Ana Sayfa Blog Sayfa 224

Beşiktaş Belediyesi işçileri taşerona karşı yürüdü

Beşiktaş Belediyesi temizlik işçileri, sabah 6.00’da 4. Levent Çilekli Caddesi’ndeki Temizlik İşleri Müdürlüğü bahçesinde toplandı. Yaptıkları açıklamada taşeron şirket Alfatek Çevre Hizmetleri Ltd. Şti.’nin kendilerine yeni sözleşme imzalatarak 2 bin 200 lira olan maaşlarını bin 800 liraya düşürmek istediğini belirtti. İşçiler taşeron şirketin sözleşmeyi imzalamayanları işten atmakla tehdit ettiğini dile getirdi. Belediye bünyesinde 503 temizlik işçisi çalıştığını belirten işçiler, maaşlarının düşürülmek istenmesini protesto ederek yürüyüş yaptı.
Çilekli Caddesi’nden yürüyüşe geçen işçiler ‘Beşiktaş Uyuma Emekçine Sahip Çık”, “Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek”, “İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız” sloganlarını attılar. Trafiği kapatmadan kaldırımdan yürüyen işçiler Nispetiye’deki belediye binasına kadar yürüdüler.
22 Şubat 2016

İşsizlik Fonu’ndan 25 milyarı iç ettiler

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın hazırladığı, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yapılan harcamaların dökümünü gösteren tablo, AKP hükümetinin fon kaynaklarını esas amacının dışında olağanüstü düzeyde kullandığını ortaya koydu.
Resmi verilere göre, 106 milyar liranın biriktiği Fon’un ilk kurulduğu 2002’den bugüne kadar esas amacı kapsamında işsizlere sadece 11 milyar lira tutarında ödeme yapıldı. Üstelik bu tutara, işsizlere ödenen işsizlik maaşının yanı sıra Kısa Çalışma Ödeneği ve Ücret Garanti Fonu giderleri de dâhil edilerek ancak ulaşılabildi.
Buna karşılık Fon’dan kuruluş amacı dışında yapılan harcama 24 milyar 624 milyon lirayı buldu. Hükümet, işsizler dışında yapılan bu harcamaları gerçekleştirebilmek için Meclis’te onlarca kez kanun değişikliği yaptı. Normal şartlarda bütçeden yapılması gereken GAP projesine kaynak aktarımı ile işsizliği önlemeye yönelik gerçekleştirilmesi gereken her türlü hükümet politikalarının faturası da Fon’a kesildi. Dahası, başta madenler olmak üzere ülke genelinde yaşanan iş kazalarında oluşan mağduriyetlerin giderilmesi için dahi bütçe yerine Fon’dan harcama yapıldı.
Hükümetin bütçe ödenekleriyle gerçekleştirmesi gereken GAP yatırımları için işsizin parasından harcanan para tam 11 milyar 511 milyon liraya ulaştı.
Ayrıca, sonradan geliştirilen “aktif işgücü programları” adı altında toplumun bazı kesimlerine bugüne kadar işsizin parasından aktarılan tutar da 7 milyar 581 milyon lirayı buldu.
Fon’dan “diğer giderler” adı altında yapılan ve işsize gitmediği anlaşılan ödemeler de 5 milyar 532 milyon lira oldu. Resmi veriler, işsize yapılan ödeme dışında kalan ve normalde bütçeden harcanması gereken tutarın 25 milyar liraya yaklaştığını, dolayısıyla hükümet bütçelerinin bu düzeyde bir açıktan kurtulduğunu gösteriyor.
Çalışma Bakanlığı verileri, hükümetin bu yıl İşsizlik Sigortası Fonu’ndan asıl kuruluş amacı kapsamında işsizlere 2 milyar 788 milyon lira işsizlik maaşı ve benzeri ödeme yapacağını, asıl amacın dışında kalan kalemlere ise 6 milyar 81 milyon lira aktaracağını gösteriyor. Bu aktarımın 4,7 milyar lirası hükümetin daha çok seçim dönemlerinde seçmeni etkilemek için kullandığı aktif işgücü programlarına, 1,4 milyar lirası ise diğer giderlere yapılacak.
Hükümetin, GAP yatırımlarını hızlandırma adı altında İşsizlik Sigortası Fonu’ndan 2008-2013 döneminde bütçeye aktararak kullandığı 11 milyar 511 milyon lirayı bir süre sonra Fon’a iade etmesi gerekiyor. İşçi ve işveren sendikaları, ilk etapta 8 milyar lirayla başlayan ancak 11,5 milyar lirayı aşan ödemenin bütçeden tekrar Fon’a iadesinin yasayla takvime bağlanmasını istemişler, dönemin Çalışma Bakanı Faruk Çelik de bu talebin mutlaka dikkate alınacağını söylemişti. Ancak, aradan geçen 3 yıla rağmen iade takvimi hâlâ açıklanmadı.
21 Şubat 2016

Kroman Çelik işçileri: “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”

Gebze’deki birçok fabrikada işçilerin ek zam talebinin olduğunu söyleyen Korman Çelik İşyeri Temsilcisi Engin Kulu, “Biz de işyerimizdeki komitemizle toplandık ve mağduriyetimizin giderilmesi için ek zammın ödenmesini talep ettik. Buna olumsuz cevap alınca bizler de eylemlere ve yürüyüşlere başladık. Bunu devam ettireceğimizi belirtiyoruz. Biz birkaç fabrikayla birlikte 70 kuruşluk bir taleple yola çıktık. İstediklerimizi alana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Biz burada birkaç işyeri olarak cesaretle bir adım attık ama bu mücadeleyi diğer işyerlerinde yaygınlaştırabilmeliyiz. Bunun sadece metal iş kolunda değil diğer iş kollarında da yaygınlaşması gerekiyor” dedi.
20 Şubat 2016

