Ana Sayfa Blog Sayfa 164

Anadolu halklarının binlerce yıllık geleneği aşureyi yasaklayamazsınız!

Yani Alevi halkı nezdinde tüm Anadolu halklarına diyorlar ki; kültürünü yaşatmak, geleneklerini yerine getirmek sizlere yasak! Türk-Sünni İslam çerçevesine sığmayan herşey yasak! Yapacaksanız da gözlerden ırak, kendi halinizde yapın. O yüzden ülkede uluorta IŞİD’e bağlı çeteler etkinlikler düzenlerken aşure günü yasaklanmaya çalışılıyor. O yüzden 15 Temmuz’dan sonra kendi kitlelerini sokaklara dökmeye çalışırken, anmalara, mitinglere, eylemlere, aşure günlerine “güvenlik” gerekçesiyle yasak getiriyorlar.

Yapılmaya çalışılan ortadadır. Ülkemizin de bir parçası olduğu Ortadaoğu halklarının tarihini, kültürünü silmeye çalışıyorlar. Yaşadığı toprakların tarihinden kopuk, “dindar” nesiller yetiştirmek istiyorlar. Suriye’de katliamcı çeteler antik kentleri bombalayıp adeta dümdüz bir inşaat sahası yaratmaya koyulurken, Anadolu’da aşure günleri, Newrozlar yasaklanıyor, Cemevlerine saldırılıyor, halkların kardeşliğine ve barışa yönelik eylemlerde bombalar patlıyor.

Tek tanrıları para, tek kıbleleri emperyalizm olan bu baylar, kendileri gibi hiçbir değere sahip olmayan, devlete “kapıkulu” olan bir toplum yaratma peşindeler. Bu yüzden Anadolu’daki halklar mozaiğine, halkların binlerce yıllık geleneklerine, kültürlerine savaş açıyorlar.

Ancak, kendilerini uyarmak gerekir. Güneş balçıkla sıvanmıyor. Azgınca saldırdığınız bu tarih, Ortadoğu halklarının tarihi sizden büyüktür, kökleri sizinkilerden daha sağlamdır. Üzerine ne kadar beton dökmeye çalışsanız da o beton elbet çatlayacaktır, altındaki toprak elbet filizlenecektir. Bu halkların acıyla, zulümle, kanla ama bir o kadar da başkaldırıyla, direnişle, isyanla dolu tarihi ne kadar bastırmaya çalışsanız da bir gün tepenize çökecektir.

Aşure İmecedir, İmece Dayanışmadır, Dayanışma Örgütlülüktür

Yasaklamaya çalıştıkları aşure, bu topraklarda yalnızca Alevi halkının değil, bütün bölge halklarının ortak kültürünün bir parçasıdır. Yapılışından tut, konu komşuya dağıtılmasına kadar dayanışmayı, çeşitliliği, kardeşliği ifade eder. Yoksul Anadolu halkının, ezilenlerin ortak geleneğidir. Devletin fermanlarını boşa çıkartmak, kendi tarihimize, kültürümüze sahip çıkmak bizler için mümkündür. Onlar aşure günlerini yasaklıyorlarsa mahalle meydanlarında aşure kazanları kurmak, her mahalleyi tüm mahallelinin katılımıyla büyük bir aşure gününe çevirmek gerekir. Evimizde yapacaksak çıkıp sevin önünde yapmak, malzemesini, kazanını, kepçesini konu komşuyla birlikte toparlamak verilecek en iyi cevaplardandır.

Dayanışmanın büyütülmesi, kardeşlik ruhunun yaratılması en çok korktukları şeydir. Dayanışmayı direnişe dönüştürmek, direnişi örgütlülüğe evriltmek, halkların örgütlü gücüyle yaşadığımız toprakları ve tarihimizi özgürleştirmek bizim ellerimizdedir.

Örgütlü Halkları Hiçbir Kuvvet Yenemez!

AKA-DER

Anadolu Kültür ve Araştırma Derneği

15 Ekim 2016

Baki Düzgün’e saldırı

Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Baki Düzgün ve beraberindeki arkadaşları 23 Ekim akşamı İstanbul Şişli’de bir otel önünde saldırıya uğradı. Saldırıyı Facebook’taki hesabından duyuran Baki Düzgün, saldırganların yaklaşık 30 kişi olduğunu aktardı. “Şişli Bomonti’de saldırıya uğradık” diyen Baki Düzgün grubun tekbir getirerek kendilerine saldırdığını söyledi.

