Ana Sayfa Blog Sayfa 154

Esir değil işçiyiz, yarının sahibiyiz!

İşçi- emekçilerin büyük kitlesi sessizliklerini koruyarak öfke keselerini doldurmaya devam ediyorken mücadeleci bir azınlığın ısrarlı direnişi, “Esir değil işçiyiz, yarının sahibiyiz” şiarına can katarak yürüyüşünü sürdürüyor.
İşçi-emekçiler; sendikasızlaştırmaya, işten atmalara, ödenmeyen maaşlara, düşük toplu sözleşme dayatmalarına, hukuksuz çalıştırmalara grevle, direnişle yanıt vermeye devam ediyor…

  Metal’de TİS ve direniş sürüyor

Birleşik Metal-İş Sendikası (BMİS) ile Elektromekanik Metal İşverenleri Sendikası (EMİS) arasında yürütülen Grup Toplu Sözleşme görüşmeleri patronların dayatmalarıyla ağır-aksak giderken grev ve direnişler de sürüyor. BMİS 9 Aralık’ta yapılan görüşmeler sonunda toplam 14 madde üzerinde anlaşma sağlandığını açıkladı. İşveren sendikasının teklifi olan 3 yıllık sözleşme dayatmasını kırarak 2 yıllık sözleşmede anlaşma sağladıklarını belirten BMİS, bunun yanında sendika yöneticilerinin işyeri ziyaretleri, disiplin kurulu, işçi sağlığı, vardiya çalışmaları, fazla çalışmanın düzenlenmesi gibi maddelerde de kendi talepleri doğrultusunda anlaşma sağlandığını duyurdu.

  Bekaert’te grev

İzmit Alikahya bölgesinde bulunan Belçikalı şirket, Bekaert İzmit fabrikasında 500 dolayında işçi çalışıyor. Fabrikada; çelik kord, hortum teli, topuk teli, yay telleri ve yüksek karbonlu çelik tel, düşük karbonlu çelik tel, paslanmaz çelik tel gibi endüstriyel tellerin üretimi yapılıyor.

DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu fabrikada toplu sözleşme görüşmeleri anlaşmazlıkla sonuçlanmıştı. Şirket yönetimi; iki yılı kapsayan sözleşme dönemi için toplam yüzde 11 dolayında ücret artışı, sosyal haklarda günün ihtiyaçlarından uzak teklifte ısrar ederken, sendika; yüzde 21 oranında ücret artışı ve sosyal haklarda günün ihtiyaçlarına uygun iyileştirme talebinde ısrarcı oldu.

Sendika üyesi işçiler 8 Aralık’ta greve çıktı. İşçiler, “Direne direne kazanacağız” sloganları ve halaylarla direnişlerini sürdürürken grev nedeniyle çok sayıda polisin fabrikanın çevresinde konumlandığı görüldü.
Sendika yönetimi grevin 15. gününde, “Greve tamam mı, devam mı?” diye sormak için işçileri sendikanın Kocaeli Şube binasında bir araya getirdi. İşçilerin verdiği bilgiye göre toplantıda, patronun saat ücretine 1,5 liralık zam önerdiği, bu teklifle birlikte greve devam edip etmeme yönünde işçilerin görüşlerine başvurulacağı belirtildi. Yapılan oylamanın ardından işçilere grevin bitirilmesi görüşünün ağırlık kazandığı söylendi. Greve devam etme yönünde görüş bildiren işçiler bu duruma tepki gösterirken, bazı işçiler ise toplantıyı terk etti.

Grev, Birleşik Metal-İş Sendikası yönetimi ile patron ile arasında anlaşma sağlanması üzerine 15. gününde (23 Aralık) sona erdi. Edinilen bilgiye göre anlaşmayla işçilerin saat ücretine ilk yıl için 1,5 lira artış yapılacak.

   Schneider işçileri EMİS’i protesto etti

Schneider Electric’in Manisa fabrikası işçileri patron sendikası Elektromekanik Metal İşverenleri Sendikası (EMİS)nın dayatmalarına karşı fabrika içinde eylem yaptı. Tüm işçilerin katıldığı eylemde; “EMİS uyuma grev kapıda!”, “Schneider işçisi direnişin simgesi!”, “Sefalet ücreti istemiyoruz!” sloganlarıyla metal patronlarının dayatmacı tutumları protesto edildi.

Mefar patronu sendikalı işçi istemiyor: 25 işçi işten atıldı

İstanbul Pendik’te bulunan Birgi-Mefar ilaç fabrikasında yaklaşık üç yıldır sendikalı olmak için mücadele eden işçiler, yetki başvurularına dair mahkeme kararının fabrikaya ulaşmasını beklerken işten atma saldırısıyla karşılaştılar.

İşçilerin, İşçi Gazetesi’ne ulaştırdığı bilgiye göre Mefar işçileri uzun ve çetin bir mücadelenin ardından bir kez daha üye çoğunluğu sağlayarak Bakanlığa yetki tespiti başvurusunda bulundu. Petrol-İş Sendikası’na üye olan işçiler yetki başvurularına dair mahkeme kararının fabrikaya ulaşmasını beklerken işten atma saldırısıyla karşılaştılar. Süreç boyunca işçileri sendika üyeliğinden vazgeçirmeye çalışan fabrika yönetimi bu aşamadan sonra işyerinde çeşitli bahanelerle işçiler üzerinde baskı (mobbing) uygulamaya başladı ve Aralık ayı başından ikinci haftasına kadar sendika üyesi 25 işçiyi işten çıkardı.

