Ana Sayfa Blog Sayfa 62

Hapishanelerde disiplin bahanesiyle yeni hak ihlali: İnfazlar yanıyor

Hapishanelerde yaşanan hak ihlallerine her gün bir yenisi ekleniyor. Yüzlerce tutsak, cezasını tamamlamasına karşın disiplin bahanesiyle infazları yakılarak serbest bırakılmıyor. İHD, bu kararların keyfî olduğunu belirtiyor.

Tecrit, işkence, kötü muamele ve hak gasplarıyla gündemden düşmeyen hapishaneler, ülkenin en sorunlu alanlarından biri oldu. Hapishanelerde özellikle siyasi tutsakları hedef alan ihlallere son olarak, haklarındaki cezaların infazını tamamlamış hükümlülerin tahliyelerinin önüne geçen, kamuoyunda bilinen adıyla “infaz yakmalar” eklendi. Pandemi koşullarında dahi binlerce adlî mahkûm salıverilirken, siyasi tutsakların bir kısmı, cezalarını tamamlayıp koşullu salıverme şartları oluşmasına karşın serbest bırakılmayarak, özgürlükleri gasp edildi.

31 Mart 2020’de Resmî Gazete’de yayımlanarak, yürürlüğe giren “Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik” tutsaklara dönük yeni bir hak ihlâli olarak görülüyor. AK Parti ve MHP tarafından Meclis’e getirilip, her iki partili vekillerin oylarıyla kabul edilen yönetmelikle infazını tamamlamış hükümlülerin “iyi hâlli olup, olmadıklarını” değerlendirmek üzere cezaevlerinde İdare ve Gözlem Kurulu (İGK) oluşturuldu. Bu kurullar ise 1 Ocak 2021’den itibaren koşullu salıverme şartları oluşmuş hükümlüleri “iyi hâlli” olup olmadıkları hususunda değerlendirmeye tâbi tutmaya başladı. Kendilerini doğrudan mahkeme yerine koyan bu kurullar, aldıkları kararlarda birçok tutsağın tahliyesini engelledi.

İnsan Hakları Derneği (İHD) kendilerine ulaşan bilgilere göre yüzlerce tutsağın tahliye edilmediğine işaret etti.

“Bu yeni bir cezalandırma yöntemi”

İHD Diyarbakır Şubesi Hapishane Komisyonu üyesi avukat Yusuf Erdoğan, “İdarî gözlem ve değerlendirme kurullarının somut bir dayanak belirtmeden kimi zaman kendisini mahkeme yerine koyarak, kimi zamansa bir cezalandırma yöntemi olarak mahpusların infazlarını uzattığı, derneğimize yapılan başvurular ile hapishanelerde mahpuslarla görüşmeler sonucu tespit edilmiştir. İdarî gözlem kurulları ‘iyi hâl’ değerlendirmesi yaparken, soyut ve genel geçer ifadeler kullanarak, mahpusların ‘umut hakkını’ ihlal etmektedir” dedi. 

“Son iki yıldır arttı”

İHD İstanbul Şube Başkanı avukat Gülseren Yoleri ise hapishanelerdeki hak ihlallerinin artarak devam ettiğini belirterek, “Hazırladığımız periyodik raporlar bu ihlalleri açıklıkla gözler önüne seriyor ve mahpuslar üzerindeki ciddi sonuçlarını ortaya koyuyor. Bu ihlaller arasında son 2 yıldır; infaz yakma, şartlı tahliye hakkının engellenmesi, denetimli serbestlik hakkından yararlandırılmama başlıkları daha da görünür oldu. Kişi özgürlüğü hakkının ihlali olan bu durumların çözüme kavuşturulmaması, özellikle hasta mahpuslar, bakımından hasta mahpusların sağlıkla cezalarını bitirip dışarı çıkabilmeleri umudunu da tehdit ediyor. Ve infaz yakılması gibi infazın uzatılması süreli hapis cezalarında da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının politik mahpuslara olan uygulaması yani ölünceye kadar hapiste tutulma uygulaması ile paralellik gösteriyor. Bu uygulama ile süreli hapis cezası alan politik mahpuslar, bir anlamda ‘hapishaneden tabutla çıkmakla’ tehdit ediliyorlar. İnfazda eşitlik kuralına aykırı tüm düzenlemelerin hukuka aykırı olduğuna dair tespitler yapılmakla birlikte, bu hukuka aykırılıkların giderileceğini gösteren bir adım henüz atılmış değil” ifadelerini kullandı.

İHD raporlarından bazı infaz yakma örnekleri

• Demokratik Bölgeler Partisi eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in kardeşi Erdal Tuncel’e verilen 13 yıl 6 ay hapis cezası bitmesine rağmen infazı “arkadaşlarından kopmadığı” gerekçesiyle yakılarak, tahliyesi engellendi.

• Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan 12 kadın siyasi tutsağın infazı yakıldı.

• Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi’nden 25 Ekim 2021’de cezasını bitirerek tahliye edilen yazar Leyla Saraç, tahliyesinden 8 ay sonra 14 Haziran’da “9 hücre cezası” olduğu gerekçesiyle tutuklandı. 5 yıl 8 ay cezaevinde kalan Leyla, 1 yıl 7 ay daha cezaevinde kalacak.

• Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi’nden 22 Ocak 2022 tarihinde tahliye edilen Gamze Demirbaş, 21 Haziran’da “infazının yandığı” gerekçesiyle tutuklandı. Demirbaş, infazının yakılmasıyla 1 yıl 10 ay daha cezaevinde kalacak.

• Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi’nden 11 Temmuz 2020 tarihinde cezasını bitirerek tahliye edilen Berivan Gürhan, “infazının yakıldığı” gerekçesiyle tutuklanarak Konya E Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. Gürhan, 1 yıl 5 ay daha cezaevinde tutulacak.

• Silivri 3 No’lu Cezaevi’nde kalan bir mahkûm, tellerle örülü kafes gibi bir odaya bırakıldıklarını, bu uygulamaları kabul etmeyip itiraz ettikleri takdirde “senin infazını yakarım” tehdidiyle karşılaştıklarını aktardı.

• Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde kalan bir mahkûmun annesi, oğlunun infazının yakıldığını söyledi.

• Düzce T Tipi Cezaevi’nde kalan bir mahkûm da halay çektiği ve türkü söylediği için infazının yakıldığını aktardı.

Kayhan Can / BirGün

26 Temmuz 2022

Cumartesi Anneleri 901. hafta: Devlet şiddetinin yönetme biçimi olmaktan çıktığı bir Türkiye istiyoruz

Cumartesi Anneleri/İnsanları adalet arayışlarının 901. haftasında, geçtiğimiz hafta Galatasaray Meydanı’nda yaptıkları eyleme yönelik gözaltılara dikkat çekti.

Basın metnini 42 yıl önce gözaltında kaybettirilen Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Eren okudu.

Eren, Galatasaray Meydanı’nda eylem yaptıkları için iktidarın düşmanca tavrıyla karşı karşıya kaldıklarını söyledi. İktidarın şiddet ve baskı politikalarıyla kendilerini susturmaya çalıştığını ifade den Eren, “Biz her seferinde sözümüzü söylemenin bir yolunu bulduk” dedi.

Açıklamada “Gözaltında kaybettirilen yakınlarımız için tüm engellemelere karşı meşru taleplerimizden vazgeçmeyeceğiz. Talebimiz açık ve net: Devlet şiddetinin bir yönetme biçimi olmaktan çıktığı bir Türkiye istiyoruz.” denildi.

Cumartesi Anneleri 902. hafta: Bu topraklarda bayramlar herkesi kapsamıyor

Cumartesi Anneleri, 902. haftalarında polisin engelleme girişimlerine rağmen Galatasaray Meydanı’na karanfiller bıraktı.

12 Eylül 1980 askerî darbesinin ardından gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren’in ablası İkbal Eren, “Galatasaray Meydanı bizim hafıza mekanımızdır, kayıplarımızla buluşma mekânımızdır. Bize sevdiklerimizin mezarını gösterene kadar burada olacağız. Biz sevdiklerimizin mezarını bulana kadar burada olacağız, onları burada anacağız” dedi.

Cumartesi Anneleri’nin Twitter hesabından da “Bayram vesilesiyle bir kez daha haykırıyoruz; kayıplarımıza mezar sözümüzün gereğini yerine getirmekten asla geri durmayacağız. Bayramı mazlumlar için takvimdeki bir yazıdan ibaret hale getirenler bilsin ki, bayramların herkesi kapsadığı bir Türkiye mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz” mesajı paylaşıldı.

Cumartesi Anneleri 903. hafta: Hasan Gülünay davasında zamanaşımı kaldırılsın 

Cumartesi Anneleri, Hasan Gülünay için yapılan 903. hafta eylemini online gerçekleştirdi.

Ne olmuştu?

23 Mayıs 1992 tarihinde Artvin’de gözaltına alındıktan sonra işkence ile öldürülen Ali Ekber Atmaca’nın üzerinden İstanbul’da aynı mahallede yaşadığı Hasan Gülünay’ın kimliği çıktı.

Bu nedenle Hasan Gülünay, polis tarafından aranmaya başlandı. Eşine bir süredir polis tarafından takip edildiğini söyleyen Gülünay, 20 Temmuz 1992 günü evinden işyerine gitmek üzere çıktı ve bir daha geri dönemedi.

Hasan’ın işyeri telefonunu arayan bir kişi, Terörle Mücadele Şubesi’nden aradığını ve Hasan Gülünay’ın gözaltında olduğu bilgisini verdi. Ancak savcılık ve İstanbul Emniyeti’ne başvuran aileye, Hasan’ın gözaltında olmadığı, arandığı söylendi. Bunun üzerine aile memleketlileri olan ve o dönem İstanbul Emniyeti’nde üst düzey yetkili olan Hüseyin Kocadağ’la görüştü.

Kocadağ aileye “Hasan Gülünay sağ, içeride işkence yaraları iyileştikten sonra gözaltına alındığını açıklayacaklar” dedi.

