çete mensubu terörist hainlere terk etmemiştir.
Devletimiz, milletiyle el ele vererek, ertesi akşam olmadan silahlı darbe girişimini bastırmış, durumu kontrol altına almıştır.
2. Kurulumuzca sivil, asker, polis tüm şehitlerimize rahmet, gazilerimize acil şifalar dilenmiştir.
3. Kurulumuz, demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere, hukukun üstünlüğüne olan bağlılığı bir kez daha teyit etmiştir. Toplantıda, kurul üyelerinin değerlendirmeleri doğrultusunda, bundan sonra atılması gereken adımlar detaylı olarak görüşülmüştür. Bu çerçevede, demokrasimizin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla, anayasamızın 120. Maddesi gereği, hükümete olağanüstü hal ilan edilmesi tavsiyesinde bulunulması kararlaştırılmıştır. Bu tavsiye, sadece ve sadece demokrasiye, hukuk devletine, hak ve özgürlüklere yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması için yapılacak çalışmaları kolaylaştırılma amacına yöneliktir.
Kamuoyunun bilgisine saygıyla sunulur. ”
Darbe girişiminin bilançosu
270 Ölü 2 Bin 185 Yaralı
İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, İstanbul, Ankara ve Muğla’da 62’si polis, 29’u asker ve 179’u sivil olmak üzere 270 kişi öldü. 135’i polis, 21’i asker ve 2 bin 29’u sivil olmak üzere 2 bin 185 kişide yaralandı.

Kurum kurum, il il “FETÖ” operasyonunun bilançosu!
FETÖ’nün darbe girişimi sonrası aralarında başbakanlık, milli eğitim bakanlığı çeşitli bakanlıklar ve askeri hakimlerin de olduğu pek çok kamu kurum ve kuruluşunda görevden alma ve uzaklaştırmalar kapsamında toplam 44 bin 530 kişi görevden uzaklaştırıldı.

Failin psikolojisi ve mağdur suçluluğu

Derin bir nefes al ve saymaya başla… 1, 2, 3…
Hala hayattayız, varız ve çoğalıyoruz. Bu bağlamda kazanımları azımsamak haksızlık olur -ki bizler haksızlığın her türüne karşı durmayı huy edinme gayesindeki insanlarız-. Acıların isminin konması, failinin tanınması, yiğit yürekleriyle gençlerin akademide yok edilmeye çalışılan mücadele alanlarında yerini alıp safları sıklaştırmaları; dün ekilmiş tohumların filizlendiğini görmek, yarın gölgesinde soluk alabileceğimiz ağaçlar olacağını bilmek gibi… Heyecanlanıyorum…
Öte yandan yıl olmuş 2016 ve aylardan hâlâ Haziran… Yöntemler farklı olsa da savaşlar devam ediyor, soğuğuyla sıcağıyla; kadınlar öldürülüyor sokakta yahut evlerinde erk ya da erkek eliyle; yaşlarına bakılmaksızın çocuklar evlendiriliyor hâlâ resmi ya da dini nikahla…
Derin bir nefes al ve saymaya devam et… 4, 5, 6…
İktidarın değişmeyen politikası… Azınlık gruplardan birini karanlık bir sokakta yakala ve sessizce saldırıya geç. Eğer yakalanırsan çok basit; karşı tarafı suçlarsın. Karşı taraf? Kimi zaman madenciler, kadınlar, barış diye haykıranlar… Sesler fazla mı yükseldi, azınlık mı kalmadı? Canım bir diğerine yönel ve bırak birbirine karışsın acılar… Nasılsa unutulur, nasılsa durulur…
Derin bir nefes al ve saymaya devam et… 7, 8, 9…
Neden mi?
Çünkü her birimiz kum taneleriyiz; çölün tüm sıkıntısını içinde taşıyan… Bir araya geliyoruz, bazen bir direnişte, bazen tam köşeye sıkıştık, yalnız kaldık sanırken ve temas ediyoruz birbirimize an be an… Acıyı nerede görsek tanıyoruz, öznesi gibi gözükmesek de o an, Marx’ın dediği gibi anlatılanın bizim hikâyemiz olduğunu biliyoruz. Yaralarımız birbirine denk geldiğinden, sımsıkı sarıyoruz, sarılıyoruz…
İyi ki sarılıyoruz, iyi ki…
Girizgâh olarak dilim döndüğünce merhaba demek istedim. Nefes alış verişlerimizi uyumlu hale getirelim ve hep birlikte haykırabilelim diye…