İşçiler ve üye oldukları Petrol-İş Kartal Şube yetkilileri fabrika önünde gerçekleştirdikleri eylem ile Mefar patronunun işçi ve sendika düşmanı tutumunu protesto ettiler.

Renault’da 15 işçi işe iade davasını kazandı

Metal işkolunda 5 Mayıs 2015’te açığa çıkan, işçi hareketi tarihine “Metal Fırtına” olarak adını yazdıran isyanın ilk kıvılcımının çakıldığı, Bursa’da bulunan Renault otomobil fabrikasında, geçtiğimiz Mart ayında 75’i tazminatsız olmak üzere 500 dolayında işçi işten çıkarılmıştı. İşten çıkartılan işçilerin mahkemeleri sürerken ilk grup 15 işçinin davası sonuçlandı.

Bursa 3’ncü İş Mahkemesi’nde görülen davada mahkeme, tazminatsız atılan 10 işçi ile tazminatlı çıkarılan 5 işçinin işe iade edilmelerine ve sözleşmelerinin “sendikal nedenle” feshedildiğine hükmederek, işçilere sendikal tazminat ödenmesine karar verdi.

Buna göre işçiler 4 ay boşta geçen süre ve 12 aylık ücret tutarında tazminat alacak. İşveren, ayrıca tazminatsız olarak çıkardığı işçileri işe almazsa, bu kişilerin kıdem ve ihbar tazminatlarını da ödeyecek.

  MSC/Medlog işçilerinden Soma davasına destek

DİSK’e bağlı Nakliyat-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılan MSC/Medlog işçilerinin direnişi kararlılıkla devam ediyor. İstanbul, Bursa, Mersin ve İzmir’de bulunan işyerlerinin önünde işe geri dönmek için bekleyen işçiler bir yandan da sınıf dayanışmasını gösteren eylemlere imza atıyor. Bulundukları illerde tüm grev ve direnişlere destek eylemlerine katılırken Soma işçilerinin davasına da destek sundular. Aralık ayının başlarında direnişlerinin 100. gününü geride bırakan işçiler bulundukları illerde eylemler yaparak seslerini duyurdu. İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde yapılan eylemde direnişin süreciyle ilgili bilgi verildi ve kararlılık vurgusu yapıldı.

  DİSK’li kadınlar: ‘Asgari ücret 2000 lira olsun’

DİSK Ege Bölge Temsilciliği’nin düzenlediği “İşsizlik ve güvencesizlik kıskacında kadın emeği” paneli öncesi DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, DİSK üyesi kadın işçilerle basın açıklaması yaptı.

Kadınların üretilenlerden en az payı aldığını belirten Çerkezoğlu; “Bizler kadının yaşamın her alanında, öncelikle de emeğinin değersizleştirilmesine karşı mücadele yürütüyoruz” diye konuştu. Aralık ayının Türkiye’de asgari ücretin belirlendiği ay olduğunu belirten Arzu Çerkezoğlu, siyasi iktidarın son dönemlerde her konuyu halka sormaktan söz ettiğini hatırlatarak asgari ücret için de referandum yapılmasını istedi. “Gerekirse bir referandum sandığı kurulsun. Asgari ücret toplu pazarlıkla belirlensin. Bu orta oyununa son verilsin… Türkiye’de asgari ücretin en az 2 bin TL olması gerektiğini bilim insanları ile yaptığımız toplantılarla tespit ettik. Biz önümüzdeki yıl için asgari ücretin net 2 bin lira olmasını öneriyoruz” dedi.

Kaynak: İşçi Gazetesi, Evrensel, 23 Aralık 2016

Erdoğan rejimine doğru… Başkanlık için anayasa teklifi mecliste

Meclisten en az 330 milletvekilinin oyunu alarak referanduma götürülmeye çalışılan anayasa değişikliği ile başkanlık hayallerinin gerçek olup olmayacağı ise henüz net değil. Meclis komisyonunda görüşmelere geçilmişken, AKP ve MHP, partilerinden gelen itirazları ortadan kaldıracak yollar aramaya devam ediyor.

7 Haziran seçimleri ile birlikte, Erdoğan’ın kişisel kaygıları ile bu ülkenin egemenlerinin bir bütün olarak korkularının kesişmesi ile başlayan savaş ve kaos eşliğinde yürütülen başkanlık dayatmasında gelinen aşamada, bir yol alındığı ortada.