Aile bu bilgiyi kamuoyuna duyurdu. Hasan’la aynı tarihlerde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde sorguda olan bir tanık da yüzünü görmediği bir kişinin işkencede “Ben Hasan Gülünay, beni gözaltında kaybetmeye çalışıyorlar!” diye bağırdığını açıkladı. Bu iki açıklamanın ardından hem ailenin hem de tanıklık yapan kişinin evleri polis tarafından basıldı ve konuşmamaları için tehdit edildi. Hasan Gülünay için açılan dava 2016 yılında AİHM’de “yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edildiği” şeklinde karar olmasına rağmen zaman aşımı nedeniyle tekrardan görülmedi.

Cumartesi Anneleri 904. hafta: Abdulgani Dağ dosyasında 28 yıldır süren inkâr ve cezasızlık son bulsun

904. hafta eylemi online gerçekleştirilirken, yapılan açıklamada 14 Temmuz 1994’ten beri haber alınamayan, yıllar sonra öldüğü söylenen Abdülgani Dağ için süren 28 yıllık inkâr ve cezasızlığın son bulması istendi.

Ne olmuştu?

Abdulgani Dağ, 14 Temmuz 1994’te halasını ziyaret etmek için Nusaybin’in Akarsu beldesine giderken bindiği minibüs Kızıltepe-Nusaybin yolunda kimlik kontrolü yapan askerler tarafından durduruldu ve üç yolcu ile birlikle gözaltına alındı. 

Durumu öğrenen ailesi Mardin Cumhuriyet Savcılığına, bölgedeki asker ve polis karakollarına başvurdu. Ancak Abdulgani’nin gözaltına alındığı reddedildi.

Aileye oğullarının 14 Temmuz 1994 tarihinde Kızıltepe yakınlarındaki bir çatışmada üç PKK’li ile birlikte öldürüldüğü bilgisi verildi. Ailenin “Oğlumuz askerler tarafından gözaltına alındı, günlerce Mardin Tugay Komutanlığında tutuldu.” itirazı boşlukta kaldı. “Öldürüldüyse cenazemizi verin” talebine ise savcı “Onu asker bilir beni o işlere karıştırmayın.” dedi.

2013 yılı içinde aile yeni tanıklar ile bir kez daha savcılığa başvurdu. Abdulgani Dağ’ın çatışmada öldürülmediğini, gözaltında öldürülmesine çatışma süsü verildiğini beyan ederek yeni bir soruşturma açılması talebinde bulundu. Bu talep de reddedildi.

Sosyalist Kadın Hareketi’nden… // Temmuz 2022

Sosyalist Kadın Hareketi/İstanbul 20-21 Ağustos tarihlerinde Erikli’de, Sosyalist Kadın Hareketi/Ankara ise 13-14 Ağustos’ta Ankara Çamkoru Tabiat Parkı’nda kamp yapacağını duyurdu. Kamp çalışmaları ile birlikte SKH’li kadınlar bu ay; İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını Danıştay’ın onaylaması üzerine İstanbul, Kocaeli, Ankara ve Adana’da eylemler gerçekleştirdiler.    

Yok sayılmaya, baskılara, kadın katillerine karşı; isyandayız

19 Temmuz’da, Danıştay’ın kararının açıklanmasının ardından aynı güne Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun çağrıcısı olduğu, İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili Danıştay’ın aldığı kararı protesto etmek için yapılan eyleme katıldık. Eylemde “Biz bu kararlarını mahkemelerini, yasalarını, adaletlerini tanımıyoruz. İstanbul Sözleşmesi’ni direnenler olarak sokaklarda, meydanlarda yan yana gelerek, öfkemizi daha çok büyüterek kazanacağız.” diyerek sözümüzü söyledik.

20 Temmuz’da, bileşeni olduğumuz Adana Kadın Platformu ile eylemdeydik. Heykelli Park’ta buluşan kadınlar “Kararı tanımıyoruz” açıklamasında bulundu. Bizler de eyleme “Yasalar sokakta yazılır” dövizimizle katıldık.

21 Temmuz’da, Ankara’da tüm engelleme çabalarına rağmen bileşeni olduğumuz Ankara Kadın Platformu bir basın toplantısı gerçekleştirdi. Eğitim-Sen 2 No’lu Şube’de gerçekleştirilen açıklamada “İstanbul sözleşmesinden vazgeçmiyoruz, bizim için bitmedi” pankartı açıldı.

22 Temmuz’da, Kocaeli’nde bileşeni olduğumuz Kocaeli Kadın Platformu ile İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğimizi bir kez daha haykırmak için alanlardaydık. İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz pankartının açıldığı eylemde “Öfkemizi örgütlediğimizde İstanbul Sözleşmesi’ni mumla ararsınız” dövizlerimizle yer aldık.      

23 Temmuz’da, “İstanbul Sözleşmesini Uygula – İstanbul Kampanya Grubu”nun Danıştay’ın ret kararına karşı “İstanbul Sözleşmesi bizim, vazgeçmiyoruz” şiarıyla çağrısı yapılan eyleme katıldık. “Sözleşmeden çıkanlar, kadın katillerini koruyanlar ve aklayanlar bilsinler; buradayız” diyerek Kadıköy-Eminönü İskelesi önünde basın açıklaması gerçekleştirdik.

Taksim Dayanışması’ndan basın toplantısı: Gezi Davası kararı için AYM’ye başvuru yapıldı ve istinafa taşındı

Taksim Dayanışması, 30 Haziran günü Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıda, Gezi Davası kararı, karara yapılan itiraz ve beraberindeki hukukî sürece ek olarak Bakırköy ve Silivri Cezaevlerindeki hukuksuz koşullar hakkında açıklamalar yapıldı. Gezi Direnişi tutsakları Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman ve Can Atalay’ın aileleri ise yakınlarından gelen mektupları okudu.

Toplantıda, Gezi Davası’ndaki tutuklama kararına karşı istinaf mahkemesine ve Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuru yapıldığı açıklandı. Ek olarak Mücella Yapıcı, Mine Özerden ve Çiğdem Mater’in aynı koğuşta kalıp, havalandırma hakkından yararlanabilecekleri duyuruldu.

Toplantıda ilk konuşmayı İstanbul Tabip Odası’ndan Dr. Nazmi Algan yaptı. Algan, Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu bulunan Mücella Yapıcı’nın kelepçeli muayene edildiğini vurgulayarak İstanbul Protokolü’nü hatırlattı:

“Yapılan ulusal hukukî düzenlemeler, kanun hükmünde kararnameler ve bakanlıklar arası protokoller, hekimlerin gözaltında bulunan ya da cezaevinde tutulanların tıbbi muayenelerini İstanbul Protokolü ilkelerine uygun yapmaları zorunluluğunu değiştirmemektedir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti toprakları içerisinde tutuklu, gözaltı, mahkûm; bütün kişilerin sağlık muayenelerinin İstanbul Protokolü’ne uygun yapılması gerekmektedir.”

Algan’ın ardından Gezi Davası avukatlarından Evren İşler söz aldı. Davanın hukukî boyutu hakkında bilgi veren İşler, Gezi kararına itiraz başvurusu yapıldığını fakat henüz istinaf mahkemesine gönderilmediğini dile getirdi:

“Şu anda dosyanın istinaf mahkemesine gönderilmesini bekliyoruz. AYM’ye başvuru yapıldı. Tutuklamanın hukuka aykırılığı, bu tutuklamadan dolayı kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edilmesi nedeniyle. Tutuklama kararının hukukî amaç dışında bir amaçla; özü, siyasi amaçla yapıldığı vurgulanan bir AYM başvurusu var.”

“Bu karanlığa teslim olmayacağız”

İşler’in ardından TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Esin Köymen söz aldı ve hazırlanan ortak açıklamayı basın mensuplarıyla paylaştı:

“Biliyoruz ki bu karanlık sadece kent, demokrasi ve hukuk emekçisi arkadaşlarımız Mücella Yapıcı’yı, Can Atalay’ı, Tayfun Kahraman’ı değil, ülkenin her kentinde yaşam alanlarına sahip çıkanları, bilimin ve hukukun izinden ayrılmadan meslek ilkelerinin gerekliliklerini yaptıkları için, bu kirli rant düzenine karşı kamuyu savunanları, maden ocaklarından derelere zehir akmasın diye doğayı koruyanları, bu uğurda mücadeleyi bırakmayan demokrasi kurumlarını ve emekçilerini cezalandırmak istiyor.

“Son derece açık biçimde bir kez daha söylüyoruz: Bu karanlığa teslim olmayacağız. Tek adam rejiminin ihtiyaçlarına göre karar veren mahkemelerin; hukuksuz, tanıksız, kanıtsız, keyfi ve tutarsız kararlar aldığı bu rejim karşısında adaleti savunmaya, demokrasiyi savunmaya, en temel anayasal haklarımızı savunmaya devam edeceğiz. Bu hukuksuzluk, bu keyfilik, bu adaletsizlik, bu vicdansızlık ve bu düşmanlık sona erinceye kadar; arkadaşlarımız serbest bırakılıncaya kadar; dünya hukuk tarihine kara bir leke olarak girecek olan bu davalar geri çekilinceye kadar mücadeleye devam edecek, arkadaşlarımızı yalnız bırakmayacağız.”

Can Atalay’ın babası Mustafa Atalay: Dik duracağız, yılmayacağız, çoğalacağız, kazanacağız

Toplantının son bölümünde aileler söz aldı. Can Atalay’ın babası Mustafa Atalay, dayanışma çağrısı yaparak olanların unutulmaması gerektiğini vurguladı:

“Gezi özelinde ve diğer davalarda olayın fikri takipçisi olalım, unutturmayalım. İçeriden haberdarsanız, Can özelinde söyleyeyim, tutuklandığı gündeki direnci neyse, orada da odur. Dik duracağız, yılmayacağız, çoğalacağız, kazanacağız ve arkadaşlarımızı yanımıza alacağız, burada hep birlikte olacağız.”