Failin Kısır Döngüsü

Sizlere öncelikle failin psikolojisinden bahsetmek istiyorum bu yazımda… İster tecavüzcü olsun ister katil ister ikisine de işaret eden iktidar mekanizmasının -ki her fail iktidarın temsilcisidir; iktidarın ona verdiği yetkiye dayanır her hareketi- failini unutturma girişiminden, ‘müdahale sistematiğinden’, an be an zihnimize tecavüz edişinden… Hepimizin bildiğini yazmak istiyorum; çünkü biliyorum o bunu yapmamı istemiyor…
Bizler ruhunu kaybetmemiş insanlarız; hiç bilmediğimiz canlıların acısını taşırız içimizde… Kendimizi suçlu, sorumlu hissederiz. Hatta bazılarımız -abartıp- faili anlamaya çalışır (bunun idealize edilmesinin gerekli olduğunu düşünmüyorum). Sağda solda duyarız bazen faillerin çaresizliğini; dillendirenler olur, gülümserim acı acı… Belki bu başka bir yazının konusu olabilir; ama bu yazının değil; çünkü bu yazının konusu bir yerde bir şey yaşandıktan, bazen küçük bir çocuk, bazen bir kadın, bazen kocaman bir insan topluluğu zulme uğradıktan sonra failin davranış biçimi… Çığlıklar, acı, kan ve gözyaşı henüz tazeyken…
Biz zihnimize kazırken her çığlığı, fail unutulması için elinden geleni yapmaya başlar. Yeni gündemler, yeni cinayetler, artan istihdama dair absürt haberler, gelişen sanayi zırvalıkları, ya da hiç olmadı; yeni bir saldırıyla… Böylece olaylar arasındaki bağlantıları görebilme yeteneğinden yoksun olduğuna inandığı insan zihnini manipüle etmeye uğraşır. Bu yöntem çoğu zaman işe yarar, ki zaten failin en büyük motivasyon kaynağı mağdurun sessiz kalacağı, tanıkların ise ses çıkartmayacağı inancıdır.

‘’Dünya, kötülük yapanlar yüzünden değil,
Seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.’’
Albert Einstein
Bazen sesleri bastıramaz fail, istediği sessizlik sağlanmaz. Şiddete maruz kalanın sesi kısılır kısılmasına ama bir şey vardır tanıdık gelen insanlara; kendilerini maruz kalanla özdeşleştirdikleri, derin bağlar kurdukları şeyler; Özgecan’la herkesin kendisini, kızını düşünmesi, Ali İsmail’le kardeşlerimizi hatırlamamız, Ethem’le gençliğimizi yâd etmemiz gibi… Sesi olur insanlar sessiz kalması beklenenin, kulakları patlatırcasına…
Sükûnet yönteminin tutmadığı böyle zamanlarda ise ikinci bir plan olarak fail, mağdurun inanılırlığını zedelemeye çalışır; çünkü onlar ‘gece dışarı çıkmıştır’, onlar ‘kaçakçıdır’, ‘teröristtir’…
Aynen bir bilgisayar programı gibi; döngüsel bir sistemde, önce zulmet sonra unutulmasını ümit et ya da buna zorla ve ezilenin ses çıkarmasını engelle… Baktın öyle olmuyor, o halde duyanların ona inanmasının önüne geç.
Elbette bu sırada, failin sonuna kadar ‘inkâr’ hakkı saklı olmakla birlikte, yaşanan vahşetin aslında ne kadar ‘gerekli’ olduğunu, nasıl yüce bir amaca hizmet ettiğini söylemesi de seçeneklerinin arasındadır.
Örneğin; söylenen şey kesinlikle olmamıştır, yalandır, abartılıyordur, hatta mağdur olanın aslında kendi rızası vardır, aslında bu dünyanın her yerinde yaşanan bir durumdur, dolayısıyla ‘normal’dir. Elbette her ne yaşanmış olursa olsun, durmak seçenekler arasında değildir, yola devam edilmelidir.
İstersen derin bir nefes al ve saymaya başla, katliamları, tecavüzleri, kadın cinayetlerini, atılan bombaları, sürüklenen bedenleri, teslim edilmeyen cenazeleri, delik deşik duvarlarıyla evleri, tecavüze uğrayan çocukları, öldürülen transları ve daha nicelerini…
Sahi nereden başlamak isterdin? O, bizim unutmamız ve yola devam etmemiz için elinden geleni yaparken, biz birine koştuğumuzda diğerine saldırırken.
İstersen saymayı bırak. Sayı her dakika artıyor nasılsa…
Ama nefes almayı ihmal etme, derin… Çünkü her nefesi ensesinde hissedecek zalim.
Ve unutma, yaşananların üstünü örtecek yorgan henüz yeryüzünde dikilmemiştir…

