Ana Sayfa Blog Sayfa 58

Resistance is the only real option; the Palace Regime will go by resistance!

The elections are not legitimate. Neither Erdoğan’s nomination process nor what happened in the first round. Of course, there is more than that.

The goal of restoring the worn-out institutions of the Turkish state was the common goal of all the actors of the order as a whole. Just a few months ago, the election results were declared fraudulent by those who said “I don’t trust the YSK (Supreme Election Council)”, and the analyses made on the basis of these declared results were part of the work of providing legitimacy. The left, which could not set up an independent line from the bourgeois opposition and the ones who called Erdoğan and the Palace Regime “thieves”, eased the bourgeois opposition’s operation to justify theft through elections.

The election results were announced as controversial at the very beginning. It was decided that the Palace Regime, whose economy is based on looting, rent-seeking and war, would continue with Erdoğan as long as it goes. The Palace Regime is an extension of the US, it has been decided that the role of the Turkish State will continue as a war trigger and escalator.

While the world is experiencing a war of partition for the 3rd time, the rulers are reorganizing nationalism all over the world through NATO as a means of escalating the war. Kılıçdaroğlu’s so-called “harsh discourse” in the second round was based on refugee and Kurdish hostility, and all elements of the system took steps to organize a new nationalism together. It was also clear that no matter what came out of the ballot box, it would not benefit the common struggle of the peoples and the working class.

When we talk about the Palace Regime, we have never excluded the bourgeois opposition from it, we do not. The Palace Regime is a body with bourgeois opposition. While the role of one – the government (t.n) – is to become reckless in attacks on workers, peoples, women, students, the other – the opposition (t.n.) – as the “protector of the state” – is charged with telling the angry masses to “wait at home.” It is not difficult to remember who did what to suppress the rebellion; the Ekmeleddin case [1], the İnce incident [2], the referendum [3] are still fresh. The support for Erdoğan and the Palace Regime continues today with the bourgeois opposition’s acceptance of the elections, every step of which is illegitimate, shady, and full of theft. This blind alignment behind the bourgeois opposition has damaged the resistance front.

Without waiting for the elections, the resistance forces could have focused on expanding the struggle and resistance, using the elections to expand this line of resistance and come out of this process with gains. This opportunity was missed and the agenda of developing the line of resistance was pushed back with this baseless trust in the bourgeois opposition.

The fact that the only power that really frightens the Palace Regime is all the resistance dynamics in these lands has been overlooked, and it has been a big mistake that this resistance has not showed up with its own candidate as an independent power based on the struggle of workers, laborers, women, students and peoples.

On the one hand, the resistance of the Kurdish people, which cannot be suppressed by isolation, trustees [4] and massacres, and on the other hand, the resistance in the West is developing despite the attacks. This is where we had to look, where we had to grow, we have to grow. 

The Palace Regime will not be able to rest with this “victory” that it declared by all means and force. Neither the economic crisis nor the political crisis will end, it will continue to deepen, the dissolution will deepen.

Focal points of resistance continue to exist. Instead of pitching in with “fear” politics of the bourgeois opposition, CHP, it is necessary to focus on growing the resistance against all attacks. The good days of the Gezi Resistance, which opened great breaches in the wall of fear and has been the fearful dream of the rulers since that day, stand before us as a guide for the millions who draw their strength from their own action, who do not wait, who are liberated on the street.

The Palace Regime will go and the way to this is the resistance. The victory of the resistances take their source from organization, from the United Labor Front.

The coming period will be a period in which resistance will rise. This is where we need to look. It is imperative to work for a line that expands and consolidates the resistance and makes it organized.

Actions and streets are the first steps towards liberation, organization is freedom.

The Palace Regime will go with resistance, the last word will be said on the street!

28 May 2023

Kaldıraç Movement

[1] Ekmeleddin case; the current main opposition party CHP and MHP, one of the opposition back then but now the partner of AKP in the government, nominated Ekmeleddin İhsanoğlu as the candidate for the presidency in 2014 Presidential Elections in Turkey and got 38.44% of the votes. He was seen as a candidate with right-wing roots that was unknown to many. (t.n.)

[2] İnce incident; the current main opposition party CHP nominated Muharrem ince as the candidate for the presidency in 2018 Presidential Elections in Turkey and got 30.64% of the votes. At the night of the election, He tweeted that Erdoğan won when many questionable, illegitimate issues with the elections was present. (t.n.)

[3] Referendum, A constitutional referendum was held in Turkey on 16 April 2017 on whether to approve 18 proposed amendments to the Turkish constitution that were brought forward by the governing Justice and Development Party (AKP) and the Nationalist Movement Party (MHP). Source: https://en.wikipedia.org/wiki/2017_Turkish_constitutional_referendum

[4] The overwhelming majority of the mayors of People’s Democratic Party were replaced by state imposed trustees of the Turkish Ministry of the Interior. Source: https://www.duvarenglish.com/politics/2020/10/02/hdp-left-with-six-municipalities-out-of-65-it-won-in-march-2019-elections

Direniş tek gerçek seçenek; Saray Rejimi direnişle gidecek!

Seçimler meşru değildir. Ne Erdoğan’ın adaylık süreci, ne de birinci turda yapılanlar. Elbette dahası da vardır.

TC devletinin yıpranmış kurumlarının restore edilmesi hedefi bir bütün olarak tüm düzenin aktörlerinin ortak hedefi idi. Daha birkaç ay önce “YSK’ya güvenmiyorum” diyenler eliyle seçim sonuçları hilesiz gösterilmiş, bu ilân edilen sonuçlar üzerinden yapılan analizler meşruiyet sağlama işinin parçası olmuştur. Burjuva muhalefetten bağımsız bir hattı öremeyen sol, Erdoğan’a, Saray Rejimi’ne “hırsız” diyenler, burjuva muhalefetin seçimler eliyle hırsızlığı temize çekme operasyonunu kolaylaştırmıştır.

Seçim sonuçları, en başta tartışıldığı gibi açıklandı. Yağma-rant-savaş ekonomisi üzerine kurulu Saray Rejimi’nin gittiği yere kadar Erdoğan’la sürdürülmesine karar verildi. Saray Rejimi, ABD uzantısıdır, TC Devleti’nin savaşlardaki tetikçi, tırmandırıcı rolünün devamına karar verilmiştir.

Dünya 3. kez yeniden bir paylaşım savaşını yaşarken, egemenler savaşı yükseltmenin bir aracı olarak NATO eliyle milliyetçiliği tüm dünyada yeniden örgütlemektedir. Kılıçdaroğlu’nun ikinci turdaki sözde “sert söylemi”, mülteci ve Kürt düşmanlığı üzerine kurulmuş ve sistemin tüm unsurları hep beraber yeni bir milliyetçiliği örgütleyen adımlar atmıştır. Sandıktan ne çıkarsa çıksın bunun halkların ortak mücadelesine, işçi sınıfına fayda etmeyeceği de açık idi.

Biz Saray Rejimi derken burjuva muhalefeti bunun dışında hiç tutmadık, tutmuyoruz. Saray Rejimi, burjuva muhalefet ile bir bütündür. Birinin rolü işçi-emekçilere, halklara, kadınlara, öğrencilere saldırılarda pervasızlaşmakken, diğeri “devletin koruyucusu” olarak öfkeli kitlelere “evinizde bekleyin” demekle mükelleftir. İsyanın bastırılması için kimin ne yaptığını hatırlamak zor değildir; Ekmeleddin vakası, İnce kazası, referandum henüz tazedir. Erdoğan’a, Saray Rejimi’ne destek, bugün de her adımı gayrimeşru, her adımı şaibeli, her adımı hırsızlıklarla dolu seçimlerin burjuva muhalefet eliyle halka kabul ettirilmesiyle sürmektedir. Burjuva muhalefetin arkasına bu körce diziliş, direniş cephesine zarar vermiştir.

Direnişçi güçler, seçimleri beklemeden mücadeleyi, direnişi büyütmeye odaklanmak, seçimleri de bu direniş hattını büyütmek için kullanabilir ve bu süreçten kazanımla çıkabilirdi. Bu fırsat kaçırılıp, burjuva muhalefete olan bu dayanaksız güven ile direniş hattının geliştirilmesi gündemi geriye düşürülmüştür.

Saray Rejimi’ni gerçekten korkutan tek gücün bu topraklardaki tüm direniş dinamikleri olduğu gerçeğinin üzerinden atlanmış, işçilerin, emekçilerin, kadınların, öğrencilerin, halkların mücadelesini temel alan bir bağımsız güç olarak kendi adayı ile ortaya çıkmamış olması büyük bir hata olmuştur.

Bir tarafta Kürt halkının, tecritle, kayyumla, katliamla bastırılamayan direnişi, yanı başında Batı’daki direniş, saldırılara rağmen gelişmektedir. Bizim bakmamız, büyütmemiz gereken yer burasıydı, burasıdır.

Saray Rejimi, tüm hile ve zorla ilan ettiği bu “zaferi” üzerinde rahat oturamayacaktır. Ne ekonomik kriz ne siyasal kriz bitmeyecek, derinleşerek sürecek, çözülüş derinleşecektir.

Direniş odakları ise yerli yerinde durmaktadır. CHP’nin, burjuva muhalefetin “korku” siyasetine çanak olmak yerine, tüm saldırılara karşı direnişi büyütmeye odaklanmak gerekir. Korku duvarında büyük gedikler açan ve o günden bu yana egemenlerin korkulu rüyası olan Gezi Direnişi’nin güzel günleri, gücünü kendi eyleminden alan, beklemeyen yapan, sokakta özgürleşen milyonların yol göstericisi olarak önümüzde durmaktadır.

Saray Rejimi gidecektir ve bunun yolu direniştedir. Bu direnişlerin zaferi, örgütlülükten, Birleşik Emek Cephesi’nden geçmektedir.

Önümüzdeki dönem direnişin yükseleceği bir dönem olacaktır. Asıl bakmamız gereken yer burasıdır. Direnişi genişleten ve sağlamlaştıran, örgütlü hâle getiren bir çizgi için çalışmak zorunluluktur.

Eylemler, sokaklar özgürleşmeye dair ilk adımdır, örgüt özgürlüktür.

Saray Rejimi direnişle gidecek, son söz sokakta söylenecek!

29 Mayıs 2023

Sudan Hartum’daki Parti Bürosuna Korkakça Askeri Saldırı

Sudan Komünist Partisi Merkez Komitesi Sekreterliği aşağıdaki Acil Basın Bildirisini yayınladı:

Ülke bu anlamsız savaşın devamı ve tırmanışıyla karşı karşıyayken, Hızlı Destek Güçleri’ne bağlı tam donanımlı askeri gruplar, 25 Mayıs 2023 günü öğleden sonra Sudan Komünist Partisi’nin Hartum’daki bürosuna baskın düzenledi ve işgal etti. Bu saldırgan güç, partinin bürosundaki tüm ofislerin ve salonların kapılarını kırdı ve büronun tüm içeriğine ve mülküne yönelik kapsamlı vandalizm, hasar ve yağma eylemleri gerçekleştirdi. Bu güçler, şimdiye kadar hala parti bürosunda ve burayı kendi karargâhları olarak kullanıyorlar.

Bu barbarca ve korkakça eylemi en güçlü şekilde kınıyor, bu dizginsiz güçlerin parti genel merkezini derhal boşaltmalarını ve işgallerine son vermelerini talep ediyoruz. Siyasi partilerin büroları ve vatandaşların evleri savaş alanı değildir. Bu barbarca eylemin yol açtığı tüm zararlardan ve eksik içeriklerden Hızlı Destek Güçleri’ni sorumlu tutuyoruz ve bu saldırı karşısında her türlü yasal eylemi yerine getireceğiz.

Konutlara baskın yapma ve ev sakinlerini terörize etme operasyonlarının yanı sıra hastaneler gibi kamu tesislerinin karargâh olarak kullanılması, bu anlamsız savaşın sık görülen sahneleri haline geldi. Bunlar, savaş zamanlarında bile geçerli savunmasız yurttaşların kutsallıklarının ve uluslararası yasa ve normların alenen ihlalini oluştururlar. Ancak siyasi partilerin bürolarına saldırılmasını ve bu büroların işgal edilerek kışlaya dönüştürülmesinin savaşın seyrinde tehlikeli bir tırmanış oluşturduğunu düşünüyoruz. Bu, savaşan tarafların, yaygın güvenlik kaosunu suiistimal ederek, Direniş Komiteleri, sendikalar, siyasi ve vatanseverler de dahil olmak üzere demokratik hareketi ve savaşa karşı gelen ve savaşı reddeden bütün kuvvetleri hedef gösterdiğinin ve bu hareketlerin ve kuvvetlerin konumlarına saldırdığının göstergesidir. 

Bu tür saldırılar ve diğerleri, Sudan Komünist Partisini, Sudan halkının kitleleri ve onların vatansever güçleriyle ön saflarda durmaktan, savaşa son verilmesini ve bu savaşın alevlenmesine katkıda bulunan tüm tarafların yargılanmasını ve hesap sorulmasını talep etmekten caydırmayacaktır.

26 Mayıs 2023

Sudanese Communist Party: Cowardly Military Attack on Party Headquarters in Khartoum

The Secretariat of the Central Committee of the Sudanese Communist Party has issued the following Urgent Press Release:

As the country is suffering the continuation and escalation of this senseless war, fully armed military groups belonging to the Rapid Support Forces stormed and occupied the headquarters of the Sudanese Communist Party in Khartoum yesterday afternoon, 25 May 2023. This aggressive force broke down the doors of all offices and halls in the party’s HQ, and carried out extensive acts of vandalism, damage, and looting of all the contents and property of the place. These forces are still present in the party HQ until now, using it as their headquarters.

We condemn this barbaric and cowardly act in the strongest terms, and we demand that these unbridled forces immediately evacuate the main headquarters of the party and end their occupation of it. The offices of political parties and citizens’ homes are not battlefields. We hold the Rapid Support Forces fully responsible for all the damages and missing contents that resulted from this barbaric act, and we will take all legal measures in the face of this attack.