Kaynak: direnişteyiz, 24 Ekim 2016

Devletin aşure korkusu

Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün, Cemevleri yöneticilerini çağırarak, Ankara Valiliği tarafından ‘aşure etkinliklerinin yasaklandığına’ dair belgeyi tebliğ ettikleri öğrenildi. Söz konusu belgede, “Son zamanlarda ülke genelinde yaşanan terör olayları ve düzenlenmek istenen etkinliklere yönelik terör saldırıları gerçekleştirilebileceği yönünde istihbarî bilgiler ve terör örgütlerinin ilimizde yapılacak ‘Aşure Günü’ etkinliklerine yönelik eylem arayışı içinde olduğu bilgileri alındığından aşure etkinliklerinin Muharrem ayı boyunca ‘huzur ve güvenliğin sağlanması’ gerekçesiyle yasaklanmasına karar verildiği” ifadeleri yer aldı.

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Gani Kaplan ise, ellerine böyle bir tebliğ gelmediğini fakat belge hakkında bilgi sahibi olduklarını söyleyerek, “Bize gelen bilgi, dışarda yapılacak etkinliklerin iptal edildiğidir. İçeride yapılacak aşure etkinlikleri yasaklanmamıştır” dedi.

Yasağın Ekim ayı boyunca süreceği belirtildi. Yasak üzerine, Twitter’da #İnadınaAşure hashtag’i ile kampanya başlatıldı.

AKA-DER üyelerinden Tuzluçayır’da aşure dağıtımı

AKA-DER üyeleri “Yasaklara, baskılara, asimilasyona boyun eğmiyoruz! Aşuremizi birlikte kaynatıyoruz!” diyerek 23 Ekim günü Tuzluçayır’da eski muhtarlık önünde aşure dağıtımı gerçekleştirdi. Aşure dağıtımında halkın sanatçısı Murat Yılmaz ve Beş Bacılar Semah Topluluğu da yer aldı.

‘Kerbela’dan bugüne katliamlara karşıyız’

Diyarbakırlı Aleviler Muharrem ayının sona ermesiyle birlikte Diyarbakır Valiliği’nin yasakçı tutumuna rağmen aşure dağıtımı gerçekleştirdi. Diyarbakır’da Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Cemevi binasında düzenlenen etkinliğe Sebahat Tuncel, İdris Baluken, Nursel Aydoğan, Fırat Anlı da katıldı. Etkinlikte, “Kerbela’dan bugüne katliamların devam ettiği” belirtilerek, “Yeni Kerbelalar yaşanmaması adına Alevilerin, barış, demokrasi, kardeşlik isteyenlerin bir arada olup mücadele etmesinin tam da zamanıdır” denildi.

Kaynak: direnişteyiz, evrensel, 24 Ekim 2016

Doğaya, insana, tüm yaşama topyekûn saldırı, topyekûn talan, topyekûn yağma: Madde 80

Bugüne dek yaşam alanlarımız, doğamız üzerinde sermayenin saldırılarına tanık olduk. Bunda devletin ön açıcılığını hep gördük. KHK’lar, Olağanüstü Hal öncesinde hep ekolojik yağma ve yıkım için devredeydi. Yaşam alanlarımızı, kentlerimizi de içine alan, ekolojik sistemin tüm unsurlarını (doğa, canlılar vd.) geri dönüşsüz bir şekilde tahrip eden, yok eden sermayenin önü daha ne kadar açılabilir diye düşünebilirsiniz. Devlet de böyle düşünmüş olmalı ki, yaptığı “çalışma” ile kendini “aşmış”.

Gezi’den Gazi’ye…

Kentlerin meydanlarına, yoksul mahallelerden, kamusal alanlara, parklara, bahçelere, tarlalara, sahil şeritlerinden, denizlere…

Gezi’den Gazi’ye, Armutlu’dan Artvin’e, Dersim’den Kaz Dağları’na, Ayvalık’tan Sinop’a, Mersin’den İzmir’e…

Siz her nerede yaşıyorsanız, siz nefes almak için nerelere gitmenin hayalini kuruyorsanız, sizin sevdikleriniz nerede yaşıyorsa, kökleriniz neredeyse, işte tam da oraya saplanacak hançerler bileniyor…

Karadeniz’i boydan boya yaracak Yeşil Yol’dan, HES’lere, RES’lere, nükleer santrallerden “Topçu Kışlası”na, mega projelerden, rantsal dönüşüme…

Madde 80 ile devlet; bugüne kadar görülmemiş boyutlarda teşvikler vererek ve projelere muafiyetler sağlayarak kıra ve kente telafisi imkansız ekolojik yıkımların önünü açıyor.

