Ana Sayfa Blog Sayfa 153

31 Ağustos işgalinden acele kamulaştırmaya gelen süreçte Gazi Mahallesi -Hayri Tunç

Gazi Mahallesi, İstanbul’un en büyük ormanlarından sayılan Kent Ormanı’nın hemen yanında bulunuyor. Bu bile başlı başına bir saldırı gerekçesi olarak göz önünde duruyor. Ancak mahalle sadece Kent Ormanı yanında bulunmasıyla değil, İstanbul içerisinde ranta açılamayan sayılı bölgelerden biri olmasından dolayı da büyük bir önem arz etmektedir. Özellikle gecekondu bölgesinin ranta açılması demek, halkın evsizleştirilmesi, zenginlerin daha da zengin hâle gelmesi demektir.

Yine daha büyük, daha yoğun bir saldırı ile karşı karşıya olan mahalle OHAL sonrası yapılan 31 Ağustos baskınıyla daha planlı bir saldırı cenderesi altına girdi. O da, mahallede devrimcilerin halka dağıttığı ve yıllar içerisinde büyük bir rantın hedefi hâline gelen gecekonduların yıkılma kararı.

31 Ağustos gece yarısı Gazi Mahallesi’nde bulunan taksi durakları, çay bahçeleri yıkıldı ve Hasan Ferit Gedik Uyuşturucuyla Mücadele Merkezi binası polis tarafından işgal edilip karakol hâline getirildi. Bu baskın sonrası ise mahallede var olan polis ablukası daha büyük bir boyuta geçip, iki karakol, onlarca zırhlı araç, çevik kuvvet, özel harekât, sivil polisler tarafından mahalle tamamen ablukaya alındı. 31 Ağustos sonrası ise mahallede bütün taksi durakları belli aralıklarla yıkılmaya başlandı.

Bu abluka kısa bir süre sonra devrimcilere yönelik bir cadı avına dönüştürüldü. İlk başta Kürt gençlerinin ev baskınlarıyla gözaltına alınmasıyla başlayan süreç daha sonra hasta ziyareti sırasında kaçırılmalara kadar ilerledi.
Sadece Gazi Mahallesi özgülünde şu anda 50’den fazla HDP gençlik içerisinde faaliyet yürüten Kürt genci siyasi sebeplerden dolayı cezaevinde ve bu gençlerin bazılarına adlî suçları da yüklediler.

Kürt gençlerine yönelik yapılan gözaltı ve tutuklama furyası daha sonra diğer devrimci yapılarda mücadele içerisinde yer almış gençlere döndü. Burada özellikle ESP ve Halk Cephesi üyesi gençler yol ortasından kaçırıldı, ev baskınlarında gözaltına alındı. Halk Cephesi üyesi Selda Karataş bir kez hastaneden bir defa da sokaktan kaçırılmak istendi. Sokakta yürürken zırhlı araçtan üzerine ateş edildi ve en sonunda Ural tipi zırhlı araçtan inen polisler tarafından yol ortasında gözaltına alındı ve tutuklandı.

Mahalle esnafının başlattığı, Halk Cephesi’nin destek verdiği ve bir ay süren açlık grevi sırasında, açlık grevinin devam ettiği Gazi Cemevi bahçesi neredeyse her akşam polisin gaz bombalı, ses bombalı saldırısına uğradı.
Bunların dışında polis keyfî bir şekilde evlere, sokaklara gaz atmaya, günün herhangi bir saati ırkçı şarkılar çalarak mahallede gezerek, halkı tehdit edip sokak ortasında insanları kaçırarak gözaltına almaya başladı ve gözaltına aldığı bazı isimleri özellikle “Gazi Mahallesi Sorumlusu” olarak lanse ederek mahalle üzerindeki baskının artması için çabaladı.