Buna karşın, Suriye’de Halep’in kurtarılmış olmasının yarattığı sonuç, T.C yönetenlerinin gözlerini kör eden Kürt düşmanlığı nedeni ile Suriye’de saplandığı batak ve Rusya-İran ile yaptığı mutabakat, bununla eşzamanlı Rus büyükelçisinin bir polis tarafından öldürülmesi, bölgedeki emperyalist paylaşım savaşının derinliğini gösteriyor. ABD açısından, Suriye’deki yenilgiye nasıl bir tepki verileceğinin henüz tam netlik kazanmadığı bu belirsizlik döneminde, içerde yürütülen savaş, katliam ve baskı politikalarının arttırılarak devam ettirildiği, buna paralel gerilimin giderek tırmandığı Türkiye’deki başkanlık dayatmasının nereye evrileceğini bugünden kestirmek zor.
Meclisin neredeyse tamamen devre dışı kalacağı, olası “kazaları” önlemek için “yedek milletvekilliği” ile milletvekillerinin geleceğinin Erdoğan’ın insafına bırakıldığı; tüm devlet bürokrasisinin tek bir kişi tarafından belirlenmesinin önünün açıldığı; burjuva demokrasisinin göstermelik “kuvvetler ayrılığı”nın tamamen ortadan kaldırıldığı “başkanlık sistemi” önerisi ile adeta, bir “Erdoğan rejimi” inşa edilmek istenmektedir.
Bölgedeki paylaşım savaşına paralel, içerde yapılmaya çalışılan dizayn çalışmasının hedefleri ile Erdoğan’ın kaygılarının çakıştığı oranda devam eden “başkanlık” zorlaması, paylaşım savaşının seyrine göre yeniden yeniden ele alınacaktır.

Bu topraklarda, zaman çok hızlı akmakta ve yıllara yayılan gelişmeler, haftalar, aylar içinde yaşanmaktadır.
Toplumsal muhalefet başkanlık dayatmasına karşı ortak bir mücadele arayışında

Katliamlar, suikastlar, gözaltı-tutuklamalar altında, yol, köprü, tünel, park açılışları arasında dayatılan başkanlık sistemine karşı, toplumsal mücadele dinamikleri, bu sürece karşı izleyecekleri yolları netleştirmeye çalışırken, aynı zamanda mücadelenin ortaklaştırılmasına dair de arayışlarını sürdürüyor.

Meclis komisyonundaki görüşmelerde yürütülen muhalefetin yanında, meclis dışında da toplumsal muhalefet, ortak bir duruş sergilemek için görüşmelere devam ediyor.

   Başkanlık için yapılmak istenen anayasa değişikliğine dair yorumlar…

HDP Mardin Milletvekili Mithat Sancar, Başbakan Binali Yıldırım ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin anlaştığı anayasa değişiklik teklifiyle ilgili AKP milletvekillerine seslendi. Sancar, “Yüzde 50 desteğiniz varsa, yüzde 50 de nefret var. Bizim kaygımız Türkiye’nin geleceğiyle ilgili. Köklü öfke ve kutuplaşma zeminini besleyen bir anayasa değişikliği getiriyorsunuz ve anti demokratik ortamda burada en az tartışılarak geçirmek istiyorsunuz. Türkiye’nin geleceğine zaman ayarlı bomba yerleştiriyorsunuz” dedi.

Eski AİHM yargıcı ve eski CHP milletvekili, Demokrasi İçin Birlik (DİB) hareketi sözcülerinden Rıza Türmen, anayasa değişiklik teklifine dair: “AKP Sünni değerlere dayanan, neoliberalizmi acımasızca uygulayan, otoriter bir Türkiye yaratmak istiyor. Bu projede tabuta çakılan son çivi başkanlık” yorumu yaptı.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan ise: “Anayasayla bir diktatör yaratırız. Her şeye dokunan ama kendisine dokunulamayan bir diktatör ortaya çıkar. Her kişi, kurum ve kuruluş tek bir kişinin, bir diktatörün vicdanına terk edilir. Yönetimi denetleyecek hiçbir güç kalmaz. Devlet yönetiminde ve ülkede zorbalık hâkim olur. Etkisiz, yetkisiz, aciz ve sembolik bir Meclis ortaya çıkar. Meclis’i mezara, demokrasiyi tarihe gömeriz” dedi.

“Tecavüz, istismar ve çürümüşlüğe karşı başka bir dünya mümkün”

Avukat Ceren Akkaya, konuşmasında geçmişten bugüne kadın hareketinin mücadelesi ile yasalarda kadınların lehine gerçekleştirilmiş olan değişikliklere değindi ve devletin kadınlara ve çocuklara yönelik politikası hakkında bilgi verdi ve sonrasında ise istismar suçlarını kapsayan TCK 103’te gerçekleştirilen değişikliklerden bahsederek son bir yılda kadınlara yönelik devlet politikalarının ciddi şekilde geriye gittiğini ve kadınların aleyhinde işlediğini ifade etti.

Konuşmasında yasal evlilik yaşının zaten 17 olduğunu, söz konusu yasa ile 15 yaşın altında olan evliliklerin zaten hukuki bir dayanağının bulunmadığını, ancak bunun imam nikahıyla mümkün olacağını söyleyerek evlilik yaşı ile ilgili toplumda bir algı oluşturulmaya çalışıldığını söyleyen Akkaya, kanunda yapılan değişikliğin cinsel istismarda rıza yaşının 15’ten 12’ye çekilmesi olarak ifade edilemeyeceğini ancak bununla ilgili yasalarda belli düzenlemelerin yapıldığını ifade etti. Devletin bu konuda yeniden düzenleme yapmasının da olası olduğunu ve cinsel istismarın ve çocuk evliliklerinin önünü açabilecek hukuki düzenlemeler konusunda devletin hamle yapabileceğinin hukuksal olarak öngörüldüğünden bahsetti.