The operations of storming residential homes and terrorizing their occupants, as well as the use of public facilities such as hospitals as headquarters for their presence, have become frequent scenes in this senseless war. They constitute flagrant violations of the sanctities of defenceless citizens and of international laws and norms even in times of war. However, we consider that the attack on the headquarters of political parties and their occupation and conversion into military barracks constitutes a dangerous escalation in the course of this disastrous war. It is an indication of the exploitation by the warring parties of the conditions of widespread security chaos to target and attack the positions of the democratic movement and all the forces rejecting and opposing the war, including the Resistance Committees, trade unions, and political and patriotic forces.

Such attacks and others will not discourage the Sudanese Communist Party from standing in the front lines with the masses of the Sudanese people and their patriotic forces, demanding an end to the war and the prosecution of and holding to account all parties that have contributed to igniting it.

26 May 2023

İran Komünist Partisi: “Milliyetçi ve laik burjuvazi, Erdoğan’ın İslami faşizmiyle iktidar mücadelesinde”

İran Komünist Partisi, Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu öncesinde bir açıklama yayınladı.

“Cumhur”, “Millet” ve “Emek ve Özgürlük” olmak üzere üç ana koalisyonun 600 milletvekilliği için yarıştığı ve Recep Tayyip Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasındaki ilk Cumhurbaşkanlığı seçim düellosunun bir galip olmadan gerçekleştiği 14 Mayıs 2023 seçimlerinin ardından, seçim süreci ikinci tura girdi. Anket şirketlerinin büyük çoğunluğunun tahminlerinin aksine bu seçimin ilk turunda Cumhur İttifakı ve Erdoğan, Millet İttifakı ve Kılıçdaroğlu’nu geride bıraktı. Cumhurbaşkanı’nın koalisyonu Adalet ve Kalkınma Partisi ile aşırı sağcı, milliyetçi ve dinci partilerin oluşturduğu Cumhur İttifakı mecliste çoğunluğu elde etti. Ayrıca Türk devletine bağlı haber ajanslarının yayınladığı istatistiklere göre, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda Cumhurbaşkanı’nın koalisyonunun adayı Recep Tayyip Erdoğan oyların %49,5’ini, Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ise oyların yüzde 44,5’ini aldı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ve Erdoğan’ın Türkiye’nin siyasi yapısındaki 20 yıllık hakimiyetine son vermeyi başaramayan 6’lı ittifak “Millet”, 28 Mayıs’ta yapılacak ikinci tur seçimlere hazırlanıyor.

2022’nin başında kurulan Millet İttifakı’nın felsefesi, “Adalet ve Kalkınma Partisi” ve Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarını sona erdirmek ve referandum yoluyla getirilen Cumhurbaşkanlığı sistemini anayasa yoluyla değiştirebilmek için milletvekillerinin salt çoğunluğunu elde etmek olduğundan, 14 Mayıs milletvekili seçimlerinin sonuçları Kılıçdaroğlu liderliğindeki muhalefet güçleri için bir yenilgi olarak değerlendiriliyor.

Bir başka gelişme, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda yüzde 5 oyla yarış dışı kalan aşırı sağcı Sinan Oğan’ın, şimdi de Erdoğan’ın safına katılması. Oğan, PKK ve Fethullah Gülen hareketi gibi gruplara yönelik sert hususlar, yabancı mültecilerin iyi tanımlanmış bir zaman çizelgesinde sınır dışı edilmesi, Kürt partilerinin gelecekteki hükümete katılımının engellenmesi, Türk anayasasındaki Pan-Türkçülük ilkelerine bağlılık da dahil olmak üzere birçok ön koşul açıkladı ve Erdoğan ile anlaşma sağlandı.

Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile Erdoğan’ın siyasi programları arasında esaslı bir fark yoktur ve her iki koalisyon da Türk burjuvazisinin son derece gerici politikalara sahip farklı kesimlerini temsil etmektedir. Bu durumda, Kılıçdaroğlu’nun, seçimlerin ilk turunda aldığı yenilgi ve yeni bir koalisyon kurulması düşünüldüğünde, 28 Mayıs ikinci tur seçimlerini kazandığı bir siyasi senaryo tasavvur etmek daha zor.

Bu gelişmelerin ardından, muhalefet güçlerinin adayı olan Kılıçdaroğlu, aşırı bir şekilde Erdoğan’ın propaganda sahasına girmeye yöneldi. Kılıçdaroğlu, Erdoğan faşizminin en az on yıldır karakteristik özelliği olan aynı sloganları şimdi tekrar ediyor. Kılıçdaroğlu, seçimlerin ilk turundan sadece dört gün sonra kampanyasında “İktidara gelir gelmez tüm mültecileri sınır dışı edeceğim” açıklaması yaptı. Seçimler öncesinde Türkiye Kürdistanı halkının oyunu kazanmak için Halkların Demokratik Partisi ve Yeşil Sol Parti ile yakınlık ve işbirliğinden bahseden Kılıçdaroğlu, şimdi ısrarla “teröristlerle” işbirliği yapmadığını ve gelecekte bunu yapmayacağını beyan ediyor. Nasıl İran’da İran milliyetçiliğinin toprak bütünlüğünü savunma söylemi Kürdistan halkına yönelik zulmün kod adıysa, Türkiye’de de terörle mücadele Kürtlere yönelik zulmün kod adı olmuştur. Kılıçdaroğlu, Sinan Oğan’ın destekçilerinin oyunu kazanmak için Erdoğan’ın aşırı milliyetçiliğini azaltmadığını göstermek istiyor.

Peki ama muhalefet güçleri neden Erdoğan gibi faşist ve yozlaşmış bir rakibe karşı böylesine savunma pozisyonuna giriyor? Enflasyonun dizginlenemediği ağır bir ekonomik kriz, Türk lirasının değer kaybetmesi, artan yoksulluk ve işsizlik, artan eşitsizlikler ve derinleşen sınıfsal uçurum, dış politikadaki başarısızlık, aşırı sağ akımlarla ittifak, yolsuzluğun yayılması, hükümet yapısındaki yolsuzluk, deprem kriziyle başa çıkmadaki verimsizlik ve yolsuzluk, ve son on yılda başarısızlıklarla dolu bir sicile rağmen Erdoğan neden ve nasıl seçmenin yarısının desteğini çekmeyi başardı mı?

Gerçek şu ki, Erdoğan, hükümet yapısındaki kurumsallaşmış yozlaşma sayesinde, hükümetin ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin mali kaynaklarının bir kısmını camiler ve dini kurumlar ağı aracılığıyla, sadık seçmeninin büyük bir kısmının temel ihtiyaçlarını karşılamak için harcayabilmiş ve onları derin ekonomik krizin etkilerinden bir nebze olsun koruyabilmiştir. 

Öte yandan, Erdoğan devlet medyasını kontrol ediyor ve medyanın sahte propagandasının yardımıyla, kamuoyuna Türk orta ve muhafazakar sınıfının Batı kültürel etkisinin genişlemesi hakkındaki endişelerini anlayan güçlü bir figür imajını aşılamayı başardı. Erdoğan, popülist politikaları karıştırarak ve mevcut korku ve kaygıları Osmanlı İmparatorluğu’nun kaybolan ihtişamına duyulan nostaljiyle birleştirerek, söyleyecek hiçbir şeyi olmayan bir rakibe karşı üstünlüğünü korumayı başardı. Yüksek seçmen katılımı, Erdoğan kampının propagandasının İslami, gerici, ataerkil, kadın düşmanı ve aşırı sağ milliyetçi duyguları kışkırtabildiğini gösteriyor.

Kılıçdaroğlu önderliğindeki muhalefet güçlerinin milletvekili seçimlerinde yenilmesi, Erdoğan’ın faşist hükümetini burjuva demokrasisinin mekanizmalarına güvenerek ve sandık yoluyla iki burjuva hizip arasındaki çekişmeden yararlanarak yıkabileceğini düşünen seçmenlerde bir hayal kırıklığı dalgasına neden olacaktır. Bu deneyim, Türkiye işçi sınıfına ve bu toplumun emekçi ve mahrum kitlelerine, burjuva demokrasisi ile, laik ve seküler burjuvazinin bir fraksiyonunun arkasına geçerek, toplumu dini faşizmden kurtarmanın mümkün olmadığı konusunda bir ders olabilir.

Bu deneyim aynı zamanda İran’daki işçi sınıfı ve toplumsal hareket aktivistlerine laik ve seküler cumhuriyetçilere bel bağlayarak dini sermayenin faşizmine ve onun yol açtığı yoksulluk ve sefalete son veremeyecekleri dersini de içermektedir. Türk işçi sınıfı, burjuva iktidarının kendi yaşamına ve geçim kaynaklarına saldırısına karşı ancak kendi kitle ve sınıf örgütlerinde ve komünist partisinde örgütlenerek ve ilerici toplumsal hareketlerin dayanışmasını kazanarak harekete geçebilir.

PKK ve Halkların Demokratik Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Kılıçdaroğlu’nun bu seçimlerden zaferle çıkmasıyla Kürdistan halkının taleplerinin bir kısmına ulaşacağı ve Kürt sorununun bir barışçıl bir şekilde çözüme kavuşacağı ümidiyle stratejik bir kafa karışıklığı ve yanlış bir ümit içindelerdir ki, Kürdistan halkından bu seçim kampanyasında Kılıçdaroğlu’na destek vermelerini istediler. Bu arada, Atatürk’ün mirası ve Kılıçdaroğlu liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kürtlere ve Alevilere karşı işlediği suçların tarihi kimseden gizli değil.

Türkiye Kürdistan halkı, bu seçim kampanyasında Kılıçdaroğlu’nu destekleyerek değil, Türkiye’deki işçi sınıfı hareketi ve diğer ilerici toplumsal hareketlerle birlik ve beraberlik içinde, Türkiye’nin faşist hükümetine karşı mücadelede ilerlemeyi garanti edebilir.

CPI: Nationalist and secular bourgeoisie in power struggle with Erdogan’s Islamic fascism

CPI, Communist Party of Iran issued a statement before the second stage of the presidential election in Turkey. We are sharing the statement in English.

After the elections of May 14, 2023 in Turkey, during which the three main coalitions “Republic”, “Nation” and “Labor and Freedom” competed for the possession of 600 seats in the parliament, and the first election duel without a winner between Recep Tayyip Erdogan and Kılıçdaroğlu over the presidential election, the election process has entered the second round. Contrary to the predictions of the majority of polling companies, in the first round of this election, the People’s Alliance  and Erdogan surpassed the Nation Alliance and Kılıçdaroğlu . The People’s Alliance, the coalition of the president, consisting of the Justice and Development Party and far-right nationalist and religious parties, won the majority in the parliament. Also, according to the statistics published by the Turkish state-affiliated news agencies, in the first round of the presidential elections, the candidate of the President’s coalition, Recep Tayyip Erdogan won 49.5% of the votes and Kemal Kılıçdaroğlu, the candidate of the Nation Alliance, won 44.9% of the votes. The six-member alliance “Nation”, which failed to end the two-decade dominance of the Justice and Development Party and Erdoğan himself in Turkey’s political structure, is preparing for the second round of elections to be held on May 28.

As the philosophy of the Nation Alliance, which was formed in early 2022, is to end the power of the “Justice and Development Party” and that of Recep Tayyip Erdoğan and plan to win an absolute majority of parliamentary seats to change the constitution and end the presidential system through the referendum, the results of the May 14th parliamentary elections are considered a defeat for the opposition forces led by Kılıçdaroğlu .

In another development, far-right politician Sinan Oğan, who was eliminated from the race in the first round of the presidential election after winning 5% of the votes, has now joined the camp of Erdogan’s supporters. Oğan announced several preconditions, including the severe actions against groups such as the PKK and the movement of Fethullah Gulen, the expulsion of foreign refugees in a well-defined timeline, preventing the participation of Kurdish parties in the future government, adherence to the principles of pan-Turkism in the Turkish constitution, and reached an agreement with Erdogan.

There is no substantive difference between the political programs of the Nation Alliance candidate Kemal Kılıçdaroğlu and Erdoğan, and both coalitions represent different factions of the Turkish bourgeoisie with deeply reactionary policies. In this situation, it is less likely to imagine a political scenario in which Kılıçdaroğlu wins the second round of the elections on May 28, considering his defeat in the first round of elections and the formation of a new coalition. 

Following these developments, Kılıçdaroğlu, the candidate of the opposition forces, has turned to playing in Erdogan’s propaganda field in an extreme way. Now, Kılıçdaroğlu repeats the same slogans that have been characteristic of Erdogan’s fascism for at least the last ten years. Only four days after the first round of elections, Kılıçdaroğlu  announced in his campaign that: “As soon as I come to power, I will deport all the refugees.” Kılıçdaroğlu, who before the elections talked about the closeness and cooperation with the Peoples’ Democratic Party and the Green Left Party in order to win the votes of the people of Turkish Kurdistan, now insistently declares that he has not collaborated with “terrorists” and will not do so in the future. As in Iran, the defense of territorial integrity by Iranian nationalism is the code name for the suppression of the Kurdistan people, in Turkey, the fight against terrorism has become the code name for the suppression of the Kurds. In order to win the votes of Sinan Oğan’s supporters, Kılıçdaroğlu  wants to show that he has not diminished Erdogan’s extreme nationalism.

But why are the opposition forces caught in such a defensive position against a fascist and corrupt rival like Erdogan? Why and how Erdogan despite the existence of a severe economic crisis with unbridled inflation, falling value of Turkish lira, increasing poverty and unemployment, increasing inequalities and deepening the class gap, failure in foreign policy, alliance with far-right currents, spread of corruption in the government structure, corruption and inefficiency in dealing with the earthquake crisis, and a track record full of failures in the last ten years has managed to attract the support of half of the voters?