Mahalle üzerinde yaşanan baskıların artmasında medyanın da büyük rolü oldu. En son 4 Aralık günü adlî bir vakadan dolayı polisten kaçarken bir gencin vurulma olayını mahallede çatışma olduğu şeklinde haberleştirerek veren ana akım gazete ve televizyonlar, bu haber ile başlayan abluka ve yıkım sürecine de katkı sundular.

31 Ağustos ile başlayan ve ‘Acele Kamulaştırma’ adıyla yıkıma kadar gelen sürecin gelişimi bu şekilde. 11 Ekim 2016 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile de Kuzey Marmara otoban geçiş güzergâhı içerisinde olduğu gerekçesiyle acele kamulaştırma kararı alındı. Ancak Resmî Gazete’de çıkan Kuzey Marmara otobanına geçiş güzergâhı kararında nedense Gazi Mahallesi’ne dair bir ibare yer almıyor. Gazi Mahallesi’nin birçok sokağında ise bugünlerde sessizce zemin etüdü çalışmaları başladı. Mahallenin gecekondu bölgesinde başlayan çalışmalara karşı özellikle Sokak Kültür Merkezi çalışanları uzun süredir halk arasında bilgilendirme çalışmaları yapmakta.

Aslında bu yıkım çalışmaları uzun zamandır hazırlanıyordu. OHAL ile birlikte bir oldu-bittiye getirmeye çalışıyorlar. Burada da devlet halkın ve devrimcilerin göstereceği tepkiden çekindiği için Resmî Gazete’de yayınlanan acele kamulaştırma kararında, özellikle Gazi Mahallesi ismi kullanmaktan çekiniyor ancak yayınlanan haritalarda yıkımın Gazi Mahallesi’ni kapsadığı da çok net belli oluyor.

Şu ana kadar harita üzerinden bakıldığında görülen yerler şunlar; 8 Evler Gecekondu Mahallesi, Tuz Deposu, Kıbrıs Caddesi ve polisin karakol yaptığı Hasan Ferit Gedik Uyuşturucuyla Mücadele Merkezi’nin bulunduğu Gazi Şehir Parkı -ki sadeceGazi Şehir Parkı bile 31 Ağustos işgal ve yıkımının, bu yıkım planının bir parçası olduğunu gösteriyor-.

Bunlar dışında Gazi Mahallesi içerisinde başka nerelerin yıkım kararı içinde olduğunu kimse bilmiyor. Ancak bu yıkım kararının mahallenin yıkılıp zenginlere peşkeş çekilmek anlamına geldiğini herkes konuşuyor.

Burada şunu da açıklamak lazım. Gazi Mahallesi’nde bir baraj ve kent ormanı bulunuyor. Zaten 8 Evler Gecekondu Mahallesi de hemen kent ormanının yanında. İstanbul sınırları içindeki en büyük ağaçlık alanlardan biri bu kent ormanı. Gecekondu mahallesinin yıkılıp peşkeş çekilmesi demek şehrin en önemli ağaçlık alanının da yok edilmesi anlamına geliyor. Bu peşkeş devletin gerçek yüzünü göstermesi açısından da önemli. Devlet birkaç zengini daha da zengin etmek için halkın yıllardır emeğiyle yaşanılabilir bir hâle getirdiği alanları gasp etmek istiyor.

Bunların dışında mahallede evlerin yıkılması demek, ortaklaşmanın da yok edilmesi, insanlar arası ilişkinin de en aza indirilmesi demektir. Gazi Mahallesi gibi yoksul mahalleler, ortaklaşmanın, imecenin hâlen var olduğu, komşuluk ilişkisi de denilecek olan sosyal yaşamın çok güçlü olduğu yerlerdir. Mahallenin yıkımı ile birlikte insanlar birbirlerinden koparılacak, yardımlaşma yok edilecek ve sistemin istediği aciz insan tipine bir kayış yaşanacaktır. Mahallede özellikle devrimcilerin yıllardır binbir emekle var ettiği ortaklaşma ve alternatif yaşam modeline de büyük bir saldırı anlamına gelir. Ondan dolayıdır ki devlet son birkaç aylık süreçte Gazi Mahallesi üzerindeki baskılarını arttırmakta, yaşayan insanların bu baskılardan bıkarak mahalleyi terk edeceğini planlamaktadır.