Atalay’ın ardından Mücella Yapıcı’nın kızı Cansu Yapıcı konuşmasına başladı ve iki iyi haber verdi:

“Şöyle güzel bir haberimiz var: Sonunda bir talebimiz olan Mine, Çiğdem ve Mücella’nın beraber kalabilecekleri ve havalandırma hakkından sonunda yararlanabilecekleri bir koğuşa dün alındıklarını öğrendik.”

Cansu Yapıcı, annesi Mücella Yapıcı’nın Bakırköy Cezaevi’nden yazdığı mektubu paylaştı:

“Sevgili dostlar, dokuz yıl önce kent halkı ilk defa bütün sıkışmışlıklarını da düşünerek herkesin ama hiç kimsenin olmayan bir parkı el ele savundu ve onu diğer hak talepleriyle birleştirebildi. Biricik Gezi’mizin yıldönümünde 170 dostumuz, yakınlarını arayışlarının 900. haftasında Cumartesi Annelerimiz, geçtiğimiz hafta Onur Yürüyüşü’nde ise 373 arkadaşımız hiçbir gerekçe, hak, hukuk olmadan gözaltına alınmış, anayasal haklarının kullanılması engellenmiştir. Umudu örgütlemeye, konuşmaya, sadece konuşmaya değil birbirimizi dinlemeye, birbirimizi dinleyerek mücadeleye devam etmek zorundayız. Hep diyoruz ya: Kurtuluş yok tek başına.”

Toplantıdaki en son konuşmayı Tayfun Kahraman’ın eşi Meriç Demir Kahraman yaptı. Bu davadan çıkardıkları dersin, mücadeleye sarılmak ve mücadeleyi sıklaştırmak olduğunu söyleyen Meriç Demir Kahraman, Tayfun Kahraman’ın ve Can Atalay’ın Silivri’den yazdığı mektubu okudu:

“Hem tarihe mal olmuş Gezi Direnişi yalanlarla çarpıtmaya, tersine çevirmeye hem Türkiye’nin demokratik çoğulcu geleceğini karartmaya ilişkin bu çaba şu ana kadar başarısız olduğu gibi bundan sonra da başarısız olmaya mahkûmdur. Gezi, bu memleketin eşitliğe özgürlüğe adalet ve demokrasiye dair sönmeyen umududur. Birlikte mücadele edecek, birlikte kazanacağız. Her yer Taksim, her yer direniş. Geçici süreyle direniş görevini Silivri’de sürdürmekte olan yoldaşlarınız Tayfun ve Can.”

Kaynak: 30 Haziran 2022, Medyascope

İşçi hareketinden.. Direniş öğretir, örgütlü güç kazandırır! // Temmuz 2022

Ekonomik krizin dünya çapında derinleştiği süreçte, krizin faturasını yüklenen işçi-emekçiler insanca çalışma ve yaşam koşulları için, insanca yaşayabilecek ücret için, sosyal hakları için, sendika hakları için direnmeye devam ediyorlar. İşçi-emekçiler kent merkezlerinde eylemlerle; fabrikalarda grevlerle ve iş bırakma eylemleriyle hakları için mücadele ediyorlar.

Madenlerden üniversiteye her yer emek mücadelesi alanına çevriliyor. İşçiler birbirlerinin direnişlerinden öğrenerek, güç alarak yeni direnişlere başlıyor. Bizlere düşen görev; bu direnişleri yaygınlaştırmak, örgütlemek, ileri taşımaktır. 

Atışkan Alçı işçilerinin grevi sürüyor

Eskişehir Çukurhisar’da kurulu bulunan Atışkan Alçı’da işçilerin hak ettikleri maaşlarını almak üzere 30 Haziran’da başlattıkları grev devam ediyor.

Kristal-İş Sendikası örgütlenmeden sorumlu başkan vekili Faruk Aslan grevdeki işçileri 22. gününde ziyaret etti. “Bizim taslağımız belli, patrondan da bir teklif bekliyoruz. Fakat bizimle masaya dahi oturmuyor taleplerimizi kazanana kadar burada olacağız” diyen Aslan, işçilerin grevinin başarıyla sonuçlanması temennilerini dile getirdi.

Atışkan Alçı işçilerinin grevi sürerken patron Kazım Atışkan grev alanına gelerek tartıştığı işçiye “4300 TL maaş sana fazla” demişti. İşçiler grevlerinde kararlılıklarını sürdürüyorlar.

Sivas Demir Çelik Fabrikası işçileri ödenmeyen ücretleri için eylem yaptı

Sivas Demir Çelik Fabrikası’nda çalışan ve bir süredir ücretleri ödenmeyen 250 işçi, 20 Temmuz’da kent merkezinde, Atatürk ve Kongre Müzesi bahçesinde oturma eylemi düzenledi.

İşçilerin sorunlarını anlatan fabrika çalışanlarından Sefa Akın, “Toplanma amacımız Sivas Demir Çelik Fabrikası’nın yıllarca bitmeyen sorunlarıdır. Bu sorunlarla uğraşmaktan bıktık. Sesimiz her yerde duyulsun istiyoruz. Sivas’a büyük ekonomik katkısı bulunan Demir Çelik Fabrikası’nda aylardır maaş alamayan işçiler olarak burada eylemdeyiz. 5 aydır fabrikamızda çalışmalar durmuş bulunmakta. Geçim sıkıntısı yaşamaktayız. Buradayız çünkü işçinin haklı mücadelesinde Sivas halkının yanımızda olmasını bekliyoruz” dedi.

Koç Üniversitesi taşeron temizlik işçileri hakları için direnişe geçti

Koç Üniversitesi’nde faaliyet gösteren Eurest Service isimli taşeron şirkette çalışan işçiler, bayram ikramiyesi ve sosyal hakları için 19 Nisan’da imza kampanyası başlatmışlardı.

Baskı, mobbing ve iş yükünün arttığını belirten işçiler, bayram ikramiyesi, sosyal haklarının verilmesi ve gıda desteği için 103 imza topladı. Bunun üzerine 6 işçi farklı yerlere “sürgüne” gönderilmek istendi. Şirketle yapılan görüşmede işçilerin eski yerlerine geri dönmesi talebinin reddedilmesi üzerine işçiler 17 Temmuz’da direnişe geçti. Dergimiz hazırlandığı sıralarda direniş 9 günlük süren mücadelenin ardından direniş kazanımla sonuçlandırıldı.

Soma’da işçiler özelleştirmeye karşı iş bıraktı: Karar çekilene kadar mücadeleye devam

Türkiye Kömür İşletmelerine (TKİ) bağlı Soma Ege Linyitleri İşletmesi (ELİ) bünyesinde linyit kömür üretimi yapılan Eynez açık ocak bölgesindeki özelleştirmeye karşı 18 Temmuz’da işçiler iş bıraktı.

ELİ bünyesindeki Eynez açık ocağın bir bölümünün Yeni Anadolu şirketine devredilmesine karşı nöbet eylemlerini sürdüren maden işçileri Soma Cenkyeri maden yolu güvenlik kantarları bölgesinde bir araya gelerek basın açıklaması yaptı.

İşçiler, “Ankara peşkeşe dur de”, “Peşkeşe hayır, güvenli çalışalım” dövizleri taşırken “Eynez bizimdir bizim kalacak” “Hak, hukuk, adalet”, “TKİ şaşırma, sabrımızı taşırma”, “ELİ bizimdir, bizim kalacak”, “İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız”, “Madencinin karası sermayeden temizdir” sloganları attı.

Kamu emekçileri ekonomik krize karşı maaş bordrolarını yaktı

KESK Ankara Şubeler Platformu, 19 Temmuz’da Eğitim Sen 5 No’lu Şube önünde bir araya gelerek bordrolarını yaktı. Ekonomik kriz sürecinde kamu emekçilerinin ücretlerinin eridiğini belirten KESK üyeleri, “Artık yeter! İnsanca yaşamaya yetecek bir ücret istiyoruz” pankartı açtı.

Kamu emekçileri adına basın açıklamasını okuyan BES Ankara 2 No’lu Şube Başkanı İhsan Gülhan, halkın yaşadığı gerçek enflasyonun TÜİK rakamlarını katladığını belirtti. “Emekçilerin, işçilerin, emeklilerin, halkın yaşadığı yoksullaşma gizlenemez boyutlara ulaşmıştır. Öncelikle altını çizmek isteriz ki; zengin tabaka ile toplumun neredeyse yüzde 95’ini kapsayan dar gelirli kesimlerin yaşadığı enflasyon farklıdır” diyen Gülhan, yoksul halkın gelirinin yüzde 85’ini gıda, kira ve ulaştırmaya harcamak zorunda kaldığını ifade etti. Halkın bu harcamaları da asgarî düzeye indirmek zorunda kaldığına dikkat çeken Gülhan, milyonlarca insanın hiçbir temel ihtiyacını yeterince karşılayamadığını ifade etti.

ETF Tekstil’de işten atma saldırısı ve hak gasplarına karşı fîilî grev başladı

Fabrikayı kapatma kararı alan ETF Tekstil’de, onlarca işçi işten atıldı. Hâlâ çalışanlar ise 30 Temmuz günü kapatma kararı sonrasında işsiz kalacak. 

Deriteks Sendikası’nın örgütlü olduğu ETF’de, fabrika yönetimi işten atılanların toplu iş sözleşmesinden doğan hakları, kıdem ve ihbarlarını vermedi. Diğer işçilerin de hak ettikleri ikramiyelerini verilmeyeceği, ihbarların yatırılmayacağı ve kıdem tazminatlarının ise %70 oranındaki kısmının yatırılacağı bildirdi. İşçiler ise verileceği söylenen kıdem oranın %50’lere dahi ulaşmadığını ifade etti.

ETF işçileri kıdem, ihbar ve ikramiye haklarını talep ediyorlar. İşçiler kıdem, ihbar tazminatları ve ikramiye hakları için 22 Temmuz’da iş bırakma eylemine başladı. Fiili greve çıkan işçiler “Tüm emekçi arkadaşlarımızı destek için buraya bekliyoruz.” diyerek dayanışma çağrısı yaptı. 