The fact is that due to the institutionalized corruption in the government structure, Erdoğan has been able to spend part of the financial resources of the government and the Justice and Development Party through a network of mosques and religious institutions to provide the basic needs of a relatively large part of his voters to protect his loyal voters to some extent from the effects of the deep economic crisis

On the other hand, Erdogan is in control of the state media and with the help of their false propaganda, he has been able to instill in the public mind the image of a powerful figure who understands the concerns of the middle and conservative Turkish class about the expansion of Western cultural influence. Erdogan has managed to maintain his superiority over a rival who has nothing to say by mixing populist policies and combining existing fears and concerns with nostalgia for the lost grandeur of the Ottoman Empire. The high voter turnout indicates that Erdogan camp’s propaganda has been able to instigate the Islamic, backward, patriarchal, misogynistic, as well as far-right nationalist sentiments.

The defeat of the opposition forces led by Kılıçdaroğlu in the parliamentary elections will cause a wave of frustration for those voters who thought by relying on the mechanisms of bourgeois democracy and through the ballot box and taking advantage of the conflict between the two bourgeois factions, they could take down the fascist government of Erdoğan. This experience can be a lesson for the working class of Turkey and the toiling and deprived masses of this society that with bourgeois democracy and going behind a faction of the laic and secular bourgeoisie, it is not possible to save society from religious fascism.

This experience also contains the lesson for the working class and social movement activists in Iran that they cannot put an end to the fascism of religious capital and the poverty and misery caused by it by relying on laic and secular republicans. The Turkish working class can rally against the bourgeois government’s encroachment on its life and livelihood only by organizing itself in its mass and class organizations and its communist party and gaining the solidarity of progressive social movements.

PKK and the People’s Democratic Party are in strategic confusion and with the false hope that with the victory of the Republican People’s Party and Kılıçdaroğlu in these elections, the people of Kurdistan will achieve part of their demands and the Kurdish issue will be resolved in a peaceful way, thus they have asked the people in Kurdistan to support Kılıçdaroğlu  in this election campaign. This is while, the history of the crimes of the Republican People’s Party, the legacy of Atatürk, which is now led by Kılıçdaroğlu , against the Kurds and Alevis, is not hidden from anyone.

The people of Turkish Kurdistan, not by supporting Kılıçdaroğlu  in this election campaign, but in unity and solidarity with the working class movement and other progressive social movements in Turkey, can guarantee progress in the fight against the fascist government of Turkey and for the realization of their rights.

Saray Rejimi gitmeli, gidecek, son söz sokakta, barikatta söylenecek

Bize diyorlar ki, “Erdoğan gitmeli.”

Evet, diyoruz, ama yetmez. Bir adım ileri atmalıyız, Saray Rejimi alaşağı edilmelidir. Bunun da olanağı vardır.

Bize, “Erdoğan gitsin, gerisine sonra bakarız” diyorlar.

Biz diyoruz ki, Erdoğan zaten gitmiştir.

Ekmeleddin vakası olmasaydı, zaten Erdoğan gitmişti.

2015’te gitmişti. Seçimleri kaybetmişti ve “muhalefet” devlet zeval görmesin diyerek, seçimlerin yenilenmesine giden süreci açtı.

2017’de referandumu kaybetmişti. Muhalefet “referandum”u meşru saydı. OHAL koşullarında yapılan bir referandumu meşru sayanlar suçludur.

2018’de, İnce’ye karşı kaybetmişti. Ama İnce, “adam kazandı” diye ilan etti.

Bu seçimlerin hepsinde hile vardı.

Bunu bilmeyen yoktur.

Şimdi, 14 Mayıs seçimleri için Erdoğan’ın adaylığına onay verenler, buna karşı durmayanlar, 14 Mayıs seçimlerinde her türlü önlemi aldık, hile yapamazlar, burası muz cumhuriyeti değil diyenler, Erdoğan’ın gerçek oy oranını açıklasınlar. Yüzde 39 mudur?

Hırsızlığa rağmen Kılıçdaroğlu’nun oy oranını biliyorlar ve söylemiyorlar.

MHP’nin oy oranının yüzde 4 olduğunu biliyorlar ama söylemiyorlar.

Erdoğan’ın İBB’deki diplomasını halka açıklamıyorlar.

Hepsini, “devlet zarar görmesin” diye yaptıklarını söylüyorlar.

Sonra da dönüp, Erdoğan gitmeli, “tek adam sistemi” son bulmalı diye nutuk atıyorlar.

Sanki Erdoğan’ın gitmesini istemeyenler var, sanki bunlar devrimci sosyalistlerdir, sanki kadınlar, sanki gençler, sanki işçiler Erdoğan’ın gitmesini istemiyorlar.

Bu yalandır.

Burjuva muhalefet, kazanmak istemiyor.

Burjuva muhalefet, efendilerinin emri ile, Erdoğan’ı meşrulaştırıyor.

Oysa, 2015 Kasım seçimleri meşru değildir, 2017 referandumu meşru değildir, 2018 seçimleri meşru değildir, 14 Mayıs seçimleri meşru değildir.

Bize diyorlar ki, herkes sandıklara giderse, oyunu kullanırsa, Erdoğan gider.

Biz diyoruz ki, iyi ama sandıktan çıkan oy, sandığa atılan oy değildir. Burada Kılıçdaroğlu’nun kibarlığı ile, “sihir var” mı diyeceğiz? Hırsız var.

Halka diyorsunuz ki, sandıkları koruyalım. Peki, kimden? Devletten; YSK’dan, polisten, jandarmadan, İçişleri Bakanlığından, koruculardan, IŞİD’çilerden, tarikatlardan, mafyadan, kısacası devletten. Öyle ise, sandığı nasıl koruyabilirsiniz?

Kılıçdaroğlu demişti ki, “YSK’ya güvenmiyorum.” Öyle ise, YSK dışında seçimin güvenliğini nasıl alacaksınız?

Ciddi olmalısınız.

Sahi, siz gerçekten Erdoğan’ın gitmesini istiyor musunuz?

Değil, bizim gibi, Saray Rejimi’nin alaşağı edilmesini istemenizi beklemiyoruz. Diyorsunuz ya, en başta gelen görev Erdoğan’ı alaşağı etmektir.

Sahi bu konuda ciddi misiniz?

Eğer efendinin, yani uluslararası sermaye ve NATO’nun, sizi memur olarak atamasını beklemiyorsanız, gerçekten seçimi kazanmak istiyorsanız, size bir yol önerelim:

Seçim günü, 28 Mayıs’ta, oy kullanma biter bitmez, tüm illerden Ankara’ya, Saray’a yürüyüş başlatın. Herkes oyunu versin ve saat 17.00’da tüm illerden milyonlarca insan Saray’a giderek “biz geldik, seçimi kazandığımızı size deklare ediyoruz” desin. Yollara kalabalıklar yığılsın.

Hemen Kılıçdaroğlu, “aman ha, bunlar saldırır, iç savaş çıkar, siz evinizde oturun, bana güvenin, sizin oylarınızı çaldırmayacağım” diyecektir.

Konu, ikinci turda strateji değiştirmek, TV kanalları ve iletişim uzmanlarının anlattığı gibi “bu kez sert konuşacak” vb. değildir. Konu, ciddiyet meselesidir.

Ekmeleddin yetmedi, İnce geldi.

Şimdi, Onursal Adıgüzel istifa ediyor. İyi ama Tuncay Özkan’ın aldığı söylenen paralar nerededir? Kılıçdaroğlu, 418 milyar doları getirecekmiş. Peki, önce Özkan’ın, İnce’nin ne kadar para aldığını açıkla, değil geri almak, önce açıkla.

Daha birinci turdaki hileler ayyuka çıkmış iken, ikinci tur için strateji vb. üzerinde konuşmak, aslında seçimleri meşru kabul etmektir.

Diyorlar ki, tamam CHP oyları koruyamadı, ama hırsızın hiç mi suçu yok?

Güzel bir Nasrettin Hoca fıkrasıdır. Ama bu duruma uymaz. Elbette hırsızın suçu var. İyi de, zaten hırsızdan oyları koruyacağınızı, kimsenin merak etmemesi gerektiğini söyleyen sizsiniz. Onların hırsız olduğunu şimdi mi anladınız? Hırsız devletin kendisidir ve siz, bu kadroların hırsızlık konusunda ne denli liyakat sahibi olduklarını bilmiyorsunuz. Çünkü ciddi değilsiniz.

Öyle ise, çıkın, açıkça neyin nasıl çalındığını açıklayın. Çıkın, kimin ne kadar para yediğini açıklayın. Olanı biteni açıklayın. Kaftancıoğlu’nu susturmak, gerçekte Erdoğan’a destek olmaktır. CHP içinde tüm bunları bilip de susanlar, suçun ortaklarıdır.

Gerçekten bizim gibi Saray Rejimi’nin alaşağı edilmesini değil de, sadece Erdoğan’ı indirmek mi istiyorsunuz? Bu konuda ciddi misiniz?

Öyle ise bir adım atın.

Bize sandıkları koruma masallarını anlatmayın.

Dün halka, birinci tur çok önemli diyordunuz. Şimdi, ikinci turda boş vermişlik yapıp sandığa gelmekten geri durma diyorsunuz. İyi ama, siz kimseye güven vermiyorsunuz.

Acaba, CHP kadroları içinden, yönetimden Erdoğan’a kaç oy çıkmaktadır? Tuncay Özkan, Oğuz Kaan Salıcı, Erdoğan Toprak vb. kime oy vermişlerdir.

CHP’nin sistemini kapatma emri verenler kimlerdir? Bu kapatmayı halk 1 saatte anladı da, Kılıçdaroğlu, 1 gün sonra mı anladı?

Ciddi olmak gerekir.

Kılıçdaroğlu çıksın ve halka, neden sonuçların yüzde 49,50’de durduğunu, hileyi yapanın neden daha ileri gitmediğini anlatsın.

Bakın devrimci demiyoruz, demokrat demiyoruz, sadece “ciddi” diyoruz. Ciddi iseniz, seçimi kazanmak istiyorsanız, hile yapılacağı açık ise, ona uygun önlem alırdınız, YSK’ların önüne milyonları yığardınız.

Şimdi ciddi iseniz, yola bakın, Saray’a doğru büyük bir yürüyüş gereklidir. Ankara’dan İstanbul’a yürümeye gerek yok. Tüm illerden, milyonlarca insan Ankara’ya, Saray’a yürümelidir. Madem artık her şeyin merkezi Saray, madem Sağlık Bakanlığı Saray’da, Milli Eğitim Bakanlığı Saray’da, İçişleri Bakanlığı Saray’da, bizzat Başkan Saray’da, o hâlde Saray’a çıkar bütün yollar.

Düşünün, milyonların önünde Kılıçdaroğlu. Erdoğan’ın karşısına çıksın, kibarca, ayrıştırıcı olmadan, kavga dili kullanmadan, barış içinde, “efendim, ben gelmek istemezdim, ama bunlar, bu kalabalıklar beni zorla sürükledi, ne yapmamızı uygun görürsünüz” desin.

Düşünün, milyonların önünde Kılıçdaroğlu, acaba Saray’dan mı korkar, yoksa arkasındaki milyonlardan mı?

Bu nedenle Kılıçdaroğlu, sokakları sevmiyor.

Konuşup anlaşalım, niye birbirimizi kıralım, kimseyi incitmeyelim, İslam barış dinidir, kötü söz söylemeyelim, devletimizi incitmeyelim diye diye, bunları ezberleye ezberleye, ne TOMA’ları, ne öldürülen insanları, ne işkenceleri, ne açlığı, ne işsizliği görür hâle gelmiştir. Kılıçdaroğlu, Gezi’de öldürülen çocukların ailelerini ziyaret bile etmemiştir. Galatasaray Meydanı’na çıkamayan ailelerin yanına gidip onlarla meydana çıkmamıştır. Şimdi “sert muhalefet” yapacakmış. Elinizi tutan ne idi? Bunca yağma, bunca yolsuzluk, bunca akan kan, bunca yalan, bunca açlık ve yoksulluk varken, bunları dile bile getirmemek halka, kitlelere sınır çizmektir. CHP bunu yapmaktadır.

Gerçekten sertleşecek misiniz?

Buyurun, 28 Mayıs akşamı, oyunu kullanmış herkesi, sonuçları beklemeden, Saray’a doğru yürümeye davet edin. Şimdiden. Tüm ülkenin her yanından.

Eğer ciddi iseniz, buyurun bunu yapın.

Tam da bu nedenle diyoruz; Saray Rejimi ancak direnişle gider.

Tam da bu nedenle diyoruz; mücadele etmeden, hiçbir hak sökülüp alınamaz.

Tam da bunun için diyoruz; hırsıza güvenerek “oylarınıza sahip çıkacağız” diye konuşulamaz.

Kılıçdaroğlu, kazanmasını, tıpkı Erdoğan’ın efendilerce “seçilerek” bulunması gibi, efendilerin kararına bağlı görmektedir. Bu doğrudur da. Görevi, kitleleri sokaktan uzak tutmaktır. Saray’ın baskı ve şiddetle beceremediğini, O, kitleleri “iç savaş çıkar” söylemleri ile evine hapsetmeye kalkarak yapmak istemektedir. Bu konuda da epeyce yol almıştır.

Seçimde hile vardır.

Bunu tüm ülke bilmektedir.

“Muhalefet”, buna rağmen seçimlerin sonuçlarını sessizce kabul etmektedir.

Arka planda, Oğan ile, Erdoğan ile, çeşitli aracılarla pazarlıklar yapılmaktadır.

Hırsız dediğin kişi ile pazarlık, tam da Kılıçdaroğlu usulüne uygundur.

Elbette biliyoruz ki, CHP, kitleleri sokağa çağırmayacaktır. Bu konuda “devlet” tarafındadır. “Devleti korumak” içgüdüsü, kitlelerin oylarını korumaktan binlerce fersah öndedir.