Bu planlı saldırılardan biri de 18 Aralık günü Gazi Mahallesi Sultan Düğün Salonu’nda yapılması düşünülen “Acele Kamulaştırmaya Karşı Halk Toplantısı”na oldu. Halk salona geldikten birkaç saat sonra polis 4 zırhlı araç, onlarca polisle toplantıyı basıp, “örgüt propagandası” yapıldığı iddiasıyla halkın bütünleşmesini engelledi.

Gelinen noktada ise Gazi Mahallesi tam anlamıyla her taraftan abluka altına alınmış durumda. Bir yandan iki karakol, onlarca zırhlı araç, sivil polis ekipleri ile abluka altına alınan mahalle, diğer yandan ise rant çevreleri tarafından ablukaya alınmış durumdadır. Mahallenin özellikle yıkım gerçekleşecek yerlerinde, insanlardan evlerini satın almak için dolanmakta, insanları kandırmaya çalışmaktadırlar. Bunların yanında ise devrimcilerin çabaları yetersizlik ve ilgilenmemekten kaynaklı belli bir yere kadar gelip durmaktadır. 2017 yılı Gazi Mahallesi özelinde yoksul mahalleler için büyük mücadelelerin ve direnişlerin yılı olacaktır.

TÜİK hesap yapmayı mı bilmiyor, hesabı patronlar lehine mi yapıyor?

TÜİK geçen yıl bu miktarı net 1.600 TL olarak bildirmişti. Böylece TÜİK Kasım 2015’ten Kasım 2016’ya bir işçinin asgari yaşam maliyetinin yüzde 4,3 oranında arttığını söylemiş oldu. TÜİK Tüketici Fiyat Endeksine göre aynı dönemde enflasyon yüzde 7 oranında arttı. Bu durum kafa karıştırıcı. Fiyatlar genel düzeyi yüzde 7 artarken işçilerin asgari yaşam maliyetlerinin yüzde 4 civarında artması izaha muhtaç. Oysa TÜİK 2015 yılında, bir önceki yıla göre asgari yaşam maliyetinin yüzde 12 arttığını saptamıştı. 2014 yılında 1425 TL olarak bildirdiği asgari yaşam maliyetini geçen yıl 1600 TL olarak açıklamıştı. Ne oldu da 2016’da işçilerin asgari yaşam maliyeti enflasyondan daha az arttı?   İzahı ne?

Komisyon TÜİK tarafından sunulan asgari geçim maliyetini asgari ücret tespitinde esas almasa da, TÜİK verileri asgari ücret tartışmalarında önemli bir değişken ve tartışma unsuru. Dolayısıyla TÜİK’in asgari geçim maliyetine ilişkin hesaplamaları milyonlarca ücretli çalışanı ilgilendiriyor.

Anlaşılan o ki, işçileri sefalet ücretlerine razı etmek için her yol kullanılıyor, sermaye lehine bir kalem oynatarak gerçekler örtülüyor. TÜİK, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na sunduğu asgari geçim maliyetine ilişkin bilgileri hesap metoduyla birlikte ve geçmiş yılları da içerecek şekilde kamuoyuna açıklamalıdır.

Kaynak: Aziz Çelik, Birgün.net, 26 Aralık 2016

Katledilen ve istismar edilen tüm çocuklar için; susma, diren, hesap sor!

Yurtta kalan bir öğrencinin velisi diyor ki, “devlet yurdunu yıktılar, çocuklarımızı Süleymancıların yurduna yerleştirdiler.”

Televizyona çıkan aşağılık bir iktidar uşağı “uzman” ‘Kader sonuçta’ diyor.
Koruyup kolladıkları bir tarikatın yurdu söz konusu olunca suçlarını örtbas etmek için hemen yayın yasağı getiriyorlar.