İşçilerin sendika hakkını engelleyen müdürlere ceza

Tanrıverdi Tekstil işçileri 2014 yılında DİSK/Tekstil’de sendikalaşma çalışması başlatmış, bunun üzerine fabrika yönetimi işçileri işten atmakla tehdit ederek zorla Türk-İş’e bağlı TEKSİF’e üye olmaya zorlamıştı. DİSK/Tekstil’den istifa etmeyen 20’yi aşkın işçi de işten atılmıştı.
Bunun üzerine işten atılan işçiler İstanbul 18. İş Mahkemesine, Genel Müdür Zihni Akça, Müdür Yardımcısı Oğuzhan Kazanç ve İşletme Müdürü Koray Tezen hakkında, sendikal hakların kullanılmasını engellemek suçundan, ceza ve tazminat davası açtı. İşçilerin avukatları; mahkeme, Tanrıverdi Tekstil’e, işten çıkardığı 11 işçiye, 12 brüt maaş tutarında sendikal tazminat ödeme cezası verirken, haklarında dava açılan müdürlere de 7 ay 15 gün hapis cezası verildiğini belirttiler.
İşten atılan diğer işçilerin davası devam ediyor. İşçilerin sendikal örgütlenmelerine müdahale etmenin suç olduğunun anlaşılması bakımından bu davanın önemli olduğu belirtildi.
20 Şubat 2016

Beykoz Paşabahçe’de #Direnişçi Forumu

Forumun açılış konuşmasını direnişteki işçiler adına İsmail Yılmaz yaptı. Direniş güncesi şeklinde hazırlanmış slayt gösteriminin ardından Kocaeli Üniversitesi Öğretim Görevlisi Hakan Koçak ilk konuşmacı olarak davet edildi. Koçak, ilgiyle dinlenen; Cam işçilerinin Anadolu işçi sınıfı tarihi içindeki yeri ve dinamik mücadele geleneğine dikkat çeken bir konuşma yaptı.
DİSK Uluslararası İlişkiler Müdürü Kıvanç Eliaçık Gürcistan Şişecam işçilerinin selamını iletti. Şişecam’ın Gürcistan’da kurduğu fabrikada düşük ücretlerle işçi çalıştırdığını, işçilerin sendikada örgütlenmeleri nedeniyle Şişecam patronunun burada yaptığı gibi işçileri işten attığını, işçilerin üretimi durdurarak yanıt verdiğini ve direnişin 19 gündür sürdüğü bilgisini verdi, işçilerin buradaki direnişçilere gönderdiği dayanışma mesajını paylaştı.
Şişecam’dan emekli olmuş işçilerden Cemal Başkaya, direnişteki işçi arkadaşlarla gösterilen dayanışmanın yetersizliğine işaret etti.
HDP adına yapılan konuşmada işçilerin mücadelesi ile halkların kendi geleceğine sahip çıkma mücadelesinin, doğasına sahip çıkan halkın (sürmekte olan Artvin örneğiyle) mücadelesinin ortaklaşalığının önemine vurgu yapıldı.
Söz alan diğer konuşmacılar mevcut egemen sendikacılık anlayışına sert eleştiriler yöneltti. İşçi sınıfına yabancılaşan bu anlayıştan kurtulmak için işyeri komiteleri, işçi meclisleri vb. örgütlenmelerle tabandan yukarıya güç kazanmak, sendikaları asalaklardan geri almak gerektiğine değinildi.

Direnişteki inşaat işçileri kazandı

Mersin Entegre Hastanesi projesinde yüklenici firma olan DİA Holding’in, DEC Mühendislik bünyesinde çalışan inşaat işçileri ücretleri ödenmediği için 2 Şubat’ta direnişe başladı. İnşaat İş Sendikası üyesi işçiler süren görüşmeler neticesinde direnişteki arkadaşlarının ücretlerinin büyük bir kısmının ödenmesi üzerine direnişi sonlandırdı.
İşçiler direnişlerinin kazanımla sonuçlanmasının ardından bir açıklama yaparak; “Her şantiyede karşılaştığımız ücretlerin gasp edilmesi ve aylarca ödenmemesi durumuna karşı biz inşaat işçileri olarak birlikte olmanın, örgütlü hareket etmenin ne kadar etkili olduğunu burada bir kez daha gördük. Taşeron sistemi içerisinde yok sayılan, muhatap dahi alınmayan inşaat işçileri olarak patronlara karşı örgütlü gücümüzü göstermiş olduk” dedi.
16.Şubat.2016

Acımız taze, öfkemiz sürüyor

Yeni katliamlar ve katliam hazırlıkları sürerken; bugün de tıpkı 10 Ekim’de olduğu gibi barış diyenlerin hedef alındığı, buna rağmen barışta ısrarcı olmanın insanlık onurunun bir parçası olduğunun altı çizildi.

ANKARA
10 Ekim’de iki canlı bombanın düzenlediği saldırı ile yaşamını yitirenler katliamın yaşandığı 10:04’te önce Ankara Garı önünde düzenlenen törenle anıldı. Katliamın 4. ayında tren garı önünde şehit aileleri ve demokrasi güçlerinin katılımıyla anma düzenlendi. Eylemde yaşamını yitirenlerin fotoğrafları taşınırken, yakınlarını kaybedenlerin haykırışları ve ağıtları sloganlara karıştı.
Düzenlenen anma eylemi öncesi demokrasi güçleri kendi güvenliğini alarak arama noktası oluşturdu. Anmaya katılanlar aranarak alana alındı. Anma da yaşamını yitirenlerin resimlerinin bulunduğu “Katilleri tanıyoruz! Unutturmayacağız!” yazılı pankart açıldı. Patlamanın yaşandığı yere ellerinde karanfiller ve barış şehitlerinin fotoğraflarıyla gelen kitle, katliamın gerçekleştiği saat olan 10.04’te saygı duruşunda bulundu. Konuşmalar ve açıklamaların ardından katliamın yaşandığı yere karanfiller bırakıldı.