Kamuoyunda gündeme 70. Madde olarak giren, bu isimle Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken bir gecede 75. Madde adını alarak sabaha karşı meclisten geçirilen, yeni adı ile 80. Madde; 6745 sayılı kanun ile 7 Eylül 2016’da Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Kendi yasalarını bile hiçe sayan bir dönem başlıyor

Bu düzenleme ile, kamu kaynakları ve tüm doğa için bugüne kadar uygulanan yasal süreçlerin (örneğin ÇED kısaltmasıyla bilinen Çevresel Etki Değerlendirme’nin) devreden çıkarılması mümkün hale geliyor. Ruhsat, imar, izin, lisans gibi “bürokratik pürüzler”i bir çırpıda ortadan kaldırarak, ekolojik sistemin, yaşam alanlarının sermayeye ve özel şirketlerin yağmasına açılması hızlanacak.

Artık her “yatırım”a kanunlarla getirilen izin, tahsis, ruhsat, lisans ve tesciller ile diğer kısıtlayıcı hükümler için Bakanlar Kurulu istisna getirebilecek. Hatta projeye özel bir hukuk bile oluşturabilir. Bir anlamda mevcut bakanlıklar ve mevzuat atlatılarak bunların üstünde özel bir düzenlemeye tabi tutuluyor. Bu durum maden ruhsatı, imar izni, elektrik üretim lisansı olmayan projelerin önünün açılacağı anlamına geliyor.

Burada, hükümetin “enerjide dışa bağımlılığa son vereceğiz” gibi süslü söylemleriyle gizlenen koca bir talanın alt yapısı inşa ediliyor. Zira artık doğa ve yaşam alanlarını geri dönüşsüz olarak yok edecek her türlü girişim Bakanlar Kurulu tarafından “stratejik yatırım” olarak görülerek doğrudan onaylanacak.

Kurumlar vergisi ödememekden, gelir vergisi stopajı teşvikine, gümrük vergisi muafiyetinden, hazine arazisinin 49 yıllığına bedelsiz kiralanmasına, çalışanlarının sigorta pirimlerinin ödenmesinden, enerji harcamalarının yarısının 10 yıl devlet bütçesinden karşılanmasına, faiz desteğinden hibelere… Neler yok ki Madde 80’de.

Bununla da bitmiyor, bu talan projelerinin maliyeti de yaşam alanları yok edilen halkların cebinden çıkacak. Düzenleme ile proje maliyetlerinde çalışanların on yıllık sigorta pirimleri ve tüketilen enerjinin yarısı kamu tarafından karşılanırken, personel ücreti ödemesi de 5 yıla kadar devlet bütçesinden desteklenecek.

Yargı yolu da kapalı

Orman, sahil şeridi, mera alanı, sit alanı, konut alanı ve hatta özel mülkiyet bile olsa, herhangi bir proje ile Bakanlar Kurulu’na giden “yatırımcı” (Siz yağmacı olarak okuyun) Bakanlar Kurulu’nun “istisna projeler kapsamı” kararı alması ile her şeyi yapabilir duruma gelecek. Üstelik burada yapılan hiçbir uygulamaya da itiraz edilemeyecek, yargı yolu tamamen kapalı olacak.

49 yıllığına kiralayıp tahrip edilecekler

Eğer rant ve talan için hedeflenen arazi hazineye aitse bu kez de 49 yıllığına kiralanabilecek. Kiralanacak dediğimize bakmayın, bedelsiz!

Geçtiğimiz aylarda kurulan ve çok tartışılan, daha da tartışılacak olan Türkiye Varlık Fonu burada önemli bir rol üstleniyor. Zira özelleştirmelerden elde edilecek kaynaklar buraya aktarılacak.

“Varlığımız sermayeye armağan olsun” diye Varlık Fonu

Madde 80’in sermaye ayağını ise, 6745 sayılı kanunun içinde yer alan “Varlık Fonu” oluşturuyor. Türkiye Varlık Fonu; ülke ekonomisinin tanımlı hazinesinden ayrılan bir fon ve yatırım getirmesi amacıyla, doğa ve çevre talanı projelerinde üstlenici şirketlere kredi olarak dağıtılması için oluşturulan bir yan ekonomi ürünü. Kapsamı ise şöyle;

  • Büyüme oranına gelecek on yıl içinde yıllık %1,5 oranında ilave artış sağlanması,
  • Sermaye piyasalarının büyüme ve derinleşmesinin hızlandırılması,
  • İslami finansman varlıklarının kullanımının yaygınlaştırılması,
  • Yapılacak yatırımlarla yaklaşık yüz binlerce kişilik ek istihdam sağlanması,
  • Savunma, havacılık ve yazılım gibi teknoloji yoğun stratejik sektörlerdeki yerli şirketlerin sermaye ve proje bazında desteklenmesi, küresel oyuncu olmalarının sağlanması,
  • Otoyollar, Kanal İstanbul, Üçüncü Köprü ve havalimanı, nükleer santral gibi büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu artırılmadan finansman sağlanması,
  • Katılım finansmanı sektör payının artırılması,
  • Arz güvenliğini sağlamak üzere, Türkiye için önem taşıyan doğalgaz ve petrol gibi yurtdışındaki stratejik sektörlere yasal ve bürokratik kısıtlamalara bağlı olmadan doğrudan yatırım yapılabilmesi.