MHP’li Adana Büyükşehir Belediye Başkanı konuyla ilgili soru soran gazetecilere tepki gösteriyor.
Çocukların yanarak can verdiği saatlerde Meclis’te, AKP’nin emekli akademisyen milletvekillerinin iki kat maaş almasına yönelik yasa tasarısı onaylanıyor.

Yurt yetersizliği nedeniyle öğrenciler tarikat yurtlarına mahkum edilirken, yangın günü Adana İl Müftülüğünün yeni binası için 6 milyon 639 bin lira harcandığı ortaya çıkıyor.

Saray’daki muktedirinden, MHP’li belediye başkanına, bakanından milletvekiline kadar hepsi çocuk düşmanıdır. Hepsi çocuk istismarcılarıyla aynı saftadır.

Katledilen ve istismar edilen tüm çocukların hesabı sorulana kadar susmayalım, ayağa kalkalım ve hesap soralım!
AKA-DER
30 Kasım 2016

Egemenlerin bilimi: Ses dalgasıyla eylem dağıtma

Projesini tanıtan Ali Kaan Ergün şunları söyledi:

“Bu sistem toplumsal olaylara müdahalede kullanılabilir. Mevcut yöntemlerde göstericilere gaz bombası ve tazyikli suyla müdahale ediliyor. Bu, hem göstericilere hem kolluk kuvvetlerine hem de oradan geçen ve ikâmet eden halka zarar veriyor. Bu proje sayesinde uzun menzilde yaklaşık 200 metre ile 1 kilometre arasında tiz ses, gösterici kitlesine gönderilerek onların dağılması sağlanıyor. Ses, sadece gösterici kitlesine yönlendirildiği için çevredeki binalarda ikamet eden insanlar ya da kolluk kuvvetleri bu sesi duymayacaklar, sadece göstericiler duyacak. Göstericiler sesin rahatsız edici etkisinden kurtulmak için dağılmak zorunda kalacaklar. Böylece fiziksel müdahalede bulunulmadan gösteri engellenmiş olacak.”

Bilimi her zaman kendi çıkarına uygun geliştiren sermaye; emekçilere ve halklara saldırılarına devam ediyor. Bahçeşehir Üniversitesi sermayedarları, Ali Kaan Ergün’e burs veriyor. Teknolojiyi, “daha steril” yollardan insanlığı yok etmek için geliştirmeyi teşvik ediyor.

Geçtiğimiz Mayıs ayında da Amasya Üniversitesi ile Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı’nın düzenlediği ‘Süper Fikrim Var’ proje yarışmasında, kimyasal biber gazına alternatif olarak doğal soğan gazı üretimi projesine birincilik ödülü verilmişti. Proje hakkında bilgi veren öğrencilerden Sümeyye Terzi; “Biber gazının üretiminde kimyasal maddeler var. Bu yüzden sağlık açısından zararlı, bizim ürettiğimiz soğan gazında ise kimyasal madde olmadığı için sağlıklıdır” diyerek eylemlere saldırıyı meşrulaştırırken “sağlık” hassasiyetini ön plana taşıması dikkat çekmişti.

Konu toplumu baskılamak olunca, ara teknik eleman değil, bilim insanı(!) yetiştirmek teşvik edilebiliyor.

Türkiye İsrail’le anlaşınca Mavi Marmara davası düştü

İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve aralarında dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Rau Aluf Gabiel Ashknazi’nin de yer aldığı 4 sanığın yargılandığı davanın 9 Aralık’taki duruşmasında; davanın düşürülmesine, sanıklar hakkındaki yakalama kararının kaldırılmasına hükmedildi.

Mavi Marmara davasında duruşma savcısı Hüseyin Aslan, Türkiye ile İsrail arasında imzalanan anlaşma ile davanın yasal dayanağı kalmadığını ve anlaşmanın yargı engeli oluşturduğunu belirtti. Savcı Aslan, “Türkiye, sadece bu davaya özel olarak yaptığı anlaşma ile egemenlik hakkından vazgeçmiştir” dedi.