Düşük zamma karşı iş bırakan TPI işçilerinin direnişi kazanımla sonuçlandı

5 Temmuz’da, İzmir Menemen, Sasalı ve Çiğli’de bulunan rüzgâr gülü kanadı üretimi yapan Amerikalı şirket TPI Composite fabrikasında çalışan işçiler, ek zam için işyerini terk etmeyerek üretimi durdurma eylemleri yapmıştı.

Petrol-İş Sendikası ve patron arasında yapılan son görüşmede, patron asgarî ücrete yapılan yüzde 30’un üzerine yüzde 9 zam teklif ederken, vardiyalarda yapılan oylamalar sonucu işçilerin çoğunluğu yüzde 9 zammı da düşük bularak, eyleme devam etme kararı almıştı.

22 Temmuz’da TPI yönetimi ve Petrol-İş merkez ve şube yöneticilerinin görüşmesinin ardından tüm talepler kabul edildi. 

Buna göre:

– Atılan işçiler geri alınacak.

– (Asgarî ücret zammı) %30 + %15 zam

– İhtarnameler iptal edilecek.

– Çalışılmayan günler kesilmeyecek.

Gaziantep Şireci Tekstil fabrikasında direniş sonuç verdi

Antep Başpınar OSB’de bulunan Şireci Tekstil fabrikasında bayram ikramiyesinin verilmeyeceği açıklandıktan sonra 7 Temmuz’da iş bırakan işçiler, talepleri kabul edilene kadar iş başı yapmayacaklarını açıklamışlardı. 

Üç gün boyunca Şireci Tekstil fabrikası önünde bekleyen işçilerin mücadelesi sonuç verdi, işçilere 900 TL bayram ikramiyesi verildi. Maaşlarına zam yapılarak 7000 TL’ye yükseltilen işçilere, Temmuz ayından itibaren verilecek primler de 7000 TL üstünden verilecek. İşçiler ayrıca 150 TL devam primi alacaklar.

Patron Şireci’nin verdiği 6890 TL’lik teklif işçiler tarafından reddedilince işçilere 7000 TL ücret teklifi edildi. İşçiler bu ücret karşısında 10 yevmiyelik bayram ikramiyesi taleplerinden vazgeçerek maaş zammını kabul ettiler.

Oyak Renault’da izinde iken 238 işçi işten atıldı

4 Temmuz’da Bursa’da Oyak Renault’da izinde iken 238 işçi “haklı sebep bildirilmeden” işten çıkarıldı.

İşten atılanların çoğunun Par raporluları (fabrikada görev başında sakatlanan), emekliliğine yakın olan ve 7-20 senelik işçiler olduğu bildirildi. Mekanik bölümü taşerona verilirken, çok sayıda işçi montaja kaydırıldı. Montaj bölümünde ise işçilere 3 posta baskısı uygulanıyor. 3. postayı yapamayan işçilere tutanak tutuldu, savunma istendi ve işçiler disipline sevk edildi.

Renault’ta “yetkili olan” Türk Metal yönetimi ise “Bunun aslı yok. İşten çıkarılma gibi bir durum yok. Toplam 203 kişi, ama işten çıkarma diye bir şey yok. Fabrika isteğe bağlı çıkışları açtı yaklaşık 1,5 ay önce.” açıklamasında bulundu.

Lezita işçileri: Bu koşullarda sadece biz değil hiçbir işçiye bayram yok

İzmir Kemalpaşa’da bulunan Abalıoğlu Lezita fabrikasında işten çıkarılan işçilerin işe iade talebiyle başlattıkları direnişe destek için 6 Temmuz’da Beşiktaş McDonalds önünde eylem yapıldı. Eylemde yapılan açıklamada Lezita fabrikasının işçi düşmanı tutumunu devam ettirdiğine dikkat çekilerek şunlar ifade edildi:

“Lezita’nın ürünlerini alan ve satan tüm işletmelere açık çağrıda bulunuyoruz. İşçilere yönelik yıldırma amaçlı ve onur kırıcı girişimlerini durdurması için tedarikçiniz Lezita’ya baskı yapın. Lezita’nın hukuk dışı uygulamalarını görmezden gelmek, bu zulme ortak olmak demektir.”

Eylemde konuşan Öz Gıda-İş Sendikası Örgütlenme Daire Başkanı Göksel Şengün şunları söyledi: “Sendikal örgütlenme ve emek karşıtı tutumu nedeniyle hem Lezita hem de McDonalds gibi ticari ilişkide bulunduğu firmalara yönelik eylemlerimizi tüm Türkiye geneline yaymaktan çekinmeyeceğiz.”

Sivas’ta Kangal Termik Santrali işçileri sefalet zammına karşı iş bıraktı: Yaklaşık 500 işçi yüzde 50 zam istiyor

Sivas’ta Kangal Termik Santrali’nde çalışan işçiler 18 Temmuz’da iş bırakma kararı aldı. Bir önceki dönem Tes-İş Sendikası ile şirket arasında imzalanan toplu sözleşmeye göre işçiler şu anda asgarî ücretle çalışıyor.

Asgarî ücrete yapılan son zammın ardından işveren şirket ilk olarak işçilere yüzde yirmi zam teklif etti. Anlaşma sağlanamayınca, ikinci görüşmede bu kez işçilere yılbaşında yüzde 44 zam yapma teklifinde bulunuldu.

Aralarında DİSK Enerji-Sen üyelerinin de bulunduğu yaklaşık 500 işçi yüzde 50 zam talep ediyor. İşçiler “Hakkımızı alıncaya kadar bu kapıdan ayrılmayacağız” dediler.

Kaynak: Direnişteyiz.org, Net Haber Ajansı, Kızılbayrak, Sol Haber, Evrensel

23 Temmuz 2022

İşçi Emekçi Birliği’nden… // Temmuz 2022

Gerçek enflasyonun üçlü hanelerden aşağıya düşmediği son 7 ayda, 30 Haziran günü asgarî ücrete yüzde 30 daha zam geldi. Çalışma Bakanı “Örgütlenme özgürlüğünü kısıtlayan zihniyetle mücadele etmeliyiz” derken, sendikaya üye olduğu için, sosyal haklarını istediği için, mobbinge karşı çıktığı için onlarca yerde işten atmalar devam ediyor. Temmuz ayı içinde 20’nin üzerinde iş bırakma, fiilî grev, direniş gerçekleşirken Mart ayında kurulan İşçi Emekçi Birliği, işçilerin direnişlerinin yanında olmaya, onları büyütmeye devam ediyor.

Temmuz ayı boyunca ETF, YemekSepeti, Pressan, Koç Üniversitesi işçileriyle dayanışma eylemleri örgütleyen İEB, aynı zamanda Koç Üniversitesi ve ETF işçilerinin sesini yaygınlaştırmak adına Twitter’da #KoçUnideDirenişVar, #ETFİşçisiKazancak diyerek hashtag (etiket) kampanyaları düzenledi.

6 Temmuz günü, TOMİS sendikasına üye olduğu için MESS’e bağlı Pressan fabrikasında işten atılan işçilerin direniş alanına giden İEB bileşenleri, fabrikanın vardiya çıkışında sesli ajitasyonlarla işçilere “Sendikalaşmak en temel hakkınızdır. İşten atılan arkadaşların işe geri dönmesi, işyerinde mobbingin son bulması ve insanca bir ücret için mücadeleye devam” dedi.

7 Temmuz günü, YemekSepeti Direnişçisi Doğu Yılmaz’ın direnişinin 46. gününde direniş alanına gidilerek “Gün geçtikçe sermayenin saldırıları artıyor ancak işçilerin direnişi de artıyor. Bizler bir kere daha Doğu arkadaşımızın yanında ilan ediyoruz, her işçi direnişinin yanında olacağız. Sınıf dayanışmasını yükselteceğiz” denildi.

İEB bileşenleri Koç Üniversitesi taşeron temizlik işçilerinin 9 günlük direnişinin ilk gününden son gününe kadar onlarla birlikte olurken, direnişin ilerleyişi, direniş alanının düzenlenmesi, yeni eylemler gibi birçok konuda işçilerle beraber karar aldı ve direniş 10. gününde yapılan kazanım açıklamasıyla sonlandırıldı.

22 Temmuz günü İEB, Pressan fabrikasında patronun fabrikaya ses kaydı alabilen kameralar taktırması, işçilerin e-devlet bilgilerini alarak zorla Türk Metal’e üye yapılması gibi hukuksuzluklara karşı avukatlarla beraber bir basın toplantısı düzenledi. Pressan işçileri, TOMİS ve İEB adına konuşulan basın toplantısının satır başları şöyle:

Pressan’da 8,5 yıldır çalıştığını ve hak mücadelesi verdiği için işten çıkarıldığını ifade eden Selçuk Çelik “Biz örgütlenmek istiyorduk ve sendikaları takip ediyorduk. Pressan’da 2002-2006 seneleri arasındaki sendikalaşma deneyimi patronun 1 gün içerisinde işçileri baskı altına almasıyla sona ermişti. Bu acı deneyimden dolayı içeride sarı sendikacılığa karşı büyük bir güvensizlik vardı. Biz, mücadeleci bir sendika olan TOMİS ile yola çıktık, bültenlerimizi çıkardık, işçi arkadaşlarımıza da dağıttık. Fabrikada TOMİS’e üyelikler başladı, tam da bu aşamada ‘daralmaya gidiyoruz’ denilerek Bülent Karadere ve ben işten çıkarıldık.” sözleriyle fabrikadaki örgütlenme sürecini anlattı.

Direnişin ardından yaşadıklarını da anlatan Çelik, “Biz direnişe başladığımızda patron fabrika önüne polis yığdı, BBG evi gibi her yere kamera taktı, ses kayıt cihazları taktı. İçerideki arkadaşlarımıza da baskı, mobbing uygulamaya başladı. Karşımızda TOMİS sendikasını ve mücadelemizi görünce suç teşkil eden yollara başvurmaya başladı. Buna Çalışma ve Adalet Bakanlıkları gibi devlet kurumlarındaki kişiler de sessiz kaldı. Patron sendikasıyla anlaştılar ve arkadaşlarımızın e-devlet şifrelerini de alıp zorla Türk Metal’e üye yaptılar.” dedi.