Denetim de yok, işçi hakları da…

Fon, Türkiye Varlık Fonu Yönetimi A.Ş. tarafından yönetilecek ve şirketin yönetim kurulunu Başbakan atarken, şirket ve kurduğu şirketler; mali denetim, iş ve işçi hakları, çevre ve kentsel izinlerden muaf tutulacak.

Fonu yönetecek şirketin başlangıç sermayesi 50 milyon lira olacak ve özelleştirilmesine karar verilen 114 kamu kuruluşu ve kamu iktisadi teşebbüsü gelirleri de bu fona aktarılacak.

Bu haliyle mevcut Anayasa’ya bile aykırı olan Madde 80 ile ilgili başta yaşam savunucuları itirazlarını eylemlerle dile getiriyor.

Heveslerini kursaklarında bırakmak için…

Anayasa Mahkemesi’ne iptal başvurusu yapılan Madde 80’i asıl durduracak olan, bu saldırı dalgasının kendine, çocuklarına, geleceğine yapıldığını bilince çıkartacak halklardır, işçilerdir, emekçilerdir.

Diyorduk ki “Gezi’den hatırla bizi, her yıkımda karşına dikileceğiz!” Bugün bu sloganı bir adım daha ileriye taşıma günüdür. Yıkımı beklemeden, yıkıma giden yola barikat kurmanın, yıkım hazırlıklarını boşa çıkartarak heveslerini kursaklarında bırakmanın günüdür.

Sınır tanımayacak boyutta yıkım, yağma ve talanın geri dönüşsüz sonuçları ile yüzyüze kalmamak için, görmeyenlere göstermek, duymayanlara duyurmak, harekete geçmeyenleri harekete geçirmek mümkündür, gereklidir ve zorunludur.

Bugüne kadar sermayenin saldırılarını geri püskürten direnişlerin moralini, yenilgilerin deneyimleri ile birleştirerek, hem yerel hem merkezi direnişleri örgütlemekten, örgütlenmekten ve direnmekten başkaca yol yoktur.

24 Ekim 2016

Cezaevlerinde baskılar artıyor, tutsaklar direnişte

Durumu ağır olan hasta tutsakların tedavilerinin engellenmesinden, tutsakların aile ve avukatları ile görüş haklarının ellerinden alınmasına, sosyalist yayın, dergi ve gazetelerin verilememesine, cezaevi kapasitesini aşan sayıda tutsağın aynı koğuşta bulundurulmasına kadar onlarca sorun yaşanıyor. Cezaevlerinde işkence ve kötü muamelenin de ciddi boyutlara ulaştığı belirtiliyor.

Tahliye olan DBP Eş Genel Başkanı Yüksek: Cezaevlerinde ciddi boyutta işkence var

Adana Kürkçüler F Tipi Cezaevi’nden tahliye olan DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, cezaevlerinde işkencenin ciddi boyutlara ulaştığını belirterek herkesi duyarlı olmaya davet etti. Durumun dışarıdan tahmin edilenin ötesinde olduğunu belirten Yüksek, “Özellikle Adana F Tipi Cezaevi’nde çok ciddi anlamda işkence ve keyfi uygulamalar var. Yani OHAL deyip her şeyi yapmayı kendilerine bir hak olarak görüyorlar. Birçok cezaevinde de aynı durumların yaşandığını biliyoruz. Bu gerilim düşürülemezse, yakın süreçte uzlaşı çerçevesinde temel haklarımızın kullanımı gerçekleşmezse, cezaevlerinde daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalabiliriz” diye konuştu.

Cezaevlerindeki hak ihlalleri isyana yol açtı

Şırnak T Tipi Cezaevi’nde tutsaklar görüş izninin verilmemesine karşı 28 Eylül’de isyan çıkardı. İsyan sırasında çıkan yangında, 17 yaşındaki Cegerxwin Akdeniz adlı tutsak hayatını kaybetti. Hasta tutsakların sağlık erişimlerinde çok ciddi aksamalar olduğu, hatta bazı cezaevlerinde tedavilerin yapılmadığı veya gecikmeli yapıldığı belirtiliyor. İzmir Menemen R Tipi Cezaevi’nde iki kolu olmayan Ergin Aktaş tek başına bir hücrede tutuluyor.

Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun işkence ve kötü muameleyle ilgili son toplantısında HDP Milletvekili, hukukçu Burcu Çelik Özkan, Alanya’daki kadın tutsakların banyo yaptıkları alanlara yirmi dört saat görüntü alan kamera yerleştirildiğini bildirdi.

Kaynak: Direnişteyiz, JINHA, Evrensel, 28 Ekim 2016

Saldırılar nafile, halkın iradesi teslim alınamaz

Eşbaşkanların gözaltına alınmasını, “GültanKışanak ve Fırat Anlı’nın gözaltına alınmalarını kınıyoruz. Derhal bırakılmalarını talep ediyoruz. İrademizi doğrudan hedef alan bu saldırıya karşı her yerde 11.00’de demokratik protesto hakkımızı kullanacağız. Zulme karşı direniş haktır, meşrudur.” mesajıyla duyuran HDP Genel Merkezi halkı alanlara çağırdı.

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ise yaptığı açıklamada:

“Belediye başkanlarımız, Kışanak ve Anlı her dönem imkanlarını barış için seferber ettiler. Kimse belediyelerimizi silaha, teröre, şiddete destek veriyor diye suçlayamaz.

Teröre destek veren arıyorsanız Ankara’ya bakın, İstanbul’a bakın. Topbaş’a bakın Gökçek’e bakın teröre destek için. Gülen cemaatine İstanbul’un Ankara’nın yarısını verenlere bakın. Müfettişler kaç gündür şuradan çıkmadılar. Bir kuruşun buradan çıktığını ispatlayın görelim. Bunların hepsi yalandır. Böyle bir şey yok.

Şimdiye kadar hep erken seçim gördük, bundan sonra erken seçim yok. Belediyeler iade edilene kadar direniş var..” şeklinde konuştu.

Gözaltı haberinin duyulmasının ardından Diyarbakır başta olmak üzere, halk direnişe geçip iradesine sahip çıktı. Direnişe geçen halka polis saldırdı. Direnişin büyümesinden korkan devlet, Kürt illerinde interneti kesti. Diyarbakır’daki eylemlerde aralarında HDP milletvekili Feleknaz Uca, Sebahat Tuncel, Besime Konca gibi, milletvekili ve siyasetçilerin de olduğu insanlar darp edildi. Bir çok kişi gözaltına alındı.

Diyarbakır’ın yanısıra, İstanbul, Ankara, Bursa, Kocaeli, Van, Hakkari, Şırnak, Mersin gibi Anadolu ve Kürdistan illerinde de eylemler gerçekleştirildi.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi çalışanları siyasi iradelerine sahip çıkarak 27 Ekim’den itibaren iş bırakma eylemi başlattı.

100’e yakın kadın ve LGBTİ örgütü ortak açıklama yaparak gözaltındaki Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın serbest bırakılmasını istedi.

KCK: Tüm Kürt halkı iradesine saldırıya karşı ayağa kalkmalı

KCK, Fırat Haber Ajansı (ANF) aracılığıyla yaptığı açıklamada:

“AKP iktidarının Amed (Diyarbakır) belediye eşbaşkanlarına saldırması, Amed’in bu tarihi ruhuna ve iradesine saldırıdır. Amed halkı, tüm Kürt halkının özgür ve demokratik yaşam iradesinin sembolü olarak ayağa kalkmalıdır.”

“Halkımız Kürt düşmanı politikalara karşı mücadele etmeli”

“Bu saldırılar, herhangi bir Kürt siyasi düşüncesine ve hareketine değil, Kürtlerin tümüne yapılmaktadır. Bu saldırıları, Kürt halkının varlığına, özgür ve demokratik yaşamına saldırı olarak görmeyenler ya kafasını kuma gömenlerdir, ya işbirlikçilik yapanlardır, ya da ihanet içinde olanlardır. Nitekim bazıları bu saldırıları Kürtlere değil de, PKK ve HDP’ye yönelik saldırılar olarak gösterip, meşrulaştırıp normalleştirmeye çalışmaktadırlar. Tüm Kürt halkı, dostları ve demokrasi güçleri; Kürdistan’ın tüm parçalarındaki halkımız Amed’e yönelik saldırının tüm Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yönelik saldırı olduğunu görüp her yerde ayağa kalkarak Amed halkıyla dayanışmasını ortaya koymalıdır.” denildi.

Kaynak: direnişteyiz, 28 Ekim 2016

 

 

Adalet ve özgürlük için nöbet

Eylemde ilk konuşmayı TİHV İstanbul Temsilcisi Ümit Efe yaptı. Baskılara karşı mücadele edeceklerini söyleyerek konuşmasına başlayan Efe, “Her hafta salı günü baskılar ortadan kalkana kadar nöbetimizi sürdüreceğiz” diyerek kapatılan radyo ve televizyonların bir an önce açılması gerektiğini vurguladı.