Türkiye ile İsrail arasında 27 Haziran 2016’da da yapılan anlaşma, Ağustos ayında TBMM’de kabul edilmişti. Anlaşmanın yürürlüğe girmesinin ardından İsrail’in, Mavi Marmara gemisinde öldürülen 9 kişinin ailelerine 20 milyon dolarlık tazminat ödemesi kararlaştırılmış, buna karşın Türkiye İsrail’e açılan Mavi Marmara davalarının geri çekilmesini, ayrıca olaya karışan İsrailli askerlerin, hukuki ve cezai sorumluluktan muaf tutulmasını taahhüt etmişti. İsrail’in 20 milyon dolarlık kan parasını Adalet Bakanlığının hesabına yatırdığını 30 Eylül 2016’da Berat Albayrak açıklamıştı.

Erdoğan ‘One Minut!’ten çark etmişti

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, İsrail’le varılan anlaşma sonrasında yaptığı açıklamada, “Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz? Biz zaten yardımı yaptık, yapıyoruz. Bunları da yaparken, gövde gösterisi olsun diye mi yapıyoruz?” demişti.

Hüda Kaya: Mavi Marmara davasını, Filistinlileri siz sattınız!

TBMM’de 2017 bütçe görüşmelerinde söz alan HDP İstanbul milletvekili Hüda Kaya AKP’ye Mavi Marmara davasıyla ilgili tepki göstererek, ‘İkiyüzlü bir politikayla Mavi Marmara davasını, Filistinlileri siz sattınız’ dedi.

İstanbul’da “Kudüs İçin Parlamenterler Birliği” adlı uluslararası toplantıya katıldığını belirten Hüda Kaya şöyle konuştu: “Cumhurbaşkanı orada yaptığı konuşmada, İsrail zindanlarında aylardır, yıllardır hapis kalan milletvekillerine değindi. Orada, ‘İsrail’ ve ‘Filistin halkı’ kelimelerini çıkarıp ‘Türkiye’yi yerleştirdiğimizde Cumhurbaşkanı bizi anlatıyor dedim.

Cumhurbaşkanı o gün, ‘Filistin’den koparılmanın acısını on yıllardır gönüllerinde bir kor gibi taşıyan tüm Filistinli mültecileri selamlıyorum’ ifadesini kullandı. Katılmamak mümkün değil. Bugün Şırnak diye bildiğimiz bir şehir yok oldu ve içinde yaşayan halkın tamamı mülteci durumunda. Sayın Cumhurbaşkanı, Filistin’de her gün kendini tekrar eden bir zulüm ve baskı düzeni olduğunu, bu adaletsizliğin bütün dünyanın gözünün önünde sayısız Birleşmiş Milletler kararlarına rağmen yarım asırdır katmerlenerek devam ettiğini vurguladı. Aynı Birleşmiş Milletler, ülkemizde yaşanan insan hakları, iradeye yapılan linç ve saygısızlıklarla ilgili bir karar açıkladığında, ‘Siz kim oluyorsunuz ey Birleşmiş Milletler’ diyebiliyorsunuz. İkiyüzlü bir politikayla Mavi Marmara davasını, Filistinlileri siz sattınız.”

Eren Erdem: Dava 20 milyon dolar ve İsrail’in dostluğunu kazanmak için düşürüldü

CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem, Mavi Marmara davasının düşürülmesine ilişkin Twitter hesabından açıklamalarda bulundu.

Eren Erdem attığı tweetlerde, “Mavi Marmara katliamı davası, mağdurların itirazına rağmen düşürüldü. Neden? 20 Milyon dolar ve İsrail’in dostluğunu kazanmak için… Burada büyük tehlikeler var. İlki, mağdurların haklarının tamamen yok edilmiş olması.