Çelik’in ardından söz alan TOMİS Sözcüsü Dilbirin Acar, “Bu ülkede Anayasal haklarını kullanan, sendikal haklarını kullanan işçilere yönelik saldırıları gördük. Gördük ki bu ülkede bir işçi istediği sendikaya üye olamıyor. Mücadeleci bir sendikaya üye olduğunda sermaye hemen kendi emir eri gibi kullandığı sendika görünümlü çeteleri devreye sokuyor. Pressan fabrikasında söz konusu olan sadece bir sendikanın yetki alması değildir. Yetki Türk Metal’e devredildi çünkü Pressan işçisinin söz, yetki, karar hakkına sahip olmalarını istemiyorlar. Bu nedenle işçilerin karşısına ikinci bir patron olarak Türk Metal’i çıkardılar. Bu ülkenin işçilerine sözümüz; çalıştığınızda karşınızda yalnızca patron yok. Emekçilerin karşısında birden fazla kesim var. Diyoruz ki yalnızca Anayasal haklarımızı kullanarak işçi sınıfının tarihsel mücadeleleriyle kazandığı hukuki yasaların da yetmediğini görüyoruz. Anayasal güvenceler bile patronların çıkarları için söz konusu. Geleceğimize sahip çıkmak istiyorsak işçi sınıfının mücadele yasalarını hayata geçirmek zorundayız.” dedi.

Basın toplantısında konuşan Avukat Mehmet Eroldu ise, “Biz buna hukuka aykırılık desek de bu aslında ülkemizde yürürlükte olan hukukun kendisidir. Patronlar kendi yasalarını dahi uygulamamakta serbest iken işçilere bu yasalar en ağır bir biçimde, mücadelelerine ket vuracak şekilde uygulanıyor. Fabrikanın her yerinde kameralar olduğundan söz etti arkadaşımız. Fakültelerde, yüksek yargıda ‘özel hayatın gizliliği’nden bahsediliyor. Görüyoruz ki bu yalnızca patronlara tanınan bir hak.” ifadelerini kullandı.

Eroldu, “Türk Metal’e verilen yetki Çalışma Bakanlığının, Adalet Bakanlığının, patron sendikasının el ele gerçekleştirdiği bir iş olarak karşımıza çıkıyor. Polis de işçilerin hak arama mücadelesinde işçilerden değil patronlardan yana oluyor. Kanun işçilere ‘istediğiniz sendikaya üye olabilirsiniz’ diyor ancak patronlara aynı hukuk düzeni ‘istediğin işçiyi işten atabilirsin’ diyor. İşçi ise buna karşı ancak yıllar sonra sonuçlanabilecek bir dava açabiliyor. Burada bir haktan, hukuktan söz etmek mümkün değildir.” şeklinde konuştu.

İşçi Emekçi Birliği adına konuşan Nurseli Gözüaçık, “Arkadaşlarımız günlerdir fabrikanın önünde önemli bir mücadelenin bayrağını taşıyorlar. Bu mücadele hem bu ülkedeki hem de dünyadaki işçi sınıfı mücadelelerinden önemli bir parça taşıyor. Patron sendikal hakları elinden geldiğince engellemeye çalıştı, bunu durduramadığı durumda da işçileri zorla Türk Metal sendikasına üye yaptı. Biz bu sendikayı ve nelerin altına imza attığını 2015 yılındaki Metal Fırtına’dan itibaren çok daha açık bir biçimde gördük. Her toplu iş sözleşmesi döneminde öncesinde işçilere ‘hakkımızı alacağız’ dediği halde masada MESS’le el sıkışarak metal işçilerini sattığını çok iyi biliyoruz.” dedi.

Gözüaçık, geçtiğimiz hafta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’in asgarî ücret açıklamasında kullandığı ifadelere de değinerek “Pressan’da tüm devlet kurumlarının, patronun, MESS’in el ele sıkışarak işçilerin örgütlenme hakkını engellediği bir süreçte Vedat Bilgin, ülkedeki örgütlenmenin oldukça gerilerde olduğunu ve bunun işçiler açısından çok büyük bir dezavantaj olduğunu söyledi. Bunun üzerine bir de Batı’nın demokratikleşmesinden örnek verdi. ‘Batı’nın demokratikleşmesi işçilerin örgütlenmesi sayesinde oldu’ dedi. Bakana bu sözlerini hatırlatmak lazım. Eğer ülkede örgütlenme gerilerdeyse dönüp önce kendinize bakmanız lazım.” ifadelerini kullandı.

İşçi Emekçi Birliği’nden yeni kampanya

Derinleşen ekonomik krizin faturasının işçi-emekçilere ödetilmesine karşı İEB “Onlar zenginleştikçe, biz yoksullaşıyoruz; Artık Yeter” başlığıyla bir kampanya başlattı.

29 Temmuz günü, Avcılar, Okmeydanı, Söğütlüçeşme, Mecidiyeköy ve Cevizlibağ’da yapılan bildiri dağıtımlarıyla başlayan kampanya sürecinde birçok emekçi semtin pazar yerleri dolaşılacak. İşçi havzalarında ve mahallelerde afişlemeler ve bildiri dağıtımları gerçekleştirilerek işçi-emekçilere “Bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır.” denecek. 

Tepeden aşağı, krizin artan etkilerinin yansımaları

Kapitalizme içkin krizler, her geçen yıl eskilerini de içine alarak büyümeye devam ediyor. Egemenler, en son 2008’de tüm kapitalist dünyayı etkisini alan krizi çözememişken, pandemiyle beraber batak daha da derinleşiyor. Ve dünya egemenliğini kaybetme yolunda ABD, tüm dünyada savaşı körüklemeye devam ediyor.

Uygulanan bu ekonomi politikalar sonucu, tekellerin temsilcileri bile gidişatın çok iyi olmadığına dair açıklamalar yapıyor.

Dünyanın en büyük bankalarından olan JPMorgan Chase’in CEO’su olan Dimon, dünya ekonomisine dair yaptığı açıklamada; ekonominin durumuna dair karamsar olduğunu belirterek, “Ufukta kara bulutlar var dediğimde, sanırım uyarım hafife alındı. Bu ekonomik sorunların geçici olduğunu düşündüler fakat böyle bir şey söz konusu değil. Durum daha da kötüleşebilir. Özellikle enerji ve gıda fiyatlarında yüksek enflasyon ve faiz oranlarına artış gibi ciddi sorunlarla karşı karşıyayız” dedi.

Bir diğer açıklamada da; Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Kristalina Georgieva, küresel ekonomi için görünümün Nisan ayından bu yana ciddi şekilde karardığına işaret ederek, gelecek yıl küresel ekonomide bir resesyon yaşanması olasılığını göz ardı edemeyeceğini söyledi.

Para politikaları

FED’in ABD’de geçen ay politika faizini 75 baz puan arttırdığını ve bu artışın ABD’de 28 yıldır yapılan en yüksek faiz artışı olduğunu geçen sayımızda belirtmiştik.

Bu ay ise yıllardır negatif faiz uygulayan Avrupa Merkez Bankası (ECB), 11 yıl sonra ilk kez faiz artırma kararı aldı. Politika faizini 50 baz puan artıran Avrupa Merkez Bankası böylece negatif faiz dönemine son verdi. Avro Bölgesi’nde faiz oranı 2014’ten bu yana eksideydi.

Krizin yansıması olarak, bu artırımlar sonucu emperyalist merkezlerde yıllık enflasyonlar şu şekilde değişmiş oldu: Avro Bölgesi’nde yüzde 8,6, ABD’de yüzde 9,1, İngiltere’de ise yüzde 9,4’e yükseldi.

Paylaşım savaşı

ABD’nin diğer emperyalist ülkeleri (İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya), “önce Rusya ve Çin’i paylaşalım, sonra kendi aramızdaki durumlara bakarız” çerçevesindeki iknası sonrası başlayan Ukrayna savaşının sonuçlarından daha çok etkilenen Avrupa Birliği (AB) oldu.

En büyük ekonomik yarayı; Rusya’yla yüksek ticaret trafiği olan ve birçok zorunlu ihtiyacını Rusya’dan karşılayan AB ülkeleri aldı.

Rusya ile birçok ticari anlaşmasını iptal eden ve Rusya’ya ambargo uygularken, ayrıca AB içindeki birçok Rus varlığını da dondurmuş oldu. AB Komisyonu Adalet Komiseri Didier Reynders, AB üyesi ülkelerin Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırılarının başlamasından bu yana toplam 13,8 milyar euroluk Rus varlığını dondurduğunu ifade etti.

Bu varlık dondurmalarının çoğunu ise 27 AB üyesi ülkesinden 5’inin yaptığını ifade eden Reynerds, “Ancak çok büyük bir kısmı, 12 milyardan fazlası 5 üye ülkeden geliyor” dedi.

Diğer AB üyesi ülkelere Rus varlıklarına yönelik adım atması çağrısında bulunan Reynders, şu anda 98 kuruluş ve aralarında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in de bulunduğu yaklaşık bin 160 kişinin yaptırım listesine olduğunu ifade etti.

Dondurulan varlık miktarının, banka hesaplarında tutulan nakit paranın yanı sıra el konulan yatlar ve gayrimenkullerin tahmini değerlerinin birleşimi olduğu ifade edildi. Söz konusu dondurulan varlıklara, AB Komisyonu’nun, geçtiğimiz mayıs ayında dondurduğu Rusya Merkez Bankası’na ait 24 milyar euroluk varlığı içermiyor.

Türkiye ekonomisine etkileri

Diğer sömürgeler gibi Türkiye de emperyalist ülkelerin krizlerini, sorunların aşağı doğru itilmesinden kaynaklı, onlardan daha fazla yaşamaya devam ediyor.

Ukrayna savaşıyla beraber AB ekonomisinin hasar alması ise farklı bir açıdan Türkiye’yi olumsuz etkileyen başka bir konu olarak karşımıza çıkıyor.

Ülkenin döviz gelirlerinin çoğu euro cinsinden ama giderler ağırlıklı dolar. Dolayısıyla giderek değer yitiren bir para cinsinden gelir elde ediliyor, öte yandan değer kazanan bir parayla harcama yapmak durumunda kalınıyor.