 “Frekansımız üzerinden yayın yapılıyor”

Yayını durdurulan Özgür Radyo Genel Yayın Koordinatörü Derya Okatan, yayınlarının kapatıldığı gün kapılarının kırılarak ve çalışanlarının darp edilerek gözaltına alındığı hatırlattı.

Yayınlarının durdurulması sonrasında frekanslarının korsan bir şekilde işgal edildiğini belirten Okatan, “Frekansımız başka kuruluşlar tarafından işgal edildi. Şimdi bizim frekansımız üzerinden hukuksuzca yayın yapılıyor ve RTÜK buna dair herhangi bir yaptırım uygulamıyor. O frekans bize ait ve başka bir kuruluşa devredilemez” dedi.

Nöbet eylemi; Sağlık Emekçileri Sendikası, İstanbul Tabip Odası, Özgür Gündem, TV10 temsilcilerinin konuşmaları ardından sona erdirildi.

Kaynak: DİHA, İşçi Gazetesi, 19 Ekim 2016

Dario Fo Yaşamını Yitirdi

Politik hicivleriyle de ün kazanan ve 1997 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Dario Fo, 13 Ekim günü akciğerlerindeki bir sorun nedeniyle tedavi gördüğü hastanede hayata gözlerini yumdu.

Küçük kabare ve tiyatrolar için yergili revüler yazan bir metin yazarına yardım ederek tiyatroya başlayan Fo, oyuncu eşi Franca Rame ile 1959’da Dario Fo – France Rame Topluluğu’nu kurdu ve zamanla siyasal bir ajit-prop tiyatrosu geliştirdi. İkilinin oyunları “Commedia dell’Arte” geleneğine dayanıyordu.  Fo, 1968’de İtalyan Komünist Partisi’yle ilintili olan “Yeni Sahne” adlı bir başka topluluk kurdu. 1970’te Halk Tiyatrosu Topluluğu ile fabrika, park, spor alanı gibi halkın toplu olarak bulunduğu yerlerde oyunlar sergilemeye başladı.

Fo’nun yazdığı önemli eserler arasında , “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü”, “Klaksonlar, Borazanlar ve Bırtlar”, “Kadın Oyunları”, “Elizabeth”, “Neredeyse Kadın”, “Ödenmeyecek Ödemiyoruz ” bulunuyordu. Fo, tiyatroya olan tutkusunu, “Tiyatro yapmak, dünyanın en güzel işi” sözleriyle ifade ediyordu.

“Türkiye’de oyunlarımın yasaklanması, ikinci kez Nobel kazanmak gibi”

Dario Fo, darbe girişiminin ardından oyunlarının Türkiye’de Devlet Tiyatroları’nda sahnelenmeyeceğine ilişkin haberlerin çıkmasının ardından, “Bundan onur duyuyorum, ikinci kez Nobel kazanmak gibi” açıklamasını yapmıştı.

Yaşanan tartışmaların ardından Devlet Tiyatroları (DT) Genel Müdürlüğü Basın Danışmanı Yılmaz Serter Kırçıl, yeni sezonda aralarında Shakespeare, Çehov, Brecht ve Dario Fo dahil olmak üzere pek çok yabancı yazarın oyununun sahnelenmeyeceği bilgisinin doğru olmadığını açıklamak zorunda kalmıştı.

Kaynak: direnişteyiz, 14 Ekim 2016

“Yeni Dünyadan Masallar” okuyucularıyla buluştu

İmza gününde konuşan Venezuela Avrupa’dan Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Samuel Moncada ve Venezuela Büyükelçisi Jose Gregorio Bracho Reyes, iki ülke halkları arasında işbirliği ve dayanışmanın önemini vurguladı.

Bracho Reyes etkinlikte şöyle konuştu: “Bu çalışmalarımızla halklarımız ve çocuklarımız arasında bir köprü tesis etmeye çalışıyoruz. Bolivarcı devrimin en büyük amaçlarından biri de budur. Umarız Venezuela masalları sizlerin de yüreğini ısıtır.”

Konuşmaların ardından kitap çevirmeni ve editörü Berna Talun Üğüten okuyucuların kitaplarını imzaladı.

Neoliberalizm Karşısında ALBA Ülkeleri

Latin Amerika’daki ALBA (Latin Amerika için Bolivarcı İttifak) ülkeleri, emperyalizmin saldırıları karşısında bir birlik oluşturarak ekonominin millileştirilmesini ve neoliberalizm karşısında toplumsal eşitliği hedef alan bir gidişat izliyor. Emperyal güçlerle işbirliği içinde olan ve neoliberal uygulamaların dayatıldığı bölge ülkeleri, ALBA ülkelerinin, ekonomik anlamda gerisinde kalıyor.