Ceren Akkaya’nın konuşmasının ardından sözü Ayça Tezerişir aldı ve yasanın toplumsal boyutuna değindi. Yasa tasarısı hukuki olarak kanunlaşmasa bile devletin bunu topluma tartıştırarak bir meşruiyet zemini oluşturma çabası içinde olduğunu ifade etti ve hükümet politikalarını eleştirdi. Ardından, kadınların ve çocukların erkek egemen tahakkümü altında olduğunu, şiddetin bir devlet politikası olarak işletildiğini ifade etti. Geçmişte kadınların mücadelesi ile birçok toplumsal dönüşümün yaşandığını ve kadın özgürlüğü için birçok kazanım elde edildiğini ifade ederek bu mücadele deneyimlerinden feyz almak gerektiğini ve kadınların özne olarak direnişin öncüsü olabileceklerini söyleyerek konuşmasını bitirdi.

Soru-cevaplar ve katkıların ardından panel sona erdi.

Halep’in ardından: TC ‘masaya’ geldi

Deklarasyonda, üç ülkenin de Suriye’nin “çok dinli, çok etnik gruplu, mezhepçi olmayan, demokratik ve laik” karakterini tanıyacaklarının ifade edilmesi dikkat çekti. Suriye Devlet Başkanı Esad’ın adının dahi geçmediği metinle birlikte Türkiye’nin ‘Esad’ı devirme politikası’nın ‘resmi’ olarak da bittiği kayıt altına alındı.

Deklarasyonun tam metni şu şekilde:

1) İran, Rusya ve Türkiye, çok sayıda etnik yapı barındıran, çok dinli, mezhepçi olmayan, demokratik ve laik bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne saygılarını bir kez daha ifade ederler.

2) İran, Rusya ve Türkiye, Suriye ihtilafının askeri çözümünün olmadığına emindir. Birleşmiş Milletler’in, BMGK’nın 2254 No’lu kararı ile uyumlu bir şekilde krizin çözümüne yönelik temel rolünü kabul ederler. Uluslararası toplumun tüm üyelerini, bu belgelerin içerdiği anlaşmaların uygulanmasının önündeki engellerin kaldırılması için iyi niyetle işbirliğine çağırır.

3) İran, Rusya ve Türkiye Doğu Halep’teki sivillerin gönüllü tahliyesini ve silahlı muhalefetin örgütlü ayrılışına izin verilmesini memnuniyetle karşılar. Bakanlar ayrıca Fua, Kefraya, Zebadani ve Madaya’daki sivillerin kısmi tahliyesini de memnuniyetle karşılar. [Ülkeler] sürecin müdahale edilmeden, kesin ve güvenli bir şekilde tamamlanmasını garanti altına almayı kabul eder. Bakanlar, Uluslararası Kızılhaç ve Dünya Sağlık Örgütü’ne tahliye koşullarına yardımları nedeniyle şükranlarını iletir.

4) Bakanlar, tüm ülke çapında ateşkesin, insani yardımın engellenmemesinin ve sivillerin rahatça dolaşımının önemi konusunda hemfikirdir.

5) İran, Rusya ve Türkiye, Suriye Hükümeti ile muhalefet arasındaki muhtemel anlaşmanın müzakerelerinde garantör olmaya ve kolaylaştırmaya hazır olduklarını ifade ederler.

6) [Bakanlar] BMGK 2254 No’lu karar doğrultusunda Suriye’de siyasi sürecin yeniden başlaması için gerekli momentumu yaratmak için bu Anlaşma’nın yararlı olduğuna inanırlar.

7) Bakanlar, Kazakistan Devlet Başkanı’nın, konuyla ilgili toplantıların Astana’nın ev sahipliğinde yapılmasına ilişkin nazik önerisini not ederler.

8) İran, Rusya ve Türkiye, IŞİD ve El Nusra’ya karşı birleşik mücadele ve silahlı muhalif grupları onlardan ayırma kararlılıklarını tekrar ederler.

ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hüseyin Bağcı, Moskova’da gerçekleştirilen Suriye zirvesinin sonucunun; Türkiye’nin, Esad’ın gitmesi üzerine kurduğu politikasından vazgeçtiğinin göstergesi olduğunu vurguladı. Bağcı, şöyle devam etti:

“Oysa şimdi gelinen noktada sınırsal bütünlüğü tanımak demek, Şam’daki rejimi tanımak demektir, bunun başka bir açıklaması yok. Çünkü kimin sınır güvenliğini tanıyorsunuz; Birleşmiş Milletler üyesi olan Suriye’nin. O zaman Suriye’nin sınırsal bütünlüğünü tanıyan bir politika değişikliğine gidiyor Türkiye. İç kamuoyuna yönelik olarak Beşar Esad’ın gitmesi üzerine kurulu politikanın, ‘Biz artık bu politikamızdan vazgeçtik’ diyerek değil, Rusya’nın öncülüğünde başlatılan bir ortak düşüncede birlikte hareket ederek, ‘Biz aslında istemiyorduk ama Rusya’nın hatırı için çekiliyoruz’ şeklinde bir yaklaşımdır bu. Başka bir açıklaması yok bu işin.”