Bizim Büyük Suçluluğumuz

Yukarıda, failin psikolojisine değinirken haklılıktan bolca bahsettim. Bu kezse suçluluktan bahsetmek istiyorum; hepimizin içinde yer alan, dünden bugüne ve geleceğe uzanan ‘’mağdur suçluluğu’’ndan (aslında mağdur kelimesini sevmiyorum sadece maruz kalan ve zarar gören anlamında kullanıyorum). Kimimizin haykırmasına, kimimizin sesinin kısılmasına, kimimizin donakalmasına sebep olan, aklımıza nereden bir mağduriyet gelse içimizde yer eden, boğazımızı düğümleyen, bir yumruk gibi karnımıza saplanan suçluluktan…
Öncelikle fail kendini haklı hissederken mağdurun nasıl olup da suçlu hissettiğini anlamak için hikâyenin başına gideceğiz. Hazırsanız bu defa geriye doğru sayın ve okumaya devam edin.
Maslow’un hiyerarşiye soktuğu ihtiyaçlarımızdan başlayabiliriz mesela. Maslow’un bu ihtiyaçlar hiyerarşisini temsil eden piramide göre insan evladı yeme, içme, uyuma gibi ihtiyaçlarını karşıladıktan hemen sonra kendini güvende hissetmeye ihtiyaç duyar. Çoğu zaman güvenliğimizi en temel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için riske atarız. Örneğin; karın tokluğuna madende çalışırız. İşte Maslow bunu ihtiyaçlar arasındaki hiyerarşiyle yani öncelik ilişkisi ile açıklıyor. Burada atlanmaması gereken bir nokta var, o da güvenliğin sadece ana dair bir ihtiyaç olmayışı; yani tek ümidimiz ve beklentimiz köşe başını döndüğümüzde bir gergedanın bize çarpma ihtimalini minimalize etmekle sınırlı değildir. Bunun yanında geleceğe baktığımızda başımızı koyabileceğimiz standart bir ev için çekmemiz gereken krediyi ödeyebilecek iş garantisine sahip olmak, haklarımızı ararken kendimizi riske atmayacağımızı bilmek de temel güvenlik ihtiyaçlarımız arasında sayılabilir. İdeolojimiz ya da siyasi görüşümüz sebebiyle yadırganmayacak, dini inançlarımız farklı diye yakılmayacak ya da milli kimliğimiz yüzünden soykırıma uğramayacak olduğumuzu -keşke bunlar 21. yüzyılda konuşulacak konular bile olmasa- bilmekle kendimizi güvende hissetme ihtiyacımız tatmin edilebilir.
Ah, tabii bir de her an patlayacak bir bombayla, eğer büyük şehirlerdeysek ‘şehit’, barış diye haykırmak üzere toplanmış bir kalabalığa dâhilsek ‘hiç’ olarak hayatımızı kaybetme korkusu taşımamak da hoş olurdu, kendimiz ve sevdiklerimiz için.
Peki, kendimizi güvende hissetmezsek ne olur? Bir sonraki basamağa çıkmamız yani aitlik hissini ve temel sevgi ihtiyacımızı karşılamamız güçleşir. Birçok insanın hiçbir şey hissetmediğinden bahsediyor olması sadece tesadüfle açıklanamaz, değil mi? Eğer kendinizi güvende hissetmiyorsanız, mesela barış çağrısı için dışarı çıktığınızda patlayan bombaların ya da sonrasında üzerinize atılan biber gazlarının arasında kalabileceğinize; yaşama hakkınızın her an elinizden alınabileceğine; devletten aldığı yetkiye dayanarak evinize giren karanlık tiplerin sizi ya da çocuğunuzu öldüreceğine; yarın sebep bile gösterilmeksizin terörist ilan edilebileceğinize ve sonrasında başınıza gelebilecek her şeyin meşru sayılacak olmasına ihtimal verebiliyorsanız, uzun bir adamın seçim öncesi ya da sonrasında meydanlara çıkıp herkesi kucaklayacak olmasını söylemesi muhtemelen ihtiyaçlar gündeminize bile giremez. Hatta size itici gelen bu davranış birçok travmatik değişkeni de içerir ve beden ile ruh bütünlüğünü bozmaya yönelik sapkın bir girişimle, tacizle ya da tehditle açıklanabilir.