Dolarla euronun eşitlenmesi Türkiye’yi temel olarak üç yönden etkileyecek gözüküyor. 

Birincisi, dış ticaret. İhracatta dolar ve euronun payı neredeyse eşit. Ama ithalatta denge tümüyle dolar lehine. Doların ithalattaki payı özellikle bu yıl çok arttı ve ilk beş aylık verilere göre yüzde 71’e ulaştı. Bu artışta enerji ithalatındaki büyüme etkili oldu.

Doların dış ticaretteki ağırlığını şu örnek çok çarpıcı bir şeklide ortaya koyuyor: Bu yılın ilk beş ayında dolar cinsi ithalat 103.8 milyar dolar. Beş aydaki toplam ihracat ise 102.5 milyar dolar. Türkiye’nin toplam ihracatı, yalnızca dolar cinsi ithalatı bile karşılayamıyor. Dolayısıyla dış ticaret yönüyle önemli bir dezavantaj söz konusu.

İkincisi, turizm. Bu yılki turizm geliri 25 milyar dolar civarında bekleniyor. Türkiye’nin turizm gelirinde ağırlık çok baskın şekilde euroya dönmüş durumda. Turizm gelirinin yüzde 70 kadarı euro cinsinden. Yüzde 30’un önemli bir kısmı dolar, küçük oranlarda da başka dövizler var.

Üçüncüsü, dış borç. Yılın ilk çeyreğindeki stok verilere göre Türkiye’nin 132.1 milyar dolar kısa vadeli, 319.1 milyar dolar da uzun vadeli olmak üzere toplam 451.2 milyar dolar dış borcu var.

Kısa vadeli dış borcun yüzde 44.3’ü dolar, yüzde 25.9’u euro cinsinden. Uzun vadeli borçta dolar ağırlığı çok daha belirgin. Uzun vadelilerin yüzde 64.2’sini dolar cinsi, yüzde 30.1’ini euro cinsi borçlar oluşturuyor. Toplam borçta ise dolar cinsi olanların payı yüzde 58.4, euro cinsi olanların payı yüzde 28.9 düzeyinde.

Dış ticarette dolar, euro ve diğer paraların yüzde olarak yıllar içinde dağılımına baktığımızda da gördüğümüz gibi, Türkiye’nin genel ekonomik sorunlarının yanına paylaşım savaşının sonuçlarıyla ek sorunlar da çıkmaya devam ediyor.

Yukarıdan aşağı artan sömürü

Tabii tüm bu ekonomik tablodan herkesin etkilendiğini söylemek zor. Nasıl ki kriz zamanlarında zengin daha zengin, fakir daha fakir oluyorsa, bu süreçte de aslan payı yukarıdan aşağıya paylaşılarak dağılmaya devam ediyor.

İstanbul Sanayi Odası (İSO) daha çok KOBİ niteliğindeki kuruluşları kapsayan “İSO Türkiye’nin İkinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu-2021” araştırmasının sonuçlarını açıkladı. İkinci 500’ün üretimden net satışları yüzde 77,5 oranında artarak 191,1 milyar TL’den 339,2 milyar TL’ye yükseldi. Böylece serinin başladığı 1997 yılından bu yana ikinci en büyük oransal artışa imza atıldı. Söz konusu 2021’de 500 şirket 13,5 milyar dolarlık ihracat ile ihracat rekorunu da kırdı.

İSO İkinci 500’ün ihracatı yüzde 35,4 oranında artarak 13,5 milyar dolar ile rekor seviyeye ulaştı. Böylece İSO İkinci 500’ün Türkiye toplam ihracatı içindeki payı yüzde 6, sanayi ihracatı içindeki payı ise yüzde 6,2 oldu ve her iki oran da 2020 yılına göre 0,1 puan artış kaydetti.

Anti-Robin Hood: Devlet

Vatandaşın Vergisini Koruma Derneği (VAVEK) Başkanı Dr. Turgay Bozoğlu, “Türkiye’de vergi yükü yoksulların üzerinde oluşuyor. Enflasyon arttıkça devlet zenginleşiyor. Devlet yoksuldan alıp zengine veriyor. Şeffaflık yok, denetim eksik” vurgusu yaptı. 

Bozoğlu, “Türkiye’de ne yazık ki vergi yükü yoksullar üzerinde oluşuyor. Çünkü vergilerin yüzde 70’i dolaylı yoldan, direkt gelirle bağlantısı olmayan yoldan toplanıyor. Her adım attığımızda vergi ödüyoruz. Doğalgazı, elektriği yoksul da kullansa, zengin de kullansa aynı vergiyi ödüyor. Enflasyon yükselince fiyatlarla birlikte halkın ödediği vergi de artıyor. Halk daha fazla yoksullaşırken devlet zenginleşiyor. Hâlbuki asıl vergileme kazanç üzerinden yapılmalı” dedi.

Başkan Bozoğlu, kurdaki artışla birlikte halktan toplanan vergilerden kamu özel iş birliği (KÖİ) projelerine daha fazla para aktarıldığını, KÖİ yetmiyormuş gibi bir de halkın parasının mevduat sahiplerine garanti olarak ödenmeye başladığını belirtti.

Yağma ve rant cenneti Türkiye

Büyük tekellerin kârlarına kâr katmasının yanında, Saray Rejimi ile beraber yağma ve rant saldırıları da devam ediyor. Temmuz ayında basına yansımış haberlerin birkaçı ise şöyle:

• Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin yeğeni Seyyid Mahmut Nebati, Türk Hava Yolları (THY) İkram ve Uçak İçi Ürünler Başkanı olarak atandı.

• CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, 15 Temmuz’da hayatını kaybedenlerin yakınları ve yaralananlar için toplanan yardım paralarını gündeme getirdi.

Bu kişilere aylık yalnızca 2 bin 600 TL ödeme yapıldığını belirten Emir, “6 yıl önce vatandaştan toplanan 310 milyon TL, 88 milyon dolardı. Bugünkü karşılığı 1,5 milyar TL. Para beş katı değer kaybetti. Oysa gazilere dağıtılan aylık para, aylık faiz miktarının yarısı bile değil. Yapılan tam bir gasptır” dedi.

• Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, Hazine’nin günlük 45 bin araç geçiş garantisi verdiği Çanakkale Köprüsü’nden arife günü (8 Temmuz Cuma) 14 bin 275 adet araç geçtiğini açıkladı. Yaklaşık 31 bin araçlık fark için Hazine, şirkete bir günde yaklaşık 690 bin avro (9,6 milyon TL) ödeme yapacak. Dinî bayram arife günlerinde trafiğin en yoğun olduğu zamanlar olarak düşünürsek, yıllar boyu hangi boyutta bir para verileceği kolayca hesaplanabilir.

Yap-işlet-devret modeliyle ihaleye çıkarılan projeyi, 16 yıl 2 ay 12 gün işletme süresi teklifiyle kazanan Türkiye ve Güney Koreli firmalardan oluşan “Daelim–Limak–SK–Yapı Merkezi Ortak Girişimi” hayata geçirmişti.

• Ek bütçeye ilişkin tartışmalar sürerken Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı 2021 Yılı Genel Faaliyet Raporu, kamu bütçesinin ismi açıklanmayan derneklere akıtıldığını ortaya koydu. Raporda, ismi açıklanmayan dernek ve vakıflara 865 milyon TL aktarıldığı belirtiliyor. Bu tutarın 769 milyon 830 bin TL’si “cari transfer” kaleminden yapılırken 96 milyon TL’si ise “sermaye transferi” adı altında aktarıldı.

Kaldıraç dergisinin Ağustos sayısı yayında

Aylık Devrimci Sosyalist Dergi Kaldıraç’ın Ağustos sayısının tamamını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.

Dergimizin bu sayısında bulunan yazılardan bazı bölümler ise şöyle;

İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanı tarafından iptaline karşı açılan dava, beklendiği gibi, “red” ile sonuçlanmıştır. 19 Temmuz 2022’de dava reddedilmiştir.

Okuryazar takımı, CHP ve tüm burjuva muhalefet, davanın “iptal” ile sonuçlanacağını vaaz ediyordu. Onlara göre, “hâlâ bu ülkede hukuk var”dı.

Aslında, biz, Kaldıraç Hareketi, biz devrimciler, “bu ülkede hukuk yok” demiyoruz. Tersine, bu ülkede bir “hukuk var” diyoruz ve adı, iç savaş hukukudur.

Yazının tamamını linke tıklayarak okuyabilirsiniz↓
Perspektif – Hak, mücadeleyle kazanılır

Doğrusu, ilk amaçlarına ulaştıklarını söylemek mümkündür: AB’nin, Almanya ve Fransa’nın ‘istekleri’ kırılmış, ‘iradeleri’ ABD iradesine tabi kılınmıştır. Artık, AB diye bir güçten söz etmek zordur. AB artık bir büyük aktör değildir, belki bir değil ama yarımdan da az bir aktördür. ‘Demokrasi ve medeniyet’ merkezi olarak sunulan AB, tam olarak Neonazi örgütlerinin merkezi hâline gelmeye başlamıştır.
Yazının tamamını linke tıklayarak okuyabilirsiniz↓
Deniz Adalı – Avrupa’nın işgali mi, yoksa Avrupa’nın korunması mı?

Sri Lanka direnişinin bize düşündürdükleri var.

Olayları, belki de bazı eksiklikleri ile, böyle özetledikten sonra, direnişin düşündürdükleri üzerine tartışabiliriz.

Muhtemeldir ki, burada aktarılan bilgilerden daha fazlası, iyi bir tarama ile bulunabilir. Ama JVP politbüro üyesinin röportajı, bilgi eksikliklerimize rağmen, bize daha ciddi düşünceler geliştirme cesaretini verdi.