Elbette biz, CHP’nin sol bir söylemle kitlelerin karşısına çıkmayacağını biliyoruz. Ama kitlelere, “Erdoğan’dan kurtulalım” derken ciddi olmalıdırlar. Öyle ise, ciddiyetle davransınlar. Saray’ın yalanları yeterlidir, muhalefetin kandırmacalarına ihtiyacımız yoktur.

Saray Rejimi, korku içindedir.

Saray Rejimi, seçimler aracılığı ile, yeni bir rıza üretmek istemektedir. Sonuçta “halk bizi seçti” demek istemektedir. Seçimler bunun tiyatrosudur.

Saray Rejimi’ni alaşağı etmek mümkündür. Savaş politikalarına son vermenin başka yolu yoktur. Yağmaya, ranta, hırsızlığa, soyguna, karanlığa ve yalana son vermenin tek yolu, Saray’ı alaşağı etmektir. Bunun yolu, direnişten, örgütlenmeden geçmektedir.

Seçimi çalmak ya da “kazanmama iradesi”

14 Mayıs seçimleri, TC devleti, Saray Rejimi hakkında oldukça önemli bilgiler vermektedir. Elbette görmek isteyene. Görmek istemeyen göz, en kör olan gözdür.

Öncelikle, “kazanılmış” bir seçim, nasıl “kaybedilir” konulu bir oyun yazılacak olsa, trajikomik bir oyun olarak sahneye konulabilir. Bu yapılmıştır. Bir uçta kötü adam hırsızdır, diğer uçta “iyi” adam bir isteksizdir. Seçimi kazanmak istemeyen, seçimi kazanamaz. Tıpkı bir memur gibi, efendileri Erdoğan’ı nasıl seçmiş ise şimdi de kendilerini seçsin diye bekleyebilir. NATO tedrisatından geçmiş CHP kadrolarının başka türlü davranması beklenemez.

Biliniyor, biz 15 Temmuz darbesine bir “tiyatro” demiştik.

2015, 2017, 2018 ve şimdi 2023 14 Mayıs seçimleri, tiyatrodan kötüdür; ilkokul çocuk­larının müsamere olarak sahneledikleri oyunlara benzemektedir.

2015 seçimleri hilelidir. Seçimleri, zaten haziran ayında, AK Parti ve Erdoğan kaybetmiş­tir. Ama öyle olmadı. CHP, Baykal eli ile Saray’ın imdadına koştu.

2017 referandumu hilelidir. Referandumda “yeni sistem” reddedilmiştir. Halkın onayı yok­tur. Zaten, olağanüstü hâl koşullarında bir referandum, meşru da değildir.

2018 seçimleri hilelidir. Hakkında çok çeşitli rivayetlerle ün salan İnce, bu seçimleri kazanmıştı. Ama “adam kazandı” diye ilan etmiştir.

2023 14 Mayıs seçimleri, hilelidir.

Tüm bu seçimlerle oluşmuş kararlar ve iktidarlar, gayrimeşrudur, meşru değildir.

Ve CHP dâhil tüm partiler, bu seçimlerin ve referandumun tümünü, meşru olarak gör­müş, tanımıştır. Her seferinde bize, “bir kere oldu”, “ne yapalım” demiş ve yenisi için sabır beklemişlerdir.

Evinizden çıkmayın telkinleri ile bir seçim kazanılamaz.

Saray Rejimi koşullarında ise bu hiçbir biçimde mümkün değildir.

1

Biz sürekli söylüyoruz ve daha da söyleyeceğiz. Türkiye bir sömürgedir. Sömürge ülke ol­mak, her eğilimden literatürde açık ve nettir. Bizim okuryazar takımının (OYT) küçümse­diği “muz cumhuriyeti” ile arada niteliksel bir fark yoktur. Türkiye, sömürge bir ülkedir. “Önemli” bir ülke olması, onun sömürge olması ile çelişmez.

Yarı-sömürge tanımı, ancak belli bir süre için geçerli olur. Osmanlı, 1800’lerde yarı-sö­mürge hâline gelmişti. TC devleti, en başından beri, bir sömürge ülke olarak organize edilmiş­tir. Bir ülke yarı-sömürge ise, hep o durumda kalamaz. Hayatın akışına terstir. TC devleti, Ekim Devrimi’ne karşı bir bariyer, bir ileri karakol olarak doğmuştur. Emperyalist cephenin ortak iradesi ile SSCB’ye karşı organize edilmiş, halklar hapishanesi ve anti-komünizm üslerinden biridir. Bu durum, NATO ile birlikte, tamamen netleşmiştir.

Kızıl Ordu’ya karşı (İkinci Dünya Savaşı’nda) yenilmiş olan emperyalist kamp, NATO ile birlikte oluşturduğu yeni dünya düzeninde, TC devletini bir ortaklaşa sömürge olarak ele almıştır. Siyasal (yani askeri, ordusu, polisi, yargısı, bürokrasisi vb. ile) olarak ABD’ye ve ekonomik olarak AB’ye bağlıdır. SSCB çözülene kadar hep böyle olmuştur. Bir sömürge ülke ama “ortaklaşa sömürge”. SSCB çözüldükten bu yana, TC devletinin ABD’nin mi yoksa AB’nin mi sömürgesi olacağı konusunda bir paylaşım savaşı sürmektedir. Bu savaş hâlâ sonuçlanmamıştır. Siyasal yönü elinde tutan ABD ile ekonomiyi elinde tutan AB arasındaki, yani efendiler arasındaki kavga, egemenlik mekanizmalarının her alanında yansımasını bulmaktadır. Bu nedenle bir tane AK Parti yoktur, en az 5 AK Parti görülebilmektedir, ABD, Almanya, Fransa, İngiltere ve İsrail’in etkin olduğu 5 AK Parti. Aynı durum CHP için de geçerlidir. Sistemin her kurumunda bunu görmek mümkündür. Tarikatlar, çeteler vb. bununla birlikte ele alınabilir.

İstanbul seçimlerini AK Parti’nin kaybetme nedeni, ABD ve AB arasında o günlerde var olan açık çatışma idi. Bu çatışma nedeni ile ABD’nin hileleri sınırlı kalmıştır. Bugün ise, AB, Ukrayna savaşı ile ABD’ye boyun eğmiştir. Bu nedenle, artık çatışma daha alttan yürümektedir ve “pazarlık”lar bu çatışmanın bir şekli olarak ortaya çıkmaktadır.

Seçimler üzerine konuşurken, bunu akılda tutmak gerekir.

2

14 Mayıs seçimleri hilelidir.

Bu konuda kimsenin şüphesi olmamalıdır. Her insan kendi çevresinden, Kılıçdaroğlu’nun kazandığı konusunda bir fikre sahiptir ve bu hiçbir dalavere ile, hiçbir yalan ile, hiçbir hırsızlık ile örtülemez. Seçim çalınmıştır, seçimin çalınmasına izin verilmiştir.

Hırsızın seçimi çalma mekanizmaları ve yolları hakkında yeterince derin bir bilgiye sahip olmayabiliriz. Ama biliyoruz ki, hırsız bu konuda ustadır. Öyle söylendiği gibi Saray Rejimi, devleti “liyakatsiz” kadrolarla yönetmiyor. Tersine, hırsızlık konusunda usta, şapkadan tavşan çıkartan usta hırsızlarla yönetiyor. Öyle ya, iktidar, yağma, rant ve savaş ekonomisi üzerine dayanıyorsa, kendine layık kadrolar da bu konuda liyakat sahibi olurlar.

Saray Rejimi, hırsızlıkta ustadır.

Okumuş yazmış takımının (OYT), “peki ama hırsızlığı nasıl yapıyorlar” tarzındaki itirazları, “inanmak isteyen bir insanın bir bahane bulması” hâlidir. TC devletine, “demokrasi”ye, seçim sistemine bu denli inanç besleyenlerin, neden Erdoğan’a, Saray Rejimi’ne “hırsız” dediklerini de anlamak mümkün değildir.

Biz, Peker’in, Muhammed Yakut’un, Ali Yeşildağ’ın açıklamalarından, şaşırtıcı hırsızlık ve hile hikâyeleri dinliyoruz. Bu hırsızlıklara kafa yorarak, onları anlamamız mümkün değildir. Adam hırsızdır ve işi budur.

Her alanda, her konuda hırsız olan, nasıl olur da bu konuda hırsız olmayacaktır?

Devlet ve Saray çevresinden itiraflar yayınlayanlardan biri, Ali Yeşildağ, şöyle diyor; Erdoğan öyle bir hırsızdır ki, çalar ve sonra da size kendini alkışlatır. 2015’te bunu yaptı, 2017’de bunu yaptı, 2018’de bunu yaptı ve 14 Mayıs’ta bunu yapmaktadır.

Bu hırsızlık şebekesi, NATO tarafından yönetilmekte, işletilmektedir. Yani, Erdoğan’ın sandıkla inmesi, ancak ve ancak NATO’nun kararı ise olur ve öyle olabilir. Dünyanın her yerinde savaş politikalarını destekleyen, kundaklayan NATO, parlamentarizmi de yerin dibine gömmektedir. Artık en “demokratik ülke” diye sunulan ülkelerde de, parlamentarizmin yıldızı sönmüştür, sönmektedir.

Saray Rejimi, eli kanlıdır, katildir, hırsızdır, savaş kundakçısıdır, savaş müptelasıdır, yağmacıdır, rantçıdır. Tüm bunlara uygun olarak ülkede “iç savaş hukuku” uygulanmaktadır. Tüm bunları kabul edip de, sonra CHP propagandasına kanarak, Saray’ın seçim söz konusu olunca yasalara uyacağını beklemek saçmadır, akıl tutulmasıdır ve ülkemizin okuryazar takımı buna inanmaktadır.

Akıl tutulması yaşayanlar, gözlerinin önündeki illüzyonu anlamazlar. Onlara düşen, ya alkışlamak ya da üzüntüden, kederden yerlere serilmek ve suçu halkta bulmaktır, başarı ise kendilerine ait olur.

Gerçekten, Erdoğan, aday olması “yasal” bir kişi midir? Buna direnmeyenler, hırsızlık söz konusu olunca hiçbir şey yapmamayı da kabul etmiş olurlar.

Açıktır, sandığa atılan oy ile sandıktan çıkan oy, hiçbir zaman aynı değildir, olamaz. Demokrasi konusunda bu denli saf olmak için, aklını kaybetmiş olmak gerekir.

3

NATO, efendiler, ABD ağırlığı altında bir anlaşma yapmışlardır. Bu anlaşmanın detaylarını bilmiyoruz. Ama bu anlaşma, 14 Mayıs seçimlerinin açıklanan sonuçlarının temelidir.

Seçimler, iki seçim bir arada şeklinde yapılmıştır.

Seçimlerin cumhurbaşkanlığı bölümü, ikinci tura kalmıştır.

Ancak seçimlerin parlamento bölümü, bitmiştir. Parlamentoda AK Parti ağırlıklıdır. Ve CHP, bu parlamentoya itiraz etmemiştir. Dahası CHP adayları da olabilecek en sağ adaylardır. Parlamentonun böyle olması istenmiştir. Parlamentoda birden fazla AK Parti vardır.

Saray, seçimi bir kere daha çalmıştır.

CHP, bu hırsızlığın ortağıdır, sessiz kalmıştır, onaylamıştır.

Halka, “sokağa çıkmayın”, “bize güvenin”, “evinizde oturun” diyenler, sonuçta sanki “demokratik bir seçim” varmış izlenimini oluşturma konusunda Saray’ın destekçileridir. NATO, bunu böyle istemiştir ve buna, taraflar uymuşlardır.

CHP, milletvekili seçimlerine hiçbir yerde itiraz etmemiştir.

Parlamentoyu vermiştir. Anlaşmanın ilk adımının bu olduğu anlaşılmaktadır.

Acaba, ikinci turda cumhurbaşkanlığını Kılıçdaroğlu’na verme maddesi anlaşmada var mıdır? Bunu bilemiyoruz. Ama %49,50’de Saray’ın durması, oldukça anlamlıdır. Bir miktar daha ilerleyip, seçimi kazandık dememeleri anlamlıdır. Bunun nedeni, “demokratik seçim” konusunda bir algı yaratma istekleridir. Yapacakları şeyler için, halkın onayına ihtiyaç duymaktadırlar. Tiyatronun amacı budur. Yoksa, bir miktar daha hile ile seçimi aldık derlerdi.

Efendi, seçimlerin meşru olduğuna halkı inandırmak istemektedir ve bu konuda CHP dâhil tüm burjuva partiler Saray’ın destekçileridir. Zira, TC devletinin yıpranmış kurumlarının restore edilmesi hedeflenmektedir.

Oysa, bu seçimler meşru değildir.

– Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerçekte aday olamazdı. Buna evet diyenler, buna sesini çıkartmayanlar, bu suçun ortağıdır.

– HDP seçimlere sokulmak istenmemiş, kapatılma davası ile karşı karşıya bırakılmıştır. Bu durum, seçimlerin demokratik olmadığının en açık kanıtıdır. Bu durum, HDP oylarının çalınmasına oldukça iyi olanaklar sunmuştur.

– Ve üçüncüsü seçim hilelidir.

Bu üç nedenden dolayı seçimler meşru değildir ve normal bir “burjuva muhalefet” bu seçim sonuçlarını gayrimeşru ilan etmelidir. Bu devrimci bir tutum da değildir; tersine, her burjuva parti için sıradan bir tutumdur. Bunu bile yapmak istemezler.

4

Seçim ile TC devleti, egemenler bazı kazanımlar elde etmiştir.

İlkin, tüm sol partiler sağa kaymıştır. Bu yolla, direniş hâlindeki kitlelerin umutları sisteme çevrilmiş ve isyan ihtimalleri ellerinden alınmak istenmiştir. Bugün hayal kırıklığı yaşayanlar, gerçekte Kılıçdaroğlu’nun kazanacağına, demokratik bir seçim olacağına inananlardır.