İSTANBUL
Emek ve Demokrasi Koordinasyonu çağrısıyla Taksim Galatasaray Lisesi önünde toplanıldı. “Katili tanıyoruz, katliamların hesabını soracağız!” pankartı açılan eylemde “Bijî biratîya gelan!” dövizleri ve katliamda yaşamını yitirenlerin fotoğrafları taşındı.
Açıklamayı İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonu adına Özge Akman yaptı. Yaşananın, cumhuriyet tarihinin en büyük katliamı olduğunu belirten Akman, “Katliamın üzerinden tam dört ay geçti. Hala öfkemiz çok büyük, çünkü katilleri tanıyoruz ve katiller aramızda dolaşmaya devam ediyor.” dedi. Yeni katliamlar yaşanmaması için konuyu sürekli gündemde tuttuklarını vurgulayan Akman, “Mitinge katılanları ve kaybettiğimiz arkadaşlarımızı suçlamaya cürret edenler, aynı politikaları bugün Kürt illerinde sokağa çıkma yasakları ve katliamlarla, batıda ise fiili sokağa çıkma yasaklarıyla sürdürüyor. Ankara’da, yüzden fazla arkadaşımızı aramızdan alanlar, bugün Cizre’de onlarca kişiyi diri diri yakıyor” diye konuştu. Akman, Kürt illerine on binlerce asker, özel tim, polis ve nereye bağlı oldukları bilinmeyen özel birimlerin yığıldığını belirterek, niçin o gün alana tek bir polis bile konulmadığını sormaya devam edeceklerini vurguladı. Akman son olarak, savaş siyasetinin karşısında, katillerin peşinde olmak için mücadeleye devam edeceklerini belirtti.
Açıklama “Katillerden hesabı emekçiler soracak.” sloganıyla son buldu.

İZMİR
İzmir’de, katliamda yaşamını yitirenleri anmak için Alsancak Garı önünde toplanıldı. Valiliğin izni olmadığı iddiasıyla polisler toplanmaya gelenlere saldırdı. 16 kişi gözaltına alındı.

DİYARBAKIR
Emek ve Demokrasi Platformu, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) önünde sinevizyon gösterimi ve basın açıklaması ile Ankara Katliamı anması yaptı. Katledilenlerin fotoğrafları ve kırmızı karanfiller taşıyan emekçiler, katliamla ilgili hazırlanan sinevizyon gösterildi. Kitle, “Şehit Namırın.”, “Katil devlet hesap verecek!” sloganları atarken; “Unutmadık, Unutmayacağız!” yazılı pankartı taşıdı.
Gösterimden sonra basın açıklaması yapan KESK Dönem Sözcüsü Erdal Uysal, katilleri tanıdıklarını, isyanda olduklarını ve katillerin halkın arasında dolaştıklarını bildiklerini belirterek, ” Başta Sur, Cizre, Silopi olmak üzere daha birçok kentte her gün çocukların, kadınların, yaşlıların öldüğü bu savaş görüntülerinin yaşanmaması için mitingimizi yapmıştık. Mitinge saldırı olmasaydı savaş siyasetinde ısrar edenler amaçlarına ulaşamayacaktı. Ancak barış çığlığını büyütmek için düzenlediğimiz 10 Ekim mitingi’nde bir katliamla yüz yüze geldik.” dedi.
Uysal; egemenler, katliamı ne kadar unutturmaya çalışsalar da unutmamak için direnenlerin mücadeleyi yükselteceklerini, savaşta ısrar edenlere karşı barış için ne bedel ödenmesi gerekiyorsa ödeyeceğini dile getirerek, “Diyarbakır Emek ve Demokrasi Platformu olarak, son dönemde iyice belirginleşen baskı düzenine karşı, onurlu ve kararlı duruşumuzdan bir an olsun vazgeçmeyeceğiz. Zulme karşı direnmeye, savaşa karşı barışı savunmaya devam edeceğiz. Bir kez daha Barış Karanfili yoldaşlarımızı, kardeşlerimizi, canlarımızı saygıyla, minnetle anıyor; bize miras bıraktıkları barış mücadelesi bayrağını yükseltme sözümüzü yineliyoruz” diye konuştu.

MERSİN
Emek ve Demokrasi Platformu üyeleri, ‘Forum AVM Havuzbaşı’nda bir araya geldi. Açıklama öncesi Cizre’de katledilen yurttaşlar için kitle alkış, zılgıt ve ıslıklarla ses çıkartma eylemi yaptı. Katılımın yoğun olduğu açıklamada, “Suruç’tan Ankara’ya katledenler bugün Cizre’de Sur’da katlediyor, barış için ses verelim!” yazılı pankart açılırken sık sık “Katil Erdoğan, katil AKP”, “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganları atıldı. Yıllardır toplumsal muhalefete karşı rutin olarak uygulanan polis kuşatması bir yana, İç Güvenlik Yasası ile daha da sert bir biçimde emek ve barış güçlerinin baskı altına alınmasının hedeflendiğini belirten KESK Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Sinan Muşlu, 10 Ekim’de Ankara’da yaşanan katliamın bunun açık bir göstergesi olduğunu ifade etti. Muşlu, bugün barış diyene “terörist” dendiğine savaş diyene alkış tutulduğuna değindi. Etkinlik “Bu katliamların hesabı mutlaka sorulacaktır.” sloganları ile son buldu.

ADANA
Adana’da KESK, TMMOB, TTB ve DİSK öncülüğünde Adana Uğur Mumcu Meydanı’nda anma etkinliği düzenledi. Anma etkinliğinde kitle “Barış şehitleri ölümsüzdür” ve “Katilleri tanıyoruz, unutturmayacağız.”, “Hesabını soracağız, barış ve demokrasi getireceğiz” pankartları açılırken sık sık, “Barış şehitleri onurumuzdur”, “Yaşasın barış. Biji aşiti” sloganları atıldı. Açıklamada konuşan KESK Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü ve Eğitim Sen Şube Başkanı Ahmet Karagöz, “Acımız büyük, öfkemiz ve isyanımız geçmedi, geçmeyecek! Öfkemiz cenazelerle beraber gömülmedi. Acımız, yaralarımızın iyileşmesi ile azalmadı ve isyanımız geçmedi.” dedi. Karagöz; emeğin, barışın ve demokrasi düşmanlarının henüz hesap vermediğini; Sur, Cizre, Silopi, Nusaybin, Yüksekova ve daha birçok kentte her gün çocukların, kadınların, yaşlıların, askerlerin ve polisin öldüğünü ifade etti.
Kitle, beş dakikalık oturma eylemi yaptıktan sonra alkış ve zılgıtlar eşliğinde dağıldı.