Türkiye devletinin bu deklarasyona ne kadar sadık kalacağı ise merak konusu. İktidarını korumak için her yola başvuran, içeride ve dışarıda savaşı büyütmekten başka çaresi kalmayan TC egemenlerinin Suriye’de yenilgisinin kesinleşmesi; Kürtlere karşı savaşı büyütmesi, kontrol ettiği çetelerin ve paramiliter güçlerin bu doğrultuda daha yoğun biçimde kullanılması ihtimalini güçlendiriyor.

Kaynak: Direnişteyiz.org, Sendika.org, Sputnik, T24, Hürriyet, ntvmsnbc, syrialiveuamap, 25 Aralık 2016

Türkiye’ye uluslararası net doğrudan yatırım girişi yüzde 44.3 azaldı

Ekonomi Bakanlığı, Ekim ayına ilişkin Uluslararası Doğrudan Yatırım Verileri Bülteni’ni yayınladı.

Buna göre, Ekim’de 889 milyon dolarlık uluslararası net doğrudan yatırım girişi gerçekleşti. Uluslararası yatırımcıların Türkiye’deki yeni veya mevcut şirketleriyle iştirak ettikleri yerli sermayeli şirketlerdeki ortaklık paylarına ilişkin transferleri içeren sermaye girişi Ekim’de 278 milyon dolar oldu, bunun 175 milyon dolarlık bölümü AB ülkeleri kaynaklı gerçekleşti.

Bu yılın Ocak-Ekim döneminde ise net doğrudan uluslararası yatırım girişi, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 44.3 azalarak 8 milyar 62 milyon dolara geriledi. Uluslararası doğrudan yatırım girişleri kaleminde yer alan sermaye girişi de bu yıl toplam 3 milyar 511 milyon dolar olarak hesaplandı.

Ocak-Ekim dönemindeki uluslararası doğrudan yatırım girişinin 1 milyar 26 milyon doları imalat sektöründen, 950 milyon doları mali aracı kuruluşların faaliyetleri sektöründen kaynaklandı. Söz konusu dönemdeki nakit sermaye girişinin yüzde 54’ü AB ülkeleri kaynaklı oldu.

  Uluslararası sermayeli şirketlerin sayısı ne kadar?

Ekim’de 434 uluslararası sermayeli şirket ve şube kuruldu, 7 yerli sermayeli şirkete de uluslararası sermaye iştiraki gerçekleşti.

Ocak-Ekim döneminde 4 bin 508 uluslararası sermayeli şirket ve şube kurulurken, 143 yerli sermayeli şirkete de uluslararası sermaye iştiraki oldu. Toplam 4 bin 651 şirketin başta toptan ve perakende ticaret sektörü olmak üzere gayrimenkul ile ulaştırma, haberleşme ve depolama hizmetleri sektörlerinde faaliyette bulundukları görüldü.
Aynı dönemde kayıtlı sermayesi 500 bin doların üzerinde olan 143 uluslararası sermayeli şirket, şube kuruluşu ile yabancı ortak iştiraki gerçekleşti. Bu şirketlerin 50’si toptan ve perakende ticaret sektöründe yer alırken, 19’u gayrimenkul, kiralama ve iş faaliyetleri sektöründe faaliyette bulundu.

Yılın 10 ayında kurulan 4 bin 651 uluslararası sermayeli şirketin, 2 bin 673’ü yakın ve Ortadoğu ülkeleri, 955’i AB ülkeleri, 313’ü Asya ülkeleri ortaklı şirketler oldu.

Ekim sonu itibarıyla Türkiye’deki uluslararası sermayeli şirket ve şube sayısı 45 bin 681’e ulaştı. 6 bin 629 yerli sermayeli şirkete uluslararası sermaye iştiraki gerçekleşti. Böylece toplamda 52 bin 310 uluslararası sermayeli şirket faaliyette bulundu.

Bu şirketlerin 19 bin 251’i toptan ve perakende ticaret sektöründe faaliyet gösterirken, bu sektörü 8 bin 486 ile gayrimenkul kiralama, iş faaliyetleri ve 6 bin 572 ile imalat sanayi takip etti. İmalat sanayisinde faaliyette bulunan uluslararası sermayeli şirketlerin 705’i kimyasal madde ve ürünleri imalatı sektörü üzerine çalışırken, bunu 673 şirket ile tekstil ürünleri imalatı, 574 şirket ile gıda ürünleri, içecek ve tütün imalatı izledi.

Uluslararası sermayeli şirketlerin ülke gruplarına göre dağılımına bakıldığında, AB ülkeleri ortaklı girişim sayısının 21 bin 591 ile birinci sırada bulunduğu görüldü. AB ülkeleri ortaklı uluslararası sermayeli şirketlerin içinde Almanya 6 bin 829 şirket ile ilk sırayı aldı. Bu ülkeyi 2 bin 991 şirketle İngiltere ve 2 bin 696 şirketle Hollanda takip etti.
Söz konusu şirketlerin illere göre dağılımında ise 31 bin 734 ile İstanbul ilk sırada yer aldı. İstanbul’u, 4 bin 914 şirketle Antalya, 2 bin 897 şirketle Ankara ve 2 bin 402 şirketle İzmir izledi.