Hırsıza inananlar, kapılarını açık bırakmış, hiçbir önlem almamışlardır.

İkincisi, TC devleti, ülkede demokratik bir seçim süreci işlediği konusunda, büyük bir algı üretmiştir. CHP, bunun parçası olmuş, sol, CHP kuyruğunda bu sürece katılmıştır. Bugün, seçimin “eşit şartlarda” olmadığını ilan eden AB basınının sözlerini tekrarlayanlar, kanıt olarak, iktidarın iktidar olanaklarını kullanmasından söz etmektedir. Sanki bu bilinmez bir durum idi. HDP’nin seçim dışında bırakılma isteği, Erdoğan’ın aday olarak yasadışı bir biçimde kabul edilmesi ve seçimdeki hileler göz ardı edilmektedir.

OYT, büyük bir öfke ile deprem bölgesindeki insanlara kızmaktadır. İyi ama, bu bölge halkının sandığa attığı oy nedir? Sandıktan çıkan oy olmadığı kesindir. CHP, bu illerde dahi seçime itiraz etmemektedir. Deprem bölgesinde halkın Saray’a destek verdiği, hele hele bu oranda destek verdiği, tam bir illüzyondur, hiledir.

5

CHP’nin halka “biz her tür önlemi aldık, bize güvenin” sözleri, kitleleri direnişten, sokaktan uzak tutmak için söylenmiştir.

Islak imzalı tutanakların takip edileceği, seçime hile karıştırılmasına izin verilmeyeceği, koca bir yalan olarak ortadadır. CHP, gece yarısından sonra, ikna edilmiş olmalıdır. Islak imzalı tutanaklar nerededir? Gece yarısından sonra, neden CHP sonuçlarının akışı durmuştur? Yoksa CHP’nin sistemine kedi mi girmiştir? Onursal Adıgüzel’in istifası ile, bu sorumluluk ortadan kaldırılabilir mi? CHP içinden sürece itiraz edenler, başta Kaftancıoğlu, susturulmuştur. Tüm CHP kurmayları gerçeği bilmektedir.

MHP’nin oyları yüzde 5’in altındadır. Oğan’ın oyları yalan doludur ve AK Parti’nin oyları hilelidir.

Bu sürecin mimarı, CHP içindeki NATO’culardır. Erdoğan Toprak ve Oğuz Kaan Salıcı, bu işin mimarlarındandır. Bu durumu, hemen her CHP’li bilmektedir. Bu ikili ve çevresi, NATO emirleri ile hareket etmektedir.

Saray, seçimi çalmıştır. CHP ise seçimi kazanmak istememiştir, çalınmasına göz yummuştur.

“Kibar” bir dil kullanmak adına, Saray’ın gündemlerinin ardına sığınılmış, hiçbir biçimde ülkenin gerçekleri dile getirilmemiş, gerçek gündem kapatılmıştır. Her tarafından pislik akan, çürümüş Saray Rejimi eleştirilmemiş, “bahar gelecek, güzel günler gelecek, bekleyin, bize güvenin” propagandası yapılmıştır. Böylece kitlelerin, CHP tabanı da dâhil, pasif ve seyirci kalması sağlanmıştır.

Marifetin hepsi hırsızda değildir, önemli bir bölümü, seçimi kazanmak için irade koymayan, dün Ekmeleddin vakasını, dün İnce vakasını yaratanlardadır.

Bunları görmeden, kırılmış, incinmiş bir hâlde öfkesini halka kusanlar, dürüst değildir. Seçimi kazanmak için mücadele etmeyenler, edenleri etkisiz kılanlar, halkı evine kapatanlar, suçu halka bulmakta da mahirdirler.

6

En başından beri söyledik. HDP aday çıkartmak zorundaydı. Bu aday etrafında tüm sol, Emek ve Özgürlük İttifakı bir arada birleşmeli idi.

Bugün, Oğan’da hikmet arayanlar, Oğan’ı anahtar güç ilan edenler, HDP aday koymuş olsa idi, oluşabilecek sonuçları bir kere daha tartmak zorundadır.

Böylesi bir aday, seçimlerde gerçek gündemi, halkın ve işçi sınıfının, kadınların ve gençlerin gerçek sorunlarını taşıyacaktı. Bu yolla, ikinci turda, bu gündemler yeniden tartışılır hâle gelecekti. Şimdi, Oğan’ın “milliyetçi” söylemi nasıl karşılanır gibi bir tartışma yerine, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın adayının dile getireceği gerçek gündem nasıl karşılanır diye tartışma devrede olacaktı. Sağa kayma, illüzyon ve yalana dayalı siyaset bu denli etkili olamayacaktı.

Bu küçümsenir bir hata değildir.

7

Seçimlerin önemli sonuçlarından birisi, parlamentonun olabilecek en sağ bir parlamento hâline gelmiş olmasıdır.

Ama bundan da önemlisi, yeni bir milliyetçilik havasının devreye sokulmasıdır.

MHP’nin oyları hırsızlık sonucudur. Yoksa, Bahçeli’nin son günlerdeki “Hans, Joni, Toni, Herkel” gibi açıklamalarının kitlelerce “komik” bulunup oya dönüştüğünü iddia etmek gerekir. Bu doğru değildir.

Oğan’ın oyları da böyledir.

Bu oylara bakarak “milliyetçilik”ten söz etmek de doğru değildir. Bu yolla, böylesi bir algı yaratılmaktadır, sanki halkta bir “milliyetçi hava egemenliği” var gibi gösterilmek istenmektedir. Bu doğru değildir, yaratılmak istenendir.

Seçim sonucunda oluşturulmak istenen, yaratılmak istenen “yeni milliyetçilik” içinde, solun milliyetçiliği de vardır.

Topluca sağa kayan sol, şimdi biraz farklı tonda bir milliyetçiliğin girdabına alınmak istenmektedir. Bunun bir NATO projesi olduğunu anlamamak için, akıl tutulması yaşamak gerekir.

TİP, seçimlere ayrı bir liste ile girmiştir. Bunun yarattığı kayıp, hem TİP için hem de Emek ve Özgürlük İttifakı için, oldukça ağırdır. Her yerde “cumhurbaşkanlığı seçimini boykot etmek Erdoğan’a yarar” diyenler, şimdi, TİP’in ayrı liste ile seçime girmiş olmasının kime yaradığına bakmalıdır.

Egemenler, toplumda yeni, her düzeyde, her tarzda bir milliyetçilik diriltmek istiyorlar. Bu konuda aldıkları yol, parlamentonun yeni yapısından çok daha önemlidir. Sonuçları açısından ikincisi daha vahimdir.

Efendiler, egemenler, bu yeni milliyetçiliği, dünya kapitalist sisteminin, emperyalist Batı merkezlerinin, NATO’nun kundakladığı ve sürdürdüğü savaş politikaları için istemektedirler. Efendiler, egemenler bu savaş politikalarını devam ettirmek için, toplumsal muhalefeti susturmak, rotasından çıkartmak, devlete bağlamak için bu yeni milliyetçiliğe ihtiyaç duymaktadırlar. Yapılmak istenen budur.

Yeni “milliyetçilik” henüz bir gerçek değildir, sunîdir ve yaratılmak istenmektedir.

Yeni dönemde, ülkemizdeki savaş müptelalığı daha da ileri boyutlara varacaktır. Efendilerin TC devleti eli ile, kime karşı nasıl bir savaş kundaklayacakları ayrı bir konudur. Ama savaş politikaları anlaşılmadan, dünyada “gözden düşen” parlamentarizm görülmeden, seçim sonuçları da doğru ele alınamaz.

8

İşçi sınıfı, kadınlar, halklar, gençler, bu (yaratılmak istenen, gerçekmiş gibi sunulan) yeni milliyetçilik dalgasına karşı, morallerini bozmadan, enerjilerini toplayarak, direniş çizgisine devam etmelidirler.

İşçi sınıfı, örgütsüz ise hiçbir şeydir.

Bu nedenle, mesele seçim meselesi değildir. İşçi sınıfının örgütlülüğü meselesidir.

Saray Rejimi, sandıkla gitmez, direnişle gider.

Daha şimdiden, seçimin birinci tur sonuçlarına göre, egemenler, Saray Rejimi’ni restore etme konusunda adımlar atmışlardır. Solun sağa kayması, bu açıdan büyük bir sorundur.

Kitlelerdeki sola kayma, direniş hattına bağlanma istek ve iradesi ile, bu genel sağa kayma havası çelişmektedir. Bu iki eğilimi, 1 Mayıs 2023’te gördük. Elbette, gerçek hareket, direniş hattı içinde şekillenecektir. Seçim sonrasında yaşamın tüm gerçekleri olanca ağırlığı ile ortaya çıkacak, işçiler, emekçiler, kadınlar ve gençler, yaşadıkları cehennem hayatının gerçekleri ile bir kere daha karşı karşıya kalacaklardır.

Egemenin, NATO’nun, efendilerin ne planladıklarını her yönü ile bilmiyoruz.

Belki de Erdoğan ikinci turda kaybedecektir. Daha doğrusu, zaten kaybetmiştir ve seçimlerin ikinci tura kalması, “demokrasi var” algısı için kullanılacaktır. Bunu bilmiyoruz. Ama eminiz ki, Almanya ve ABD arasında bir pazarlık süreci yaşanmaktadır. Bu pazarlık sürecinin, ABD ağırlığı ile sürdüğü açıktır. Bu nedenle, savaş politikaları anlaşılmadan seçimler anlaşılamaz.

Belki bu pazarlıkta Erdoğan ve ailesine dokunulmaması söz alınmış olabilir. Ama Erdoğan’ın buna inanması zordur. Zira, iktidarını kaybettiği andan başlayarak, Erdoğan’ın yargılanması isteği bir yolla yaşam bulacaktır.

Ancak, bugün ortada olan şey, efendilerin kendi aralarında çoktan bir anlaşmaya vardıklarıdır.

Ukrayna ve İdlib’de gelişecek olağanüstü bir süreç, seçimlerin ikinci turunu etkileyecektir. Bunun olanaklı olması düşük bir ihtimaldir, ama ihtimaldir.

Ne Erdoğan kazandığında gerçekten kazanmış olacaktır, ne de Kılıçdaroğlu kazandığında ülkede bir şey değişecektir. Her iki hâlde de seçimler meşru değildir. Kumarhaneyi işleten, sonuçları elbette bilmektedir.

Sandığa atılan oy değil, sandıktan çıkan oy önemlidir.

Öyle “ben buradayım” diyerek masaya vurmak, kimseyi “dik durma” hâline sokmaz. Bataklığa batanlar, zorunlu olarak dik durma gösterisi yaparlar. Bu masaya vurma hâli, oynanan tiyatronun bir sahnesidir.

Bize, halka “seçimleri birinci turda bitirelim” diyenler, oylara sahip çıkmamıştır. Demokrasi diye sandıktan başka bir şey düşünmeyenler, sandığı abartıp “namustur” diye nutuk atanlar, bize kurdukları “müthiş” sistemin ıslak imzalara dayalı sonuçlarını göstersinler.

Bir kere daha söylüyoruz; efendiler sandık yolu ile kendi kararlarını halka kabul ettirmek, “halk seçti” dedirtmek istiyorlar.

Kapitalist sistem içinde, burjuva egemenlik altında her seçim, önceden sonuçları belli bir seçimdir. Ama buna rağmen seçimler, normal koşullarda önemlidir. Bu seçimler ise, “normal” değildir. Olağanüstü hâl seçimleridir. Ülkede iç savaş hukuku geçerlidir. Bu nedenle, seçimlerde yapılabilecek tek şey, sol cephenin bir ortak aday çıkartması idi. Bu aday, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın adayı olabilirdi ve bu aday, halka gerçekleri söyleme, açıklama olanağını elde edebilirdi. Bu durum, tüm seçim sürecinde etkili olabilirdi.

Yani, biz devrimci sosyalistler, her seçimi boykot etmekten söz etmiyoruz. Ama bugün, artık sadece cumhurbaşkanlığı seçimidir. Birinci turda, Yeşil Sol Parti’ye oy vererek milletvekili seçimlerini etkilemek önemli idi. Bugün artık böylesi bir durum da yoktur. Ortada bir seçim, ortada gerçek anlamı ile bir sandık yoktur. Seçim sonuçları, bir yazılım ile yönetilmektedir. Bu yazılımın merkezi NATO’dadır. Sadece manipülasyonlardan söz etmek, sadece baskı ve şiddetten söz etmek, sadece eşit olmayan şartlardan söz etmek yeterli değildir.

Ülke, tam anlamı ile savaşa dayalı bir gündeme yönlendirilmek, Gezi’den bu yana sürmekte olan direniş hattı durdurulmak istenmektedir. Bunlar açık savaş hazırlığıdır. Bunun bir parçası olunamaz. İşçi sınıfı, kadınlar, gençler, direniş hattında saf tutmalıdır. Bu yolda örgütlenmeli, kitlesel ve örgütlü direniş geliştirilmelidir.

Seçimi çalmak ya da “kazanmama iradesi”

14 Mayıs seçimleri, TC devleti, Saray Rejimi hakkında oldukça önemli bilgiler vermektedir. Elbette görmek isteyene. Görmek istemeyen göz, en kör olan gözdür.

Öncelikle, “kazanılmış” bir seçim, nasıl “kaybedilir” konulu bir oyun yazılacak olsa, trajikomik bir oyun olarak sahneye konulabilir. Bu yapılmıştır. Bir uçta kötü adam hırsızdır, diğer uçta “iyi” adam bir isteksizdir. Seçimi kazanmak istemeyen, seçimi kazanamaz. Tıpkı bir memur gibi, efendileri Erdoğan’ı nasıl seçmiş ise şimdi de kendilerini seçsin diye bekleyebilir. NATO tedrisatından geçmiş CHP kadrolarının başka türlü davranması beklenemez.

Biliniyor, biz 15 Temmuz darbesine bir “tiyatro” demiştik.