Kısacası eğer güvende hissetmiyorsak sadece fiziksel ihtiyaçlarımızı tatmin etmeye çalıştığımız ilkel bir hayatın içerisinde çırpınıp dururuz. Karın tokluğu ve başımızı sokabileceğimiz bir çatı için emeğimizin sömürülmesine göz yumarız. Kendimizi ait hissettiğimiz hiçbir yer yoktur, oluşturmayız, hatta bu söz konusu bile olamaz; çünkü o basamağa asla tırmanamayız.
Aidiyet hissetmek ve temel sevgi ihtiyacı neden önemlidir? Çünkü bunlar örgütlü bir toplumun temel taşlarıdır.
Eylem sence de biraz abartmadın mı? Yani kendimizi güvende hissetmedikçe, bir araya gelmememiz, kendimizi ait hissettiğimiz bir topluluğa dâhil olmamamız, hatta ve hatta böyle bir ihtiyacımız olduğunun bile farkında olmayışımız, sonra o topluluğun ortak amacı uğruna çaba sarf etmeyecek olmamız ve bunların kendimizi daha çok güvende hissetmemize engel olması… Gerçekten çok trajik olmaz mıydı? 21. yüzyıl trajedisi… Peki ya bu planlanmışsa? Bir araya gelmeyelim ve birleşmeyelim diye. Hadi ama Eylem!..
Neyse, sizi bu distopik fikirlerle baş başa bırakmayacağım; çünkü acıya saplanıp kalınan arabesk kültürden pek haz etmiyorum, üstelik bu büyük haksızlık olurdu onca ödenmiş bedeli düşününce. Bu üzerimizde deneyimlenmeye çalışılan bir şey dahi olsa, asla etkisini hesap edemeyecekleri bir değişken var insan evladının içinde taşıdığı… Bir ruh, bir ateş, bir devrim inancı…
Nasıl ki açlığa, uykusuzluğa, susuzluğa bir süre tahammül edip ardından önce hayal etmeye, baktık olmuyor, güvenliğimizi hiçe sayıp bu ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışıyorsak, zamanla güvenli hissetme ihtiyacımızı karşılamamız da zorunlu hale gelecek. Şimdilik bunu düşlüyoruz, yarın bu düş yeterli gelmeyecek. İyi ki yeterli gelmeyecek. Uyanacak ve rüyalarımızı gerçek kılana dek mücadele edeceğiz. Omuz omuza…
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini aklımızın bir köşesine tutturduktan sonra çok daha psikolojik bir çerçeveden sohbete devam etmeyi önereceğim. Eğer itirazınız yoksa okumaya devam edin lütfen.
Aslında temel güven duygusu ilk bakım verenle ilişkimizde kazanılır. Hayatın başlangıcıyla kazanılan bu güven duygusu zamanla tüm ilişki ağlarımızın ve inanç sistemlerimizin zeminini oluşturur. Deneyimlediğimiz bu ilk ilişki bizim sevilebilir, dünyanınsa konuksever olduğuna dair inanç geliştirmemizi sağlayabilirse ilk adımlarımızı atmış oluruz ait olduğumuzu hissedebileceğimiz dünyaya doğru. Güvene dayalı bu bağ, kişilik gelişimimizin temelini oluşturduğu gibi hayatın devamlılığına, doğanın düzenine dair de inanç kaynağımız olur. Tüm ilişkilerimiz bu temel güven zemini üzerinden şekillenir, biz de bu zemine basarak ayakta dururuz. Ancak bazen olumsuz olaylar yaşanır; doğadan geldiğinde afet, insan eliyle yapıldığında vahşet dediğimiz. Ve zemin ayaklarımızın altından kayar gider, sanki yer yerinden oynadı, dünya başıma yıkıldı denir ya hani, işte öyle bir şey.
Biri gelir bedenimizi istila eder, kirlenmiş hissederiz. Biri gelir evimizi, ocağımızı zapt eder. Yani üzerinde söz sahibi olduğumuz, olmayı beklediğimiz özel yaşam alanlarımız parçalanır. Zihin bu çelişkiyle yaşayamaz ve ortada bir yaşanmışlık olduğuna göre de inancı değişir. İnançla kastettiğimiz tam da bugüne kadar her şeyi üstüne kurduğumuz temel güven zeminidir. Yani böylesi bir durumda her şey yıkılır bir anda.