İstanbul’daki uluslararası sermayeli şirketler başta toptan ve perakende ticaret (12 bin 244) olmak üzere, gayrimenkul kiralama ve iş faaliyetleri (5 bin 397) ve imalat sanayi (3 bin 982) sektörlerinde faaliyet gösterdi.

  Ekim’de 17 proje için yatırım teşvik belgesi düzenlendi

Ekonomi Bakanlığı tarafından Ekim’de yatırım teşvik belgesi düzenlenen 17 proje kapsamında yaklaşık 75 milyon dolar tutarında yatırım yapılması öngörüldü. Böylece yılın 10 ayında belgelendirilen yatırım projesi sayısı 179’a, belge kapsamındaki yatırımların tutarı ise 3 milyar 919,2 milyon dolara ulaştı.
Yatırım teşvik belgelerinin 123’ü imalat, 27’si enerji, 24’ü hizmetler, 3’ü madencilik, 2’si tarım, avcılık ve ormancılık sektörleri ile ilgili düzenlendi.

Kaynak: Sputnik, 23 Aralık 2016

2017 bütçesi Erdoğan ve Diyanet’e

2017 bütçesinde, Cumhurbaşkanlığı bütçesi Merkezi Yönetim Bütçesi toplamındaki artışın neredeyse iki katına yaklaşarak yüzde 63 artırıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı’na ise 11 Bakanlığın her birine ayrılan bütçeden fazla bütçe ayrıldı.

Bütçe geçmiş yıllarda olduğu gibi emekçilerin çıkarlarını gözetmeyen bir nitelikte hazırlanırken, Sayıştay denetiminin devre dışı bırakılması, ödenek harcamalarının yasal sınırların üzerinde kullanılması ve gizli tutulması, bütçe dışı fonların varlığı, bütçe dışı gelirler ile harcamaların, bütçenin denetim ve şeffaflık ilkeleriyle oluşturulup işletilmemesi de bütçenin anti-demokratik yapısını güçlendirmekte.

2015 – 2017 bütçeleri karşılaştırıldığında şu sonuçlar açığa çıkmakta:
Bütçe büyüklüğünde iki yılda yüzde 36’lık artış gerçekleşirken, Cumhurbaşkanlığı bütçesi Merkezi Yönetim Bütçesi toplamındaki artışın neredeyse iki katına yaklaşarak yüzde 63 artırıldı. Başbakanlık bütçesi ise yüzde 70 artırıldı.

Bütçede eğitime ayrılan pay son 14 yılda düşüşte;
MEB bütçesindeki artış sadece yüzde 37 ile sınırlı kaldı. Eğitim yatırımlarına ayrılan pay açısından bakıldığında da 2002 yılından bu yana yüzde 17’den yüzde 8,5’a sert bir düşüş yaşandığı görüldü.

2015-2017 yılları arasında Sağlık Bakanlığı bütçesinde yaklaşık 3 milyarlık niceliksel artışa rağmen sağlık hizmetinin niteliğindeki gerileme her geçen gün daha ciddi sonuçlar üretmekte. Sağlıkta dönüşüm programının bir parçası olan uygulamalar, koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerinin yerini ilaç tekelleri odaklı tedavi edici sağlık hizmetlerine bıraktı.

Yağma ve talan projelerine kaynak aktarmaya devam;
Ulaştırma yatırımlarının birçoğu özelleştirme amaçlı üçüncü köprü ve havaalanı, Galataport, Haliçport, yüksek hızlı tren vb. projelere yönelik. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı bütçesindeki artış, ulaştırmanın bir kamu hizmeti olarak sunulması anlayışından uzak özelleştirmeler gözetilerek 24,1 milyar liraya çıkarıldı.

En büyük gelir halktan toplanan vergiler;
2017 bütçesinin en büyük geliri, halktan toplanan dolaylı ve dolaysız vergiler. Adaletsiz vergi unsurlarından biri olan dolaylı vergilerin tüm vergi gelirlerine oranı yüzde 70’tir. Tek başına ÖTV’deki artış yüzde 14’e yakındır.

İçerde ve dışarda savaş harcamaları arttırılacak;
Toplumu dini politikalarla kuşatma ile “güvenlik”, “savunma/silahlanma” aygıtlarının harcamaları da bütçeler içinde önemli bir ağırlık oluşturmakta. Örneğin 2017 yılında MSB bütçesi 2015’e göre yüzde 26, MİT bütçesi yüzde 80, İçişleri Bakanlığı bütçesi yüzde 49,6 oranında artacak.

Diyanet İşleri’ne 11 Bakanlığınkinden fazla bütçe;
Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan yaklaşık 6,8 milyar TL, aralarında ekonomi, kalkınma, enerji ve tabii kaynaklar, bilim sanayi ve teknoloji, çevre ve şehircilik, sağlık, kültür ve turizm bakanlıklarının da yer aldığı on bir bakanlığın her birine ayrılan bütçeden fazla.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na ayrılan bütçe de 2015’e göre yüzde 33,1 oranında artarak 24,3 milyar TL’ye ulaştı ve on beş bakanlığın her birinin bütçesinden fazla.

Aladağ; kaza değil, katliam!