2015, 2017, 2018 ve şimdi 2023 14 Mayıs seçimleri, tiyatrodan kötüdür; ilkokul çocuk­larının müsamere olarak sahneledikleri oyunlara benzemektedir.

2015 seçimleri hilelidir. Seçimleri, zaten haziran ayında, AK Parti ve Erdoğan kaybetmiş­tir. Ama öyle olmadı. CHP, Baykal eli ile Saray’ın imdadına koştu.

2017 referandumu hilelidir. Referandumda “yeni sistem” reddedilmiştir. Halkın onayı yok­tur. Zaten, olağanüstü hâl koşullarında bir referandum, meşru da değildir.

2018 seçimleri hilelidir. Hakkında çok çeşitli rivayetlerle ün salan İnce, bu seçimleri kazanmıştı. Ama “adam kazandı” diye ilan etmiştir.

2023 14 Mayıs seçimleri, hilelidir.

Tüm bu seçimlerle oluşmuş kararlar ve iktidarlar, gayrimeşrudur, meşru değildir.

Ve CHP dâhil tüm partiler, bu seçimlerin ve referandumun tümünü, meşru olarak gör­müş, tanımıştır. Her seferinde bize, “bir kere oldu”, “ne yapalım” demiş ve yenisi için sabır beklemişlerdir.

Evinizden çıkmayın telkinleri ile bir seçim kazanılamaz.

Saray Rejimi koşullarında ise bu hiçbir biçimde mümkün değildir.

1

Biz sürekli söylüyoruz ve daha da söyleyeceğiz. Türkiye bir sömürgedir. Sömürge ülke ol­mak, her eğilimden literatürde açık ve nettir. Bizim okuryazar takımının (OYT) küçümse­diği “muz cumhuriyeti” ile arada niteliksel bir fark yoktur. Türkiye, sömürge bir ülkedir. “Önemli” bir ülke olması, onun sömürge olması ile çelişmez.

Yarı-sömürge tanımı, ancak belli bir süre için geçerli olur. Osmanlı, 1800’lerde yarı-sö­mürge hâline gelmişti. TC devleti, en başından beri, bir sömürge ülke olarak organize edilmiş­tir. Bir ülke yarı-sömürge ise, hep o durumda kalamaz. Hayatın akışına terstir. TC devleti, Ekim Devrimi’ne karşı bir bariyer, bir ileri karakol olarak doğmuştur. Emperyalist cephenin ortak iradesi ile SSCB’ye karşı organize edilmiş, halklar hapishanesi ve anti-komünizm üslerinden biridir. Bu durum, NATO ile birlikte, tamamen netleşmiştir.

Kızıl Ordu’ya karşı (İkinci Dünya Savaşı’nda) yenilmiş olan emperyalist kamp, NATO ile birlikte oluşturduğu yeni dünya düzeninde, TC devletini bir ortaklaşa sömürge olarak ele almıştır. Siyasal (yani askeri, ordusu, polisi, yargısı, bürokrasisi vb. ile) olarak ABD’ye ve ekonomik olarak AB’ye bağlıdır. SSCB çözülene kadar hep böyle olmuştur. Bir sömürge ülke ama “ortaklaşa sömürge”. SSCB çözüldükten bu yana, TC devletinin ABD’nin mi yoksa AB’nin mi sömürgesi olacağı konusunda bir paylaşım savaşı sürmektedir. Bu savaş hâlâ sonuçlanmamıştır. Siyasal yönü elinde tutan ABD ile ekonomiyi elinde tutan AB arasındaki, yani efendiler arasındaki kavga, egemenlik mekanizmalarının her alanında yansımasını bulmaktadır. Bu nedenle bir tane AK Parti yoktur, en az 5 AK Parti görülebilmektedir, ABD, Almanya, Fransa, İngiltere ve İsrail’in etkin olduğu 5 AK Parti. Aynı durum CHP için de geçerlidir. Sistemin her kurumunda bunu görmek mümkündür. Tarikatlar, çeteler vb. bununla birlikte ele alınabilir.

İstanbul seçimlerini AK Parti’nin kaybetme nedeni, ABD ve AB arasında o günlerde var olan açık çatışma idi. Bu çatışma nedeni ile ABD’nin hileleri sınırlı kalmıştır. Bugün ise, AB, Ukrayna savaşı ile ABD’ye boyun eğmiştir. Bu nedenle, artık çatışma daha alttan yürümektedir ve “pazarlık”lar bu çatışmanın bir şekli olarak ortaya çıkmaktadır.

Seçimler üzerine konuşurken, bunu akılda tutmak gerekir.

2

14 Mayıs seçimleri hilelidir.

Bu konuda kimsenin şüphesi olmamalıdır. Her insan kendi çevresinden, Kılıçdaroğlu’nun kazandığı konusunda bir fikre sahiptir ve bu hiçbir dalavere ile, hiçbir yalan ile, hiçbir hırsızlık ile örtülemez. Seçim çalınmıştır, seçimin çalınmasına izin verilmiştir.

Hırsızın seçimi çalma mekanizmaları ve yolları hakkında yeterince derin bir bilgiye sahip olmayabiliriz. Ama biliyoruz ki, hırsız bu konuda ustadır. Öyle söylendiği gibi Saray Rejimi, devleti “liyakatsiz” kadrolarla yönetmiyor. Tersine, hırsızlık konusunda usta, şapkadan tavşan çıkartan usta hırsızlarla yönetiyor. Öyle ya, iktidar, yağma, rant ve savaş ekonomisi üzerine dayanıyorsa, kendine layık kadrolar da bu konuda liyakat sahibi olurlar.

Saray Rejimi, hırsızlıkta ustadır.

Okumuş yazmış takımının (OYT), “peki ama hırsızlığı nasıl yapıyorlar” tarzındaki itirazları, “inanmak isteyen bir insanın bir bahane bulması” hâlidir. TC devletine, “demokrasi”ye, seçim sistemine bu denli inanç besleyenlerin, neden Erdoğan’a, Saray Rejimi’ne “hırsız” dediklerini de anlamak mümkün değildir.

Biz, Peker’in, Muhammed Yakut’un, Ali Yeşildağ’ın açıklamalarından, şaşırtıcı hırsızlık ve hile hikâyeleri dinliyoruz. Bu hırsızlıklara kafa yorarak, onları anlamamız mümkün değildir. Adam hırsızdır ve işi budur.

Her alanda, her konuda hırsız olan, nasıl olur da bu konuda hırsız olmayacaktır?

Devlet ve Saray çevresinden itiraflar yayınlayanlardan biri, Ali Yeşildağ, şöyle diyor; Erdoğan öyle bir hırsızdır ki, çalar ve sonra da size kendini alkışlatır. 2015’te bunu yaptı, 2017’de bunu yaptı, 2018’de bunu yaptı ve 14 Mayıs’ta bunu yapmaktadır.

Bu hırsızlık şebekesi, NATO tarafından yönetilmekte, işletilmektedir. Yani, Erdoğan’ın sandıkla inmesi, ancak ve ancak NATO’nun kararı ise olur ve öyle olabilir. Dünyanın her yerinde savaş politikalarını destekleyen, kundaklayan NATO, parlamentarizmi de yerin dibine gömmektedir. Artık en “demokratik ülke” diye sunulan ülkelerde de, parlamentarizmin yıldızı sönmüştür, sönmektedir.

Saray Rejimi, eli kanlıdır, katildir, hırsızdır, savaş kundakçısıdır, savaş müptelasıdır, yağmacıdır, rantçıdır. Tüm bunlara uygun olarak ülkede “iç savaş hukuku” uygulanmaktadır. Tüm bunları kabul edip de, sonra CHP propagandasına kanarak, Saray’ın seçim söz konusu olunca yasalara uyacağını beklemek saçmadır, akıl tutulmasıdır ve ülkemizin okuryazar takımı buna inanmaktadır.

Akıl tutulması yaşayanlar, gözlerinin önündeki illüzyonu anlamazlar. Onlara düşen, ya alkışlamak ya da üzüntüden, kederden yerlere serilmek ve suçu halkta bulmaktır, başarı ise kendilerine ait olur.

Gerçekten, Erdoğan, aday olması “yasal” bir kişi midir? Buna direnmeyenler, hırsızlık söz konusu olunca hiçbir şey yapmamayı da kabul etmiş olurlar.

Açıktır, sandığa atılan oy ile sandıktan çıkan oy, hiçbir zaman aynı değildir, olamaz. Demokrasi konusunda bu denli saf olmak için, aklını kaybetmiş olmak gerekir.

3

NATO, efendiler, ABD ağırlığı altında bir anlaşma yapmışlardır. Bu anlaşmanın detaylarını bilmiyoruz. Ama bu anlaşma, 14 Mayıs seçimlerinin açıklanan sonuçlarının temelidir.

Seçimler, iki seçim bir arada şeklinde yapılmıştır.

Seçimlerin cumhurbaşkanlığı bölümü, ikinci tura kalmıştır.

Ancak seçimlerin parlamento bölümü, bitmiştir. Parlamentoda AK Parti ağırlıklıdır. Ve CHP, bu parlamentoya itiraz etmemiştir. Dahası CHP adayları da olabilecek en sağ adaylardır. Parlamentonun böyle olması istenmiştir. Parlamentoda birden fazla AK Parti vardır.

Saray, seçimi bir kere daha çalmıştır.

CHP, bu hırsızlığın ortağıdır, sessiz kalmıştır, onaylamıştır.

Halka, “sokağa çıkmayın”, “bize güvenin”, “evinizde oturun” diyenler, sonuçta sanki “demokratik bir seçim” varmış izlenimini oluşturma konusunda Saray’ın destekçileridir. NATO, bunu böyle istemiştir ve buna, taraflar uymuşlardır.

CHP, milletvekili seçimlerine hiçbir yerde itiraz etmemiştir.

Parlamentoyu vermiştir. Anlaşmanın ilk adımının bu olduğu anlaşılmaktadır.

Acaba, ikinci turda cumhurbaşkanlığını Kılıçdaroğlu’na verme maddesi anlaşmada var mıdır? Bunu bilemiyoruz. Ama %49,50’de Saray’ın durması, oldukça anlamlıdır. Bir miktar daha ilerleyip, seçimi kazandık dememeleri anlamlıdır. Bunun nedeni, “demokratik seçim” konusunda bir algı yaratma istekleridir. Yapacakları şeyler için, halkın onayına ihtiyaç duymaktadırlar. Tiyatronun amacı budur. Yoksa, bir miktar daha hile ile seçimi aldık derlerdi.

Efendi, seçimlerin meşru olduğuna halkı inandırmak istemektedir ve bu konuda CHP dâhil tüm burjuva partiler Saray’ın destekçileridir. Zira, TC devletinin yıpranmış kurumlarının restore edilmesi hedeflenmektedir.

Oysa, bu seçimler meşru değildir.

– Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerçekte aday olamazdı. Buna evet diyenler, buna sesini çıkartmayanlar, bu suçun ortağıdır.

– HDP seçimlere sokulmak istenmemiş, kapatılma davası ile karşı karşıya bırakılmıştır. Bu durum, seçimlerin demokratik olmadığının en açık kanıtıdır. Bu durum, HDP oylarının çalınmasına oldukça iyi olanaklar sunmuştur.

– Ve üçüncüsü seçim hilelidir.

Bu üç nedenden dolayı seçimler meşru değildir ve normal bir “burjuva muhalefet” bu seçim sonuçlarını gayrimeşru ilan etmelidir. Bu devrimci bir tutum da değildir; tersine, her burjuva parti için sıradan bir tutumdur. Bunu bile yapmak istemezler.

4

Seçim ile TC devleti, egemenler bazı kazanımlar elde etmiştir.

İlkin, tüm sol partiler sağa kaymıştır. Bu yolla, direniş hâlindeki kitlelerin umutları sisteme çevrilmiş ve isyan ihtimalleri ellerinden alınmak istenmiştir. Bugün hayal kırıklığı yaşayanlar, gerçekte Kılıçdaroğlu’nun kazanacağına, demokratik bir seçim olacağına inananlardır.

Hırsıza inananlar, kapılarını açık bırakmış, hiçbir önlem almamışlardır.

İkincisi, TC devleti, ülkede demokratik bir seçim süreci işlediği konusunda, büyük bir algı üretmiştir. CHP, bunun parçası olmuş, sol, CHP kuyruğunda bu sürece katılmıştır. Bugün, seçimin “eşit şartlarda” olmadığını ilan eden AB basınının sözlerini tekrarlayanlar, kanıt olarak, iktidarın iktidar olanaklarını kullanmasından söz etmektedir. Sanki bu bilinmez bir durum idi. HDP’nin seçim dışında bırakılma isteği, Erdoğan’ın aday olarak yasadışı bir biçimde kabul edilmesi ve seçimdeki hileler göz ardı edilmektedir.

OYT, büyük bir öfke ile deprem bölgesindeki insanlara kızmaktadır. İyi ama, bu bölge halkının sandığa attığı oy nedir? Sandıktan çıkan oy olmadığı kesindir. CHP, bu illerde dahi seçime itiraz etmemektedir. Deprem bölgesinde halkın Saray’a destek verdiği, hele hele bu oranda destek verdiği, tam bir illüzyondur, hiledir.

5

CHP’nin halka “biz her tür önlemi aldık, bize güvenin” sözleri, kitleleri direnişten, sokaktan uzak tutmak için söylenmiştir.

Islak imzalı tutanakların takip edileceği, seçime hile karıştırılmasına izin verilmeyeceği, koca bir yalan olarak ortadadır. CHP, gece yarısından sonra, ikna edilmiş olmalıdır. Islak imzalı tutanaklar nerededir? Gece yarısından sonra, neden CHP sonuçlarının akışı durmuştur? Yoksa CHP’nin sistemine kedi mi girmiştir? Onursal Adıgüzel’in istifası ile, bu sorumluluk ortadan kaldırılabilir mi? CHP içinden sürece itiraz edenler, başta Kaftancıoğlu, susturulmuştur. Tüm CHP kurmayları gerçeği bilmektedir.