ESKİŞEHİR
Eskişehir’de Ankara Katliamı, protesto edildi, yaşamını yitirenler anıldı. “Katili Tanıyoruz, Katliamların Hesabını Soracağız!” pankartı açılan eylemde yapılan açıklamada, 4 ay geçmesine rağmen sorumluların ortaya çıkarılmadığı hatırlatıldı. Katliamların devam ettiği, katliamları protesto edenlere soruşturmalar açıldığı vurgulanan açıklamada; emekçilerin katliamların hesabını sormaya devam edeceğinin altı çizildi.
Direnişteyiz, DİHA

AKA-DER Şubeleri ve İzmir Kaldıraç bürosuna devlet saldırıları

Korkmuyoruz, susmuyoruz, boyun eğmiyoruz!
Tehditleriniz bizi yıldıramayacak!
Bugün devlet tecavüzcü çeteleriyle, polisiyle, medyasıyla, askeriyle, savcısıyla, basınıyla, diyanet işleriyle, bürokrasisiyle tüm halklara azgınca saldırıyor. Köşeye sıkışmış, saldırmak dışında hiçbir çıkış noktası kalmayan devlet öldürdükçe biz insanca yaşamak için mücadele edenleri bitirebileceklerini sanıyorlar. Kürt illerinde sokağa çıkma yasakları ilan edip keskin nişancılarla küçücük çocukları katletmeleri, cenazelere işkence etmeleri, kadınların cesetlerini çırılçıplak soyarak teşhir etmeleri köşeye sıkışmışlıklarının göstergesidir.
Anadolu’da barış isteyen, onurlu bir yaşamı savunan insanların üstlerine bombalar yağdırmaları, en küçük hak arama eylemine vahşice saldırmaları, devrimcileri evlerinde katletmeleri başka yollarının kalmadığının göstergesidir.Başka yolları kalmamıştır. Başka bildikleri de yol yoktur. Soykırımların, katliamların, halkların kanı üzerine kurudukları bu çürümüş sistemi, bu ablukayı dağıtacak gücün biz halklarda, emekçilerde, öğrencilerde olduğunu çok iyi biliyorlar. Bunu bildikleri için bugün “barış, adalet, özgürlük” diyen herkese saldırıyorlar. Devrimcilerin bürolarına baskın yapıp notlar bırakıyorlar, tehdit mektupları gönderiyorlar, arkadan sinsi sinsi devrimcileri takip ediyorlar. Çünkü karşı karşıya gelme cesaretleri yoktur. Ancak arkadan vurmasını, gizli gizli not bırakmasını bilirler.Geçtiğimiz günlerde Kaldıraç dergisi İzmir Bürosuna baskın düzenleyerek JÖH imzalı “vur ha vur indiriyorlar” yazılı not bırakmaları ve kütüphanedeki kitapları devirmeleri korkularının göstergesidir. Halkların ortak mücadelesinden korkanlar bununla da kalmamış 13 Şubat Cumartesi günü İzmir’den İstanbul’a AKA-DER Genel Kuruluna giden AKA-DER Alsancak Şube Delegasyonu ve Kaldıraç okurlarını yol boyunca taciz ve takip etmiştir. Devlet sistematik bir şekilde yoldaşlarımıza taciz ve tehdit etmektedir.İzmir’den sonra 16 Şubat Salı günü AKA-DER Kadıköy şubemize de bir tehdit mektubu göndermiştir. “Servet Acıöz” isimli bir şahısın gönderdiği mektup postane görevlisi tarafından şubeye bırakılmıştır. Mektubun içinden 19 Ocak 2016 tarihinde AKA-DER’in yazdığı “Hrant’la Ermeni, Tahir Elçi’yle Kürdüz” başlıklı bildir, bir tane gazete küpürü ve A-4 kağıda yazılı bir not çıkmıştır.
A-4 kağıda yazılan not şu şekildedir:
“ANADOLU KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERNEĞİNE
Ekte ibraz ettiğim yazınız (el ilanı)’ da Hrant ile Ermeni, Tahir Elçi ile Kürdüz dediğiniz anlaşılmaktadır. Aşağıdaki yazımı dikkatlice okuyıp vicdanınızı ve insanlığınızı tekrar sorgulayınız.
1) PKK yıllardır askerimizi, yaşlılarımızı ve bebekleri acımadan Kürt Türk ayrımı yapmadan katletti bunun taşeronu İsrail, İngiltere, ABD ve 1959’ dan beri kıyısında yalvardığımız Avrupa Birliğidir.
2) 1993 senesinde terhisten dönen 33 askerimiz PKK otobüsten indirip hepsini öldürdü. O zaman niçin hepiniz Türk askeriyiz demediniz ?
3) C.H.P de milletvekili olan Sezgin Tanrıkulu P.K.Klı A. Öcalanın Avukatlığını yapıyor. Bu Adama nasıl inanırsınız? (hain değilmi?)
4) Türk Kanı Kirlidir/ Pistir diyen Hrant Dink hakkında söyleyeceğim —- Hem Türkiyede yaşayıp Bu Vatanın ekmeğini yazacaksın hem hainlik yapacaksın Bunu niye yazmıyorsun ?
5) Hrant ve Tahir vatan hainlerinizdi
6) Yıllardır P.k.k zarar Verdi, hainlik yaptı, Kendileri Bunların Ne türk, veya kürt oldukları Belli değil.
7) Ermeni Asala örgütü yıllardır Diplomatlarımızı Katletti Bunu Niye yazmıyorsunuz?
8) Alçaklık, hainlik, ikiyüzlülük, Puştluk Sadece ve Sadece P.KK ve buna destek Veren H.DP, CHP ve bunlara desteklerinde yardımını Esirgemeyen ANADOLU KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERNEĞİ ve üyeleridir.
20 OCAK 2016
Şişli-İSTANBUL
* Kemal Kılıçdaroğlunun Amcasının oğlu Mustafa Karabulut P.k.k’nın Almanya Temsilcisidir
*Aklınıza Başınıza Toplayın, Manukyanın Çocuklarısınız”
Mektuptan çıkan gazete küpüründeki not ise şu şekilde:
“1 Yılda 7 Kez Aynı Suçu İşledi” başlıklı gazete küpürünün hemen altında yazan “Adana’da, kendisini polis olarak tanıtıp yaşlıları dolandıran bir kişinin bir yıl içinde aynı suçtan yedi kez yakalandığı ortaya çıktı.” spotuyla verilen haberin kenarına ok çıkarak; “SİZ BUSUNUZ” yazılı bir not, haberin en altında ise; “BİRİNCİSİNDE YAKALANIP ELLERİ KESİLSEYDİ TEKERRÜR ETMEZDİ (TARİHTEN DERS ALINMALI)’’ yazılı bir not düşülmüş.
—–
Ne yapmaya çalıştıklarının farkındayız. Tehdit mesajlarıyla, baskılarla, tacizlerle örgütlü irademizi teslim alabileceklerini, korkularını bize bulaştırabileceklerini sanıyorlar. Yoldaşlarımıza yapılan baskıyı, devletin tarihinden biliyoruz ve hiçbir zaman boyun eğmedik, eğmeyeceğiz. 97’de işkencede katlettiklerinde Komutanımız Bekir; Burhan’ımız boyun eğmedi. Ajanlık teklif ettiklerinde Serkan’ımız insan olmanın çığlığı oldu. Geçen 2 sene içerisinde yoldaşlarımız defalarca tehdit edildi, kaçırıldı; hatta Kadıköy’ün ortasında polisler iki yoldaşımızın kafasına silah dayadı. Boyun eğmedik, eğmeyeceğiz.
Biz halkların kardeşliğinin simgesi olan Hrant’ın, Tahir’in, Gezi’de, Ankara’da, Suruç’ta yitirdiğimiz yoldaşlarımızın, Kürdistan’da eli kanlı çeteleriyle katledilen canlarımızın hesabını sormadan hiçbir yere gitmiyoruz, gitmeyeceğiz.
Tehditlerinizden, eli kanlı çetelerinizden, mafyanızdan, polisinizden, ordunuzdan korkmuyoruz. Yükselen halkların ortak mücadelesini teslim alamayacaksınız. Biz kazanacağız.
Susmuyoruz, sinmiyoruz, boyun eğmiyoruz!
Yaşasın Halkların Ortak Mücadelesi!
AKA-DER