Geçtiğimiz yıl başa geçen Mauricio Macri ve Arjantin’de tesis edilen sağcı rejim, ülkede yoksulluğun artmasına neden olacak uygulamalara geçiş yaptı. Macri rejimi altında 130 bin kişi işsiz kaldı. Maaşlar enflasyona göre düzenlendi ve %10 düşürüldü. Yakıt fiyatları ve tüketim mallarının fiyatları yükseldi. Arjantinlilerin çoğu sınır kapılarında uzun kuyruklar oluştururarak, Arjantin’de karşılayamadığı ihtiyaçları temin etmek için diğer ülkelere geçiş yapar hale geldi.

Brezilya’da da benzerinin, hatta daha kötüsünün yaşanacağı kaydediliyor. Sağcı meclis üyelerinin emperyalistlerle işbirliğiyle, parlamenter bir darbeyle görevden alınan Brezilya Başkanı Rousseff’in yerine Temer’in getirilmesiyle birlikte, yeni hükümet devletin denetimindeki her kurumu ve işletmeyi özelleştirmeye başladı. Bir kaç ay içerisinde ulaşım, üretim, yakıt vb. pek çok sektörde özelleştirmelerin önü açılırken, devlet petrol işletmesi Petrobras özelleştirildi. Sosyal harcamalarda, sağlık ve eğitimde ise önümüzdeki 20 yıl boyunca kesintiye gidilmesi yönünde karar alındı.

Bütün bunlar, yoksullaştırılmış milyonlara ödetilecek faturaya işaret ediyor. Hem Brezilya’da, hem de Arjantin’de hukuk dışı neoliberal rejimler ABD ve Birleşmiş Milletler örneklerini takip ediyor ve ülke ekonomilerini küresel kan emici elitin sofrasına sunuyor.

Ne var ki, Latin Amerika ve Karayiplerde, halklar yabancı elitin ve bölgedeki yerel uşaklarının yeni sömürgeciliği yeniden devreye sokmasına karşı mücadele ediyor. Emperyalistler ise kendi egemenlikleri altındaki kayıplarını tanzim etmek adına bu bölgeye saldırıyor.

Zorbalıkla mağdur edilen halkların fethedilmesi; yerel oligarşi için küçük bir dilim, yoksullaştırılan halklar için ise baskı ve zulüm getiriyor. Tortilla Con Sal’a göre, emperyalist ülkelerdeki siyasetçilerin ve onları temsil eden medyanın bölgedeki sağcı rejimleri desteklemesi ve ALBA ülkeleri hükümetlerine saldırması da tam da bu yüzdendir.

Bolivya, Küba, Ekvador, Nikaragua, Venezuela (ALBA ülkeleri) yoksulluğun ve eşitsizliğin kitlesel anlamda azaltılmasında büyük etkiye sahip. Değerlendirmede yer alan ifadelere göre, bu ülkeler sosyalizmden esinlenen sosyal ve ekonomik modellerin – emperyalizmin ve bölgedeki yozlaşmış uşaklarının bütün saldırılarına rağmen – üstünlüğünü ve başarısını ortaya koyuyor. Bölgedeki en zengin ülkeler de ALBA ülkelerinin gerisinde kalıyor; ALBA ülkeleri dünya çapındaki ekonomik krizin yarattığı etkileri püskürtüyor.

İnsani Gelişim Endeksine göre; Küba’nın Kolombiya, Meksika ve Peru’dan çok daha üstte olduğu, Brezilya ve Kosta Rika’yla eşdeğer seviyede olduğu kaydediliyor. ALBA ülkelerinin ise eşitliğe daha yaklaştığı; Küba’nın bunun başında olduğu kaydediliyor.

Böylesi rakamların ise, küresel dalgalanma içerisindeki petrol ve yakıt fiyatlarının olumsuz etkileri göz önünde bulundurulduğunda dikkate değer olduğunun altı çiziliyor. ALBA üyelerinden Ekvador ve Bolivya’nın bu olumsuz etkiler karşısında toparlanmakta olduğu bir süreç yaşandığı vurgulanıyor.

Ekvador’un durumu, daha öncesinde sağcı uşaklar tarafından işgal edilen hükümet döneminde ekonominin dolarizasyonu nedeniyle kritik. Telesur’dan Tortilla Con Sal, “Bütün bu zorluklara ve geçtiğimiz yıl gerçekleşen deprem felaketine rağmen, Ekvador’un ekonomik direniş politikası, sağ kanattan gelecek saldırıların hükümet tarafından geri püskürtülmesini sağlayacaktır,” şeklinde yorumluyor.