MHP’nin oyları yüzde 5’in altındadır. Oğan’ın oyları yalan doludur ve AK Parti’nin oyları hilelidir.

Bu sürecin mimarı, CHP içindeki NATO’culardır. Erdoğan Toprak ve Oğuz Kaan Salıcı, bu işin mimarlarındandır. Bu durumu, hemen her CHP’li bilmektedir. Bu ikili ve çevresi, NATO emirleri ile hareket etmektedir.

Saray, seçimi çalmıştır. CHP ise seçimi kazanmak istememiştir, çalınmasına göz yummuştur.

“Kibar” bir dil kullanmak adına, Saray’ın gündemlerinin ardına sığınılmış, hiçbir biçimde ülkenin gerçekleri dile getirilmemiş, gerçek gündem kapatılmıştır. Her tarafından pislik akan, çürümüş Saray Rejimi eleştirilmemiş, “bahar gelecek, güzel günler gelecek, bekleyin, bize güvenin” propagandası yapılmıştır. Böylece kitlelerin, CHP tabanı da dâhil, pasif ve seyirci kalması sağlanmıştır.

Marifetin hepsi hırsızda değildir, önemli bir bölümü, seçimi kazanmak için irade koymayan, dün Ekmeleddin vakasını, dün İnce vakasını yaratanlardadır.

Bunları görmeden, kırılmış, incinmiş bir hâlde öfkesini halka kusanlar, dürüst değildir. Seçimi kazanmak için mücadele etmeyenler, edenleri etkisiz kılanlar, halkı evine kapatanlar, suçu halka bulmakta da mahirdirler.

6

En başından beri söyledik. HDP aday çıkartmak zorundaydı. Bu aday etrafında tüm sol, Emek ve Özgürlük İttifakı bir arada birleşmeli idi.

Bugün, Oğan’da hikmet arayanlar, Oğan’ı anahtar güç ilan edenler, HDP aday koymuş olsa idi, oluşabilecek sonuçları bir kere daha tartmak zorundadır.

Böylesi bir aday, seçimlerde gerçek gündemi, halkın ve işçi sınıfının, kadınların ve gençlerin gerçek sorunlarını taşıyacaktı. Bu yolla, ikinci turda, bu gündemler yeniden tartışılır hâle gelecekti. Şimdi, Oğan’ın “milliyetçi” söylemi nasıl karşılanır gibi bir tartışma yerine, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın adayının dile getireceği gerçek gündem nasıl karşılanır diye tartışma devrede olacaktı. Sağa kayma, illüzyon ve yalana dayalı siyaset bu denli etkili olamayacaktı.

Bu küçümsenir bir hata değildir.

7

Seçimlerin önemli sonuçlarından birisi, parlamentonun olabilecek en sağ bir parlamento hâline gelmiş olmasıdır.

Ama bundan da önemlisi, yeni bir milliyetçilik havasının devreye sokulmasıdır.

MHP’nin oyları hırsızlık sonucudur. Yoksa, Bahçeli’nin son günlerdeki “Hans, Joni, Toni, Herkel” gibi açıklamalarının kitlelerce “komik” bulunup oya dönüştüğünü iddia etmek gerekir. Bu doğru değildir.

Oğan’ın oyları da böyledir.

Bu oylara bakarak “milliyetçilik”ten söz etmek de doğru değildir. Bu yolla, böylesi bir algı yaratılmaktadır, sanki halkta bir “milliyetçi hava egemenliği” var gibi gösterilmek istenmektedir. Bu doğru değildir, yaratılmak istenendir.

Seçim sonucunda oluşturulmak istenen, yaratılmak istenen “yeni milliyetçilik” içinde, solun milliyetçiliği de vardır.

Topluca sağa kayan sol, şimdi biraz farklı tonda bir milliyetçiliğin girdabına alınmak istenmektedir. Bunun bir NATO projesi olduğunu anlamamak için, akıl tutulması yaşamak gerekir.

TİP, seçimlere ayrı bir liste ile girmiştir. Bunun yarattığı kayıp, hem TİP için hem de Emek ve Özgürlük İttifakı için, oldukça ağırdır. Her yerde “cumhurbaşkanlığı seçimini boykot etmek Erdoğan’a yarar” diyenler, şimdi, TİP’in ayrı liste ile seçime girmiş olmasının kime yaradığına bakmalıdır.

Egemenler, toplumda yeni, her düzeyde, her tarzda bir milliyetçilik diriltmek istiyorlar. Bu konuda aldıkları yol, parlamentonun yeni yapısından çok daha önemlidir. Sonuçları açısından ikincisi daha vahimdir.

Efendiler, egemenler, bu yeni milliyetçiliği, dünya kapitalist sisteminin, emperyalist Batı merkezlerinin, NATO’nun kundakladığı ve sürdürdüğü savaş politikaları için istemektedirler. Efendiler, egemenler bu savaş politikalarını devam ettirmek için, toplumsal muhalefeti susturmak, rotasından çıkartmak, devlete bağlamak için bu yeni milliyetçiliğe ihtiyaç duymaktadırlar. Yapılmak istenen budur.

Yeni “milliyetçilik” henüz bir gerçek değildir, sunîdir ve yaratılmak istenmektedir.

Yeni dönemde, ülkemizdeki savaş müptelalığı daha da ileri boyutlara varacaktır. Efendilerin TC devleti eli ile, kime karşı nasıl bir savaş kundaklayacakları ayrı bir konudur. Ama savaş politikaları anlaşılmadan, dünyada “gözden düşen” parlamentarizm görülmeden, seçim sonuçları da doğru ele alınamaz.

8

İşçi sınıfı, kadınlar, halklar, gençler, bu (yaratılmak istenen, gerçekmiş gibi sunulan) yeni milliyetçilik dalgasına karşı, morallerini bozmadan, enerjilerini toplayarak, direniş çizgisine devam etmelidirler.

İşçi sınıfı, örgütsüz ise hiçbir şeydir.

Bu nedenle, mesele seçim meselesi değildir. İşçi sınıfının örgütlülüğü meselesidir.

Saray Rejimi, sandıkla gitmez, direnişle gider.

Daha şimdiden, seçimin birinci tur sonuçlarına göre, egemenler, Saray Rejimi’ni restore etme konusunda adımlar atmışlardır. Solun sağa kayması, bu açıdan büyük bir sorundur.

Kitlelerdeki sola kayma, direniş hattına bağlanma istek ve iradesi ile, bu genel sağa kayma havası çelişmektedir. Bu iki eğilimi, 1 Mayıs 2023’te gördük. Elbette, gerçek hareket, direniş hattı içinde şekillenecektir. Seçim sonrasında yaşamın tüm gerçekleri olanca ağırlığı ile ortaya çıkacak, işçiler, emekçiler, kadınlar ve gençler, yaşadıkları cehennem hayatının gerçekleri ile bir kere daha karşı karşıya kalacaklardır.

Egemenin, NATO’nun, efendilerin ne planladıklarını her yönü ile bilmiyoruz.

Belki de Erdoğan ikinci turda kaybedecektir. Daha doğrusu, zaten kaybetmiştir ve seçimlerin ikinci tura kalması, “demokrasi var” algısı için kullanılacaktır. Bunu bilmiyoruz. Ama eminiz ki, Almanya ve ABD arasında bir pazarlık süreci yaşanmaktadır. Bu pazarlık sürecinin, ABD ağırlığı ile sürdüğü açıktır. Bu nedenle, savaş politikaları anlaşılmadan seçimler anlaşılamaz.

Belki bu pazarlıkta Erdoğan ve ailesine dokunulmaması söz alınmış olabilir. Ama Erdoğan’ın buna inanması zordur. Zira, iktidarını kaybettiği andan başlayarak, Erdoğan’ın yargılanması isteği bir yolla yaşam bulacaktır.

Ancak, bugün ortada olan şey, efendilerin kendi aralarında çoktan bir anlaşmaya vardıklarıdır.

Ukrayna ve İdlib’de gelişecek olağanüstü bir süreç, seçimlerin ikinci turunu etkileyecektir. Bunun olanaklı olması düşük bir ihtimaldir, ama ihtimaldir.

Ne Erdoğan kazandığında gerçekten kazanmış olacaktır, ne de Kılıçdaroğlu kazandığında ülkede bir şey değişecektir. Her iki hâlde de seçimler meşru değildir. Kumarhaneyi işleten, sonuçları elbette bilmektedir.

Sandığa atılan oy değil, sandıktan çıkan oy önemlidir.

Öyle “ben buradayım” diyerek masaya vurmak, kimseyi “dik durma” hâline sokmaz. Bataklığa batanlar, zorunlu olarak dik durma gösterisi yaparlar. Bu masaya vurma hâli, oynanan tiyatronun bir sahnesidir.

Bize, halka “seçimleri birinci turda bitirelim” diyenler, oylara sahip çıkmamıştır. Demokrasi diye sandıktan başka bir şey düşünmeyenler, sandığı abartıp “namustur” diye nutuk atanlar, bize kurdukları “müthiş” sistemin ıslak imzalara dayalı sonuçlarını göstersinler.

Bir kere daha söylüyoruz; efendiler sandık yolu ile kendi kararlarını halka kabul ettirmek, “halk seçti” dedirtmek istiyorlar.

Kapitalist sistem içinde, burjuva egemenlik altında her seçim, önceden sonuçları belli bir seçimdir. Ama buna rağmen seçimler, normal koşullarda önemlidir. Bu seçimler ise, “normal” değildir. Olağanüstü hâl seçimleridir. Ülkede iç savaş hukuku geçerlidir. Bu nedenle, seçimlerde yapılabilecek tek şey, sol cephenin bir ortak aday çıkartması idi. Bu aday, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın adayı olabilirdi ve bu aday, halka gerçekleri söyleme, açıklama olanağını elde edebilirdi. Bu durum, tüm seçim sürecinde etkili olabilirdi.

Yani, biz devrimci sosyalistler, her seçimi boykot etmekten söz etmiyoruz. Ama bugün, artık sadece cumhurbaşkanlığı seçimidir. Birinci turda, Yeşil Sol Parti’ye oy vererek milletvekili seçimlerini etkilemek önemli idi. Bugün artık böylesi bir durum da yoktur. Ortada bir seçim, ortada gerçek anlamı ile bir sandık yoktur. Seçim sonuçları, bir yazılım ile yönetilmektedir. Bu yazılımın merkezi NATO’dadır. Sadece manipülasyonlardan söz etmek, sadece baskı ve şiddetten söz etmek, sadece eşit olmayan şartlardan söz etmek yeterli değildir.

Ülke, tam anlamı ile savaşa dayalı bir gündeme yönlendirilmek, Gezi’den bu yana sürmekte olan direniş hattı durdurulmak istenmektedir. Bunlar açık savaş hazırlığıdır. Bunun bir parçası olunamaz. İşçi sınıfı, kadınlar, gençler, direniş hattında saf tutmalıdır. Bu yolda örgütlenmeli, kitlesel ve örgütlü direniş geliştirilmelidir.

“Resmî” itiraflar ve Saray Rejimi

Önce Sedat Peker ile başlamıştı. Yaklaşık bir yılı doldurmuş olmalıdır. Peker, aslında herkesin şu ya da bu biçimde bildiklerini, yetkili bir ağız olarak açıklamaya başladı. Peker için “suç çetesi lideri” türünden adlandırmalar, aslında yanlış veya eksiktir. Peker, bizzat devletin içinde görevlidir ve görevlerinin “resmî devlet” mekanizmalarında tanımlı olmaması, onları resmî devlet mekanizmalarının dışında ele almayı gerektirmez. TC devleti, kuruluşunun en başından başlayarak, her zaman, bazı kişileri, çeteleri vb. katliamlar için ya da başka devlet işleri için kullanmıştır. Bu durum, NATO ile birlikte yapılanan Gladio, Ergenekon ya da adına ne denirse densin bu tip resmî ama gizli yapılarla daha da gelişmiştir. Ülkemiz, NATO karargâhından planlanmış birçok cinayete sahne olmuştur ve bu cinayetlerin tümünün kadroları, aslında devletin kadrolarıdır, her düzeyde.

Sedat Peker’in açıklamaları, birinci ağızdan bunların ifadesi idi. Ama Peker, görünene göre, Birleşik Arap Emirlikleri’nde susturulmuştur. Görünen budur. Belki de bir anlaşmaya varmış da olabilirler. “Size söz, seçime iki ay kala konuşacağım” diyordu ve şimdi, seçim gelip çattığı hâlde Peker konuşmuyor. Bu nedenle, belki de anlaşmışlardır. Müyesser Yıldız, kendisinin bir rastlantı ile Peker ile görüştüğünü ve Peker’in aslında Kılıçdaroğlu ve Akşener’e kırgın olduğunu ifade ettiğini aktarmaktadır.

Oysa Peker, pekâlâ bilir ki, Saray Rejimi denildi mi, devlet denildi mi, Kılıçdaroğlu da, Akşener de işin içindedir. Yani, bu ikisinin müstakbel TC devleti yöneticileri olma olasılığı nedeni ile, seçimden önce BAE üzerinde baskı kurmalarını beklemek, aslında biraz “safça” değil ise, durumu anlamamak anlamına gelmektedir. Oysa bir devlet mensubu olarak Peker, durumu anlamak konusunda bu kadar saf olamaz.

Bu durum, mutlaka anlaşmaya vardılar anlamına da gelmeyebilir.

Peker’in ardından, Muhammed Yakut isimli bir kişi, ve ardından da Yeşildağ ailesinden, TürkMedya sahiplerinden Ali Yeşildağ konuşmaya başladı.

Böylece, devlet cephesinden, Saray çevresinden gelen itirafçı sayısı, 3 olmuş oldu.

Yalnız ortada bir mahkeme olmadığı için, itiraf kanalı mahkemeler değil, YouTube kanalı gibi sosyal medya oldu.