Yapılan saldırılara ilişkin İzmir Kaldıraç Temsilciliğinin açıklaması şu şekildedir:

Kaldıraç Bürosuna JÖH imzalı Cizre tehditi.
İzmir Alsancak’ta olan büromuza 12 Şubat günü, T.C devletinin çete örgütlenmesi olan JÖH tehdit kağıdı bırakmıştır. Gezi direnişi ile birlikte ayyuka çıkan çete örgütleri bugün saldırılarına devam ediyor. Cizre, Silvan, Sur, Nusaybin ve Silopi başta olmak üzere bu çeteleri halkların üzerine toplu katliamlar için salanlar, İzmir’de de savaşa karşı direnen halkları selamlayan bizleri tehdit etme girişiminde bulunmaktadırlar. Bizler nasıl ki bugüne kadar tüm saldırılara karşı dimdik inancımızla durduysak bundan sonrada tıpkı hendeğin arkasında tüm direnciyle direnen halklar gibi ve çetelere karşı boyun eğmemiş Ali Ismail, Hasan Ferit gibi saldırılar karşısında olacağız. Yapılan tehditler bu devletin ne kadar savunmasız ve aciz duruma düştüğünü birkez daha gösterdi. Korkuları, bugün saldırı olarak karşımıza çıkıyor. Nasıl ki geçen ay yaşadığımız saldırıya karşı devrimci dayanışmayı yukselttiysek bu saldırıya karşı da örgütlenerek cevap vereceğiz. Suriye’de çetelere silah depolayanlar, Anadolu’da ve Kürdistan’da halklara, devrimcilere ve emekçilere savaş açanlar bilmelidir ki kan üzerinden yükselen günlerinizin sonu yakındır. Dünyayı ellerinde doğuran emekten, halklardan yana olan bizler kazanacağız.
Korkmuyoruz.
Biz kazanacağız.
Kaldıraç İzmir Temsilciliği

Gazi AKA-DER Şubesi de saldırılara ilişkin açıklama yayınladı.

Halk Düşmanları Yenilecek Direnen Halklar Kazanacak
Kürdistan’daki devletin yaptığı katliamlara karşı mahallemizde yapılan Kürt halkıyla dayanışma eylemlerini bahane göstererek, mahallemizi abluka altına alan, cemevlerimize saldıran, halka kurşun sıkan devlet, gençlerimizi yaralamıştır.Katil devlet 20 Şubat günü yaşanan çatışmalar esnasında, GAZİ AKA-DER şubeyi yeniden hedef almış derneğe 3 el kurşun sıkmıştır. Mahallemizde, ibadethanemize, devrimcilere, derneklerimize saldıran devlete karşı cevabımızı sokakta vermeye devam edeceğiz. Gazi sokakları onurlu, yiğit Gazi halkınındır, devrimcilerindir. Mahallemizi katillere, halk düşmanlarına teslim etmeyeceğiz. Bu ablukayı dağıtmanın yolu tekrar tekrar sokağa çıkmak ve örgütlenerek direnişi büyümektir.
Baskılar bizi yıldıramaz !
Katil devlet hesap verecek!
Gazi AKA-DER Şube
Yapılan saldırılara karşı İzmir Kaldıraç Bürosuna çok sayıda devrimci kurum ziyarete gelerek dayanışma gösterdi. Kaldıraç’ın da bileşeni olduğu İzmir Barış Bloku, Kaldıraç Dergisi İzmir temsilciliğine yönelik yapılan tehdit ve saldırılara karşı “Bileşenlerimizin yanındayız.’’ diyerek bir basın toplantısı gerçekleştirdi.