Ama esas sorun ise, parayla hukukun dizaynı. Yani, yarın bir katil kalkıp, bu davayı emsal gösterip, “parası neyse ödeyeyim” dese, hakimler ne diyecek? Neye göre düşürdünüz davayı? Mağdurlar haklarından vazgeçmediler. Tam tersine, davada ısrarcılar. Buna rağmen düşürüldü dava. Bu, mağdur ve mazlumlara ihanettir!” dedi.

Kaynak: Cumhuriyet, Evrensel.net,
Direnişteyiz.org, 15 Aralık 2016

Direniş ve kararlılık

Yüksel direnişi 40 günü aştı

KHK’yla işine son verilen ve Ankara Yüksel Caddesi’nde tek başına oturma eylemine başlayan Nuriye Gülmen ve sonrasında ona katılan Semih Özakça’nın direnişi 40 günü aştı. Yüksel Caddesi’ndeki oturma eylemine hemen her gün polisin saldırmasına rağmen konulan irade ve gelişen dayanışma ziyaretleri devlete geri adım attırdı. Soğuk hava koşullarına karşı sobaların kurulduğu, sık sık ziyaretler yapılan direniş, kararlılıkla sürüyor.

Özgürlük nöbeti 18. haftada

Kapatılan Özgür Gündem Gazetesi’nin tutuklu Genel Yayın Yönetmeni Zana Kaya, Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya ve Yayın Danışma Kurulu üyeleri yazar Aslı Erdoğan ve dilbilimci Necmiye Alpay için başlatılan “Özgürlük Nöbeti”ne Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde devam ediliyor. 18 haftayı geride bırakan nöbette, 5 Aralık günü piyanist Ayşe Tütüncü ve müzisyen Tuncer Duman’ın katılımıyla türküler eşliğinde “Son sözü hep direnenler söyler” denildi. 20 Aralık’ta gerçekleştirilen nöbette ise 19 Aralık katliamına dikkat çekildi. 18. haftada nöbete Ayşe Ünal ve Avrupalı akademisyenlerden oluşan bir heyet katıldı. Brüksel ve Edinburgh üniversitelerinden akademisyenler konuşmalar yaptılar. “Bu insanlar Kürtlere yönelik baskıları gündeme getirdikleri için hedeflendiklerini biliyoruz. Şaşkınız” dediler.