Bu itiraflarda, bu suçlamalarda geçenler, elbette önemlidir. Zira, Peker’in dediği gibi, bunları cami imamı anlatmıyor, bizzat işin içinde görev almış olanlar anlatıyor. Bu açıdan itiraflar önemlidir. Birçok şey, aslında kamuoyu tarafından, aşağı yukarı bilinse bile, bu itiraflar, başka bir ülkede, yine kapitalist bir ülkede, iktidarları düşürürler. Bizde pek öyle olmuyor.

Çünkü, ülkemizde, her insan, halk, devletin, Saray’ın ne tür hırsızlıklar yapabileceği konusunda geniş bir bilgiye sahiptir. İster detayını bilsin ister bilmesin, halk, bu hırsızlıkların daha da büyüklerinin, hukuksuzlukların daha fazlasının, soygun, rant ve yağmanın daha da fazlasının var olduğunu şöyle ya da böyle biliyor. Bu nedenle, ayakkabı kutularının içindeki paraları “İslam” adına kullanmak üzere depoladıklarını söyleyebilmektedirler. “Sıfırla oğlum”, aslında bir itiraftır.

Birincisi bu nedenle, bu itiraflar çok büyük bir infial yaratmıyor.

İkincisi, ülkede yargı vb. sistemi Saray’a bağlı olduğundan, bunların dava konusu olmayacağı biliniyor.

Üçüncüsü, basın bunları, mutlaka birtakım karartma operasyonları ile örtüyor.

Dördüncüsü, halk zaten buna benzer bir hırsızlık, soygun ve yağmanın var olduğunu, şöyle ya da böyle, şu ya da bu oranda biliyor.

Yine de bu itirafların üzerine konuşmak gerekir.

1

İtirafları yapanlar, bizzat işin içindedirler. Yani, bu adamlar, “kirli” adamlardır ve işin parçasıdırlar. Bu nedenle, bunların itirafları, “cami hocasının” söyleyeceklerinden çok daha önemlidir. Öyle anlaşılıyor, her biri, alanlarında etkili ve “usta”dır ve verdikleri bilgiler yalan değildir. Zaten öylesi bir yalanlama da gelmemektedir. Saray ya da devlet, bu açıklamaları daha çok Saray medyası üzerinden, sosyal medya trolleri ile vb. yanıtlamaktadır. Soylu’nun Peker’e yanıtlarını bir yana bırakırsak, daha çok durum budur.

2

Peker’in açıklamaları, bir dizi film gibi seyredilirken, çok daha etkili olmuşlardı. Muhammed Yakut ve Ali Yeşildağ’ın açıklamaları, o denli “beğeni” toplamaktan uzaktır. Belki de bu ikisinin öncesinde Peker’in açıklamaları, insanlarda “evet böyledir” düşüncesi ile eskisi kadar merak uyandırmamaktadır.

Ayrıca, Peker, daha “siyasal” içerikli açıklamalar yaparken, diğer ikisi daha çok parasal konular üzerine durmaktadırlar. Saray’ın hırsızlar çetesi olduğu konusunda kimsenin şüphesi olmadığı için, belki daha az ilgi görmektedirler.

3

Her üç kişi de, aslında doğrudan Erdoğan ve ailesine vurmamak için özen göstermektedir. Peker, neredeyse Erdoğan’a doğrudan hiçbir saldırı yapmamıştır. Onunla hesaplaşacağını söylediği videolarını ise yayınlamamıştır. Bu videolar, başka ülkelerden, binbir yolla yayınlanabileceği için, burada bir anlaşma olduğunu düşünmek fazla olmaz.

Muhammed Yakut ve hele hele Ali Yeşildağ, doğrudan Erdoğan ailesinin akçeli işlerine yönelmektedirler.

Ama buna rağmen, her ikisi de, kendilerinin de en önemli bulduğu bölümleri, ısrarla sona saklamaktadırlar. Bu durum, aslında bir pazarlık yolunu açık tutmak anlamına da geliyor.

4

Her üçü de, devlet içinden tasfiye edilmektedir. Yapmakta oldukları görevlerinden uzaklaştırılmakta, aldıkları “pay” veya “komisyon”ları alamaz konuma gelmektedirler. Yani, bir açıdan dışlanmakta, kullanılıp, foseptik çukuruna atılmak istenmektedirler. Bu nedenle, kendilerinin haksızlığa uğradığını söylemektedirler.

Derler ki, foseptik çukuruna düşmüş isen, başını dik tutmalısın. Verdikleri bilgilerin önemi ne kadar açık ise, onların bu dışlanma, tasfiye edilme durumları da o kadar açıktır. Bu nedenle, “dik durma” hâllerinin bir önemi yoktur.

TC devleti, tarihi boyunca hep bunu yapmıştır. Birilerini kirli işleri için, katliamlar, hırsızlıklar vb. için kullanmıştır ve sonra da işine yaramaz hâle geldiğini gördüğünde ya öldürerek ya da köşesine çekilmesini sağlayarak tasfiye etmiştir.

Burada, hem bir tasfiye süreci vardır hem de bu tasfiye süreci, sadece bu kişileri ilgilendiren bir süreç olmaktan daha da büyüktür.

NATO mekanizması, TC devletinin gerçek anlamı ile “derin devlet”ini oluşturmaktadır. Bu NATO mekanizması, SSCB var iken, tek vücut olarak hareket edebiliyordu. Oysa bugün, epey zamandır, artık tek vücut olarak hareket etmediği birçok konu var. Devrimci hareket, Kürt devrimi, toplumsal muhalefet söz konusu olduğu zaman, hepsi birlikte hareket etmekte, ama onun dışında kendi çıkarlarını temel alma eğilimleri artmaktadır. Bu nedenle tasfiye süreçleri, konuşmaya başlayan kişiler ile sınırlı değildir.

Mesela Sedat Peker’in tasfiyesi, aslında Avrupa ve ABD arasındaki çatışmalara bağlı idi. Ukrayna savaşı konusunda ABD emrine giren ya da öyle görünen AB, artık bu çatışmada o denli açık ve “mert” bir tutum almamaktadır.

Muhammed Yakut’un tasfiyesi, bir yandan son derece basittir; kendisine verilmesi gereken para verilmemiştir. Ama biraz derine inildiğinde, bu durum, aynı zamanda Saray’ın, Abdülkadir Aksu ekibini tasfiye etmesi sürecinin bir parçasıdır. Saray, bu tasfiye işini, Nihat Özdemir vb. üzerinden devreye sokmuştur. Böylece, olası çatışma süreçlerinin dışında kalmayı da başarabilecek bir konum elde etme peşindedir.

Saray’ın, uyuşturucu, tarihî eser kaçakçılığı, kaçak yakıt, organ kaçakçılığı, beyaz kadın ticareti vb. alanlarda da etkili olmaya hevesli olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle, artık, bazı kesimler tasfiye edilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, mesela Ağar çetesi konumunu korumakta, hatta geliştirmektedir. Yarın Ağar grubundan birileri konuşmaya başlarsa, bu yeni bir yol ayrımı demek olacaktır. Bugün, Abdülkadir Aksu grubunun tasfiye edildiğini görmek, Muhammed Yakut videolarından bunu anlamak mümkündür. Eğer “darbe tiyatrosu, darbe piyesi” videosu yayınlanırsa, o durumda çatışmanın derinliğini anlamak daha olanaklı olacaktır.

Muhammed Yakut, Kosova’dan söz etmektedir. Ayrıca kendisinin içinde olduğu birçok iş olduğunu anlamak da mümkündür.

Ali Yeşildağ’ın açıklamaları, son derece önemlidir. Çünkü, Yeşildağ ailesi, Erdoğan ailesinin birçok “sırrı”na sahip, Erdoğan ailesine çok yakın bir ailedir. Ali Yeşildağ, aslında abilerinin, Hasan ve Fevzi Yeşildağ’ın, “ülkücü” kökenini, bomba imalatlarını, kendisine ilkokul çantasında nasıl bomba taşıttırıldığını, ilk sermayelerinin fidye karşılığı adam kaçırmakla başladığını, bugün TürkMedya grubunun, yani birçok gazete ve TV kanalının Erdoğan adına sahipleri olduğunu ortaya koyuyor.

Antalya Havalimanı vurgununu anlatıyor. Yeşildağ, aslında usta hırsızlık nasıl yapılır, dolandırıcılık nasıl yapılır konusunda oldukça ince bilgiler veriyor. Muhtemelen “devlette liyakat yok” diyenler, bu videoları dinleyince, aslında gayet uygun bir liyakat sisteminin var olduğuna kanaat getirebilirler. Hırsızlık için uygun adaylar, bu konuda deneyimli olanlar olabilir.

Her ikisinde de kaydetmeye değer bilgiler vardır. Bu bilgilerin, aslında var olanların ancak başlangıcı olduğu konusundan emin olmak gerekir. Daha fazla bilgi, anlatıcıların her birinde vardır.

Yeşildağ, kardeşleri ile üçte bir ortaklığından payını istemektedir. Bu payın verilmesi hâlinde, daha fazla bilgi vermeyeceği açıktır.

5

Her üç anlatıcıda da, halkın bilmediği bazı bilgiler vardır. Çoğu anlattıkları, halk tarafından bilinir durumdadır. Mesela Sabiha Gökçen Havalimanı’nı bilmeyen yoktur ya da çok azdır. Mesela Erdoğan’ın sara hastası olduğunu bilmeyen kalmamıştır. Son derece faydalı bir bilgidir zira kimlerin bunu bildiğini, bilenlerin neden Erdoğan’ın yanında taşınmak zorunda kalındığını bize söylemektedir.

Sara hastalığı, bilindiği gibi, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmanın önünde engeldir. Bu yasal bir durumdur ve TC devleti, 20 yıldır, yasal konumu (sara hastalığı ve diploma olmaması) uygun olmadığı hâlde, yetkisiz biri tarafından yönetilmiştir. Efendiler, NATO, ABD ve Batı, TC devletini, tam olarak bir “muz cumhuriyeti” olarak kullanmıştır. TC devletinin ABD adına bölgede tetikçilik yapmasının sağlanması bunun ana nedenidir. Yoksa elbette efendiler, egemenler, başkalarını, yönetmek için başka isimleri bulabilirlerdi. Ama bu zahmetli yollara bile başvurmuyorlar.

Dünya kapitalist sistemi içinde çürüme, kokuşma, yozlaşma o boyuttadır ki, TC devletinin bu tarz organize edilmesi, artık büyük bir “özen”i gereksiz kılmaktadır.

Saray Rejimi, fütursuz davranmaktadır. O kadar çürümüştür ki sistem, artık hiçbir yönü saklanabilir değildir. Muta nikâhları ya da bir otelin kat kat ilgili devlet yöneticilerine ayrılması ile muhtemelen daha başka mesajlar da vermek istiyordur anlatıcılar. Bunu bizim anlayabilmemiz zordur. Sadece tüm Saray’ı sarmış olan bu yaşam biçimini görmemize yardımcı olur. Ve bu arada bu bilgiler bize, işleyişi, işlerin “ustalık”la yapılış tarzını gösterir.

Diyelim ki bir bakanlığı nasıl soyacaksınız, bunun örnek uygulamasını orada görmek mümkündür. Doğrusu, bu örneklere “beceriksizlik” damgasını vurmak, eğer devleti aklayıp yapanları kötülemek amacını gütmüyorsa, tam bir körlük demektir.

Anlatanların anlattıklarından çıkan ortak sonuç, TC devletinin baştan aşağıya bir suç örgütü olduğudur. Hırsızlığın, yalanın, katliam politikalarının istisna değil, kural olduğudur, devletin kendi alanında son derece mahir insanlar tarafından yönetildiğidir.

Ve emin olabiliriz ki, bunlar, hem anlatanların bildiklerinin sadece bir kısmıdır hem de onların bilmediği alanlarda bunun daha ileri örnekleri vardır. Biz, aslında bu anlatılanlara bakarak, bunları anlatanların ne istediğine odaklanmakla yetinmemeliyiz. Zaten, son iki anlatıcı, yani Ali Yeşildağ ve Muhammed Yakut, aslında ne yapmak istediklerine ilişkin yeterince bilgi de vermektedirler. Bunun arkası da vardır elbette. Ama anlattıklarının ne olduğunu da unutmamalıyız. Bize bunları anlatanların, “temiz” insanlar olmasını beklemek, istemek saçmadır.

Acaba, yağma ve rant alanından dinlediğimiz bu “gerçekler”in, mesela savaş ekonomisi alanında da örnekleri yok mudur? Tank palet fabrikası ile mi sınırlıdır? Kılıçdaroğlu’nun “Atatürk Havalimanı’nı Özmenlere vereceğim” açıklaması acaba bu alanda Saray politikalarının aynen devam edeceği anlamını mı taşımaktadır?

Bir havalimanından 1 milyar dolar alabilen Erdoğan, acaba bu hırsızlık, bu yağma, bu rant işini en çok savaş alanında ortaya koyuyor olmasın?

Aslında anlaşılacağı üzere, bu hırsızlıkları, soygunları, rant paylaşımlarını vb. ortaya koymak, “anti-kapitalist” ya da sosyalist olmak anlamına hiç gelmez. Mesela NATO’ya girmesi için onay verdiğimiz Finlandiya’da ya da mesela Almanya’da, bu hırsızlıkları yapanları yargılamak isteyen, bunların ipliğini pazara çıkartan kişiler, hiçbir biçimde sosyalizmden vb. yana olmadıkları hâlde bunu yaparlar. Öyle ise, ülkemizdeki burjuva partiler, bu konuda “devlet şaibe altında kalmasın” tutumu ile, Saray’ın bu hırsızlıklarına, bu soygunlarına karşı çıkarak, “büyük bir adım” atıp sosyalist yola girmiş olmazlar. Bir burjuva siyasetçi, tanımı gereği, bunlara gözünü yumarak iktidar olamaz.