YÖK, polis, medya! Bu abluka dağıtılacak!

Özellikle son iki yıldır Anadolu’daki birçok üniversitede devlet, sistematik bir şekilde önce çetelerini devrimci öğrencilerin üzerine saldırtmakta, ardından okullara polis sokarak yıllardır mücadele edilerek kazanılmış kimlik göstermeme, üst aratmama, afiş asma gibi hakları elimizden almaya çalışmaktadır. Ege Üniversitesi’nin girişine koydukları hapishaneyi andıran kafes turnikeler, DTCF başta olmak üzere birçok okulda uygulanan soruşturma ve uzaklaştırma terörü, Eskişehir ve İstanbul’daki birçok üniversiteye öğrencilerin afiş astıkları, şiir okudukları, stand açtıkları bahaneleriyle sokulan polisler bu uygulamalardan sadece birkaçı. Bugün ise anlaşılmıştır ki Cebeci’ye polisiyle giremeyen devlet çareyi, okulunu savunan ve polisleri içeriye sokmayan öğrencileri “ben giremiyorsam siz de giremezsiniz” diyerek gözaltına almakta bulmuştur.
Bir yanda Kürdistan coğrafyasındaki sokağa çıkma yasakları, kolluk kuvvetleri ve içerisinde örgütlenen JÖH, PÖH gibi katliam çeteleri eliyle öldürülen ve cenazelerine işkence yapılan insanlar, barış istediği için soruşturma açılan, atılan, gözaltına alınan akademisyenler, tutuklamalar, gözaltılar, evlerinde infaz edilen devrimciler, basın açıklamasında öldürülen Tahir Elçi, müebbetle yargılanan Can Dündar, Ayşe öğretmen, şehirlerde patlayan bombalar, her geçen gün artan kadın cinayetleri, her gün şiddetlenen ekonomik kriz, savaş çığırtkanlığı yapan savaş medyası ve daha nicesi.
Bir yanda ise bunca baskıya, şiddete boyun eğmeyen, mahalle mahalle direnmeye devam eden Kürt halkı, barış için bir araya gelen akademisyenler, öğrenciler, sanatçılar, ekolojistler, avukatlar…, birçok fabrikada artarak devam eden işçi direnişleri ve toplumun her kesiminde artan barış ve özgürlük istemi.
Kürt halkına, devrimcilere, emekçilere, kadınlara, akademisyenlere, toplumun her kesimine karşı topyekun bir savaşa başlatan T.C devleti, varlığını sürdürebilmek için sistematik şiddet uygulamaktan başka yapacak bir şeyi kalmadığının farkındadır. Bu çürümüşlüğü devam ettiremeyeceklerini bildikleri için insanca yaşamak, özgürce yaşamak isteyen, insanlıktan, emekten yana onlara bizlere her gün daha fazla saldırıyorlar.
Özgür düşüncenin, bilimin örgütlendiği yerler olan üniversitelere, halkın önünü açan, direnme umudu veren öğrenci gençliğe bunca saldırmaları ve bizi susturmaya, sindirmeye çalışmaları bundandır.
Bu baskı ve şiddet ortamından kurtulmanın, üniversitelerimizi özgürleştirmenin tek yolu ise akademisyenler, işçiler, öğrenciler olarak bu saldırılara karşı topyekun direnmek ve örgütlü hareket etmektir. YÖK’üyle, polisiyle, ÖGBsiyle, saraya bağlı hareket eden rektörleriyle, medyasıyla oluşturdukları bu ablukayı parçalamak ancak birarada durmakla mümkün olacaktır.
Sana ders veren hocana, yanında oturan arkadaşına saldırırlarken, gününün önemli bir kısmını geçirdiğin okulunu çevik polisle ve TOMAlarla abluka altına alırlarken kafanı çevirme, dersimi geçer mezun olurum diye düşünme! Derslerini geçmek, iyi notlarla mezun olmak sana daha iyi bir gelecek sağlamayacak, seni daha onurlu bir insan yapmayacak. Onuruna sahip çık, çevrendekileri gör, duy, ses ver, direnenlere omuz ver. Tarihini hatırla. Bizler, oturduğun sıralarda oturmuş olan Mahir’in, Sinan’ın, Deniz’in yoldaşlarıyız. Tarihine, okuluna, insanlığa, bilime, hayata, emeğe sahip çık!
Susma, sinme, boyun eğme! Saf tut, diren!
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!
Üniversiteler bizimdir, bizimle özgürleşecek!
Kaldıraç okurları

Bilkent yemekhane günlüğü; Ne Yaptık, Nasıl Yapmalıydık?