Ülkemizde çok sıkça tartışma konusu olan Gezi Direnişi’nin hâlâ güncel olması, sürmekte olan direnişin bastırılması için Saray Rejimi’nin her yolu denemesi, ayrıca bir yakınlık kurmamıza neden olmaktadır. Sri Lanka direnişi, bize Gezi Direnişi’ni bir kere daha ele alma enerjisi vermektedir.
Yazının tamamını linke tıklayarak okuyabilirsiniz↓
Deniz Adalı – Sri Lanka direnişinin düşündürdükleri

Kriz dönemleri, tüm bu ahengi de bozma şansı olarak ele alınabilir. Perdelerden seyredilen renkli yaşamlar, yaşamın gerçeği ile çarpışmaya başlar. Bu anda, gerçeği görebilmek için bir fırsat da oluşur.
Yazının tamamını linke tıklayarak okuyabilirsiniz↓
Fikret Soydan – Tekeller çağı, kriz ve insan olarak kalabilmek

Günlük pratikten doğan, nihaî kaynağı günlük pratik olan, insanların kendi yaşamlarını sürdürmek için maddi malların üretimi ve kendi neslini devam ettirmesi olan bilimsel ve sanatsal düşünce, o pratikten kopar, gelişir. Böylece, gerçeği daha farklı olarak görmeyi sağlar. Bundan sonra ise, bilimsel ve sanatsal düşüncenin, tekrar o günlük pratiğe gelmesi, dönmesi gerekir.
Yazının tamamını linke tıklayarak okuyabilirsiniz↓
Aysun Sadıkoğlu – Tüketim toplumu ve sanat hakkında

Dergimizin tamamını okumak için; Kaldıraç Sayı: 253 / Ağustos 2022
Dergimizin temin noktaları için; Oku, Okut, Dağıt
Dergimize abone olmak için; buraya tıklayabilirsiniz.

Dergimizin dağıtımına katkı sunmak için 0536 439 25 52 numarasına WhatsApp üzerinden ulaşabilirsiniz.

Saldırılara karşı direnişleri büyütelim

30 Temmuz günü, Ankara Mamak’ta bulunan Şah-ı Merdan Cemevi’ne, Türkmen Alevi Bektaşi Vakfı’na ve Tuzluçayır Demokratik Alevi Derneği (DAD) Ana Fatma Cemevi, Gökçebel Köy Derneği, yönelik eş zamanlı saldırılar gerçekleşti. Bu saldırılar sırasında, bir kişi bıçakla bir kişi de fırlatılan sandalye ile başından yaralandı.

Emniyet tarafından yapılan açıklamaya göre saldırgan yakalanmıştır, meczuptur ve tek kişidir fakat saldırganın kaç kişi olduğunun ya da meczup olmasının bir önemi yoktur. Halkların inkârına ve imhasına dayanan bu devlet, sadece Alevi halkına değil tüm halklara, direnenlere, kendinden olmayan herkese hem ideolojik hem fiziksel saldırılarını sürdürmüş, katillerini yaratmıştır.

Tuzluçayır Cami-Cemevi projesi, İzmir, Malatya, Adıyaman… gibi şehirlerde Alevilerin kapılarının işaretlenmesi, Maraş, Çorum, Sivas katliamlarına verilen zaman aşımı kararları buna örnektir.

Muharrem Ayı’nın başladığı gün yapılan bu saldırı Aleviler başta olmak üzere yine bir nafile gözdağı saldırısıdır. Çözülen Saray Rejimi’nin bu saldırıları, halkları birbirine düşman etme, korkuyu, nefreti körükleme çabasıdır.

Senenin başından bu yana devam eden işçi direnişleri gün geçtikçe toplumsal mücadelenin daha fazla ana gündemi hâline gelmektedir. Çözülen, savaş ve saldırılarla bu çözülüşü durdurmaya çalışan Saray Rejimi, bir yandan Irak’ta Kürt halkına saldırılarına devam ediyor, bir yanda Suriye’de yeni saldırıları örgütlüyor, bir yandan da içerde her direniş dinamiğine saldırılarını arttırıyor.

Sistemin çözülmeye başladığı ve toplumsal mücadelenin yükselişe geçtiği her dönem devlet başta Kürtleri ve Alevileri hedef tahtasına koyarak, yeni saldırı ve katliamları örgütlemeye çalışmaktadır.

Bugün yaşanan tam da budur.

İzmir’de HDP binasına girerek Deniz Poyraz’ı katledenler ile bugün cemevlerine yapılan saldırılar aynıdır. Hrant’ın katilleri ile Maraş’ın, Çorum’un, Sivas’ın, Dersim’in katilleri aynıdır.

Hedeflenen yarattıkları krizin de etkisiyle toplumun büyüyen öfkesini ırkçılık zehri ile bastırmak, susturmak, toplumu bir bütün olarak korkutmak, hareketsiz bırakmaktır.

Aleviyiz! Buradayız! Susmuyoruz, Korkmuyoruz!

Saldıranlar, kendi cennetlerini kaybetme korkusu içinde saldırmaktadır.

Bugün, onların bu korkularını gerçeğe çevirmek için halkların yan yana gelmesi, tüm direniş odaklarının, işçilerin, kadınların, halkların, öğrencilerin direnişlerini birleştirmesi için örgütlenmek katliam odağı olmaktan çıkmanın tek yoludur.

Örgütlü halkları hiçbir kuvvet yenemez.

Kurtuluş yok tek başına; ya hep beraber ya hiçbirimiz!

KALDIRAÇ / AKA-DER 

31 Temmuz 2022

War and the New World

The Ukraine war is a war organized step by step by NATO, with the US as its main power. The fact that the war continued “invisible” until a stage is due to the fear of the US and NATO from a Russia-China alliance. Therefore, they preferred to escalate tensions once in Syria, then Ukraine and Libya and Taiwan step by step. But eventually, after a while, Russia launched the Ukraine operation. Thus, the war became visible to those who did not want to see it.

1
This war is actually a war between US-NATO and Russia.

The war continues on the territory of Ukraine. And US-NATO or the West have found the Neo-Nazis, the perfect puppets, for this war. Neo-Nazis are the forces behind Zelenski’s power and they are in control. Ukraine was first stripped of all statehood features. Then what was next was to use Ukraine against Russia.

Between 2014-2022, Neo-Nazis and the Ukrainian state massacred 15,000 people and killed children in the Donesk region. The mob that burned 48 people in the union building in Odessa is actually US-backed, Canadian and British-backed, NATO-backed Neo-Nazis.

When the battlefield is Ukraine, the US and NATO have nothing to complain about. If they lose, the Ukrainians will die, if they win, the Russians. In both cases, Ukraine will experience great damage, destruction and suffering and blood will have spilled between the two peoples. So, in any case, there is a clear gain on the table.

2
The main cause of the war is the imperialist war of partition.

Witnessing the evolvement of this imperialist war of partition into a third world war was possible yesterday, as it is today.

The imperialist war of partition is based on the fact that the US hegemony is being dissolved. The economic hegemony of the US began to dissolve after the Vietnam War. By openly violating the Bretton Woods agreement, the US printed unbacked dollars and thus provided the financing of the Vietnam War. The 1971-73 crisis actually signaled the economic end of US hegemony. The US tried to get out of this process through petrol-dollar. The US has ensured that all oil, especially Middle Eastern oil, the oil of Arabs, is sold in dollars and the money is kept in the US banks. Qatar, while a British colony until then, has become an “independent” well. The organization of oil wells as a state is based on the aftermath of the October Revolution and the fear of the October Revolution. When the October Revolution intensified the anti-imperialist struggle of the peoples, it became appropriate for the world capitalist-imperialist system to organize oil wells “independently” in the form of states. Fear of “riot” is also less, as foreign workers work in oil wells.

The economically dissolved hegemony of the US stood for several more decades. But this “standing” has been by virtue of the military wing, political organizations, etc. of the Western alliance of the USA against communism.

When the USSR dissolved, the fight for the market and the partition began to come to the fore among the major imperialist powers.

The main imperialist powers that want to share the world as a market and territory are the US, Germany, Japan, England and France. Of course there are also Canada, Italy etc. But the main battle is between these five imperialist powers.

The famous US Secretary of State, Kissinger, began to ask, “Does the US need a foreign policy?” in the 1990s. In the late 1990s, the US decided to organize its hegemony in the West as the hegemony of the world. The USSR was dissolved, Eastern Europe was destroyed. Germany and France plunged into these areas. We would not be mistaken, provided that it is a bit of an exaggeration, if we say that economically, Germany reached a significant part of the widest borders it reached in the Second World War without firing a single shot. The economies of Germany and Japan, aside from the military industry, were seriously straining the US hegemony. But the political and military superiority of NATO and the US was still ahead.

The US entered Afghanistan and Iraq. It has taken the use of Islamic forces on its behalf to the next level with Al-Qaeda and ISIS. And it threatened Europe and Japan this way. But it could not achieve the desired result neither in Afghanistan nor in Iraq.

Worse still, Germany, England, France and Japan showed even more tendency to become stronger.

To stop them even a little, US made a revision in its war policies. That’s what the Obama process is. The Libyan war pleased France and Britain very much. Then came the Syrian war. Under the leadership of the US; Britain, Israel, Turkey and Saudi Arabia organized the war of destruction against Syria. These created the ISIS gangs.

But when it comes to the Syrian war, Russia and China saw the process. Both in Ukraine and Taiwan; the US took action. It was establishing new bases in every part of the world, NATO was constantly expanding.

The arrival of Russia and China on the field changed the situation.

3
At this point, the US decided to change the direction of the war, first with Trump and then with Biden. Russia and China were declared enemies again.

These two countries, which chose the path of becoming capitalists, were still independent due to their past experience of socialism and the US offered to all its allies, all NATO and Japan, to destroy these two countries to make them colonies. Thus, the offensive period leveled up with Biden to sustain the policies that had already begun before.

The colonization and war policy organized in Ukraine since 2014 took another leap forward with the intervention of Russia.

4
This is how we came to this day.

The Ukrainian war, on the other hand, creates new balances.

The US won its first victory during the war against Germany and the EU. Russia started the Ukraine operation, Germany first and foremost raised the flag of surrender to the US. France and the entire EU backed up US policies. NATO was resurrected and “brain-dead NATO” found its brains again.