Yangından tam 7 saat sonra bakanların, bölgeden aileler ve çevrede yaşayanların tahliye edilmesi ve çevik kuvvet yığınağı yapılmasının ardından gerçekleştirdiği ziyarette açıklamayı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan yaptı. “Devletimiz tüm imkânlarıyla ailelerimizin yanındadır” ifadeleri, ailelere yardım yapılarak susturulacakları endişesini yarattı.

Öğrencilere ‘yalan ifade’ baskısı
Haberin duyulduğu ilk saatlerde de Adana Büyükşehir Belediye Başkanı “kapı kilitliydi” açıklamasını yapmış; ancak Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak yangın merdiveni kapısının kilitli olmadığı iddiasında bulunmuştu.

Kızı yangından yaralı kurtulan bir veli, kızına yalan ifade vermesi için baskı yapıldığını belirterek, “Savcılık kaleminin önünde Y.D. ile avukatı Mümtaz Hasan Şahin benim yanıma gelerek kızıma ‘Yangın merdiveninin kapısı açıktı’ demesini söyledi” dedi. Velinin şikâyetçi olmasına rağmen kızı ile birlikte aynı gün ifade veren 6 çocuğun da şikâyetçi olmaması dikkat çekti.

Katliama ilişkin yürütülen soruşturmada, açıklanan bilirkişi raporunda da kapının kolunun olmadığı bu nedenle kimsenin kurtulamadığı ifade edildi.

   Çocuklar bu yurtlara mecbur edildi

Öte yandan, yangına dair önlemler alınmamış olması kadar, bölgede taşımalı eğitime geçilmesi, devlet yurdunun yıkılarak cemaat yurtlarına aile ve çocukların mecbur bırakılmasının da ölümlerin önünü açtığı biliniyor.

Hayatını kaybeden 5. Sınıf öğrencisi Cennet Karataş’ın belediye işçisi babası Mehmet Karataş, kızının 4. sınıfa kadar köyde okuduğunu anlatarak ortaokul için Aladağ’a gitmek zorunda kaldığını söylüyor: “Köyde okul yoktu. Aladağ’da başladı. Tek yurttu burası. Eleştirme şansımız da yoktu ki. Başka seçeneğimiz yoktu. Mecburduk. Ücretsiz kalıyordu… Okul açıldığından bu yana üç kez görüşebildik. Hafta sonları da gelemiyordu, ulaşım sağlanamamıştı. Ben kendi imkânlarımla kızımı alıyordum. Belediye başkanına ‘Ücretsiz servis verin; çocuklarımız eve gelebilsin hafta sonları’ dedik. Daha bir şey yapmamışlardı. Onu da çok gördüler”

Karataş, Aladağ’da elektrik sayacının o gün değiştirildiğinin konuşulduğunu söyleyerek, “Yangının iyi araştırılmasını istiyorum” diyor. Aynı tarikatın ilçedeki erkek yurdunda kalan iki öğrenci, “Yurtta dayak yiyoruz, bazen sabah kahvaltı verilmiyor, aç gidiyoruz okula” derken, öğrencinin annesi, “Toplandık ilçe milli eğitim müdürüne gittik, devlet yurdu istediğimizi söyledik. Müdürse bize tarikat yurdunu gösterdi, gidin orada kalın dedi” şeklinde konuştu.

Süleymancılar valinin aracında, aileler acılarını gömmek için 7 km yürüdü

Küçük yaşta okumak için evlerinden ayrılıp ailelerinden uzak yatılı olarak okudukları yurtta hayatını kaybeden çocukların cenazeleri de köylerine kar ve yağmurdan çamur deryasına dönen yoldan güçlükle götürüldü. Cenazeye gelen araçlar jandarma tarafından durduruldu. Sadece 4×4 araçların geçişine izin verildi. Cenazeye gelen yüzlerce kişi, 7 kilometrelik sarp bir geçidi ancak 2 saatte geçebildi ve sık sık yolda kalan cenaze araçlarını itmek zorunda kaldı. Yoldan geçen bakanların resmi araçlarının ailelere yardımcı olmaması tepki çekti. Cenazeye katılan köylülerden biri “Dönüş yolunda helikopterle giden müftünün aracında kendimize yer bulabildik. Arkası açık 4×4 aracın kasasına bindiğimizde, yanımızdaki kişilerin Süleymancılar Tarikatı’ndan olduğunu konuşmalarından anladık. Yurt hizmetlerini övmeye çalışan bu kişiler, Köprücük köyüne Adana Valisi’nin aracıyla gittiklerini söyledi” dedi.

Bakan Ömer Çelik’in cenazede espri yapma cüreti

1 Aralık’ta yapılan cenaze töreninde, tabutun başında bekleyen acılı baba, AB Bakanı Ömer Çelik’in gazetecilerin kadrajına girebilmesi için uzaklaştırıldı. Cenaze namazını kıldıran Adana Müftüsü, yangını “kadere” bağlayan ve öğrencilerin ilim, irfan ve Kuran yolunda öldüklerini anlatarak, tarikat yurdunu normalleştiren bir konuşma yaptı. Törenin ardından protokol üyeleri, taziye çadırında bir süre oturdu. Bu sırada köyde tek yaşayan Ümmü Dönmez adlı yaşlı kadın “Gösterin bana valiyi, ondan hesap soracağım” diyerek protokolün yanına gitti. Ümmü Dönmez, köy yolunun bozuk olduğunu, ortaokul olmadığını, elektriklerin sık sık kesilmesi ve günlerce gelmemesi nedeniyle karanlıkta oturduğunu anlattı.