Bu dönem başlarken ise okulun açılmasından birkaç gün önce okul yönetimi, fix menu fiyatlarının bu sefer de 4.10’a yükseldiğini duyurdu. Verdiği bursta bir artış yapmayan ve çoğu ders materyali için bizden yüklü miktarda parayı gözden çıkarmamızı bekleyen Bilkent’in verdiği burs miktarıyla lüks harcama yapmadan dahi geçinmekte zorlanan birçok burslu ve değişim öğrencisi mevcut. Artışın açıklanmasıyla beraber okul öğrencilerinin Facebook duyuru sayfası olan Bilkent Duyuru’da başlayan tartışmaların ardından kısa bir süre içerisinde biri internet imza kampanyası diğeri boykot olmak üzere iki tane eylem başlattık ve belki de okul tarihinde bir ilk olarak Bilkent Üniversitesi döneme eylemle açılmış oldu. Son yıllarda yapılan eylemlerin aksine sol örgütlerin değil, birkaç arkadaşımızın bireysel olarak başlattıkları yemekhane boykotu ve yemek paylaşma eylemi başlayışı itibari ile oldukça umut vericiydi. 5 gün devam ettirebildiğimiz boykot, kitleselleşememe, sonunda kalıcı bir örgütlenme kuramama gibi sorunlarla bitirilmek zorunda kalınsa da içerisinde birçok farklı eylem türünü barındırması, Gezi direnişinden öğrenilen birçok deneyimin bu eylemde de kendini göstermesi ve kolektif bir şekilde örgütlenmesi itibariyle birçok olumlu ve olumsuz deneyim edinmemize olanak sağladı. Gün gün tutmaya çalıştığımız gün raporlarını paylaşıp ne yaptığımızı, ne yapmamız gerektiğini tartışacağız. Bu gibi deneyim paylaşımları ve eylem değerlendirmelerinin daha sık paylaşılması gerektiğini ve sonraki eylemlerde ön açıcı Yemekhanenin içerisindeki piyanonun başında eylem boyunca artıp azalmakla birlikte yaklaşık 80-90 kişi evden getirdiğimiz yemeklerle toplandık. Eylemden önce el birliğiyle hazırlanan mizahi dövizler piyano çevresine asıldı, yine mizahi bir dille yazdığımız boykota çağrı metni yemekhaneden yiyen arkadaşlara dağıtıldı. Evden getiremeyen arkadaşların da yiyebilmesi için toplanan paralarla alınan malzemelerle hep beraber sandviçler hazırladık. Kolektif bir ruhun hakim olduğu eylemde herkes işin bir ucundan tutmaya çalıştı. Yemeklerimizi yerken konservatuar bölümünden bir arkadaşımız piyano çaldı, hep birlikte şarkılar söyledik. Söz alan bir arkadaş boykota katılmayanlara eylemimizin devam edeceğini ve herkesi katılmaya davet ettiğimizi anlatan kısa bir konuşma yaptı. Üniversite yönetimiyle görüşecek bir heyet oluşturulması için boykota katılan herkese çağrı yapıldı ve 5 kişilik bir heyet oluşturuldu. Sonraki gün de sandviç yapabilmek için bir komün bütçe oluşturuldu ve katkı yapmak isteyenlerden bağış usülü para toplandı. Piyano eşliğinde Çav Bella söyleyerek bitirdiğimiz eylemimizde bu marşın fazla siyasi olduğunu ve eylemi amacından saptırdığını söyleyerek ayrılan birkaç arkadaşsa eylemin nahoş fakat Bilkent öğrenci tipolojisini bize anlatan bir ayrıntı olarak aklımızda kaldı.İkinci gün katlımın arttığı (yaklaşık 150 kişi) ve organizasyonun bir miktar daha oturduğu bir boykot geçirdik. Eylemin örgütlenmesine okuldaki sol kurumlar olarak dahil olmamızın etkisi kendisini gösterdi. Oluşan kolektif ruhun ve belirli talepler çevresinde bu kadar insanın bir araya gelmesinin, ardı ardına yaşanan katliamlar, baskı ve şiddet ortamının devamlı arttığı bugünlerde herkese iyi geldiğini ve Gezi dönemini hatırlattığını yapılan sohbetlerden ve gülen yüzlerden görmek mümkündü. Hazırladığımız yemekler bir önceki gün gibi el birliğiyle dağıtıldı, piyano ve şarkılar eşliğinde yenildi, diğer arkadaşlara çağrı yapıldı ve bir sonraki gün için tekrar bir bütçe oluşturuldu. Bu arada rektörlükle görüşecek arkadaşların sunması için belirli talepler oluşturuldu ve eylemin ardından heyet rektörlükle görüşmeye gitti. Talepler şu şekilde:
1. Fix menünün 3 TL. olsun.
2. Yemek menüsü belirlenen komitede öğrencileri temsilen de bir veya birden çok kişinin
3. Toplu/tekli alım tarifesi aynı olsun.
4. Seçmeli menü, 2 fix menü (6 TL.) olsun.
5. Vejetaryen menünün hazırlanmasında daha fazla hassasiyet ve çeşitlilik gösterilsin.
Seçilen heyet olarak bu taleplerin olduğu bir dilekçe verdik ve rektör yardımcısıyla görüştük. Ancak görüşme sırasında okul yönetimi adına konuşan rektör yardımcısı Kürşat Aydoğdu, taleplerimizi ciddiye almayan bir tavır sergileyerek yemek veren şirketin (Bilintur) de bağlı olduğu Bilkent Holding’in tarafında olduğunu açıkça belli etti. Rektör yardımcısının “Paranız yoksa sigara içmeyin, yemek yiyin”, “sizin amacınız yemek fiyatları değil olay çıkarmaya çalışıyorsunuz” gibi cümlelerle kolektifin aklı ve iradesiyle açıkça dalga geçmesi ve yemek fiyatlarını kesinlikle indirmeyeceklerini, çok ısrar ediyorsak işçileri işten çıkararak fiyatlarını düşürebileceklerini söyleyerek bizi tehdit etmesi, okul yönetiminin okulu bir üniversiteden ziyade ticarethane, bizleri ise okulun iradesi değil müşterileri olarak gördüğünün açık bir itirafı olmuş oldu. Heyet başta olmak üzere organizasyon ekibindeki birçok kişinin motivasyonunu bozan bu görüşmenin daha geniş bir kesime