Venezuela’da ise, geçtiğimiz günlerde hükümet 2017 yılı için yeni bir bütçe planı ortaya koydu. Bu plana göre bütçe, petrol gelirlerine daha az bağımlı bir şekilde işletilecek, sosyal harcama ve yatırımlar sürdürülecek. Değerlendirmeye göre, bu sayede ülke ekonomisinin daha az etkileneceği kaydediliyor. Bolivarcı Chavez’in başlattığı sosyal devletçi politikaların devamcısı Venezuela Başkanı Maduro karşısında ise ABD’nin ve sağın ekonomik sabotaj planları sürüyor.

Birleşmiş Milletler Ekonomik Komisyonu’nun verilerine göre, BM, Latin Amerika ve Karayipler’de, bölgede başta Bolivya, Nikaragua, Dominik Cumhuriyeti ve Panama için daha yüksek bir büyüme öngörüyor. Dominik Cumhnuriyeti’nin kamuyu dâhil eden politikaları ve Venezuela’nın Petrocaribe programı kapsamındaki yardımlar sayesinde yoksulluğu azaltmakta olduğu kaydediliyor.

Finans tarafından kuşatılmış ve vergi cenneti olarak ün salmış Panama’da ise durum daha farklı. Panama, kanalın son dönemde genişletilmesiyle birlikte bu durumun tadını çıkarıyor. Değerlendirmeye göre, bu durumun toplumsal inşaaya dayalı getirileri ise belirsiz.

Bolivya’nın da, Arjantin ve Brezilya’dan yapılan ithalatın durdurulması olasılığı nedeniyle 2 milyar dolar kayıp yaşayabileceği kaydediliyor. Yine de, Bolivya’nın toplum temelli sosyal ve ekonomik üretiminin, ülkeyi potansiyel şoklardan korumak konusunda, Arjantin ve Brezilya’da uygulanan sağcı kan emici politikalardan çok daha başarılı olduğu ifade ediliyor.

Bolivya’nın ekonomisinde olduğu gibi, Nikaragua’nun ekonomisi de 2010 yılından bu yana %4,5 büyüme kaydetmiş. Nikaragua’nın modelinin, bütün sektörlerde ekonomik demokratikleştirmeyi ön plana çıkardığı kaydediliyor. Nikaragua’nın işgücünün %70’i bağımsız ya da küçük işletme veya çiftliklerde çalıştığı, gıda üretiminin ülke içi talebi karşıladığı bilgisi paylaşılıyor. Sandinist lider Başkan Daniel Ortega’nın, ülkenin ticaret ve yatırımlarını birbirinden ayırdığı ve bu modelin Çin’de yürütülen yönteme benzer nitelikte olduğu belirtiliyor.

Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Tortilla Con Sal’a göre, mevcut koşullar altında hükümetlerin makroekonomik dengelere göre hareket etmesinden başka bir olasılık yok. Bolivya ve Nikaragua, yoksullaştırılan kesimin tüketiminin artırılması yönünde kitlesel pazarları yeniden harekete geçirirken, toplumsal istikrarı tesis ediyor, karşılığında ise yatırımları teşvik ediyorlar.

Bütün ALBA ülkeleri ekonomik demokratikleştirmeyi ön sıraya koyuyor ve mutlak surette önemli kabul ediyor. Örnek vermek gerekirse; doğal kaynakların ve toprağın millileştirilmesi, bilhassa düşük gelirliler ve kadınlar için öncelikli kredi programları, gıda bağımsızlığının korunması ve gayrı resmi ekonominin tanınması gibi uygulamaları yürürlüğe koyuyorlar.

Değerlendirmede ise, Latin Amerika halkları için, sosyal inşaya dayalı bir toplumsal modelin yürürlüğü konulması ve acımasız elit kesimi zenginleştirmeye dayalı uygulamalar ve ekonomik modellerin terk edilmesi gerektiği vurgulanıyor.

“Eşitsizliği gidermeye dönük ve ekonomik anlamda yeniden dağıtıma dayalı politikalar olmadığı müddetçe ekonomik büyümeye odaklanmak anlamsız görünüyor,” diyor Sal. Bunun karşısında ALBA ülkelerinin yönteminin çözüm olacağını öne sürüyor: “Sadece büyümeye odaklanmak çevresel ve toplumsal düzlemdeki risklerin, zamanlamanın ve ulusal çıkarlara dayalı yanlış politikaların görülmesine engel oluyor. ALBA ülkeleri ise üretim güçlerinin adil ve akla uygun gelişiminin hem bir ön koşul olduğunu hem de kapitalizmin yerine geçecek sosyal ve ekonomik sürecin sonucu olacağını ortaya koyuyor.”

Kaynak: direnişteyiz, 18 Ekim 2016