Elektrik kesintilerinin sebebi yaz saati

Yaz saati uygulamasından vazgeçilip kamusal alanda bir planlama sağlanması gerektiğini kaydeden EMO Yönetim Kurulu, hem elektriğin pahalılaşması hem de elektrik ihtiyacının karşılanamaması riskiyle karşı karşıya bulunulduğu uyarısını yaptı. Açıklamasında şunlar kaydedildi:

‘’Türkiye elektrikte olduğu gibi doğalgazda da arzı planlayamaz noktaya getirildi. Tüketim ayağının zaten serbest piyasaya bırakılmış olması arz ve talep arasında denge sağlanmasını zora soktu. İktidar bir yandan doğalgazın ısınma amaçlı tüketimini yaygınlaştırırken, bu talebi karşılamaya yönelik gerekli adımları atmaması nedeniyle doğalgazda sıkıntı yaşanması zaten bekleniyordu. Doğalgaz talebi ile arzı arasındaki dengeyi kaybeden Türkiye, bu ay doğalgaz ihtiyacını karşılamakta güçlük çeker hale geldi. BOTAŞ, tüm doğalgaz ile çalışan santrallere verdiği gazda kesinti yapmaya başladı. Doğalgaz santrallerinin devreden çıkması ile birlikte su gelirlerinin yetersizliği de düşünüldüğünde elektrik üretiminde sıkıntı kaçınılmaz oldu. Bu durum iletim hatlarına çok fazla yüklenilmesine yol açtığı için 31 Mart 2015 tarihinde tüm Türkiye çapında yaşanan karanlığın tekrarlanması riskini beraberinde getiriyor. Doğalgaz sıkıntısının devreye girmesiyle elektrik fiyatları fırladı. Havaların soğuması dışında olağanüstü bir gelişme olmamasına rağmen bugün Türkiye uygulanan enerji politikaları nedeniyle karanlığın eşiğine sürüklenmiştir. Hükümet derhal yaz saati uygulamasından vazgeçmeli; elektrik üretim ve tüketiminde, doğalgaz alımı ve dağıtımında kamusal bir planlamayı sağlayacak şekilde inisiyatif alması gerekmektedir.”

       Kaynak: Birgün, 23 Aralık 2016

Çocuklar uyurken susulur, ölürken değil! Susma, çocuk katillerinden hesap sor!

Neye yayın yasağı? Neye soruşturmanın gizliliği? Yurdun yangın merdivenlerinin kilitli tutulmasının gizliliği mi?

Bir “profesör” çıktı dedi ki daha çocuklar yanarken -yanmış insan eti kokusunu bilir misiniz, bilir misiniz insanlaaaar, biz onu 2 Temmuz’da Madımak otelinden biliyoruz-; “kader efendim, kader sonuçta…”

“Bakan” der ki; “en ufak bir ihmal varsa araştırılacak.”

Onlar; bu utanmazlıklarını gizleme ihtiyacını hiç mi hiç duymazlar. Onlar; eğitimi ticarileştirerek, barınma sorununa çözüm üretmeyerek çocuklarımızı kaçak tarikat yurtlarında kalmaya mahkum edenler, onlar; Ensar Vakfı diye bir yerde onlarca çocuğa tecavüz edilir ve “bir kereden bir şey olmaz” diyecek kadar utanmazdırlar. Adana’da çocuklar yanarken Batman’da imam hatip yurdunda kalan 4 erkek çocuk tecavüze uğradıkları için hastaneye kaldırılırlar ve bu katiller-tecavüzcüler sürüsünün üyeleri; yüzlerinde en ufak bir insani his taşımaksızın; “kader” derler “efendim kader sonuçta”, “bir ihmal varsa eğer…”

Bizim kalbimiz sıkışıyor. Bizim, biz tek tek insanların, kalbimiz sıkışıyor.

Cayır cayır yaktılar minnacık çocukları. Cayır cayır yaktılar…

Tecavüzcüdürler, katildirler. Hiçbiri bir öbüründen ayrı değil. Süleymancısı, AK Parti’lisi, Saray’lısı, Menzilcisi, imam hatiplisi, profesörü, bakanı, okumuşu, okumamışı, “namus”lusu, “namussuz”u, işadamı, vekili, valisi, savcısı… Ve elleri çocuklarımızın minnacık bedenlerindedir hepsinin…

Çocuklar diyoruz, çocuklar uyurken susulur, ölürken değil! Ve çocuklar ölüyor, çocuklar!

Susmayacağız, çocuk katillerinden hesap soracağız!

KALDIRAÇ
30 Kasım 2016

Boğaziçi Üniversitesi’nde sansür etkinliği sansürlendi

Açıklamada, Sosyal Bilimler Kulübü’nün düzenlediği etkinliğe katılması planlanan Özgür Gündem, BirGün, Evrensel, Yol TV, Cumhuriyet ve Hayat TV’den basın emekçilerinin ve internet aracılığıyla bağlanacak olan Can Dündar’ın dayanışma mesajları okundu.