duyurulması ve yönetimin sergilediği tavrın teşhir edilmesi için görüşmenin ardından temsil heyeti bir metin kaleme aldı.Bu görüşmeden itibaren 3 gün daha (sönümlenerek) devam eden boykot, üçüncü gün bütçeden hazırlanan pilav-tavuk dağıtımıyla sayı ve coşku azalarak ancak biçim olarak aynı şekilde devam etti. Ardından gelen haftasonu, ilk gün oluşturulan yaklaşık 30 kişilik gönüllü ekip içerisinde, rektörlükle yapılan görüşmeden sonra azalan coşku ve kitlesellikten kaynaklı yoğun tartışmalarla geçti. Bu boykotun sönümlenmesine izin vermeden kazanımla çıkılması gerekliliğinde ortaklaşıldı ve eylemin kitleselleştirilmeden kazanım elde edilemeyeceği noktasında uzlaşıldı. Bu noktada eylemin biçiminin değiştirilmesi gerektiğine ilişkin bir tartışma başladı. Boykotun benzer şekilde siyasi bir eylemden uzak, daha etkinlikli şekilde geçmesi gerektiği ve görünürlüğün arttırılması açısından yemekhane önünde toplanılarak ve ses çıkarma eylemi yapılarak boykotun devam ettirilmesi gerektiği şeklinde iki farklı görüş ortaya çıktı. Organizasyon ekibi içerisinde bir ortaklaşma sağlanılamaması üzerine Facebook’taki etkinlik sayfasında bir anket yapıldı ve büyük bir çoğunluğun yemekhane önünde toplanılmasına ilişkin oy kullanması üzerine eylem yemekhane önüne taşındı. Pazartesi de bu şekilde devam eden eylemde kayda değer bir ilerleme sağlanamayınca Salı günü boykot foruma evriltildi ve bundan sonra ne yapmamız gerektiğine ilişkin yaklaşık 30 kişi ile bir forum aldık. Farklı eylem biçimlerinin tartışıldığı bu forumda ortaklaşılan konu yine kazanım oldu ve fiyatları düşüremiyorsak bile ucuza yemek yiyebileceğimi ve eksikliğini hissettiğimiz bir ortak alan yaratmak amacıyla alternatif kantin oluşturma fikri kabul edildi. Bunun için yönetimle görüşülmesi ancak görüşmeye gitmeden önce elden toplanılan dilekçelerin yaygınlaştırılması ve yönetime böyle bir talep olduğuna ilişkin elimizde somut bir veri olması gerektiğine karar verildi. Sonraki süreçte ise dilekçe toplanmasının düzgün yürütülememesi, özellikle örgütlü arkadaşlarda azalan istek gibi sebeplerden kaynaklı yönetimle görüşme yapılamadı ve kazanımsız şekilde eylem sönümlendi.
Eylemden Çıkardığımız Sonuçlar:
1) Bilkent’te uzun süreden beri ilk defa örgütlü ve örgütsüz insanlar kolektif bir biçimde çalışma yürütme iradesini gösterdi ancak örgütlüler olarak örgütten kazandığımız yönetme ve eylem örgütleme deneyimlerimizi bu süreçte etkili olarak kullanamadık. Boykot süresince eylemin hem siyasi olarak hem iş yükü olarak ağırlığının üzerimize kalması, konuyu örgütlemek isteyen diğer arkadaşlarla iş bölümü yapamayışımız enerjimizin çabuk tükenmesine yol açtı. Halbuki oluşan gönüllü ekiple daha düzgün bir iş bölümü yapılmış olsa hem bu ekip bir komiteye evriltilebilirdi hem de işin tüm yükünü alan bu birkaç kişi boykot süresince bu kadar çabuk yorulup enerjilerini tüketmezdi.
2) Çeşitli kurumlarda örgütlü insanlar olarak moral/motivasyonumuzun bu kadar hızlı dağılıyor oluşu moral değerlerimizi ideolojimizden ziyade anda gelişen olaylardan ve insanların tepkilerinden aldığımızı gösteriyor. Bu da demek oluyor ki okulumuzdaki örgüt kadroları önlerine koydukları amaçları gerçekleştirme yolunda giderken koşulları değiştiren değil koşullar etrafında değişen bir konumda duruyor. Özellikle bu dönem gibi saldırıların yoğun olduğu zamanlarda devrimci kadrolar olarak önaçıcı rol oynamalı, kitlenin moral olarak düştüğü yerlerde çıkış noktaları bulmalı, bizden güç alarak birlik olduğumuzda başarabileceğimizi görmelerini sağlamalıyız.
3) Kısa bir süre içerisinde sabırsızlık gösterilerek devamlı değiştirilen eylem biçimleri eylemin süreklileşmesine ve bir biçime oturmasına engel oldu. Bir iki günde hızlı değişiklikler beklememeli, yereli genelden bağımsız düşünmeden, irili ufaklı eylem biçimlerinin süreklileştiği takdirde kitleselleşebileceği gerçeğini atlamamalıydık. ( Bu konu eylem süresince tartışılmış olsa da eylemi örgütleyen toplama kabul ettirilemedi.)
4) Yereldeki özgün koşullardan kaynaklı Vatan Partisi’nin gençlik örgütlenmesi olan TGB ile eylem birlikteliğini kabul ettik ancak tarihteki pratiklerini bildiğimiz bu ekip yine bizi şaşırtmayarak Aydınlık gazetesinde eylemin haberini “TGB öncülüğünde gerçekleşen yemekhane boykotu” şeklinde yaptı. Daha sonrasında özür dilense de birçok kurumun ve örgütsüz arkadaşın kolektif biçimde gerçekleştirdiği eylemle ilgili böyle bir haber yapılması basit bir yanlışlık değil, kirli bir ahlakın ürünüdür. Birçok alanda örgütlenmelerine dahi izin verilmeyen bu ekiple neden eylem birliği yapmamamız gerektiğini bir kere de yaşayarak öğrenmiş olduk. Sonuç olarak, birçok deneyim kazandığımız boykot sürecinde daha önce Bilkent’te gerçekleşmeyen bir eylem pratiği ortaya koymuş olduk. Kazanım ve kalıcı bir örgütlenme sağlanmamış olsa da bu eylemden çıkardığımız sonuçların daha ayrıntılı tartışılması sonraki eylemlerde benzer hatalar yapmamızın önüne geçecektir.
Kaldıraç Bilkent Komitesi