The entire West, including Japan, has acknowledged US control again. In this way, the US aims to stop its dissolving hegemony.

This process has not yet brought about advanced results, so advanced that it will stop the dissolving of the US hegemony. It will not be possible to bring about as well.

But the US immediately started making moves around China at the end of May, while the Ukraine war was proceeding. It puts pressure on South Korea, which is trying not to make itself a US hitman, and tends to include it in war maneuvers. It organizes incessant provocations in the China Sea.

Obviously, soon enough, that area will also warm up.

Ukraine means the warming of Europe too.

This means, the Middle East will get hotter too.

5
The war waged by the Turkish state against the Kurds, both in Syria and Iraqi Kurdistan, actually gives enough clues in this respect.

The USA, which promised Kirkuk to the Menderes administration in the 1950s, now promises the same to the Palace Regime. The Turkish state, a US hitman, embraces this with great ambition. Point out a Kurd to the Turkish Republic, just say attack, that’s enough. This is what the US does. The Turkish state is ready to shed blood for Kirkuk, of course, with the Ottomanism enthusiasms that swelled with the Palace Regime.

On the one hand, this war is a clear and unambiguous Kurdish massacre plan. This should be noted. Openly behind this policy are the US, England and Israel. The aggression of the Turkish state is desired to be transformed into a NATO aggression. And the target of this war is not only Syria, nor only the Kurds. This war also targets Iran. Assassinations of Iranian military rulers are clear proof of this. The Turkish state got Barzani on its side and Barzani is also in this genocide. The operations carried out by the MIT[1] in the Sulaymaniyah and Erbil regions are clear proof of this. This also proves that Barzani has handed over the sovereignty in the areas which he called himself “sovereign,” and that he has now handed over the areas, which actually he never ruled, to the invaders.

This war has two aspects. The aspect that concerns us most and closely is the war against the Kurds. In this way, the Kurdish freedom movement is sought to be stifled. And this has been turned into an open genocidal project. Just as the massacres of Armenians, Assyrians and Pontus were carried out with the support of Germany, England and the US, today the Kurdish genocide has been brought into action with the support of the West.

The second aspect is the war against Iran and Syria.

It seems that the US wants to push the Turkish state, the Palace Regime, on Iran. Of course, this does not mean that the plans for Syria and Iran will work.

Already, there have been reactions to the 5-fold increase in electricity prices in the Syrian territory occupied by the Turkish state, and protests have started in Afrin, Marea, Ahtarin, Soran, Al Bab and Azez. The “loot-plunder and war economy,” which is the economic policy of the Palace Regime, continues fully in the areas they occupied. Akenerji, STE Energy and Green Energy companies are extorting the region. This is only so in the energy field. In all other areas, the “loot-plunder and war economy” continues. Of course, there will be reactions to this as well.

It seems that the forces that put the Turkish state on the field have rekindled the Kirkuk dreams. The Palace Regime is eager to enter the field at full throttle and the bombardment that carries on with drones continues in the Barzani area with field operations. It should be considered that this will progress. In this broad sense, it is also the organization of an attack against Iran.

There is no doubt that driving the Turkish state on Iran will wreak havoc in the region.

Turkey as a whole is being turned into a war zone.

Just as Ukraine has turned itself into a war zone, as NATO and Russia are fighting over Ukraine under the leadership of the US, with a similar process the Palace Regime turns Turkey into a battlefield.

To the US, it makes no odds. War will lead Iran and Turkey to destruction. All very well but what harm does this do to the US?

The US, which has equipped all of Europe with bases and established bases in every island of the Aegean Sea, wants to wage the war beyond its own territory, as in the previous two world wars. Whether it will succeed or not is another matter.

Already, US arms companies have received orders worth 100 billions of dollars. Already, US military forces are located all over Europe. The desire of Sweden and Finland to turn their lands into battlefields shows how “convincing” US power is.

6
The ongoing war against Russia and China has been an important maneuver for the US. The US tended to take control of its former allies and new rivals, the other four imperialist powers: Britain, Germany, France and Japan, which tended to challenge its own hegemony in the struggle for partition.

7
But the economic war, named sanctions, has already brought along new searches for China and Russia. Russia’s war against the dominance of the dollar continues to progress. Despite the embargo policies, a new world system focused on Russia and China has begun to emerge. Soon, if the war continues like this, a new system of international trade, with its center in Russia and China, will surface. These new payment mechanisms also mean new trading mechanisms. This system is also likely to yield results in Latin America. Countries such as India and Iran are also likely to be incorporated into this process.

If China, India, Bangladesh, Malaysia, Indonesia, etc. which constitute the world’s factory, reveal their tendencies to be involved in this process, sanctions will give the opposite results. It is possible to add raw material sources to this. The production decline in the Japanese automotive industry has consequences in itself. The energy crisis tends to deepen the international financial crisis that began in 2008 even more.

Thereby, it is possible to say that four regions of the world are warming up: the Middle East, Ukraine, Far East and Europe are within these hot regions.

For the US, maintaining this situation is a priority.

Because, first, against China and Russia, the US has started to take its old allies and new rivals against under its control, and secondly, it wants to create the opportunity to continue the war in areas far from its own territory.

8
If China and Russia are great and independent powers today, they owe this to their socialist past.

As war cries rise and practices such as embargo etc. develop, the international trade system of the capitalist world also becomes inoperable. The supply of goods is already getting harder to reach and the price levels are rising. Russia and China have tended to develop a new international trade system around them. This situation will further aggravate the crisis of the capitalist world system.

This reinforces the tendency to spread the war even more.

The speech Kissinger gave online to the World Economic Forum, who is a veteran and a warmonger, really illustrates the scale of the crisis. Kissinger, of course, also expresses the interests of the monopolistic groups behind him. According to him, the capitalist West has two months ahead of it and he proposes the acceptance of Russia’s demands and the withdrawal of NATO from Eastern Europe. Many capital groups and monopolies in the US, the UK and Europe openly characterize Kissinger’s proposals as surrender.

The US and NATO are trying to prolong the war in Ukraine full steam ahead, while trying to generate new fronts in the Middle East and the China Sea. Russia’s calm and determined stance and China’s economic moves show that the process will not work in accordance with the wishes of the US and NATO. This inclination is strong.

9
With this new war process, Russia and China will have to grasp on to even more their socialist past, which brought them into existence and prevented them from becoming colonies. This situation will further lead the class struggle, which is already rising in the world, to accelerate.

The world is pregnant with a new socialist rise.

The new revolutionary rise will develop more from outside than inside of China and Russia.

Mass actions will occur in the imperialist metropolises: in the US, Europe and Japan. This is a high probability. Although these actions will not develop in such a way as to overthrow the bourgeois state, they will have serious effects. It is possible to wait for the development of revolutionary uprising in the surrounding countries; such as our country, the Middle East, Latin America, Far Asia. Certainly, the mass actions that will develop in these regions will be in a closer determination to the revolution. We are not saying that the outcome of this war will automatically be victory. But the class struggle will rise and intensify all over the world.

Here is the liberation.

The new world will destroy the old world and this time the new world that will be constituted with the victory of socialism in a wider area will rise in this way.

This is the sole path for the liberation for humanity, the planet.

Modern monopoly domination means the great dark age. Compared to this dark age, the medieval darkness can be considered more luminous. This is the darkness of the age of monopolies and the product of the rotten capitalist system, capitalist domination. The enlightenment that will bring the end of this era will occur with the victory of socialism.

Today, the capitalist system is trying to survive by plundering the world and destroying humanity. Loot-plunder and war economy is the reality of the entire capitalist system. Sovereigns, imperialist sovereignty is maintained only in this way. Monopoly domination is sustained by more and more violence. It’s a system that spills filth from all over it. Capitalist sovereignty is an entity that pollutes the entire planet. It lasts an extra life. And it is clear that it will not collapse on its own.

The world is entering a period in which socialism will rise again. The real question is not whether this will happen fast or slow. Yes, the eradication of capitalism from the face of the earth is urgent. But the victory of socialism will always be the work of the organized working class, of the revolutionary socialist working class.

Revolutions show that human beings can write their history at every turn with a more advanced organization that is the product of a more advanced action, a more advanced consciousness. The collapse of sovereigns requires further organization. If the measure of consciousness is action, the most developed action is a more developed revolutionary organization. This is the need of the working class of the whole world.

This is also what the working class of our country needs.

The workers in every capitalist country also need a developed revolutionary socialist organization.

The level of development of the world capitalist system has increased the objective conditions for the rapid spread of revolutions to other areas from where they started. For this reason, to be ready for the revolution, being organized in every geography that seems distant from the revolution is of great value. Revolutionary forces in each part must pay great attention to the revolutionary developments outside their own sphere, to the movements of the working class.

Yes, today’s bourgeois state, the Monopoly Police State, which also includes the gears of fascism, is more organized than yesterday. This situation does not mean a mere difficulty for the revolution. This situation indicates the need for more advanced, more progressive forms of organization. In every period, the bourgeois state is much more armed and much more organized than the working class. Just as this was dealt with yesterday, it is possible to deal with it today. For this, revolutionary socialists, workers, must keep their eyes on the developing revolution, the mole that is digging the ground. This should be the point of attention.

It is not enough to watch the imperialist powers re-partition the world. Just as it was the October Revolution which ended the First World War, now, to establish a more advanced socialism, it will be new socialist revolutions that will end the new war, the new wars. That is why it is necessary to approach with great caution to any revolutionary resistance anywhere in the world. It is a revolutionary duty to embrace every developing revolution without the chauvinistic sentiments. Today, with this awareness, it is necessary to greet the Kurdish revolution once again. Their every shortcoming is our weakness, their every victory is our victory.

 June 18, 2022

[1] Turkish intelligence service

Perspektif

1 Mayıs 2025: Açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, savaşa ve katliamlara, devlet terörüne,...

2024 yılı 1 Mayıs’ından sonra, hemen herkes, “1 Mayıs alanı Taksim’dir,” dedi. Her 1 Mayıs’tan sonra bu söylenir. Kimisi, “nasılsa 1 Mayıs geçti ve...