İnisiyatif kapasitemizin ve yeterlilik algımızın zedelenmesi pozitif kendilik imgemizi baltalar. Otonomi algımız zarar görür. Ne kadar aciz olduğumuzu, hayata dair sandığımız kadar söz sahibi olmadığımızı, o kadar da haklı olmadığımızı ya da yaşananı bir sebeple hak ettiğimizi, karşı çıkmayı başaramadığımız, kendimizi korumayı beceremediğimiz için ne de zavallı olduğumuzu düşünürüz.
Bir dakika! Sanki fail de tam olarak bunları söylüyordu bize, öyle değil mi? Aslında bunlar yaşanmamıştır, yaşansa bile hak edilmiştir. Güvenlik zafiyeti yoktur; yani biz kendimizi güvende tutamamışızdır ve tonlarca zırvalık…
Patlayan bir bombadan, elinde silahı, yetkili devlet memurundan, bıçakla üzerimize yürüyen ‘erkekten’, tecavüz fikri aklını uçurmuş psikopat bir ‘erk’ten kendimizi koruyamadığımız için. Güvenlik zafiyeti de olmadığına göre bizim zaafımızdan kaynaklı olmalı tüm yaşananlar. Suçlu ve sorumlu olmalıyız tüm yaşananlardan… Yaşandığı için sorumlu, hayatta kaldığımız için suçlu. Sarsıntının şiddetini hissediyor musunuz?
Her şey yıkılmaya devam eder; hele de failin eli güçlüyse, hele de insanlar bizleri görmemeyi tercih etmişse. Utanmaya ve kuşkulanmaya en yakın olduğumuz andır bu.
Utanma, haysiyetin başkalarının gözünde zarar görmesine, çaresizliğe, beden bütünlüğünün bozulmasına verilen ilk tepki olarak damga vurur kişisel tarihimize. Kuşkuysa hem başkalarına hem kendimize dair hislerimizin içine sızan yılan gibi dolanır düşüncelerimizde.
Sadece bunlar da değil üstelik, bir de suçluluk ve aşağılık hisleri var. Ne yazık ki her travmatik olayın sonunda mağdur kendi hareketlerini gözden geçirir, suçluluk, aşağılık hissetmek, utanç ve şüphecilik neredeyse evrenseldir. Fail ne kadar haklı olduğundan bahsederken mağdur bir köşede kendini suçlar.
Suruç ve Ankara katliamlarında yoldaşlarımızı kaybettiğimizde siz kendinizi nasıl hissettiniz?
Kadın cinayetlerine şahitlik ettiğimiz her gün kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Suçlu mu? Sizin de kısıldı mı sesiniz? Siz de sesi kısılanın yanını mı tercih ettiniz?
Hayatta kaldığınız için şanslı değil de suçlu hissetmenin dayanılmaz ağırlığını hissettiniz mi siz de?
Umarım içiniz ezilmiş, psikolojiniz bozulmuştur. Umarım ayak uyduramamışsınızdır gündelik yaşama.
Aksi durumda ‘biz’ çekimli tüm cümlelerden kendinizi soyutlamanızı rica edeceğim; çünkü ne yazık ki henüz bu yazı kendi kendini imha edebileceği bir teknolojinin ürünü değil. Ve evet bu yaptığım şeyin adı ayrımcılık biliyorum. Amacım tam da zalimi ve mazlumu birbirinden ayırmak; zalimin mazlum rolünü afişe etmek ve mazlumun hislerinin aslında bir şok tepkisi olduğunu göstermek.
Çünkü bu suçluluk hissi gerçek değil, gerçekte suçlu olan bizler değiliz.
Şimdilik yaşanan acılar karşısında kendini suçlu hissedenlerle sohbete devam etmek ve güzel yüreklerinden selamlamak istiyorum; çünkü dünyanın en yapıcı suçluluğunu paylaşıyoruz birlikte.
Güç ve kontrol hissini tekrar kazanmak, yaşananlardan yararlı birkaç ders almak, kayıtsız şartsız kendimizi ‘çaresiz’ kabul etmediğimizin nişanesi olarak içimizde taşıdığımız bizim büyük suçluluğumuz…

Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya,
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya,
Anamız çay demliyor ya güzel günlere,
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa,
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız,
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler,
Biz şimdi yan yana geliyor ve çoğalıyoruz.
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün
havasını,
İşte o gün sizi Tanrılar bile kurtaramaz.
Cemal Süreya

Eylem Esen