Kaynak: Direnişteyiz.org, Sendika.org,
Evrensel.net, 25 Aralık 2016

Anayasa “tartışmalarının” mana ve mahiyeti üzerine kısa not

Zira, mülk sahibi sınıflardan ayrı bir devlet mümkün değildir. Bunlardan birinin varlığı diğerinin varlığına bağlıdır. Dolayısıyla anayasa yapma sürecine halk karıştırılmaz. Öyle ya, anayasa halka bırakılmayacak kadar önemlidir… Bu da demektir ki, özel mülkiyet, devlet ve para var olmaya devam ettikçe, halk için, halk adına, halk tarafından bir anayasa yapmak mümkün olmayacaktır… Dolayısıyla, neden söz ettiğini bilmek önemlidir…
Kaldı ki, iktidar anayasaya göre değil, kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere dayanır. Ekseri anayasa ve kanunların birinci paragrafında tanınan/tanımlanan bir hak, “ama”, “fakat”, “lâkin” gibi kelimelerle başlayan ikinci paragrafta geri alınır. Fakat bu kadarla da yetinilmez. Anayasa ve kanunlara “gerektiğinde” uymama yetkisi de tanınır. Buna “olağanüstü hâl” deniyor… Böylece mülk sahibi sınıflar kendilerini kesin olarak güvence altına almış olurlar…
Sadede, Türkiye’de son dönemde alevlenen anayasa “tartışmalarına gelirsek, bu Kenan Evren anayasasını kim neden değiştirmek istiyor? Bunu isteyen sadece Tayyip Erdoğan’mış gibi yaygın bir izlenim oluşmuş görünüyor. Oysa, bunun nüanse edilmesi gerekiyor. Anayasa değişikliğini isteyen sadece Tayyip Erdoğan ve ekibi değil. Bu, Türkiye burjuvazisinin de (bir bütün olarak mülk sahibi sınıfların) talebi. O taraftan pek ses çıkmadığı için, sanki değişikliği isteyenin sadece Erdoğan ve onun AKP’siymiş gibi bir algı söz konusu… Mülk sahibi sınıflar ekseri pek konuşmazlar, onların yerine başkaları konuşur. Oysa, bu dünyada bir tek şahsiyet için anayasa yapıldığı görülmemiştir.
Dolayısıyla hem Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin ve hem de Türkiye burjuvazisinin anayasayı yenileme konusunda ortak çıkarları var. Recep Tayyip Erdoğan ve kliği iki nedenle anayasayı değiştirmek istiyorlar:
1. AKP ve yandaşları, sömürü, yağma ve talanın tadına öylesine vardılar ki, o ayrıcalıktan mahrum olmak istemiyorlar. Bu toplum, Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde böylesi bir sömürü, yağma, talana ve vurguna şahit olmadı. Geride kalan yaklaşık yüz yıllık dönemde bu ülkenin emekçi insanlarının emeğiyle kurulmuş ne kadar sanayi tesisi, ne kadar kamu hizmeti veren kurum varsa, özelleştirme adı altında büyük sermayeye ve yeni yetme yandaş kapitalistlere peşkeş çekildi, yağmalatıldı… Satılmayan hiçbir şey bırakmadılar. Şimdilerde işi “vatandaşlık satışına” kadar getirmiş bulunuyorlar… Bu ülkenin tarihinde bütçe ve hazinenin yağmalanması hiçbir zaman bu boyutlara çıkmamıştı. Öyle ki, her alanda sömürü, yağma ve talan insan havsalasını zorlayacak boyutlara çıkmış bulunuyor…
2. AKP tayfası yolsuzluğa, suça, hukuksuzluğa, ölçüsüzlüğe, kuralsızlığa, ahlâksızlığa öylesine batmış durumdalar ki, iktidardan düştükleri anda yargılanacaklarını, hesap vereceklerini çok iyi biliyorlar. Dolayısıyla, ne yayıp-edip, iktidarda kalmanın bir yolunu bulmak istiyorlar. Anayasayı değiştirip, devlet terör rejimini takviye ederek, kendilerine “korunaklı bir sığınak” yaratmak istiyorlar… Lakin onlara bu fırsatı vermemek, heveslerini kursaklarında bırakmak, bu kepazeliğin önünü kesmek mümkün…
Mülk sahibi sınıflar da artık asgari hak-hukuk, sınırlı özgürlük ve demokrasi koşullarında bile yönetemeyeceklerini biliyorlar. Bunların kırıntısına bile tahammülleri yok. Zira, Türkiye’yi çoktan yönetilemez duruma getirdiler… Gelinen aşamada, geçerli güdük hukuk koşullarında bile Türkiye’nin yönetile bilemez olduğunun farkındalar. Artık Kenan Evren anayasası da onlara bol geliyor… Türkiye yönetilemez durumda zira, rejim çözdüğünden daha çok sorun yaratır halde. Bütün gösterge ışıkları ya kırmızı da ya da kırmızıya dönmekte. Velhasıl, rejim geniş toplum kesimlerinin gözünde meşruiyetini çoktan kaybetmiş bulunuyor…
Aslında sorunun kaynağı derinlerde ve doğrudan kapitalizmin sürdürülemezliği ile ilgili… Zira, artık kapitalizmin      “Büyük İnsanlığa” teklif edeceği bir şey yok. Dünyanın her yerinde çözdüğünden daha çok sorun yaratmadan yol alamıyor. Fakat gözden kaçırılmaması gereken önemli bir şey var: Kapitalizm krizde ama bu bildik krizlerden biri daha değil. Bu, kapitalizmin nihai krizi veya aynı anlama gelmek üzere, bir ‘uygarlık krizi’… Artık kriz insan ve toplum yaşamının tüm veçhelerini ve bir bütün olarak canlı doğayı da angaje eder halde. Başka türlü ifade edersek, insanlık ve uygarlık yeni bir kritik kavşağa gelip dayanmış bulunuyor…
Bir bütün olarak küresel plütokrasi, küresel oligarşi ve her bir ülkedeki oligarşiler, sömürüyü, yağma ve talanı, ancak baskıyı, şiddeti, terörü, faşizmin değişik versiyonlarını, savaşı, iç savaşı. kaosu, Balkanlaşmayı dayatarak sürdürebilirler… Türkiye’de de anayasa değişikliği adı altında devlet terör rejimini yeniden kurumsallaştırarak, şiddeti ve kaosu dayatmak istiyorlar.
Artık eğri oturup-doğru konuşmak, ne ile cebelleştiğini bilmek ve tartışmanın zeminini vakitlice değiştirmek gerekiyor. Her şeyden önce de kapitalizm dahilinde bir geleceğimizin olmadığını bilmek gerekiyor. İnsanların kendi kaderlerini kendi ellerine almaları neden mümkün olmasın? İnsanların “sayın seyirci” olma hali, verili, değişmez bir şey olmadığına göre…

Gazi Mahallesi’nde “Devlet” imzalı yazılamalar

Kaldıraç okurları tarafından yapılan ‘Katil polis mahallemizden defol’ yazılaması polislerce silinerek yerine devlet imzalı “Ensenizdeyiz” yazıldığı öğrenildi. Geçtiğimiz haftalarda Gazi mahallesinde bulunan AKA-DER şubesinin kapısı kimliği belirsiz kişilerce zorlanmış, içeri girilemeyince dernek önünde asılı bulunan Kaldıraç ve AKA-DER flamaları indirilmişti.

Gazi AKA-DER üyeleri sokakları özgürlük sloganları ile donatmaya, afişlemeler yapmaya devam ediyor.Gazi AKA-DER yetkilisi, “Bu saldırıların bizi korkutacağını sindireceğini sananlar yanılıyorlar, aksine doğru yolda olduğumuzun bilinciyle mücadeleye daha sıkı sarılacağız” dedi.

Ethem’in katili serbest!

‘Devir katliam devri…’

Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi’nde 19 Aralık’ta görülen davada, sanık avukatı “Eğer biz kolluk kuvvetlerimize meşru müdafaa hakkı tanımaz, Ahmet Şahbaz’ı cezalandırırsak kolluk kuvvetlerimiz kendi güvenliğini sağlayamaz” diyerek katliamları meşrulaştırmaya çalıştı.

Şahbaz daha önce Ankara 6. Ağır Ceza’da yargılanıp, ‘olası kasıtla adam öldürme’ suçundan 7 yıl 9 ay ceza almıştı. Yargıtay 1. Ceza Dairesi, kararı bozarak yerel mahkemeye yollamış, ardından güvenlik gerekçe edilerek dava Aksaray’a götürülmüş, tutuklu yargılanan Şahbaz da serbest bırakılmıştı. Bu süreçte mahkeme Şahbaz’ın ‘Taksirle ölüme neden olma’ suçunu işlediğine karar verip belirtilen cezayı verdi.

‘Bu ülkede adalet, demokrasi var diyenler görsünler’

Ethem Sarısülük’ün ağabeyi İkrar Sarısülük, karara, “Kardeşim Ethem’in canı 10 bin tl… Türkiye adaleti öldüren polisine para cezası verdi… Adaletiniz batsın… Bu ülkede adalet, demokrasi var diyenler görsünler, 26 yaşında kardeşimi öldüren katil polise 10 bin tl para cezası verdiler” sözleriyle tepki gösterdi.

‘Size de sıra gelecek’

Verilen cezaya tepki gösteren Ethem’in annesi Sayfı Sarısülük ve Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan’ı bir kadın polis “Size de sıra gelecek” diyerek tehdit etti.

Kaynak: Direnişteyiz.org, 25 Aralık 2016